Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Mısır’ın son Ankara elçisi: 14 Mayıs’tan bağımsız iyi ilişkilere hazırlanmalıyız

Yayınlanma

Mısır’ın son Türkiye Büyükelçisi Abdurrahman Selaheddin, Türkiye-Mısır ilişkilerinin neden normalleşmesi gerektiği, bu normalleşmenin hangi zemine oturabileceği ve Mısır için neden gerekli olduğu üzerine bir yazı kaleme aldı. Makale, Mısır devletinin görüşlerini yansıtan El-Ahram’da, Mısır Dışişleri Bakanı Semih Şükri’nin geçen hafta Türkiye’ye geldiği gün yayınlandı.

2010’da Mısır ve Türkiye arasında kalkınma ve ekonomik iş birliğinin arttığı bir dönemde Ankara’daki görevine atanan Selaheddin, Mısır’ın en çalkantılı dönemlerinde (Mursi’nin iktidara gelmesi ve iki yıl sonra devrilmesi) Mısır’ın Türk hükümeti ile ilişkilerinde köprü oldu. Ta ki 23 Kasım’da Kahire’ye çağrılana kadar.

Eski Mısır elçisi Türkiye’deki seçimlerin sonucu ne olursa olsun hatta Türkiye’nin adım atmasını beklemeden, ilişkilerin ivmelenmesi için Mısır’ın harekete geçmesi gerektiğini düşünüyor.

Makalenin tamamı şöyle:

***

Türkiye’deki seçimlerin sonucu ne olursa olsun, daha iyi ilişkiler için hazırlanmalıyız

Yaklaşan Türkiye seçimlerini kim kazanırsa kazansın, Mısır ile ilişkiler düzelecek. Kahire’nin bölgesel ve ikili meselelerde bu yakınlaşmadan yararlanabilmesinin birkaç yolu var.

Türkiye’de seçimlerin 14 Mayıs’ta yapılması planlanıyor. 2002’de iktidara gelen Cumhurbaşkanı Erdoğan ve iktidar partisi, bu kritik seçimleri kazanma şanslarını artırmak için hem içeriden hem de dışarıdan bazı olumlu göstergelere giderek daha fazla ihtiyaç duyuyor. Seçimler, Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’ni laik temeller üzerine kurmasından ve imparatorluğun yenilgisinin, çöküşünün ve toplumsal geri kalmışlığının tüm suçunu yüklediği Osmanlı Sultanlığı ve onun dini mirasının örtüsünden kurtulmasından tam yüz yıl sonra yapılıyor.

Yirmi yıl boyunca parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde üst üste elde ettiği başarıların ardından Erdoğan bugün, ilk kez kendisine karşı saflarını birleştirebilen ve Türkiye’nin en büyük muhalefet partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin lideri Kemal Kılıçdaroğlu gibi tek bir cumhurbaşkanı adayı üzerinde uzlaşabilen bir muhalefetle karşı karşıya. Kılıçdaroğlu; Kürt azınlık, Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan gibi Erdoğan’ın eski destekçilerinin başını çektiği daha küçük partiler tarafından destekleniyor.

Şu ana kadar yapılan tarafsız kamuoyu yoklamaları, başa baş bir seçim yarışı olacağına işaret ediyor. Yani, Erdoğan ve partisi belki de son yirmi yılda ilk kez hem cumhurbaşkanlığını hem de meclis çoğunluğu ya da en azından bunlardan birini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya. Türkiye’deki ekonomik krizin, son depremde mağdur olanlara devlet yardımının ulaşmasındaki gecikmenin ve Suriyeli mültecilere ev sahipliği yapmanın artan yükünün Erdoğan ve partisine olan desteğin azalmasına katkıda bulunduğuna şüphe yok.

Erdoğan, Müslüman Kardeşler’e verdiği destek ve Arap Baharı’nın yaşandığı tüm ülkelerde ve ötesinde hükümetleri kontrol etmek için siyasal İslam’a bel bağlaması nedeniyle düşmanlık beslediği Arap ülkeleriyle ilişkilerini düzeltmeye çalıştı. Son iki yılda Türkiye’nin Suudi Arabistan ve BAE ile ilişkilerini düzeltmek için çok çalıştı, böylece bu iki ülke ekonomik krizden çıkmasına yardımcı olacaktı.

Türkiye’nin Mısır’la ilişkilerinin normalleşmesi, Erdoğan muhaliflerinin; (Erdoğan’ın) Müslüman Kardeşler sempatisinin, Mısır gibi önemli ülkelerle ilgili Türk stratejik çıkarlarının önüne geçtiği eleştirisini kullanmaktan mahrum bırakacak.

Mısır ve Türkiye arasındaki siyasi ilişkiler 2013’ten beri kötüye gitmesine rağmen iki ülkenin ticari ve ekonomik ilişkileri gelişti. Ancak Türkiye’nin Mısır ile normalleşmesi Suudi Arabistan ve BAE ile olduğu gibi aynı hızda gerçekleşmedi. Türkiye Cumhurbaşkanı’nın arzusunun aksine Mısır, ikili ve bölgesel sorunlar nedeniyle normalleşmeyi yavaşlattı. Mısırlı yetkililer normalleşme sürecinin tamamlanmasından önce Türkiye’nin sahadaki adımlarını görmek istediler.

Dışişleri bakan yardımcıları düzeyindeki iki istikşafi toplantının ardından iki ülkenin devlet başkanları geçen Kasım ayında FIFA Dünya Kupası’nın açılışı vesilesiyle Doha’da bir araya geldi. İki ülke dışişleri bakanları, yakınlaşmayı ivmelendirme ve çözüm bekleyen konuları masaya yatırma amacıyla istişarelerin seviyesini yükseltme konusunda mutabık kaldılar. Bu mutabakat, Mısır Dışişleri Bakanı’nın şubat sonunda Türkiye’ye ardından da Türk mevkidaşının mart ayında Kahire’ye yaptığı ziyarete evirildi. Mısır Dışişleri Bakanı’nın bu hafta sonundan önce Türkiye’ye bir ziyaret daha gerçekleştirmesi bekleniyor. (Bu ziyaret makalenin yayınlandığı gün yapıldı.)

İki ülke arasındaki ilişkilerin gelişiminde gelinen aşama, Mısırlı karar alıcıların göz önünde bulundurması gereken bir dizi ikili ve bölgesel meseleyi gündeme getiriyor. Bu konuların tartışılması, incelenmesi ve Mısır’ın çıkarları üzerindeki etkilerinin irdelenmesi gerektiriyor.

Burada Türkiye ile ilişkilerde beklenen iyileşmeden Mısır’ın azami fayda sağlayabilmesi için bazı tavsiyeler sunmaya çalışacağım. Bana göre bu iyileşme, Türkiye’deki seçimlerin sonucundan bağımsız olarak gerçekleşecek. Muhalefet kazanırsa Mısır ile yakınlaşma hızlanacaktır. Erdoğan kazanırsa, son on yıldaki sloganlarına geri döndüğünde İslamcı destekçilerinin önünde artık siyasi olarak utanmayacaktır.

Burada, Türkiye ile ilişkilerde beklenen iyileşmeden Mısır’ın yararını en üst düzeye çıkarmak için bazı öneriler sunmaya çalışacağım. Bu gelişme, bence, Türkiye seçimlerinin sonucundan bağımsız olarak geliyor. Muhalefet kazanırsa, Mısır ile yakınlaşmayı hızlandıracak. Erdoğan zafer kazanırsa, son on yıldaki sloganlarına geri döndüğünde artık İslamcı destekçilerinin önünde siyasi olarak mahcup olmayacak.

Birincisi: Bölgesel sorunlar

Küresel stratejik sistem, Amerika’nın tek kutuplu hegemonyasından çok kutuplu rekabete doğru bir geçiş yaşıyor. Bu nedenle, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu büyük bölgesel güçler, birçok bölgesel konuda daha etkili olacak. Türkiye, çevremizdeki birçok çatışma bölgesine ekonomik ve askeri yatırımlar yaparak bu bölgelerde nüfuz sahibi oldu. Bunlardan en çok üçüyle ilgilenmeliyiz: Libya, Etiyopya ve Suriye.

1- Libya

ABD ve birçok Avrupa ülkesinin, Türkiye’ye Libya’daki (ve Suriye’deki) Rus varlığını dengeleme görevi veren politikalarını şimdi yeniden gözden geçirdikleri açık. Batı, Libya’nın doğusu ile batısı arasında, ülkenin petrol ve doğalgaz kaynaklarının merkezi bir hükümet tarafından kontrolünü sağlayacak siyasi bir uzlaşmayı teşvik için yavaş yavaş harekete geçiyor. Ukrayna Savaşı ve Libya’nın Avrupa pazarlarına coğrafi yakınlığı nedeniyle bu kaynakların göreceli önemi muazzam bir şekilde arttı.

Geçen ay Libyalı tarafların aralarındaki anlaşmazlıkları çözmelerine yardımcı olmak için bir Amerikan inisiyatifine ve Birleşmiş Milletler temsilcisinin bir başka girişimine tanık olmamıza şaşmamalı. Mısır’ın bu girişimlere yanıtı bunları reddetmek ya da görmezden gelmekle sınırlı kalmamalı. Aksine, bunları bizim için kabul edilebilir kılacak ve çıkarlarımızla uyuşacak değişiklikler sunmalıyız. Bu konuda Türk yetkililerle ortak tutum konusunda mutabakata varabiliriz.

Rusya’nın binlerce Wagner paralı askerini Libya’dan Ukrayna’ya transfer etmesi ve daha fazlasını transfer etme ihtiyacı, Libya’daki tüm paralı askerlerin çekilmesi için Mısır-Türkiye-Rusya arasında bir anlaşmaya varılması ihtimalini artırıyor. Daha sonra Libya topraklarında yaklaşık bin Türk ve aynı sayıda Rus kalacak. Bence bu yabancı birliklerle ilgilenmeyi, uzlaşmaya dayalı bir siyasi çözüme ulaşılması halinde kurulacak yeni Libya hükümetine bırakmalıyız.

Mısır ve Türkiye’nin Libyalı müttefiklerinden, Libya’nın zenginliğindeki paylarından ve yeni hükümetin kurulmasındaki göreceli ağırlıklarından vazgeçmeyeceklerine şüphe yok. Mısır’ın, Serrac ve (Abdülhamid) Dibeybe hükümetlerinin Türkiye ile deniz sınırları ya da Libya petrol ve gaz sahalarının Türkiye tarafından işletmesi konusunda imzaladığı anlaşmaları tanımama tutumunu değiştirmesi gerekmeyecek.

Mısır, Türkiye ile Libyalı tarafların yeni bir hükümet kurmasını sağlayacak ve aynı zamanda Mısır, Türkiye, Batı ve Rusya’nın çıkarlarını dikkate alan, siyasi çözümüne ulaşmayı kolaylaştıracak bir mutabakata varabilir.

2- Rönesans Barajı

Türkiye, Çin’den sonra Etiyopya’daki en büyük ikinci yatırımcı ve Etiyopya’da 200’den fazla Türk şirketi faaliyet gösteriyor. Türkiye ayrıca hükümete askeri yardım sağlayarak son iç savaşı kazanmasına yardımcı oluyor. Türkiye, iki ülke arasındaki sınır anlaşmazlıklarını çözmek için Sudan ve Etiyopya arasında arabuluculuk yapmayı teklif etti. Mısır’ın davet ettiği diğer ülkelerle birlikte Türkiye’nin Etiyopya hükümetini “Büyük Etiyopya Rönesans Barajı” konusunda Mısır ile bir uzlaşıya ikna etmeye istekli ve muktedir olacağına inanıyorum.

3- Doğu Akdeniz

Buna karşılık Mısır da Doğu Akdeniz’de hem Yunanistan hem de Kıbrıs ile kurduğu ittifak ilişkilerinden faydalanarak Türkiye’nin bu iki ülkeden ayrılan sulardaki gazdan pay almasını sağlayacak bir süreci formüle edebilir. Burada yüz yılı aşkın süredir var olan anlaşmalar üzerinden hukuki polemiklere girmeyi önermiyorum. BM üyesi ülkelerin ezici çoğunluğu tarafından tanınmayan Türk Kıbrıs’ı üzerindeki anlaşmazlığın öngörülebilir bir çözümünü de hayal etmiyorum.

Benim burada aklıma gelen, açık denizdeki gaz sahalarının iki ülke arasında paylaştırılması için varılan Lübnan-İsrail anlaşması modelidir. Bu anlaşmaya, iki ülke arasında diplomatik ilişkiler ya da doğrudan müzakereler olmaksızın, Fransız ve İtalyan gaz şirketleri ile Katar’ın yardımıyla, Amerikan arabuluculuğuyla varıldı.

Türkiye ile ilişkilerin normalleştirilmesi ve Beşar Esad hükümetiyle işbirliğinin daha da geliştirilmesi, Mısır’ın Suriye’deki çatışmaya barışçıl bir çözüm bulmak, mülteci sorununu çözmek ve Suriye’nin kuzeyinde uluslararası güvenlik garantileri sağlamak için Astana müzakerelerine katılmasına kapı açabilir.

Abdurrahman Selaheddin, 2010-2013 döneminde Ankara Büyükelçiliği yaptı.

İkincisi: İkili ilişkiler

1- İkili düzeyde, 2013 yılında imzalanan düşük faizli (Libor) 1 milyar dolar değerindeki Türk kredisi anlaşmasının yeniden canlandırılması mümkündür. Müslüman Kardeşler iktidarının devrilmesinden önce imzalandığı için Mısır, Türk ihracatını ve projelerini finanse etmek için bu anlaşmadan faydalanamadı. Mısır’da katı atık geri dönüşümü ve kentsel gecekondu sorununun çözümüne yardımcı olacak özel müteahhitlik alanlarında Türk yatırımları için hazır anlaşmalar vardı.

Aynı şekilde Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Sisi arasında (Mayıs 2013’te savunma bakanı olduğu dönemde) Türkiye’nin Mısır’a silah satışını ve iki ülke arasındaki ortak askeri üretim projelerini finanse etmek üzere 200 milyon dolar değerinde benzer bir Türk kredi limiti açılması konusunda bir anlaşma vardı ki bu anlaşma da o tarihten bu yana dondurulmuş durumda ve yeniden başlatılması düşünülebilir.

2- Mısır, Türk işadamlarının Mısır’daki tekstil sektöründeki deneyimlerinden faydalanabilir. Yüz milyonlarca dolar değerindeki ürünlerini Amerika ve Afrika pazarlarına ihraç ediyorlar. Mısır’daki kamu sektörü tekstil fabrikalarının sorununu çözmek için onlarla bir ortaklık kurulmasını tavsiye ediyorum.

3- Mısır’daki Türk üreticiler Mısır’daki doğalgaz ve ucuz işgücünü kullanıyor ve ürünlerini büyük Mısır pazarının yanı sıra Mısır’ın kolay erişim ve gümrük tarifesi muafiyetlerinden yararlandığı dış pazarlara da satıyor. Mısır’da daha fazla Türk yatırımı için cazip bir model sunuyorlar. Aynı zamanda Türkiye’ye sıvılaştırılmış gaz ihracatımızın değeri son iki yılda 2 milyar doların üzerine çıktı. Belki de önceliklerimizi ve her iki seçeneğin ekonomik fizibilitesini belirlememiz gerekiyor: gazı yabancı sanayi yatırımlarını teşvik etmek için kullanmak ya da dış pazarlara ihraç etmek.

4- 2011 yılında Mısır’dan başlayıp Ürdün, İsrail ve Suriye’den geçen Arap doğalgaz boru hattı Türkiye topraklarının yaklaşık yüz kilometre yakınında. Şimdi bu hattı Mısır gazını Lübnan’a ulaştırmak için kullanmaya hazırlanıyoruz ve her iki yönde de kullanmak için çalışıyoruz. Bu, uzun vadede, önümüzdeki birkaç yıl içinde büyük miktarlarda Rus gazı alacak olan Türk şebekesine bağlanmanın kapısını açıyor.

5- Mısır, güvenlik nedenleriyle Akdeniz’deki Türk ve Mısır limanları arasında RORO tırlarıyla yapılan deniz taşımacılığını durdurdu. Bu tırlar, Suriye savaşı nedeniyle Suriye üzerinden geçen kara yolunun kapanmadan önce Türk ve Avrupa mallarını Mısır üzerinden Arap Körfezi’ne taşıyordu. Türkler bu deniz hattını İsrail’in Hayfa limanına naklettiler, böylece kamyonlar buradan Ürdün üzerinden Körfez’e doğru yola çıkabildi. Eğer Mısırlı yetkili makamlar bu hattın Mısır limanları ve yolları üzerinden yeniden işletilmesini ekonomik açıdan uygun bulurlarsa, bu tırları Türkiye’ye ve oradan da Avrupa pazarlarına geri dönerken Mısır’ın ihracat mallarını bu pazarlara ulaştırmak için kullanmalıyız.

6- Kültürel işbirliği, Mısır’ın edebi ve sanatsal üretimini büyük Türk pazarında pazarlama fırsatlarının önemli bir yönünü temsil ediyor. Nüfusu 85 milyon olan Türkiye her yıl tüm alanlarda 88 bin kitap basarken, Mısır yılda 22 bin, Arapların geri kalanı ise 18 bin kitap basıyor.

Başka bir deyişle 300 milyon Arap, her yıl 85 milyon Türk’ün okuduğu kitap sayısının yarısından daha azını okuyor. Bu da Arapçadan Türkçeye daha aktif bir edebi ve sanatsal çeviri çabası gerektiriyor. Mısır edebiyatının, filmlerinin ve dizilerinin, Arap dünyasında Türk dizi ve filmlerinin sahip olduğu gibi, geniş bir Türk izleyici kitlesine hitap edebileceğine inanıyorum.

7- Birçok Türk, çocuklarını El-Ezher ve diğer Mısır üniversitelerinde Arapça ve İslam ilahiyatı öğrenmeleri için göndermek istiyor. Ancak bu öğrencilerin sayısı, söz konusu devlet üniversitelerindeki eğitim kalitesinin bozulması, bazı çağdışı dini fikirlerin öğretim müfredatına dahil edilmesi ve uluslararası standartlarda temiz ve sağlıklı devlet üniversitesi yurtlarının bulunmaması nedeniyle son yirmi yılda azalmıştır.

Bu sorunların çözülmesi, Mısır üniversitelerini ekonomik, turizm ve bilimsel getiri sağlayan bu önemli eğitim faaliyeti için rekabet eden Orta Doğu’daki üniversiteler listesine geri getirebilir. Bazı Körfez ülkeleri, çoğu yabancı olan öğrenciler ve profesörler tarafından kendi topraklarında üretilen patent sayısında son zamanlarda Mısır’ı geçti.

Son olarak ister ikili ister bölgesel düzeyde olsun Mısır-Türkiye ilişkilerinin geliştirilmesi, Mısır’ın girişimlerini ve fikirlerini öneren entegre bir strateji oluşturmak amacıyla tüm devlet kurumlarını ve araştırma merkezlerini içeren kapsamlı bir yaklaşım gerektiriyor. Etkileşime geçmek için Türkiye’nin hamlelerini ve girişimlerini beklememeliyiz.

 

DÜNYA BASINI

Mahmud Abbas birliği korumak için olası baskılara direnecek mi?

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız uzman görüşlerine yer verilen haber Filistinli grupların Pekin’de imzaladığı uzlaşı anlaşmasının sürdürülebilir olup olmadığına yanıt bulmaya çalışıyor. İsrail ve muhtemelen ABD tarafından baltalanacağı düşünülen uzlaşının yumuşak karnı ise Filistin Yönetimi:

****

‘Başarılı olması için baskı var’: Fetih-Hamas birlik anlaşması sürdürülebilir mi?

Analistlere göre Fetih Hareketi’nin siyasi iradesinin olup olmadığı görülecek, İsrail ise anlaşmayı bozmaya çalışabilir.

Mat Nashed

Analistler, Filistinli grupların salı günü bir “ulusal birlik” anlaşması imzalayarak, ideolojik farklılıklarını ve acı dolu geçmişlerini bir kenara bırakıp İsrail’in işgaline son vermek için lobi yapabileceklerine dair hem umut yarattığını ancak bazı şüpheler olduğunu söylüyor.

Çin’in başkenti Pekin’de üç gün süren yoğun görüşmelerin ardından imzalanan anlaşma, geçici bir “ulusal uzlaşı” hükümetinin savaş sonrası Gazze’nin kontrolünü üstlenmesi ve ortak kendi kaderini tayin etme arayışını ilerletmesi için zemin hazırladı. Ancak Fetih Hareketi ve Hamas arasında daha önce yapılan birçok uzlaşma girişiminin başarısız olması nedeniyle bu atılım kuşkuyla karşılandı.

Katar’ın başkenti Doha’daki Middle East Council on Global Affairs adlı düşünce kuruluşunda İsrail-Filistin uzmanı olarak çalışan Ömer Rahman, “Biraz şüphe olması doğal, ancak bu anlaşmanın kalıcı olacağından umutluyum” dedi.

“Gazze ve Batı Şeria’daki durum göz önüne alındığında bunun başarılı olması için baskı var. Bence tüm taraflar bunun gerçekleşmesi gerektiğini biliyor” diyen Rahman, Gazze’deki savaşın ve işgal altındaki Batı Şeria’da artan yerleşimci şiddeti ve toprak gaspının getirdiği aciliyete atıfta bulundu.

BM uzmanlarına göre, 7 Ekim’de Hamas öncülüğünde İsrail topluluklarına ve askeri karakollarına düzenlenen ve bin 139 kişinin öldürüldüğü ve 251 kişinin esir alındığı saldırıdan bu yana İsrail, Gazze’de soykırıma varabilecek yıkıcı bir saldırıyla karşılık verdi.

İsrail son dokuz ayda 39 binden fazla Filistinliyi öldürdü ve iki milyon 300 binlik Gazze nüfusunun neredeyse tamamını yerinden etti. Gazze’deki savaş uluslararası manşetleri belirlerken, İsrail’in 2024 yılında işgal altındaki Batı Şeria’da son 30 yılda herhangi bir yılda olduğundan daha fazla Filistin toprağını sessizce ele geçirmesine yol açtı.

İsrail işgalini derinleştirirken, Filistinli iki büyük grup Fetih Hareketi ve Hamas bölünmüş durumda kaldı. Fetih Hareketi, Batı Şeria’nın büyük bir bölümünü 1993 Oslo Anlaşmalarından doğan ve Fetih’e şiddetten vazgeçmesi ve İsrail’i tanıması karşılığında Filistin devletinin kurulacağının vaat edildiği Filistin Yönetimi aracılığıyla kontrol ediyor.

Buna karşılık Hamas silahlı mücadeleye bağlı kaldı ve 2007’de iki taraf arasında yaşanan kısa bir iç savaşta Fetih Hareketi’ni kovduğundan beri Gazze’yi kontrol ediyor.

Kanlı geçmişe rağmen, her iki taraf da 12 daha küçük grupla beraber Pekin anlaşmasını imzaladı. El Cezire’nin elde ettiği bir anlaşma kopyasına göre bu anlaşma, nihai olarak İsrail işgali altındaki Doğu Kudüs, geniş Batı Şeria ve Gazze’de (İsrail’in 1967 Arap-İsrail savaşında ele geçirdiği topraklar) bir Filistin devleti kurmayı hedefliyor.

Anlaşma kalıcı olacak mı?

Uluslararası Kriz Grubu (ICG) Filistin uzmanı Tahani Mustafa, Fetih Hareketi ve Ebu Mazen olarak da bilinen Filistin Yönetimi lideri Mahmud Abbas’ın Hamas’la daha önce yapılan uzlaşma anlaşmalarını baltaladığını söyledi.

El Cezire’ye konuşan Mustafa, Abbas’ın ve yakın sırdaşlarının İsrail işgaline karşı Filistin yönetimini birleştirmek için gerçek bir siyasi irade göstermediğini söyledi.

Mustafa’ya göre Fetih Hareketi, teoride Filistinlileri uluslararası alanda temsil eden Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) üzerinde tek kontrol sahibi olduğunu ve Hamas ve diğer fraksiyonlar bu yapıda temsil edilirse çoğunluğunu kaybetmekten korkuyor.

Mustafa, “Hamas’ı ve İslami Cihad’ı da eklerseniz, Fetih Hareketi’nin tekeli sona erer” dedi.

İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri de uzlaşma anlaşmasını baltalamaya çalışabilirler.

İsrail, savaş sonrası senaryoda Filistin Yönetimi’nin ya da Hamas’ın Gazze’nin kontrolünü ele geçirmesine izin vermeyi reddederken, ABD de uzun süredir Hamas’ın İsrail’i tanımasını ve Filistin hükümetinin bir parçası olmadan önce şiddetten vazgeçmesini istiyor.

2017’de Hamas, 1967 sınırlarına göre bir Filistin devleti kurulmasını kabul eden yeni bir tüzük sundu. Hamas tarafından daha önce yapılan açıklamalar ve hareketlerle uyumlu olan bu hamle, İsrail’in fiilen tanınması anlamına geliyordu.

Mustafa, “Hamas, İsrail’in var olma hakkını hiçbir zaman [açıkça] tanımadı çünkü İsrail’e aynı şeyi Filistinliler için de yapması yönünde hiçbir zaman baskı yapılmadı” dedi.

Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nin İsrail-Filistin uzmanı Hugh Lovatt, İsrail’in bu anlaşmayı rayından çıkarmak için Batılı müttefiklerine Filistin Yönetimi’ne verdikleri fonları kesmeleri için baskı yapmasının oldukça olası olduğunu söyledi.

El Cezire’ye konuşan uzman, “Filistin Yönetimi mevcut haliyle ancak ABD ve Avrupa’nın yakın işbirliği ve finansman desteğiyle ayakta kalabilir” dedi.

Lovatt, “Ancak bu sadece Filistin Yönetimi’nin hayatta kalmasıyla ilgili bir mesele değil, aynı zamanda Filistin Yönetimi’nin kilit isimlerinin kişisel hayatta kalma meselesi… kendi kişisel konumlarını zayıflatabilecek herhangi bir anlaşmaya çok ilgi duymuyorlar” diye ekledi.

El Cezire yorum için Filistin Yönetimi Başkanlığı sözcüsü Nebil Ebu Rudeyne ve Filistin Yönetimi’nin Birleşik Krallık misyonunun başındaki Husam Zomlot’a ulaştı. Her iki isim de haber yayınlanmadan önce yorum taleplerine yanıt vermedi.

Ancak Lovatt, Filistin Yönetimi’nin, İsrail’i resmen tanımak ve şiddetten vazgeçmek gibi Oslo Anlaşmaları’nın şartlarına uymayı reddetmesi nedeniyle önceki birlik anlaşmalarının çökmesinden Hamas’ı sorumlu tuttuğunu söyledi.

“Abbas’ın söylediğini gördüğümüz şey… bir anlaşma istiyoruz ama uluslararası meşruiyete dayanan bir anlaşma” diye ekledi.

Bu anlaşma neden önemli?

Daha önceki uzlaşma anlaşmaları başarısızlıkla sonuçlanmış olsa da Rahman bu anlaşmanın başarıya ulaşmasının hayati olduğunu söyledi.

Rahman’a göre İsrail-Filistin konusunda uluslararası kamuoyunda rüzgarlar değişiyor ve bu da birleşik bir Filistin liderliğinin Gazze’deki “soykırıma” ve İsrail’in Batı Şeria’daki “ilhakçı baskısına” son vermesi için bir fırsat yaratıyor.

Dünya Mahkemesi olarak da bilinen Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD) “tavsiye niteliğindeki görüşü”, İsrail’in Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze’deki 57 yıllık işgalini kısa bir süre önce “yasadışı” olarak sınıflandırdı. Mahkeme, yerleşim yerlerinin inşası ve genişletilmesi de dâhil İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarında varlığını sürdürmesinin “uluslararası hukuku ihlal ettiğini” söyledi.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu kararı “saçma” olarak nitelendirdi ve İsraillilerin “atalarının yurdundaki kendi topluluklarında yaşamalarının” yasadışı olamayacağını söyledi.

Rahman, “Durum açıkça vahim ve Filistinlilerin uluslararası toplumu Filistinlileri savunmak için bir araya getirecek bir tür birleşik liderliğe ihtiyacı var” dedi.

Ancak bu birlik -en azından şimdilik- savaşın gidişatını şekillendirmede en etkili küresel aktör olan ABD tarafından desteklenmiyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller salı günü düzenlediği basın brifinginde anlaşmayı yorumlarken “Bir terör örgütünün rolü olamaz” dedi.

Hamas ABD, İsrail ve Avrupa Birliği tarafından “terörist” olarak tanımlanan bir grup ancak pek çok Filistinli, Hamas’ı meşru bir direniş grubu olarak görüyor.

Lovatt, Filistin Yönetimi karar alma sürecinde Hamas ve diğer gruplara danışarak anlaşmayı uygulamaya kararlı olsa bile ABD baskısının Filistin birliğini sabote edebileceğini söyledi.

Lovatt şunu ekledi: “Bu gerçekten de belirleyici faktör olabilir. Asıl soru şu: [Abbas] kararlılığını sürdürecek mi, yoksa uluslararası baskı karşısında geri adım mı atacak?”

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Batı artık küresel ilişkilerin merkezi değil

Yayınlanma

Samir Puri, Nikkei Asia
25.07.2024

Dünya meselelerinde bir geçiş dönemi yaşıyoruz. Batılı ülkelerin küresel meselelerin nihai hakemleri olarak hareket etme gücü ve birliği çökmüyor, ancak açık bir düşüş içinde.

Çoğumuz bu noktada hemfikiriz, ancak bu geçiş dönemini Batı’nın içinden mi yoksa dışından mı izlemek daha doğru olur? Perspektif her şeydir. Atlantik’in her iki yakasındaki Batılı ülkelerde yaşayan bizler için popülizm siyaseti, değişen dünyayı izlerken kaçınılmaz olarak önemli bir tartışma konusu haline geliyor.

Daha “ulus öncelikli” liderler ve partiler güç kazandıkça, Batı’nın siyasi karakterinin hızla değişmekte olduğu açıktır. Kasım ayındaki ABD başkanlık seçimlerinde Donald Trump’ın olası zaferi ya da Macaristan Cumhurbaşkanı Viktor Orban’ın ülkesinin Avrupa Birliği dönem başkanlığını kullanarak geleneksel Batılı dış politika elitlerine çelişkili mesajlar vermesi buna örnek olarak gösterilebilir.

Bu durum zamanla Batı’nın küresel kişiliğini değiştirecektir.

2020’den bu yana Batı’daki evimden ziyade, Asya’da gelişen bu olayları Singapur’daki görüş noktamdan izliyorum. “Batısızlık: Büyük Küresel Yeniden Dengelenme” adlı yeni kitabımda yazdığım gibi, Batı’nın küresel varlığının yeniden şekillenmesini uzaktan izlemek kendi perspektiflerini sunuyor.

Asya’da, dünyanın değişen ekonomik dengesi Çin ve Hindistan’ın yükselişinde açıkça görülüyor ve Endonezya gibi ülkeler de gelecekte önemli bir büyüme göstermeye hazırlanıyor.

Dünyanın yeniden dengelenmesi sadece “Asya’nın yükselişi” ile sınırlı değildir. Suudi Arabistan, Türkiye ve hatta Güney Afrika gibi ülkelerin küresel meselelerde kendi yollarını çizmek için gösterdikleri stratejik özerklik her geçen ay artıyor.

Batılı olmayan ülkeler için stratejik özerklik ekonomik büyümeden kaynaklansa da bundan çok daha fazlasıyla ilgilidir. BRICS gibi Batılı olmayan kulüplerin genişlemesini de içeriyor. Güney Afrika’nın Batı destekli İsrail’e karşı Hamas’a karşı yürüttüğü savaş nedeniyle Uluslararası Adalet Divanı’nda açtığı dava gibi gelişmeler de bunu kanıtlamaktadır. Batılı olmayan ülkeler küresel görüşün değişmesine yardımcı oldukça, Batılı ülkeler tarafından 7 Ekim’den sonra İsrail’i desteklemek için alınan ilk tutumlar artık “kurallara dayalı uluslararası düzen” kullanılarak inandırıcı bir şekilde sorgulanabilir.

Batılı olmayan dünyanın yükselen başlıca güç merkezleri hızla kendi momentumlarını geliştiriyor. Yüzyıllardır ilk kez Batı her zaman öncü bir rol oynamıyor. Avrupa liderliğindeki deniz sömürge imparatorluğunun önceki dönemleri ve ardından ABD liderliğindeki küreselleşme dönemi düşünüldüğünde, dünya meselelerinde ortaya çıkan dönemin gerçekten de çok farklı olacağı görülecektir.

Batı çökmeyeceği ve ABD ekonomisi canlılığını koruduğu için yanlış sonuçlara varmak kolaydır. Tüm bunları gayri safi yurtiçi hasıla büyüklüğüne göre bir analize indirgemek ve yalnızca ABD ile Çin arasında iki atlı bir yarış olarak görmek çok basite indirgemek olacaktır.

Kişi başına düşen GSYH’ye bakıp, önde gelen Batılı ülkelerin modernleşmenin standart taşıyıcıları olarak diğerlerinin fersah fersah önünde olduğu sonucuna varılabilir. Ya da güçlü ABD dolarının kalıcı gücüne odaklanılabilir.

Bunlar indirgemeci sonuçlara varmaktır. Evet, ekonomik performans, yaşam standartları ve para biriminin gücü büyük önem taşımaktadır. Ancak diğer gelişmelerle birlikte ele alındığında Batı’nın düşüşte olduğu görülmektedir.

Demografi gibi bazı eğilimler ölçülebilir niteliktedir. Diğer eğilimler ise küresel anlaşmazlıkları çözme gücü ve ahlaki güçle ilgilidir. Küresel yeniden dengelenme yalnızca sert güç ve ekonomiyi değil, aynı zamanda standartları belirleme, dikkati yönetme ve krizleri çözme becerisini de içermektedir.

Manşetlerimize hakim olan ve küresel görüşleri derinden ikiye bölen diğer savaştan işlerin ne kadar hızlı değiştiğine dair net bir örnek alalım.

G7 aracılığıyla çalışan Batı, Rusya’nın Şubat 2022’de başlayan barbarca tam ölçekli işgaline karşı Ukrayna’yı övgüye değer bir şekilde destekledi. Ancak milyarlarca dolar harcayarak silahlandırdığı Ukrayna, hala Rus işgalcileri kovacak kadar güçlü değil. Şimdi, küresel yeniden dengelenmeyle ilgili iki gelişme Ukrayna’daki durumu daha net bir şekilde etkiliyor.

Birincisi, Rus ekonomisi Batı ve G7 liderliğindeki yaptırımlardan ve enerji ihracatına getirilen fiyat sınırlamalarından zarar gördü. Ancak ekonomik ceza tehdidi Putin’i 2022 başlarında Ukrayna’yı işgal etmekten caydırmaya yetmedi. Yaptırımların gerçekliği de Putin’i işgalden vazgeçmeye zorlamak için yeterli değil. Dünya ekonomisindeki yapısal değişiklikler, Rusya’nın Çin, Hindistan ve diğer BRICS ülkelerinin yanı sıra Türkiye, Körfez ülkeleri, Endonezya ve diğerleriyle ticaret yapmaya devam ettiği ve savaş ekonomisini sürdürdüğü anlamına geliyor.

İkinci olarak, Batılı olmayan bu ülkeler bir şekilde Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaşın müzakere yoluyla sona erdirilmesini savunmuşlardır. Batı ve G7 ise tam tersini savunmuştur. Mükemmel bir ahlaki netlikle, Rusya’nın Ukrayna’da yenilmesi ve saldırganlığı için asla ödüllendirilmemesi gerektiğini savundular. Ancak Trump Beyaz Saray’a dönerse, ABD politikasının bir barış anlaşması lehine Ukrayna’yı terk etmeye kayması bekleniyor.

İronik bir şekilde, Trump’ın dayatacağı böyle bir anlaşma ABD’yi dünyanın geri kalanında genel olarak aynı şeyi savunan kesimlerle daha uyumlu hale getirecektir. Eğer bu gerçekleşirse, Batı’nın küresel haçlı enkarnasyonu bir darbe alacaktır. Onun yerine, otokratik liderlerle anlaşma yapmaktan kaçınmayan, işlevsel yaklaşımları tercih eden popülist bir Batı enkarnasyonu ufukta görünmektedir. Böyle bir dünyadan korkmak başka bir şey, bunun pek çok etmenini anlamak başka bir şeydir.

Sadece Soğuk Savaş sonrası zafer kazanmış Batı’nın sonunu gözlemlemiyoruz, aynı zamanda daha az Batı egemenliğinde bir dünyanın başlangıcını da gözlemliyoruz.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

“Okulu kıran” çocukların ailelerini hapse atmayı öneren başkan adayı: Kamala Harris

Yayınlanma

Editörün notu: Joe Biden’ın çekilmesi ile birlikte Demokratların kasım ayındaki başkan adayı olarak öne çıkan Başkan Yardımcısı Kamala Harris, siyaseten “silik” bir profil olsa da daha önce San Fransisco ve California’daki savcılık deneyimleri karanlık bir geçmişe işaret ediyor. “Beyaz olmayan” ve “ilerici” sayılan bir siyasetçi olmasına rağmen savcılığı döneminde siyahlara yönelik polis şiddeti konusunda tavır almayı reddetmişti. Harris’in en tartışmalı hamlesi ise, “okul asma programı” olarak bilinen 2011 tarihli yasaydı. Bu yasa bölge savcılarının, çocuklarının geçerli bir neden olmaksızın okul yılının yüzde 10’unu kaçırmaları halinde ebeveynleri kabahat işlemekle suçlamalarına ve hapsetmelerine izin veriyordu. Daha sonra sonlandırılan programın, yine en fazla beyaz olmayan toplulukların ebeveynlerine yönelik işlediği yönünde yoğun eleştiriler gelmişti.


“Kamala the Cop”: Biden’ın Olası Halefi Harris’in Karanlık Yüzü

Raphael Schmeller
Berliner Zeitung
23 Temmuz 2024
Çev. Gülçin Akkoç

Sevilmiyor, hata yapmaya meyilli ve kendi partisi içinde tartışmalı durumda. Demokratların başkan adayı olarak yarışa girmesi beklenen Kamala Harris kimdir?

Joe Biden’ın başkanlık yarışından çekilmesinin ardından birçok demokrat coşkuyla Kamala Harris’i desteklemeye başladı. Partinin seçim kampanyası bağışları platformu ActBlue, Biden’ın yerine Demokratların favorisi olan başkan yardımcısı için şimdiden “bağış seli” yaşandığını bildirdi.

Liberal Amerikan medyası Pazar akşamından beri Harris’in seçimi kazanması durumunda ABD’nin en yüksek siyasi makamına gelen ilk kadın, ilk Asya kökenli ve Barack Obama’dan sonra ilk siyahi olacağını tekrarlayıp duruyor. Ancak Harris’in ülkedeki çok sayıda kişi tarafından sevilmediği ve kendi partisinin içinde de tartışmalı olduğu gerçeği söylenmiyor.

2011 ve 2013 yıllarında bağışlarla Harris’i destekleyen Cumhuriyetçi başkan adayı Donald Trump, çoğu ankette Demokratlardan oldukça önde yer alıyor. Bakıldığında Harris ve Biden arasında rağbet görme açısından önemli farklar yok ve hatta Harris’in durumu kısa bir yükselişten sonra daha kötüye bile gidebilir. Harris son anketlerde Demokratlar için çok önemli olan Michigan, Arizona ve Nevada gibi salıncak eyaletlerde Biden’dan daha kötü performans gösteriyor.

Harris, okulu çok sık kıran çocukların ebeveynleri için hapis cezası istemişti

Harris, örnek vermek gerekirse iç politikadaki sert tutumu sebebiyle eleştiriliyor. 2011 yılından itibaren Kaliforniya Başsavcısı olarak kendisini Günışığı Eyaleti’nin(*) ‘’ilk polisi’’ olarak sundu ve sıkı baskısıyla adından söz ettirdi. Aynı zamanda kolluk kuvvetlerindeki yolsuzluklara karşı yeterince kararlı adımlar atmaması konusunda da eleştirildi. Ve hepsinden önce okulu çok sık kıran çocukların ebeveynleri için uygulanmasını savunduğu yüksek para cezaları ve olası hapis cezaları sistemiyle hatırlanıyor.

Bu dönemde Harris, siyahlara yönelik polis şiddeti gibi birçok konuda tavır almayı reddetti ve bu durum birçok Demokrat tarafından yadırgandı. 2014 yılında marihuanayı yasallaştırma girişimine gülmüş, ancak beş yıl sonra başkanlığa adaylığını koyduğunda “kesinlikle desteklediğini” vurgulamıştır. Başsavcılık yaptığı dönem ona ‘’Kamala the Cop’’ (Polis Kamala) lakabını kazandırmıştır.

Harris 2017 yılında Senato’ya seçildi ve 2019 yılında Demokratların başkan adayı olarak yarışa girdi. Başta Biden’ı ırkçılıkla suçlasa da sonrasında korkunç anket oranları sebebiyle yarıştan çekildi ve sonrasında kendisini başkan yardımcısı adayı yapan Biden’ı destekledi.

Başkan Yardımcısı olarak görev yaptığı son 4 yılda pek çok kez kendi siyasi profilini geliştirmemekle suçlandı. Biden, göçü sınırlandırmak için menşe ülkelerdeki göçün nedenleriyle mücadele etme görevini 2021 yılında Harris’e verdi. Ancak Harris’in çabalarına ve Latin Amerika hükümet başkanlarıyla yaptığı görüşmelere rağmen düzensiz sınır geçişlerinin sayısı arttı. ABD Yüksek Mahkemesi 2022 yılında dönüm noktası niteliğindeki Roe v. Wade kararını bozarak ülkenin çoğu yerinde kürtajı fiilen imkansız hale getirdiğinde ise Harris, kürtaj haklarını şiddetle savundu.

Harris pek çok kişi tarafından politik anlamda sönük olarak görülüyor

Harris, Beyaz Saray’da geçirdiği süre boyunca çoğunlukla kendi yolundan gitti. Röportajlarında ve kamuoyu önünde yaptığı diğer konuşmalarında çeşitli hatalar yaptı ve her zaman kendine güvenen biri olarak görünmedi. Pek çok kişi tarafından politik anlamda sönük ve bazı demokratlar tarafından da bir yük olarak görülüyordu. Hatta 2022 yılının başında yapılan anketlerin sonucuna göre Harris, bugüne kadarki en sevilmeyen Başkan Yardımcısı. Yakın çalışma arkadaşları birçok kez istifa etti ve kaotik çalışma koşulları olduğuna dair söylentiler hep devam etti.

Harris de Biden gibi hatalar yapmaya ve anlaşılması zor konuşmalar yapmaya meyilli. Şu anda sosyal medyada Mayıs 2023’te yaptığı bir konuşma dolaşıyor, Harris dinleyicilere şu açıklamaları yapıyor: “Siz, içinde yaşadıklarınızın ve sizden önce gelenlerin bağlamından oluşuyorsunuz.’’ Sonrasında bu anlattıklarını annesinden bir alıntı yaparak destekledi, ‘’Hindistan cevizi ağacından düştüğünüzü mü sanıyorsunuz?’’ Harris sonrasında saniyelerce kendi şakasına güldü.

Eğer beklendiği gibi Kamala Harris Demokratların adayı olarak gösterilirse yalnızca bu imajını düzeltme zorluğuyla karşılaşmayacak, aynı zamanda seçmenleri Biden-Harris hükümetinin sevilmeyen sonuçlarından kendisini sorumlu tutmamaları için ikna etmeye çalışmak zorunda kalacak. Bu sebeplerle Trump, Harris’i yenmenin Biden’ın kendisini yenmekten daha kolay olacağını iddia ediyor. Bu konuda haklı olabilir.


(*) Yazar Florida ile Kalifornia’yı karıştırıyor olmalı çünkü “Günışığı Eyaleti” (Sunshine State) takma adı Florida’ya ait. Kaliforniya’nınki ise “Altın Eyalet” (Golden State). (editörün notu)

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English