Diplomasi
Meloni ile Orbán Roma’da buluştu

İtalya Başbakanı Giorgia Meloni, Macaristan Başbakanı Viktor Orbán’ı altı ay içinde ikinci kez Roma’da ağırlayarak “düzensiz göç” ve Avrupa işbirliği başta olmak üzere çeşitli konuları görüştü.
İki lider yaptıkları ortak açıklamada “menşe ve transit ülkelerle güçlendirilmiş işbirliği” yoluyla düzensiz göçle mücadele konusundaki kararlılıklarını bir kez daha teyit ederek temel nedenlerin ele alınmasının, insan kaçakçılığı ağlarının çökertilmesinin ve denizde can kayıplarının önlenmesinin önemini vurguladı.
İki lider, “Avrupa Birliği’nden geri dönüşlerin kolaylaştırılması, artırılması ve hızlandırılması” için güncellenmiş bir yasal çerçeveye ihtiyaç olduğunu söyleyip bu konuda “güvenli menşe ülkelerin” tanınmasının genişletilmesine odaklanılması gerektiğini belirtti.
Açıklamaya göre görüşmelerde ayrıca AB hukuku ve uluslararası hukuka saygı gösterilerek düzensiz göçün önlenmesi ve durdurulması için “yeni yöntemler keşfetmenin” yolları araştırıldı. Bunun, göç yönetimi konusunda kısa bir süre önce üzerinde mutabakata varılan İtalya-Arnavutluk anlaşmasının açtığı yola dayandığı belirtiliyor.
İtalya-Arnavutluk modelinin hem birinci hem de ikinci transferleri durdurulmuş ve sığınmacılar, Roma’daki bir mahkemenin gözaltında tutulmalarını onaylamayı reddetmesi ve konuyu AB Adalet Divanına havale etmesinin ardından İtalya’ya iade edilmişti.
Lüksemburg’daki yargıçların kararını bekleyen İtalyan hükümeti, çarşamba günü duruşması yapılan İtalyan Yargıtayının kararını da bekliyor.
Başsavcı, AB Adalet Divanı’nın nihai kararının önümüzdeki haftalarda açıklanması beklenmek üzere kararın askıya alınmasını talep etti. Temel mesele, yargıçların bir ülkenin “güvenli” olup olmadığına karar verirken takdir yetkisini kullanıp kullanamayacakları ya da hükümetin önceden belirlediği listeye sıkı sıkıya uymak zorunda olup olmadıkları.
Çarşamba günü İtalyan parlamentosu da hükümetin güvenli ülkeler listesini, göçmenlerin gözaltına alınmasına ilişkin karar verme yetkisini istinaf mahkemelerine devreden yeni kuralları ve Akdeniz’de çalışan STK’lar için daha sıkı tedbirleri içeren göç akışına ilişkin kararnameyi onayladı.
Arnavutluk’ta göçmenlerin alıkonulmasına yönelik yargı itirazlarının önüne geçmeyi amaçlayan bu düzenleme, yargının hakları ve bağımsızlığı konusunda endişelere yol açtı.
Göç konusuna ek olarak Meloni, Macaristan’ın başarılı AB dönem başkanlığı dolayısıyla Orbán’ı kutladı ve rekabet gücüne ilişkin Budapeşte Deklarasyonunun kabul edilmesinin yanı sıra Arnavutluk ile AB katılım müzakerelerinin ilk faslının açılması ve Bulgaristan ve Romanya ile Schengen genişlemesi görüşmelerinin ilerletilmesi konusunda kaydedilen ilerlemeyi övdü.
Liderler ayrıca Orta Doğu’daki durum ve Ukrayna’da BM Şartı ve uluslararası hukuk ilkeleri temelinde adil ve kalıcı bir barışa yönelik ortak destekleri de dâhil olmak üzere uluslararası konularda devam eden siyasi koordinasyonu ele aldılar.
Diplomasi
ABD ile Ukrayna arasındaki maden anlaşmasının nihai metnine bakış

Ukrayna’nın geleceği ve savaş sonrası yeniden inşası adına kritik olabilecek bir gelişme yaşandı. 30 Nisan’da Washington’da, ABD Hazine Bakanı Scott Bessent ve Ukrayna Ekonomi Bakanı Yuliya Sviridenko, bir süredir üzerinde çalışılan ABD-Ukrayna Yeniden Yapılanma Yatırım Fonu (RIF) anlaşmasına imza attılar.
Söz konusu anlaşma, kamuoyunda daha çok “nadir toprak elementleri anlaşması” olarak biliniyor ve şubat ayının başından beri iki ülke arasında müzakere ediliyordu.
Anlaşmanın lafzında neler var?
Anlaşma ile özünde, Ukrayna’nın sahip olduğu zengin yeraltı kaynaklarından elde edilecek gelirlerin bir kısmıyla finanse edilecek ortak bir yatırım fonu kuruluyor.
Bu fonun temel amacı, savaşın yaralarını sarmak, ülkenin yeniden inşasına katkıda bulunmak ve gelecek vadeden yeni projelere yatırım yapmak olarak açıklandı. Anlaşma, Ukrayna’nın, sahip olduğu doğal kaynakların araştırılması ve potansiyel olarak işletilmesi konusunda ABD’ye belirli bir erişim hakkı tanıyor.
1 Mayıs’ta Ukrayna Bakanlar Kurulu’nun internet sitesinde yayımlanan 12 sayfalık anlaşma metni, bu işbirliğinin çerçevesini çiziyor. Anlaşmanın bazı kilit noktaları şunlar:
— Ortak fon (RIF): İki ülke, Yeniden Yapılanma Yatırım Fonu’nu (RIF) birlikte kuruyor. Ukrayna hükümeti, bu ortaklığın herhangi bir yerli yasayla çelişmesi durumunda, anlaşmanın öncelikli olacağını taahhüt ediyor.
— Vergi muafiyeti: Fon ve fonla ilgili tüm faaliyetler, hem Ukrayna’da hem de ABD’de vergiden muaf tutulacak. Bu, fonun kârlılığını ve etkinliğini artırmayı hedefliyor.
— Para birimi ve transferler: Ukrayna, yerli para birimi Grivna’nın dolara serbestçe çevrilebilmesini ve fonla ilgili paranın herhangi bir ortak hesaba kolayca transfer edilebilmesini garanti ediyor.
— Yatırım hakları ve lisanslama: Ukrayna, ortaklık kapsamında doğal kaynakların geliştirilmesi, altyapının kullanılması ve diğer varlıklar için lisanslar vermeyi taahhüt ediyor. Ancak bu süreçlerin Ukrayna yasalarına ve ülkenin Avrupa Birliği’ne karşı yükümlülüklerine aykırı olmaması gerekiyor. Ayrıca, ABD’li ortağın, çıkarılan ürünlerin paylaşımı ve satın alınması konusunda müzakere etmesine olanak tanıyan hükümlerin lisanslara dahil edilmesi öngörülüyor.
— Finansman: Fonun nasıl finanse edileceği de önemli bir detay. Kiev, kira gelirlerinden elde edilen gelirin önceden belirlenmiş bir kısmını (yüzde 50) fona aktaracak. ABD’nin katkısı ise daha çok Ukrayna’ya sağladığı ve sağlayacağı askeri yardımlar (silah, mühimmat, teknoloji, eğitim) üzerinden hesaplanacak. Bu yardımların tahmini değeri, ABD’nin sermaye katkısını artırmış sayılacak.
— İhtilafların çözümü: Olası anlaşmazlıkların ikili istişareler yoluyla çözülmesi hedefleniyor.
Anlaşma kapsamında adı geçen doğal kaynaklar listesi oldukça uzun ve stratejik öneme sahip: Alüminyum, berilyum, lityum, titanyum, uranyum, kobalt, nikel, tantal, galyum, germanyum, nadir toprak elementleri, petrol ve doğalgaz gibi pek çok kritik maden ve mineral bu listede yer alıyor.
Taraflar ne diyor?
Ukrayna Ekonomi Bakanı Sviridenko, anlaşmanın detaylarını kamuoyuyla paylaşırken bazı önemli noktaların altını çizdi. Facebook üzerinden yaptığı açıklamada, kaynakların mülkiyetinin ve kontrolünün tamamen Ukrayna’da kalacağını vurguladı. Fonun sadece kritik materyaller ve petrol/doğalgaz alanındaki yeni projelerden elde edilecek gelirin yüzde 50’si ile finanse edileceğini belirtti.
Sviridenko ayrıca, anlaşmanın Ukrayna’nın mevcut borçlarıyla ilgili olmadığını ve Ukrnafta, Energoatom gibi devlet şirketlerinin mülkiyetinin devlette kalacağını da ekledi. Sviridenko’ya göre bu anlaşma, diğer küresel aktörlere Ukrayna ile on yıllarca sürecek “güvenilir ve uzun vadeli işbirliğinin” mümkün olduğuna dair bir sinyal niteliği taşıyor.
ABD tarafında ise Hazine Bakanı Scott Bessent, anlaşmanın Rusya’ya “açık bir mesaj” gönderdiğini ifade etti. Bessent’e göre bu mesaj, Donald Trump yönetiminin barış sürecine bağlılığını ve bu sürecin merkezinde “hür, egemen ve uzun vadede müreffeh bir Ukrayna” vizyonunun yer aldığını gösteriyor.
Bessent, “Şunu netleştirelim: Ukrayna’nın yeniden inşasından, Rusya’nın savaş makinesini finanse eden veya ona tedarik sağlayan hiçbir devlet veya kişinin faydalanmasına izin verilmeyecektir,” ifadelerini kullandı.
Beyaz Saray da anlaşmayı “türünün ilk örneği tarihi bir ortaklık” olarak nitelendirdi ve Ukrayna’nın yeniden inşasını ve uzun vadeli ekonomik başarısını güvence altına alacağını belirtti. Beyaz Saray ayrıca, ortaklığın eşit temsil esasına göre (her iki taraftan üçer yönetim kurulu üyesi) özel olarak kurulacak bir şirket tarafından denetleneceğini ve ABD’nin Ukrayna kaynaklarını kendisi için satın almak istemesi durumunda öncelik hakkına sahip olacağını açıkladı.
Başkan Trump ise daha önceki açıklamalarında, bu tür bir anlaşma yoluyla ABD’nin Ukrayna’ya yaptığı ve kendi tahminine göre 350 milyar doları aşan yardımı teorik olarak geri alabileceğini ima etmişti.
Müzakerelerdeki belirsizlikler
Anlaşma metni, müzakere sürecindeki bazı iniş çıkışları ve uzlaşmaları da yansıtıyor. Başlangıçta Kiev’in, anlaşmada ABD’nin güvenlik garantilerine yer verilmesi konusunda ısrarcı olduğu biliniyor. Ancak bu talep, ABD tarafından kabul görmedi ve nihai metne girmedi.
Diğer taraftan, Washington’un Ukrayna’ya sağlanan askeri yardımların bir tür borç olarak kaydedilmesi yönündeki talebi de anlaşmada yer almadı.
Fakat pek çok detayın hâlâ belirsiz olduğu ve tarafların bu detayları ayrı bir “Sınırlı Sorumlu Ortaklık Anlaşması” ile netleştirmeyi planladığı anlaşılıyor. European Pravda‘nın haberine göre, müzakereler sırasında anlaşmanın birkaç parçaya bölünmesine karar verilmiş. İmzalanan bu ilk belge, daha çok yeraltı kaynaklarının geliştirilmesi, madenlerin satışı ve gelecekteki Amerikan yardımları (askeri yardımlar dahil) konusundaki işbirliğinin siyasi çerçevesini belirliyor.
Dikkat çekici bir diğer husus ise, anlaşmanın imzalandığı gün yaşandı. Kyiv Post‘un diplomatik kaynaklara dayandırdığı haberine göre, 30 Nisan’da Beyaz Saray, Kongre’ye Ukrayna’ya 50 milyon dolar değerinde savunma ürünleri ihracatını onaylayacağını bildirdi. Ancak bu ihracat, Joe Biden dönemindeki karşılıksız yardımlardan farklı olarak, doğrudan ticari satış (DCS) formatında gerçekleşecek. Bu, Trump yönetiminin 100 günlük iktidarındaki Kiev’e yönelik ilk askeri sevkiyat kararı oldu.
Bir yığın soru işareti
BUnun yanı sıra Trump’ın Ukrayna ile anlaşmayı öncelikle iç kamuoyuna yönelik bir mesaj olarak kurguladığı anlaşılıyor. Bu yaklaşımla, ABD’nin artık Biden dönemindeki gibi cömert bir destek sunmak yerine ekonomik çıkarlarını öne çıkardığı ve verdiği her desteğin karşılığını almak istediği mesajı veriliyor.
Ancak planın uygulanabilirliği konusunda ciddi soru işaretleri mevcut. Paranın nasıl geri alınacağına dair net bir yol haritası sunulmuş değil; Ukrayna’daki doğal kaynakların muhtemel getirisi ve işletme koşulları üzerine somut analizler de mevcut değil.
Devam eden savaş ve ülkenin gelecekteki sınırlarına dair belirsizlikler göz önüne alındığında, anlaşmanın büyük ölçüde sembolik bir değer taşıdığı ve seçim sürecinde verilen sözleri yerine getirme uğraşının bir parçası olduğu düşünülüyor.
Öte yandan, bu tür bir mutabakat Washington’un Ukrayna’ya olan siyasi bağlılığını artırarak Kiev için diplomatik bir kazanım anlamına gelebilir. Fakat bu, ABD’ye sahada askeri bir yükümlülük getirmiyor.
Bu anlaşmanın geçmişi, Zelenskiy’nin geçen yılın ekim ayında resmi olarak sunduğu “zafer planına” kadar uzanıyor. Planın stratejik ekonomik potansiyele ayrılan bölümünde Zelenskiy, Batılı ortaklara ülkenin sahip olduğu “trilyonlarca dolar değerindeki kritik kaynakların” (uranyum, titanyum, lityum, grafit vb.) ortak korunması ve bunlara ortak yatırım yapılması için bir anlaşma teklif etmişti.
Financial Times‘ın iddiasına göre, bu maddenin plana dahil edilmesinde, Trump’a yakınlığıyla bilinen Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham’ın tavsiyeleri etkili olmuştu. Zelenskiy’nin bu planı, geçen yılın eylül ayındaki ABD ziyareti sırasında bizzat Trump’a sunduğu da biliniyor.
Ukrayna’nın kaynakları ABD’nin beklentilerini karşılayacak mı?
Geçen haftalarda İspanyol gazetesi El Mundo, ABD’nin Ukrayna’dan elde etmek istediği hammadde kaynaklarının yeterliliğinin belirsiz olduğunu yazmıştı.
Gazete, ABD’nin Ukrayna’nın ekonomik toparlanmasından sorumlu özel temsilci eski yardımcısı Tyson Barker’ın görüşlerine yer verdi. Barker, yaptığı açıklamada, “Şu anda kimse Ukrayna’da yeterli nadir toprak elementi olup olmadığını bilmiyor,” dedi.
Barker, ülkede petrol, doğalgaz, lityum ve grafit rezervleri bulunduğunu ancak bunların dünyanın en büyük rezervleri arasında yer almadığını belirtti. Uzman, maden yataklarının varlığına dair en güçlü argümanın “büyük bir ülke olması gerçeği” olduğunu ifade ederek, “Alan ne kadar büyükse, potansiyel o kadar yüksek olur,” diye konuştu. Ancak Barker, bunun hammaddenin yeterli kalitede olacağını veya kârlı bir şekilde çıkarılabileceğini garanti etmediğini söyledi.
Gazete, madencilik sektörü uzmanı Amanda Marcillano van Dyke’ın değerlendirmesine de yer verdi. Van Dyke, Trump yönetiminin Ukrayna’daki nadir toprak metallerinin varlığına işaret eden “Sovyetler Birliği dönemine ait eski analizlere dayandığını” belirtti. Barker da bu tezi destekleyerek, “Sadece 1980’lerden kalma Sovyet jeologlarının raporları var,” ifadesini kullandı.
Ukrayna Ekonomi Bakanlığı, ülke topraklarında Avrupa Birliği’nin (AB) kritik olarak tanımladığı 34 faydalı mineralden 22’sinin yataklarının bulunduğunu bildirmişti.
Devlet Jeoloji ve Maden Kurumuna göre, ülke dünya grafit rezervlerinin yüzde 6’sına, lityumun yüzde 1-2’sine, titanyumun yüzde 1’ine ve uranyumun yüzde 2 ila 4’üne sahip. Reuters‘ın Jeoloji Enstitüsü’ne dayandırdığı haberine göre Ukrayna’da lantanyum, seryum, neodimyum, erbiyum ve itriyum gibi nadir toprak elementleri de bulunuyor.
ABD Jeolojik Araştırma Kurumu, ulusal güvenlik ve ekonomi için en önemli 50 element arasında berilyum, grafit, lityum, manganez, titanyum ve zirkonyumu sayıyor. Bu elementlerin yatakları Ukrayna’da da mevcut.
Fakat kurum, her birinin çıkarılmasının ekonomik olarak uygun olup olmadığına dair garanti vermiyor. Örneğin, bazı durumlarda geliştirme ve çıkarma için önemli yatırımlar gerektiren yataklardan bahsediliyor.
Diplomasi
Analistler: Çin müzakerelere açık, ancak önce ABD’nin gümrük vergilerini kaldırması gerek

Analistler, Çin’in ticaret savaşını yatıştırmaya yönelik potansiyel bir anlaşma için ABD ile görüşmeleri yeniden başlatıp başlatmamayı değerlendirdiğini teyit etmesinin, Pekin’in pozisyonunu yumuşattığı şeklinde yorumlanmaması gerektiğini söyledi, zira Çin müzakerelere açık olsa da bu konuda acele etmiyor.
Pekin cuma günü yaptığı açıklamada Washington’un “ilgili kanallar aracılığıyla görüşmelere katılma arzusunu ifade ederek” kendisine ulaştığını söyledi.
Ancak Çin Ticaret Bakanlığı’ndan bir sözcü de ABD’nin gerçekten görüşmek istiyorsa “yanlış uygulamalarını ele alarak samimiyetini göstermek” için Çin’e uyguladığı gümrük vergilerini kaldırması gerektiğini vurguladı.
Pekin merkezli bir düşünce kuruluşu olan Çin ve Küreselleşme Merkezi’nin başkan yardımcısı Victor Gao’ya göre bu açıklamalar “olumlu bir adım” çünkü Çin’in ABD ile yapılacak herhangi bir ticaret görüşmesine ilişkin koşullarını resmen ortaya koyuyor.
Ancak South China Morning Post’a konuşan Gao’ya göre, bakanlığın açıklaması Çin’in tonunda bir değişikliği yansıtmıyor, zira Pekin herhangi bir resmi müzakere başlamadan önce ABD’nin gümrük vergilerini düşürmesi konusunda ciddi.
Gao, “Bence bu açıklama Çin’in pozisyonunu değiştirmekten ziyade her şeyi başa döndürüyor,” dedi ve ekledi: “Benim yorumum Çin’in ABD ile konuşmak için acele etmediği yönünde. Top Amerika’nın sahasında.”
Avustralya’daki Tazmanya Üniversitesi’nde Asya çalışmaları profesörü olan James Chin ise, Çin’in genel tutumunda bir değişiklik olmasa da, açıklamanın iki tarafın zaten arka kanallar aracılığıyla konuşuyor olabileceğinin sinyalini verdiğini söyledi.
Chin, “Çinliler bir anlaşma istiyor, ancak Çinliler pes etmeyecek,” dedi, “Henüz bir anlaşma olduğunu sanmıyorum. Çinlilerin piyasalara konuşmaya ve bir anlaşma yapmaya istekli olduklarına dair bir sinyal göndermeleri gerekiyor” değerlendirmesini yaptı.
Pekin’in müzakereler başlamadan önce ABD’den tüm gümrük vergilerini kaldırmasını talep etmesinin Washington üzerinde baskı kurmayı amaçlayan bir taktik olarak görülmesi gerektiğini, zira ABD’nin bunu gerçekten yapmasını beklemediğini de sözlerine ekledi.
Pekin, Washington ile müzakere iddialarını yalanladı, ‘önce tarifeleri kaldırın’ dedi
Dünyanın en büyük iki ekonomisi arasında haftalardır devam eden kısasa kısas gümrük vergisi artışları, Çin mallarının ABD’de yüzde 145 ek vergiyle karşı karşıya kalmasına neden olurken, Amerika’nın Çin’e ithalatı da yüzde 125 ek vergiyle karşı karşıya kaldı.
Guangdong eyaleti merkezli özel bir düşünce kuruluşu olan Zhibenshe’nin CEO’su Xue Qinghe’ye göre, gümrük vergileri küresel ekonomiye gerçek anlamda zarar vermeye başladığından, her iki taraf da artık bir anlaşma için görüşmeye istekli.
Xue, Çin’in iş dünyası, diplomasi ve halk kanalları aracılığıyla ulaşmaya çalıştığını ancak Trump’ın Başkan Xi Jinping ile doğrudan görüşmeyi umduğu için bu çabaların çok az sonuç verdiğini sözlerine ekledi.
ABD Başkanı Donald Trump geçen hafta Oval Ofis’te düzenlediği basın toplantısında Çin mallarına yönelik gümrük vergilerinin “yüzde 145 kadar yüksek olmayacağını” ve “önemli ölçüde düşeceğini ama sıfır olmayacağını” söyleyerek ABD-Çin ticaret savaşına ilişkin tutumunu yumuşatmış gibi göründü.
ABD merkezli araştırma grubu The Conference Board’un Çin Merkezi kıdemli danışmanı Alfredo Montufar-Helu, Pekin’in son açıklamasının Çin’in müzakerelere hazır olduğuna dair güçlü bir sinyal gönderdiğini, ancak ihtiyatlı bir iyimserlikle ele alınması gerektiğini söyledi.
Bu açıklama “ABD yetkililerinin proaktif bir şekilde görüşmeleri başlatmaya çalıştığını gösteriyor ki bu da Trump yönetiminin en önemli isteklerinden biri olan Çin’in bir anlaşmaya ilk ulaşan taraf olması isteğine ters düşüyor” dedi.
Montufar-Helu, kapsamlı bir ticaret anlaşmasının müzakere edilmesinin karmaşık ve zaman alıcı bir süreç olacağını vurguladı.
“Her iki taraf da ulusal ekonomik güvenlikleri için hayati önem taşıdığını düşündükleri konularda taviz vermek konusunda isteksiz davranacağından, sürecin hassas geçmesi muhtemeldir” dedi.
Uzmanlara göre, görüşmelerin başlaması için Çin’in, ABD’nin Çin mallarına uyguladığı gümrük vergilerinin, Trump’ın 2 Nisan’da “Kurtuluş Günü” vergilerini açıklamasından önceki seviye olan %20’ye geri dönmesi ve müzakere süreci boyunca bu seviyede kalması konusunda ısrar etmesi muhtemel. Çin müzakerelere açık olsa da somut adımı ABD’nin atması gerekiyor.
Çin Ticaret Bakanlığı yaptığı açıklamada, “ABD’nin hatalı tek taraflı tarife politikalarını düzeltmeyi reddetmesi halinde, bunun sadece samimiyetten tamamen yoksun olduğunu kanıtlayacağını ve karşılıklı güveni daha da zayıflatacağını” söyledi.
“Bir şey söylerken başka bir şey yapmak, hatta görüşmeleri zorlama ve şantaj için bir kılıf olarak kullanmak – Çin bunu kabul etmeyecektir” diye ekledi.
Fransız yatırım bankası Natixis’in Asya-Pasifik baş ekonomisti Alicia Garcia-Herrero’ya göre bu yorumlar Pekin’in ABD tarafını taleplerinde “çok değişken” olarak gördüğünü gösteriyor.
“Dolayısıyla [Pekin] ABD’nin ne istediğini yazılı olarak görmek istiyor” dedi.
Diplomasi
Euroclear, Rusya’nın dondurulan varlıklarından 3 milyar avroya el koyacak

Belçika merkezli mevduat kuruluşu Euroclear, Rusya’nın dondurulan varlıklarından yaklaşık 3 milyar avroya el koymayı planlıyor. Bu adımın, Moskova tarafından mal varlıklarına el konulduğu iddia edilen Batılı yatırımcıların zararını tazmin etmeyi amaçladığı belirtiliyor.
Belçika merkezli mevduat kuruluşu Euroclear, Rus milyarderler ve şirketlere ait dondurulan varlıklardan yaklaşık 3 milyar avroya el koyarak, Rusya’daki Batılı yatırımcıların uğradığı iddia edilen zararları tazmin etmeyi planlıyor.
Reuters haber ajansının aktardığına göre, Euroclear 1 Nisan’da müşterilerini yapılacak ödemeler hakkında bilgilendirdi.
Ajansın incelediği Euroclear’ın müşterilerine gönderdiği dilekçede, “Yetkili makamdan tazminat tutarlarının serbest bırakılması ve katılımcılarımıza sunulması için izin aldık,” ifadeleri yer aldı.
Söz konusu 3 milyar avro, 2022’den bu yana Avrupa Birliği (AB) yaptırımları altında olan Rus şirketleri ve bireylerine ait toplam 10 milyar avroluk dondurulan varlıkların bir parçasını oluşturuyor.
Ajansa göre, dondurulan varlıklara el konulması, Rus makamlarının Rusya’daki Batılı yatırımcıların mal varlıklarına el koymasına onay vermesinin ardından Euroclear’ın attığı misilleme adımı oldu.
Kaynaklar, Belçika hazinesinin mart ayında mevduat kuruluşuna ödemelerin yapılması için izin verdiğini belirtti. Reuters, el konulacak varlıkların sahiplerini tespit edemediğini bildirdi.
Bu el koyma işleminin, Euroclear’da tutulan yaklaşık 210 milyar dolar değerindeki Rusya Merkez Bankası’na ait ana dondurulan varlıkları etkilemeyeceği, ancak Rusya’nın dondurulan toplam varlık miktarını azaltacağı belirtiliyor.
Rusya’nın Ukrayna’ya asker göndermesinin ardından Avrupa Birliği, Kanada, ABD ve Japonya, Rusya Merkez Bankası’nın yaklaşık 300 milyar dolar değerindeki menkul kıymet ve nakit varlığını dondurmuştu.
Bu miktarın yaklaşık 5-6 milyar doları ABD’de, büyük kısmı ise Avrupa’da bulunuyor.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, geçen yılın mayıs ayında ABD ve diğer devletlerin “hasmane eylemleri” nedeniyle Rusya ve Merkez Bankası’na verilen zararın tazmin edilmesine yönelik bir kararname imzalamıştı.
Hükümet komisyonu ise zararın tazmini için özel bir prosedürü geçtiğimiz haftalarda onaylamıştı.
2022 sonbaharından bu yana Rus özel ve kurumsal yatırımcılar, menkul kıymetlerini bloke eden Avrupalı mevduat kuruluşlarına karşı davalar açıyor.
Bu davalardan bazıları sonuçlandı. Örneğin, Bank St. Petersburg, Euroclear’a karşı açtığı davayı kazanan ilk kurum oldu. Ocak 2023’te Moskova Tahkim Mahkemesi, Euroclear’ı bankaya 107,1 milyon dolar ve 489 bin avro ödemeye mahkum etti.
Moskova, Batı’nın yaptırımlarını yasa dışı kabul ediyor ve kaldırılmasını talep ediyor.
Kremlin, Rusya’nın bloke edilen varlıklar üzerindeki haklarından asla vazgeçmeyeceğini belirtmişti. Rusya Dışişleri Bakanlığı ise dondurulan varlıklarla ilgili her türlü eylemi “hırsızlık” olarak değerlendirecekleri uyarısında bulunmuştu.
Ukrayna, Rusya’dan ‘tazminat almak için’ yeni mekanizma önerdi
-
Avrupa1 hafta önce
Almanya’da tren fabrikası tank üretimine başlıyor
-
Dünya Basını2 hafta önce
Şin-Bet Direktörü’nün yeminli beyanı ne anlama geliyor?
-
Dünya Basını2 hafta önce
Chatham House: Dolar küresel istikrarsızlık kaynağı haline gelebilir
-
Görüş2 hafta önce
Antalya’dan notlar: En azından diyalog var!
-
Amerika2 hafta önce
ABD’de çöküş sürüyor: Dow, 1932’den bu yana en kötü nisan ayını yaşıyor
-
Diplomasi2 hafta önce
Çin’in ABD’den enerji ithalatındaki düşüş Rusya’ya kapı açtı
-
Avrupa2 hafta önce
Alman eyaletleri silahlanma yarışına son sürat dahil oluyor
-
Ortadoğu2 hafta önce
ABD’den Suriye’ye “İran” baskısı: DMO terör örgütü ilan edilsin