Bizi Takip Edin

AVRUPA

Mario Draghi’den AB için kritik konuşma: Radikal bir değişime ihtiyacımız var

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz konuşma, eski Avrupa Merkez Bankası (ECB) Başkanı ve eski İtalya Başbakanı Mario Draghi’nin, 16 Nisan 2024 günü Brüksel’de düzenlenen Avrupa Sosyal Haklar Sütunu (EPSR) Üst Düzey Konferansta yaptığı konuşmanın dökümüdür. Draghi, geçen sene Avrupa Komisyonu tarafından AB’nin ‘rekabet edebilirliğine’ ilişkin bir rapor hazırlamakla görevlendirilmişti. Draghi’nin çağrısını yaptığı ‘radikal değişim’, daha önce ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın ve ECB Başkanı Christine Lagarde’ın konuşmaları (bakınız ve bakınız) ile uyumlu görünüyor. Draghi, temel olarak ABD ve Çin’in rekabetinin AB ekonomisini ‘bozduğunu’ öne sürüyor; Avro bölgesi krizi sonrasındaki kemer sıkma politikalarını eleştiriyor; AB ve Çin ile yatırım ve rekabet yarışına girebilmek için tekelleşme ve daha sıkı bir AB bütünleşmesi talep ediyor; bunun bir uzantısı olarak da devlet-sermaye ilişkilerinin yeniden yapılandırılarak işbirliğinin yoğunlaştırılması gerektiğine işaret ediyor. Eski İtalyan başbakanı, ‘ortak’ AB politikasının mümkün olmadığı yerlerde, daha dar bir kadronun bu işi kotarması gerektiğine işaret ediyor, ki bu özellikle savunma (veya siz adına savaş deyin) politikalarında kendini gösterme potansiyeli taşıyor. Elbette burada, Almanya ve Hollanda gibi ‘mali açıdan muhafazakâr’ AB ülkelerinin, İtalya ve Fransa gibi görece daha borçlu ülkelerin ‘ortak borçlanma’ taleplerine yönelik direnişi belirleyici olacak. Ama gidişat, savunma politikaları ve sermaye piyasaları söz konusu olduğunda AB’nin merkeziyetçiliğe/tekelleşmeye doğru bir adım daha atmak istemesidir. Son olarak, metindeki köşeli parantezler çevirmene aittir.


Mario Draghi: Gerekli olan radikal bir değişimdir

Bir anlamda raporumun tasarımının ve felsefesinin nasıl şekillendiğini ilk kez sizlerle paylaşma fırsatı buluyorum.

Rekabet gücü uzun bir süredir Avrupa için tartışmalı bir konu olmuştur.

Nobel ödüllü iktisatçı Paul Krugman 1994 yılında rekabet gücüne odaklanmayı ‘tehlikeli bir saplantı’ olarak nitelendirmişti. Krugman’a göre uzun vadeli büyüme, başkalarına karşı göreceli konumunuzu iyileştirmeye ve büyümeden pay almaya çalışmaktan ziyade, herkesin yararına olan üretkenliği artırmaktan geçer.

Kamu borcu krizinden sonra Avrupa’da rekabet edebilirlik konusunda izlediğimiz yaklaşım onun bu görüşünü kanıtlar nitelikteydi. Ücret maliyetlerini birbirimize göre düşürmeye çalışan kasıtlı bir strateji izledik  ve bunu döngüsel bir maliye politikasıyla birleştirdiğimizde, net etki yalnızca kendi iç talebimizi zayıflatmak ve toplumsal modelimizin altını oymak oldu.

Fakat asıl mesele rekabetçiliğin hatalı bir kavram olması değildir. Mesele Avrupa’nın yanlış bir odak noktasına sahip olmasıdır.

Savunma ve enerji gibi derin ortak çıkarlarımızın olduğu sektörlerde bile rakiplerimizi kendi içimizde görerek, içe döndük. Aynı zamanda dışarıya da yeterince bakmadık: pozitif bir ticaret dengesiyle, ciddi bir politika sorunu olarak dış rekabet gücümüze yeterince dikkat etmedik.

İyi bir uluslararası ortamda, küresel düzeyde oyun alanına ve kurallara dayalı uluslararası düzene güvendik ve başkalarının da aynısını yapmasını bekledik. Fakat şimdi dünya hızla değişiyor ve bu bizi gafil avladı.

En önemlisi, diğer bölgeler artık oyunu kurallarına göre oynamıyor ve rekabetçi konumlarını güçlendirmek için aktif olarak politikalar geliştiriyorlar. Bu politikalar en iyi ihtimalle yatırımları bizim ekonomimiz pahasına kendi ekonomilerine yönlendirmek; en kötü ihtimalle de bizi kalıcı olarak kendilerine bağımlı kılmak için tasarlanıyor.

Örneğin Çin, yeşil ve ileri teknolojilerde tedarik zincirinin tüm parçalarını ele geçirmeyi ve içselleştirmeyi hedefliyor ve gerekli kaynaklara erişimi güvence altına alıyor. Bu hızlı tedarik genişlemesi, birçok sektörde önemli ölçüde kapasite fazlasına yol açıyor ve sektörlerimizi baltalamakla tehdit ediyor.

ABD ise, Avrupalı firmalar da dahil olmak üzere yüksek değerli yerli üretim kapasitesini kendi sınırları içine çekmek için geniş ölçekli sanayi politikasını kullanırken, rakiplerini dışlamak için korumacılığı ve tedarik zincirlerini yeniden yönlendirmek ve güvence altına almak için jeopolitik gücünü kullanıyor.

[Avrupa] Komisyon[u] bu boşluğu doldurmak için elinden gelen her şeyi yapsa da, AB düzeyinde eşdeğer bir ‘Endüstriyel Mutabakat’a [Industrial Deal] hiçbir zaman sahip olamadık. Bu nedenle, devam etmekte olan bir dizi olumlu girişime rağmen, hâlâ birçok alanda nasıl yanıt vereceğimize dair genel bir stratejiden yoksunuz.

Yeni teknolojilerde liderlik için giderek artan kıyasıya bir yarışa nasıl ayak uyduracağımıza dair bir stratejiden yoksunuz. Bugün savunma dahil olmak üzere dijital ve ileri teknolojilere ABD ve Çin’den daha az yatırım yapıyoruz ve dünya çapında ilk 50 arasında sadece dört küresel Avrupalı teknoloji oyuncumuz var.

Geleneksel endüstrilerimizi düzenlemeler, sübvansiyonlar ve ticaret politikalarındaki asimetrilerin neden olduğu eşit olmayan bir küresel oyun alanından nasıl koruyacağımıza dair bir stratejiden yoksunuz.

Enerji yoğun sektörler buna bir örnektir.

Diğer bölgelerde bu sektörler sadece daha düşük enerji maliyetleriyle değil, aynı zamanda daha az regülasyon yüküyle karşı karşıyadır ve bazı durumlarda Avrupalı firmaların rekabet etme kabiliyetini doğrudan tehdit eden büyük sübvansiyonlar almaktadır.

Stratejik olarak tasarlanmış ve koordineli politika eylemleri olmadan, bazı sektörlerimizin kapasitelerini azalarak bitirmesi veya AB dışına taşınması mantıklıdır.

Ayrıca bağımlılıklarımızı artırmadan hedeflerimizi gerçekleştirmek için ihtiyaç duyduğumuz kaynak ve girdilere sahip olmamızı sağlayacak bir stratejiden de yoksunuz.

Avrupa’da haklı olarak iddialı bir iklim gündemimiz ve elektrikli araçlar için katı hedeflerimiz var. Fakat rakiplerimizin ihtiyacımız olan kaynakların çoğunu kontrol ettiği bir dünyada, böyle bir gündemin kritik minerallerden bataryalara ve şarj altyapısına kadar tedarik zincirimizi güvence altına alacak bir planla birleştirilmesi gerekiyor.

Organizasyonumuz, karar alma mekanizmalarımız ve finansmanımız ‘dünün dünyası’ –Covid öncesi, Ukrayna öncesi, Ortadoğu’daki çatışmalar öncesi, büyük güç rekabetinin geri dönüşü öncesi– için tasarlandığından müdahalemiz kısıtlı kaldı.

Fakat bugünün ve yarının dünyasına uygun bir AB’ye ihtiyacımız var. Bu nedenle Komisyon Başkanı’nın benden hazırlamamı istediği raporda önerdiğim şey radikal bir değişimdir, çünkü ihtiyaç duyulan şey budur.

Nihayetinde Avrupa ekonomisi genelinde bir dönüşüm gerçekleştirmemiz gerekecek. Karbondan arındırılmış ve bağımsız enerji sistemlerine; entegre ve yeterli bir AB tabanlı savunma sistemine; en yenilikçi ve hızlı büyüyen sektörlerde yerli üretime ve üretim temelimize yakın olan derin teknoloji ve dijital inovasyonda lider bir konuma güvenebilmeliyiz.

Fakat rakiplerimiz hızla ilerlerken biz de önceliklerimizi değerlendirmeliyiz. Yeşil, dijital ve güvenlik sorunlarına en fazla maruz kalan sektörlerde acil eylemlere ihtiyaç vardır. Raporumda Avrupa ekonomisindeki bu makro sektörlerden on tanesine odaklanıyoruz.

Her sektör özel reformlar ve araçlar gerektirmektedir. Yine de analizimizde politika müdahaleleri için ortaya çıkan üç ortak konu var.

İlk ortak konu ölçeğin etkinleştirilmesidir. Başlıca rakiplerimiz ölçek yaratmak, yatırımları artırmak ve en önemli sektörlerde pazar payı elde etmek için kıta büyüklüğünde ekonomiler olmalarının avantajını kullanmaktadır. Biz de Avrupa’da aynı doğal büyüklük avantajına sahibiz, ama parçalanma bizi geride tutuyor.

Örneğin savunma sanayinde ölçek eksikliği, Avrupa’nın endüstriyel kapasitesinin gelişimini engelliyor; bu da yakın tarihli Avrupa Savunma Sanayi Stratejisinde kabul edilen bir sorun. ABD’deki ilk beş oyuncu, büyük pazarın %80’ini temsil ederken, Avrupa’da bu oran %45’tir. 

Bu fark büyük ölçüde AB savunma harcamalarının parçalı olmasından kaynaklanmaktadır.

Devletler birlikte çok fazla alım yapmıyor –ortak alımlar harcamaların %20’sinden azını oluşturuyor– ve kendi pazarımıza yeterince odaklanmıyorlar: son iki yılda yapılan alımların neredeyse %80’i AB dışından yapıldı.

Yeni savunma ve güvenlik ihtiyaçlarını karşılamak için ortak alımlarımızı artırmalı, harcamalarımızın koordinasyonunu ve ekipmanlarımızın birlikte çalışabilirliğini artırmalı ve uluslararası bağımlılıklarımızı önemli ölçüde azaltmalıyız.

Ölçeği kullanmadığımız bir başka örnek de telekomünikasyondur. AB’de yaklaşık 450 milyon tüketiciden oluşan bir pazarımız var, fakat kişi başına düşen yatırım ABD’dekinin yarısı kadar ve 5G ve fiber dağıtımında geride kalıyoruz.

Bu uçurumun bir nedeni, ABD’de üç ve Çin’de dört mobil ağ grubuna karşılık, Avrupa’da 34 mobil ağ grubuna sahip olmamızdır –ve bu muhafazakâr bir tahmindir, aslında çok daha fazlasına sahibiz– genellikle ulusal ölçekte faaliyet gösteriyoruz. Daha fazla yatırım yapılabilmesi için Üye Devletler arasında telekom düzenlemelerini daha da uyumlu hale getirmemiz ve konsolidasyonu engellemek yerine desteklememiz gerekiyor.

Ölçek, farklı bir şekilde, en yenilikçi fikirleri üreten genç şirketler için de çok önemlidir. Bu şirketlerin iş modeli, hızlı büyüyebilmelerine ve fikirlerini ticarileştirebilmelerine bağlıdır ki bu da büyük bir iç pazar gerektirir. 

Ayrıca ölçek, AB hasta verilerinin standartlaştırılması ve sahip olduğumuz tüm bu veri zenginliğine ihtiyaç duyan yapay zeka kullanımı yoluyla yeni, yenilikçi ilaçlar geliştirmek için de gereklidir – keşke bunlar standartlaştırılabilse.

Avrupa’da geleneksel olarak araştırma alanında çok güçlüyüz fakat inovasyonu pazara sunma ve yaygınlaştırma konusunda başarısızız. Bu engeli, diğer hususların yanı sıra, banka kredilerindeki mevcut ihtiyati düzenlemeleri gözden geçirerek ve teknoloji alanındaki startup’lar için yeni bir ortak düzenleyici rejim oluşturarak aşabiliriz.

İkinci konu ise kamu mallarının sağlanmasıdır. Hepimizin fayda sağlayacağı, fakat hiçbir ülkenin tek başına gerçekleştiremeyeceği yatırımlar söz konusu olduğunda, birlikte hareket etmemiz için güçlü bir gerekçe vardır, aksi takdirde ihtiyaçlarımıza göre eksik hizmet sunarız: örneğin iklimde, savunmada ve diğer sektörlerde de eksik hizmet sunarız. 

Avrupa ekonomisinde koordinasyon eksikliğinin yatırımların verimsiz bir şekilde düşük kalmasına neden olduğu birçok tıkanma noktası bulunmaktadır. Enerji şebekeleri ve özellikle de ara bağlantılar buna bir örnektir.

Entegre bir enerji piyasası firmalarımız için enerji maliyetlerini düşüreceğinden ve gelecekteki krizler karşısında bizi daha dirençli kılacağından –Komisyon’un REPowerEU bağlamında takip ettiği bir hedef– bunlar açıkça kamu yararınadır.

Fakat dahili bağlantılar [interconnections] planlama, finansman, malzeme tedariki ve yönetişim konularında koordine edilmesi zor kararlar alınmasını gerektirmektedir; dolayısıyla ortak bir yaklaşım üzerinde mutabık kalmadıkça gerçek bir Enerji Birliği oluşturmamız mümkün olmayacaktır.

Bir başka örnek de süper bilgisayar altyapımızdır. AB, dünya standartlarında yüksek performanslı bilgisayarlardan (HPC’ler) oluşan bir kamu ağına sahiptir, ama özel sektöre yayılma şu anda çok çok sınırlıdır.

Bu ağ özel sektör tarafından kullanılabilir –örneğin yapay zeka girişimleri ve KOBİ’ler– ve karşılığında elde edilen mali faydalar HPC’leri yükseltmek ve AB bulut genişlemesini desteklemek için yeniden yatırılabilir.

Bu kamu mallarını belirledikten sonra, kendimize bunları finanse edecek araçları da sağlamamız gerekir. Kamu sektörünün oynayacağı önemli bir rol var ve özellikle savunma gibi parçalı harcamaların genel etkinliğimizi azalttığı alanlarda AB’nin ortak borçlanma kapasitesini nasıl daha iyi kullanabileceğimiz konusunda daha önce konuşmuştum.

Fakat yatırım açığının büyük bir kısmının özel yatırımlarla kapatılması gerekecektir. AB’de özel tasarruflar çok yüksektir, fakat bu tasarruflar çoğunlukla bankalardaki mevduatlara aktarılmakta ve daha büyük bir sermaye piyasasında olabileceği kadar büyümeyi finanse etmemektedir. Bu nedenle Sermaye Piyasaları Birliği’nin (CMU) ilerletilmesi genel rekabet gücü stratejisinin vazgeçilmez bir parçasıdır.

Üçüncü konu ise temel kaynak ve girdilerin tedarikinin güvence altına alınmasıdır.

İklim hedeflerimizi, artık güvenemeyeceğimiz ülkelere bağımlılığımızı artırmadan gerçekleştireceksek, kritik mineral tedarik zincirinin tüm aşamalarını kapsayan kapsamlı bir stratejiye ihtiyacımız var.

Şu anda bu alanı büyük ölçüde özel aktörlere bırakırken, diğer hükümetler tüm zinciri doğrudan yönetiyor veya güçlü bir şekilde koordine ediyor. Ekonomimiz için de aynı şeyi sağlayacak bir dış ekonomi politikasına ihtiyacımız var.

Komisyon bu süreci Kritik Hammaddeler Yasası ile başlattı fakat hedeflerimizi daha somut hale getirmek için tamamlayıcı tedbirlere ihtiyacımız var. Örneğin, öncelikle ortak tedarik, güvenli çeşitlendirilmiş tedarik, havuzlama ve finansman ve stoklama için özel bir AB Kritik Mineral Platformu öngörebiliriz.

Güvence altına almamız gereken bir diğer önemli girdi de –ki bu özellikle siz sosyal ortakları ilgilendiriyor– vasıflı işçi arzımızdır.

AB’de şirketlerin dörtte üçü doğru becerilere sahip çalışanları işe almakta zorlandıklarını bildirirken, işgücümüzün %14’ünü temsil eden 28 meslekte şu anda işgücü açığı olduğu tespit edilmiştir.

Yaşlanan toplumlar ve göçe yönelik daha az olumlu tutumlar nedeniyle bu becerileri kendi içimizde bulmamız gerekecek. Becerilerin uygunluğunu sağlamak ve esnek beceri geliştirme yollarını şekillendirmek için birden fazla paydaşın birlikte çalışması gerekecektir.

Bu konudaki en önemli aktörlerden biri de siz sosyal ortaklar olacaksınız. Değişim zamanlarında her zaman çok önemli oldunuz ve Avrupa, işgücü piyasamızın dijital çağa uyum sağlamasına yardımcı olmak ve çalışanlarımızı güçlendirmek için size güvenecek.

Bu üç konu, kendimizi nasıl örgütlediğimiz, birlikte ne yapmak istediğimiz ve neleri ulusal düzeyde tutmak istediğimiz hakkında derinlemesine düşünmemizi gerektiriyor. Fakat karşı karşıya olduğumuz güçlüğün aciliyeti göz önüne alındığında, tüm bu önemli soruların cevaplarını bir sonraki Antlaşma değişikliğine kadar erteleme lüksüne sahip değiliz.

Farklı politika araçları arasında tutarlılığı sağlamak için, ekonomi politikalarının koordinasyonuna yönelik yeni bir stratejik aracı şimdi geliştirebilmeliyiz.

Ve eğer bunun mümkün olmadığını görürsek, belirli durumlarda, Üye Devletlerin bir alt kümesiyle ilerlemeyi düşünmeye hazır olmalıyız. Örneğin, 28. rejim(*) şeklinde güçlendirilmiş işbirliği, CMU’nun yatırımları harekete geçirmesi için ileriye dönük bir yol olabilir. Fakat kural olarak, Birliğimizin siyasi bütünlüğünün birlikte hareket etmemizi gerektirdiğine inanıyorum – muhtemelen her zaman. Ve aynı siyasi uyumun şu anda dünyanın geri kalanındaki değişimler tarafından tehdit edildiğinin farkında olmalıyız.

Rekabet gücümüzü yeniden tesis etmek tek başımıza ya da sadece birbirimizi yenerek başarabileceğimiz bir şey değildir. Daha önce hiç olmadığı şekilde bir Avrupa Birliği olarak hareket etmemizi gerektiriyor.

Rakiplerimiz tek bir stratejiyle tek bir ülke gibi hareket edebildikleri ve gerekli tüm araç ve politikaları bu stratejinin arkasında sıralayabildikleri için bize fark atıyorlar.

Onlarla boy ölçüşebilmek için Üye Devletler arasında yenilenmiş bir ortaklığa ihtiyacımız var; Birliğimizi yeniden tanımlamak, 70 yıl önce Kurucu Atalarımızın Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğunu kurarken yaptıklarından daha az iddialı değil.

Teşekkür ederim.


(*) 28. rejim: Özetle, 28. rejim, üye devletlerin ulusal yasal rejimlerinin yanında yer alan AB kurallarının ayrı bir yasal çerçevesidir. AB’de yerleşik taraflar, işlemlerini ilgili üye devletin ulusal hukuku yerine böyle bir çerçevenin yönetmesini tercih edebilirler. Şu anda AB’de 27 üye devlet bulunduğundan, bu tür çerçeveye ‘28. rejim’ adı veriliyor. (ç.n.)

AVRUPA

Zelenskiy’in hamisi Kolomoyskiy, müebbet hapis cezasıyla karşı karşıya

Yayınlanma

Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’e 2019 seçimlerinde sunduğu medya desteğiyle tanınan Ukraynalı oligark İgor Kolomoyskiy, kiralık katil tutma suçlamasıyla müebbet hapis cezasıyla karşı karşıya.

Ukrayna Güvenlik Teşkilatı’nın (SBU) Telegram kanalından yapılan açıklamaya göre, kolluk kuvvetleri yeterli delilleri topladı ve cinayete azmettirmeden suçlu buldu.

Açıklamada, “Soruşturmanın yeni delillerine dayanarak, kendisi müebbet hapis cezasıyla karşı karşıya,” ifadelerine yer verildi.

Soruşturmaya göre Kolomoyskiy’in 2003 yılında bir hukuk bürosunun yöneticisinin öldürülmesinde parmağı olduğu belirtilen açıklamada, “Dört suçlu kurbanın kafasına metal bir çubukla vurdu ve onu göğsünden, karnından ve sırtından bıçakladı. Ancak zamanında yapılan tıbbi yardım sayesinde doktorlar adamın hayatını kurtarmayı başardı,” denildi. SBU, suça karışan şahısların ismini vermedi.

Haftalık Strana gazetesi ise Ukrayna Devlet Başkanı danışmanlarından Sergey Leşçenko’ya dayandırdığı haberinde Kolomoyskiy’in Dniprospetsstal şirketiyle ilgili bir anlaşmazlıkta talimatlara uymayı reddeden avukat Sergey Karpenko’nun hayatına kastettiğinden şüphelenildiğini yazdı.

Gazeteye göre Karpenko’ya yönelik saldırı Ağustos 2003’te Feodosya’da gerçekleşti. Strana, suçun faillerinin aynı zamanda gözaltına alındığını ve şimdi ‘müşterinin kimliğini doğrulayan inkar edilemez deliller’ olduğunu vurguladı.

Kolomoyskiy, 2 Eylül 2023 tarihinde, dolandırıcılık ve suç yoluyla elde edilen mülkün aklanması suçlamasıyla gözaltına alınmıştı.

7 Eylül’de Ukrayna Ulusal Yolsuzlukla Mücadele Bürosu (NABU), Kolomoyskiy ve 2016 yılına kadar en büyük hissedarı olduğu Privatbank ile bağlantılı diğer beş şahsı, bankanın 9,2 milyar grivna (249 milyon doların üzerinde) tutarındaki fonlarını zimmete geçirmekle suçluyor.

Bir hafta sonra Kolomoyskiy’e, zimmete geçirme, görevi kötüye kullanarak başkalarının mülklerine el koyma ve organize suç örgütü yöneticiliği şeklinde üçüncü bir suçlama yöneltildi.

Soruşturma, Kolomoyskiy’in 2013-2014 yılları arasında, kurucusu ve hissedarı olduğu bankanın çalışanlarının yardımıyla, o dönemde 700 milyon dolara eşdeğer olan 5,8 milyar grivna’yı yasadışı bir şekilde ele geçirdiğine dikkat çekiyor.

Mahkeme, Kolomoyskiy’in tutukluluk halini defalarca uzattı ve 22 Nisan 2024 tarihinde tutukluluk süresi 2 Haziran’a kadar uzatıldı.

Ukrayna’da yolsuzluk baskınları: Kolomoyskiy ve Avakov neden hedefte?

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Yanis Varoufakis Alman devlet görevlilerini dava ediyor

Yayınlanma

Alman makamları, nisan ayında Berlin’de düzenlenmek istenen Filistin konferansında konuşma yapması planlanan eski Yunanistan Maliye Bakanı Yanis Varoufakis’in ülkeye girişini ve her türlü siyasi faaliyette bulunmasını yasaklamış, konferansı da polis zoruyla dağıtmıştı.

Yunanistan’da faaliyet gösteren MERA25 isimli siyasi partinin de lideri olan Varoufakis, Alman devlet görevlilerini dava etmeye karar verdi.

MERA25’in de dahil olduğu 2025 Avrupa’da Demokrasi Hareketi’nin (DiEM25) internet sitesinde yer alan habere göre, Varoufakis’in avukatına, yasağın gerekçeleri üzerine yazılı olarak cevap vereceklerine dair söz verdikten sonra, Alman makamları nihayet “ulusal güvenliği” gerekçe göstererek ve herhangi bir yazılı cevabın “Federal Polisin ve davaya dahil olan diğer güvenlik servislerinin görevlerini düzgün bir şekilde yerine getirmesine” zarar vereceği için aslında cevap vermeyeceklerini söylediler. 

Yanis Varoufakis: Almanya’da neden yasaklı ilan edildim?

DiEM25 açıklamasında, “Alman ve Avrupa hukukunun bu açık ihlali karşısında ve MERA25 Almanya ve hukuk ekibiyle yaptığı istişarelerin ardından Varoufakis, Alman makamlarını temel haklarının ihlali ve hakaret suçlamasıyla mahkemeye veriyor ve gerekirse Avrupa mahkemelerine başvurma niyetini belirtiyor,” denildi.

Alman mahkemelerine sunulan belgelerde, Varoufakis’in 12 Nisan’da Ortadoğu’da Adil Barış için Yahudi Sesi, MERA25 ve diğer kuruluşlar tarafından düzenlenen ve Ürdün Nehri ile Akdeniz arasındaki herkese eşit siyasi haklar sağlanması için yapılması gerekenlerin tartışılacağı bir forum olan Filistin Kongresi’nde konuşma yapacağı hatırlatılıyor. 

Açıklama şöyle sona eriyor:

“Totalitarizme kayışlarını meşrulaştırmak için ‘ulusal güvenlik’ kavramına başvuran ve İsrail’in Filistin halkına karşı eleştiri ve protestolara aldırmadan savaş suçları işleme ‘hakkını’ sonuna kadar desteklemek isteyen Alman makamları, özünde hem Alman Hukuk Devleti’ni hem de AB’nin en önemli ilkesi olan vatandaşların dolaşım özgürlüğünü ve AB’nin her köşesinde siyasi faaliyette bulunma hakkını ortadan kaldırmışlardır. 

DiEM25 olarak Avrupalı ya da Avrupalı olmayan her vatandaşı, Avrupa halklarının yüzyıllar boyunca kurmak için mücadele ettiği temel siyasi hakların ‘ulusal güvenlik’ adı altında keyfi, totaliter ve acımasız bir şekilde ortadan kaldırılmasına karşı durmaya çağırıyoruz. Sonuçta, bugünün Almanya’sında ve Avrupa’nın geri kalanında, hiçbir şey yurttaşların güvenliğini temel haklarımızın kaybından daha fazla tehdit edemez.”

Almanya’da İsrail adına ‘cadı avı’ sürüyor

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Avrupa Yatırım Bankası, artık savunma projelerine de kredi verecek

Yayınlanma

AB’nin kredi kurumu Avrupa Yatırım Bankası (EIB) 8 Mayıs Çarşamba günü, çift kullanımlı yatırımlar üzerindeki kısıtlamalardan feragat ederek, uzun süredir devam eden askeri ürünlere yatırım yapmama politikasında değişiklik yaptığını duyurdu.

EIB yönetim kurulu yaptığı açıklamada, “EIB Grubu finansmanı için uygun olan çift kullanımlı mallar ve altyapının güncellenmiş tanımını” onaylayarak, sivil uygulamalardan beklenen gelirler veya savunma ile ilgili herhangi bir yatırımda sivil kullanıcıların payı için minimum eşiği kaldırdığını belirtti.

Şimdiye kadar, çift kullanımlı kredi kriterleri bankanın savunma ile ilgili projelere yatırımını askeri kullanımlarını reddeden sivil uygulamalarla sınırlıyordu.

EIB’nin direktörleri olarak görev yapan AB maliye bakanları, güvenlik ve savunma alanında faaliyet gösteren küçük ve orta ölçekli işletmeler (KOBİ’ler) için “özel aracılı finansmanın” önünü açarak “finansmanı kolaylaştırma” konusunda mutabık kaldılar.

Ayrıca bankanın “uygun hedefli yatırımlar” listesine ordu ya da polis tarafından kullanılan ve sivil ihtiyaçlara da hizmet eden proje ve altyapıları da eklediler. 

Bu hamle, siber güvenlik, radarlar, uydu teknolojisi, altyapı ve ekipman da dahil olmak üzere sadece silahlı kuvvetler tarafından kullanılan ürün ve teknolojilere, “ölümcül risk taşımadıkları” ölçüde, yatırım yapma kabiliyetini genişletecek.

EIB’den yapılan açıklamada, “Değişikliklerin yatırımları hızlandırması ve Avrupa güvenlik ve savunma sektörü için EIB Grubu finansmanına erişimi iyileştirmesi bekleniyor,” denildi.

EIB halihazırda Stratejik Avrupa Güvenlik Girişimi (SESI) ve Avrupa Yatırım Fonunun (EIF) Savunma Sermayesi Kolaylığı kapsamında 6 milyar avroluk finansmana sahipti.

Avrupa savunma sanayii ve savunma bakanlıkları uzun süredir EIB’den AB’nin artan savunma çabalarına katkısını artırmasını talep ederken, bu talep ancak şubat ayında maliye bakanlarının masasına taşındı ve EIB Başkanı Nadia Calviño, Avrupa Komisyonu ile iki aylık bir istişare süreci başlattı.

Müzakereler hakkında bilgi sahibi olan çeşitli kaynaklara göre EIB’nin geleneksel kredi verme yetkisinin ötesine geçmesinin temel ön koşullarından biri, en yüksek kredi notunun yanı sıra Çevresel, Sosyal ve Yönetişim (ESG) notlarını da koruyabilmesine bağlı.

Özellikle ana ‘Triple A’ kredi notu, borç verenin piyasada çok uygun borçlanma koşulları elde etmesini sağlar. Euractiv’in daha önce bildirdiği üzere bu, bankanın hissedarları (yani bloğun 27 üye ülkesi) için ne bankanın ne de ulusal hükümetlerin tehlikeye atmak isteyeceği kilit bir öncelik.

Geçtiğimiz hafta ABD’li kredi derecelendirme devi Moody’s, çift kullanım politikasında önemli değişiklikler yapılması halinde EIB’nin sadece ESG puanının değil genel kredi notunun da mercek altına alınacağını teyit eden ilk derecelendirme kuruluşu olmuştu.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English