Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Maden zengini ülkeler neden Körfez yatırımlarını tercih ediyor?

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, yenilenebilir enerjiye geçiş sürecinde ekonomilerini çeşitlendirmek isteyen petrol zengini Körfez ülkelerinin küresel madencilik yarışına nasıl ve hangi araçlarla dahil olduğuna odaklanıyor. Makale, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin başını çektiği Körfez yatırımcıları Afrika, Asya ve Latin Amerika’da peş peşe anlaşmalar imzalarken sektörde bu ülkelerin ellerini güçlendiren kozlara ve kaynak zengini ülkelerin bu yatırımlara dair endişelerine de dikkat çekiyor.

***

Körfez ülkeleri madenciliğe yatırımı nasıl yapıyor?

Ekonomilerini fosil yakıtların ötesinde çeşitlendirmek isteyen Orta Doğulu güçler, temiz enerji üretmek için gereken kaynaklara yatırım yapıyor

Harry Dempsey ve Chloe Cornish

2023 yazında, Zambiya hükümeti için çalışan Rothschild bankacıları, değerli bir bakır madeni için kısa bir alıcı listesini sonuçlandırmaya yakındı.

Daha önce kaynak devi Glencore’a ait olan sorunlu ama az bulunan bir servet olan Mopani, geleceğin temiz enerji teknolojileri için hayati önem taşıyan metale erişim elde etmek isteyen madencilik dünyasının büyük isimlerinden yüz milyonlarca dolar değerinde teklifler almıştı.

Liste Çinli Zijin Mining ve Güney Afrikalı derin kazı uzmanı Sibanye-Stillwater’a kadar daraltılmıştı ki birdenbire üçüncü bir rakip ortaya çıktı: Birleşik Arap Emirlikleri’nden International Resources Holding (IRH) adlı duyulmamış bir şirket.

Ancak perde arkasında IRH’nin ana şirketi, güçlü Abu Dabi kraliyet ailesinden Şeyh Tahnoun bin Zayed el-Nahyan’ın 240 milyar dolarlık iş imparatorluğu olan International Holding Company (IHC), yaklaşık iki yıldır Zambiya hükümetinin en üst kademelerine kur yapıyordu.

Aralık ayına gelindiğinde IRH, madenin yüzde 51 hissesini 1,1 milyar dolara satın almayı kabul etti ve bir gecede sektörün on yıllardır en hızlı hareket eden yeni oyuncusu haline geldi. Gelişmekte olan ilişkiyi geliştirmekle görevlendirilenler arasında yer alan Zambiyalı bir yetkili, “Öne çıkan şey … madencilik sektörüne yatırım yapma niyetleriydi” diyor: “Kolaylaştırabildikleri şeyler açısından çok üstündüler.”

Mart sonunda tamamlanan Mopani anlaşması, küresel madencilik sektörünü kasıp kavuran yeni bir güce işaret ediyor. Ekonomilerini fosil yakıtların ötesinde çeşitlendirmek isteyen Körfez ülkeleri, petro-dolarlarını enerji nakil hatları, elektrikli arabalar ve yenilenebilir enerjide kullanılan bakır, nikel ve diğer madenleri güvence altına almaya yönlendiriyor.

BAE’nin ötesinde, madenciliğin ekonomisine katkısını 2035 yılına kadar 17 milyar dolardan 75 milyar dolara çıkarmak isteyen Suudi Arabistan öne çıkıyor. Umman ise Kamerun’dan demir cevheri kullanmayı planlayan dünyanın en büyük yeşil çelik tesisinin inşaatına başlarken, doğal gaz zengini devletin varlık fonu olan Katar Yatırım Otoritesi şu anda Glencore’un en büyük ikinci hissedarı konumunda.

BAE, Afrika’da Çin ve Fransa ile yarışıyor

 

Körfez ülkeleriyle çalışan bir madencilik danışmanlık şirketi olan Dragoman’ın genel müdürü Tom Harley, “Bölge, büyük bir madencilik endüstrisi yaratmak için büyük bir potansiyele sahip” diyor: “Suudiler gözle görülür derecede hırslı: hedeflediklerinin yüzde 60’ını elde etseler bile, bu muazzam olacaktır.”

Afrika, Asya ve Latin Amerika’daki kaynak zengini ülkeler için, bu orta güçlerin kritik maden savaş alanına girmesi, Batı sömürgeciliği ya da Çin borcu tarafından desteklenen onlarca yıllık sömürücü düzenlemelere hoş bir alternatif. Zambiya Devlet Başkanı Hakainde Hichilema Mart ayında Financial Times’a verdiği demeçte “risk yönetiminin ne olduğunu bilen herkes yumurtalarımızı tek bir sepete koymadığımızı görmek ister” demişti.

Bu ülkeler, Körfez ülkelerine satış yapmanın, ekonomilerini canlandırmak için ihtiyaç duyduğu bakır, demir cevheri ve lityum kaynakları konusunda ABD ile Çin arasında yaşanan gerilimi önlemeye yardımcı olabileceğine inanıyor. Zambiyalı yetkili, “Orta Doğu’dan yatırım almak, şu ya da bu ülkeden yana görünmekten kurtulmayı sağlıyor” diye açıklıyor.

Ancak sektördekiler, Körfez yatırımının riskleri de beraberinde getirdiği konusunda uyarıyor. Madencilik projelerinin ve yerel toplulukların umutsuzca ihtiyaç duyduğu şey daha fazla hesap verebilirlik ve şeffaflık iken, devlet yaptırımları belirsizlik ve karmaşıklık getirebilir.

Buna rağmen Washington, Pekin’in kritik minerallerin işlenmesi üzerindeki tekelini kırmaya yardımcı olduğu için Körfez’in madencilikteki genişleyen rolünü memnuniyetle karşıladı.

Madencilik şirketlerinin ve ticaret kuruluşlarının yöneticilerinin yanı sıra üst düzey bir ABD hükümet yetkilisine göre ABD, Çin’i dışarıda tutmak için batılı şirketlerin girmekte zorlandığı Demokratik Kongo Cumhuriyeti gibi daha riskli bölgelerde Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar yatırımlarına aktif olarak aracılık ediyor.

ABD ve Suudi Arabistan’dan Afrika’da madencilik işbirliği

Doğal kaynaklar konusunda ABD-Çin gerilimini aşmak isteyen uluslararası madencilik girişimleri için de Orta Doğu, maden işleme, sermaye ve şirket merkezleri için tarafsız bir alan sunuyor. Çin’in C-One şirketiyle işbirliği yapma planının başarısız olması üzerine Kanada’da siyasi bir fırtınaya yakalanan grafit madencisi SRG Mining, Şubat ayında BAE’ye taşınacağını duyurdu.

Suudi Arabistan’ın geçen yıl 2,6 milyar dolara yüzde 10 hissesini satın aldığı bakır ve nikel üreticisi Vale Base Metals’in başkanı Mark Cutifani, “[Körfez ülkeleri] ABD ve Çin ile açıkça ticaret yapıyor. Kartlar açık” diyor: “Biz Kanada’dan ayrılan, Endonezya’da Çinlilerle ortak girişimde bulunan Brezilyalı bir şirketiz ve Suudilerin bizde yüzde 10 hissesi var. İçinde yaşadığımız dünyanın siyasi karmaşıklığının bir sonraki aşamasına hoş geldiniz.”

Körfez ülkelerinin yılda 400 milyar dolar fosil yakıt geliri elde ettiği, ancak hidrokarbonların kullanımdan kaldırılacağı bir gelecekle karşı karşıya olduğu düşünüldüğünde, madenciliğe yönelmek mantıklı bir adım. Aynı zamanda Suudi Arabistan ve BAE yeni teknolojilere büyük yatırımlar yapıyor ve hammadde kaynaklarına istikrarlı erişime ihtiyaç duyacaklar.

IRH anlaşmasında Zambiya’yı temsil eden hukuk firması Baker McKenzie’nin ortağı Richard Blunt, “Orta Doğu çeşitlenmek istiyor ve ganimet var” diyor: “Hükümetler arası anlaşmalar yapabildikleri ve sabırlı bir sermayeye sahip oldukları ve Çinli veya batılı yatırımcılar arasında seçim yapma konusunda diplomatik zorluklar yaşamadıkları için bu büyük avantaja sahipler.”

Veliaht Prens Muhammed bin Salman’ın Suudi Arabistan ekonomisini modernleştirmeye yönelik ‘Vizyon 2030’u kapsamında madencilik ve maden işleme; petrol, gaz ve petrokimyanın yanında üçüncü endüstriyel ‘direk’ olacak şekilde tasarlandı. Umman Yatırım Otoritesi’nin eski madencilik müdürü Tim Keating, Suudi Arabistan’ın bu hamlesinin ardındaki ana itici gücün “ulus inşası” olduğunu söylüyor.

Suudi Arabistan, devlet madencilik şirketi Ma’aden’in yanı sıra dünyanın en büyük petrol ihracatçısı Saudi Aramco’nun yardımıyla 2,5 milyar dolar olduğunu tahmin ettiği yerli maden varlıklarını işletmeye hazırlanıyor. Ancak keşif çalışmalarının meyvelerini toplamak on yıldan fazla olmasa da yıllar alacak. Çoğunlukla çöl olan ülkede su kıtlığı, az sayıda eğitimli maden mühendisi ve yetersiz yüksek kaliteli maden yatağı gibi engeller var.

Suudi Kamu Yatırım Fonu Başkanı Yasir al-Rumayyan Ocak ayında Riyad’da düzenlenen Future Minerals Forum madencilik konferansında “Şu anda dünyanın en büyük arama programına sahibiz” dedi: “Ancak gelecekteki girişimlerimiz için ihtiyaç duyduğumuz tüm maden türlerine sahip değiliz.”

Bu sorunu çözmek için Krallık, geçen yıl Ma’aden ve Kamu Yatırım Fonu arasında kurulan bir ortak girişim olan Manara Minerals aracılığıyla yurt içinde işlenmek üzere denizaşırı ülkelerden bakır, demir cevheri, lityum ve nikel temin etmeyi hedefliyor. BHP ve Rio Tinto gibi alanında lider şirketler tarafından yürütülen yerleşik operasyonlara yapılan azınlık yatırımları karşılığında metal tedarik etmeyi hedefliyor ki bu model Japon ticaret şirketlerinin onlarca yıldır başarıyla uyguladığı bir model.

Petrol devleri kritik mineraller için yarışıyor

 

Körfez’den gelen nakit para ve siyasi örtü, endüstri devlerinin daha riskli yatırımlar yapmasına olanak tanıyacak. Örneğin, dünyanın ikinci büyük altın üreticisi Barrick Gold, Pakistan’ın batısında, çoğu yatırımcının uzak duracağı türden tehlikeli bir ortamda, isyancılarla boğuşan bir eyalette 7 milyar dolarlık bir bakır projesine Suudi ve Katarlıların ilgisini çekmeye çalışıyor.

Barrick Gold’un CEO’su Mark Bristow, batılı fon yöneticilerinin temettü taleplerinin sektörün büyüme iştahını “kıstığını” ve madencilik sektörünü uzun vadeli finansman konusunda çaresiz bıraktığını söylüyor. Körfez’in katılımı “önümüzü açmamıza yardımcı olacak” diye ekliyor.

Krallık bu tür yatırımlarla kendisini Afrika, Orta Asya ve Güney Asya’yı kapsayan bir “süper bölgenin” merkezinde konumlandırmayı umuyor. Suudi Arabistan Ocak ayında Mısır, Rusya, Fas ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti ile madencilik projeleri için anlaşmalar imzaladı. Ucuz ve bol enerjisini kullanarak, örneğin Hindistan’da hızla büyüyen tüketici pazarları için çelik veya elektrikli araba gibi ürünler üretmek üzere finansman açlığı çeken kaynak zengini ülkelerden gelen hammaddeleri işleyebilir.

BAE ayrıca madencilik yoluyla stratejik hedeflerini ilerletmeye de hevesli. BAE’nin dış ticaretten sorumlu Devlet Bakanı Thani bin Ahmed Al Zeyoudi, madenler konusunda “hükümetler arası” angajman peşinde olduklarını ve “Afrika kıtasına çok fazla odaklandıklarını” söylüyor.

Önemli bir değerli metal ticaret merkezi olan Dubai Emirliği, halihazırda, serveti hammedelere sıkı sıkıya bağlı olan Afrika limanlarında ve lojistik ağında geniş bir yere sahip. Dubai hükümetine ait DP World, Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde ve son olarak Zimbabve ve Zambiya’dan gelen bakır için çok önemli bir nakliye noktası olan Tanzanya’nın Darüsselam kentinde liman imtiyazları kazandı.

“Bu kaynakların çoğu karayla çevrili. Tedarik zincirinin maliyetini düşürmek için büyük bir fırsat var” diyen DP World Sahra Altı Afrika Başkanı Mohammed Akoojee, önümüzdeki üç ila beş yıl içinde terminal işletmesinin kapasitesini, dökme yük taşımacılığını genişletmek de dahil iki katına çıkarmayı umuyor.

Çinliler gibi Körfez ülkeleri de kaynak zengini ülkelere madenciliği merkeze alan bir yatırım paketi vaat ediyor; Zambiya BAE’nin tarım, turizm ve enerjiye yatırım yapmasını bekliyor.

Mopani’deki atık malzemeden bakır işlemek üzere IRH ile ortaklık kuran Londra’da kayıtlı madenci Jubilee Metals’in CEO’su Leon Coetzer, “Madenciliğin yanı sıra altyapı, enerji, sağlık ve lojistik alanlarında yatırımları da içeren konsorsiyumunu bir araya getirebileceklerini” söylüyor. “Bir yatırım ekosistemi” oluşturmanın Afrika ülkeleri için özellikle önemli olduğunu da sözlerine ekliyor.

Ancak Körfez ülkelerinin, Pekin’in Kuşak ve Yol Girişimi aracılığıyla geliştirdiği ve küresel güneyde karışık sonuçlar doğuran altyapı için kaynak anlaşmalarını tekrarlayabileceğine dair endişeler var. Pek çok ülke ağır borç yükü altında kaldı ve bazı projeler durdu.

Kâr amacı gütmeyen bir kuruluş olan Doğal Kaynak Yönetişim Enstitüsü’nde kıdemli ekonomist olan Thomas Scurfield, “IRH anlaşmasının hızı, bu karmaşıklıkların üstesinden gelmek için iyiye işaret değil” diyor: “Çin modeline bir alternatif olması gerekiyordu ama sonuçta pek çok benzerliği olabilir.”

Mopani ocaklarına ve kritik bir izabe tesisine ev sahipliği yapan Mufulira’da eski bir madenci olan Ebrony Peteli, bir zamanlar bölgesel refahı sağlayan ancak tahminlerine göre 1990’lardaki işgücünün üçte biri olan sadece 4.000 kişiyi istihdam eden bir madeni yeniden canlandırmak için yeni yatırımcıların geldiğini duyunca çok sevindi.

IRH’nin henüz 2022 yılında kurulmuş, denenmemiş bir oyuncu olduğunu öğrendikten sonra bu mutluluk yerini şüpheciliğe bıraktı. “Şeffaflık yok” diyor: “Kiminle iş yapıyoruz?”

Onun endişeleri, IRH’de Mopani’den kimin sorumlu olduğunu, yerel taşeronları çalıştırıp çalıştırmayacaklarını ve yıllardır izabe tesisinin kirliliğinden muzdarip olan yerel halkı koruma planlarının ne olduğunu bilmek isteyen Mufulira’daki diğer kişiler tarafından da paylaşılıyor.

IRH dünya çapında muazzam bir büyüme planıyla ilerlerse bu konu daha da acil hale gelecek. IRH’nin FT’ye gönderdiği bir şirket profilinde “Endonezya, Angola, Kenya, Tanzanya, Şili [ve] Peru’da” operasyonlar kurmak istediği belirtiliyor.

IRH, Zambiya’da Mopani madeninin yanı sıra Çinli JCHX Mining’in sahibi olduğu Lubambe bakır madeninin hisseleri için de teklif vermeyi planladığını açıkladı.

IRH’nin stratejisini bilen kaynaklara göre IRH, hükümetin Eylül ayında Hindistan’ın Vedanta’sına geri verdiği Konkola Bakır Madenleri’ndeki çoğunluk hissesini almayı planlıyor. Vedanta çoğunluk sahibi olarak kalmak istediğini ancak yüzde 20 hisseyi satmaya da açık olacağını söyledi. Zambiya hükümeti de KCM’ye üçüncü bir yatırımcıya açık olduğunu söyledi.

Zambiyalı yetkililer, IRH’nin Mopani’yi yeniden canlandırmak için IHC’nin şirketler ağından teknik uzmanlık alabileceğine inanıyor. Ancak yerel bir maden yöneticisi, bir projenin başarısı için çok önemli olan halka iyi ilişkiler kurma konusuna “çok fazla odaklanıldığını görmediklerini” söylüyor. Örneğin Sibanye, endişelerini dinlemek için yerel halka danışıyordu. Yönetici, “Sanırım bu onları yakalayacak” diye ekliyor.

Halkın IRH ile ilgili çekincelerinin altında, şirkete kimlerin yer aldığı, kayıtları ve iş bağlantıları konusunda şeffaf olmaması yatıyor.

Mopani anlaşması tamamlandığında şirket, icra kurulu başkanının BAE’de bir altın rafinerisi olan Auric Hub’ı da işleten Ali Alrashdi olduğunu açıkladı. Konuya aşina olan kişilere göre, IRH’nin çeşitli paydaşlar için yüzü olan Sibtein Alibhai, küresel strateji başkanı. Alibhai daha önce kurumsal kayıtlara ve BM’ye göre, Auric’e Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nden altın sevkıyatı sağlayan Abu Dabi merkezli bir altın tüccarı olan Primera Group’un başkanıydı.

Geçen yıl, Primera’ya Kongo Demokratik Cumhuriyeti hükümeti tarafından “zanaatkar” yani elle kazılan tüm altın tedarikleri için 25 yıllık bir tekel verildi. Hükümetin, illegal madencilik gelirlerinin çatışmayı finanse etmesini ve komşu Ruanda’ya girmesini engelleyeceğini söylediği anlaşma uyarınca diğer ihracatçılar yüzde 6 vergi öderken Primera yalnızca yüzde 0,25 vergi ödüyor.

Bu alışılmadık düzenleme tartışmalara yol açtı. Bir BM uzman grubu “Primera’nın yükümlülüklerindeki eksiklikleri” tespit etti, “fiili tekeline” yönelik eleştirileri not etti ve kaçakçılığın devam ettiğini söyledi. Primera Group yorum talebine yanıt vermedi.

IRH’nin 2022 yılında kurulmadan önceki adının “Auric Hub Holdings” olması dikkat çekiciydi. Web sitesinde Demokratik Kongo Cumhuriyeti de dâhil 7 Afrika ülkesinde faaliyet gösterdiği ya da faaliyet göstermeyi planladığı belirtilen IRH, Primera Group’u ya da bünyesindeki diğer şirketleri bünyesine katıp katmadığı konusunda yorum yapmayı reddetti. Bunun yerine IRH yaptığı açıklamada “sürdürülebilir madenciliğin ekonomik büyümeyi destekleyebileceğine, toplumlarda anlamlı bir etki yaratabileceğine ve BAE’yi kaynak yönetiminde küresel lider olarak konumlandırabileceğine” inandığını söyledi.

Zambiya ve diğer kaynak zengini ülkeler için Körfez yatırımının başarılı olup olmayacağı sadece teknik uzmanlık, toplumsal fayda ve daha geniş altyapı yatırımlarının sağlanıp sağlanamayacağına bağlı olmayacak. Bu aynı zamanda Orta Doğu’nun kendi ekonomik ve stratejik hedeflerine ulaşıp ulaşamayacağına da bağlı olacak.

Körfez’in madenciliğe katılımının kapsamı konusundaki en büyük sorulardan biri devlet kurumlarının ne kadar hızlı hareket edebileceği. Büyük siyasi anlaşmalar ve bölgesel rekabet faaliyetleri hızlandıracak, ancak danışmanlar Körfez ülkelerinin – özellikle de Suudi Arabistan’ın – strateji, kontrolün kimde olduğu ve hangi varlıkların satın alınacağı konusunda bürokratik çekişmeler nedeniyle zor durumda olduğunu söylüyor.

Mopani’yi satan Zambiya kuruluşu ZCCM-IH’nin başkanı Kakenenwa Muyangwa, “Uzun vadede sorun, bu yatırımlardan yeterli endüstrilere sahip olup olmayacakları ya da sanayileşme ve kendi ekonomilerini çeşitlendirme isteklerini desteklemeyen başka bir yatırım haline gelip gelmeyeceği” diyor.

“Bir trend var; sanki bir gelgit gibi” diye uyarıyor: “Fakat trendler gelir ve gider.”

DÜNYA BASINI

Mahmud Abbas birliği korumak için olası baskılara direnecek mi?

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız uzman görüşlerine yer verilen haber Filistinli grupların Pekin’de imzaladığı uzlaşı anlaşmasının sürdürülebilir olup olmadığına yanıt bulmaya çalışıyor. İsrail ve muhtemelen ABD tarafından baltalanacağı düşünülen uzlaşının yumuşak karnı ise Filistin Yönetimi:

****

‘Başarılı olması için baskı var’: Fetih-Hamas birlik anlaşması sürdürülebilir mi?

Analistlere göre Fetih Hareketi’nin siyasi iradesinin olup olmadığı görülecek, İsrail ise anlaşmayı bozmaya çalışabilir.

Mat Nashed

Analistler, Filistinli grupların salı günü bir “ulusal birlik” anlaşması imzalayarak, ideolojik farklılıklarını ve acı dolu geçmişlerini bir kenara bırakıp İsrail’in işgaline son vermek için lobi yapabileceklerine dair hem umut yarattığını ancak bazı şüpheler olduğunu söylüyor.

Çin’in başkenti Pekin’de üç gün süren yoğun görüşmelerin ardından imzalanan anlaşma, geçici bir “ulusal uzlaşı” hükümetinin savaş sonrası Gazze’nin kontrolünü üstlenmesi ve ortak kendi kaderini tayin etme arayışını ilerletmesi için zemin hazırladı. Ancak Fetih Hareketi ve Hamas arasında daha önce yapılan birçok uzlaşma girişiminin başarısız olması nedeniyle bu atılım kuşkuyla karşılandı.

Katar’ın başkenti Doha’daki Middle East Council on Global Affairs adlı düşünce kuruluşunda İsrail-Filistin uzmanı olarak çalışan Ömer Rahman, “Biraz şüphe olması doğal, ancak bu anlaşmanın kalıcı olacağından umutluyum” dedi.

“Gazze ve Batı Şeria’daki durum göz önüne alındığında bunun başarılı olması için baskı var. Bence tüm taraflar bunun gerçekleşmesi gerektiğini biliyor” diyen Rahman, Gazze’deki savaşın ve işgal altındaki Batı Şeria’da artan yerleşimci şiddeti ve toprak gaspının getirdiği aciliyete atıfta bulundu.

BM uzmanlarına göre, 7 Ekim’de Hamas öncülüğünde İsrail topluluklarına ve askeri karakollarına düzenlenen ve bin 139 kişinin öldürüldüğü ve 251 kişinin esir alındığı saldırıdan bu yana İsrail, Gazze’de soykırıma varabilecek yıkıcı bir saldırıyla karşılık verdi.

İsrail son dokuz ayda 39 binden fazla Filistinliyi öldürdü ve iki milyon 300 binlik Gazze nüfusunun neredeyse tamamını yerinden etti. Gazze’deki savaş uluslararası manşetleri belirlerken, İsrail’in 2024 yılında işgal altındaki Batı Şeria’da son 30 yılda herhangi bir yılda olduğundan daha fazla Filistin toprağını sessizce ele geçirmesine yol açtı.

İsrail işgalini derinleştirirken, Filistinli iki büyük grup Fetih Hareketi ve Hamas bölünmüş durumda kaldı. Fetih Hareketi, Batı Şeria’nın büyük bir bölümünü 1993 Oslo Anlaşmalarından doğan ve Fetih’e şiddetten vazgeçmesi ve İsrail’i tanıması karşılığında Filistin devletinin kurulacağının vaat edildiği Filistin Yönetimi aracılığıyla kontrol ediyor.

Buna karşılık Hamas silahlı mücadeleye bağlı kaldı ve 2007’de iki taraf arasında yaşanan kısa bir iç savaşta Fetih Hareketi’ni kovduğundan beri Gazze’yi kontrol ediyor.

Kanlı geçmişe rağmen, her iki taraf da 12 daha küçük grupla beraber Pekin anlaşmasını imzaladı. El Cezire’nin elde ettiği bir anlaşma kopyasına göre bu anlaşma, nihai olarak İsrail işgali altındaki Doğu Kudüs, geniş Batı Şeria ve Gazze’de (İsrail’in 1967 Arap-İsrail savaşında ele geçirdiği topraklar) bir Filistin devleti kurmayı hedefliyor.

Anlaşma kalıcı olacak mı?

Uluslararası Kriz Grubu (ICG) Filistin uzmanı Tahani Mustafa, Fetih Hareketi ve Ebu Mazen olarak da bilinen Filistin Yönetimi lideri Mahmud Abbas’ın Hamas’la daha önce yapılan uzlaşma anlaşmalarını baltaladığını söyledi.

El Cezire’ye konuşan Mustafa, Abbas’ın ve yakın sırdaşlarının İsrail işgaline karşı Filistin yönetimini birleştirmek için gerçek bir siyasi irade göstermediğini söyledi.

Mustafa’ya göre Fetih Hareketi, teoride Filistinlileri uluslararası alanda temsil eden Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) üzerinde tek kontrol sahibi olduğunu ve Hamas ve diğer fraksiyonlar bu yapıda temsil edilirse çoğunluğunu kaybetmekten korkuyor.

Mustafa, “Hamas’ı ve İslami Cihad’ı da eklerseniz, Fetih Hareketi’nin tekeli sona erer” dedi.

İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri de uzlaşma anlaşmasını baltalamaya çalışabilirler.

İsrail, savaş sonrası senaryoda Filistin Yönetimi’nin ya da Hamas’ın Gazze’nin kontrolünü ele geçirmesine izin vermeyi reddederken, ABD de uzun süredir Hamas’ın İsrail’i tanımasını ve Filistin hükümetinin bir parçası olmadan önce şiddetten vazgeçmesini istiyor.

2017’de Hamas, 1967 sınırlarına göre bir Filistin devleti kurulmasını kabul eden yeni bir tüzük sundu. Hamas tarafından daha önce yapılan açıklamalar ve hareketlerle uyumlu olan bu hamle, İsrail’in fiilen tanınması anlamına geliyordu.

Mustafa, “Hamas, İsrail’in var olma hakkını hiçbir zaman [açıkça] tanımadı çünkü İsrail’e aynı şeyi Filistinliler için de yapması yönünde hiçbir zaman baskı yapılmadı” dedi.

Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nin İsrail-Filistin uzmanı Hugh Lovatt, İsrail’in bu anlaşmayı rayından çıkarmak için Batılı müttefiklerine Filistin Yönetimi’ne verdikleri fonları kesmeleri için baskı yapmasının oldukça olası olduğunu söyledi.

El Cezire’ye konuşan uzman, “Filistin Yönetimi mevcut haliyle ancak ABD ve Avrupa’nın yakın işbirliği ve finansman desteğiyle ayakta kalabilir” dedi.

Lovatt, “Ancak bu sadece Filistin Yönetimi’nin hayatta kalmasıyla ilgili bir mesele değil, aynı zamanda Filistin Yönetimi’nin kilit isimlerinin kişisel hayatta kalma meselesi… kendi kişisel konumlarını zayıflatabilecek herhangi bir anlaşmaya çok ilgi duymuyorlar” diye ekledi.

El Cezire yorum için Filistin Yönetimi Başkanlığı sözcüsü Nebil Ebu Rudeyne ve Filistin Yönetimi’nin Birleşik Krallık misyonunun başındaki Husam Zomlot’a ulaştı. Her iki isim de haber yayınlanmadan önce yorum taleplerine yanıt vermedi.

Ancak Lovatt, Filistin Yönetimi’nin, İsrail’i resmen tanımak ve şiddetten vazgeçmek gibi Oslo Anlaşmaları’nın şartlarına uymayı reddetmesi nedeniyle önceki birlik anlaşmalarının çökmesinden Hamas’ı sorumlu tuttuğunu söyledi.

“Abbas’ın söylediğini gördüğümüz şey… bir anlaşma istiyoruz ama uluslararası meşruiyete dayanan bir anlaşma” diye ekledi.

Bu anlaşma neden önemli?

Daha önceki uzlaşma anlaşmaları başarısızlıkla sonuçlanmış olsa da Rahman bu anlaşmanın başarıya ulaşmasının hayati olduğunu söyledi.

Rahman’a göre İsrail-Filistin konusunda uluslararası kamuoyunda rüzgarlar değişiyor ve bu da birleşik bir Filistin liderliğinin Gazze’deki “soykırıma” ve İsrail’in Batı Şeria’daki “ilhakçı baskısına” son vermesi için bir fırsat yaratıyor.

Dünya Mahkemesi olarak da bilinen Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD) “tavsiye niteliğindeki görüşü”, İsrail’in Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze’deki 57 yıllık işgalini kısa bir süre önce “yasadışı” olarak sınıflandırdı. Mahkeme, yerleşim yerlerinin inşası ve genişletilmesi de dâhil İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarında varlığını sürdürmesinin “uluslararası hukuku ihlal ettiğini” söyledi.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu kararı “saçma” olarak nitelendirdi ve İsraillilerin “atalarının yurdundaki kendi topluluklarında yaşamalarının” yasadışı olamayacağını söyledi.

Rahman, “Durum açıkça vahim ve Filistinlilerin uluslararası toplumu Filistinlileri savunmak için bir araya getirecek bir tür birleşik liderliğe ihtiyacı var” dedi.

Ancak bu birlik -en azından şimdilik- savaşın gidişatını şekillendirmede en etkili küresel aktör olan ABD tarafından desteklenmiyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller salı günü düzenlediği basın brifinginde anlaşmayı yorumlarken “Bir terör örgütünün rolü olamaz” dedi.

Hamas ABD, İsrail ve Avrupa Birliği tarafından “terörist” olarak tanımlanan bir grup ancak pek çok Filistinli, Hamas’ı meşru bir direniş grubu olarak görüyor.

Lovatt, Filistin Yönetimi karar alma sürecinde Hamas ve diğer gruplara danışarak anlaşmayı uygulamaya kararlı olsa bile ABD baskısının Filistin birliğini sabote edebileceğini söyledi.

Lovatt şunu ekledi: “Bu gerçekten de belirleyici faktör olabilir. Asıl soru şu: [Abbas] kararlılığını sürdürecek mi, yoksa uluslararası baskı karşısında geri adım mı atacak?”

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Batı artık küresel ilişkilerin merkezi değil

Yayınlanma

Samir Puri, Nikkei Asia
25.07.2024

Dünya meselelerinde bir geçiş dönemi yaşıyoruz. Batılı ülkelerin küresel meselelerin nihai hakemleri olarak hareket etme gücü ve birliği çökmüyor, ancak açık bir düşüş içinde.

Çoğumuz bu noktada hemfikiriz, ancak bu geçiş dönemini Batı’nın içinden mi yoksa dışından mı izlemek daha doğru olur? Perspektif her şeydir. Atlantik’in her iki yakasındaki Batılı ülkelerde yaşayan bizler için popülizm siyaseti, değişen dünyayı izlerken kaçınılmaz olarak önemli bir tartışma konusu haline geliyor.

Daha “ulus öncelikli” liderler ve partiler güç kazandıkça, Batı’nın siyasi karakterinin hızla değişmekte olduğu açıktır. Kasım ayındaki ABD başkanlık seçimlerinde Donald Trump’ın olası zaferi ya da Macaristan Cumhurbaşkanı Viktor Orban’ın ülkesinin Avrupa Birliği dönem başkanlığını kullanarak geleneksel Batılı dış politika elitlerine çelişkili mesajlar vermesi buna örnek olarak gösterilebilir.

Bu durum zamanla Batı’nın küresel kişiliğini değiştirecektir.

2020’den bu yana Batı’daki evimden ziyade, Asya’da gelişen bu olayları Singapur’daki görüş noktamdan izliyorum. “Batısızlık: Büyük Küresel Yeniden Dengelenme” adlı yeni kitabımda yazdığım gibi, Batı’nın küresel varlığının yeniden şekillenmesini uzaktan izlemek kendi perspektiflerini sunuyor.

Asya’da, dünyanın değişen ekonomik dengesi Çin ve Hindistan’ın yükselişinde açıkça görülüyor ve Endonezya gibi ülkeler de gelecekte önemli bir büyüme göstermeye hazırlanıyor.

Dünyanın yeniden dengelenmesi sadece “Asya’nın yükselişi” ile sınırlı değildir. Suudi Arabistan, Türkiye ve hatta Güney Afrika gibi ülkelerin küresel meselelerde kendi yollarını çizmek için gösterdikleri stratejik özerklik her geçen ay artıyor.

Batılı olmayan ülkeler için stratejik özerklik ekonomik büyümeden kaynaklansa da bundan çok daha fazlasıyla ilgilidir. BRICS gibi Batılı olmayan kulüplerin genişlemesini de içeriyor. Güney Afrika’nın Batı destekli İsrail’e karşı Hamas’a karşı yürüttüğü savaş nedeniyle Uluslararası Adalet Divanı’nda açtığı dava gibi gelişmeler de bunu kanıtlamaktadır. Batılı olmayan ülkeler küresel görüşün değişmesine yardımcı oldukça, Batılı ülkeler tarafından 7 Ekim’den sonra İsrail’i desteklemek için alınan ilk tutumlar artık “kurallara dayalı uluslararası düzen” kullanılarak inandırıcı bir şekilde sorgulanabilir.

Batılı olmayan dünyanın yükselen başlıca güç merkezleri hızla kendi momentumlarını geliştiriyor. Yüzyıllardır ilk kez Batı her zaman öncü bir rol oynamıyor. Avrupa liderliğindeki deniz sömürge imparatorluğunun önceki dönemleri ve ardından ABD liderliğindeki küreselleşme dönemi düşünüldüğünde, dünya meselelerinde ortaya çıkan dönemin gerçekten de çok farklı olacağı görülecektir.

Batı çökmeyeceği ve ABD ekonomisi canlılığını koruduğu için yanlış sonuçlara varmak kolaydır. Tüm bunları gayri safi yurtiçi hasıla büyüklüğüne göre bir analize indirgemek ve yalnızca ABD ile Çin arasında iki atlı bir yarış olarak görmek çok basite indirgemek olacaktır.

Kişi başına düşen GSYH’ye bakıp, önde gelen Batılı ülkelerin modernleşmenin standart taşıyıcıları olarak diğerlerinin fersah fersah önünde olduğu sonucuna varılabilir. Ya da güçlü ABD dolarının kalıcı gücüne odaklanılabilir.

Bunlar indirgemeci sonuçlara varmaktır. Evet, ekonomik performans, yaşam standartları ve para biriminin gücü büyük önem taşımaktadır. Ancak diğer gelişmelerle birlikte ele alındığında Batı’nın düşüşte olduğu görülmektedir.

Demografi gibi bazı eğilimler ölçülebilir niteliktedir. Diğer eğilimler ise küresel anlaşmazlıkları çözme gücü ve ahlaki güçle ilgilidir. Küresel yeniden dengelenme yalnızca sert güç ve ekonomiyi değil, aynı zamanda standartları belirleme, dikkati yönetme ve krizleri çözme becerisini de içermektedir.

Manşetlerimize hakim olan ve küresel görüşleri derinden ikiye bölen diğer savaştan işlerin ne kadar hızlı değiştiğine dair net bir örnek alalım.

G7 aracılığıyla çalışan Batı, Rusya’nın Şubat 2022’de başlayan barbarca tam ölçekli işgaline karşı Ukrayna’yı övgüye değer bir şekilde destekledi. Ancak milyarlarca dolar harcayarak silahlandırdığı Ukrayna, hala Rus işgalcileri kovacak kadar güçlü değil. Şimdi, küresel yeniden dengelenmeyle ilgili iki gelişme Ukrayna’daki durumu daha net bir şekilde etkiliyor.

Birincisi, Rus ekonomisi Batı ve G7 liderliğindeki yaptırımlardan ve enerji ihracatına getirilen fiyat sınırlamalarından zarar gördü. Ancak ekonomik ceza tehdidi Putin’i 2022 başlarında Ukrayna’yı işgal etmekten caydırmaya yetmedi. Yaptırımların gerçekliği de Putin’i işgalden vazgeçmeye zorlamak için yeterli değil. Dünya ekonomisindeki yapısal değişiklikler, Rusya’nın Çin, Hindistan ve diğer BRICS ülkelerinin yanı sıra Türkiye, Körfez ülkeleri, Endonezya ve diğerleriyle ticaret yapmaya devam ettiği ve savaş ekonomisini sürdürdüğü anlamına geliyor.

İkinci olarak, Batılı olmayan bu ülkeler bir şekilde Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaşın müzakere yoluyla sona erdirilmesini savunmuşlardır. Batı ve G7 ise tam tersini savunmuştur. Mükemmel bir ahlaki netlikle, Rusya’nın Ukrayna’da yenilmesi ve saldırganlığı için asla ödüllendirilmemesi gerektiğini savundular. Ancak Trump Beyaz Saray’a dönerse, ABD politikasının bir barış anlaşması lehine Ukrayna’yı terk etmeye kayması bekleniyor.

İronik bir şekilde, Trump’ın dayatacağı böyle bir anlaşma ABD’yi dünyanın geri kalanında genel olarak aynı şeyi savunan kesimlerle daha uyumlu hale getirecektir. Eğer bu gerçekleşirse, Batı’nın küresel haçlı enkarnasyonu bir darbe alacaktır. Onun yerine, otokratik liderlerle anlaşma yapmaktan kaçınmayan, işlevsel yaklaşımları tercih eden popülist bir Batı enkarnasyonu ufukta görünmektedir. Böyle bir dünyadan korkmak başka bir şey, bunun pek çok etmenini anlamak başka bir şeydir.

Sadece Soğuk Savaş sonrası zafer kazanmış Batı’nın sonunu gözlemlemiyoruz, aynı zamanda daha az Batı egemenliğinde bir dünyanın başlangıcını da gözlemliyoruz.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

“Okulu kıran” çocukların ailelerini hapse atmayı öneren başkan adayı: Kamala Harris

Yayınlanma

Editörün notu: Joe Biden’ın çekilmesi ile birlikte Demokratların kasım ayındaki başkan adayı olarak öne çıkan Başkan Yardımcısı Kamala Harris, siyaseten “silik” bir profil olsa da daha önce San Fransisco ve California’daki savcılık deneyimleri karanlık bir geçmişe işaret ediyor. “Beyaz olmayan” ve “ilerici” sayılan bir siyasetçi olmasına rağmen savcılığı döneminde siyahlara yönelik polis şiddeti konusunda tavır almayı reddetmişti. Harris’in en tartışmalı hamlesi ise, “okul asma programı” olarak bilinen 2011 tarihli yasaydı. Bu yasa bölge savcılarının, çocuklarının geçerli bir neden olmaksızın okul yılının yüzde 10’unu kaçırmaları halinde ebeveynleri kabahat işlemekle suçlamalarına ve hapsetmelerine izin veriyordu. Daha sonra sonlandırılan programın, yine en fazla beyaz olmayan toplulukların ebeveynlerine yönelik işlediği yönünde yoğun eleştiriler gelmişti.


“Kamala the Cop”: Biden’ın Olası Halefi Harris’in Karanlık Yüzü

Raphael Schmeller
Berliner Zeitung
23 Temmuz 2024
Çev. Gülçin Akkoç

Sevilmiyor, hata yapmaya meyilli ve kendi partisi içinde tartışmalı durumda. Demokratların başkan adayı olarak yarışa girmesi beklenen Kamala Harris kimdir?

Joe Biden’ın başkanlık yarışından çekilmesinin ardından birçok demokrat coşkuyla Kamala Harris’i desteklemeye başladı. Partinin seçim kampanyası bağışları platformu ActBlue, Biden’ın yerine Demokratların favorisi olan başkan yardımcısı için şimdiden “bağış seli” yaşandığını bildirdi.

Liberal Amerikan medyası Pazar akşamından beri Harris’in seçimi kazanması durumunda ABD’nin en yüksek siyasi makamına gelen ilk kadın, ilk Asya kökenli ve Barack Obama’dan sonra ilk siyahi olacağını tekrarlayıp duruyor. Ancak Harris’in ülkedeki çok sayıda kişi tarafından sevilmediği ve kendi partisinin içinde de tartışmalı olduğu gerçeği söylenmiyor.

2011 ve 2013 yıllarında bağışlarla Harris’i destekleyen Cumhuriyetçi başkan adayı Donald Trump, çoğu ankette Demokratlardan oldukça önde yer alıyor. Bakıldığında Harris ve Biden arasında rağbet görme açısından önemli farklar yok ve hatta Harris’in durumu kısa bir yükselişten sonra daha kötüye bile gidebilir. Harris son anketlerde Demokratlar için çok önemli olan Michigan, Arizona ve Nevada gibi salıncak eyaletlerde Biden’dan daha kötü performans gösteriyor.

Harris, okulu çok sık kıran çocukların ebeveynleri için hapis cezası istemişti

Harris, örnek vermek gerekirse iç politikadaki sert tutumu sebebiyle eleştiriliyor. 2011 yılından itibaren Kaliforniya Başsavcısı olarak kendisini Günışığı Eyaleti’nin(*) ‘’ilk polisi’’ olarak sundu ve sıkı baskısıyla adından söz ettirdi. Aynı zamanda kolluk kuvvetlerindeki yolsuzluklara karşı yeterince kararlı adımlar atmaması konusunda da eleştirildi. Ve hepsinden önce okulu çok sık kıran çocukların ebeveynleri için uygulanmasını savunduğu yüksek para cezaları ve olası hapis cezaları sistemiyle hatırlanıyor.

Bu dönemde Harris, siyahlara yönelik polis şiddeti gibi birçok konuda tavır almayı reddetti ve bu durum birçok Demokrat tarafından yadırgandı. 2014 yılında marihuanayı yasallaştırma girişimine gülmüş, ancak beş yıl sonra başkanlığa adaylığını koyduğunda “kesinlikle desteklediğini” vurgulamıştır. Başsavcılık yaptığı dönem ona ‘’Kamala the Cop’’ (Polis Kamala) lakabını kazandırmıştır.

Harris 2017 yılında Senato’ya seçildi ve 2019 yılında Demokratların başkan adayı olarak yarışa girdi. Başta Biden’ı ırkçılıkla suçlasa da sonrasında korkunç anket oranları sebebiyle yarıştan çekildi ve sonrasında kendisini başkan yardımcısı adayı yapan Biden’ı destekledi.

Başkan Yardımcısı olarak görev yaptığı son 4 yılda pek çok kez kendi siyasi profilini geliştirmemekle suçlandı. Biden, göçü sınırlandırmak için menşe ülkelerdeki göçün nedenleriyle mücadele etme görevini 2021 yılında Harris’e verdi. Ancak Harris’in çabalarına ve Latin Amerika hükümet başkanlarıyla yaptığı görüşmelere rağmen düzensiz sınır geçişlerinin sayısı arttı. ABD Yüksek Mahkemesi 2022 yılında dönüm noktası niteliğindeki Roe v. Wade kararını bozarak ülkenin çoğu yerinde kürtajı fiilen imkansız hale getirdiğinde ise Harris, kürtaj haklarını şiddetle savundu.

Harris pek çok kişi tarafından politik anlamda sönük olarak görülüyor

Harris, Beyaz Saray’da geçirdiği süre boyunca çoğunlukla kendi yolundan gitti. Röportajlarında ve kamuoyu önünde yaptığı diğer konuşmalarında çeşitli hatalar yaptı ve her zaman kendine güvenen biri olarak görünmedi. Pek çok kişi tarafından politik anlamda sönük ve bazı demokratlar tarafından da bir yük olarak görülüyordu. Hatta 2022 yılının başında yapılan anketlerin sonucuna göre Harris, bugüne kadarki en sevilmeyen Başkan Yardımcısı. Yakın çalışma arkadaşları birçok kez istifa etti ve kaotik çalışma koşulları olduğuna dair söylentiler hep devam etti.

Harris de Biden gibi hatalar yapmaya ve anlaşılması zor konuşmalar yapmaya meyilli. Şu anda sosyal medyada Mayıs 2023’te yaptığı bir konuşma dolaşıyor, Harris dinleyicilere şu açıklamaları yapıyor: “Siz, içinde yaşadıklarınızın ve sizden önce gelenlerin bağlamından oluşuyorsunuz.’’ Sonrasında bu anlattıklarını annesinden bir alıntı yaparak destekledi, ‘’Hindistan cevizi ağacından düştüğünüzü mü sanıyorsunuz?’’ Harris sonrasında saniyelerce kendi şakasına güldü.

Eğer beklendiği gibi Kamala Harris Demokratların adayı olarak gösterilirse yalnızca bu imajını düzeltme zorluğuyla karşılaşmayacak, aynı zamanda seçmenleri Biden-Harris hükümetinin sevilmeyen sonuçlarından kendisini sorumlu tutmamaları için ikna etmeye çalışmak zorunda kalacak. Bu sebeplerle Trump, Harris’i yenmenin Biden’ın kendisini yenmekten daha kolay olacağını iddia ediyor. Bu konuda haklı olabilir.


(*) Yazar Florida ile Kalifornia’yı karıştırıyor olmalı çünkü “Günışığı Eyaleti” (Sunshine State) takma adı Florida’ya ait. Kaliforniya’nınki ise “Altın Eyalet” (Golden State). (editörün notu)

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English