ORTADOĞU
“Ölüm mangalarının” mucidinden Körfez ülkelerine: Çin’le askeri işbirliğine girenlerin sonu Türkiye gibi olur
Yayınlanma
ABD’nin son Suriye büyükelçisi Robert Ford, ABD’nin Körfez’deki güvenlik politikasını ele alan bir analiz yayınladı. Amerika’nın Körfez politikasının 30 yıl içinde geçirdiği dönüşümleri ele alan Ford, bu değişimin zorunlu olduğunu savunuyor, “çünkü Amerika artık tek süper güç değil.”
Washington’un Körfez’de yeni bir güvenlik mimarisi inşa ettiğini belirten Ford’a göre, bu strateji bölge ülkelerinin bölge güvenliğinde daha fazla sorumluluk üstlenmesine dayanıyor. Bu stratejiyi 1970’lerin başında Nixon ve Kissinger’ın izlediği Körfez politikasına benzeten Ford, “Amerika’nın kendi istikrarı için Körfez devletlerinin daha fazlasını yapmalarına ihtiyaç duyduğu bir dönemdeyiz. İşte bu nedenle Washington, Körfez ülkelerinin Çin ile ticari ilişkiler kurmasına ya da Çin’in İran ve Suudi Arabistan arasında arabuluculuk yapmasına itiraz etmedi” diyor. Ancak Ford, Washington’un, Çin ile askeri ilişkilerini geliştirmek isteyen Körfez ülkelerine karşı daha sert bir tutum izleyeceği uyarısında bulunuyor: “(Çin ile askeri ilişkilerini geliştiren) ülkeler, Washington’un askeri ilişkileri sınırlayacağını görecek, tıpkı Türkiye’nin Rusya’dan S-400 sistemi satın aldıktan sonra gördüğü gibi.”
Son yıllarda bölgede yaşanan dönüşüm, Ford’un anlattıkları ile uyumlu. ABD kendi liderliğinde ancak daha çok bölge ülkelerinin askeri unsurlarına dayanan hava ve deniz gücü inşası için bastırıyor. Ancak bölge ülkeleri artık ABD’nin liderliğine güvenmediği için bu girişimlere eskiye oranla daha mesafeli yaklaşıyor. İşte tam da burada sıradan bir eski diplomat olmayan Ford’un aba altından soba gösterir nitelikteki makalesi anlam kazanıyor.
Malum, ABD Körfez ülkelerinin bu isteksizliğinden bir süredir zaten memnun değildi. Bu isteksizliğe Çin’le ilişkilerini geliştirmeleri de eklenince Washington’da alarm zilleri çalmaya başladı. Ford’un uyarı niteliğindeki yazısı elinde yeterince “havuç” kalkmayan ABD’nin “sopa” seçeneğini öne çıkarmaya başlayabileceğine işaret ediyor.
Robert Ford, sıradan bir diplomat değil demiştik… Kamuoyunu onu, son görev yeri Şam’dan, yumurta ve domatesli protestolarla emekli olduğu dönemden hatırlayacaktır. Suriye “iç savaşı”nın kışkırtılmasındaki rolü aşağı yukarı biliniyor. Savaşın başlangıcında Hama ve Humus’taki mitinglere bizzat katıldı, burada “ABD yanınızda” mesajları verdi. Ford’un bir süre önceki görev yeri Irak’taki “faaliyetlerini ise Wikileaks belgelerinden öğrendik. İşgalden kısa bir süre sonra Haziran 2004 Bağdat Büyükelçiliği’nin dış siyasi işlerden sorumlu bölüm başkanı olarak atanmıştı. Wikileaks belgelerine göre bu dönemde Ford, El Kaide’ye bağlı bazı gruplar, peşmergeler ve Şii gruplardan devşirilen ölüm mangalarını kurmada görev aldı. ABD ordusunun eğittiği bu ölüm mangalarının hedefi Baasçılar, destekçileri ve direnişçilerdi.
1994-1997 yılları arasında iç savaş sırasında Cezayir’de ve Mısır ve Türkiye’de de görev yapan Ford’un son analizini dikkatinize sunuyoruz:
***
ABD’nin Körfez’deki güvenlik politikası: Değişenler ve değişmeyenler
Robert Ford
Washington yeni Körfez güvenlik mimarisinin inşasına yardım ediyor. Bu yıllar alabilir ama çalışmalar başladı.
Birleşik Arap Emirlikleri’nin, 31 Mayıs’ta görevi Basra Körfezi’ndeki ticari gemileri korumak olan ABD liderliğindeki deniz görev gücüne katılımını durdurduğunu açıklaması, Körfez Arap ülkelerinin Amerika’nın bölgedeki güvenlik politikasından duyduğu memnuniyetsizliğin son göstergesi.
Bu durum özellikle dikkat çekici çünkü geçmişte Birleşik Arap Emirlikleri Amerikalılarla yakın ortaktı. Emirliklerin kararının Amerikan medyasında ya da Amerikan dış politika kurumlarında çok az tartışma ya da yoruma konu olması da dikkat çekici.
Körfez gözlemcileri, 32 yıl önce Kuveyt’i kurtarmak için yapılan savaştan bu yana Amerikan politikasının ne kadar değiştiğini merak ediyor. Bunun cevabı elbette bazı Amerikan yaklaşımlarının evrim geçirdiği yönünde. Gelişmek zorundaydı çünkü Amerika artık tek süper güç değil.
2023’te Çin gerçek rekabeti temsil ediyor. Amerika’nın Körfez bölgesinin enerji kaynaklarına yönelik önemli ulusal çıkarları hâlâ var. İran gibi düşman bir devletin bu kaynakları ele geçirme çabasına karşı koyacak. Bu anlamda 1991’den çok da uzaklaşmış sayılmayız.
Yeni güvenlik mimarisi inşası
Ancak Washington, İran’ın saldırganlığını caydırmayı amaçlıyor ve birçok jeostratejik zorlukla karşı karşıya olduğundan bölgenin güvenliğini sağlamak için Körfez ülkelerinden yardım bekliyor.
Amerikan liderliğinde yeni bir bölgesel güvenlik mimarisi inşa etmek zaman alacak. Dolayısıyla Körfez, eski Amerikan güvenlik şemsiyesinden daha fazla sistem ve devlet içeren yeni bir bölgesel güvenlik mimarisine geçişin başlangıcına tanıklık ediyor.
Birleşik Arap Emirlikleri’nin hayal kırıklığı ve daha geniş bir siyasi-diplomatik ağ kurma arzusu anlaşılabilir. Washington çok kutuplu dünyada Körfez ülkelerinin daha fazla seçeneğe sahip olduğunu biliyor ve dinamik bir Çin ile ekonomik ilişkiler kurmalarını kabul ediyor.
Ancak Washington’un da bir sınırı var: hem ABD hem de Çin ile yakın askeri ilişkilere sahip olmaya çalışan ülkelere en derin askeri işbirliğini sağlamayacak.
İlk değişiklik: Orta Doğu’da artık büyük kara savaşları olmayacak
1991 yılının başlarında Amerikan kuvvetleri, Iraklıları beş hafta boyunca hava ve füze saldırılarıyla bombaladıktan sonra iki hafta içinde Irak ordusunu Kuveyt’ten çıkardı. Savaşta 300’den az Amerikalı öldü. Savaştan 10 yıl sonra, 2001 yılında Amerikan kamuoyunda yapılan bir anket, Amerikalıların %63’ünün bu Amerikan mücadelesine olumlu baktığını gösteriyor.
2003 Irak savaşı ise sekiz hafta değil sekiz yıl sürdü. Bu savaşta yaklaşık 5,000 Amerikalı öldü. (Elbette çok daha fazla sayıda Iraklı da öldü.) 1991’in aksine, 2011’de son Amerikan askeri Irak’tan döndüğünde zafer törenleri yapılmadı.
Geçen yıl Gallop tarafından yapılan bir kamuoyu araştırması Amerikalıların sadece %16’sının Irak savaşına olumlu baktığını gösteriyor. Benzer şekilde, Amerikan güçlerinin Afganistan’daki 20 yıllık savaştan çekilmesinden kısa bir süre sonra Ağustos 2021 sonunda yapılan bir ankete göre, kaotik çekilmeye rağmen Amerikalıların %54’ü bunun doğru bir karar olduğunu düşünüyor.
Ne kadar söylesek azdır. John Bolton gibi itibarsız şahinlere aldırmayın. Irak ve daha az ölçüde Afganistan’daki başarısızlıklar Amerika’nın Körfez bölgesindeki politika seçeneklerini değiştirdi: soldan sağa tüm siyasi çevreler, Amerikan halkı ve Amerikalı siyasetçiler Orta Doğu’da uzun ve maliyetli bir kara savaşı daha istemiyor.
Biden, John Bolton’un tavsiyesine uyup İran’a saldırmak istese bile, özellikle partinin sol kanadından önemli sayıda Demokrat ve özellikle Trump kanadından Cumhuriyetçiler onu derhal kınayacaktır. Geriye dönüp bakıldığında, 1991’deki kolay zaferin getirdiği özgüven ya da kibir kayboluyor.
İkinci değişiklik: Ortaklara ihtiyaç var
Birleşik Devletler hükümeti 1991 yılında Kuveyt’i kurtarmak için askerî harekâtı planladı ve yönetti. General Norman Schwarzkopf yarım milyon Amerikan askerine, Başkan Bush ve Dışişleri Bakanı James Baker ise uluslararası diplomatik mücadeleye liderlik etti.
Başta Suudi Arabistan ve Mısır olmak üzere birkaç Arap ülkesi de katıldı. Başkan Bush, Kasım 1990’da Mısır’ın başkentini ziyaret ederek Devlet Başkanı Mübarek’in Schwarzkopf komutasında görev yapmak üzere iki zırhlı tümen göndermeyi kabul etmesini sağladığında ben Kahire’deki Amerikan Büyükelçiliği’nde çalışıyordum.
Bush daha sonra Cenevre’de Devlet Başkanı Hafız Esad’la görüşerek onu da bir tümen göndermeye ikna etti. Bush’un bu güçleri istemesinin nedeni Schwarzkopf’un Iraklılara karşı onlara ihtiyaç duyması değildi. Schwarzkopf’un elinde bol miktarda Amerikan ateş gücü vardı.
Bush ve Baker bu Arap güçlerini, dünyanın geri kalanına Amerikan askeri operasyonunun meşruiyetini göstermek için istediler. (Mısır ve Suriye güçleri savaşta çok az şey yaptı.) Washington’un askeri harekât olarak adlandırdığı Çöl Fırtınası Operasyonu esasen bir Amerikan girişimiydi.
Amerikalılar 1991’den sonraki yıllarda Suudi Arabistan, Kuveyt, Bahreyn ve nihayetinde Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne askeri güçlerini yerleştirdi. Sovyetler Birliği kısa sürede çöktü, Çin henüz uluslararası bir güç değildi ve Amerikan güçleri Körfez’in güvenliğinin sorumluluğunu kolayca üstlendi.
Şimdi, 2023’te, Washington sadece bölgede başka bir büyük kara savaşını reddeden iç politikanın zorluklarıyla değil, aynı zamanda büyüyen Çin askeri gücüne karşı askeri dengeyi koruma ihtiyacıyla da karşı karşıya.
Çin donanması Amerikan donanması kadar tecrübeli değil ama daha fazla gemisi var. 1991 ve hatta 2003-2010 yıllarının aksine, Körfez’in ötesinde her Amerikan gemisine ve her piyade tümenine ihtiyaç duyuluyor.
Durum, 1971’den önce Başkan Richard Nixon ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger’ın, Vietnam Savaşı ve Avrupa’daki Sovyet tehdidiyle boğuşurken Körfez güvenliğine gözden geçirdikleri duruma benziyor.
Britanya’nın Körfez’deki güvenlik sorunlarını büyük bir Amerikan rolü olmadan yönetmesine memnuniyetle izin veriyorlardı. Britanya 1971’de Körfez’den güçlerini çektiğinde, Nixon yönetimi Körfez’de sadece sınırlı bir rol istedi.
Henry Kissinger ve Nixon, Sovyetler Birliği’nin boşluğu doldurmasını veya bölgesel istikrarsızlıktan faydalanmasını istemiyordu. Bu nedenle, Bahreyn’deki eski Britanya deniz üssünde iki küçük savaş gemisini tutmaya karar verdiler.
Ağustos 1972’de Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi’nin Dışişleri ve Savunma Bakanlıklarına gönderdiği gizli bir talimatta Nixon’ın Körfez politikasının şu ilkelere dayandığı belirtiliyordu:
- Bölgenin güvenliğinin temel sorumlusu bölgedeki devletleri olacak;
- Birleşik Devletler onları işbirliğine teşvik edecek;
- Birleşik Devletler aktif ve “yaratıcı” bir rol oynayacak.
Ortaya çıkan Nixon Doktrini, bir yanda İran ve Şah, diğer yanda Suudi hükümetinin bölgesel istikrarı sağlamak ve Sovyet etkisini engellemek için Amerikalılarla işbirliği yapmasına dayanıyordu.
Amerikalılar bu dönemde Kuveyt’ten başlayarak Körfez’e ilk askeri teçhizat satışlarına başladı. Bu satışlar kısmen ticari kâr amacıyla devam etti, ancak Washington için daha önemlisi bölge devletlerinin yeteneklerini geliştirmeye çalışmaktı.
2023’te İran potansiyel bir ortak değil en büyük tehdit ama Trump ve şimdi de Biden, Nixon-Kissinger’ın Körfez ülkelerinin bölgesel güvenlik ve istikrarı sağlama sorumluluğuna yaptığı vurguyu kopyalıyor.
Listenin en başında Arap Yarımadası ve Levant’taki çeşitli devletlerin hava ve deniz operasyonlarını entegre eden bölgesel hava ve deniz savunma sistemi oluşturma girişimleri yer alıyor.
Amerikalılar bu çabaya öncülük ediyor ve bazı askeri varlıkları bu işe tahsis ediyor; bilgi teknolojisi sistemlerinin entegrasyonu büyük bir zorluk. Yine de bu, Amerikalıların Irak ve Afganistan savaşlarının sürdüğü 20 yıl boyunca Körfez’de üstlendiklerinden çok daha hafif bir askeri çaba.
Bilal Saab’ın kısa süre önce The National Review’da yazdığı gibi, bu çalışma bölge ülkelerinin Körfez bölgesinde daha fazlasını yapmasını isteyen Amerikan Kongresi’nde güçlü bir destek buluyor. NATO bir günde inşa edilmedi ve Körfez güvenlik mimarisi de yıllar alacak ama çalışmalar başladı.
Üçüncü değişim: İsrail ve Körfez güvenliği
Saddam Hüseyin, İsrail’in misillemesini kışkırtmak ve Washington’un Kuveyt savaşı için kurduğu uluslararası koalisyon üzerinde baskı yaratmak için İsrail’i SCUD füzeleriyle birkaç kez vurdu.
Bush ve Baker, Başbakan Yitzhak Shamir’in hükümetiyle sürekli temas halinde olarak itidal çağrısında bulundu. Kuveyt savaşından sonra Arap devletlerine verdikleri sözü tutan Bush ve Baker, Ekim 1991’de Madrid’de yapılan bir zirveyle başlayan kapsamlı bir barış süreci başlattı.
2023’te Biden yönetimi herhangi bir barış sürecinden vazgeçmekle kalmadı, aynı zamanda Körfez ülkelerinin kapsamlı bir barış anlaşması olmadan yeni bölgesel güvenlik mimarisinin inşasında İsrail’in yeteneklerinden ve deneyimlerinden yararlanmanın yollarını bulma tercihlerini de gizlemiyor.
Amerikalılar bu şekilde planlamamıştı ancak Obama ve ardından Trump, Körfez’deki Amerikan güvenlik varlığını kademeli olarak azalttıkça bazı bölge devletleri İran’dan gelen baskıyı dengelemeye yardımcı olmak (ve bölgenin savunmasına yönelik sürekli bir Washington taahhüdü için İsrail desteğini kullanmak) için İsrail ile ilişkileri normalleştirmeye karar verdi.
Biden, Trump’ın İbrahim Anlaşmaları konusundaki çalışmalarını memnuniyetle övdü ve Biden’ın Suudi Arabistan’ı da İsrail ile bir anlaşmaya varmaya ikna etmeyi umduğuna dair haberler var. Ancak Bush ve Baker’ın aksine, DC’nin anlaşmanın bir parçası olarak yeni ve kapsamlı bir barış süreci önerisi yok.
Değişmeyen şey: Körfez’in güvenliği ve ABD’nin çıkarları
Biden yönetiminin Ulusal Güvenlik Stratejisi’ne göre “Amerika Birleşik Devletleri, Orta Doğu’nun su yollarında, özellikle Hürmüz Boğazı ve Babülmendep’te seyrüsefer özgürlüğünü tehlikeye atan yabancı veya bölgesel güçlere izin vermeyecek ve herhangi bir ülkenin askeri yığınak, saldırı ya da tehdit yoluyla başka bir ülkeye veya bölgeye hâkim olma girişimlerine müsamaha göstermeyecek.”
Hürmüz Boğazı’ndaki ticari trafiği sürdürme sözü, Reagan yönetiminin 1987-1988 yıllarında İran ve Irak arasındaki tanker savaşı sırasında Kuveyt gemilerini korumasına benziyor. Bir ülkenin diğerine ya da bölgeye hükmetmesini engelleme sözü, 43 yıl önce Başkan Carter’dan bu yana Amerikan politikasının yinelenen bir özelliği.
Trump yönetiminin İran’ın Eylül 2019’da Abkayk’taki Suudi enerji tesislerine yönelik saldırısına karşılık vermemesi Amerika’nın güvenilirliğine zarar verdi.
Benzer şekilde, Biden yönetiminin İran’ın sürat teknelerinden biri, bir ticari gemiyi taciz ettiğinde ya da ele geçirdiğinde İran’ı vurmaması, Amerika’nın Körfez’i koruma taahhüdü konusunda yeni şüpheler doğuruyor.
Amerikan perspektifinden bakıldığında iki önemli husus bulunuyor. Birincisi, İran’ın Körfez’in Arap tarafına yönelik geniş çaplı bir işgali- bir tür Ukrayna senaryosu- ile Panama bandıralı gemilere yönelik küçük sürat teknesi baskınları arasında ayrım yapmalıyız.
Amerikan personeli ve askeri varlıkları İran’la karşı karşıya olan Körfez ülkelerindeki üslerde konuşlanmış durumda. Tıpkı NATO ülkelerinde olduğu gibi bu üsler de gerektiğinde konvansiyonel silahların kullanımının artırılması da dahil ev sahibi ülkeyi işgale karşı savunmaya yönelik örtülü bir Amerikan taahhüdünü temsil ediyor.
İran’ın ticari gemilere yönelik tacizlerini caydırmak farklı bir konudur. Tanker savaşı sırasında Amerikalılar İran’ın her saldırısını durdurmadı ve operasyonda İran’ın büyük bir savaşa doğru tırmanmasına neden olabilecek askeri eylemlerden kaçındı. Amerika’nın amacı deniz trafiğinin büyük fiyat artışları olmadan devam etmesini sağlamaktı.
Bunda da başarılı oldu.
Amerikalılar 2023’te de özellikle de Çin’in meydan okumalarıyla karşı karşıyayken ve Ukrayna büyük miktarda Amerikan askeri kaynağını tüketirken İran’a karşı büyük ve uzun bir savaşa girmek istemiyorlar.
Aynı zamanda Körfez üzerinden deniz taşımacılığının devam etmesini sağlamak istiyor. Yeniden Kissinger ve Nixon’a döndük ve Amerika’nın kendi istikrarı için Körfez devletlerinin daha fazlasını yapmalarına ihtiyaç duyduğu bir dönemdeyiz.
İşte bu nedenle Washington, Körfez ülkelerinin Çin ile ticari ilişkiler kurmasına ya da Çin’in İran ve Suudi Arabistan arasında arabuluculuk yapmasına itiraz etmedi.
Çin’in Suudi Arabistan ve İran arasındaki gerilimi azaltmada başarılı olması -pek olası olmasa da- Amerika’nın Körfez istikrarına olan ilgisine hizmet edecektir.
Ancak, Washington, Körfez ülkeleri ile Çin arasındaki askeri ilişkilere daha sert bir tutum sergileyecektir. Washington, Çin istihbaratının Amerikan kuvvet hareketlerini dikkatlice izlemek veya Amerikan yapımı askeri teçhizat ve sistemlerin yeteneklerine ve bütünlüğüne sızmak için tesislerden yararlanmasını istemeyecektir.
Çin ile yakın bir askeri ilişki kurarken aynı zamanda ABD’den yakın askeri işbirliği ve koruma bekleyen ülkeler, Washington’un askeri ilişkileri sınırlayacağını görecek, tıpkı Türkiye’nin Rusya’dan S-400 sistemi satın aldıktan sonra gördüğü gibi.
İlginizi Çekebilir
-
JPMorgan: Trump’ın dönüşü ile birlikte büyük şirket hisselerinin yükselmesini bekliyoruz
-
Alman otomotiv lobisinden Trump uyarısı
-
Yaptırım altındaki Arktik LNG-2’nin akıbeti
-
Çin, ikinci Trump dönemine temkinli yaklaşıyor: Avantajlar ve dezavantajlar
-
Xi, hava kuvvetleri birliği ziyaretinde ‘topyekûn çaba’ çağrısında bulundu
-
Kuduz şüphesiyle öldürülen yetim sincap Peanut, nasıl Trump kampanyasının maskotu oldu?
ORTADOĞU
Netanyahu muhalifliğinden dışişleri bakanlığına
Yayınlanma
14 saat önce06/11/2024
Yazar
Harici.com.trİsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, dışişleri bakanlığına eski rakibi, yeni müttefiki olan Ulusal Sağ Partisi lideri Gideon Saar’ı atadı.
Savunma Bakanı Yoav Gallant’ı dün görevden alan Başbakan Netanyahu, Dışişleri Bakanı Yisrael Katz’ı yeni Savunma Bakanı olarak görevlendirdi. Katz’ın yerine Dışişleri Bakanlığı koltuğuna ise iki devletli çözümü “saçmalık” olarak niteleyen ve siyasi bir çözümün İsrail’in yok olmasına yol açacağını düşünen Netanyahu’nun eski rakibi, yeni müttefiki Gideon Saar oturdu.
İsrail hükümeti, 29 Ekim’de Saar’ın liderliğindeki “Ulusal Sağ” partisinin koalisyona katılımını ve Saar’ın kabinede yer almasını onayladı. O dönemde, Netanyahu’nun Saar’ı Savunma Bakanı olarak atayacağına dair iddialar gündemdeydi ancak Netanyahu, Gallant ile yaşanan anlaşmazlıkların ardından Saar’ı Dışişleri Bakanı olarak görevlendirdiğini duyurdu.
Netanyahu’ya 26 Mart’ta kendisini Savaş Kabinesi’ne (daha sonra dağıtıldı) katması için verdiği sürenin dolmasının ardından hükümetten istifa ettiğini açıklayan Saar, daha önce de 7 Ekim 2023’te başlayan savaştan sonra kurulan ulusal birlik hükümetinde görev yapmıştı.
Saar, 12 Mart’ta, dönemin İsrail Savaş Kabinesi Üyesi olan Ulusal Birlik Partisi lideri Benny Gantz ile olan siyasi ortaklığını sonlandırdı.
Gideon Saar, Aralık 2020’de, Netanyahu’nun liderliğini yaptığı Likud Partisi’nden ayrılarak “Yeni Umut” adlı bir parti kurdu; bu parti daha sonra “Ulusal Sağ” adını aldı.
1966 doğumlu bir avukat olan Saar, daha önce İsrail’de Adalet Bakanı, Başbakan Yardımcısı, Eğitim Bakanı, İçişleri Bakanı ve Likud Partisi’nden Knesset üyesi olarak görev yaptı.
Yıllar boyunca Filistinlilerle herhangi bir siyasi çözüme karşı sert duruş sergileyen Saar, İsrail’in 27 Aralık 2008’de Gazze’ye başlattığı ve 23 gün sürdürdüğü “Dökme Kurşun” adlı saldırıların ardından Hamas ile yapılan ateşkes anlaşmasını eleştirmişti.
Saar, Kahire görüşmelerindeki düzenlemelerin Gazze Şeridi’ni kapatma ve kaçakçılığı durdurma konusunda etkili olup olmayacağının oldukça şüpheli olduğunu savunmuştu.
Gazze’ye 2014 yazında düzenlenen İsrail saldırılarını başarısız olarak niteleyen Saar, bu sürecin yönetim şeklini de eleştirmişti. Yeni Dışişleri Bakanı Saar, Ulusal Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü’ne (INSS) 2015 yılında kıdemli araştırmacı olarak katılarak siyasi analizler yayınlamaya başladı.
İsrail ve Batı için göç sorununu ele aldığı kısa bir makalesini 2016 yılında yayınlayan Saar, burada, Batı Şeria’da yaşayan Filistinliler ile İsrail içindeki Araplar arasında aile birleşimini engellemeyi desteklediğini belirtti.
Saar, geçen yıl İsrail’in savaş sonunda ulaşmak istediği hedefleri, “Hamas ve İslami Cihad’ın askeri yeteneklerinin yok edilmesi, Hamas’ın yönetim yeteneklerinin ortadan kaldırılması, tehdidin bertaraf edilmesi, esirlerin iadesi ve Gazze sınırında yeni bir güvenlik düzeni kurulması” şeklinde sıraladı.
Geçici ateşkesin esirlerin serbest bırakılması anlaşmasının bir parçası olması durumuna dair Saar, şu ifadeleri kullandı: “Esirleri geri getirmek için hiçbir yöntemi dışlamıyoruz” diyen Saar, “Savaş hedeflerine ulaşmadığımız sürece geçici doğası olan herhangi bir ateşkes yapılmayacaktır.”
Hükümetin Filistin politikasına eleştiri
Şubat ayında yapılan İsrail kabine toplantısında Filistin devletinin kurulmasına karşı oy kullanan Saar, geçen ay, 7 Ekim olaylarına yönelik sivil soruşturma komitesine verdiği ifadede, “7 Ekim, 30 yıllık yanlış politikanın sonucudur. Lübnan ve Gazze’den tek taraflı çekilmeler, kontrolün kaybedilmesine yol açtı ve terör ordularının kuzey ve güney sınırlarımızı ele geçirmesine izin vererek İsrail devletine sürekli bir tehdit oluşturdu” dedi.
Mayıs ayında hükümetten istifasından iki ay sonra Maariv gazetesine verdiği röportajda ise Saar, “Bu hükümetin herhangi bir şeyde başarılı olduğunu düşünmüyorum, savaşta bile maalesef. Evet, bu hükümet değiştirilmelidir” ifadelerini kullanmıştı.
Filistin devletinin tanınması ve iki devletli çözüm konusuna dair Saar, “İki devlet saçmalığına küresel destek sağlanmasına kim neden oldu? Biz” ifadelerini kullanarak, İsrail hükümetlerini, Filistin Kurtuluş Örgütü üyelerini Lübnan’dan getirterek Filistin yönetimini kurdurmakla itham etmişti.
ORTADOĞU
Gallant’ın kovulmasının perde arkası: Orduya “haddini bildirme” hamlesi
Yayınlanma
18 saat önce06/11/2024
“Yargı reformu”na kadar uzanan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile Savunma Bakanı Yoav Gallant arasındaki anlaşmazlığın Gallant’ın görevden alınmasıyla sonuçlanması Gallant’ın ötesinde bir anlam taşıyor. Joe Biden yönetiminin “konuşmayı tercih ettiği” isimlerden biri olan Gallant’ın tam da ABD’deki seçim gecesi kovulması, İsrail ordusuna da “haddini bildirme” hamlesi.
Netanyahu ile kendi partisinden bakan olan Gallant arasındaki anlaşmazlığın geçmişi neredeyse koalisyonun kurulduğu ilk günlere dayanıyor.
2023’te 7 Ekim öncesinde Netanyahu’nun aşırı sağcı hükümeti Yüksek Mahkeme’yi baypas etme girişiminde bulundu. Hükümete karşı hemen her gün düzenlenen protestolar bu girişim nedeniyle zirveye ulaştı ve o süreçte Gallant, hükümetin girişimden geri adım atması gerektiğini savundu. İsrail ordusundaki yedek askerler peş peşe açıklamalar yaparak, eylemlere katılarak ve bir kısmı da istifa ederek yargı reformuna karşı çıktı. Gallant’ı endişelendiren, girişimin güvenlik güçlerinin üzerindeki olumsuz etkisiydi.
Netanyahu ve aşırı sağcı ortaklarının hedefi haline gelen Gallant’ın koltuğu ilk kez o zaman tehlikeye girdi. Netanyahu Gallat’ı görevden alma teşebbüsünde bulundu ancak ülke genelindeki yoğun protestolar nedeniyle geri adım atmak zorunda kaldı.
7 Ekim 2023’teki Hamas baskını ve akabinde başlayan İsrail saldırıları anlaşmazlığın derinleşmesine yol açtı. Gazze’ye yönelik saldırıların yürütülme biçimi, Gazze’nin geleceği, Hamas’ın ne olacağı gibi konularda karşı karşıya gelen iki isim arasında tansiyon zaman zaman kamuoyuna da yansıyacak şekilde yükseldi.
Ülkede şok etkisi yaratan Hamas’ın 7 Ekim baskını sonrası Gallant, güvenlik zaaflarıyla ilgili bağımsız bir soruşturma yürütülmesini talep etti, “Hepimizi incelemeliyiz: Hükümet, ordu ve güvenlik servisleri…” dedi. Ancak daha ilk günden başarısızlığın sorumluluğunu üstünden atmaya çalışan Netanyahu soruşturma çağrılarına olumlu yanıt vermedi.
İsrail ordusu, 7 Ekim’in şokunu atlatamadan hedefi ve ne zaman sona ereceği üzerinde tartışmaların eşliğinde Gazze’de saldırılara başladı.
Netanyahu’nun “mutlak zafer” diye nitelendirdiği ve “Hamas’ın ortadan kaldırılmasını” öngören İsrail’in savaş hedefleri Gazze konusundaki anlaşmazlığın ana konularından biri oldu. Gallant’a göre Hamas zayıflatılabilir ancak ortadan kaldırılması mümkün değil, dolayısıyla “mutlak zafer” hedefi “tamamen saçmalık.”
Aslında mutlak zafer tartışmasının kökeni de Gazze’yi kimin yöneteceği ile ilgili planlara dayanıyor. Gallant, Gazze’nin Filistin Yönetimi liderliğinde Hamas’tan olmayan Filistinlilerce yönetmesi gerektiğini savunuyor. Bu aslında ABD’nin de planıydı. Bu kapsamda Filistin Yönetimi’nin “yeniden yapılandırılması” bile gündeme geldi. Ancak Netanyahu ve onun sağcı ortakları Filistin Yönetimi’nin Gazze’yi yönetmesine şiddetle karşı çıkıyor. İsrail ordusunun Gazze’de kalıcı olmasının önünü açacak “Generallerin Planı” gibi formülleri gündeme getiriyor.
Ancak ABD’den gelecek tepkilerden çekinen Netanyahu, Gazze’de kalıcı varlık bulundurma niyetini açıkça beyan edemiyor. Bu da Gazze’de sonu ve gerçekçi bir hedefi olmaksızın ordunun sahaya gönderildiği eleştirilerini beraberinde getiriyor. Gallant, başta olmak üzere ordunun üst kademesindeki diğer isimler, hükümetin stratejik bir planı olmadığını, bu konuda ordunun hazırladığı planları görmezden geldiğini, başka bir plan da ortaya koymadıklarını kamuoyu önünde de dile getirdiler.
Gazze’deki savaş uzadıkça ve katledilen Filistinlilerin sayısı muazzam rakamlara ulaşırken Hamas’ın gardını düşürmemesi kayıplar veren orduyu yıprattı. Bu noktada ABD’nin girişimiyle gündeme gelen ateşkes ve esir takası önerileri, Netanyahu’nun yeni talepler öne sürmesiyle çıkmaza girdi. Gallant, büyük ölçüde İsrail ile birlikte hazırlanan ABD’nin ateşkes önerisini desteklerken Netanyahu, İsrail ordusunun Mısır ile Gazze sınırındaki 14 kilometrelik Philadelphia Koridoru kalması gibi şartlar öne sürdü. Hamas’ın reddettiği bu şartlar müzakere masasını dağıttı. Gallant, İsrail’in koridorda “bulunması ila bulunmamasının güvenlik engeli oluşturmadığı” görüşünde.
Gazze ile ilgili tartışmalar devam ederken İsrail kuzeyde Lübnan’a karşı ikinci cepheyi açtı. Hizbullah’a yönelik mücadelenin hava operasyonlarıyla devam etmesini savunan Gallant’a karşı Netanyahu, karadan işgal emrini verdi. Lübnan’ın güneyine girmeye çalışan İsrail ordusu ağır kayıplar yaşadı. Gallant, ordunun Lübnan’ın güneyinden çekilmesi için “kara operasyonunun hedefine ulaştığını” açıkladı ve ona göre artık “diplomasi devreye girebilir.” Ancak Netanyahu diplomasiye sıcak baktığını açıklasa da Gazze’de olduğu gibi Lübnan cephesinde de kabul edilmesi imkansız şartlar öne sürmekten geri durmadı.
Lübnan cephesindeki bu kamplaşma, iç cephedeki askerlik muafiyeti tartışmalarıyla eş zamanlı yaşandı.
İsrail Yüksek Mahkemesi’nin Haredilerin askerlikten muaf tutulmasına ve Tevrat okullarında eğitim gören Haredilere maddi destek verilmesine yönelik yasaları iptal etmesi sonrası Netanyahu, ortaklarını koalisyon içinde tutmak için mahkeme kararını baypas etmeye yönelik girişimlerde bulundu. İsrail ordusu iki cephede açıktan savaşırken Haredilere askerlik muafiyeti sağlayacak girişimlerine Gallant karşı çıktı.
Bu tartışmanın devamı niteliğindeki son olay, Pazar günü patlak verdi. Netanyahu, askerlik hizmetini yerine getirmekle yükümlü olan ancak bunu yapmayan Haredi erkeklerin çocuklarının devlet tarafından finanse edilen kreş sübvansiyonlarından yararlanmaya devam etmesini garanti altına almayı amaçlayan yasa tasarısını Meclis’ten geçirmek için partisine baskı yaptı. Ancak Gallant bu yasa tasarısına da karşı çıktı.
Özetle, Savunma Bakanı Gallant sadece Netanyahu değil Netanyahu’ya başbakanlık koltuğunu garantileyen aşırı sağ ve ultra-Ortodoks partilerle de karşı karşıya geldi.
Ulusal Güvenlik Bakanı Ben-Gvir ve Maliye Bakanı Smotrich gibi aşırı sağcılar Gazze ve Lübnan gibi savaş cephelerindeki tutumu nedeniyle Gallant’ı eleştirirken Galant askerlik muafiyeti tartışmasında ultra-Ortodoks partilerin hedefi oldu. İsrail’in İran’a yönelik saldırılarının hemen öncesinde Netanyahu’nun siyasi müttefiklerine söz konusu saldırılardan sonra Gallant’ı görevden alacağına dair söz verdiği ortaya çıktı.
Netanyahu’ya sert mektup: Gallant’ın bakanlıkta günleri sayılı…
Nitekim bu saldırılardan kısa bir süre sonra tam da ABD Başkanlık seçiminin olduğu gün, Gallant görevden alındı. ABD seçimlerinin olduğu gün, bu adımın atılması ayrıca anlamlı. Çünkü Joe Biden yönetiminin Netanyahu ile anlaşmazlık yaşadığı sır değil. 7 Ekim sonrası süreçte Washington, İsrail hükümeti ile Gazze’de Hamas sonrası, ateşkes, esir takası, Lübnan gibi konularda defalarca karşı karşıya geldi. Netanyahu’nun verdiği sözleri tutmadığı, söz verip geri adım attığı ve ABD planlarını geçiştirdiği bu nedenle Biden yönetiminin hükümet içindeki diğer aktörlerle görüşmeyi daha çok tercih ettiği biliniyordu. İşte Gallant, Biden yönetiminin konuşmayı tercih ettiği isimlerden biriydi.
Washington ziyaretine veto: Misillemenin ayrıntıları ABD ile paylaşmak istemiyor
Netanyahu’nun bazı konularda Biden yönetimi ile ters düşmesinin nedeni siyasi olarak hayatta kalma çabasından başka bir şey değil. Çünkü Biden’ın planları hükümet içindeki radikallerin hoşuna gitmiyor ve onlar da Netanyahu’yu bu planlara evet demesi halinde hükümetten çekilmekle tehdit ediyor.
Biden yönetiminin Gallant tercihi de Gallant’ın kişiliğinden ziyade İsrail ordusunun tarihsel olarak ABD ile ilişkileri önceleyen tutumundan ileri geliyor. İsrail ordusundan yetişen askerler ve asker kökenli siyasetçilerde ABD ile ilişkileri İsrail’in ulusal çıkarı için elzem görme eğilimi ağır basıyor. Gallant da o genel eğilimin yani ordunun eğiliminin İsrail siyasetindeki yüzü konumunda.
O yüzden bu görevden alma, Gallant’ın ötesinde de bir anlam da taşıyor. Aşırı sağcı ve ultra-Ortodoksların kontrolündeki Netanyahu hükümeti, bir anlamda orduya da “haddini bildiriyor.”
ORTADOĞU
Gallant’ın görevden alınması sokakları yeniden hareketlendirdi
Yayınlanma
19 saat önce06/11/2024
Yazar
Harici.com.trİsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, uzun zamandır görüş ayrılıkları yaşadığı Savunma Bakanı Yoav Gallant’ı görevden aldı.
Gallant’ın yerine Dışişleri Bakanı Yisrael Katz’ın yeni Savunma Bakanı olarak atanırken Katz’ın görevini ise Netanyahu’nun eski rakibi, yeni müttefiki Gideon Saar’ın dolduracağı kaydedildi.
Başbakanlık Basın Ofisinden yapılan Gallant’ın görevden alınmasına ilişkin açıklamada, Netanyahu’nun “(Gallant ile) Aramızdaki güven sarsıldı. Çok kez aramızdaki boşluğu kapatmaya çalıştım ama bu daha da genişledi” ifadesi dikkati çekti.
Netanyahu, kararı sonrası yayımladığı görüntülü mesajda ise Gazze Şeridi’ne saldırıların ilk aylarında Gallant ile arasında “güven olduğunu” belirterek, “Ancak son aylarda benimle Savunma Bakanı arasındaki bu güven kırıldı” dedi. Netanyahu, Gazze’ye yönelik saldırıların idaresine ilişkin Gallant ile anlaşamadıklarını ve Savunma Bakanı’nın kabine kararlarını “ihlal eden kararlar ve açıklamalar” yaptığını savundu.
Savunma Bakanı’na yönelik eleştirilerini sürdüren Netanyahu, Gallant’ı “dolaylı olarak İsrail’in düşmanlarına yardım etmekle” suçladı.
Netanyahu’ya sert mektup: Gallant’ın bakanlıkta günleri sayılı…
Görevden alınma kararı sonrası Gallant, istifa mektubunu Netanyahu’ya sundu.
Netanyahu, Mart 2023’te “Yargı reformu” girişimini kamuoyu önünde açıkça eleştirmesi nedeniyle Gallant’ı görevden alma teşebbüsünde bulunmuştu. Ancak ülke genelindeki yoğun protestolar nedeniyle Netanyahu bu kararından geri adım atmıştı.
Aşırı sağcı Bakan’dan Netanyahu’ya destek
İsrailli aşırı sağcı Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, Netanyahu’nun, Gallant’ı görevden alması kararına destek verdi.
Eski İsrail Başbakanı Naftali Bennett ise Netanyahu hükümetini “devlete ve askerlerine karşı çalışan çılgın ve hasta yönetim” olarak nitelendirdi.
Muhalefet partileri de Gallant’ın görevden alınmasına tepki göstermek için halkı protestoya çağırdı.
Öte yandan Gallant’ı görevden almasını protesto için Tel Aviv, Batı Kudüs ve Hayfa’da sokaklara dökülen binlerce İsrailli Netanyahu’dan istifasını talep etti.
“Önümüzdeki yıllarda pişman olacağız”
Protestoların merkezi, başkent Tel Aviv’de yer alan, Netanyahu hükümetinin yargı düzenlemelerine karşı yapılan gösterilerde sembolleşen, polisin demir bariyerlerle kapattığı Kaplan Caddesi oldu. Protestoculardan İftak Brill, “Başbakan’ın Gallant’ı kovmasının savaşı uzatmak ve hükümetin izlediği tamamıyla yıkıcı politikayı sürdürmek için olduğu herkesçe çok açık” dedi. Brill, “Son bir yıldır, hükümetten ve kendisinden iyi bir şey çıkmayacağını fark ettik. Gazze’de esir tutulanlardan bazılarını şahsen tanıyorum ve İsrail Başbakanı’nın kendisi onları serbest bırakmaya yönelik her türlü girişimi engelledi” ifadelerini kullandı.
ABD Başkanı Joe Biden dahil pek çok ülkeden esir takası anlaşmasını imzalaması yönünde baskı yapıldığını hatırlatan İsrailli, ancak Netanyahu’nun tüm bu girişimleri engellediğini savundu. “Ülkenin geleceği konusunda pek iyimser değilim. Gazze’de şu anda olanlardan gerçekten çok endişeliyim” diyen Brill, şunları kaydetti: “Hamas ile savaş esnasında anne babasının evi yıkılmış biri olarak konuşuyorum, İsrail’in şu an Gazze’de yaptıklarını görüyoruz ve bu çok çok kötü bir yere gidecek yani önümüzdeki yıllarda pişman olacağız.”
“Netanyahu, düşmanlarımıza çok büyük bir hediye verdi”
İsrail ordusunda daha önce görev aldığını belirten Kaplan Caddesi’ndeki göstericilerden Şahul Navon da “(Gallant’ı görev almasıyla) Netanyahu, düşmanlarımıza çok büyük bir hediye verdi” diye konuştu. Netanyahu’nun ülkeyi otoriterliğe sürüklediğine dikkati çeken Navon, göstericilerin “Netanyahu’nun çılgınlığını durdurmak için” sokaklara indiğini söyledi.
Kilit ülkelerin liderlerinin katılmayacağı COP29 iklim zirvesinin sönük geçmesi bekleniyor
Saksonya’da koalisyon müzakereleri çöktü
Rusya’nın petrol ve doğalgaz gelirleri bu yıl ilk kez düşmeye başladı
Meloni ve Rutte NATO ittifakını güçlendirme sözü verdi
Netanyahu muhalifliğinden dışişleri bakanlığına
Çok Okunanlar
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Türk dış politikasında eksen kayması
-
SÖYLEŞİ2 hafta önce
Uzmanlara BRICS’i sorduk – 2: Türkiye BRICS’e üye olabilir mi?
-
SÖYLEŞİ2 hafta önce
Uzmanlara BRICS’i sorduk – 1: Bağımsız BRICS ödeme sistemi başarıya ulaşabilir mi?
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
BRICS öncesi Hindistan ve Çin’den sınır kavgasına gelen ‘çözüm’ duyurusu
-
AMERİKA2 gün önce
ABD seçimlerinde “üçüncü aday”: Jill Stein
-
DİPLOMASİ2 hafta önce
Hint akademisyen Harici’ye değerlendirdi: ‘BRICS, Hindistan-Çin gerilimini yatıştıran bir platform’
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
İran: Sol el Araplarla kucaklaşmaya devam ederken, sağ el İsrail’le çatışıyor
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
WSJ: Hizbullah’ın direnişi İsrail için eziyete dönüşebilir