Bizi Takip Edin

SÖYLEŞİ

Lübnan’ın seçenekleri: Ya Batı köleliği ya Doğu ticareti

Yayınlanma

Gazeteci Sharmine Narwani, ülkenin içinde bulunduğu krizin uzun vadeli çözümü için devletin, anayasasının ve uygulamalarının tamamen revize edilmesi gerektiğini söylüyor. Narwani’ye göre, Lübnan güçlü bir Batı müttefiki olarak görülseydi fişi çekilmezdi.

2019’dan bu yana tarihinin en ciddi ekonomik krizlerinden biriyle mücadele eden Lübnan, siyasi olarak da sıkıntıda. Mayıs ayında yapılan seçimlerden beri hükümet kurulamadı. Meclis’teki siyasi gruplar ekim sonunda görev süresi dolan Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın koltuğu için uzlaşma sağlayamadı. Ekonomik krizin her geçen gün halkı daha da vurduğu ülke, şu an yetkisi kısıtlı, geçici hükümetle yönetiliyor. Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi krizi, IMF görüşmelerini, bir süre önce Tel Aviv’le imzalanan deniz yetki sınırlandırma anlaşması ile İsrail seçim sonuçlarının Beyrut’ta nasıl yankılandığını Lübnan’ı yakından tanıyan gazeteci Sharmine Narwani ile konuştuk.

‘Lübnan gazı için 3-4 yıla ihtiyaç var’ 

  • Lübnan ve İsrail’in ABD aracılığıyla müzakere ettiği denizcilik anlaşmasında, İsrail’in Kariş sahasındaki yetkisi tam olarak ne olacak? Lübnan’ın bu alanda gerçekleştireceği sondaj operasyonlarında (örneğin, sondaj şirketinin seçilmesi) İsrail’in hakları ve bu işten payı ne olacak? Bu anlaşma Lübnan’a ne gibi faydalar sağladı?

İsrail, gaz rezervlerinin 1,4 trilyon metreküp olduğu tahmin edilen Kariş doğal gaz sahası üzerinde tam yetkiye sahip olacak. Bu işin dış kaynaklı petrol ve gaz sondaj firması Energean, sahadaki faaliyetlerine şimdiden başladı. Lübnan, daha kuzeydeki Kana gaz sahasının tüm haklarını alırken, sahanın anlaşmaya varılan deniz sınırının ötesine uzanan bölümü için Fransız şirketi Total Energies ile yapılan ikili bir anlaşma yoluyla İsrail’in gelirlerin %17’sini almasını kabul etti.

Kana alanının da içinde yer aldığı Blok 9 hala inceleme aşamasında ve rezervler hala bilinmiyor – bu da Lübnan’ın bir kazanç elde etmekten hala çok uzak olduğu anlamına geliyor. Lübnan kıyılarındaki gaz rezervlerinin miktarını bilmeden, devletin bu deniz anlaşmasından ne kadar yararlanacağını tahmin edemeyiz. Petrol ve gaz uzmanlarına göre, Total Energies bugün sondaja başlasa bile, Lübnan’ın rezervlerinden yararlanmak için 3 ila 4 yıla ihtiyacı var.

‘Kriz bir gecede oluşmadı’

  • Mişel Avn’ın görev süresinin sona ermesi nedeniyle şu anda Lübnan’ın Cumhurbaşkanı bulunmuyor ve mevcut Lübnan hükümeti geçici olarak bu sıfatla görev yapıyor. Geçici yönetimin, yabancı ülke ve kuruluşlarla antlaşma imzalama hakkı da dahil olmak üzere Cumhurbaşkanının yürütme yetkisini kullanamayacağı düşünülüyor. Cumhurbaşkanının belirlenemediği durumda, gücü sınırlı olan Lübnan yönetimi ekonomik kriz ve küresel ilişkileri nasıl ele alacak? Yönetim krizi riski var mı?

Geçtiğimiz günlerde, Lübnan parlamentosu 7. kez cumhurbaşkanını seçemedi. Ne yazık ki, Lübnan’daki hiç kimse seçilmiş siyasetçilerine bu hayati görevi yerine getirmeleri için baskı yapma cesaretine sahip değil gibi görünüyor: Lübnanlıların hem mevcut hükümetlerden hem de gelecekteki hükümetlerden uzun zamandır bir beklentisi yok. Bunun nedeni büyük ölçüde Lübnan’ın kalkınması, refahı ve güvenliğiyle ilgili kararların yerli değil yabancılar tarafından alındığına inanılmasıdır.

Lübnan’daki mali kriz bir gecede olmadı. Bu artış, ülkenin daha önce görülmemiş bir yolsuzluk, kayırmacılık ve hatalı ekonomi uygulamaları dönemine girdiği 1990’larda başladı. Açık konuşmak gerekirse, Lübnan güçlü bir batı müttefiki olarak görülseydi, fişi çekilmezdi ve bu çarpık uygulamalar bugün de devam ediyor olurdu. Ancak Lübnan’a “baskı” yapılması gerekiyordu – Suriye’yi izole etmek, Lübnan direnişini dizginlemek, İran’ın bölgesel nüfuzunu engellemek için. Türkiye, hükümetiniz dış kaynaklı istekleri kabul etmediğinde uygulanan bu tür yabancı finansal araçlara aşinadır. Lübnan’da da durum aynıydı.

Nihayetinde Lübnan’ın mali ve ekonomik çöküşü 2019’da gerçekleşti fakat bugüne kadar yapılan bu muazzam kötülüklerin ve gelecekteki yıkıcı risklerinin kayda değer bir şekilde yönetildiğini göremedik. Lübnan’ı bu krize sürükleyen siyasi ve ticari elitlerin çoğu, ülkenin karar alma sürecinin başında olmaya ve hala çıkarlarını gözetmeye devam ediyor – bu da üçüncü taraflarca yapılacak denetimlerin ve soruşturmaların önüne geçmek demek.

Washington’ın, 1990’larda Lübnan’da yolsuzluğu sürdürmek ve kurumsallaştırmakla tanınan eski başbakanı Refik Hariri’nin özel olarak göreve getirdiği Lübnanlı Riad Salame’nin tutuklanıp görevden alınmasına ilişkin bir vetosu olduğunu belirtmek gerekiyor. Birçok Avrupa ülkesinde dolandırıcılık ve zimmete para geçirme nedeniyle soruşturma altında olmasına rağmen, Salame, görevinden alındığı ve tüm dokunulmazlığını kaybettiği takdirde yapacağı açıklamalardan korkan Amerikalılar ve yozlaşmış Lübnanlı siyasi parti başkanları tarafından büyük ölçüde korunuyor.

‘Hizbullah beklenmedik bir aday bulabilir’ 

  • Süleyman Franjiye’nin Hizbullah’ın adayı olduğu söyleniyor, ancak söylentilere göre Cebran Basil de Hizbullah’ın desteğine sıcak bakıyor. Yaklaşan başkanlık konusunda fikir birliği var mı?

Dürüst olmak gerekirse, kimse Hizbullah’ın nihayetinde cumhurbaşkanı olarak kimi destekleyeceğini bilmiyor. Cibran Basil ve Süleyman Franjiye, Hizbullah’ın güçlü Hristiyan müttefiklerinden ikisi olmasına karşın, Hizbullah adaylık için isimlerini hiçbir zaman söylemedi ve ikisi de cumhurbaşkanlığı için adaylığını açıklamadı.

Son olaylardan, Batılı güçlerin ve başta Fransa olmak üzere bazı bölgesel müttefiklerinin, başkanlık sarayının bulunduğu Baabda’ya Lübnan Ordusu Komutanı General Josef Avn’u yerleştirmeye çalıştığını görebiliriz. Daha önce Suudi Arabistan, büyükelçisi Velid el-Buhari aracılığıyla, son seçimlerde ihtiyaç duyulan 65 oydan ortalama 40’ını alan Mişel Muavad’ın ABD yanlısı adaylığına destek verdi.

Dikkat edilmesi gereken birkaç şey var: Birincisi, Lübnan’ın son cumhurbaşkanlarından üçü – Mişel Avn, Emil Lahud ve Mişel Süleyman – Lübnan Silahlı Kuvvetleri’nin (LAF) başıydı. Bu pozisyon ne yazık ki Lübnan cumhurbaşkanları için siyasi bir sıçrama tahtası haline geldi ve bu hiçbir ülke için iyi bir yol değil. Ordu, devletin toprak bütünlüğünü korumalı ve temel güvenliği sağlamalıdır – siyaset işinde olmamalıdır. Bu durum, halkın bu hayati devlet kurumuna duyduğu güvenini kaybetmesine neden olabilir. Yani, General Josef Avn’u başkan yapmak bu tehlikeli trendi güçlendirir.

İkincisi, Hizbullah’ın jeopolitik ve ülke içi planları beklediğimizden çok daha farklı olabilir. Bazı araştırmacılar, direnişin aslında Lübnan’a dayatılan ekonomik sıkıntıların katmanlarından birini ortadan kaldırmak ve mali durumunu yeniden düzenlemek için daha Batı yanlısı bir adayı destekleyebileceğine dikkat çekiyor. Bu da Hizbullah, Lübnan’ın güvenliğini tehdit eden, onu İsrail’e yakınlaştıran veya bölgenin Direniş Eksenini baltalayan her türlü hükümet planını bozma imkanını elinde tutmaya devam ederken, ülke halkının önemli ölçüde rahatlamasını sağlayacaktır.

Buna ek olarak, böyle bir “beklenmedik” adayı desteklemek de Hizbullah ve müttefiklerinin Lübnan’ın yaşadığı sorunlardan artık sorumlu tutulmamasına neden olacaktır. Bu, Batı’nın Lübnan’da teşvik ettiği ve kışkırttığı çok yaygın bir propaganda temasıdır ve bu nedenle Josef Avn gibi bir başkanla, Batılı güçler ülkedeki krizi hafifletmek için çalışmaya zorlanacak, aksi halde bunun için suçlanacaklardır.

Kısacası, Hizbullah’ın başkanlık için bilindik isimlerden çok daha fazla seçeneği var. Her şey onların planlarına bağlı ki biz bunu bilmiyoruz.

Krizin çözümü kapsamlı dönüşümde

  • IMF ile yapılan görüşmeler, eski Cumhurbaşkanı Avn’ın yönetimi sırasında belli bir safhaya kadar ilerlemişti. Geçici hükümetin IMF’yle anlaşma imzalama yetkisi var mı? Lübnan ekonomisinin bu anlaşmanın imzalanmasından çıkarı ne olacak? IMF Lübnan’ın yaşadığı sıkıntılar için uzun vadeli bir çözüm mü? Lübnan’daki ekonomik krizi nasıl tanımlar ve analiz edersiniz?

 Üzgünüm ama IMF’nin, Küresel Güney’deki herhangi bir ülkenin mali ve ekonomik sorunlarını çözdüğü oldu mu? IMF kredilerinin aslında daha borçlu ve daha az egemen devletler yaratma eğiliminde olduğu – büyük işten çıkarmalar ve kilit kamu hizmetlerinin, hükümetlerin temel gelirlerini reddeden özel sektörün eline geçmesiyle birlikte akıl almaz kemer sıkma önlemlerine katlanmak zorunda kalan ülkeler – oldukça objektif bir şekilde gözlemlenebilir.

Dahası, IMF’nin Lübnan’la görüştüğü kredi miktarları ülkenin mali krizinde zerre kadar fark yaratmayacak. Sadece eski moda, işe yaramaz kredilerin hizmetine girecek ve devleti daha da kötü ekonomik koşullara sürükleyecekti. En iyi ihtimalle kısa vadeli bir toparlanma.

‘Bu kış Doğu’ya daha büyük bir küresel kayma gözlemleyeceğiz’

Lübnan’ın içinde bulunduğu krizin uzun vadeli çözümü, devletin, anayasasının ve uygulamalarının tamamen revize edilmesidir – yerleşik siyasi sınıfın tamamen değiştirilmesi, Lübnan’ın sınırlarının açılması ve ticaretinin yepyeni bir modeli benimsemesidir: Batı köleliğine karşı Doğu ticareti. Peki Lübnan bunu yapacak mı? Şimdi olmadığı kesin. Bunu önlemek için herkes güvertede yerini almış. Ancak Avrupa bu kış Atlantikçi eğilimlerini kendine göre yeniden düzenlemeye başladığı için, Doğuya doğru büyük bir küresel kaymanın başlayacağını öngörebiliriz. Ve sadece Rusya, Çin, İran’ı kastetmiyorum, daha genel olarak, çok kutupluluğa ve devletler üzerindeki daha az ekonomik, politik ve ticari kısıtlamalara doğru bir kayma yaşanacak.

‘İsrail’in sağcı hükümeti Lübnan için iyi bile oldu!’

  • İsrail tarihinin en aşırı sağcı hükümetlerinden birinin kurulması bekleniyor. Lübnan, potansiyel İsrail hükümeti ve ortaya konan gündemi hakkında ne düşünüyor? Yakın gelecekte herhangi bir yeni çatışma veya gerginlik öngörüyor musunuz?

Lübnan bir ulus ve devlet olarak İsrail siyasetine çok az ilgi gösteriyor. İsrail’den bahsedilmesi, Lübnan’daki ABD yanlısı/Körfez Lübnanlıları ile direniş yanlısı/bağımsızlık yanlıları arasındaki bölünmeyi ortaya koyuyor.

Bu ülke yabancı destekli propagandadan o kadar etkileniyor ki, görünüşe göre Lübnan’a yönelik tek “tehdit” Lübnan direnişinin kendisi. Ve Lübnan’ı sadece ABD, Fransa ve Suudi Arabistan “güvende” tutabilir – ancak bunu asla ve asla yapmadılar ve ülkenin mevcut çöküşünden büyük ölçüde sorumlular.

İsrail’i sadece Lübnan direnişi takip ediyor ve bunu o kadar iyi yapıyorlar ki, Tel Aviv 2006’dan beri Lübnan’a bir saldırı düzenlemeye cesaret edemiyor.

Hatta İsrail’in aşırı sağcı hükümetinin Lübnan için iyi olduğunu söyleyecek kadar ileri bile gidebilirim. Başbakan Binyamin Netanyahu tam olarak “Siyonizmin gerçek yüzüydü.” Bu insanlar ne kadar uzun süre dayanırsa, küresel topluluk İsrail ile o kadar az ilişki kurar. “Apartheid” ve “soykırım” (genocide) gibi dünya çapında İngilizce yayın yapan ana akım medyada kullanılan kelimeleri ilk kez Netanyahu döneminde duyduk.

Eğer İsrail, Lübnan’a askeri bir saldırı düzenlerse, Hizbullah ilk defa, bir sonraki çatışmanın İsrail içinde yaşanacağına dair yemin ediyor. Tel Aviv’in ordu teşkilatı, sayılar ve gelişmiş teknoloji açısından Hizbullah’ın füze cephaneliğinin, İsrail’in kısa ve acımasız tarihinde savaştığı hiçbir şeye – ve herhangi bir savaşa – benzemeyeceğinin farkındadır. Ayrıca bölgedeki Direniş Ekseni, herhangi birine yönelik herhangi bir ciddi İsrail saldırısına tüm üyeleri tarafından birden fazla cephede ve sınırda karşılık verileceği tehdidinde bulundu.

İsrail’in aşırı sağcı hükümeti her istediğini yapabilir ancak Eksen’in en hazırlıklı iki üyesi olan Hizbullah ve İran’la doğrudan bir askeri çatışmadan kaçınmaya çalışacaktır. Tel Aviv’in yirmi yıldır ilk kez Batı Şeria içinde her gün doğrudan silahlı direnişle karşı karşıya olduğunu unutmayın. Mayıs 2021’deki büyük yangından sonra, 1948 yılına ait sınırlarından Filistinliler, hayatlarında ilk defa, Batı Şeria, Gazze ve Kudüs’teki ortak uluslarını desteklemek için ayaklandılar.

Varoluşunun bu noktasında, İsrail’in ekonomik ve askeri bakımdan tüm bölgeye hâkim olması beklenirken, bunun yerine, sınırları hiç bugünkü kadar küçük olmamıştı ve bir devlet olarak geleceği hiç bu kadar sorgulanmamıştı.

Beyrut’ta yaşayan Sharmine Narwani,  Batı Asya jeopolitiği analisti ve The Cradle’da köşe yazarıdır. Çalışmaları The American Conservative, Russia Today, The New York Times, USA Today, The Guardian, Al-Akhbar English, Assafir, Huffington Post, BRICS Post, Salon.com, El Cezire gibi çeşitli medya kuruluşlarında yayınlanmıştır. Suriye ihtilafına ilişkin ezber bozan, araştırmacı haberleri birçok yayın tarafından alıntılanmıştır.

ORTADOĞU

‘Gazze’yi Batı Şeria ile buluşturan başkenti Kudüs olan bir çözüm, tek geçerli çözümdür’

Yayınlanma

İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları sonrası CNN ve BBC gibi Batı televizyonlarında yaptığı çıkışlarla gündeme gelen Filistin’in İngiltere’deki Misyonunun Başkanı Büyükelçi Husam Zomlot Harici’ye konuştu. Netanyahu’nun Gazze için planlarını değerlendiren Büyükelçi, “Gazze, Filistin devletinin ayrılmaz bir parçasıdır” dedi.

Filistinli Büyükelçi Zomlot, BBC programında sunucunun Hamas’ın saldırılarını kınıyor musunuz sorusu üzerine “Gazze’de kınanması gereken biri varsa o da sivillere saldıran İsrail’dir” yanıtını vermişti.

Harici adına gazeteci Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtlayan Husam Zomlot, savaş sonrası Gazze’deki siyasi duruma, Arap ve Müslüman ülkelerin Filistin’e verdiği desteğe ve Türkiye’nin tutumuna ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

‘Filistin halkı birlik içindedir’

Öncelikle Filistin’in temsiliyle ilgili bir sorum var. Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) diplomatik temsilcisi olarak nereye giderseniz gidin, hangi televizyon kanalına çıkarsanız çıkın, Hamas’ın eylemlerine de cevap vermek zorundasınız. Çünkü insanlar size Hamas’ın yaptıklarını soruyor ve siz de kendi tarafınızı her şekilde savunmanız gereken pozisyonda kalıyorsunuz. Duruşunuzu muhataplarınıza nasıl açıklıyorsunuz?

Her şey çok açık. Biz Filistin halkını temsil ediyoruz, çünkü biz FKÖ’yü temsil ediyoruz. FKÖ, tüm Filistin halkının tek meşru temsilcisidir. Bütün Filistin dokusundan ileri gelen meşruiyeti var. Tarihi meşruiyeti var. Demokratik meşruiyeti var. Ve Filistin halkının bölgedeki tek meşru temsilcisi olarak tanınıyor. Ve uluslararası alanda tanınıyor. Londra’da FKÖ ofisimiz var. Washington’da da FKÖ ofisimiz vardı. Dolayısıyla Filistin halkını temsil etme konusunda herhangi bir sorun yok. Filistin halkı birlik içindedir. Zalimin bir olması gerçeği karşısında birleşiyoruz. Bayrağımızın bir olmasıyla birleşiyoruz. Topraklarımızı özgürleştirme hedefimizin bir olduğu gerçeğiyle birleşiyoruz. Yani siyasi gruplar arasındaki meselenin bizim temsilimizle hiçbir ilgisi yok. Biz Filistin halkını temsil ediyoruz.

‘İsrail Gazze’yi FKÖ’ye iade etmek istemeyecek’

En önemli soru, Gazze’nin geleceği ne olacak? ABD, savaştan sonra Gazze’yi Filistin otoritesinin yönetmesini istiyor. Ancak Netanyahu hükümeti bunu reddediyor. İsrail algısına göre İsrail Savunma Kuvvetleri savaştan sonra bile Gazze’den ayrılmayacak. ABD, İsrail’in Gazze’yi işgalini desteklerse gelecekte Gazze ne olacak? B planınız nedir?

İsrail’in resmi yaklaşımı Gazze’yi FKÖ’ye iade etmeyecekleri yönünde. Bu onların ajandasının bir parçası. Özgür Filistin’in ortaya çıkmasına izin vermek istemiyorlar. Ve Netanyahu bu konuyu kamuya açık şekilde söylüyor. Filistin devletinin kurulmasını engelleyen odur. Planı çok açık. Filistin coğrafyası ile Filistin siyasi sisteminin birleşmesi halinde bunun Filistin devleti fikrini ister istemez geri getireceğini düşünüyor ve bunu istemiyor. Netanyahu’nun söylediklerinde ciddi olduğunu düşünüyorum. Filistin ulusal kurumlarının ve Filistin birliğinin oluşmasını engellemek isteyecektir.

‘Gazze yalnızca Filistin devletinin bir parçası olabilir’

Ama yine de savaş sonrası Gazze’ye dair net bir tasavvura sahip değilsiniz. B planınız nedir?

Tek plan var, o da Filistin halkının planı. Ve bu plan, Gazze ve Filistin liderliğiyle ilgili. Gazze, Filistin devletinin ayrılmaz bir parçasıdır. Gazze’deki Filistinliler milletimizin ayrılmaz dokusudur. Dolayısıyla Gazze’de kısmi bir çözüm yok. Gazze’de askeri çözüm yok. Ve Gazze yalnızca Filistin devletinin bir parçası olabilir. Gazze’yi Batı Şeria ile buluşturan kurtarılmış topraklarımızın başkenti Kudüs olan bir çözüm, kuşatıcı, geçerli bir çözümdür.

‘Uluslararası ticaretin işgali teşvik etmemesini sağlamak her ülkenin sorumluluğundadır’

Türkiye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Netanyahu’ya karşı çok sert söylemleri var ancak Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerini ve özellikle de uluslararası ticareti sürdürmesine yönelik eleştiriler de mevcut. Bazı Türkler ise İsrail mallarını boykot ediyor. Sizce Filistin destekçileri İsrail’le ilişkilerini kesmeli mi? İsrail’i boykot etmek Filistin’in beklediği bir şey mi?

Türkiye ile İsrail arasındaki durumun detaylarını şu anda bilmiyorum. Ama biliyorum ki Türkiye bölgesel bir güç, NATO’nun bir parçası olarak Avrupa’ya yakın, bölgeye yakın uluslararası bir güç. Türkiye önemli bir küresel aktör. Bu nedenle Türkiye’nin politikası, uluslararası hukuk ve uluslararası kararların uygulanmasının yanı sıra bölgesel barışın ve bölgesel istikrarın sağlanması sorumluluğuna dayanmalıdır. Bu, Filistin yanlısı olmak, İsrail yanlısı olmak, buna karşı olmak veya şuna karşı olmak değil. Bu uluslararası politikanın uygulanmasıyla ilgilidir. Türkiye uluslararası kararlara her uyduğunda İsrail’e karşı demek değil. Hayır. Her ülkenin çok kararlı bir duruş sergilemesi gerekiyor. Bu bir sorumluluktur. Bu istisnai bir durum değil. Uluslararası hukukun ihlal edilmemesini sağlamak, silahlanmanın uluslararası hukukun ihlaliyle sonuçlanmamasını sağlamak, uluslararası ticaretin statükoyu yani Filistin halkına yönelik baskı uygulayan işgali teşvik etmemesini sağlamak her ülkenin sorumluluğundadır. Böylece Türkiye uluslararası sistemde bir aktör olarak üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmiş olacaktır.

‘Dünya halkları katliama karşı her türlü meşru yolu kullanmalı’

Sizce destekçileriniz İsrail’i boykot etmeli mi?

Dünya halkları her yerde büyük bir dayanışma gösteriyor. Protesto onların hakkı. Boykot onların hakkı. Bu meşru bir haktır. İsrail’in yasa dışılığını işaretlemek için yasa dışı yerleşim ürünlerini boykot etmek, yasa dışı yerleşimcilerin ülkelerine geçiş izni vermemesini sağlamak, İsrail’in silahlarının çocuklarımızı ve sivillerimizi öldürmek için kullanılmamasını sağlamak da dahil olmak üzere her türlü meşru yolu kullanmak… Bunlar Türk milleti de dahil olmak üzere dünya halklarının sorumluluğudur.

‘Bir numaralı konu, acil ve kalıcı bir ateşkes’

Arap ülkelerinden Gazze için herhangi bir destek isteyip de karşılığını alamadığınız oldu mu?

En azından artık Arap ve Müslümanların birlik olduğu bir pozisyonumuz var. Arap-İslam zirvesinin ardından aralarında Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın ve Filistin Dışişleri Bakanı’nın da bulunduğu bir heyet var ve bölgeden de Suudi, Mısırlı vb. pek çok bakan var. Ortak bir duruş sergiliyoruz. Bir numaralı konu, acil ve kalıcı bir ateşkes. Bölgenin pozisyonu budur. İkincisi, büyük insani yardıma ve koridorlara duyulan ihtiyaç. Etnik temizlik ve yerinden edilme planına hayır. İsrail’in Gazze’nin herhangi bir bölgesini ele geçirmesine hayır. Ve kapsamlı bir siyasi ivmeye evet…

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

‘NATO’nun Karadeniz’deki varlığı Türkiye olmadan mümkün değil’

Yayınlanma

Alman Uluslararası ve Güvenlik İşleri Enstitüsü araştırmacısı Dr. Daria Isachenko Harici’ye konuştu. Kiev ve Moskova’nın Türkiye’nin Tahıl Girişimindeki “öncü rolünü” kabul ettiklerini söyleyen Isachenko, “başka seçenekleri yok çünkü Türkiye ile ilişkileri çok değerli” dedi.

Dr. Daria Isachenko, Türkiye-Rusya İlişkileri, Türkiye ve Avrasya’da bölgesel işbirliği ve ittifaklar, bölgesel ve devletlerarası çatışmalar, Kafkasya ve Karadeniz’deki bölgesel politikalar üzerine yoğunlaşan çalışmalar yürütüyor.

Gazeteci Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtlayan Isachenko, Karadeniz’de NATO için Türkiye’nin “önemini”, Ankara’nın Rusya-Ukrayna savaşındaki denge politikasını ve Kafkaslardaki çatışma ihtimalini değerlendirdi.

Türk Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Ercüment Tatlıoğlu, geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada, NATO ve ABD’yi Karadeniz’de istemediklerini açıklayarak Montrö Sözleşmesi’ne bağlılıklarını bir kez daha teyit etti. Ukrayna savaşı devam ederken Ankara’nın bu dikkat çekici açıklamasını nasıl yorumluyorsunuz? Karadeniz’de Türkiye’siz bir NATO mümkün mü?

Bu açıklama Ankara’nın Karadeniz’deki bölgesel mülkiyet anlayışıyla ilgilidir. Bu düşüncenin arkasında Türkiye’nin Karadeniz bölgesinin güvenlik ve istikrarına yönelik sorumluluk duygusu vardır. Karadeniz Donanma İşbirliği Görev Grubu (BlackSeaFor) ve Karadeniz Uyumu (Black Sea Harmony) gibi denizcilik misyonları gibi bölgesel mülkiyete giren bir dizi resmi girişim halihazırda mevcut. Şubat 2022’de Ukrayna’da savaşın başlamasından bu yana birçok kişi bölgesel mülkiyetin hala geçerli olup olmadığını sorguladı ancak bence bu kavrama daha geniş bir şekilde bakmamız gerekiyor. Sonuçta Montrö Sözleşmesi’nin kendisi de bu yaklaşımın bir parçası olarak görülebilir, çünkü bölgedeki kıyıdaş devletlere öncelik veriyor, dolayısıyla NATO’nun Karadeniz’deki varlığı Türkiye olmadan mümkün değil.

‘Rusya ve Ukrayna için Türkiye ile ortaklığın faydaları maliyetlerin üzerindedir’

Ankara, Rusya-Ukrayna savaşında  taraf tutmaktan kaçınırken, bir yandan Rusya’ya yönelik Batı yaptırımlarına katılmadı, ancak öte yandan Ukrayna’ya Siha’lar gibi silah desteği sağladı. İki ülkeyle de ilişkilerini sürdüren Türkiye, arabuluculuk çalışmaları da yürüttü. Ankara’nı denge diplomasisi olarak adlandırılan bu politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ankara-Moskova-Kiev üçgeninde iki temel fikir var. Biri aslında denge fikri, Ankara’nın her ikisiyle de ilişkiyi sürdürebilmesi fikri. Diğer fikir ise karşılıklı zorunluluktur; bu özellikle Moskova ve Kiev için geçerlidir. Sonuçta hem Rusya hem de Ukrayna Mart 2022’de Türkiye’nin görüşmelere ev sahipliği yapmasını kabul etti ve her ikisi de Ankara’nın Karadeniz Girişimi’ndeki öncü rolünü kabul etti. Özellikle Ukrayna Türkiye’den farklı bir denge bekliyordu ama sonuçta ne Kiev’in ne de Moskova’nın başka seçeneği yok çünkü Türkiye ile ilişkileri çok değerli. Başka bir deyişle Rusya ve Ukrayna için Türkiye ile ortaklığın faydaları maliyetlerin üzerindedir.

‘Kafkasya’da istişare mekanizması işliyor’

Çalışma alanlarınızdan biri olan Kafkasya’daki Dağlık Karabağ sorununun çözülmesiyle Türkiye-İran ilişkilerinin nasıl dönüşeceğini düşünüyorsunuz? Bölgede Azerbaycan ve İran zaman zaman gerginlikler yaşıyor. Bu gerilimlerin çatışmaya dönüşme ihtimalini görüyor musunuz?

Bölge ülkelerinin, gerginliklerin çatışmaya dönüşmesi durumunda ortaya çıkacak sonuçların farkında olduklarını düşünüyorum, bu nedenle 2020 yılındaki İkinci Karabağ Savaşı’ndan sonra 3+3 adlı bölgesel bir platform oluşturuldu. Bu girişimin arkasındaki fikir, Ermenistan’ı bölgedeki güvenlik ve ulaşım bağlantılarıyla ilgili sorunları ele almak üzere Azerbaycan ve Gürcistan ile komşuları Türkiye, Rusya ve İran ile bir araya getirmekti. Gürcistan katılmadığından fiilen 3+2’dir. Her halükarda bir istişare mekanizması olarak bu platform başlı başına anlamlıdır ve Türkiye-İran ilişkileri açısından bir çatışma önleme aracı olarak görülebilir.

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

‘Gazze’deki çatışma Batı medeniyetinin gerçek yüzünü gösterdi’

Yayınlanma

Şanghay Sosyal Bilimler Akademisi Tarih Enstitüsü Müdürü ve Şanghay Üniversitesi Türk Araştırmaları Merkezi Direktörü Profesör Guo Changgang Harici’ye konuştu. Gazze’deki trajedinin insanların ‘Batı’nın çifte standardını görmesini sağladığını’ söyleyen Prof. Guo, bu durumun ‘küresel toplumun yeni ve daha iyi bir düzen arayışına girmesine yardımcı olacağı’ öngörüsünde bulundu.

Çin akademisinin en tanınan isimlerinden biri olan Prof. Guo Changgang, Küresel Çalışmalar Topluluğu Danışma Kurulu Üyesi, Şanghay Dünya Tarihi Derneği Başkan Yardımcısı ve 13. Çin Halk Siyasi Danışma Konferansı üyesidir. Prof. Guo’nun araştırma alanları arasında klasik çalışmalar, küresel çalışmalar, küreselleşme bağlamında etnik ve dini çeşitlilik yer almaktadır. Şu anki araştırma alanı Türkiye çalışmalarıdır. Türkiye-Çin ilişkilerinin daha da geliştirilmesi yönündeki çalışmalarda önemli bir rol üstlenen Prof. Guo, Türk akademi dünyası ile de yakın ilişki içerisindedir.

Enstitü Sosyal ve Şanghay Üniversitesi tarafından 23-24 Kasım tarihlerinde Ankara’da gerçekleştirilen 1. Türkiye – Çin Akademik İş birliği Forumu’nda Çinli akademi heyetine başkanlık eden Prof. Guo Changgang, Harici’nin sorularını yanıtladı ve İsrail-Filistin çatışması, Çin-ABD ilişkileri ve Çin-Türkiye ilişkilerine dair değerlendirmelerde bulundu.

‘Küresel toplumun daha iyi bir düzen arayışına girmesine yardımcı olacak’

Tarihçiler bugün Gazze’de İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana yaşanan en sert görüntülere tanık olduğumuzu söylüyor. Sadece Müslüman ülkeler değil, Asya’dan Afrika’ya ve Latin Amerika’ya kadar pek çok ülke tepki gösteriyor. Batılı halklar bile hükümetlerinin İsrail’e verdiği desteği sokaklarda protesto ediyor. Tüm bu insanlık trajedisine rağmen ABD ve Batılı müttefiklerinin İsrail’i desteklemekten geri adım atmadığını görüyoruz. Sizce bu Gazze’nin de ötesinde, Batılı ve Batılı olmayan medeniyetler arasında bir çatışma mı? Bu çatışmanın küresel sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Batılı ülkeler kendilerini her zaman demokrasi, özgürlük ve insan hakları standardı merkezi olarak gördü. Bence Gazze’deki çatışma ise dünyanın Batı ülkelerinin gerçek yüzünü, Batı kültürünü ve onların doğasını fark etmesine yardımcı oluyor. Aynı zamanda dünyanın Batı toplumunun ve Batı ülkelerinin çifte standardını fark etmesine de yardımcı oluyor. Dolayısıyla bu da bence tüm dünyanın daha iyi bir dünya düzeni arayışına girmesine yardımcı olacaktır.

Belki de Batılı ülkeler tarafından yanıltılarak, onların demokrasi, insan hakları vb. konularda gerçekten lider olduklarını düşünecektik. Ancak Gazze’deki çatışma insanların Batılı ülkelerin gerçekte kim olduklarını anlamasına yardımcı oluyor. Çifte standardı görüyorlar. Dolayısıyla bunun küresel toplumun daha iyi bir düzen arayışına girmesine yardımcı olacağını düşünüyorum.

Peki bu pratikte nasıl işleyecek?

Bu çok karmaşık bir konu. Eğer diğer tüm ülkeler Gazze’nin yanında yer alır ve savaşa katılırsa bu gerçekten Üçüncü Dünya Savaşı’nı başlatabilir. Dolayısıyla en azından belki de Gazze’de yaşanan trajedi, insanların Batılı ülkeler konusundaki gerçeklerin farkına varmasına yardımcı olabilir. Bence bu trajedi insanların bunu fark etmesini sağladı. Küresel toplumun bu trajediden ders almasını umuyorum, işte o zaman medeniyetlerin birlikte varoluşuna dair daha net bir algıya sahip olurlar.

‘Arap liderlerin Çin ziyareti, dönüşüm çağının bir göstergesi’

Arap ve Müslüman ülkelerin dışişleri bakanları Filistin’de çözüme destek için çıktıkları turda ilk durak olarak Çin’i seçtiler. Sizce neden? Bu bağlamda Çin’in Ortadoğu’daki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çin’in Filistin-İsrail meselesindeki duruşu çok iyi biliniyor. Bugün bir ‘dönüşüm çağı’ndan bahsediyoruz. Çin hükümeti bu sürecin bir dönüşüm çağı olduğundan bahsediyor. Sizin dünya “beşten büyüktür dediğiniz” benzetme gibi. Dünya Batı’dan daha fazlasıdır.

Dolayısıyla Çin, Türkiye ve gelişmekte olan toplumlar ve ayrıca küresel Güney artık küresel toplumda daha önemli bir role sahip. Arap ve Müslüman ülkelerin bakanlarından oluşan heyetlerin Gazze’deki krizin çözümü için yardım istemek üzere bu yüzden Çin’e gittiklerini düşünüyorum. İnsanların, en azından tüm ülkelerin ve modern dünyanın bunun gerçekten büyük bir dönüşüm çağı olduğunu anladığını gösterelim.

Çin’in ya da Türkiye gibi başka bir ülkelerin Filistin halkını destekleyeceğini açıklaması, dünyanın geri kalanının küresel toplumda daha büyük bir rol oynadığını, daha büyük bir sese sahip olduğunu ve küresel toplumun gerçek iradesini temsil ettiklerini göstermeye yardımcı olur.

‘İkili ilişkilerin gelişmesinin önündeki en büyük engel Uygur meselesi’

Türkiye’yi yakından tanıyan biri olarak Türkiye ile Çin arasındaki ilişkileri nasıl değerlendiriyorsunuz?  Her iki ülkenin de istekli olmasına rağmen ilişkiler henüz istenilen seviyeye ulaşmış değil. Sizce ikili ilişkilerin önündeki temel engeller nelerdir ve bunlar nasıl aşılabilir?

Evet, hepimiz Çin ve Türkiye arasındaki ilişkilerin daha iyi ya da daha yakın olmasını bekliyoruz. Ancak sizin de söylediğiniz gibi iki ülke arasındaki ilişkilerde bazı engeller var ya da bazı sorunlar daha yakın ve iyi bir ilişkiyi engelliyor gibi görünüyor.

Bence ilişkilerdeki ana engel sözde “Uygur meselesi” veya sözde “Sincan meselesi” olarak adlandırılan meseledir. Bu “mesele” ile ilgili olarak dört noktaya değinmek istiyorum: Birincisi, kesinlikle “Uygur sorunu” ya da “Sincan sorunu” diye bir şey yoktur. Bu Batılı ülkeler tarafından uydurulmuş bir konudur. İkincisi, Çin hükümetinin ve halkının bu “mesele” konusundaki tutumu çok nettir ve Türkiye hükümeti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan bu konuda Çin ile mutabık olduğunu defalarca yinelemiştir. Türk toplumunun ve bazı muhalefet partilerinin bunu neden hala zaman zaman bir “mesele” haline getirdiğini gerçekten anlamıyorum. Bu sadece karşılıklı anlayış eksikliğine yol açacaktır. Üçüncü olarak, PKK’yı Kürt halkından ayrı tutmamız gerektiği gibi, Doğu Türkistan İslami Hareketi’ni ve aşırılık yanlılarını da Çinli Uygur halkından ayrı tutmalıyız. Örneğin Çinlilerin PKK’yı “Kürt meselesi” olarak adlandırmamızdan hoşlanacağınızı sanmıyorum. Son olarak, eğer siz Çinli Uygur halkıyla aranızda belli bir kültürel bağ olduğuna inanıyorsanız, bunu bir sürtüşme konusu olarak değil, Çin ve Türkiye halkları arasında bir dostluk köprüsü olarak görmelisiniz.

Sonuç olarak, tarihe saygı duymalı ve uluslararası hukuka da saygı göstermeliyiz. Akademisyenler olarak daha iyi bir karşılıklı anlayış geliştirmek için birlikte çalışmalıyız.

‘Çin-ABD ilişkilerinin geleceği konusunda iyimser değilim’

Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ve ABD Devlet Başkanı Joe Biden arasında San Francisco’da gerçekleşen liderler zirvesinden sonra iki ülke ilişkilerinin geleceğine dair beklentiniz nedir? İyimser misiniz?

Aslında ben ilişkiler konusunda iyimser değilim. ABD ikili ilişkileri her zaman rekabet olarak tanımlıyor. Ben bir tarihçiyim ve diğer medeniyetlerle, diğer ülkelerle rekabet etmenin Batı kültürünün doğasında olduğunu biliyorum. Bu Helenistik kültürden miras kalmıştır. Buna karşın Çin geleneği ve kültürünün doğasında barış içinde bir arada yaşamanın uyumunu aramak vardır.

Dolayısıyla, bir arada yaşama, karşılıklı saygı, daha iyi bir gelecek ve huzurlu bir uluslararası toplum açısından, sadece rekabet edilmesi değil, diğer ülkelere saygı duyulması, diğer medeniyetlere saygı duyulması gerektiğini düşünüyorum.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English