Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Kara Cuma günü kitlesel grevle sarsıldı

Yayınlanma

Dünyanın dört bir yanındaki Amazon çalışanları, ‘büyük indirim günü’ Kara Cuma’da ücretlerinin ve koşullarının iyileştirilmesini talep ederek ve şirketin toplumsal kaygılar ve iklim değişikliği konusunda daha iyisini yapması çağrısında bulunarak greve gitti.

İşçiler, durumu ‘şimdiye kadarki en büyük küresel grev’ olarak nitelendirdi.

Dördüncü yılına giren Make Amazon Pay (Amazon’a Ödet) hareketi, bu yıl itibariyle 30’dan fazla ülkede protesto ve grevleri kapsıyor. ABD, Britanya, İtalya, İspanya ve Almanya’daki grevler; Kanada, Britanya, İtalya, Almanya, Japonya, İrlanda ve Hollanda’daki iklim protestoları ve Bangladeşli hazır giyim işçilerinin aylık 209 dolarlık asgari ücret taleplerini içeren eylemlere 80’den fazla sendika, örgüt ve çevreci katıldı.

Açık talep mektubunda Make Amazon Pay, çerim içi perakende devini, büyümesini sağlayanların haklarını gasp etmekle ve kâr hırsıyla çevreye zarar vermekle suçladı.

Mektupta, “Amazon bu kötü uygulamalarda yalnız değil, ancak çağımızı yaralayan eşitsizlik, iklim çöküşü ve demokratik çürümeyi yönlendiren başarısız bir sistemin merkezinde yer alıyor,” ifadelerine yer verildi.

Mektupta, “Pandemi, Amazon’un kârını işçilerin, toplumun ve gezegenimizin önüne nasıl koyduğunu gözler önüne serdi. Amazon çok fazla alıyor ve çok az veriyor,” denildi.

Make Amazon Pay’in mektubunda beş temel talep sıralanırken, bunlardan üçü Amazon’un çalışanlarına yönelik muamelesiyle ilgiliydi.

Hareket ilk olarak Amazon’dan işyeri ortamını iyileştirmesini talep etti. Bu talep dahilinde yeterli mola süresi ve ücretli hastalık izni, verimlilik standartları ve gözetiminin askıya alınması ve depo çalışanlarının ücretlerinin ‘şirketin artan zenginliğine paralel olarak’ yükseltilmesi yer alıyor.

İkinci olarak Make Amazon Pay, Amazon’un tüm çalışanlarına, geçici istihdam ve yüklenici statüsüne son vermek de dahil olmak üzere iş güvencesi sağlamasını talep etti. Bunun bir parçası olarak Amazon’dan, iş arkadaşlarını örgütledikleri veya güvenlik sorunları hakkında konuştukları için işten çıkarılan tüm işçileri işe iade etmesini de istediler.

Bu da Make Amazon Pay’in üçüncü talebine yol açıyor; şirketin işçi haklarına saygı göstermesi. Hareket özellikle Amazon’un sendika kapatmaya son vermesini, işçilerin örgütlenme haklarına saygı göstermesini ve işçi sendikalarıyla müzakere etmesini istiyor.

Amazon çalışanlarının sağlığı, güvenliği ve gördüğü muamele yıllardır endişe konusu. Şirketin depo çalışanları, Amazon dışı depolardaki meslektaşlarına göre neredeyse yüzde 80 daha yüksek oranda yaralanmalara maruz kalıyor ve Prime Day gibi büyük alışveriş etkinlikleri sırasında yaralanmaların arttığı bildiriliyor.

2021 yılında yayımlanan bir rapor, Amazon’un depo çalışanlarını ‘endüstriyel sporcular’ olarak markalaştırmaya çalıştığını ve vardiyalarına ‘daha fazla balık ve fındık’ yiyerek hazırlanmalarını önerdiğini ortaya koydu.

Aynı yıl, Amazon’un ABD’nin Alabama eyaletinde yer alan Bessemer’deki tesisindeki iki depo çalışanı, biri işyerinde diğeri ise ambulansla ayrıldıktan sonra birkaç saat içinde hayatını kaybetmişti.

Make Amazon Pay’in protestolarına yön veren tek konu işçi hakları da değil. Hareket aynı zamanda Amazon’un sürdürülebilir bir şekilde faaliyet göstermesini de talep ediyor. Bu çerçevede Amazon’dan 2030 yılına kadar sıfır emisyon taahhüdünde bulunmasını, iklim değişikliğinin inkârına yönelik tüm sponsorluk faaliyetlerini durdurmasını ve fosil yakıt şirketleriyle yaptığı sözleşmelere son vermesini istiyor.

Öte yandan Make Amazon Pay, Amazon’un kitlesel gözetleme teknolojisi geliştirmeyi durdurarak, rekabete aykırı iş uygulamalarına son vererek, tüketicilerin verilerinin kullanımı konusunda şeffaflığı garanti ederek ve vergileri tam olarak ödeyerek ‘topluma geri ödeme yapmasını’ talep etti.

Amazon’un değeri şu anda 1,5 trilyon doların üzerinde ve kurucusu Jeff Bezos’un 169 milyar dolarlık serveti onu Forbes’un Gerçek Zamanlı Milyarderler Listesi’nde üçüncü sıraya yerleştiriyor.

DÜNYA BASINI

FT: ‘Batı, Kuzey Kore’yi hafife almanın bedelini ödeyecek’

Yayınlanma

Financial Times’ın dış ilişkiler alanında baş köşe yazarı Gideon Rachman’ın Kuzey Kore-Rusya işbirliği konusunda Batı’yı uyaran analizini sizler için çevirdik.

***

Batı, Kuzey Kore’yi hafife almanın bedelini ödeyecek

Gideon Rachman, Financial Times
29 Ekim 2024

Kim Jong Un’un Ukrayna savaşına müdahalesi Pyongyang’ın dünyaya yaklaşımında tehlikeli bir dönüşü yansıtıyor

“Bir dünya savaşına giden ilk adım”. Volodimir Zelenskiy, Kuzey Kore birliklerinin Rusya-Ukrayna çatışmasının ön saflarına beklenen gelişini böyle tanımladı.

Batılı güvenlik yetkilileri aylardır Rusya, Kuzey Kore, İran ve Çin’den oluşan bir “düşmanlar ekseni” arasında artan işbirliği konusunda uyarılarda bulunuyor. Kuzey Kore’nin Rusya’ya verdiği destek, bu eksenin iş başındaki en dramatik kanıtıdır.

Dört düşman arasında Kuzey Kore batıda en az dikkat çeken ülke oldu. Donald Trump ile Kuzey Kore diktatörü Kim Jong Un arasındaki yakınlaşma girişiminin 2019’da başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından ülke manşetlerden düştü.

Ancak Kuzey Kore uzmanları aylardır alarm veriyor. Ocak ayında Kuzey Kore’nin önde gelen iki gözlemcisi Robert Carlin ve Siegfried Hecker şu uyarıda bulundu “Kim Jong Un savaşa girmek için stratejik bir karar verdi.”

Carlin on yıllar boyunca ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Kuzey Kore üzerine çalışan ekibini yönetmiş, Hecker ise Los Alamos Laboratuvarı’nın eski başkanı. Her iki isim de Kuzey Kore’yi birçok kez ziyaret etmiştir. Ortak makalelerinde Kim’in Amerika ile ilişkileri geliştirme çabasından vazgeçerek Güney Kore ve ABD ile çatışma politikasına yöneldiği uyarısında bulundular. Yazıyı kasvetli bir şekilde sonlandırdılar: “Kuzey Kore’nin potansiyel olarak 50 ya da 60 savaş başlığından oluşan büyük bir nükleer cephaneliği var. [Kim’in son sözleri ve eylemleri, bu cephaneliği kullanarak askeri bir çözüme ulaşma ihtimaline işaret ediyor.”

Yıl boyunca Kuzey Kore politikasında radikalleşmenin işaretleri çoğaldı. Haziran ayında Rusya ve Kuzey Kore karşılıklı savunma anlaşması imzaladı. Kuzey Kore ayrıca Güney ile nihai birleşme hedefini resmen terk etti ve bunun yerine Güney Kore’yi uzlaşmaz bir düşman olarak tanımladı. Pyongyang geçtiğimiz haftalarda iki Kore’yi birbirine bağlayan yolları da havaya uçurdu.

Xi ve Putin gibi Kim Jong Un da ABD’nin uzun vadede düşüşte olduğuna ikna olmuş görünüyor. Xi’nin “yüzyılda görülmemiş büyük değişimler” olarak selamladığı daha geniş bir küresel yeniden yapılanmanın parçası olarak düşmanlarına üstün gelmek için tarihi bir fırsat hissediyor olabilir.

Çin’in, Pekin’in her iki ülke üzerindeki etkisini azaltan Rusya ve Kuzey Kore arasındaki artan yakınlıktan rahatsız olduğu söyleniyor. Ancak Çin, Asya’da ABD’ye karşı hala önemli bir tampon olarak gördüğü Kuzey Kore’nin anlaşmalı müttefiki olmaya devam ediyor.

Çinliler ayrıca Kore yarımadasında yükselen gerilimin ABD’nin Tayvan’ı savunmasını zorlaştırabileceğini de biliyor. Aynı ABD askeri kaynaklarının çoğu hem Tayvan’ın hem de Güney Kore’nin savunmasına tahsis edilmiş durumda. Nitekim bazı Washington analistleri Kore yarımadası ve Tayvan Boğazı’nda eş zamanlı çatışma olasılığı hakkında spekülasyonlar yapmaya başladı bile.

Batı’da Kuzey Kore’ye bir şaka muamelesi yapma yönünde talihsiz bir eğilim var – nükleer silahtan ziyade komik bir viral fırlatma olasılığı daha yüksek olan kötü takım elbiseler ve kötü saç kesimleri ülkesi.

Kuzey Kore halkının çektiği acıları en aza indirgemenin yanı sıra, Kim rejimine şaka muamelesi yapmak rejimin kabiliyetlerini ciddi şekilde küçümsemek anlamına gelmektedir. Kuzey Kore’deki yoksulluk rejimin her açıdan geri kalmış olduğu anlamına gelmez. Bunun yerine, Kim’in askeri kalkınma lehine sıradan insanların refahını tamamen göz ardı ettiğine tanıklık eder. Rejim izolasyona rağmen nükleer silah üretmeyi başarmıştır – İran ve Suriye gibi daha zengin ve daha iyi bağlantılara sahip ülkelerin başaramadığı bir şey. Kuzey Koreliler ayrıca balistik füzeler ve kayda değer saldırı amaçlı siber yetenekler de geliştirdiler.

Kim, Putin rejimine Ukrayna ile girdiği topçu savaşında avantaj sağlayan milyonlarca mermiyi Rusya’ya teslim etti bile. Şimdi Kuzey Kore birlikleri savaşa girmeye hazır görünüyor. Batı’daki ilk spekülasyonlar bu birliklerin Rusya içinde faaliyet gösterebileceği, belki de Kursk bölgesinin bazı kısımlarını işgal eden Ukrayna güçlerine karşı koyabileceği ya da sadece destek rolü üstlenebileceği yönünde.

Ancak batılı analizler hem Putin’in hem de Kim’in radikalizmini ve saldırganlığını sürekli olarak hafife aldı. Dolayısıyla Kuzey Korelilerin de Rusya’nın Ukrayna içindeki saldırılarına katılmayacağının garantisi yok.

600,000’den fazla Rus askerinin öldüğü ya da yaralandığı düşünülen bir savaşta, 10,000 kadar Kuzey Koreli özel kuvvetin gelmesinin dengeleri değiştirmesi pek olası değil. Ancak ülkenin 1.3 milyon aktif askeri personeli var ki bu da dünyanın dördüncü büyük gücü. Bunların büyük bir kısmı kötü eğitimli ve donanımsız acemi askerlerden oluşuyor. Ancak Putin “kıyma makinesi” saldırıları için her zaman daha fazla top yemi kullanabilir.

Peki bu işten Kim’in çıkarı ne? Mevcut spekülasyonlar teknoloji transferi ve Rusya’dan gelecek para üzerinde yoğunlaşıyor. Ancak Kuzey Kore lideri Kore yarımadasında gelecekte yaşanabilecek olası bir çatışmayı da göz önünde bulunduruyor olabilir. Avrupa’daki bir savaşta Rusya’yı destekliyorsa, Rusya bir gün Asya’daki bir çatışmada bu iyiliğe karşılık verebilir mi?

Tüm bunlar ABD, AB ve Güney Kore için çok zor sorular ortaya çıkarıyor. Hepsi de hem Ukrayna’da hem de Kore yarımadasında gerilimi tırmandırmaktan kaçınmaya çalıştı. Ancak yakında bir seçimle karşı karşıya kalabilirler. Rusya’nın Kuzey Kore’nin yardımıyla Ukrayna’yı yenmesine izin verip Avrupa ve Asya’da değişen güvenlik tablosunu düşünmek. Ya da Ukrayna’ya verdikleri desteği ve bir düşman ekseniyle yüzleşmek için risk alma isteklerini keskin bir şekilde artıracaklar.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Trumpizmin sınıfsal kökenleri sanıldığından daha karmaşık

Yayınlanma

Yazar

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale, sosyolog Arlie Russell Hochschild’ın “Trumpizm” fenomenini anlamak için yaptığı bir saha araştırmasına dayanıyor. Donald Trump’ın “küreselleşmenin geride bıraktığı yoksul beyazlar” arasında kök saldığını ve bu “sınıfsal” tabana yaslandığını, hatta Cumhuriyetçi Parti’nin bu nedenle artık bir “işçi sınıfı partisi” haline geldiği tezlerinin işin kolayına kaçmak olduğu anlaşılıyor. Hochschild’ın bulguları, Trump’ın ve Trumpizmin gerçek sınıfsal tabanının, küreselleşmenin etkileri ile kötüye giden bölgelerde “hali vakti yine de yerinde” olmaya devam eden katmanlar olduğuna işaret ediyor. Kültür savaşları teması, bu sınıfsal tabanın ideolojik kıyafetidir; başka araştırmalar, kültür savaşları “yoksullarının”, kendi yoksulluklarını iktisadi temelde dile getirenlere kıyasla Trump’ı desteklemeye daha fazla meyilli olduğunu da ileri sürüyor. ABD başkanlık seçimleri yaklaşmışken, hele Donald Trump’ın ikinci kez başkanlığı elde etmesi çok da uzak bir ihtimal değiken, Trumpizmin kaynaklarını incelemek önem kazanıyor. Aralık 2022’de Dylan Riley ile Robert Brenner’ın New Left Review‘da ABD siyaseti üzerine ortaya sürdükleri 7 tezde ileri sürüldüğü üzere, ABD’de 90’lı yıllardan bu yana “sınıfsal olmayan ama güçlü bir şekilde maddi olan yeni bir siyaset ortaya çıkmış” görünüyor.


Trump’ın en büyük hayranları düşündüğünüz kişiler değil

Zack Beauchamp
Vox
4 Eylül 2024

Sosyolog Arlie Russell Hochschild yakında çıkacak olan Stolen Pride (Çalınan Gurur) adlı kitabında, Kentucky’nin Beşinci Kongre Bölgesi’nin –tüm ülkedeki en beyaz, en yoksul ve Trump’ı en çok destekleyen bölgelerden biri– kasaba ve köylerinde geçirdiği zamanı anlatıyor. Orada geçirdiği süre boyunca Trump hareketinden en çok heyecan duyanların kimler olduğu konusunda ilginç bir şey fark etti.

“Donald Trump’tan en çok etkilenenler en alttakiler –okuma yazma bilmeyenler, açlar– değildi,” diye yazıyor. Aksine, Trump’ın en büyük hayranları “geride bırakılanların elitleri”, yani “iyi durumda olmayan bir bölgede iyi durumda olan” insanlar arasında bulunabilir.

Bu gözlem, Trump’ın geride bırakılanların ve küreselleşme nedeniyle acı çeken yoksul beyazların kürsüsü olduğu şeklindeki yaygın Trumpizm teorisine ters düşüyor. Aynı zamanda somut verilerle de desteklenen bir gözlem.

2020’de üç siyaset bilimci, lokasyon ve gelirin beyaz seçmenlerin oy verme kararlarını nasıl etkilediğini inceledi. Ulusal düzeyde, daha yoksul beyazların daha zenginlere kıyasla Trump’a oy verme olasılığının daha yüksek olduğunu buldular.

Fakat yerel koşulları hesaba kattığınızda –bir dolarınızın Biloxi’de Boston’dan daha fazla şey satın alabileceği gerçeği– ilişki tersine dönüyor. “Yerel olarak zengin” beyazlar, yani posta kodlarındaki diğerlerinden daha yüksek gelire sahip olanlar, yerel olarak yoksul olanlara kıyasla Trump’ı destekleme olasılıkları çok daha yüksekti. Bu insanlar büyük bir şehirdeki varlıklı bir kişiden daha az para kazanıyor olabilirler, fakat komşularına kıyasla nispeten iyi durumdalar.

Bu iki sonucu bir araya getirdiğinizde Hochschild’in gözlemleriyle tam olarak örtüşen bir tablo elde ediyorsunuz. Trump’a en güçlü destek, KY-5 gibi ülkenin daha yoksul bölgelerinde yaşayan, fakat yine de orada nispeten rahat bir hayat sürebilen insanlardan geliyor.

Peki bu Trump dönemi sağını kavrayışımız söz konusu olduğunda ne anlama geliyor? Trump’ın “geride bırakılan” seçmenlere hitap etmesiyle ilgili bitmez tükenmez gibi görünen tartışmayı kesip atıyor ve sağın ABD’deki bölge ve sınıflara yönelik hitaplarının gerçek karmaşıklığını anlamamıza yardımcı oluyor. Amerika’nın bölünmeleri, yaygın olarak kabul edildiğinden daha az gelir eşitsizliğine dayanıyor ve genellikle topluluklar ve toplumsal gruplar içindeki bölünmelerle bağlantılı.

Çalınan Gurur’da Hochschild, Trump’ın kırsal kesimdeki seçmenlere hitap etmesinin merkezinde gurur ve utanç duygularının yattığını belirtiyor; bölgelerinin gelenekleri ile gurur duymak ve kömür işlerinin azaldığı ve uyuşturucu bağımlılığının arttığı bir çağda ne hale geldiğinden utanmak da dahil olmak üzere.

Hochschild’ın Trump’ın “yerel zengin” tabanına örnek olarak gösterdiği KY-5 girişimcisi ve Cumhuriyetçi aktivist Roger Ford için Trump, suçlayacak birini sunarak bu duyguları çözmeye yardımcı oluyor. Ford kişisel olarak acı çekmiyor olabilir ama bölgesi çekiyor ve Trump’ın liberal kıyı elitlerine duyduğu öfke, kendi toplumunun dışında bir kötü adam bulmasına yardımcı oluyor.

Hochschild, “Görünüşe göre en derin gurur duygusunu, çok şeyin kaybedildiği –ya da ‘çalındığı’ hissine kapıldığı– tehlike altındaki kırsal memleketinin savunucusu rolüne dayandırıyordu,” diye yazıyor.

Ford’un Hochschild’a yaptığı yorumlar iktisadi ve kültürel şikayetler arasında sorunsuz bir şekilde geçiş yapıyor. Transseksüel haklarına olan muhalefetini tartışırken, bunu kendi bölgesindeki insanların karşı karşıya kaldığı uzun bir dizi yerinden edilmenin sonuncusu olarak konumlandırıyor.

Hochschild’a, “Burada baş etmeye çalıştığımız şeylerle yeterince zor zamanlar geçiriyoruz” diyor. “Sonra da cinsiyetinizi seçmeyi moda haline mi getiriyorsunuz? Nereye gidiyoruz biz?”

Bu yorum, iktisadi kaygıların bir şekilde kültürel kaygılardan önce geldiğini ve Ford gibi insanların kömür diyarındaki iktisadi yoksunluk nedeniyle trans bireylere kızgın olduğunu düşündürebilir. Fakat yüksek değerdeki araştırmalar farklı ve daha karmaşık bir hikaye anlatıyor.

2022’de akademisyenler Kristin Lunz Trujillo ve Zack Crowley, “kırsal bilinç” olarak adlandırdıkları olgunun siyaset üzerindeki etkilerini incelediler. Bu bilinci üç bileşene ayırıyorlar: “Kırsal kesimin karar alma süreçlerinde yeterince temsil edilmediği (‘Temsil’) ve yaşam tarzlarına saygısızlık edildiği (‘Yaşam Tarzı’) hissi –her ikisi de sembolik kaygılar– ve kırsal alanlara daha az kaynak aktarıldığına dair daha materyalist bir kaygı (‘Kaynaklar’).”

Kırsal bilincin bu farklı “alt boyutlarını” kırsal seçmenler arasında Trump desteğini tahmin etmek için kullanmaya çalıştıklarında ilginç bir şey buldular. Kırsal kesimin içinde bulunduğu kötü durumu kültürel ve siyasi açıdan değerlendirenlerin Trump’ı destekleme olasılığı daha yüksekken, kırsal kesimdeki yoksulluktan endişe duyanların Trump’ı destekleme olasılığı komşularına kıyasla daha düşüktü.

Bu bulgular birlikte ele alındığında, hikayenin sadece iktisadi yoksunluğun kültürel kızgınlığı doğurması olmadığını gösteriyor. Trump’ın kırsal bölgelerdeki en güçlü destekçileri, bölgelerinin Amerikan yaşamının toplumsal şartlarını belirlememesine, iktidar salonlarını kontrol etmemelerine ve sonuç olarak hem siyasi hem de kültürel yaşamın rahat ettikleri şeylerden uzaklaşmasına kızma eğilimindedir. İktisadi gerileme elbette bu yabancılaşma duygusunu şiddetlendiriyor, fakat merkezinde bu yok.

Kırsal beyaz siyasetin bu daha sofistike anlayışı, ister Floridalı tekne cenneti ister Cumhuriyetçi Parti mega bağışçıları olsun, Trumpizmin sınıf tabanını nasıl düşündüğümüzü karmaşıklaştıran daha geniş bir literatüre katkıda bulunuyor. Bu çalışma bütünü, siyasi yorumcuların kullandığı geleneksel sınıfsal kestirme yollarının –kırsal ve kentsel, elit ve işçi sınıfı, yüzde bir ve geri kalanlar– Trumpizmin siyasal iktisadını tartışırken sınırlı bir faydaya sahip olduğunu gösteriyor.

Bugün sağda neler olduğunu gerçekten anlamak için, bu geniş gruplar içindeki bölünmelere dikkat etmemiz gerekiyor.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Batı medyası, Gürcistan’daki seçimlere nasıl tepki verdi?

Yayınlanma

Gürcistan’daki parlamento seçimlerini Gürcü Rüyası partisi kazandı, ancak muhalefet seçim sonuçlarına hile karıştığını öne sürerek protestolar düzenledi. Batılı ülkeler seçim sürecindeki usulsüzlükleri dile getirseler de sonuçları genel olarak kabul ettiler.

Gürcistan’ın Batı yanlısı muhalefeti, parlamento seçimlerinin “hileli” sonuçlarına karşı protestolar düzenlese de Batı dünyası genel olarak sonuçları kabul etti.

Seçimleri, Rusya ile yapıcı ilişkiler kurmayı vaat eden Gürcü Rüyası partisi kazandı. Oyların yüzde 54’ünü alan parti, parlamentodaki 150 sandalyeden 89’unu kazanarak çoğunluğu elinde tuttu.

Gürcistan Cumhurbaşkanı ve muhalefet koalisyonu lideri Salome Zurabişvili, sonuçların “Rusya’nın gelişi ve Gürcistan’ın boyun eğmesi” anlamına geldiğini söyledi. Dört ana muhalefet partisinin toplam oy oranı yüzde 37’de kaldı.

İngiliz anket şirketi Savanta ve ABD merkezli Edison Research, seçim öncesinde yaptıkları anketlerde Gürcü Rüyası’nın yenilgiye uğradığını öngörmüş ve muhalefetin kazandığını iddia etmişti.

Bu öngörüler, Gorby Uluslararası Kamuoyu ve İş Araştırmaları Merkezi’nin anketleriyle çelişiyordu. Batı ile yakınlaşmayı savunan Değişim Koalisyonu ve Birleşik Ulusal Hareket, seçimlerden sonra görevlerinden çekildiklerini açıkladı. Bu iki muhalefet partisi, oyların toplamda yüzde 21’ini aldı.

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, seçimlerin güvenilir olmadığını söylerken, eski İngiltere Başbakanı Boris Johnson seçimlerin Rusya tarafından “çalındığını” ifade etti. AGİT (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı), AKPM (Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi) ve NATO gözlemcileri, seçim sürecinde usulsüzlüklerin yaşandığını kabul etmekle birlikte, seçim sonuçlarını toptan reddetmekten kaçındı.

The Guardian’dan Peter Sauer, seçim sonuçlarının Batı yanlısı dört bloklu muhalefet koalisyonunun umutlarını baltaladığını ve ülkenin AB ile entegrasyon çabalarına darbe vurduğunu savundu:

“Gürcistan son otuz yıldır Batı yanlısı güçlü beklentiler içindeydi ve anketler nüfusunun yüzde 80’inin AB üyeliğini desteklediğini gösteriyordu. Ancak son yıllarda hükümet Rusya lehine Batı’dan giderek uzaklaştı ve Ukrayna’yı işgali nedeniyle Moskova’yı kınamakta isteksiz davrandı. Muhalefetin önümüzdeki günlerde yeterli desteği seferber edip edemeyeceği belirsizliğini koruyor. Geçtiğimiz bahar on binlerce kişi Tiflis sokaklarına dökülerek, eleştirmenlerin ülkedeki medya ve STK’ları baskı altına almak için tasarlandığını söylediği tartışmalı yabancı acenta yasa tasarısını protesto etti. Bu protestolar polis baskısı ve bir dizi tutuklamanın ardından yavaş yavaş sona erdi.”

Wall Street Journal’dan Gheorghi Kantchev ise Moskova’nın Batı ile entegrasyon arayışındaki eski Sovyet ülkelerinde etkisini artırma çabasına dikkat çekti. Kantchev’e göre, bu durum Rusya’nın bu ülkeleri “vassal devletler “olarak görme anlayışını pekiştiriyor ve Batı ile işbirliğini caydırmayı amaçlıyor:

“ABD’nin eski NATO Daimî Temsilcisi ve Washington’daki Avrupa Politikaları Analiz Merkezi’nde Seçkin Araştırmacı olan Kurt Volker, ‘İktidar partisi tarafından atılan tüm son adımlar Rusya’nın politikalarını destekliyor ve Gürcistan halkının isteklerine rağmen ülkeyi Avrupa’dan uzaklaştırıyor’ dedi. Durum muhtemelen daha da kötüye gidecek, çok daha kötüye.”

CNN’den Christian Edwards, Gürcü Rüyası’nın seçim kampanyasında ülkenin Ukrayna’ya müdahil olmamasını savunduğunu bildirdi:

“Gürcü Rütyası, Gürcistan’ın Ukrayna’ya müdahale etmemesi için kampanya yürüttü. Oylamadan önce reklam panolarında müreffeh Gürcistan ve harap olmuş Ukrayna şehirleri resmedildi. Avrupa Politika Analiz Merkezi’nde araştırmacı olan Ketevan Chachava, ‘korku’ uyandırmayı amaçlayan mesajın özellikle kırsal yerelde etkili olduğunu söyledi. Chachava, ‘Gürcü Rüyası yerelde kazandı ve büyük şehirlerde kaybetti’ dedi.”

Bloomberg’e göre, Gürcistan Cumhurbaşkanı Zurabişvili’nin seçim sonuçlarına yönelik eleştirileri sembolik kaldı, zira cumhurbaşkanının iç politikada yetkisi bulunmuyor:

“[Gürcü Rüyası lideri Bidzina] İvanişvili, Batı’daki ‘küresel savaş partisinin’ hükümeti devirmek ve Gürcistan’ı Rusya ile çatışmaya itmek için planlar yaptığını söyledi. Kısa süreli AGİT Gözlemci Misyonu Başkanı Pascal Allizar, ‘Mali kaynakların dağılımındaki dengesizlik, bölücü kampanya atmosferi ve son yasal değişiklikler seçim süreci boyunca ciddi endişelere yol açtı’ ifadelerini kullandı.

Aynı zamanda, seçmenlere ‘geniş bir seçenek yelpazesi sunuldu’ ve AGİT, AKPM ve NATO Parlamenter Asamblesi de dahil olmak üzere çeşitli kuruluşlar tarafından yapılan ortak açıklamaya göre, ‘yasal çerçeve demokratik seçimlerin yürütülmesi için yeterli görüldü’.

Brüksel merkezli Uluslararası Kriz Grubu’ndan Olga Oliker, ‘Usulsüzlük iddialarına rağmen, Gürcü Rüyası’nın Avrupa entegrasyonu nedeniyle savaş ve Gürcü kimliğinin kaybı korkularına oynama girişimlerinin birçok seçmende yankı bulduğu görülüyor’ değerlendirmesini yaptı.”

Reuters muhabirleri Felix Light ve Lucy Papachristou, seçimlerin AB’nin eski Sovyet ülkelerine yönelik genişleme arzusunu zora soktuğunu ifade etti:

“Gürcistan uzun zamandır Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ortaya çıkan en Batı yanlısı ülkelerden biriydi ve anketler pek çok Gürcünün, Gürcistan’ın iki ayrılıkçı bölgesine verdiği destek nedeniyle Rusya’dan hoşlanmadığını gösterdi. Rusya, 2008 yılında Gürcistan’ı Güney Osetya bölgesi üzerindeki kısa bir savaşta mağlup etti. Yerel basında çıkan haberlere göre Gürcistan Başbakanı Irakli Kobahidze muhalefeti ‘anayasal düzeni sarsmaya’ çalışmakla suçladı. Kobahidze, hükümetinin Avrupa entegrasyonuna bağlılığını sürdürdüğünü söyledi.”

Gürcistan’da parlamento seçimlerini iktidar partisi kazandı

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English