Bizi Takip Edin

SÖYLEŞİ

Brezilyalı Senatör Lula’nın seçim stratejisini anlattı

Yayınlanma

Senatör Randolfe Rodrigues (RR), iyi bir konuşmacı olarak bilinen ve aynı zamanda Brezilya’nın bir sonraki muhtemel cumhurbaşkanı adayının doğduğu şehir olan Pernambuco’nun kuzeydoğusundaki Garanhuns bölgesinde doğduğu için Lula karşıtlarının saldırısına uğrayan tanınmış bir Brezilyalı politikacıdır. Rodrigues aynı zamanda, 2003-2018 yılları arasında Lula döneminde Çevre Bakanlığı yapmış olan ünlü çevre aktivisti Marina Silva’nın liderliğini yaptığı “Sürdürülebilirlik Platformu” (Rede Sustentabilidade) üyesidir.  Marina Silva’nın birkaç yılını İşçi Partisi’ne karşı liderlik için Lula’ya meydan okuyarak geçirdiğini de eklemek gerekir. Bolsonarizm’in Brezilya demokrasisi için oluşturduğu tehditten korunma stratejisiyle REDE, “Brezilya da Esperança” (Umut Brezilyası) koalisyonuna katılan siyasi partilerden biridir.

“Umut Brezilyası” parti federasyonlarından oluşur: PT, Yeşil Parti (PV), Brezilya Komünist Partisi (PCdoB) ve siyasi partiler: Sosyalizm ve Özgürlük Partisi (PSOL), REDE, Brezilya Sosyalist Partisi (PSB), Dayanışma Partisi (SD), Sosyal Düzenin Cumhuriyetçi Partisi (ProS) ve Devamlılık (Avante) ve Agir Partileri.

Buna ek olarak, Lula’nın bu ikinci turdaki adaylığı, Brezilya toplumunun diğer önemli kişilikleri arasında, ilk turda yaklaşık 5 milyon oyla 3. olan Simone Tebet (Brezilya Demokratik Hareketi – MDB), 3,5 milyondan fazla oyla 4. olan Ciro Gomes (Demokratik İşçi Partisi – PDT) ve eski başkan Fernando Henrique Cardoso’nun (Brezilya Sosyal Demokrasi Partisi – PSDB) desteğini aldı.

Siyaset bilimci ve gazeteci Micaela Ovelar, Senator Randolfe Rodrigues ile.

Seçim hattı

Savaşın tam ortasında kimsenin düşmanının ya da siyasi rakibinin bilmesini istemeyeceği bir şey varsa, bu kesinlikle onları herhangi bir savaş alanında yenmek için belirlediği stratejilerdir. Bununla birlikte, 2 Ekim’de yapılan genel seçimlerin ilk turunun üzerinden neredeyse iki hafta geçti ve 30 Ekim’de Brezilya Federatif Cumhuriyeti’nin (diğer valilerin yanı sıra) başkanının kim olacağına karar verilmesine iki hafta var, her iki adayın da stratejisi, Lula ve Bolsonaro, zaten ortaya çıktı. Senatör Randolfe Rodrigues ile seçim sürecini ve Lula’nın stratejisini konuştuk.

‘Seçim değil, referandum’

  • “Umut Brezilyası” koalisyonu stratejisine girmeden önce, size sormak istiyorum Senatör, cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci ve son turu ülke ve Brezilya halkı için neyi temsil ediyor?

Önümüzdeki 30 Ekim, faşizm ve demokrasi arasında bir seçim yapılacak, yani demokratik hukuk sistemi ekseninden mi devam edeceğiz ya da maalesef ülkemiz, Jair Bolsonaro’nun getirdiği otoriterliğin yerini sağlamlaştırmaya doğru mu gidecek, bunun kararı verilecek. Önümüzdeki 30 Ekim’de Brezilya’da gerçekleşecek olan şey, normal bir seçim değil, bir referandum. Bize toplumsal başarıları getiren, temel haklarda ilerlemeleri somutlaştıran, çevre koruma gündemini yaratan, kısacası Brezilya’ya demokrasi getiren 1988 Brezilya Anayasası’nın etkin ve geçerli olmaya devam edip etmeyeceğini, ya da tam tersine eğer Bolsonaro yeniden seçilirse söz konusu anayasanın yürürlükten kaldırılıp kaldırılmayacağını belirleyecek bir referandum. Zira bu olursa ülkemize faşizm dayatılmış olur.

  • Kısaca Bolsonarizm nedir?

Bolsonarismo faşizmdir, dünyanın geri kalanında faşizm olarak anlaşılır, Brezilya’da buna Bolsonarismo denir. Bu, demokrasi ve haklar adına hayal edebileceğimiz en kötü gecikme. Brezilya’da yürüttüğümüz mücadele, faşizme karşı medeni bir mücadeledir. Ve bu bağlamda, Lula demokrasiyi ve medenileşme paktını temsil eder. Lula, kendisini destekleyen siyasi partilerin toplamından çok daha fazlasıdır. Lula, sol veya sağın adaylığından çok daha fazlasıdır; Lula, tüm Brezilya’nın demokratik güçlerinin adaylığıdır.

Kampanya stratejisi

Mevcut Brezilya cumhurbaşkanı adına Bolsonaro, kendisini dört yıl önce iktidara getirmeyi başaran enstrümanları kullanmaya adadı: Lula ve İşçi Partisi hakkındaki yalan haberler, nüfusta korku yaratmayı amaçlayan retorik, kelimenin tam anlamıyla silahlanmaya ve “Tanrı, ülke, aile ve özgürlük” muhafazakâr değerlerini benimsemeye çağrı.

Bizler, Lula’yı destekleyen koalisyon olarak, Bolsonaro ile aynı mekanizmayı – yalan yaymak – kullanmadık. Biz gerçeklerden bahsedeceğiz. Brezilya’daki ve dünyadaki insanlar Jair Bolsonaro’nun kim olduğunu, nasıl biri olduğunu, siyasi ve kamusal yaşamın içinde ve dışında nasıl davrandığını bilmek zorundalar. Onun gerçekte kim olduğunu ve Brezilya halkına ne yaptığını yaymalıyız. Ve bunu yapabildiğimiz her yerde ve alanda yapmalıyız.

Kendi deyişimizle, Lula’nın kampanyası, ilk turda ilk olmakla birlikte, Lula’nın Bolsonaro ve diğer rakiplerine karşı çok yumuşak olduğunu düşünen pek çok takipçisinin gözünde artık daha agresif ve daha çatışmacı hale geldi. İçlerinde Simone Tebet (MDB – merkez sağ) ve Ciro Gomes’in (PDT – Sosyal Demokrasi) de yer aldığı bazı takipçileri Lula’ya desteklerini dile getirdiler. Bu yüzden, Lula’nın kampanyası, “tekrar mutlu olmak için sevgiyle” sloganını ihmal etmeden, Bolsonaro’nun ve onun neo-faşist teklifinin maskesini düşürmeye odaklandı.

Bolsonaro yamyamlığa katıldığını itiraf etmiş bir kişi. Bolsonaro, 1980’lerin ortalarında diktatörlüğün sona ermesinden bu yana Brezilya’nın sahip olduğu demokratik ve yasal yapıyı yıkmakla tehdit etti. Bolsonaro, yerli halkların bir alt ırk olduğunu ve diğer İnsanlardan daha az insan olduklarını söyledi. Bolsonaro kadınlara, siyahilere, azınlıklara ve çeşitliliğe karşı düşmanlığını defalarca gösterdi. O kişi bu ülkeyi yönetmeye devam edemez. Brezilya toplumunun büyük bir kısmının Bolsonaro’nun kim olduğunu zaten bildiğine inanıyorum ve son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ona oy veren birçok Brezilyalı, ülkeyi bir psikopata emanet etmeyecektir.

  • Kuşkusuz Bolsonaro’nun kim olduğu ve ülke için neyi temsil ettiğini iyi bilen birçok Brezilyalı var, ancak mevcut başkanın eleştirilerini dinleyen ve fikirlerini değiştirmeyen birçok Brezilyalı olduğu da gerçek. Aslına bakarsanız 51 milyon Brezilyalı (% 43,20) oylarıyla Bolsonaro’yu destekledi. Lula ise 57 milyon oy (% 48,43) aldı. Peki bu neden oluyor?

Bolsonarizm, daha çok faşizmin bir özelliği olan bir dogma meselesi haline geldi. Faşizm asıl niyetini gizlemek için gerçekleri örtbas etmeye çalışır. Burada sosyolojik açıdan daha fazla analiz yapılması gerekmektedir. Bu anlamda Brezilya toplumunda ne yazık ki Bolsonaro’nun önerdiği yanlış değerlerle özdeşleşen kesimler bulunmaktadır. Ancak bu kesimlerin ülkemizde çoğunlukta olmadığına ve bunun 30 Ekim’de sandıkta gösterileceğine inancım tam.

Burada neyin tehlikede olduğunu açıkça belirtmelisiniz. Son zamanlarda kurulan ittifaklar ve Lula’nın aldığı destek, Lula’nın Brezilya’da faşizmin ilerlemesine karşı demokrasiyi savunması içindir, bu bir medeniyet paktıdır.

İttifak stratejisi

  • İttifaklarla ilgili olarak: Lula’nın bu yeni müttefikleri kampanyaya nasıl dahil edilecek?

Yeni ittifaklar kampanyamızın sahip olduğu profili değiştireceğimiz anlamına gelmiyor, ancak ülkemizin demokratik yaşamında geniş yörüngelere sahip siyasi temsilcilerin bir araya gelmesiyle profilimizi genişleteceğiz. İlk turda sunduğumuz hükümet programımız, bu ikinci turda savunduğumuzla aynıdır; ancak, Lula’nın başkanlığını destekleyen partilerin talebi üzerine yeni maddeler ekleyeceğiz. Ve bunu takiben, kampanyanın kimliği, ikinci turda oy potansiyelimizi arttırmak için bu yeni politik güçlerin birleşiminin yanı sıra yeni programın ana hatlarını da çizmelidir. Burada konu kırmızı, mavi, yeşil veya sarıyı desteklemek değil, her siyasi gücün tanımlanmış bir kimliği vardır ve stratejik hedefe ulaşmak için ortak çaba göstermekle ilgilidir: Bolsonaro’yu ve bolsonarizmi sandıklarda ve sokaklarda yenmek. Bu anlamda, yeni müttefiklerimizin önerilerini dahil edeceğiz, Bolsonaro’nun saldırılarını izleyeceğiz ve karşı saldırılarımızı düzenleyeceğiz.

Sonuç olarak, artık mücadelenin demokrasi için olduğu ve bu mücadelenin Brezilya’da faşizmin ilerlemesini önlemek, durdurmak ve engellemek için verildiği daha açıktır.

ORTADOĞU

‘Gazze’yi Batı Şeria ile buluşturan başkenti Kudüs olan bir çözüm, tek geçerli çözümdür’

Yayınlanma

İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları sonrası CNN ve BBC gibi Batı televizyonlarında yaptığı çıkışlarla gündeme gelen Filistin’in İngiltere’deki Misyonunun Başkanı Büyükelçi Husam Zomlot Harici’ye konuştu. Netanyahu’nun Gazze için planlarını değerlendiren Büyükelçi, “Gazze, Filistin devletinin ayrılmaz bir parçasıdır” dedi.

Filistinli Büyükelçi Zomlot, BBC programında sunucunun Hamas’ın saldırılarını kınıyor musunuz sorusu üzerine “Gazze’de kınanması gereken biri varsa o da sivillere saldıran İsrail’dir” yanıtını vermişti.

Harici adına gazeteci Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtlayan Husam Zomlot, savaş sonrası Gazze’deki siyasi duruma, Arap ve Müslüman ülkelerin Filistin’e verdiği desteğe ve Türkiye’nin tutumuna ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

‘Filistin halkı birlik içindedir’

Öncelikle Filistin’in temsiliyle ilgili bir sorum var. Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) diplomatik temsilcisi olarak nereye giderseniz gidin, hangi televizyon kanalına çıkarsanız çıkın, Hamas’ın eylemlerine de cevap vermek zorundasınız. Çünkü insanlar size Hamas’ın yaptıklarını soruyor ve siz de kendi tarafınızı her şekilde savunmanız gereken pozisyonda kalıyorsunuz. Duruşunuzu muhataplarınıza nasıl açıklıyorsunuz?

Her şey çok açık. Biz Filistin halkını temsil ediyoruz, çünkü biz FKÖ’yü temsil ediyoruz. FKÖ, tüm Filistin halkının tek meşru temsilcisidir. Bütün Filistin dokusundan ileri gelen meşruiyeti var. Tarihi meşruiyeti var. Demokratik meşruiyeti var. Ve Filistin halkının bölgedeki tek meşru temsilcisi olarak tanınıyor. Ve uluslararası alanda tanınıyor. Londra’da FKÖ ofisimiz var. Washington’da da FKÖ ofisimiz vardı. Dolayısıyla Filistin halkını temsil etme konusunda herhangi bir sorun yok. Filistin halkı birlik içindedir. Zalimin bir olması gerçeği karşısında birleşiyoruz. Bayrağımızın bir olmasıyla birleşiyoruz. Topraklarımızı özgürleştirme hedefimizin bir olduğu gerçeğiyle birleşiyoruz. Yani siyasi gruplar arasındaki meselenin bizim temsilimizle hiçbir ilgisi yok. Biz Filistin halkını temsil ediyoruz.

‘İsrail Gazze’yi FKÖ’ye iade etmek istemeyecek’

En önemli soru, Gazze’nin geleceği ne olacak? ABD, savaştan sonra Gazze’yi Filistin otoritesinin yönetmesini istiyor. Ancak Netanyahu hükümeti bunu reddediyor. İsrail algısına göre İsrail Savunma Kuvvetleri savaştan sonra bile Gazze’den ayrılmayacak. ABD, İsrail’in Gazze’yi işgalini desteklerse gelecekte Gazze ne olacak? B planınız nedir?

İsrail’in resmi yaklaşımı Gazze’yi FKÖ’ye iade etmeyecekleri yönünde. Bu onların ajandasının bir parçası. Özgür Filistin’in ortaya çıkmasına izin vermek istemiyorlar. Ve Netanyahu bu konuyu kamuya açık şekilde söylüyor. Filistin devletinin kurulmasını engelleyen odur. Planı çok açık. Filistin coğrafyası ile Filistin siyasi sisteminin birleşmesi halinde bunun Filistin devleti fikrini ister istemez geri getireceğini düşünüyor ve bunu istemiyor. Netanyahu’nun söylediklerinde ciddi olduğunu düşünüyorum. Filistin ulusal kurumlarının ve Filistin birliğinin oluşmasını engellemek isteyecektir.

‘Gazze yalnızca Filistin devletinin bir parçası olabilir’

Ama yine de savaş sonrası Gazze’ye dair net bir tasavvura sahip değilsiniz. B planınız nedir?

Tek plan var, o da Filistin halkının planı. Ve bu plan, Gazze ve Filistin liderliğiyle ilgili. Gazze, Filistin devletinin ayrılmaz bir parçasıdır. Gazze’deki Filistinliler milletimizin ayrılmaz dokusudur. Dolayısıyla Gazze’de kısmi bir çözüm yok. Gazze’de askeri çözüm yok. Ve Gazze yalnızca Filistin devletinin bir parçası olabilir. Gazze’yi Batı Şeria ile buluşturan kurtarılmış topraklarımızın başkenti Kudüs olan bir çözüm, kuşatıcı, geçerli bir çözümdür.

‘Uluslararası ticaretin işgali teşvik etmemesini sağlamak her ülkenin sorumluluğundadır’

Türkiye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Netanyahu’ya karşı çok sert söylemleri var ancak Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerini ve özellikle de uluslararası ticareti sürdürmesine yönelik eleştiriler de mevcut. Bazı Türkler ise İsrail mallarını boykot ediyor. Sizce Filistin destekçileri İsrail’le ilişkilerini kesmeli mi? İsrail’i boykot etmek Filistin’in beklediği bir şey mi?

Türkiye ile İsrail arasındaki durumun detaylarını şu anda bilmiyorum. Ama biliyorum ki Türkiye bölgesel bir güç, NATO’nun bir parçası olarak Avrupa’ya yakın, bölgeye yakın uluslararası bir güç. Türkiye önemli bir küresel aktör. Bu nedenle Türkiye’nin politikası, uluslararası hukuk ve uluslararası kararların uygulanmasının yanı sıra bölgesel barışın ve bölgesel istikrarın sağlanması sorumluluğuna dayanmalıdır. Bu, Filistin yanlısı olmak, İsrail yanlısı olmak, buna karşı olmak veya şuna karşı olmak değil. Bu uluslararası politikanın uygulanmasıyla ilgilidir. Türkiye uluslararası kararlara her uyduğunda İsrail’e karşı demek değil. Hayır. Her ülkenin çok kararlı bir duruş sergilemesi gerekiyor. Bu bir sorumluluktur. Bu istisnai bir durum değil. Uluslararası hukukun ihlal edilmemesini sağlamak, silahlanmanın uluslararası hukukun ihlaliyle sonuçlanmamasını sağlamak, uluslararası ticaretin statükoyu yani Filistin halkına yönelik baskı uygulayan işgali teşvik etmemesini sağlamak her ülkenin sorumluluğundadır. Böylece Türkiye uluslararası sistemde bir aktör olarak üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmiş olacaktır.

‘Dünya halkları katliama karşı her türlü meşru yolu kullanmalı’

Sizce destekçileriniz İsrail’i boykot etmeli mi?

Dünya halkları her yerde büyük bir dayanışma gösteriyor. Protesto onların hakkı. Boykot onların hakkı. Bu meşru bir haktır. İsrail’in yasa dışılığını işaretlemek için yasa dışı yerleşim ürünlerini boykot etmek, yasa dışı yerleşimcilerin ülkelerine geçiş izni vermemesini sağlamak, İsrail’in silahlarının çocuklarımızı ve sivillerimizi öldürmek için kullanılmamasını sağlamak da dahil olmak üzere her türlü meşru yolu kullanmak… Bunlar Türk milleti de dahil olmak üzere dünya halklarının sorumluluğudur.

‘Bir numaralı konu, acil ve kalıcı bir ateşkes’

Arap ülkelerinden Gazze için herhangi bir destek isteyip de karşılığını alamadığınız oldu mu?

En azından artık Arap ve Müslümanların birlik olduğu bir pozisyonumuz var. Arap-İslam zirvesinin ardından aralarında Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın ve Filistin Dışişleri Bakanı’nın da bulunduğu bir heyet var ve bölgeden de Suudi, Mısırlı vb. pek çok bakan var. Ortak bir duruş sergiliyoruz. Bir numaralı konu, acil ve kalıcı bir ateşkes. Bölgenin pozisyonu budur. İkincisi, büyük insani yardıma ve koridorlara duyulan ihtiyaç. Etnik temizlik ve yerinden edilme planına hayır. İsrail’in Gazze’nin herhangi bir bölgesini ele geçirmesine hayır. Ve kapsamlı bir siyasi ivmeye evet…

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

‘NATO’nun Karadeniz’deki varlığı Türkiye olmadan mümkün değil’

Yayınlanma

Alman Uluslararası ve Güvenlik İşleri Enstitüsü araştırmacısı Dr. Daria Isachenko Harici’ye konuştu. Kiev ve Moskova’nın Türkiye’nin Tahıl Girişimindeki “öncü rolünü” kabul ettiklerini söyleyen Isachenko, “başka seçenekleri yok çünkü Türkiye ile ilişkileri çok değerli” dedi.

Dr. Daria Isachenko, Türkiye-Rusya İlişkileri, Türkiye ve Avrasya’da bölgesel işbirliği ve ittifaklar, bölgesel ve devletlerarası çatışmalar, Kafkasya ve Karadeniz’deki bölgesel politikalar üzerine yoğunlaşan çalışmalar yürütüyor.

Gazeteci Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtlayan Isachenko, Karadeniz’de NATO için Türkiye’nin “önemini”, Ankara’nın Rusya-Ukrayna savaşındaki denge politikasını ve Kafkaslardaki çatışma ihtimalini değerlendirdi.

Türk Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Ercüment Tatlıoğlu, geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada, NATO ve ABD’yi Karadeniz’de istemediklerini açıklayarak Montrö Sözleşmesi’ne bağlılıklarını bir kez daha teyit etti. Ukrayna savaşı devam ederken Ankara’nın bu dikkat çekici açıklamasını nasıl yorumluyorsunuz? Karadeniz’de Türkiye’siz bir NATO mümkün mü?

Bu açıklama Ankara’nın Karadeniz’deki bölgesel mülkiyet anlayışıyla ilgilidir. Bu düşüncenin arkasında Türkiye’nin Karadeniz bölgesinin güvenlik ve istikrarına yönelik sorumluluk duygusu vardır. Karadeniz Donanma İşbirliği Görev Grubu (BlackSeaFor) ve Karadeniz Uyumu (Black Sea Harmony) gibi denizcilik misyonları gibi bölgesel mülkiyete giren bir dizi resmi girişim halihazırda mevcut. Şubat 2022’de Ukrayna’da savaşın başlamasından bu yana birçok kişi bölgesel mülkiyetin hala geçerli olup olmadığını sorguladı ancak bence bu kavrama daha geniş bir şekilde bakmamız gerekiyor. Sonuçta Montrö Sözleşmesi’nin kendisi de bu yaklaşımın bir parçası olarak görülebilir, çünkü bölgedeki kıyıdaş devletlere öncelik veriyor, dolayısıyla NATO’nun Karadeniz’deki varlığı Türkiye olmadan mümkün değil.

‘Rusya ve Ukrayna için Türkiye ile ortaklığın faydaları maliyetlerin üzerindedir’

Ankara, Rusya-Ukrayna savaşında  taraf tutmaktan kaçınırken, bir yandan Rusya’ya yönelik Batı yaptırımlarına katılmadı, ancak öte yandan Ukrayna’ya Siha’lar gibi silah desteği sağladı. İki ülkeyle de ilişkilerini sürdüren Türkiye, arabuluculuk çalışmaları da yürüttü. Ankara’nı denge diplomasisi olarak adlandırılan bu politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ankara-Moskova-Kiev üçgeninde iki temel fikir var. Biri aslında denge fikri, Ankara’nın her ikisiyle de ilişkiyi sürdürebilmesi fikri. Diğer fikir ise karşılıklı zorunluluktur; bu özellikle Moskova ve Kiev için geçerlidir. Sonuçta hem Rusya hem de Ukrayna Mart 2022’de Türkiye’nin görüşmelere ev sahipliği yapmasını kabul etti ve her ikisi de Ankara’nın Karadeniz Girişimi’ndeki öncü rolünü kabul etti. Özellikle Ukrayna Türkiye’den farklı bir denge bekliyordu ama sonuçta ne Kiev’in ne de Moskova’nın başka seçeneği yok çünkü Türkiye ile ilişkileri çok değerli. Başka bir deyişle Rusya ve Ukrayna için Türkiye ile ortaklığın faydaları maliyetlerin üzerindedir.

‘Kafkasya’da istişare mekanizması işliyor’

Çalışma alanlarınızdan biri olan Kafkasya’daki Dağlık Karabağ sorununun çözülmesiyle Türkiye-İran ilişkilerinin nasıl dönüşeceğini düşünüyorsunuz? Bölgede Azerbaycan ve İran zaman zaman gerginlikler yaşıyor. Bu gerilimlerin çatışmaya dönüşme ihtimalini görüyor musunuz?

Bölge ülkelerinin, gerginliklerin çatışmaya dönüşmesi durumunda ortaya çıkacak sonuçların farkında olduklarını düşünüyorum, bu nedenle 2020 yılındaki İkinci Karabağ Savaşı’ndan sonra 3+3 adlı bölgesel bir platform oluşturuldu. Bu girişimin arkasındaki fikir, Ermenistan’ı bölgedeki güvenlik ve ulaşım bağlantılarıyla ilgili sorunları ele almak üzere Azerbaycan ve Gürcistan ile komşuları Türkiye, Rusya ve İran ile bir araya getirmekti. Gürcistan katılmadığından fiilen 3+2’dir. Her halükarda bir istişare mekanizması olarak bu platform başlı başına anlamlıdır ve Türkiye-İran ilişkileri açısından bir çatışma önleme aracı olarak görülebilir.

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

‘Gazze’deki çatışma Batı medeniyetinin gerçek yüzünü gösterdi’

Yayınlanma

Şanghay Sosyal Bilimler Akademisi Tarih Enstitüsü Müdürü ve Şanghay Üniversitesi Türk Araştırmaları Merkezi Direktörü Profesör Guo Changgang Harici’ye konuştu. Gazze’deki trajedinin insanların ‘Batı’nın çifte standardını görmesini sağladığını’ söyleyen Prof. Guo, bu durumun ‘küresel toplumun yeni ve daha iyi bir düzen arayışına girmesine yardımcı olacağı’ öngörüsünde bulundu.

Çin akademisinin en tanınan isimlerinden biri olan Prof. Guo Changgang, Küresel Çalışmalar Topluluğu Danışma Kurulu Üyesi, Şanghay Dünya Tarihi Derneği Başkan Yardımcısı ve 13. Çin Halk Siyasi Danışma Konferansı üyesidir. Prof. Guo’nun araştırma alanları arasında klasik çalışmalar, küresel çalışmalar, küreselleşme bağlamında etnik ve dini çeşitlilik yer almaktadır. Şu anki araştırma alanı Türkiye çalışmalarıdır. Türkiye-Çin ilişkilerinin daha da geliştirilmesi yönündeki çalışmalarda önemli bir rol üstlenen Prof. Guo, Türk akademi dünyası ile de yakın ilişki içerisindedir.

Enstitü Sosyal ve Şanghay Üniversitesi tarafından 23-24 Kasım tarihlerinde Ankara’da gerçekleştirilen 1. Türkiye – Çin Akademik İş birliği Forumu’nda Çinli akademi heyetine başkanlık eden Prof. Guo Changgang, Harici’nin sorularını yanıtladı ve İsrail-Filistin çatışması, Çin-ABD ilişkileri ve Çin-Türkiye ilişkilerine dair değerlendirmelerde bulundu.

‘Küresel toplumun daha iyi bir düzen arayışına girmesine yardımcı olacak’

Tarihçiler bugün Gazze’de İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana yaşanan en sert görüntülere tanık olduğumuzu söylüyor. Sadece Müslüman ülkeler değil, Asya’dan Afrika’ya ve Latin Amerika’ya kadar pek çok ülke tepki gösteriyor. Batılı halklar bile hükümetlerinin İsrail’e verdiği desteği sokaklarda protesto ediyor. Tüm bu insanlık trajedisine rağmen ABD ve Batılı müttefiklerinin İsrail’i desteklemekten geri adım atmadığını görüyoruz. Sizce bu Gazze’nin de ötesinde, Batılı ve Batılı olmayan medeniyetler arasında bir çatışma mı? Bu çatışmanın küresel sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Batılı ülkeler kendilerini her zaman demokrasi, özgürlük ve insan hakları standardı merkezi olarak gördü. Bence Gazze’deki çatışma ise dünyanın Batı ülkelerinin gerçek yüzünü, Batı kültürünü ve onların doğasını fark etmesine yardımcı oluyor. Aynı zamanda dünyanın Batı toplumunun ve Batı ülkelerinin çifte standardını fark etmesine de yardımcı oluyor. Dolayısıyla bu da bence tüm dünyanın daha iyi bir dünya düzeni arayışına girmesine yardımcı olacaktır.

Belki de Batılı ülkeler tarafından yanıltılarak, onların demokrasi, insan hakları vb. konularda gerçekten lider olduklarını düşünecektik. Ancak Gazze’deki çatışma insanların Batılı ülkelerin gerçekte kim olduklarını anlamasına yardımcı oluyor. Çifte standardı görüyorlar. Dolayısıyla bunun küresel toplumun daha iyi bir düzen arayışına girmesine yardımcı olacağını düşünüyorum.

Peki bu pratikte nasıl işleyecek?

Bu çok karmaşık bir konu. Eğer diğer tüm ülkeler Gazze’nin yanında yer alır ve savaşa katılırsa bu gerçekten Üçüncü Dünya Savaşı’nı başlatabilir. Dolayısıyla en azından belki de Gazze’de yaşanan trajedi, insanların Batılı ülkeler konusundaki gerçeklerin farkına varmasına yardımcı olabilir. Bence bu trajedi insanların bunu fark etmesini sağladı. Küresel toplumun bu trajediden ders almasını umuyorum, işte o zaman medeniyetlerin birlikte varoluşuna dair daha net bir algıya sahip olurlar.

‘Arap liderlerin Çin ziyareti, dönüşüm çağının bir göstergesi’

Arap ve Müslüman ülkelerin dışişleri bakanları Filistin’de çözüme destek için çıktıkları turda ilk durak olarak Çin’i seçtiler. Sizce neden? Bu bağlamda Çin’in Ortadoğu’daki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çin’in Filistin-İsrail meselesindeki duruşu çok iyi biliniyor. Bugün bir ‘dönüşüm çağı’ndan bahsediyoruz. Çin hükümeti bu sürecin bir dönüşüm çağı olduğundan bahsediyor. Sizin dünya “beşten büyüktür dediğiniz” benzetme gibi. Dünya Batı’dan daha fazlasıdır.

Dolayısıyla Çin, Türkiye ve gelişmekte olan toplumlar ve ayrıca küresel Güney artık küresel toplumda daha önemli bir role sahip. Arap ve Müslüman ülkelerin bakanlarından oluşan heyetlerin Gazze’deki krizin çözümü için yardım istemek üzere bu yüzden Çin’e gittiklerini düşünüyorum. İnsanların, en azından tüm ülkelerin ve modern dünyanın bunun gerçekten büyük bir dönüşüm çağı olduğunu anladığını gösterelim.

Çin’in ya da Türkiye gibi başka bir ülkelerin Filistin halkını destekleyeceğini açıklaması, dünyanın geri kalanının küresel toplumda daha büyük bir rol oynadığını, daha büyük bir sese sahip olduğunu ve küresel toplumun gerçek iradesini temsil ettiklerini göstermeye yardımcı olur.

‘İkili ilişkilerin gelişmesinin önündeki en büyük engel Uygur meselesi’

Türkiye’yi yakından tanıyan biri olarak Türkiye ile Çin arasındaki ilişkileri nasıl değerlendiriyorsunuz?  Her iki ülkenin de istekli olmasına rağmen ilişkiler henüz istenilen seviyeye ulaşmış değil. Sizce ikili ilişkilerin önündeki temel engeller nelerdir ve bunlar nasıl aşılabilir?

Evet, hepimiz Çin ve Türkiye arasındaki ilişkilerin daha iyi ya da daha yakın olmasını bekliyoruz. Ancak sizin de söylediğiniz gibi iki ülke arasındaki ilişkilerde bazı engeller var ya da bazı sorunlar daha yakın ve iyi bir ilişkiyi engelliyor gibi görünüyor.

Bence ilişkilerdeki ana engel sözde “Uygur meselesi” veya sözde “Sincan meselesi” olarak adlandırılan meseledir. Bu “mesele” ile ilgili olarak dört noktaya değinmek istiyorum: Birincisi, kesinlikle “Uygur sorunu” ya da “Sincan sorunu” diye bir şey yoktur. Bu Batılı ülkeler tarafından uydurulmuş bir konudur. İkincisi, Çin hükümetinin ve halkının bu “mesele” konusundaki tutumu çok nettir ve Türkiye hükümeti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan bu konuda Çin ile mutabık olduğunu defalarca yinelemiştir. Türk toplumunun ve bazı muhalefet partilerinin bunu neden hala zaman zaman bir “mesele” haline getirdiğini gerçekten anlamıyorum. Bu sadece karşılıklı anlayış eksikliğine yol açacaktır. Üçüncü olarak, PKK’yı Kürt halkından ayrı tutmamız gerektiği gibi, Doğu Türkistan İslami Hareketi’ni ve aşırılık yanlılarını da Çinli Uygur halkından ayrı tutmalıyız. Örneğin Çinlilerin PKK’yı “Kürt meselesi” olarak adlandırmamızdan hoşlanacağınızı sanmıyorum. Son olarak, eğer siz Çinli Uygur halkıyla aranızda belli bir kültürel bağ olduğuna inanıyorsanız, bunu bir sürtüşme konusu olarak değil, Çin ve Türkiye halkları arasında bir dostluk köprüsü olarak görmelisiniz.

Sonuç olarak, tarihe saygı duymalı ve uluslararası hukuka da saygı göstermeliyiz. Akademisyenler olarak daha iyi bir karşılıklı anlayış geliştirmek için birlikte çalışmalıyız.

‘Çin-ABD ilişkilerinin geleceği konusunda iyimser değilim’

Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ve ABD Devlet Başkanı Joe Biden arasında San Francisco’da gerçekleşen liderler zirvesinden sonra iki ülke ilişkilerinin geleceğine dair beklentiniz nedir? İyimser misiniz?

Aslında ben ilişkiler konusunda iyimser değilim. ABD ikili ilişkileri her zaman rekabet olarak tanımlıyor. Ben bir tarihçiyim ve diğer medeniyetlerle, diğer ülkelerle rekabet etmenin Batı kültürünün doğasında olduğunu biliyorum. Bu Helenistik kültürden miras kalmıştır. Buna karşın Çin geleneği ve kültürünün doğasında barış içinde bir arada yaşamanın uyumunu aramak vardır.

Dolayısıyla, bir arada yaşama, karşılıklı saygı, daha iyi bir gelecek ve huzurlu bir uluslararası toplum açısından, sadece rekabet edilmesi değil, diğer ülkelere saygı duyulması, diğer medeniyetlere saygı duyulması gerektiğini düşünüyorum.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English