Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Lula’nın Çin ziyaretinden öne çıkanlar

Yayınlanma

Ben Norton — Geopolitical Economy Report

Brezilya Devlet Başkanı Lula da Silva, Çin’e tarihi bir ziyarette bulunarak pek çok işbirliği anlaşması imzaladı ve ABD dolarının hakimiyetine meydan okuma taahhüdü verdi.

Halk arasında Lula olarak bilinen Brezilya’nın solcu Devlet Başkanı Luiz Inácio Lula da Silva, nisan ayında Çin’e tarihi bir ziyaret gerçekleştirdi.

İki ülke burada kapsamlı stratejik ortaklıklarını derinleştirerek ticaret, bilim, araştırma, teknoloji, yenilenebilir enerji, tarım, et üretimi, finans, dijital ekonomi, iletişim, medya, yoksulluk ve açlıkla mücadele ve hatta uyduların ortak geliştirilmesi ve uzay işbirliğini içeren 15 anlaşma imzaladı.

Çin, yaklaşık 50 milyar Brezilya reali tutarında yatırım taahhüdü verdi. Sembolik anlamda anlaşmalardan biri uyarınca, Brezilya’da daha önce ABD’li otomobil üreticisi Ford tarafından işletilen bir fabrika, Çinli elektrikli otomobil üreticisi BYD tarafından işletilecek.

Lula’nın Pekin’de Devlet Başkanı Xi Jinping ile görüşmesi, Çin ve Brezilya’nın ikili ticarette ABD doları hariç yerli para birimlerini kullanma konusunda anlaşmaya varmasından sadece birkaç hafta sonra gerçekleşti.

Lula, Çin’i ziyareti sırasında de-dolarizasyonun ülkesi için en önemli öncelik olduğunu açıkça ifade etti.

Financial Times’ta yer alan habere göre Lula, “Her gece kendime neden tüm ülkelerin ticaretlerini dolara dayandırmak zorunda olduklarını soruyorum” dedi.

Brezilya lideri “Neden kendi para birimlerimize dayalı ticaret yapamıyoruz? Altın standardının ortadan kalkmasının ardından doların para birimi olmasına karar veren kimdi?” diye sordu.

Çin ve Brezilya arasındaki tarihi de-dolarizasyon anlaşması pek çok ABD’li politikacıyı öfkelendirdi.

Neo-con Cumhuriyetçi Senatör Marco Rubio Fox News’te öfke kustu:

“Bugün Brezilya — bizim yarımküremizde, güneyimizdeki batı yarımkürenin en büyük ülkesi — Çin ile bir ticaret anlaşması yaptı. Bundan böyle ticareti kendi para birimleriyle yapacaklar ve doların etrafından dolanacaklar.

Dünyada ABD’den tamamen bağımsız ikinci bir ekonomi yaratıyorlar.

Beş yıl içinde yaptırımlardan bahsetmek zorunda kalmayacağız, zira dolar dışında para birimleriyle işlem yapan o kadar çok ülke olacak ki, onlara yaptırım uygulama imkânımız olmayacak.”

Şu anda devlet başkanı olarak üçüncü döneminde olan Lula, Washington’daki eleştirilerden etkilenmedi.

Brezilyalı solcu lider Latin Amerika’da ticaret için yeni bir para birimi yaratma sözünü çoktan verdi. Amacının bölgenin “ABD dolarına olan bağımlılığını” azaltmak olduğunu açıkça ifade etti.

Lula, Çin’deyken şunu sordu: “Para birimlerimizin zayıf olduğuna, diğer ülkelerde değerinin olmadığına kim karar verdi?”

“BRICS’in bankası gibi bir banka neden Brezilya ile Çin ve Brezilya ile diğer ülkeler arasındaki ticari ilişkileri finanse edecek bir para birimine sahip olmasın? Bu zor çünkü [bu fikre] alışık değiliz. Herkes tek bir para birimine bağlı” diye ekledi.

Lula, ABD doları hegemonyasını eleştiren bu sözleri Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’dan oluşan BRICS blokunun kurduğu finans kuruluşu Yeni Kalkınma Bankası (NDB) için yaptığı bir konuşmada sarf etti.

Lula, BRICS’in daha önce sadece BRIC iken kurucularından biriydi. Grubu, 2003 başından 2010 sonuna kadar süren ilk iki dönemlik görevi sırasında kurdu.

Brezilya’nın solcu devlet başkanı çok kutuplu bir dünyanın açık sözlü bir savunucusu oldu.

NDB, Küresel Güney’deki ülkelere yıkıcı kemer sıkma tedbirleri ve neoliberal iktisadi reformlar dayatmakla meşhur ABD egemenliğindeki Dünya Bankası’na bir alternatif olarak düşünüldü.

Lula, 12 Nisan’da NDB’nin bulunduğu Şanghay’a uçtu. BRICS bankasının genel merkezini ziyaret eden ilk yabancı devlet başkanı oldu.

Lula burada halefi, solcu İşçi Partisi üyesi Brezilya’nın eski Devlet Başkanı Dilma Rousseff tarafından karşılandı.

Dilma şu anda Yeni Kalkınma Bankası’nın başkanı. Burada, kurumu iklim değişikliğiyle mücadele etmek ve “sosyal katılımı teşvik etmek” için yüksek kaliteli “sürdürülebilir kalkınmayı” finanse etmek üzere kullanma sözü verdi.

Dilma, NDB’nin limanlar, havaalanları ve otoyollar gibi “kritik ve stratejik altyapı projelerinin” yanı sıra Küresel Güney’deki az gelişmiş ülkelerde yüksek hızlı trenler gibi “daha modern ulaşım modellerini” finanse etmeyi planladığını söyledi.

Lula’nın Çin gezisi, üçüncü döneminde Amerika kıtası dışına yaptığı ilk resmi ziyaret oldu.

Brezilya Devlet Başkanı, şubat ayında ABD’ye gitti ama sadece bir günlüğüne. Buna karşılık Lula Çin’de dört gün geçirerek aralarındaki ittifakın ne kadar önemli olduğuna işaret etti.

Lula gezisi sırasında ABD’ye açık bir mesaj vererek “Hiç kimse Brezilya’nın Çin ile ilişkilerini geliştirmesini engelleyemeyecek” dedi.

Lula ayrıca ABD tarafından tek taraflı yaptırım uygulanan Çin’in teknoloji devi Huawei’nin araştırma merkezini de ziyaret ederek Washington’a bir mesaj daha verdi.

Çin’de Lula’nın beraberindeki Brezilya Maliye Bakanı Fernando Haddad, amaçlarının “Çin sermayesiyle ortaklaşa Brezilya’yı yeniden sanayileştirmek” olduğunu açıkladı.

S&P Global Market Intelligence, tarihi geziyle ilgili haberinde şunları kaydetti [vurgu sonradan eklenmiştir]:

“20 yeni anlaşmanın kapsamının geniş olması, Lula yönetiminin Çin ile iktisadi bağları derinleştirmeye öncelik vereceğini gösteriyor. Lula’nın hastalık nedeniyle ertelenen Çin ziyaretinin beş gün sürmesi ve yaklaşık 200 iş dünyası temsilcisinden oluşan bir heyeti içermesi planlanıyordu; oysa Lula, şubat ayında ABD’de bir gün geçirmiş ve net bir anlaşmaya varılamamıştı.”

Çin, Brezilya’nın en büyük ticaret ortağı

Lula 2010 yılı sonunda ikinci dönemini tamamladığında, yüzde 87 gibi şaşırtıcı bir onay oranıyla dünya tarihinin en popüler liderlerinden biriydi.

Lula ve halefi Dilma ülkeyi dönüştürdü. Çin’de yaptığı bir konuşmada Lula, İşçi Partisi liderliğindeki hükümetlerinin 36 milyon Brezilyalının aşırı yoksulluktan kurtulmasına yardımcı olduğunu ve Brezilya’yı tarihte ilk kez BM Açlık Haritasından çıkardığını söyleyerek övündü.

Lula’nın göreve gelmesinden bir yıl önce, 2002’de Brezilya’nın GSYİH’si 1,72 trilyon dolardı; Lula görevi bıraktığında ise 2,8 trilyon dolardı.

Bugün Brezilya, alım gücü paritesine göre ölçüldüğünde dünyanın en büyük sekizinci ekonomisine sahip. Fransa ve Britanya ekonomilerinden bile daha büyük.

Lula’nın devlet başkanı olduğu dönemde Brezilya dünyanın altıncı büyük ekonomisi haline gelmişti, ancak ABD destekli siyasi darbenin ardından Brezilya ekonomisi yıllarca süren sağcı yönetim ve agresif neoliberal politikalar nedeniyle büyük bir yıkıma uğradı ve bu sanayisizleşmeyi körükledi.

Çin, alım gücü paritesi ile ölçüldüğünde dünyanın en büyük ekonomisine sahip. Aynı zamanda en kalabalık iki ülke arasında yer alıyor [Hindistan’ın nüfusunun 2023 yılında Çin’i geçmesi bekleniyor].

Brezilya ise Latin Amerika’nın en kalabalık, dünyanın ise yedinci en kalabalık ülkesi.

Çin 2009 yılından bu yana Brezilya’nın en büyük ticaret ortağı konumunda. İki dev arasındaki ticaret son yirmi yılda hızla arttı.

Brezilya hükümeti, Lula’nın 2004 yılında Çin’e yaptığı ilk ziyaretten bu yana ikili ticaretin 21 kat artmış olmasıyla övünüyor.

2022 yılında Çin ve Brezilya 150,4 milyar ABD doları tutarında ticaret yaptı. Sadece 2021’den 2022’ye kadar ikili ticaretleri yüzde 10,1 oranında arttı.

Bu ilişkinin benzersiz yanı, Brezilya’nın Çin ile önemli bir ticaret fazlasına sahip olması ve 2022 yılında yaklaşık 90 milyar dolar ihracat yaparken yaklaşık 60 milyar dolar ithalat yapması.

Aslında Brezilya, ABD’ye sattığının üç katını Çin’e ihraç ediyor [Brezilya’nın ABD ile ticaret açığı mevcut].

Brezilya emtia konusunda bir güç merkezi.

Güney Amerika ülkesi, dünyanın en büyük ikinci demir cevheri ihracatçısı.

Brezilya aynı zamanda en büyük 10 petrol üreticisi arasında yer alıyor. 2021 itibariyle küresel üretimin yaklaşık yüzde 4’ünü temsil eden İran’dan bile daha fazla petrol üretti.

2016 ve 2018’deki ABD destekli siyasi darbeler Brezilya ekonomisine zarar verdi

İşçi Partisi yönetiminde Brezilya, dünyanın en büyük altıncı ekonomisi haline gelmişti.

Ancak ABD’nin yıllarca süren müdahaleleri Güney Amerika devini resesyona ve durgunluğa itti.

2014’te emtia fiyatlarında yaşanan büyük düşüş önemli iktisadi sorunlara neden oldu. Bu çöküş, büyük petrol üreticileri Rusya, İran ve Venezuela’nın ekonomilerine zarar vermek amacıyla Suudi Arabistan’a küresel piyasada ham petrol fiyatlarını düşürmek için aşırı petrol üretmesi yönünde baskı yaparken kendi kaya petrolü üretimini büyük ölçüde artıran ABD tarafından kasten zorlandı.

Dilma 2011’den 2016’ya kadar ülkeyi yönetti ve ABD’nin desteklediği bir siyasi darbeyle devrildi, aşırı sağcı lider Jair Bolsonaro’nun da sık sık başvurduğu saçma bir bütçe tekniğiyle görevden alındı.

Lula daha sonra 2018 yılında, ABD Adalet Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı tarafından yakından desteklenen ve Lava Jato [Araba Yıkama Operasyonu] olarak bilinen hukuk savaşı [adli savaş] kampanyasının bir parçası olarak, yozlaşmış yargıç Sergio Moro tarafından denetlenen uydurma suçlamalarla hapse mahkûm edildi.

Brezilya’nın en üst mahkemesi daha sonra Lula hakkındaki tüm suçlamaları düşürdü. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi bile Lula’nın medeni haklarının ve yasal süreç güvencelerinin ihlal edildiğine karar verdi.

Ancak Lula’nın Washington’un gözetimi altında sahte suçlamalarla hapse atılması, 2018 seçimlerini Brezilya’nın önceki aşırı sağcı, ABD destekli diktatörlüğünü ve Şili’deki Augusto Pinochet faşist cuntasını açıkça öven faşist Bolsonaro’ya teslim etti.

Bolsonaro, Lula’yı hapse atan yargıç Moro’yu “süper adalet bakanı” olarak atayarak ödüllendirdi. Bolsonaro ve Moro daha sonra ABD’nin kötü şöhretli casusluk teşkilatına teşekkür etmek üzere Virginia Langley’deki CIA merkezini ziyaret etti.

Bolsonaro döneminde Brezilya’nın dış politikası tamamen Washington’a tabi hale geldi. ABD tarafından atanan darbe lideri Juan Guaidó’yu Venezuela’nın sözde “geçici devlet başkanı” olarak hevesle tanıdı ve hatta ülkenin solcu Chavezci hükümetine yönelik sınır ötesi terör saldırılarını destekledi.

Donald Trump’ın eski CIA direktörü olan Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Washington’un Bolsonaro ve Hindistan’daki aşırı sağcı mevkidaşı Narendra Modi’yi BRICS sistemini bölmek ve istikrarsızlaştırmak için kullanmaya çalıştığını itiraf etti.

Jeopolitik nedenlerle 2014’te yaşanan emtia çöküşü, 2016 ve 2018’deki ABD destekli siyasi darbeler ve ardından gelen altı yıllık sağcı iktidar Brezilya ekonomisini harap etti.

Brezilyalı gazeteci Brian Mier de Geopolitical Economy Report’a yaptığı açıklamada “Lava Jato’nun ekonomiyi sabote ettiğini, Brezilya’nın en büyük beş inşaat ve mühendislik şirketini felç edip iflas ettirerek GSYİH’de yüzde 2,5’lik bir düşüşe neden olduğunu” belirtti.

ABD destekli Lava Jato, hukuk savaşının 4,4 milyon iş kaybına yol açtığını ortaya koyan araştırmalara işaret etti.

Mier, “Lula ve Dilma döviz rezervlerini beş katına çıkarmıştı ve Brezilya bir emtia çöküşü döngüsüne hazırdı, bu nedenle Lava Jato’nun resesyon üzerindeki etkisi emtia çöküşünden daha büyük oldu” dedi.

Tüm bunlar aslında ülkenin on yılını kaybetmesine neden oldu. Ülke ancak bugün toparlanabiliyor.

Lula, NDB’nin “Küresel Güney’in büyük bankası olmak” için “olağanüstü bir umut” sunduğunu söylüyor

Lula 13 Nisan’da Şanghay’da Yeni Kalkınma Bankası yetkilileriyle bir araya geldi. Brezilya hükümeti Lula’nın açıklamalarının resmi metnini yayımladı.

Lula 2008 mali krizinin “açgözlülük” ve riskli mali spekülasyonlardan kaynaklandığını hatırlattı. Lula, Credit Suisse gibi büyük bankaların çöktüğü günümüzde krizlerin devam ettiğini belirtti.

NDB hakkında şunları söyledi: “Bence dünyanın kalkınmasına yardımcı olacak bir enstrümana şu anda ihtiyaç duyduğu kadar ihtiyacı olmamıştı.”

Lula, bu istikrarsızlık nedeniyle NDB’nin “olağanüstü bir umut” sunduğunu savundu.

Brezilya Devlet Başkanı, “Paraya en çok ihtiyacı olan ülkelere hizmet etmekle daha fazla ilgilenmeliyiz” dedi. Amaçlarının “en muhtaç ve en yoksul ülkelere yardım etmek” olması gerektiğini savundu.

“Umarım bu banka Afrika kıtasının kalkınması için borç para verebilir. Umarım bu banka Latin Amerika’daki en yoksul ülkelere borç verebilecek paraya sahip olur” vurgusunu yaptı.

Çin’deyken Lula şu tweet’i attı:

“Gelişmekte olan ülkelerin, kalkınmalarına yatırım yapan bir araca sahip olmaları bir hayal. Devlet başkanlığı yaptığım 8 yıl boyunca Güney’de, IMF’nin kurallarına tabi olmadan bölgemizdeki gerekli şeylere yatırım yapılmasını sağlayacak bir banka kurmaya çalıştım.”

Ve ekledi:

“BRICS Bankası yeni bir dünya hayal edenler için çok şey ifade ediyor. BRICS’i kurma hayali, ülkelere fayda sağlama hedefiyle kesinlikle güçlü olacak bir kalkınma aracı içindi. Aksi takdirde en yoksul ülkelerin kendilerini kalkındırmalarını asla sağlayamayacağız. Eğer 21. yüzyılı da 20. yüzyıla başladığımız gibi, zenginlerin daha da zenginleştiği ve yoksulların daha da yoksullaştığı bir şekilde bitirseydik bu adil olmazdı.”

Dilma Rousseff Yeni Kalkınma Bankası’nın direktörü olarak resmen yemin ederken Lula bir konuşma daha yaptı.

NDB’nin “Küresel Güney’in büyük bankası olma” potansiyeline sahip olduğunu söyledi ve “sosyal dışlanma, açlık, aşırı yoksulluk ve zorunlu göçü” önlemeye yardımcı olabilecek “zengin ülkeler ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki eşitsizlikleri azaltma aracı” olarak övdü.

Lula, “Birçok gelişmekte olan ülke ödenemeyecek borçlar biriktiriyor” uyarısında bulundu.

“Gelişmekte olan ülkelerin karşılanmamış finansman ihtiyaçları çok büyüktü ve öyle olmaya devam ediyor” diye ekledi.

Lula, NDB’yi Güney-Güney işbirliğinde bir “kilometre taşı” olarak nitelendirdi.

Brezilya lideri, “İlk kez küresel erişime sahip bir kalkınma bankası, ilk aşamasında gelişmiş ülkelerin katılımı olmadan kuruldu” ifadelerini kullandı.

Dolayısıyla NDB, “geleneksel kurumlar tarafından gelişmekte olan ekonomilere dayatılan şartlılık zincirlerinden kurtuldu. Ve daha fazlası: Projelere yerli para birimi cinsinden finansman sağlama imkânı” diye devam etti.

Lula şu açıklamayı yaptı: “Bu bankanın kurulması, gelişmekte olan ülkeler birliğinin dünya için önemli sosyal ve iktisadi değişimler yaratabileceğini gösteriyor. Biz kimseden daha iyi olmak istemiyoruz. Potansiyelimizi arttırmak ve halklarımıza saygınlık, yurttaşlık ve yaşam kalitesi sağlamak için fırsatlar istiyoruz.”

“Yeni Kalkınma Bankası, gelişmekte olan ülkeleri, yetkileri olmadığı halde bizi yönetmeye çalışan geleneksel finans kuruluşlarına boyun eğmekten kurtaracağı için büyük bir dönüştürücü potansiyele sahip” diye ekledi.

Lula, Brezilya’da NDB’nin altyapı projeleri, gelir destek programları, sürdürülebilir ulaşım, iklim değişikliğine uyum, sanitasyon hizmetleri ve yenilenebilir enerjilerin finansmanına yardımcı olduğunu belirtti.

Brezilya’nın eski devlet başkanına sevgiyle “yoldaş Dilma” diye hitap eden Lula, yeni küresel liderlik rolünün kadınların temsili açısından önemli bir başarı olduğunu vurguladı.

Ayrıca Dilma’nın 1970’lerde “daha iyi bir dünya hayalini gerçeğe dönüştürmek için” verdiği devrimci mücadelelere de dikkat çekti. Dilma, Brezilya’nın ABD destekli faşist diktatörlüğüne karşı sol direnişin bir parçası olmuş, hapse atılmış ve işkence görmüştü.

Lula şöyle açıkladı:

“Brezilya’nın dünyanın önemli kararlarında yer almadığı dönemler mazide kaldı. Açıklanamaz bir yokluğun ardından uluslararası sahneye geri döndük. İklim krizinin hafifletilmesi, açlık ve eşitsizlikle mücadele gibi çağımızın kilit meselelerine katkıda bulunacak çok şeyimiz var. Tüm insanlığın ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek kadar gıda üreten bir gezegende, yüz milyonlarca erkek, kadın ve çocuğun yiyecek hiçbir şeyinin olmaması kabul edilemez. Küçük bir azınlığın pervasızlığı ve açgözlülüğünün gezegenin ve tüm insanlığın hayatta kalmasını tehlikeye atması kabul edilemez. Brezilya geri döndü. Daha gelişmiş, daha adil ve çevresel açıdan sürdürülebilir bir dünyanın inşasına yeniden katkıda bulunma dileğiyle.”

Brezilya hükümetinin bir başka açıklamasında Lula şunları söyledi:

“Brezilya-Çin ilişkilerinin ticaret meselesinin ötesine geçmesini istiyoruz, bilim ve teknoloji alanında derin bir ilişkiye sahip olmak istiyoruz, Çin’de daha fazla Brezilyalı öğrenci ve Brezilya’da daha fazla Çinli öğrenci olması için üniversiteler arasında ortaklıklar kurmak istiyoruz. Daha sağlıklı bir iklim politikasını savunarak dünya gezegeninin korunması için verdiğimiz mücadelede Çin’e güveniyoruz. Bu nedenle özellikle rüzgâr, güneş ve biyokütle enerjisi olmak üzere daha temiz enerji üretebilmemiz için enerji dönüşümü son derece önemli. Brezilya, 2030 yılına kadar Amazon’da sıfır ormansızlaşmaya ulaşmaya ve gezegenin korunmasına katkıda bulunmaya kararlı. Brezilya tarımının gelişmesinin, bırakın yangınları, sorumsuzca ormansızlaştırmaya bile ihtiyacı olmadığına inanıyoruz. Brezilya, tek bir ağaç bile kesmek zorunda kalmadan, bozulmuş arazileri geri kazanarak tarım üretimini neredeyse iki katına çıkarabilir.”

Çin Devlet Başkanı Xi ise şunları söyledi:

“Çin, dış ilişkilerimizde öncelikli bir yere sahip olan Brezilya ile stratejik ve geniş kapsamlı bir ilişkiye sahip. Siz bizim uzun süredir dostumuzsunuz. Brezilya-Çin ilişkileri sağlıklı ve istikrarlı bir şekilde geliştiğinde, her iki ülke ve dünya için barış, istikrar ve karşılıklı kalkınma açısından önemli bir rol oynayacaktır.”

 

Çeviren: Emre Köse

DÜNYA BASINI

Mahmud Abbas birliği korumak için olası baskılara direnecek mi?

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız uzman görüşlerine yer verilen haber Filistinli grupların Pekin’de imzaladığı uzlaşı anlaşmasının sürdürülebilir olup olmadığına yanıt bulmaya çalışıyor. İsrail ve muhtemelen ABD tarafından baltalanacağı düşünülen uzlaşının yumuşak karnı ise Filistin Yönetimi:

****

‘Başarılı olması için baskı var’: Fetih-Hamas birlik anlaşması sürdürülebilir mi?

Analistlere göre Fetih Hareketi’nin siyasi iradesinin olup olmadığı görülecek, İsrail ise anlaşmayı bozmaya çalışabilir.

Mat Nashed

Analistler, Filistinli grupların salı günü bir “ulusal birlik” anlaşması imzalayarak, ideolojik farklılıklarını ve acı dolu geçmişlerini bir kenara bırakıp İsrail’in işgaline son vermek için lobi yapabileceklerine dair hem umut yarattığını ancak bazı şüpheler olduğunu söylüyor.

Çin’in başkenti Pekin’de üç gün süren yoğun görüşmelerin ardından imzalanan anlaşma, geçici bir “ulusal uzlaşı” hükümetinin savaş sonrası Gazze’nin kontrolünü üstlenmesi ve ortak kendi kaderini tayin etme arayışını ilerletmesi için zemin hazırladı. Ancak Fetih Hareketi ve Hamas arasında daha önce yapılan birçok uzlaşma girişiminin başarısız olması nedeniyle bu atılım kuşkuyla karşılandı.

Katar’ın başkenti Doha’daki Middle East Council on Global Affairs adlı düşünce kuruluşunda İsrail-Filistin uzmanı olarak çalışan Ömer Rahman, “Biraz şüphe olması doğal, ancak bu anlaşmanın kalıcı olacağından umutluyum” dedi.

“Gazze ve Batı Şeria’daki durum göz önüne alındığında bunun başarılı olması için baskı var. Bence tüm taraflar bunun gerçekleşmesi gerektiğini biliyor” diyen Rahman, Gazze’deki savaşın ve işgal altındaki Batı Şeria’da artan yerleşimci şiddeti ve toprak gaspının getirdiği aciliyete atıfta bulundu.

BM uzmanlarına göre, 7 Ekim’de Hamas öncülüğünde İsrail topluluklarına ve askeri karakollarına düzenlenen ve bin 139 kişinin öldürüldüğü ve 251 kişinin esir alındığı saldırıdan bu yana İsrail, Gazze’de soykırıma varabilecek yıkıcı bir saldırıyla karşılık verdi.

İsrail son dokuz ayda 39 binden fazla Filistinliyi öldürdü ve iki milyon 300 binlik Gazze nüfusunun neredeyse tamamını yerinden etti. Gazze’deki savaş uluslararası manşetleri belirlerken, İsrail’in 2024 yılında işgal altındaki Batı Şeria’da son 30 yılda herhangi bir yılda olduğundan daha fazla Filistin toprağını sessizce ele geçirmesine yol açtı.

İsrail işgalini derinleştirirken, Filistinli iki büyük grup Fetih Hareketi ve Hamas bölünmüş durumda kaldı. Fetih Hareketi, Batı Şeria’nın büyük bir bölümünü 1993 Oslo Anlaşmalarından doğan ve Fetih’e şiddetten vazgeçmesi ve İsrail’i tanıması karşılığında Filistin devletinin kurulacağının vaat edildiği Filistin Yönetimi aracılığıyla kontrol ediyor.

Buna karşılık Hamas silahlı mücadeleye bağlı kaldı ve 2007’de iki taraf arasında yaşanan kısa bir iç savaşta Fetih Hareketi’ni kovduğundan beri Gazze’yi kontrol ediyor.

Kanlı geçmişe rağmen, her iki taraf da 12 daha küçük grupla beraber Pekin anlaşmasını imzaladı. El Cezire’nin elde ettiği bir anlaşma kopyasına göre bu anlaşma, nihai olarak İsrail işgali altındaki Doğu Kudüs, geniş Batı Şeria ve Gazze’de (İsrail’in 1967 Arap-İsrail savaşında ele geçirdiği topraklar) bir Filistin devleti kurmayı hedefliyor.

Anlaşma kalıcı olacak mı?

Uluslararası Kriz Grubu (ICG) Filistin uzmanı Tahani Mustafa, Fetih Hareketi ve Ebu Mazen olarak da bilinen Filistin Yönetimi lideri Mahmud Abbas’ın Hamas’la daha önce yapılan uzlaşma anlaşmalarını baltaladığını söyledi.

El Cezire’ye konuşan Mustafa, Abbas’ın ve yakın sırdaşlarının İsrail işgaline karşı Filistin yönetimini birleştirmek için gerçek bir siyasi irade göstermediğini söyledi.

Mustafa’ya göre Fetih Hareketi, teoride Filistinlileri uluslararası alanda temsil eden Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) üzerinde tek kontrol sahibi olduğunu ve Hamas ve diğer fraksiyonlar bu yapıda temsil edilirse çoğunluğunu kaybetmekten korkuyor.

Mustafa, “Hamas’ı ve İslami Cihad’ı da eklerseniz, Fetih Hareketi’nin tekeli sona erer” dedi.

İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri de uzlaşma anlaşmasını baltalamaya çalışabilirler.

İsrail, savaş sonrası senaryoda Filistin Yönetimi’nin ya da Hamas’ın Gazze’nin kontrolünü ele geçirmesine izin vermeyi reddederken, ABD de uzun süredir Hamas’ın İsrail’i tanımasını ve Filistin hükümetinin bir parçası olmadan önce şiddetten vazgeçmesini istiyor.

2017’de Hamas, 1967 sınırlarına göre bir Filistin devleti kurulmasını kabul eden yeni bir tüzük sundu. Hamas tarafından daha önce yapılan açıklamalar ve hareketlerle uyumlu olan bu hamle, İsrail’in fiilen tanınması anlamına geliyordu.

Mustafa, “Hamas, İsrail’in var olma hakkını hiçbir zaman [açıkça] tanımadı çünkü İsrail’e aynı şeyi Filistinliler için de yapması yönünde hiçbir zaman baskı yapılmadı” dedi.

Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nin İsrail-Filistin uzmanı Hugh Lovatt, İsrail’in bu anlaşmayı rayından çıkarmak için Batılı müttefiklerine Filistin Yönetimi’ne verdikleri fonları kesmeleri için baskı yapmasının oldukça olası olduğunu söyledi.

El Cezire’ye konuşan uzman, “Filistin Yönetimi mevcut haliyle ancak ABD ve Avrupa’nın yakın işbirliği ve finansman desteğiyle ayakta kalabilir” dedi.

Lovatt, “Ancak bu sadece Filistin Yönetimi’nin hayatta kalmasıyla ilgili bir mesele değil, aynı zamanda Filistin Yönetimi’nin kilit isimlerinin kişisel hayatta kalma meselesi… kendi kişisel konumlarını zayıflatabilecek herhangi bir anlaşmaya çok ilgi duymuyorlar” diye ekledi.

El Cezire yorum için Filistin Yönetimi Başkanlığı sözcüsü Nebil Ebu Rudeyne ve Filistin Yönetimi’nin Birleşik Krallık misyonunun başındaki Husam Zomlot’a ulaştı. Her iki isim de haber yayınlanmadan önce yorum taleplerine yanıt vermedi.

Ancak Lovatt, Filistin Yönetimi’nin, İsrail’i resmen tanımak ve şiddetten vazgeçmek gibi Oslo Anlaşmaları’nın şartlarına uymayı reddetmesi nedeniyle önceki birlik anlaşmalarının çökmesinden Hamas’ı sorumlu tuttuğunu söyledi.

“Abbas’ın söylediğini gördüğümüz şey… bir anlaşma istiyoruz ama uluslararası meşruiyete dayanan bir anlaşma” diye ekledi.

Bu anlaşma neden önemli?

Daha önceki uzlaşma anlaşmaları başarısızlıkla sonuçlanmış olsa da Rahman bu anlaşmanın başarıya ulaşmasının hayati olduğunu söyledi.

Rahman’a göre İsrail-Filistin konusunda uluslararası kamuoyunda rüzgarlar değişiyor ve bu da birleşik bir Filistin liderliğinin Gazze’deki “soykırıma” ve İsrail’in Batı Şeria’daki “ilhakçı baskısına” son vermesi için bir fırsat yaratıyor.

Dünya Mahkemesi olarak da bilinen Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD) “tavsiye niteliğindeki görüşü”, İsrail’in Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze’deki 57 yıllık işgalini kısa bir süre önce “yasadışı” olarak sınıflandırdı. Mahkeme, yerleşim yerlerinin inşası ve genişletilmesi de dâhil İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarında varlığını sürdürmesinin “uluslararası hukuku ihlal ettiğini” söyledi.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu kararı “saçma” olarak nitelendirdi ve İsraillilerin “atalarının yurdundaki kendi topluluklarında yaşamalarının” yasadışı olamayacağını söyledi.

Rahman, “Durum açıkça vahim ve Filistinlilerin uluslararası toplumu Filistinlileri savunmak için bir araya getirecek bir tür birleşik liderliğe ihtiyacı var” dedi.

Ancak bu birlik -en azından şimdilik- savaşın gidişatını şekillendirmede en etkili küresel aktör olan ABD tarafından desteklenmiyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller salı günü düzenlediği basın brifinginde anlaşmayı yorumlarken “Bir terör örgütünün rolü olamaz” dedi.

Hamas ABD, İsrail ve Avrupa Birliği tarafından “terörist” olarak tanımlanan bir grup ancak pek çok Filistinli, Hamas’ı meşru bir direniş grubu olarak görüyor.

Lovatt, Filistin Yönetimi karar alma sürecinde Hamas ve diğer gruplara danışarak anlaşmayı uygulamaya kararlı olsa bile ABD baskısının Filistin birliğini sabote edebileceğini söyledi.

Lovatt şunu ekledi: “Bu gerçekten de belirleyici faktör olabilir. Asıl soru şu: [Abbas] kararlılığını sürdürecek mi, yoksa uluslararası baskı karşısında geri adım mı atacak?”

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Batı artık küresel ilişkilerin merkezi değil

Yayınlanma

Samir Puri, Nikkei Asia
25.07.2024

Dünya meselelerinde bir geçiş dönemi yaşıyoruz. Batılı ülkelerin küresel meselelerin nihai hakemleri olarak hareket etme gücü ve birliği çökmüyor, ancak açık bir düşüş içinde.

Çoğumuz bu noktada hemfikiriz, ancak bu geçiş dönemini Batı’nın içinden mi yoksa dışından mı izlemek daha doğru olur? Perspektif her şeydir. Atlantik’in her iki yakasındaki Batılı ülkelerde yaşayan bizler için popülizm siyaseti, değişen dünyayı izlerken kaçınılmaz olarak önemli bir tartışma konusu haline geliyor.

Daha “ulus öncelikli” liderler ve partiler güç kazandıkça, Batı’nın siyasi karakterinin hızla değişmekte olduğu açıktır. Kasım ayındaki ABD başkanlık seçimlerinde Donald Trump’ın olası zaferi ya da Macaristan Cumhurbaşkanı Viktor Orban’ın ülkesinin Avrupa Birliği dönem başkanlığını kullanarak geleneksel Batılı dış politika elitlerine çelişkili mesajlar vermesi buna örnek olarak gösterilebilir.

Bu durum zamanla Batı’nın küresel kişiliğini değiştirecektir.

2020’den bu yana Batı’daki evimden ziyade, Asya’da gelişen bu olayları Singapur’daki görüş noktamdan izliyorum. “Batısızlık: Büyük Küresel Yeniden Dengelenme” adlı yeni kitabımda yazdığım gibi, Batı’nın küresel varlığının yeniden şekillenmesini uzaktan izlemek kendi perspektiflerini sunuyor.

Asya’da, dünyanın değişen ekonomik dengesi Çin ve Hindistan’ın yükselişinde açıkça görülüyor ve Endonezya gibi ülkeler de gelecekte önemli bir büyüme göstermeye hazırlanıyor.

Dünyanın yeniden dengelenmesi sadece “Asya’nın yükselişi” ile sınırlı değildir. Suudi Arabistan, Türkiye ve hatta Güney Afrika gibi ülkelerin küresel meselelerde kendi yollarını çizmek için gösterdikleri stratejik özerklik her geçen ay artıyor.

Batılı olmayan ülkeler için stratejik özerklik ekonomik büyümeden kaynaklansa da bundan çok daha fazlasıyla ilgilidir. BRICS gibi Batılı olmayan kulüplerin genişlemesini de içeriyor. Güney Afrika’nın Batı destekli İsrail’e karşı Hamas’a karşı yürüttüğü savaş nedeniyle Uluslararası Adalet Divanı’nda açtığı dava gibi gelişmeler de bunu kanıtlamaktadır. Batılı olmayan ülkeler küresel görüşün değişmesine yardımcı oldukça, Batılı ülkeler tarafından 7 Ekim’den sonra İsrail’i desteklemek için alınan ilk tutumlar artık “kurallara dayalı uluslararası düzen” kullanılarak inandırıcı bir şekilde sorgulanabilir.

Batılı olmayan dünyanın yükselen başlıca güç merkezleri hızla kendi momentumlarını geliştiriyor. Yüzyıllardır ilk kez Batı her zaman öncü bir rol oynamıyor. Avrupa liderliğindeki deniz sömürge imparatorluğunun önceki dönemleri ve ardından ABD liderliğindeki küreselleşme dönemi düşünüldüğünde, dünya meselelerinde ortaya çıkan dönemin gerçekten de çok farklı olacağı görülecektir.

Batı çökmeyeceği ve ABD ekonomisi canlılığını koruduğu için yanlış sonuçlara varmak kolaydır. Tüm bunları gayri safi yurtiçi hasıla büyüklüğüne göre bir analize indirgemek ve yalnızca ABD ile Çin arasında iki atlı bir yarış olarak görmek çok basite indirgemek olacaktır.

Kişi başına düşen GSYH’ye bakıp, önde gelen Batılı ülkelerin modernleşmenin standart taşıyıcıları olarak diğerlerinin fersah fersah önünde olduğu sonucuna varılabilir. Ya da güçlü ABD dolarının kalıcı gücüne odaklanılabilir.

Bunlar indirgemeci sonuçlara varmaktır. Evet, ekonomik performans, yaşam standartları ve para biriminin gücü büyük önem taşımaktadır. Ancak diğer gelişmelerle birlikte ele alındığında Batı’nın düşüşte olduğu görülmektedir.

Demografi gibi bazı eğilimler ölçülebilir niteliktedir. Diğer eğilimler ise küresel anlaşmazlıkları çözme gücü ve ahlaki güçle ilgilidir. Küresel yeniden dengelenme yalnızca sert güç ve ekonomiyi değil, aynı zamanda standartları belirleme, dikkati yönetme ve krizleri çözme becerisini de içermektedir.

Manşetlerimize hakim olan ve küresel görüşleri derinden ikiye bölen diğer savaştan işlerin ne kadar hızlı değiştiğine dair net bir örnek alalım.

G7 aracılığıyla çalışan Batı, Rusya’nın Şubat 2022’de başlayan barbarca tam ölçekli işgaline karşı Ukrayna’yı övgüye değer bir şekilde destekledi. Ancak milyarlarca dolar harcayarak silahlandırdığı Ukrayna, hala Rus işgalcileri kovacak kadar güçlü değil. Şimdi, küresel yeniden dengelenmeyle ilgili iki gelişme Ukrayna’daki durumu daha net bir şekilde etkiliyor.

Birincisi, Rus ekonomisi Batı ve G7 liderliğindeki yaptırımlardan ve enerji ihracatına getirilen fiyat sınırlamalarından zarar gördü. Ancak ekonomik ceza tehdidi Putin’i 2022 başlarında Ukrayna’yı işgal etmekten caydırmaya yetmedi. Yaptırımların gerçekliği de Putin’i işgalden vazgeçmeye zorlamak için yeterli değil. Dünya ekonomisindeki yapısal değişiklikler, Rusya’nın Çin, Hindistan ve diğer BRICS ülkelerinin yanı sıra Türkiye, Körfez ülkeleri, Endonezya ve diğerleriyle ticaret yapmaya devam ettiği ve savaş ekonomisini sürdürdüğü anlamına geliyor.

İkinci olarak, Batılı olmayan bu ülkeler bir şekilde Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaşın müzakere yoluyla sona erdirilmesini savunmuşlardır. Batı ve G7 ise tam tersini savunmuştur. Mükemmel bir ahlaki netlikle, Rusya’nın Ukrayna’da yenilmesi ve saldırganlığı için asla ödüllendirilmemesi gerektiğini savundular. Ancak Trump Beyaz Saray’a dönerse, ABD politikasının bir barış anlaşması lehine Ukrayna’yı terk etmeye kayması bekleniyor.

İronik bir şekilde, Trump’ın dayatacağı böyle bir anlaşma ABD’yi dünyanın geri kalanında genel olarak aynı şeyi savunan kesimlerle daha uyumlu hale getirecektir. Eğer bu gerçekleşirse, Batı’nın küresel haçlı enkarnasyonu bir darbe alacaktır. Onun yerine, otokratik liderlerle anlaşma yapmaktan kaçınmayan, işlevsel yaklaşımları tercih eden popülist bir Batı enkarnasyonu ufukta görünmektedir. Böyle bir dünyadan korkmak başka bir şey, bunun pek çok etmenini anlamak başka bir şeydir.

Sadece Soğuk Savaş sonrası zafer kazanmış Batı’nın sonunu gözlemlemiyoruz, aynı zamanda daha az Batı egemenliğinde bir dünyanın başlangıcını da gözlemliyoruz.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

“Okulu kıran” çocukların ailelerini hapse atmayı öneren başkan adayı: Kamala Harris

Yayınlanma

Editörün notu: Joe Biden’ın çekilmesi ile birlikte Demokratların kasım ayındaki başkan adayı olarak öne çıkan Başkan Yardımcısı Kamala Harris, siyaseten “silik” bir profil olsa da daha önce San Fransisco ve California’daki savcılık deneyimleri karanlık bir geçmişe işaret ediyor. “Beyaz olmayan” ve “ilerici” sayılan bir siyasetçi olmasına rağmen savcılığı döneminde siyahlara yönelik polis şiddeti konusunda tavır almayı reddetmişti. Harris’in en tartışmalı hamlesi ise, “okul asma programı” olarak bilinen 2011 tarihli yasaydı. Bu yasa bölge savcılarının, çocuklarının geçerli bir neden olmaksızın okul yılının yüzde 10’unu kaçırmaları halinde ebeveynleri kabahat işlemekle suçlamalarına ve hapsetmelerine izin veriyordu. Daha sonra sonlandırılan programın, yine en fazla beyaz olmayan toplulukların ebeveynlerine yönelik işlediği yönünde yoğun eleştiriler gelmişti.


“Kamala the Cop”: Biden’ın Olası Halefi Harris’in Karanlık Yüzü

Raphael Schmeller
Berliner Zeitung
23 Temmuz 2024
Çev. Gülçin Akkoç

Sevilmiyor, hata yapmaya meyilli ve kendi partisi içinde tartışmalı durumda. Demokratların başkan adayı olarak yarışa girmesi beklenen Kamala Harris kimdir?

Joe Biden’ın başkanlık yarışından çekilmesinin ardından birçok demokrat coşkuyla Kamala Harris’i desteklemeye başladı. Partinin seçim kampanyası bağışları platformu ActBlue, Biden’ın yerine Demokratların favorisi olan başkan yardımcısı için şimdiden “bağış seli” yaşandığını bildirdi.

Liberal Amerikan medyası Pazar akşamından beri Harris’in seçimi kazanması durumunda ABD’nin en yüksek siyasi makamına gelen ilk kadın, ilk Asya kökenli ve Barack Obama’dan sonra ilk siyahi olacağını tekrarlayıp duruyor. Ancak Harris’in ülkedeki çok sayıda kişi tarafından sevilmediği ve kendi partisinin içinde de tartışmalı olduğu gerçeği söylenmiyor.

2011 ve 2013 yıllarında bağışlarla Harris’i destekleyen Cumhuriyetçi başkan adayı Donald Trump, çoğu ankette Demokratlardan oldukça önde yer alıyor. Bakıldığında Harris ve Biden arasında rağbet görme açısından önemli farklar yok ve hatta Harris’in durumu kısa bir yükselişten sonra daha kötüye bile gidebilir. Harris son anketlerde Demokratlar için çok önemli olan Michigan, Arizona ve Nevada gibi salıncak eyaletlerde Biden’dan daha kötü performans gösteriyor.

Harris, okulu çok sık kıran çocukların ebeveynleri için hapis cezası istemişti

Harris, örnek vermek gerekirse iç politikadaki sert tutumu sebebiyle eleştiriliyor. 2011 yılından itibaren Kaliforniya Başsavcısı olarak kendisini Günışığı Eyaleti’nin(*) ‘’ilk polisi’’ olarak sundu ve sıkı baskısıyla adından söz ettirdi. Aynı zamanda kolluk kuvvetlerindeki yolsuzluklara karşı yeterince kararlı adımlar atmaması konusunda da eleştirildi. Ve hepsinden önce okulu çok sık kıran çocukların ebeveynleri için uygulanmasını savunduğu yüksek para cezaları ve olası hapis cezaları sistemiyle hatırlanıyor.

Bu dönemde Harris, siyahlara yönelik polis şiddeti gibi birçok konuda tavır almayı reddetti ve bu durum birçok Demokrat tarafından yadırgandı. 2014 yılında marihuanayı yasallaştırma girişimine gülmüş, ancak beş yıl sonra başkanlığa adaylığını koyduğunda “kesinlikle desteklediğini” vurgulamıştır. Başsavcılık yaptığı dönem ona ‘’Kamala the Cop’’ (Polis Kamala) lakabını kazandırmıştır.

Harris 2017 yılında Senato’ya seçildi ve 2019 yılında Demokratların başkan adayı olarak yarışa girdi. Başta Biden’ı ırkçılıkla suçlasa da sonrasında korkunç anket oranları sebebiyle yarıştan çekildi ve sonrasında kendisini başkan yardımcısı adayı yapan Biden’ı destekledi.

Başkan Yardımcısı olarak görev yaptığı son 4 yılda pek çok kez kendi siyasi profilini geliştirmemekle suçlandı. Biden, göçü sınırlandırmak için menşe ülkelerdeki göçün nedenleriyle mücadele etme görevini 2021 yılında Harris’e verdi. Ancak Harris’in çabalarına ve Latin Amerika hükümet başkanlarıyla yaptığı görüşmelere rağmen düzensiz sınır geçişlerinin sayısı arttı. ABD Yüksek Mahkemesi 2022 yılında dönüm noktası niteliğindeki Roe v. Wade kararını bozarak ülkenin çoğu yerinde kürtajı fiilen imkansız hale getirdiğinde ise Harris, kürtaj haklarını şiddetle savundu.

Harris pek çok kişi tarafından politik anlamda sönük olarak görülüyor

Harris, Beyaz Saray’da geçirdiği süre boyunca çoğunlukla kendi yolundan gitti. Röportajlarında ve kamuoyu önünde yaptığı diğer konuşmalarında çeşitli hatalar yaptı ve her zaman kendine güvenen biri olarak görünmedi. Pek çok kişi tarafından politik anlamda sönük ve bazı demokratlar tarafından da bir yük olarak görülüyordu. Hatta 2022 yılının başında yapılan anketlerin sonucuna göre Harris, bugüne kadarki en sevilmeyen Başkan Yardımcısı. Yakın çalışma arkadaşları birçok kez istifa etti ve kaotik çalışma koşulları olduğuna dair söylentiler hep devam etti.

Harris de Biden gibi hatalar yapmaya ve anlaşılması zor konuşmalar yapmaya meyilli. Şu anda sosyal medyada Mayıs 2023’te yaptığı bir konuşma dolaşıyor, Harris dinleyicilere şu açıklamaları yapıyor: “Siz, içinde yaşadıklarınızın ve sizden önce gelenlerin bağlamından oluşuyorsunuz.’’ Sonrasında bu anlattıklarını annesinden bir alıntı yaparak destekledi, ‘’Hindistan cevizi ağacından düştüğünüzü mü sanıyorsunuz?’’ Harris sonrasında saniyelerce kendi şakasına güldü.

Eğer beklendiği gibi Kamala Harris Demokratların adayı olarak gösterilirse yalnızca bu imajını düzeltme zorluğuyla karşılaşmayacak, aynı zamanda seçmenleri Biden-Harris hükümetinin sevilmeyen sonuçlarından kendisini sorumlu tutmamaları için ikna etmeye çalışmak zorunda kalacak. Bu sebeplerle Trump, Harris’i yenmenin Biden’ın kendisini yenmekten daha kolay olacağını iddia ediyor. Bu konuda haklı olabilir.


(*) Yazar Florida ile Kalifornia’yı karıştırıyor olmalı çünkü “Günışığı Eyaleti” (Sunshine State) takma adı Florida’ya ait. Kaliforniya’nınki ise “Altın Eyalet” (Golden State). (editörün notu)

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English