Bizi Takip Edin

SÖYLEŞİ

Rusya’nın yeni dış politika vizyonu

Yayınlanma

Rusya – Ukrayna savaşının uluslararası ilişkilerde köklü ve kalıcı değişimleri beraberinde getirdiği bir gerçek. Burada tartışmalı olan husus değişimin gideceği yön ve alacağı biçim. Geleceğin neye benzeyeceğini bire bir tahmin etmek mümkün değil. Ancak olasılıkları görmek açısından canlı ve dinamik olarak işleyen Türk-Rus ilişkilerini irdelemek öğretici. ABD’nin müttefiklerine ve dünyaya dayattığı yaptırımlara katılmayan Türkiye, Rusya ile ilişkilerini her alanda geliştiriyor. Batı kurumları içindeki kurumsal varlığını da sürdürmeye devam ediyor. Yeni güçlenen Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ve BRICS gibi kurumlara ilgi gösteriyor.

Rusya ile pratik ilişkilerdeki iş bitiricilik ise ayrı bir seviyeye ulaşmış durumda. Astana sürecinden Tahıl Koridoruna, askeri iş birliklerinden çatışmalı alanlardaki ortak eylemlere kadar bir dizi uzlaşı, uzlaşamama ve müzakere süreci akıyor. Türk-Rus ilişkilerinde şu an için çekilen fotoğraf seneye muhtemelen çok daha fazla değişmiş olacak. Acaba iki devlet de Soğuk Savaş’a ve tarihe dayanan eski kalıplarını kırıyor mu? Ya da eski “kalıp” ile yeni belirsiz çok kutuplu düzen arasında plansız bir şekilde salınım mı söz konusu…

Elbette bu değişimin sınırlarına ve ulaşacağı noktaya siyasi liderler ve onları iş başına getiren toplumlar karar verecek. Ancak biz de bu sürece fikir zemininden katkı koyabiliriz. Bu düşünceden hareketle St. Petersburg Devlet Üniversitesi Diplomatik Araştırmalar Direktörü Prof. Dr. Stanislav Tkachenko ile konuştuk. Rusya lideri Vladimir Putin’in sık sık fikir toplantılarına katıldığı Valdai Kulübü’nün de üyesi olan Prof. Tkaçenko, Rus dış politikasının Ukrayna savaşıyla ile birlikte kökten değişeceğini ve Batı ile olan ilişkilerde normalleşmenin nesiller alacağını söylüyor. Tkaçenko’ya göre “zorlayıcı diplomasi” Batı’ya karşı belli ölçülerde başarısız oldu ve artık Afrika, Latin Amerika ve Asya’ya açılma zamanı. Türkiye’nin ise Moskova’dan bakınca uluslararası ilişkilerde “yeni bir olgu” olarak görüldüğünü dile getiren Tkaçenko, Türkiye’nin çok kutuplu yeni ortamda bir kutbun lideri olma potansiyeli taşıdığı değerlendirmesini yaptı. Çok kutuplu ortamda sürekli müzakere ve diyaloğun önemine atıf yapan Tkaçenko çok kutupluluğu özetle; “ilişkilerin üç beş yılda bir baştan sonra değişebileceği esnek bir sistem” olarak tarif ediyor…

  • Hoş geldiniz Profesör Stanislav Tkaçenko, bize vakit ayırdığınız için teşekkürler.

Beni davet ettiğiniz için teşekkür ederim, çok memnun oldum.

  • Profesör, ilk sorum bu devasa savaşın sıfır noktasıyla alakalı olacak. Her gün Ukrayna sorunu hakkında konuşuyoruz. Bildiğimiz gibi Rusya Ukrayna’daki faaliyetlerini “özel askeri operasyon” olarak tanımlıyor. Batı ise “Rus işgali” ya da “Rusya’nın saldırısı” gibi başka terimler kullanıyor. Başta ben de bu çatışmanın adı hakkında emin değildim belki de başka bir tanım gerekiyordur. Bu sorunun ilk nasıl başladığını bunca bilgi bombardımanı altında soruyorum. Bu konudan sonra da günümüze gelip yeni süreçteki Türkiye-Rusya ilişkilerini ve Rusya’nın Orta Doğudaki büyük stratejisini konuşacağız.

Şu an Ukrayna’daki çatışma ile ilgili sorunla başlayacak olursam, bir düşünce kuruluşu sayılabilecek Valdai Kulübü’nün düzenlediği ve Rus Devlet Başkanının da katıldığı foruma ben de katıldım. Ayrıca Valdai Kulübü’nün üyesiyim. Bu sene de düzenlenen forumda Rus Devlet Başkanıyla dört saat boyunca konuşma fırsatımız oldu ve orada başkana sorulan sorulardan birisi Ukrayna’daki şu an olan durumun bir “iç savaş” olduğuna katılıp katılmadığıydı. Putin de “Evet bu doğru, bu bir iç savaştır” diye cevap verdi. Bu aslında şu an yaşanan çatışmanın en önemli boyutlarından birisi. Çünkü şimdi ben ne kadar jeopolitik düzenden ve Avrupa’nın yeni güvenlik yapılanmasından bahsetsem bile eski Sovyet Cumhuriyetlerinde yaşayan insanların düzeyinde en nihayetinde bu bir iç savaştır. Ama tabi Batı ile Rusya arasındaki bu çatışmanın özüne dönecek olursak aslında 21. yüzyılın başlarındaki tek kutuplu dünya George W. Bush yönetiminde başlamıştı. İlk karşı karşıya gelme ise 2004’te Ukrayna’daki sözde Turuncu Devrim’di. Bundan sonra ilişkilerimiz 2014’te Doğu Ukrayna’daki çatışmaya kadar kötüleşmeye devam etti ve başta Kırımlılar ve Sivastopol Rusya’ya katıldı. Yani 2022’deki çatışmaya giden bu süreç aslında kaçınılmazdı. Bu gibi bir çatışmaya giden bu süreci engellemek imkansızdı. Dolayısıyla benim görüşüme göre Rus hükumeti çok hızlı bir hamleyle ilk vuruşu yapmaya karar verdi. Çünkü bir yandan da Ukrayna’nın bir vekil olduğunu ve bu çatışmanın sadece bir iç savaş olmadığını aynı zamanda Rusya ile ABD ve saldırgan NATO üyeleri arasında, Rusya’yı Avrupa Siyasi-Ekonomik Bölge’sinden atmaya yönelik bir vekalet savaşı olduğunu da görüyoruz. 2021 Aralığından beri çatışmanın bu safhasında Rusya ABD’ye, NATO’ya ve OECD’ye Avrupa’nın yeni güvenlik yapılandırılması için müzakere tekliflerinde bulundu ve Rus teklifleri Batı tarafından reddedildi. Şubat’ın sonlarında başlayan bu askeri operasyon da bu uzun kitabın sadece bir sayfası oldu.

“İlk planda öngörülenler gerçekleşmedi”

  • Profesör, siz bu çatışmayı engellemenin hiçbir yolu olmadığını söylediniz ama bazı uzmanlar da “Rusya’nın bu savaştan kaçınma ihtimali var mıydı?” diye soruyor. Çünkü yine bir değerlendirmeye göre bu Rusya için hazırlanan bir tuzaktı. Siz Rusya’nın tıpkı Afganistan’da olduğu gibi stratejik bir hata yapıp kendini kırılgan bir noktaya getirmiş olabileceğini düşünüyor musunuz?

Ukrayna’nın silahlandırılmasının Rusya’yı bu çatışmada savurma ve nihayetinde kendiliğinden yenilmesini sağlama amacı olduğunu söyleyen makale ve yazıların sayısı gittikçe artıyor. Çünkü bu yaklaşıma göre Rusya aslında kendisinin varlığına güvenliğine ve istikrarına çok da büyük bir tehdit olmayan bir savaşta ama bu görüş artık Rusya’da popülerliğini yitirmeye başladı. Çünkü Ukrayna’nın 2022’de Luhansk ve Donetsk bölgelerine ve 2023’te de Kırım’a operasyon düzenlemeye hazırlandığı yönündeki istihbarat bilgileri ortaya çıktı. Elbette hala devam eden bir süreçten bahsediyoruz. Hiç şüphe yok ki 2022 Şubat’ında Moskova’daki, Kremlin’de birçok insan buradaki özel askeri operasyonun hemen hemen aynı zamanlarda gerçekleşen Kazakistan’daki olaylardaki gibi olacağını değerlendirdi. Tıpkı Kazakistan’daki gibi birkaç bin paraşütçü ile bu isyanın veya terör saldırılarının bastırılabileceğini düşünenler vardı. Tabi bu ilk planda öngörülenler gerçekleşmedi ve şimdi de Rusya yeni hedefleri amaçlayan yeni bir strateji geliştiriyor. Bu süreçte söylemler de oldukça değişti. Ukrayna’nın Nazilerden arındırılmasından başlayan bu söylemler çok temel sorunlara yöneldi. Bu temel sorunların başında Rusya Federasyonu’nun güvenliği ve Rusya’nın NATO’nun doğuya doğru genişlemeyeceğinin garantisini aldığı, askeri altyapının şeffaf olduğu, iki tarafın da birbirine ani saldırılarda bulunamayacağı, Avrupa güvenlik mimarisinin yeniden yapılandırılması gibi konular var.

“Türkiye’nin köprü olacağını umut ediyoruz” 

  • Okuduğum bir makalenizde “Rusya’nın zorlayıcı diplomasisi” dediğiniz, Başkan Putin’in dış siyasette aldığı kararlar ve Rusya’nın diplomatik eğilimleri hakkında bir kavramdan bahsediyorsunuz. Sorum ise Rusya’nın dış politikadaki eğilimlerinin Ukrayna’yla beraber nasıl değişeceği üzerine. Mesela Rusya ‘zorlayıcı diplomasi’den uzaklaşıp başka bir dış siyaset modeline geçiş yapabilir mi?

Bu büyük oranda akademik bir soru aslında. Çünkü SSCB’nin dağılmasından sonra Rusya için asıl meselelerden ve araştırma konularından birisi Rusya’nın askeri ve nükleer gücünün nasıl dış siyasetin gerçek bir alanında kullanılabileceği ve nasıl Avrupa’daki ve dünyadaki kurumlar tarafından hak ettiği değeri alabileceğiydi.Bahsettiğiniz makalem tam olarak bu konuyla ve Putin’in 1999’da Başbakan olduktan ve 2000’de Devlet Başkanı olduktan sonra geliştirdiği tüm mekanizmalarla alakalıydı. Bu yıl Ukrayna’daki çatışma ve ekonomik yaptırımlar Rusya’nın dış siyasetini kökten değiştirecektir ve hatta bu sürece çoktan girmiş bulunmaktayız. Rusya’nın ABD ve Avrupa’yla ilişkilerinin bozulmuş olduğunu görmek hiç zor değil. Bu ilişkileri tekrar uygun bir tabana oturtmak birkaç nesil ya da 20 ila 40 yıl arası bir zaman alacaktır. Bazı değerlendirmelere göre de ekonomik bağlar, birtakım aracılar yoluyla doğrudan veya dolaylı olarak devam edecek. Türkiye’nin de Rusya ile Avrupa arasındaki yatırım ve ticari akışın yeniden düzenlenmesinde çok önemli bir rol oynayacağını umut ediyoruz.

“Rusya, ABD ve Avrupa için tehdit oluşturmuyordu” 

Ayrıca Rusya’ya yaptırım uygulayan ve Ukrayna’daki savaşa dahil olan aşağı yukarı 50 ülkenin yanı sıra bu çatışmada Rusya’yı destekleyen ya da tarafsız olan dünya nüfusunun da yüzde 80’ini oluşturan yaklaşık 150 ülke bulunmakta. Bunların başında BRICS üyeleri ve Şangay İşbirliği Örgütü üyeleri ve diğer örgütler geliyor. Dolayısıyla uzun vadede Rusya’nın dış siyasetteki eğilimleri öncelikle Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkeleriyle ekonomik ve ticari bağlar kurmaya yönelik olarak değişecektir. St. Petersburg’da yapılan ekonomi zirvesinde yaklaşık 50 Afrika ülkesi lideri Rus liderlerle birlikteydi. Yani Rusya uzun vadeli stratejisini artık bu yönde kurmaya başladı. Rus dış siyasetinin yeniden şekillenmesinden bahsediyoruz ve bunun da sebebi Rusya’nın eski “zorlayıcı diplomasisi”nin ABD ve Avrupa ile ilişkiler bağlamında başarısız olması. Bunun birçok sebebi vardı. Mesela Rusya, ABD ve Avrupa güvenliği açısından doğrudan bir tehdit oluşturmuyordu. Rusya’nın nükleer silah kullanması hiç olası değildi ve konvansiyonel silahları da NATO üzerinde müthiş bir tehdit oluşturmuyordu. Böylece hem Rusya hem de NATO için Avrupa’nın güvenlik mimarisini kökten değiştirecek yeni stratejik adımlara yönelik uygun bir alan oluşmuştu.

  • Profesör, yakın dönemle ilgili bir sorum var. Rusya’nın bu zorlayıcı diplomasi çizgisini devam ettirebilmek için içeride yeterli gücü var mı? Ayrıca Rusya’nın iç siyasetini ve gücünün sınırlarını merak ediyoruz. Mesela Rusya’da farklı bir küresel düzen hayali olan bir güç, bir siyasi parti veya bir siyasi sınıf mevcut mudur?

Oldukça zor bir soru. Öncelikle Rus ekonomisinde, Rus finansal sisteminde ve Rus ticari sisteminde mevcut siyaset ve durum şaşırtıcı bir şekilde iyi gidiyor. 2022 yılı için cari dengemiz artıda seyrediyor. Bütçe sistemimiz şimdilik güvende, sağlıklı işliyor. Bir yandan Rus Rublesi değer kazanıyor. Yani makroekonomik açıdan baktığımızda ve dış ticaret yapısına baktığımızda Rusya fena bir durumda değil diyebilirim. Öte yandan Rusya’nın Ukrayna’daki faaliyetlerine halkın desteği oldukça yüksek. Tabi ki şimdi Rusya’da farklı siyasi güçler bulunuyor ve Rusya’nın mesela Herson’da ve Harkiv Oblastı’ndaki askeri başarısızlıkları tartışılıyor. Uzun vadeye baktığımızda da Rus ordusu modernize ediliyorken Batılı akademisyenler ve siyasetçiler, bazı kanaat önderleri anketlerle Rusya’nın içerisinde, örneğin sol partilerden Komünistlerden veya milliyetçilerden, Rusya’ya karşı bir muhalefet aramaya çalışıyorlar.

“Rusya’da yapısal bir muhalafet yok” 

Nitekim bu partiler zaten alenen Rusya’nın askeri operasyonu hakkında şüphelerini dile getiriyorlar. Aynı zamanda bu muhalefet oldukça teknik bir seviyeden ilerliyor. Yapısal bir muhalefet ise bulunmuyor. Bunun sebebi biraz da halkın mutlak bir çoğunluğunun bu çatışmadan ötürü sosyoekonomik refahının müthiş ölçüde kötü etkileneceğini düşünmemesidir. Tabi ki cephedeki can kayıpları Rusya Federasyonu için üstlenmesi çok ağır bir yük. Ayrıca Ukrayna’da bu askeri operasyonun bitmesi üzerine giderek artan beklenti, cephedeki durum donması, müzakerelerle ilgili. Sonuç olarak  ihtilafın çözülmesine yönelik seçenekler de Rus kamuoyunda oldukça popüler.

  • Profesör, şimdi ise Türkiye – Rusya ilişkilerine gelmek istiyorum. Moskova bu kaotik ortamda Türkiye’nin rolünü nasıl değerlendiriyor merak ediyorum. Mesela bir süper güç adayı olarak mı görüyor? Bu bir seçenek… Veya geçici bir arabulucu olarak mı, ya da Batı bloğunda güvenilir bir NATO üyesi olarak mı, yoksa çok kutuplu dünya düzeninin kutuplarından biri olarak mı görüyor Moskova Türkiye’yi ? Moskova’nın, Türkiye’yi orta vadede yakın bölgemizde ve küresel ölçekte nasıl değerlendirdiğini merak ediyorum.

Bu sorular için çok teşekkür ediyorum Rus dış siyaseti açısından çok önemli sorular bunlar. Her yıl en az birkaç kere akademisyenler ya da gazeteciler Putin’e “Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında ne düşünüyorsunuz? Ona güveniyor musunuz? Sizce istikrarlı ilişkiler kurabileceğiniz birisi olarak görüyor musunuz?” gibi sorular soruyorlar ve cevabı her zaman “evet” oluyor. “Ülkesine ve milli çıkarlarına sahip çıkan birisi. Anlaşma yaptığımızda da sözüne ve hareketlerine güvenebileceğimiz birisi” diye cevap veriyor.

Genelden daha özele inecek olursam Rusya Türkiye’yi sayısı beşi geçmeyecek tam olarak bağımsız olan ülkelerden birisi olarak görüyor. Bu Rusya’da da yeni ortaya çıkan bir tanım. Bu gibi ülkeler kendi çıkarlarına küresel çıkarlardan veya uluslararası örgütlere bağlılıklarından daha fazla önem veriyorlar. Türkiye’nin dışında bu ülkeler arasında Suudi Arabistan, Kuzey Kore, Brezilya, İran, Hindistan ve tabi ki Çin gibi ülkeler var. Bu gibi ülkeler gerçekten yeni çok kutuplu düzende kendi kutuplarını oluşturabilecek ülkeler. Çünkü bunlar kendi bağımsızlıklarını kazanmış yüzlerce yıllık tarihi olan medeniyetleri temsil eden ülkeler. Aynı zamanda bunlar kendi bölgelerindeki entegrasyonun yer yer serbest ticaret anlaşmalarıyla ve bazen de gümrük birlikleriyle merkezini oluşturan ülkeler. Bu açıdan baktığımızda Rusya, Türkiye’yi klasikleşmiş askeri ve siyasi ittifaklar arasında rekabet ve yarıştan daha öteye gidebilen, uluslararası ilişkilerdeki yeni bir olgu olarak görüyor.

“Putin, Türkiye’ye ve Erdoğan’a güveniyor” 

Çift kutuplu sistemde dış siyasette ABD’ye ya da SSCB’ye biat etmeniz yeterliydi. Ancak artık sistem tam olarak çok kutuplulaştı ve bu kutupların kendi aralarındaki anlaşmalar da gelişmeye başladı. Bence de bu uzlaşmalar hali hazırda ilerleyen müzakerelerle sürdürülebilir ve sürdürülmeli. Şimdi Rusya ve Türkiye arasında ilişkilerde gördüğümüz şey ise hassas konular hakkında aralıksız müzakereler ve bu çok önemli. Ukrayna’daki çatışma, Rus ve Ukrayna tahılının Türkiye üzerinden küresel pazarlara ihracatı, Orta Doğu’da ve Suriye’deki durumlar, enerji projeleri, taşıma ve lojistik koridorları gibi…Yani buradan yaklaşmakta olan dünyanın iki ittifakın oyunun kurallarını belirleyip bazen çatışıp bazen ilişkilerin iyileştiği Soğuk Savaş dönemindeki gibi bir istikrar sağlamayacağını anlayabiliyoruz. Gelmekte olan çok kutuplu dünyada, kalıcı ittifakların aksine tamamen bağımsız olan devletler arasında sürekli müzakereler görülecek. Bu da her üç ya da beş yılda bir ilişkilerin değiştiği, bazen daha uzlaşmacı bazen daha az uzlaşmacı olurken, karşılıklı saygının hep olduğu ve çok kutuplu dünyanın hep olacağı anlayışıyla bu çok kutuplu sistemin Rus dış siyasetinde daha da öne çıkacağı görülüyor.

Bu tarz bir girizgahla başladıktan sonra şunu söylemek istiyorum: Biz Türkiye’yi çok güvenilir ve işlevsel bir arabulucu bir vekil ve barışı sağlayan bir unsur olarak ya da Rusya’ya gerçekleşen gıda krizinde, ticaret gibi çok temel konularda yardım edebilecek bir ülke olarak değerlendiriyoruz.

Putin birden çok kez Türkiye’ye ve Cumhurbaşkanına güvendiğini 2021’de ve 2022’deki Valdai Forum’larında da söyledi. Çünkü aslında Türkiye Cumhurbaşkanının ülkesini hem içerde hem de uluslararası camiada nasıl koruduğunu anlayabiliyoruz. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kalıcı üyelerinin değiştirilmesi yönündeki fikirlere veya 21. yüzyıldaki süper güçlerin yeniden tanımlanması konusundaki tartışmalara Rusya çok fazla önem vermiyor. Birleşmiş Milletler örgütü 80 yıl önce kuruldu ve dünya o zamandan bu yana çok köklü değişimler geçirdi. Şu anda da küresel sistemdeki süper güçlerin aralarındaki ilişkiler üzerinde düşünmemiz gerekiyor. Tam bağımsız ülkeler için ve çok kutuplu dünyanın Rus, Çinli ve Hint bölgelerinde askeri ittifaklar oluşturulabilecek ancak sürekli olarak ekonomi çevre ve ticaret gibi konularda müzakerelerin yapılabileceği bir forum oluşturduk.

“Rusya, Suriye’de askeri bir operasyondan memnun olmayacak” 

  • Sayın Profesör, şimdi biraz resmi daraltmak istiyorum çünkü bir yandan da bu sıralar Suriye’de Türk Ordusu’nun operasyon yapma ihtimalini konuşuyoruz. Rusya’nın böyle bir olası operasyona tepkisi nasıl olur. Çünkü biliyorsunuz Türkiye YPG’yi NATO’nun terör örgütü olarak kabul ettiği PKK’nın bir uzantısı olarak tanımlıyor ama bir yandan da Batı yıllardır YPG’ye silah yardımlarında bulunuyor. Türk toplumu Moskova’nın Türkiye’nin yapacağı olası bir operasyona tepkisini merak ediyor…

Öncelikle bu tabi ki yüksek siyaset ve diplomasisinin bir konusu ve Rusya’nın tam olarak tutumu ne olacak bilmiyorum, ama yine de Kremlin’den Başkan Putin’in yardımcısından ve Dışişleri Bakanlığından konu üzerine birtakım sinyaller veriliyor. Öncelikle bu askeri operasyondan pek memnun olmayacağız. Türkiye’nin güvenlik endişelerini anlıyoruz, İstanbul’da ve sınır bölgesinde gerçekleştirilen terör saldırılarını düzenleyenlerin cezalandırılması gerektiğini düşünüyoruz.Rusya aynı zamanda güvenlik istihbaratı veya bu saldırıları düzenleyenlerin yakalanmasında işbirliği yapmaktan da memnuniyet duyacaktır. Ancak Rusya olarak maalesef savaşın çok riskli bir iş olduğunu biliyoruz.

Türk Ordusu oldukça büyük, NATO’nun en büyük ikinci ordusu ve oldukça profesyonel. Ancak dağlık ve engebeli arazide bir operasyona gidiyor. Bildiğiniz gibi Rusya, Suriye’deki muhalif Kürt güçlerin büyüklüğünü hesaplamaya çalışıyor. Ve binlerce asker olduğunu hesapladılar. Bu operasyon yavaş ve kanlı ve uzun bir çatışmaya dönebilir. Tabi tam olarak bilemiyorum ama Rusya’nın Türkiye’ye muhtemel mesajı şu olacaktır: Gelin, Kürt güçlerinin bir çeşit bağımsızlık arayışıyla hareket ettikleri alanı sınırlandırmak için Suriye yönetimiyle yani Başkan Esad’la bir işbirliği yapalım. Tabi ki Rusya’nın politikası bölgeyi Amerikalılardan temizlemek ve silah ve diğer askeri teçhizatların aktarılmasını engellemek olacaktır. Çünkü o bölgedeki Kürt güçlerinin saldırabilmesi ve barınabilmesi için ABD desteği hayati bir koşul olarak duruyor. Yani öncelikle Rusya, Suriye ve Türkiye arasında müzakereleri kendine dayanak görüyor ve görecektir. Rusya arabulucu bir rol oynamaya da hazır durumdadır. Tabi askeri seçenek de göz ardı edilmemeli ve bu durumda da Rusya 30 kilometrelik güvenli bölgenin dışındaki etkiyi olabildiğince azaltmaya çalışacaktır.

“Ortadoğu’daki varlığımızın yapısı değişiyor”

  • Profesör, son sorum ise Ortadoğu ile ilgili. Rusya’nın hem İsrail hem de Suriye ile özel ilişkileri var. Ukrayna Savaşı Rusya’nın Ortadoğu siyasetlerini nasıl değiştirdi?

Burada iki ana nokta var. Birincisi doğal olarak Rusya şu an Ukrayna’ya odaklanmış durumda ve Ortadoğu’daki Rus varlığı giderek azalıyor. Baktığımızda Ortadoğu’daki birliklerin geri Rusya’ya çekildiğini ve Rusya’nın Doğu Akdeniz’deki donanmasının da azaltıldığını görüyoruz. Aynı zamanda Rusya’nın Suriye’yle ve İsrail’le özel bir ilişkisinin olduğunu söylediniz ancak 10 yıl önce bir hayal gibi gelecek olan Suudi Arabistan’la da gittikçe iyileşen ilişkilerimizin olduğunu söylemek isterim.

  • Belki bu listeye Birleşik Arap Emirlikleri’ni de ekleyebiliriz?

Kesinlikle. Keza İran’la da ilişkilerimiz ayrı bir seviyeye gelmiş durumda. Bu yüzden ilk söyleyeceğim şey askeri varlığın azaldığı ama diplomatik varlığımızın arttığıdır. Özellikle de hem Suudi Arabistan’la hem de İran’la müzakere edebilen belki de tek ülke olarak Rusya OPEC+ anlaşmasında büyük başarılar gösterdi. Bu perspektiften baktığımızda Rusya’nın Ortadoğu’daki varlığı oldukça değişiyor. O yüzden Rusya’nın Ortadoğu’daki varlığı azalıyor demek çok sığ olacaktır. Çünkü Rusya da artık bölgedeki istikrarı sağlamak için farklı araçlar kullanmaya başlıyor. Örneğin Türkiye’deki doğalgaz merkezi veya İran’daki enerji firmalarına sağlanan yatırımlar gibi farklı enerji projelerinde rol alıyor. Kuzey-Güney koridoru veya tahıl ve diğer tarım ürünlerini sağlayan gıda programında Rusya’nın öncü rolü gibi farklı alanlar da bulunmakta.

Yani benim şahsi kanaatim Rusya’nın Ortadoğu’daki varlığı azalmıyor, bu varlığın yapısı değişiyor. Rusya Ortadoğu’nun istikrarına oldukça fazla önem veriyor. Suriye ve Mısır gibi ülkelerle tarihsel bir askeri ittifakımız da mevcut. Başta Ukrayna’daki operasyon Ortadoğu’daki Rus varlığını kötü etkilemiş olsa da, Rusya yakın gelecekte bölgedeki varlığını güvenlik sağlayıcı olarak iyice rayına oturtmuş olacaktır.

Profesör, katılımınız için çok teşekkür ederim.

Ben teşekkür ederim.

SÖYLEŞİ

Pascal Lottaz: ABD ve AB’nin yaptığı, devletlere yalvarmak ve tehdit etmekle sınırlı

Yayınlanma

Yazar

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, makama tekrar gelmesinin ardından ilk yurt dışı ziyaretini Çin’e yaptı. Ziyaret, Batı basınında “Bu iki adam hiç ayrı düşmeyecek gibi görünüyor,” (Le temps) ve “Moskova ile Pekin, bu vesileyle küresel düzeni reforme etme yönündeki ortak hedeflerini vurguluyor,” (Der Spiegel) şeklinde yorumlandı.

Bunun yanı sıra Rusya Silahlı Kuvvetleri, Harkov’da sınır bölgeleri olan Belgorod, Kursk gibi sınır bölgelerin Ukrayna tarafından uzun menzilli füze ve topçu atışlarıyla gerçekleştirilen saldırılara karşı bir “sıhhi bölge” oluşturmaya yönelik saldırılarını sürdürürken, manşetlerde İsviçre’nin ev sahipliği yapacağı “barış konferansı” var.

Dr. Pascal Lottaz, Kyoto Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Tarafsızlık Çalışmaları alanında öğretim üyesi olarak görev yapıyor. Yüksek lisans ve doktorasını Ulusal Politika Çalışmaları Enstitüsü’nden (Japonya) alan Lottaz, uluslararası ilişkilerde tarafsız aktörler, özellikle de iki dünya savaşı ve Soğuk Savaş dönemindeki tarafsızlık üzerine çalışıyor.

Lottaz, son gelişmelere dair sorularımızı yanıtladı.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in yeniden seçilmesinden bu yana gerçekleştirdiği ilk yurtdışı ziyaretiyle başlayalım. Putin ve Xi, Pekin’de kapsamlı ortaklığın derinleştirilmesine ilişkin bir deklarasyon imzaladı. Rusya ile Çin arasındaki ilişkilerin özü hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu ilişki şu anda kesinlikle daha da derinleşiyor ancak bu, Batı basınında bazen tasvir edildiği gibi askeri değil, iktisadi nitelikte bir ilişki. Rusya ile Çin bir ittifak içinde değiller ancak birbirlerinin iktisadi, teknolojik, ticari vb. servetlerini artırmak ve tüm ticaretin esasen Amerikan doları ve ABD liderliğindeki ticaret kurumlarına bağlı olduğu Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonraki son 30 yılda bildiklerimize alternatif bir ticaret sistemi inşa etmek üzere ortaklık yapıyorlar.

Vladimir Putin’in neredeyse tüm hükümetini, özellikle de Rusya Merkez Bankası Başkanı ve Maliye Bakanını Çin’e getirmiş olması, temasların stratejik olduğuna ve çok derinlere indiğine işaret ediyor. En iyi tahminim, ticareti kolaylaştıracak ve muhtemelen daha büyük BRICS kulübündeki mekanizmalara yönelik hazırlık adımları olarak işlev görecek finansal mekanizmalar üzerinde çalıştıkları.

İsviçre’de Rusya’nın katılımı olmadan bir barış konferansı düzenleniyor. İki ana aktörden biri masada yokken devlet başkanlarının Ukrayna’da barışı görüşmek üzere bir araya gelmesi ne anlama geliyor?

Bu “barış zirvesine” kuşkuyla yaklaşıyorum, zira barışı sağlayamayacağı aşikâr. Eğer buna “barış süreci zirvesi” deselerdi, daha anlamlı olurdu, çünkü İsviçre Federal Konsey Başkanı bile bunun barışa giden süreçte bir adım olduğunu söylemişti diye hatırlıyorum. Dolayısıyla, uygun bir barış zirvesi için yaklaşımın yanlış olduğunu düşünsem de —ki bunun için Rusya’nın da masada olması gerektiği bariz— bu zirveden bir şeyler çıkabilir.

Macaristan gibi Batı’nın yaklaşımına kuşkuyla yaklaşan bazı ülkelerin de bu şekilde düşündüğünü görüyoruz, zira yaklaşımı eleştirmelerine rağmen zirveye katılmaya istekliler. Bence bu zirve aslında Rusya üzerindeki diplomatik baskıyı artırmak için Rusya’yı itham etme ve utandırma [yaptırımları da ekleyerek] şeklinde devam eden baskı oyununun bir başka adımı olarak planlanmıştı, zira bu zirve birkaç kez devam eden “Zelenskiy Barış Formülü” toplantılarının bir sonucuydu ve şu anda Batı’nın söylemi hala aynı, bunun söz konusu olası barış anlaşmasının bel kemiği olması gerektiği yönünde.

Bununla birlikte, bunun dönüşebileceği şey, Batı’nın gerçek bir barış müzakeresinin konsolide edilmiş başlangıç noktası ve bu nedenle zirvenin sonucu, gerçekçi müzakereler için yollar açabileceği için bir anlamda ancak faydalı olabilir. Bunun böyle olacağından emin değilim ama en iyimser senaryoda, sonuç belgesi Rusların [ve Çin gibi üçüncü taraf arabulucuların] bir anlamda üzerinde çalışabilecekleri bir şey olabilir. Ama belki de bu sadece benim beyhude iyimserliğimdir.

Tüm bu hadisenin, Batı’nın “tüm dünya Rusya’ya karşıymış” gibi göstermek amacıyla yaptığı bir başka PR numarası olarak kalması da pekâlâ mümkün ki bu ne doğru ne de Rusları yollarından bir milim bile yolundan döndürecektir. Geçmişte buna benzer pek çok dönem yaşadık ve bu da bir yenisi olabilir.

Bugün, küresel Güney geri döndü. Bu, tutarlı ve organize bir gruplaşmadan ziyade jeopolitik bir olgu. Sizce bu ülkeler dünyada yeni bir kutbu mu temsil ediyor?

Evet. Kesinlikle. Şu anki adıyla küresel Güney’in ön plana çıkma biçimi gerçekten eşi benzeri görülmemiş bir durum. Bu durum genelde Soğuk Savaş dönemindeki Bağlantısızlar Hareketi ile kıyaslanıyor, fakat şahit olduğumuz şey bundan çok daha büyük ve güçlü.

Başta Çin ve Hindistan olmak üzere bağımsız kutupların ortaya çıktığını görüyoruz, ancak İran ve Brezilya gibi diğerleri de ABD ve Avrupa’nın oluşturduğu oyunun kuralları tarafından oldukça kısıtlanmışlardı, gelgelelim şu anda çok daha az kısıtlanmış durumdalar ve sadece koordine etmekle kalmayıp daha önce görmediğimiz şekillerde hareket edebiliyorlar. İran’ın İsrail ve ABD’ye karşı kendini bu şekilde ortaya koyabilmesi birkaç yıl önce imkansızdı.

Fakat şimdi ABD aktif bir şekilde yeni bir savaşı önlemeye çalışıyor, zira güç yansıtma kapasitesinin sınırlarına ulaştı ve bu durum, ABD ve AB’nin yürüttüğü politikanın artık daha fazla yaptırım [diğerlerini zorlamaktan ziyade geri tepen] ve taleplerini uygulamak için sahici yöntemlerden yoksun oldukları için diğer devletlere yalvarmak ve tehdit etmekle sınırlı olduğu iktisadi alanda da geçerli.

Bunu yakın zamanda Janet Yellen’ın Çin’e giderek ABD’nin rekabet etmek istediği üçüncü pazarlara daha az ihracat yapmaları için yalvarmasında ve ardından Tony Blinken’ın da aynı şeyi talep etmek üzere Çin’e gitmesi ama bunu daha fazla yaptırım tehdidiyle desteklemesinde görmüştük.

Ve elbette şimdi yaptırımlar geliyor ama hedeflerine ulaşamayacaklar çünkü asıl mesele Çin’in ABD’ye araç ihracatı değil, ABD araçlarının üçüncü pazarlarda rekabet edememesi ve bu da ABD’nin yaptırım alanının dışında kalan bir şey. Dolayısıyla Amerikan yaptırım sisteminin parçalandığına şahit oluyoruz. Hala ağırlığı var ama küresel Güney’de giderek daha az ağırlık taşıyor ve bu ülkeler, ilk kez alternatif yollara yönelmek için özgürleşiyor. Bu epey yeni bir durum ve hem ABD hem de AB buna hiç hazırlıklı değil ve 500 yıllık Batı dominasyonu sona ermek üzere.

Arjantin’deki Javier Milei fenomeninden de bahsetmek isterim. Dünya genelinde sağ popülist ve hatta düpedüz faşist hareketlerin yükselişinin küresel ekonominin finansallaşmasıyla ne ilgisi var? Bu yükseliş bir anomali mi yoksa egemen sınıflar tarafından kasıtlı olarak tertip edilen bir sürecin parçası mı?

Milei, Arjantin’deki ekonomik sorunlarından istifade etmeyi başardı ki bu sorunlar haddinden fazlaydı. “Faşist” kelimesi konusunda dikkatli olurum zira bu tür bir devlet örgütlenmesini hedeflediği bana pek açık gelmiyor. Bana göre Milei, ekonominin ne olduğuna dair çılgınca bir söylemle —ki bu da benim gördüğüm kadarıyla iktisadi gerçekliğe dair tamamen çarpıtılmış bir görüş— insanların gönlünü kazanan Margret Thatcher’ın aşırıya kaçmış bir biçimi.

Arjantin açısından yeterince ironik bir şekilde, politikaları büyük ihtimalle vaat ettiklerinin tam tersini üretecek ve ülkeyi sadece ABD’nin kurtarabileceği [Arjantin’in dış borcunun çoğu Amerikan doları cinsinden olduğu için] mali krizin daha da derinlerine sürükleyecek ve bu da Arjantin ekonomisini ABD’ye [eskisinden daha da fazla] teslim edecektir. Bu 1990’dan sonra Rusya’da yaşananları bir hayli andırıyor.

Ancak adil olmak gerekirse, durumun böyle olup olmayacağını bekleyip görmemiz gerekiyor. Arjantin’in egemen para biriminden vazgeçip “dolarizasyona” [ya da bunun daha yumuşak bir biçimine] gitmesinin Arjantin açısından faydalı olacağı bir senaryo göremiyorum. Ekonominiz üzerinde herhangi bir etkiye sahip olmak için egemen ve işleyen bir para birimine ihtiyacınız var, bu nedenle Milei’nin politikaları bence Arjantin’in politik ekonomisi için intihar niteliğinde.

Fakat haklısınız, bu süreç Arjantin’de zaten Amerikan şirketlerine sıkı sıkıya bağlı olan ve ülkenin kalan milli varlıklarını satan ya da onları kontrol etmek için aracı olarak işlev gören nispeten dar bir elite fayda sağlayacaktır. Bunu Guatemala ve hatta Haiti’deki örneklerde de görüyoruz; çok çok küçük elitler Florida’da yaşıyor, çalışıyor ve çocuk sahibi oluyorlar ama yine de kendi ülkelerindeki zenginliğin büyük bir kısmını kontrol ediyorlar ve en tepede daha fazla kar sağlayabilecekleri sürece ülkelerine karşı her türlü ekonomik zorlamayı ilk alkışlayanlar onlar oluyor. Bu kapitalizmin en çirkin hali ama yine de zayıf Batı ekonomilerinde bu şekilde işliyor.

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

“Ukrayna’ya 1 trilyon dolar gönderin, yine de savaşın sonucunu değiştirmeyecek!”

Yayınlanma

Emekli CIA analisti Larry C. Johnson, Filistin-İsrail savaşından ABD’nin Ukrayna’ya yardım paketine ve Batı’nın Rusya’ya karşı tutumuna kadar diplomasiyi meşgul eden konularda açıklamalarda bulundu.

Emekli CIA analisti olan Larry C. Johnson, ABD Dışişleri Bakanlığı bünyesindeki terörle mücadele ofisi başkan yardımcılığı da yaptı. Terör, uçuş güvenliği kriz ve risk yönetimi konularında uzmanlığı olan Johnson, CIA’de çalıştığı dönemde iki üstün hizmet madalyası kazandı. Temmuz 1996’da Viyana’daki terörle mücadele konferansında ABD’yi temsil etti. 1988 Pan am 103 uçağına yapılan terör saldırısının soruşturmasında yer aldı. Hükümetlere ve şirketlere kara para aklama ve terör tehditleri konusunda danışmanlık sağlayan Berg Associates isimli bir şirket kurdu.

Nisan 2024’te Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne Kuzey Akımı 2 boru hattına yapılan saldırıyla ilgili bir konuşma yapan Johnson, ABC, NBC, Fox News ve CNN gibi büyük medya kuruluşlarında terör olaylarıyla ilgili yorumlar da yaptı.

Emekli CIA analisti Larry C. Johnson, Filistin-İsrail savaşı, İsrail’in geleceği, ABD’nin Ukrayna’ya yardım paketi ve Batı’nın Rusya’ya karşı tutumlarına dair Harici’nin sorularını yanıtladı.

‘İsrail akıl dışı davranan aşırı Siyonistlerin eline geçmiş durumda’

  • Uluslararası toplumda ciddi bir baskı oluştu, özellikle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi İsrail’e Gazze’de ateşkes yapması için baskı yapıyor. Hamas ateşkes anlaşmasını kabul etti ama hemen ardından, hatta belki birkaç saat sonra İsrail, Refah’a saldırmaya başladı. Peki İsrail’in ne tür sonuçlarla karşılaşacağını düşünüyorsunuz?

Özellikle Orta Doğu’daki Arap ve Müslüman ülkeler bir araya gelerek bu artık duracak demedikçe herhangi bir şeyle karşılaşacaklarını sanmıyorum. Biliyorsunuz, Türkiye sonunda İsrail’le ticareti askıya aldı… Buna petrol de dahil mi bilmiyorum. Eğer petrol hâlâ Türkiye üzerinden İsrail’e akıyorsa, Türkiye bu anlamda Filistinlilerin öldürülmesine olanak sağlıyor demektir. İsrailliler kadar bu da suça ortaklık. Aynı şey Ürdün’le, Suudi Arabistan’la, Mısır’la da geçerli. Arkanıza yaslanıp öfkenizi dile getirmek başka bir şey ama etkili bir şekilde bir araya gelerek “bakın buna izin verilemez” demek ve Suriye’yi ve Lübnan’ı da işin içine katmamak başka.

Gerçekte, bu noktaya kadar, Filistin halkı adına ayağa kalkıp savaşan tek ülke Yemen ve Husiler’dir. Herkes iyi bir mücadeleden bahsediyor ama pek bir şey yapmıyor. Bilirsiniz, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın nihayet öne çıkıp bir şeyler yapması için Türkiye’de bir seçimi kaybetmesi gerekti, üstelik o konuşmakta çok iyidir. Peki icraata ne dersiniz?

Bence insanların İsrail’in müzakere yoluyla bir çözüm aramadığını anlaması gerekiyor. Müzakere yoluyla bir çözüme ulaşmanın tek yolu, İsrail’in mevcut direnişinin tehdit altında olmasıdır. Çünkü İsrail’in Filistinlileri Gazze’den yok etme niyeti var. Onları zorla dışarı atacaklar. Batı Şeria’da da durum aynı. BM’nin tüm kararlarına rağmen, yasadışı işgal olduğu yönündeki tüm suçlamalara rağmen İsrail, akıl dışı olan bu aşırı Siyonistlerin eline geçmiş durumda. Tarih boyunca acımasız otoriterlerde gördüğümüz zihniyetin aynısı bunlar. Bu yüzden müzakere edilmiş bir çıkış yolu aramıyorlar. Yani Hamas askeri olarak galip gelemediği sürece ki bunu yapabileceklerini sanmıyorum çünkü hava güçleri ve hava savunma sistemleri yok, sahip oldukları tek şey küçük silahlar ve bazı tanksavar güdümlü füzeler, belki de birkaç roket daha ateşlenebilecek füzeler var ama bunlar aslında önemli değil. Dışarıdan müdahale gerekecek. Şimdi Biden yönetiminin güya İsrail’e silah sevkiyatını askıya aldığına dair bir rapor var ama bunu bir ceza olarak ya da İsrail’in yaptıklarından duyulan hoşnutsuzluğu ifade etmenin bir yolu olarak gösteriyorlar. Bu doğru olabilir ya da Amerika Birleşik Devletleri’nin gönderecek silahı da kalmamış olabilir. Sonra da bu silah yokluğunu İsrail’e baskı yapmak için bir şeyler yaptıkları izlenimini yaratmak için kullanıyorlar.

‘ABD’nin Ukrayna ve İsrail için mühimmat sıkıntısı var’

  • ABD’nin İsrail’e yönelik cephanesinin tükendiğini söylüyorsunuz, ancak şu anda Ukrayna’da farklı türde bir savaşın yürütüldüğü göz önüne alındığında, ABD’nin Ukrayna’da İsrail’e faydalı olabilecek aynı türde mühimmat kullandığını düşünüyor musunuz?

Evet. Demek istediğim, bir Patriot füze bataryasından bahsediyorsanız, elinizde gerçek araçlar ve bu araçların üzerinde bulunan fırlatıcılar var, aynı zamanda bunların içinde bulunan füzeler de var. Ukrayna’ya gönderilen Patriotların büyük kısmı yok edildi. Dolayısıyla Amerika Birleşik Devletleri’nden Ukrayna’ya gönderilebilecek yeni Patriot bataryaları mevcut değil çünkü bunları biz yapmadık ve kimse de yapmayacak. Oturup bir fabrikaya şunu yapmaya başla diyemezsiniz. İki hafta içinde onları almayı bekleyemezsiniz. Kullanılan füzeler veya roketler için de aynı şey geçerli, o Patriot füze bataryaları fırlatıcılardan ateşleniyor. Şu anda bunların da eksikliği var.

Amerika Birleşik Devletleri’nin geçmişte Patriot sistemlerini satın alan diğer ülkelere onları alıp Ukrayna’ya göndermeleri için yalvardığını gördünüz. Tabii artık Patriot İsraillileri rahatsız etmiyor. Demir Kubbeleri var ama Demir Kubbe’de de aynı sorunu yaşıyorlar. İran’ın yeni bir saldırısı durumunda konuşlandırabilecekleri sınırsız sayıda önleme füzesi veya roketleri yok. 155 milimetrelik top mermileri, bunların ciddi bir sıkıntısı var. ABD, Ukrayna’nın ihtiyaç duyduğu şeye ayak uyduramadı ve bu, 7 Ekim’de savaşın başlamasından önceydi. Yani bu tür mühimmat sıkıntısı var. İsraillilerin bir noktada ABD’den savaş tüfekleri, otomatik tüfekler satmalarını talep ettiklerini fark ettim; bu bana mantıklı gelmiyordu çünkü İsrail silah endüstrisi oldukça iyi ve çok sayıda savaş tüfeği üretiyor. Yani, neden bunları kendinizden almıyorsunuz? Neden bir ABD ürünü almak istiyorsunuz? Bu, Türkiye’nin Amerika Birleşik Devletleri’ne gelip bize pompalı tüfek sat demesi gibi bir şey olur. Demek istediğim, sizin yaptığınız pompalı tüfekler Amerika’nın her yerinde satılıyor.

‘Siyonist devletin varlığını sürdürmeyi hak ettiğinden emin değilim’

  • ABD’nin İsrail’i nasıl desteklediğine ve İsrail’in Refah’taki operasyonuna gelince, Hamas’ın İsrail tarafından tamamen yenilgiye uğratılabileceğini düşünüyor musunuz? Çünkü biz en az yedi ay, sekiz ay süren bir çatışma gördük. Pek çok Amerikalı uzmanın Hamas’ın İsrail tarafından mağlup edilemeyeceğine dair endişeleri var.

Evet, İsrail her Filistinliyi tamamen yok etmeye kendini adamadığı sürece askerî açıdan Hamas’ı yenilgiye uğratamaz. Nazilerin Yahudilere yaptıkları açısından İsrail’in zaten Nazilerle eşit tutulabileceğini düşünüyorum. Ve şimdi burada aynı şeyleri Filistinlilere yapan Yahudiler var ki, dürüst olalım, Tevrat’a inanıyorsanız, Kuran’a inanıyorsanız, İncil’in Eski Ahit’ine inanıyorsanız, Filistinliler ve Yahudiler uzak akrabadır… Aynı soydan geliyorlar. İbrahim’den geliyorlar. Ve işte buradalar, kardeş kardeşi öldürüyor. Bu ölümcül bir günahtır. Ama yine de İsrail bunda ısrar ediyor. Böylece bu durumdan öldürerek kurtulabileceklerini düşünüyorlar. Yapamazlar. Ve diyelim ki, bir şekilde Hamas’ın tüm gerilla saldırılarını ve isyancı saldırılarını tamamen durdurmayı başarmış olsalar bile, bu ülkelerini daha güvenli hale getirmeyecek çünkü hala Hizbullah var. İsrail’in askerî açıdan Hizbullah’ı yenebilecek kadar güçlü olduğunu düşünmüyorum. Hamas başka bir mesele çünkü Hamas, her ne kadar eğitimli savaşçıları olsa da aslında bir ordu olarak organize değil. Ve şunu da kabul edelim ki, Hamas’ın ilk başlangıç ​​tarihi olan 1979’a kadar uzanan tüm tarihi boyunca, herhangi bir çatışmada bu kadar çok Filistinlinin öldürüldüğünü hiç duymamışlardı. İsrail, Filistinlileri benzeri görülmemiş bir düzeyde katlediyor. Biliyorsunuz sayı 40.000’e yaklaşıyor. Özellikle mide bulandırıcı olan ise yakılan, parçalara ayrılan ve vurulan çocuklar. İsrail’in bu tavrını tamamen iğrenç buluyorum. Biliyorsunuz, eğer bana iki yıl önce sormuş olsaydınız, muhtemelen İsrail’i desteklediğimi söylerdim.

Geldikleri noktanın insanlık adına bir utanç olduğunu düşünüyorum. Siyonist devletin insan hayatını hiçe sayarak hareket etmesi nedeniyle varlığını sürdürmeyi hak ettiğinden bile emin değilim. Ve onlar Hamas’ın berbat, korkunç bir terörist grup olduğunu söylediklerinde aslında gidip rakamlara baktım. Rakamlar çok üzücü bir hikâye anlatıyor. 2000’den Nisan 2024’e kadar Hamas’ın terörist saldırıları en fazla 1455 İsrailliyi öldürdü; bunların çoğunluğu Filistinlilere saldıran askerler, polisler ve yerleşimcilerdi. Tabii bunlar silahsız insanlar değildi. 24 yıl boyunca yılda 60 kişi demek bu. İsrail’in şimdi yaptığına bakın, 40.000 ölü erkek, kadın ve çocuğa yaklaşıyoruz. Ölen çocukların sayısı ise 15.000’i aştı. Bu bir dehşettir ve buna izin verilmemelidir.

Ama yine de görüyoruz, gördük, bunu daha önce de gördük. Ruanda’da Hutular ve Tutsiler birbirlerini öldürürken dünya sessiz kaldı. Yahudiler Naziler tarafından katledildiğinde dünya yine sessiz kaldı. Ve şimdi bu durum Filistinlilere de yapılıyor ve orada burada bazı protestolar oluyor. Belki de tek umut, dünya çapında yeterince öğrenci protestosunun olması ve bunların hükümetler üzerinde, sonunda onları aksi yönde hareket etmeye zorlayacak kadar baskı oluşturmasıdır. İsrail’in Filistinlileri öldürmeye devam edeceğini düşünüyorum.

‘Hamas, bir ulusal kurtuluş örgütüdür’

  • İki yıl önce size İsrail’in durumunu sorsaydım. Ülkenin destekçisi olacağınızı söylüyorsunuz. Peki bu İsrail’in Gazze’de ilk katliamı mı? Yani bunu zaten pek çok kez yapmadılar mı?

Bu ölçekte değil. Bu aslında her üç ayda bir dışarı çıkıp iki veya üç silahsız insanı vurmak demek. Yani bu çok çirkin. Normalleştirmek istemiyorum ama bu katlanılabilir hale gelir. Böyle durumları belki sadece bir sapkınlık olarak açıklayabilirsiniz. Kontrolden çıkan birkaç asker ya da belirli bir birlikti. Ama şimdi son yedi aydır görüyoruz ki, farklı bir şey var. Bu İsrailliler açısından bir hastalıktır, psikolojik bir hastalıktır. Başlangıç ​​olarak Filistinlileri insan olarak görmüyorlar. Onları, üzerine basılması gereken, öldürülmesi, yok edilmesi gereken insanlık dışı varlıklar, hamam böcekleri olarak görüyorlar. Ve birçok İsraillinin hem hükümet içindeki hem de hükümet dışı yetkililerin, her Filistinlinin bir Hamas savaşçısı olduğunu söylediğini duydunuz. Üç aylık bebekler Hamas savaşçılarıdır.

Ve baktığınızda bu dilimiz hakkında ilginç şeylerden biri: IŞİD ya da El Kaide gibi davrandıklarını ima ederek, onların bir terörist grup olduğunu söyleriz. IŞİD ve El Kaide, uluslararası terör örgütü olarak adlandıracağım iki örgüt; bu da onların belirli bir coğrafi bölgenin dışında operasyonlar yürütmeyi arzuladıkları anlamına geliyordu ve saldırı gerçekleştirebilecek kadar uluslararası bir örgütlenmeye sahiptiler. Ama Hamas öyle değil. Hamas ulusal bir kurtuluş örgütüdür. Müslüman Kardeşler’e bağlı değiller, her ne kadar İslam’a bağlı olsalar da hatırladığım kadarıyla, Filistin’de yaşamak için İslam’a geçmeniz gerektiği konusunda ısrar eden İslamcı radikaller değiller. Dolayısıyla Hamas, medyanın popüler uluslararası İslamcı terörist tasvirinden farklı bir meseledir. Ve son dönemde gördüğümüz gibi, neredeyse 20 yıla yaklaşırken IŞİD Şii Müslümanlara saldırıyor. Ve biliyorsunuz, IŞİD’in en büyük hedeflerinden biri İran’dı ve bu da kısmen Batı’nın neden IŞİD’in destekçisi olarak görülebileceğini açıklıyor çünkü Batılılar IŞİD’i İran’a saldırmak için bir araç olarak görüyorlar. Ve IŞİD’in motivasyonu tamamen İslam’ı bozmak, yani İslam’ın ilkelerini ve ilkelerini ihlal etmektir.

‘ABD’nin Ukrayna yardım paketi savaşın sonucunu değiştirmeyecek’

  • Savaşın başladığı 2022’den bu yana Batılı analistlerin Rusya’nın cephanesinin çok yakında tükeneceği yönünde yorumlarını gördük ve duyduk. Mermileri bitecek, mekanize araçları bitecek ve çöküş çok yakında ifadeleri sıkça kullanılmıştı. Öte yandan Rus analistlerde de benzer bir düşünce hakimdi. Ukrayna’nın şimdiye kadar gösterdiği direnişi göstermesini beklemiyorlardı. Şimdi ABD Kongresi’nden 60 milyar dolarlık bir paket geçti., CIA direktörü Bay Burns, bunun Ukrayna’nın 2025’e kadar hayatta kalmasına yardımcı olacağını söyledi. Peki Ukrayna’daki savaş alanındaki durumu nasıl analiz ediyorsunuz?

Hayır, Burns yanılıyor. Ukrayna’nın yaz sonundan ağustos ayına kadar hayatta kalabileceği için şanslı olacağını düşünüyorum. 60 milyar dolar gönder. Lanet olsun, onlara 300 milyar gönder. Onlara bir trilyon dolar gönderin. Bu savaşın sonucunu değiştirmeyecek çünkü biliyor musun? Bir trilyon dolarla yeni bir asker satın alamazsınız. Ya da belki bir yerden bir paralı asker satın alabilirsin, tamam, askere yazılacağım, bana 2 milyon dolar söz ver, gelip senin için savaşacağım diyecek kadar aptal birini. Ve sonra da cephede harcanıp gidecekler. Rusya sonuçta hala Rusya. Yaptıklarında hata yapmadılar. Bunu, başlangıçta Ukrayna’yı müzakere masasına getirmeye yetecek bir kuvvet oluşturacağımız ve müzakere yoluyla bir anlaşmaya varacağımız varsayımıyla ilerlediklerini düşünüyorum.

Aslında bu strateji işe yaradı çünkü hatırlayacağınız gibi Türkiye’deki barış müzakereleri, sanırım Ankara’da gerçekleşti ve başarılı oldu. Ruslar ve Ukraynalılar ilk anlaşmaya vardılar. Ana hatların hâlâ üzerinde çalışılması gerekiyordu. Ayrıntıların üzerinde çalışılması gerekiyordu ama ilk başta bir anlaşmaya varacaklardı. Ama sonra Lloyd Austin, Savunma Bakanı Anthony Blinken, Joe Biden ve sonra da Boris Johnson bu karışıma dahil oldu ve Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy’yi anlaşmadan çekilmeye ikna etti. Tam o gün, sanırım 31 Mart’tı, Başkan Putin Rus ordusuna geri çekilme emri verdi.

Unutmayın, yaklaşık 40 kilometrelik tank konvoyları, zırhlı konvoyları vardı. Aslında Kiev’in kuzey kısmını işgal ettiler. Putin iyi niyetin bir işareti olarak geri çekilmelerini emretti. Bu müzakerelerin doğru yönde ilerlediğini göstermek için iki gün sonra 1 Nisan’da geri çekildiler. 2 Nisan’da Bucha’da bir grup Ukraynalı sivilin öldürüldüğü ve cesetlerin sokaklara atıldığı zulmü gördük. Batı ise aceleyle Rusya’yı suçladı. Bu bir Rus savaş suçuydu dediler. Aslında bu bir yalandı. Bu koca bir yalandı çünkü Rus kuvvetleri günler önce çekilmişti. O insanlar öldü. Ukrayna güçleri tarafından öldürüldüler. Bu, Rusya’yı karalamak ve Ukrayna’nın gücünü artırmak için tasarlanmış, Batı destekli bir istihbarat operasyonuydu. Ruslar daha sonra yıpratma savaşı dediğimiz şeye geçtiler. Onların stratejisi yıpratma stratejisiydi, bu da bölgeyi korumak için savaşmadığınız anlamına geliyor. Diğer tarafta mümkün olduğu kadar çok kayıp vermek için savaşıyorsunuz.

Taktiksel olarak çekilmeniz gerekiyorsa taktiksel olarak çekilirsiniz. Orada oturup kuma bir çizgi çekmeyeceksiniz. “Ne pahasına olursa olsun bu bölgeyi elimizde tutmalı ve mümkün olduğunca çok adam kaybetmeliyiz” dememelisiniz. İşte bu yüzden çekildiler, önce Kharkiv’den çekildiler, sonra da Kherson’da Dinyeper nehrinin batı kıyısında oturan birlikler ve o sırada General Surovikin onların geri çekilmesini emretti. Tabii ki, Shoigu veya Gerasimov’la genelkurmay başkanının izniyle geri çekilme emrini verdi. Bunun üzerine Ruslar nehrin doğu yakasına gelip mevzilerini alıyorlar. Bu arada üç savunma hattı inşa ediyorlar. Sanırım ne olacağına dair oldukça iyi bir fikirleri var. İşte tam bu noktada Batı, tüm bu süreç boyunca Rusya’nın askeri kabiliyetine dair hiçbir anlayışa sahip değildi. Batı, 1990’lı yıllara dayanan, yanlış varsayımlara dayalı bir anlatının içine hapsolmuştu. Ve bazı durumlarda, sanırım Rusları hala Sovyet komünistleri olarak nitelendirdiler ki bu tamamen saçmalık. İşte her şey burada. Ah, Rusların füzeleri bitiyordu.

Görünüşe Batı’daki hiç kimse dünyadaki tüm ülkeler arasında uranyum, alüminyum, domuz demiri, demir cevheri, gaz, petrol gibi doğal kaynaklar bakımından bir numaralı ülkenin Rusya olduğunu fark edemedi. Nikel, nadir mineraller, bilirsiniz, listeyi aşağıya doğru inersiniz. Rusya’nın hayatta kalabilmesi, sanayiyi sürdürebilmesi için kendi madenleri yeterli, ihtiyaç duyduğu şeyleri üretmek için başka bir yere gitmesine gerek yok. Batı, Rusya’nın Batı gibi endüstriyel kapasitesini yok etmediğini gördü. Batı ihtiyaçlarının çoğunu Asya’ya, Güney Amerika ve Meksika’ya gönderdi. Ve böylece Rusya birdenbire bir düğmeye basıp sanayisini harekete geçirebildi ve birdenbire füzeler, roketler, top namluları, toplar, tanklar, uçaklar üretmeye başladılar. Bilirsiniz, insanlar Çin’in çok büyük bir sanayi devi olduğundan bahsediyor. Evet doğru. Ancak Çin kendi ticari uçağını üretemiyor, Rusya üretiyor. Rusya, Rusya’nın etrafında uçacak ve %100 Rus parçalarıyla inşa edilmiş ticari uçak üretebilir ve üretti. Yani Batı Rusya’nın zayıf bir taraf olmadığını anlamada başarısız oldu. Eski senatör John McCain, Rusya’yı bir ülke ya da ülke görünümüne bürünmüş bir benzin istasyonu olarak tanımlamıştı. Sadece aptal. Aptal ve kibirli. Ama o öyleydi, aptal ve kibirli.

‘Almanya ABD ona ne yapmasını söylerse onu yapacak’

  • Geçen günlerde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde bir konuşma yaptınız. Kuzey Akımı boru hattına yapılan saldırıdan bahsettiniz ve durum açıkça tüm dünyada tartışılan bir konuydu. Gördüğümüz kadarıyla, ABD ne kadar Ukrayna’yı parmakla gösterse de bu konuyla ilgili küresel fikir birliği, ABD’nin sorumlu olduğu yönünde. Ancak operasyonun kapsamı göz önüne alındığında Ukrayna’nın bunu başarması beklenmiyor. Yani Almanya bu tartışmanın merkezinde ama aslında konuyu halının altına süpürüyorlar. Konu hakkında konuşmaktan hiç keyif almıyorlar. Ancak kapalı kapılar ardında Alman karar vericilerin konuyu ABD ile ilişkilerini yeniden gözden geçirmek için bir neden olarak gördüğünü düşünüyor musunuz?

Hayır, talihsiz olan da bu. Amerika Birleşik Devletleri’nin kurbanı oldular ve bu konuda hiçbir şey yapmıyorlar. Birine benim için Olaf Scholz’u boynunda bir tasma ve Joe Biden’ın elinde bir köpek tasması ile gösteren siyasi bir karikatür yaptırmaya çalışıyordum, çünkü öyleydi. Onlar tasmanın ucundaki bir köpek ve sahibi ABD onları nereye sürüklemek isterse oraya gidecekler. ABD onlara ne yapmalarını söylerse onu yapacaklar. Biz onlara yemelerini söylediğimiz şeyleri yiyecekler. Biliyorsunuz bu bir ülke için aşağılanmadır. Bunda onur yok. Ama bunun kendilerine yapılmasına izin veriyorlar. Hangi sebeple bilmiyorum. Çünkü Almanya’ya yapılan bu saldırının ekonomik sonuçları derin oldu. Almanya sözde uluslararası kurallara dayalı düzeni koruma konusunda ısrarcı değil. Mesela Türkiye’den kaç tane boru hattı geçiyor biliyor musunuz? En az üç, belki daha fazla olduğunu düşünüyorum. Birisi boru hatlarınızdan birini havaya uçurursa, arkanıza yaslanıp “Bunu kimin yaptığını bilmiyorum dostum” mu diyeceksiniz. Bu korkunç. Siz de haklı olarak öfkelenirsiniz ve bunu kimin yaptığını bulmak ve bunu yapanlardan hesap sormak istersiniz.

Nord Stream’de göremediğimiz şey de bu. Yani batıdaki çılgınlar bununla Rusya’ya zarar vereceğimizi sandılar. Boru hattını havaya uçuruyorlar. Yani boru hattının tamamı Rusya’nın Avrupa’ya ucuz gaz sağlayabileceği bir dağıtım mekanizmasıdır. Boru hattı artık orada değil. Rusya gazı hâlâ topraktan üretiyor. Sadece farklı şekillerde göndermeleri gerekiyor. Bu da nakliyeyi yapan kişilerin daha fazla para kazandıkları için zenginleşecekleri anlamına geliyor. Ve hattın sonundaki tüketiciler, ulaşım maliyetleri arttığı için daha fazla ödeyecekler. Bu ileri düzey matematik yapmak zorunda kalmaya benzemiyor. Bu basit toplama ve çıkarma işleminin bir parçasıdır. Ve bu anlamda, Rusya’ya ekonomik olarak zarar vermedi ama sadece Almanya’ya değil, tüm Avrupa’ya zarar verdi çünkü gaza daha fazla para ödüyorlar. Ve fiyatlar yükseldiğinde, bu durum tedarik hattını etkiliyor, işleri etkiliyor. Almanya’da kapanan ve ülke dışına taşınan çok sayıda fabrikanız oldu. Asıl şok edici olan Almanların bunu kabul etmeye bu kadar istekli olmaları. Biliyor musun, bu gerçekten utanç verici.

‘Herkes aklını mı kaçırdı? Tayvan bir ülke değil, Çin’in parçasıdır!’

  • Avrupa’nın ABD ne isterse yaptığını söylediniz. Çin devlet başkanı Bay Xi Jinping Avrupa’ya bir gezi düzenledi. Çin’in Tayvan meselesiyle ilgili de beklentileri var. ABD’nin Çin’den ekonomik olarak kopmak istediğini biliyoruz. Kendi çıkarları da göz önünde bulundurulduğunda Avrupa’nın bu kopuşta ABD’yi takip edeceğini düşünüyor musunuz?

Herkes aklını mı kaçırdı? Alzheimer hastalarının hafızası mı kalmadı? Tayvan Çin’in bir parçasıdır. ABD’nin 1972’de desteklemeyi kabul ettiği tek Çin politikası buydu. Bunun sonucunda Tayvan artık Birleşmiş Milletler’de masaya oturabilecek bir ülke olarak tanınmıyordu. Tayvan bir ülke değil Çin’in bir parçasıdır. Bunu kabul etmek zorundalar. Ya da Batı hayır demek isterse “artık bunu kabul etmeyeceğiz.” “Çin’le savaşa girmek istiyoruz” mu diyorsunuz? Tamam, devam edin. Gerçek şu ki Çin, dünyayı fethetmeye hevesli emperyal bir güç olarak gösterilmeye devam ediliyor. Son 45 yılda kendi sınırları dışında yürüttükleri tek askeri operasyon Vietnam’a saldırıydı o zaman da Vietnam Kamboçya’ya saldırıyordu. Yani Çin, Fransızlar gibi, Amerikalılar gibi, İngilizler gibi Afrika’da, Sahel’de Çin askeri üsleri kurarak dünyayı dolaşan saldırgan bir seferi askeri güç olmadı, yani sömürgeci sorunu olan Batı’dır Çin değil.

Çin’in Avrupa ziyareti, birincisi, Macron’la konuşmak, Macron’u tekrar gemiye alıp Avrupalıları Rusya ile ciddi bir müzakere başlatmaya ikna edecek bir şeyler yapıp yapamayacağımızı görmek amacıyla gerçekleşiyor. Ama sonra Macarlar ve Hırvatlarla buluştu. Temelde Rusların yanında yer aldılar. Sanırım bir nevi bu devletlere, Rusya’nın tutumuna verdikleri destek nedeniyle Avrupa kıtası içinde kendinizi izole edilmiş hissedebilecekleri için güvence sağlıyor. Sanırım gönderdiği mesajlardan biri bu. Bence Tayvan’la ilgili ortaya çıkan bu histerinin çoğu, Batı’nın bir düşman yaratma ihtiyacından kaynaklanıyor; böylece ABD’nin yılda bir trilyon dolara yaklaşan savunma bütçesini haklı gösterebilirler. Bence geriye dönüp gerçeklerle yüzleşelim. Biz anlaştık, ulusumuzun liderleri 52 yıl önce Tayvan’ın Çin’in bir parçası olduğu konusunda hemfikirdi. Dolayısıyla tek Çin politikası. Anlaşmalara uyalım.

‘Birleşik Krallık solan bir güç.’

  • Bildiğimiz gibi Süveyş krizinden bu yana küresel sahnede nüfuz açısından Birleşik Krallık’ın ABD’nin ardından ikinci sırada yer aldığını görüyoruz. Ancak Birleşik Krallık’ın küresel siyaseti etkileme konusunda göründüğünden çok daha güçlü olduğu iddiası hep dile getiriliyor. Suriye iç savaşıyla birlikte Rusya ile İngiltere arasında ciddi bir istihbarat savaşı gördük. Ve şimdi Ukrayna’da, Ukrayna operasyonlarının istihbarat alanında CIA’den çok MI6 ile bağlantılı olduğuna dair raporlar bile var. Peki Londra’daki ekonomik gücü ve MI6 nüfuzu ile Birleşik Krallık’ın dünya çapında düşündüğümüzden çok daha fazla etkiye sahip olduğu fikirlerine katılıyor musunuz?

Benim görüşüme göre İngilizler, pis, küçük bir Chihuahua’ya, küçük minnacık bir köpeğe benziyor. Gerçekten huysuz, kimseyle anlaşamıyor ve konu söz konusu olduğunda gerçekten ilgisiz, bilirsiniz, bazı kargaşaları yaratma yeteneğine sahip. İngilizler hâlâ kendilerini küresel sömürgeci güç olarak görüyorlar. Artık değiller. Bir şakadan ibaretler. Donanmaları uçak gemilerini bile çalıştıramıyor. Mayın tarama gemilerinden biri başka bir mayın tarama gemisine çarptı. Biliyor musun, araba kullanmayı bile bilmiyorlar. Artık teknelerini, gemilerini nasıl satacaklarını bilmiyorlar. Zamanında kendisini küresel bir deniz gücü olarak kabul ettiren ülke. Burada Rusya’ya saldırmak ve onu kışkırtmak için ellerinden geleni yapıyorlar ve bunu hiçbir kontrol duygusu olmadan yapıyorlar. Ama çok fazla güçleri yok. Ekonomik bir güç değiller. Son baktığımda GSYH açısından dünyada ilk 10’da bile değillerdi. Birleşik Krallık solan bir güç. Ve solan tüm güçler gibi onlar da debeleniyorlar. Birilerini yakalayıp yanlarına çekebilirler ama Britanya durumu tersine çeviremeyecek. 70.000 kişilik bir orduları var. Bu hiçbir şey değil. Tankları, sanırım askeri güçlerinin en iyi göstergesi, rakip tanklarından biri çamura batmıştı, bilirsiniz, dışarı çıktı, çamura battı. Çıkaramadılar. Bu Britanya’yı anlatıyor. Bu yüzden Ukraynalılara karşı çok agresif olacaklarından şüphem yok ama biliyorsunuz, çeklerin çoğunu onlar yazmıyorlar. Her zaman prensibe inanın. Para konuşur, biliyorsun veya altın kural altına sahip olanlar kuralları koyar. Ve bu durumda ABD altın kuralın kralıdır. Paranın büyük kısmını biz sağlıyoruz. Ukraynalılar İngilizleri dinlemeden önce bizi dinleyecekler, çünkü biz daha iyi para ödüyoruz.

‘MI6’in ve CIA’in devrinin geçtiğini düşünüyorum’

  • Evet ama onların istihbaratı ne olacak? Etki açısından onların istihbaratının CIA ile aynı seviyede olduğunu düşünüyor musunuz?

MI6 ve CIA genellikle açık kaynak istihbaratı kullanır. İnsan kaynağı istihbaratı genellikle saçmalıktır. Yapmıyorlar. Her iki tarafın da Rus hükümeti ve Rus ordusu içinde iyi bir nüfuzu veya varlığı yok. Ve bunun nedeni oldukça basit. Rusya’da aklı başında kim İngilizler ya da Amerikalılar adına casusluk yapmak için hayatını riske atmak ister ki? Hiç mantıklı değil. Her iki ülke de pek çok açıdan Rusya’dan daha az özgürlüğe sahip. Her iki taraf da siyasi muhaliflere yönelik siyasi zulümle meşgul; Rusya’yı sık sık bunu yapmakla suçluyorlar. Yani biliyorsunuz, Britanya gibi. Britanya da bir nevi polis devletidir. Kürtaj kliniğinin önünde dua ettiğiniz için tutuklanabilirsiniz. Dua etmek, yüksek sesle bile konuşmamak, sessizce dua etmek. Düşünce suçundan tutuklanıyorsun. Üst düzey Rus yetkililer bu şekilde kendilerini riske atacaklar. Yani istihbarat açısından bakıldığında, CIA ve MI6’in büyük ölçüde önemsizler. Kötü niyetle etkili oldukları nokta, Ukraynalıların Rusya içindeki hedeflerine karşı saldırılar düzenledikleri gizli eylemler planlamasına yardımcı olmaktır. Bunlar yine savaşı değiştirmiyor. Yaptıkları tek şey Rusları fena halde kızdırmak ve Rusların Ukraynalıları yok etme konusunda daha kararlı olmalarını sağlamak. Ama MI6’in ve CIA’in devrinin geçtiğini düşünüyorum.

‘Trump gelirse Ukrayna savaşını bitirir.’

  • Amerika Birleşik Devletleri’nde yaklaşan seçimlerle ilgili. Gazze’de savaş devam ederken Biden yönetiminin anketlerinin her zamankinden daha düşük gittiğini gördük. Dolayısıyla dünyada Donald Trump’ın Kasım seçimlerinde geri dönüş yapacağı yönünde genel bir beklenti var. Peki olası yeni bir Trump yönetiminde ABD’nin dış politikası için ne öngörüyorsunuz? İsrail’le ilişkilerinin değişeceğini, güçleneceğini düşünüyor musunuz? Sizce Trump Ukrayna’daki savaşı bir günde bitirmek için söz verdiği şeyi yapacak mı?

Evet, Ukrayna’daki savaşı bitireceğini düşünüyorum. NATO’nun çok güçlü bir şekilde yeniden değerlendirilmesi için baskı yapacağını düşünüyorum. Ancak İsrail politikasının pek değişeceğini düşünmüyorum. Belki farklı bir bakış açısı getirecektir. Mesela Türkiye’yle, Ürdün’le, Suudi Arabistan’la, Mısır’la müzakereler yapmaya daha istekli olacak ve nasıl bir çözüm bulunabileceğini görmeye çalışacak. Netanyahu’nun hayranı değil, bu da Netanyahu’nun muhtemelen o noktada terk edilip gideceği anlamına geliyor. Ancak İsraillilerin çoğunluğu hâlâ Netanyahu’nun izlediği temel politikaları destekliyor. Dolayısıyla Trump gelse bile ABD’nin İsrail politikasında pek bir değişiklik olacağını görmüyorum. Aksine, Cumhuriyetçiler İsrail’in, Siyonist hareketin Demokratlara göre daha cesur destekçileridir. İsrail’i Cumhuriyetçilerle aynı coşkuyla desteklemekte tereddüt eden Demokratların sayısı daha fazla. Çin’e yönelik politikada bir değişiklik göreceğinizi düşünüyorum. Daha az hakaret edici olacaktır. ABD’nin şu anda yaptığı şey Çinlilere hakaret etmek. Çin bundan bıktı ve yoruldu. “Bize bu şekilde davranılmayacak” diyorlar.

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

‘Xi’nin ziyareti sağlam dostluğun kanıtı’

Yayınlanma

Sırbistan Hükümeti Çalışma, İstihdam, Gazi ve Sosyal Politika Bakanı Nemanja Starović Harici’ye konuştu. Xi Jinping ve Aleksandar Vucic’in görüşmelerinin odak noktasının ekonomik işbirliği olduğunu vurgulayan Starović, Xi’nin görev sürecinin başlangıcından bu yana Sırbistan’a yaptığı ikinci ziyaretin “sağlam dostluğun kanıtı” olduğunu söyledi.

Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ticaret, yatırımlar ve Ukrayna savaşı üzerine görüşmeler yaptığı Fransa, Sırbistan ve Macaristan ziyaretlerinin ardından beş günlük Avrupa turunu tamamladı.

Fransa’da Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Xi’yi Pirene dağlarında çocukluğunu geçirdiği bölgeye bir gezi ile karşılarken, Sırbistan’da Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic, “dostluk” sloganları atan ve Sırbistan başkanlık sarayının önünde Çin bayrakları sallayan on binlerce kişiyi bir araya getirerek büyük bir karşılama düzenledi. Macaristan’da da Cumhurbaşkanı Tamas Sulyok ve Başbakan Viktor Orban Xi için kırmızı halı sererek, kendisini Macaristan Cumhurbaşkanlığı sarayında askeri törenle karşıladı.

Xi’nin özellikle Avrupa Birliği (AB) aday ülkesi Sırbistan ve AB üyesi Macaristan’a yaptığı ziyaretlere siyasi bağları derinleştirme ve Doğu ve Orta Avrupa’daki yatırımları genişletme vaatleri damgasını vurdu. Sırbistan Cumhurbaşkanı Vucic, Belgrad’da Xi’nin “ortak geleceğin küresel topluluğu” vizyonunu onayladı ve iki lider “sağlam bir ortaklığı” selamlarken, geçen yıl iki ülke arasında imzalanan serbest ticaret anlaşmasının 1 Temmuz’da yürürlüğe gireceğini duyurdu.

Sırbistan Hükümeti Çalışma, İstihdam, Gazi ve Sosyal Politika Bakanı olarak yeni atanan Nemanja Starović Harici adına gazeteci Dr. Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtladı. Xi’nin gezisi, Sırbistan-Çin ilişkileri ve Sırbistan-AB-NATO ilişkileri üzerine değerlendirmelerde bulunan Starović, daha önce de Sırbistan Savunma Bakanı Devlet Sekreteri olarak görev yaptığı dönemde Harici’nin sorularını yanıtlamıştı.

‘AB üyeliği uzak olduğundan Rusya ve Çin’i ihmal etmemeye çalışıyoruz’  

‘Sağlam dostluğun kanıtı oldu’

Çin ile Sırbistan arasındaki mevcut ikili ilişkiyi nasıl yorumluyorsunuz? İkili ilişkilerin son yıllarda gelişme gösterdiği süreçte en çok neler öne çıkıyor? Sırbistan ve Çin liderlerinin bu kez tartışma gündeminde hangi politika konularına öncelik verildi? Xi Jinping’in ziyaretinden ne gibi yeni sonuçlar çıkmasını bekliyorsunuz?

Her şeyden önce, Başkan Xi’nin görev süresinin başlangıcından bu yana ikinci olan Sırbistan ziyareti, iki ulusumuzun geçtiğimiz on yılda kurduğu sağlam dostluğun kanıtı oldu. 29 farklı anlaşmanın imzalanması, aynı zamanda çeşitli alanlardaki işbirliğimizi daha da geliştirmek için bir sıçrama tahtası oldu. Bunların arasında, yeni dönemde Ortak Gelecek için Topluluğa, yani Çin tarafından başlatılan ve Sırbistan’ın ilk onayladığı yeni platforma verdiğimiz desteğin de yer almasıyla özellikle gurur duyuyoruz. İki deneyimli liderin bir araya gelmesinde gerekli olan, küresel ölçekte öne çıkan tüm konuların tartışılmasının yanı sıra, doğal olarak görüşmelerin odak noktası ikili ekonomik işbirliği oldu.

‘Çin elektrikli araçlarının Sırbistan’da üretilmesiyle yakından ilgileniyoruz’

 Çin ve Sırbistan, stadyumlardan köprülere, otoyollardan demiryollarına kadar altyapı projelerinde güçlü ve derin bir işbirliğine sahip. Ancak Sırp hükümetinin ikili işbirliğinin iyileştirilmesi için bunların ötesinde işbirliği beklediği herhangi bir alan var mı?

Stratejik ortaklığımız son on yılda önemli ölçüde büyüdü ve bu en çok ekonomi alanında görülüyor. Daha 12 yıl önce Çin’e toplam ihracatımız 10 milyon doların altındayken, bu arada 1,2 milyar doların üzerine çıktı. Bu, ihracatımızı yaklaşık on yıl içinde 140 katına çıkarmayı başardığımız anlamına geliyor. Bugün toplam ticaret dövizimiz 6 milyar doları aşıyor ama Sırbistan ile Çin arasında yeni imzalanan Serbest Ticaret Anlaşması 1 Temmuz’da yürürlüğe girdiğinde bunu çok kısa sürede 10 milyar dolara çıkaracağız. Sırbistan büyüklüğündeki bir ülke için bu rakamlar gerçekten önemli. Çin Halk Cumhuriyeti, ortaklaşa geliştirdiğimiz çeşitli altyapı projelerinin yanı sıra 5 milyar doları aşan doğrudan yatırımlarıyla Sırbistan’daki tek en büyük yabancı yatırımcıdır. Çinli sermayeli şirketler ülkemizin en büyük ihracatçıları arasında yer alıyor. Geleceğe baktığımızda, yapay zekayı da kapsayan, Çin elektrikli araçlarının ülkemizde üretilmesine ve hatta uçan taksilerin üretilmesine yol açan yeni, gelişmiş teknolojilerin Sırbistan’da uygulanmasıyla çok ilgileniyoruz.

‘Çin’e asla sırtımızı dönmeyeceğiz’

Kuşak ve Yol Girişimi (BRI) ve 16+1 çerçevesi ve “Çin ile Orta ve Doğu Avrupa Ülkeleri Arasındaki İşbirliğine (Çin-CEE) ilişkin AB’nin yaklaşımı nedir? Bu görüşlerde herhangi bir gelişme var mı? Genel olarak Avrupa’da ve özel olarak Orta ve Doğu Avrupa’da Kuşak ve Yol Girişimi ve 16+1’in karşılaştığı en büyük zorluklar nelerdir?

Geçmişten bu yana Küçük Asya’yı Orta Avrupa’ya bağlayan doğal bir “otoyol” görevi gören Balkan yarımadasının ortasındaki coğrafi konumumuz göz önüne alındığında, Avrasya genelinde bağlantının artırılması için Kuşak ve Yol Girişimine katılmamız hem doğal hem de rasyoneldir. Bu büyük girişimin bir kısmı, Sırbistan ve Kuzey Makedonya üzerinden Ege ve Panoniyen havzasındaki limanlar arasındaki bağlantıları güçlendiren altyapıdır. Bu tür projeler insanlarımıza çok büyük faydalar sağlıyor. Size sadece bir örnek vermek gerekirse; Belgrad ile Budapeşte arasında yeni bir demiryolu inşa ederek, en kalabalık iki şehrimiz olan Belgrad ve Novi Sad’ı yüksek hızlı demiryolu ile birbirine bağladık ve iki şehir arasındaki yolculuğu 35 dakikalık keyifli bir seyahate dönüştürdük. Bazı ülkelerin çoğunlukla dışarıdan gelen baskılar nedeniyle Çin-CEE çerçevesinden ayrıldığının farkındayız ancak böyle bir adım atma niyetimiz yok. İki liderden alıntı yapacak olursak: “Çin’e asla sırtımızı dönmeyeceğiz” diyen Başkan Vučić ve “Çin için Sırbistan’ın Orta ve Doğu Avrupa’daki ilk stratejik ortak olduğunu” belirten Başkan Xi var.

‘NATO üyesi olmayacağız, askeri tarafsızlıktan yanayız’

Bu gezide Başkan Xi’nin Sırbistan’a geldiği gün, NATO’nun Belgrad’daki Çin Büyükelçiliğini bombalamasının 25. yıl dönümüydü. Sırbistan bugünkü NATO’yu nasıl görüyor? Peki ABD ve müttefikleri hâlâ Sırbistan veya Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri üzerinde bölgesel olarak nüfuz sahibi olmaya çalışıyor mu?

NATO’nun Sırbistan’a yönelik saldırısı sırasında 7 Mayıs 1999’da NATO bombaları tarafından öldürülen masum kurbanlar olan üç Çinli gazeteciyi andığımız bir tarihte Başkan Xi’nin Sırbistan’a gelmeye karar vermesi tesadüf değildi. Ortak anılarımız bizi daha da güçlü bir şekilde bağlıyor. Başkan Xi, “dostluğumuzun kanla ve canla örüldüğüne” vurgu yaptı. O karanlık günleri asla unutmayacağız ama affetmeliyiz. Bugün NATO ittifakı hemen yanı başımızdaki komşumuzu temsil ediyor. 8 farklı ülkeyle sınırımız var ve Bosna Hersek dışında hepsi NATO üyesi. NATO Barış için Ortaklık programı kapsamında aktif bir rolümüz var ama bizim asıl tavrımız NATO üyesi bir ülke olmayacağımızdır. Askeri tarafsızlık, dış politikamızın siyasi bağımsızlığın yanı sıra iki temel dayanağından biridir ve ikisiyle de gurur duyuyoruz. Pek çok Batılı ülkenin dış politikadaki egemenlik yolumuzdan memnun olmadığı ve biri ayrılıkçı eyaletimiz Kosova ve Metohija meselesi, diğeri ise ülkemizle ilgili olmak üzere bazı baskı noktalarının sürekli olarak devreye sokulduğu bilinen bir gerçektir. Rusya Federasyonu’na yaptırım uygulamayı reddediyoruz ama yine de halkımızın büyük çoğunluğunun desteklediği yolda kalmayı başarıyoruz.

Sırp perspektifinden Çin ile Sırbistan arasındaki ilişkiyi nasıl görüyorsunuz? Sırbistan, Çin’in Sırbistan ziyaretini nasıl değerlendiriyor? Sırbistan için ne anlama geliyor?

Başkan Xi’nin Sırbistan ziyaretiyle ilgili güçlü gurur ve sevinç duyguları var. Sırbistan küresel ölçekte Çin kadar büyük ve önemli olmasa da Çinli dostlarımız ülkemize her zaman büyük saygı gösteriyorlar. Bu, Başkan Xi’nin Sırbistan’a ikinci ziyareti olurken, bazı Batılı ülkelerin başkanları on yıllardır Belgrad’ı ziyaret etmiyor.

‘Ekonomik işbirliği, siyasi işbirliğiyle katalize ediliyor’

Çin-Sırbistan ilişkileri ve sonrası için politika tavsiyelerinizden bazıları nelerdir?

Sadece Çin ile ilişkilerimizde doğru bir yaklaşım sergilediğimizi ve şu ana kadar elde ettiğimiz sonuçların muazzam olduğunu söyleyebilirim. Yeni Serbest Ticaret Anlaşması ile işbirliğimizi mutlaka daha da ileri taşıyacağız. Ancak ekonomik işbirliğindeki tüm bu başarılar, mükemmel siyasi işbirliğiyle katalize ediliyor. Hem Çin hem de Sırbistan, uluslararası alanda egemen eşitlik, barış içinde bir arada yaşama ve iç işlerine karışmama gibi aynı ilkelere rehberlik ediyor. Tek Çin politikasını güçlü bir şekilde destekliyoruz ve Pekin, toprak bütünlüğümüzü korumaya yönelik siyasi mücadelemizi güçlü bir şekilde destekliyor.

‘Çetrefilli AB üyeliği sürecinde geleneksel dostlarımızdan vazgeçmeye hazır değiliz’

Sırbistan’ın bir Avrupa ülkesi olması bakımından Çin’le en üst düzey ilişkilere sahip ülkelerden biri olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bunun AB de dahil olmak üzere Batı ile olası ortaklıkları nasıl etkileyebileceğini düşünüyorsunuz? Sırbistan’ın kendisini Doğu İttifakı’na yerleştirdiğini söyleyebilir misiniz?

Çin’le olan işbirliğimiz ve sağlam dostluğumuz kimseye ve kesinlikle Avrupa Birliği’ne karşı değildir. Stratejik hedefimiz Avrupa Birliği’ne katılmaktır ve üyelik müzakerelerinde ileri aşamadayız. Ancak bu sürecin sonu henüz görünmüyor ve hedef hâlâ hareketli bir hedefi andırıyor. AB üyesi olduğumuzda, AB’nin ortak dış ve güvenlik politikasına uyum sağlamamız gerektiğini tamamen anlıyoruz, ancak bu uzun ve çetrefilli yol boyunca geleneksel dostlarımızdan vazgeçmeye hazır değiliz.

‘Hem Çin hem de Fransa Sırbistan’daki yatırımlarını artırdı’

Fransa’nın AB, NATO ve Batı’daki konumu ve rolü karşısında Çin’in ortak çabaları neler olabilir ve neler yapılabilir? Sırbistan ve Fransa, iklim değişikliğinden çatışma çözümüne kadar bazı ortak zorlukları ele alıyor mu? ABD’nin ilişkilere etkisi ve müdahalesi nasıl azaltılabilir?

Daha önce de belirttiğim gibi Çin’i sarsılmaz bir dost olarak görüyoruz. Fransa aynı zamanda Sırbistan’ın AB içinde sahip olduğu en önemli ortaklardan biri. İki ülke arasındaki işbirliğinin arttığını görmekten her zaman memnuniyet duyuyoruz ancak ilişkilerine müdahale etmiyoruz. Hem Çin hem de Fransa, geçtiğimiz yıllarda Sırbistan’daki yatırımlarını önemli ölçüde artırmıştı. Buna iyi bir örnek, hem Çinli hem de Fransız şirketlerinin yer aldığı, uzun zamandır beklenen Belgrad metrosunun inşaatına ilişkin mega projemizdir.

‘Ukrayna’daki trajik savaşın bir parçası olmayı reddediyoruz’

Rusya-Ukrayna çatışmasına nasıl bakıyorsunuz? Sona ermesi için hangi olası senaryoları bekliyorsunuz? Ne tür çatışma çözümleri olabilir?

Tarih bize bir şey öğrettiyse o da, tüm savaşların ya bir barış anlaşmasıyla ya da savaşan bir tarafın tamamen yok edilmesiyle sona erdiğidir. Ukrayna’daki bu trajik savaş eninde sonunda bir tür barış anlaşmasıyla sona erecek ve bunun ne kadar erken olursa o kadar iyi olacağına inanıyoruz. Hem Rusları hem de Ukraynalıları kardeş halklar olarak görüyor ve başta sivil kayıplar olmak üzere savaş alanlarındaki her türlü can kaybından büyük acı duyuyoruz. Sırbistan, Ukrayna’nın toprak bütünlüğünün ihlalini kınadı, ancak biz bu trajik savaşın herhangi bir parçası olmayı reddediyoruz. Her iki tarafın da desteklediği barış çabalarında bize de bir rol düşerse, elimizden geleni yapmaktan her zaman memnuniyet duyarız.

‘İsrail’le silah ticaretimizin hacmi, bazı ülkelerin yaptığı ticaret hacmiyle kıyaslanamaz bile’

İsrail’in Gazze’deki katliamına karşı tavrınız nedir? Sırbistan’ın İsrail’e gizlice silah gönderebileceğine dair birçok haber var. Bu iddiaları teyit etmeniz veya reddetmeniz mümkün mü? Ve genel olarak Sırbistan neden İsrail-Hamas çatışması konusunda sessizsiniz?

Hamas’ın 7 Ekim 2023’te İsrailli sivillere yönelik barbar saldırısını şiddetle kınadık, ancak aynı zamanda Gazze Şeridi’nde sivillerin çektiği acılara ilişkin kaygıları da paylaşıyoruz. Bu da katılmayı düşünmediğimiz ancak istendiği takdirde barış çabalarına yardım etmeye her zaman hazır olduğumuz başka bir savaş. Silah konusunda hiçbir zaman kimseye gizli bir ihracat yapmadık. Öncelikle kendi ihtiyaçlarımız için, aynı zamanda ihracat için de silah ve mühimmat üretme konusunda köklü bir geleneğe sahibiz. Ancak bu alandaki uluslararası düzenlemelere sıkı bir şekilde uyuyoruz ve her zaman son derece şeffaf olma eğilimindeyiz. İsrail’le bu alanda uzun süredir devam eden bir işbirliğimiz var ama İsrail’le yaptığımız silah ve mühimmat ticaretimizin genel hacmi, bazı ülkelerin yaptığı ticaret hacmiyle kıyaslanamaz bile.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English