Bizi Takip Edin

ASYA

Pakistan’daki şiddet eylemleri Çin’in Kuşak Yol yatırımlarını nasıl etkileyecek?

Yayınlanma

Pakistan’ın güneybatısındaki liman kenti Gwadar’da son iki hafta içinde meydana gelen şiddetli gösteriler, ülkenin güvenlik durumu ve bunun Çin tarafından finanse edilen mega projeler üzerindeki etkisine ilişkin endişeleri artırdı.

Gözlemcilere göre, Pakistan’ın Çin’in tekrarlanan talebi üzerine güvenliği artırma çabalarına rağmen, Kuşak ve Yol Girişimi kapsamındaki kilit Çin projelerini hedef alan huzursuzluk ve şiddet olaylarındaki artışla birlikte durum daha da kötüye gidiyor.

Gözlemciler, devam eden istikrarsızlığın Gwadar limanı ve Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru (CPEC), Pekin’in denizaşırı altyapı yatırım planı ve Çin’in Pakistan ile “her koşulda” ortaklığı olan Kuşak ve Yol stratejisi kapsamındaki amiral gemisi projesi için benzeri görülmemiş zorluklar yarattığı konusunda uyardılar.

Gwadar’daki gerilim, güneybatıdaki Belucistan eyaletinde Beluc etnik milliyetçi hareketinin başını çektiği protestocuların geçen hafta başında liman projesini korumakla görevli güvenlik güçleriyle çatışmasının ardından tırmandı.

Pakistan ordusu bir askerin öldüğünü ve 16 askerin yaralandığını belirttiği “şiddet yanlısı bir güruhun saldırılarını” kınarken, protestocular düzinelerce Beluç’un yetkililer tarafından tutuklandığını, mobil ve internet hizmetlerinin günlerce askıya alındığını iddia etti.

İran ve Afganistan’a sınırı olan ve Pakistan’ın en büyük ve en yoksul eyaleti olan kaynak zengini Belucistan’da yer alan ve Pekin’e Hint Okyanusu’na doğrudan erişim sağlayan Gwadar derin deniz limanı, on yıldan uzun bir süre önce başlatılan 60 milyar dolarlık CPEC’in uzun zamandır en önemli parçası olarak görülüyordu.

Çin-Pakistan ilişkileri konusunda uzman uluslararası ilişkiler akademisyeni Eram Ashraf’a göre, Gwadar’da CPEC ile ilgili Çinli firmaların ve işçilerin varlığı protestocuları liman kentine çekti.

South China Moning Post’a konuşan Ashraf’, “Gwadar’daki protestolar yeni değil ve eyalette Pakistan hükümetiyle gerçek şikâyetleri olanlar tarafından gerçekleştirildiği için yakın zamanda da sona ermeyecek.”

Uzmanlar, Pekin’in en yakın müttefiklerinden biri olan Pakistan’da Çin tarafından finanse edilen projelerde yaşanacak aksaklıkların “her koşulda” devam eden ilişkilere zarar verebileceği uyarısında bulunuyor.

Beluç militanları uzun zamandır “insan hakları ihlalleri”, “maden kaynaklarının sömürülmesi” ve Pakistan’ın en büyük etnik grubu olan Pencaplılar ile aralarındaki uçurumun büyümesinden şikâyet ederken, bölgede etnik gerilimler ve ayrılıkçı duygular yaygın. Militan grup uzun süredir ülkedeki Çinli yatırımlara yönelik terör saldırıları gerçekleştiriyor.

Pakistan ordusunun bölgedeki Çin yatırımlarını ve projelerde çalışan Çin vatandaşlarını korumaya çalıştığını ancak bunun yeterli olmadığını belirten Ashraf,  “Ordu bölgedeki sorunlara uzun vadeli bir çözüm olmadığı gibi ekonomik kalkınma da yeterli değildir. Nihai olarak gerekli olan siyasi, ekonomik ve askeri çözümlerin bir kombinasyonudur” dedi.

Pekin’in Gwadar’daki güvenlik durumuna ilişkin endişelerini yineleyen Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mao Ning salı günü yaptığı açıklamada “Çin ve Pakistan’ın Çin halkının, Pakistan’daki proje ve kurumların emniyet ve güvenliğine büyük önem verdiğini” söyledi.

“Pakistan’ın bu konuda güçlü bir güvenlik sağlamaya devam edeceğine inanıyoruz” dedi.

Çin Komünist Partisi’nin diplomatik kolu olan Uluslararası İrtibat Departmanı’nın başında bulunan deneyimli diplomat Liu Jianchao, haziran ayında Pakistan’a yaptığı bir ziyaret sırasında daha açık sözlü davranarak “güvenlik tehditlerinin CPEC işbirliğinin önündeki başlıca tehlikeler olduğu” uyarısında bulundu.

Liu, “İnsanların sık sık söylediği gibi, güven altından daha değerlidir. Pakistan örneğinde, Çinli yatırımcıların güvenini sarsan başlıca faktör güvenlik durumudur,” ifadelerini kullanmıştı.

Bu arada, Pakistan’daki Çin Büyükelçiliği salı günü web sitesinde bir uyarı yayınlayarak, Çin-Pakistan sınırında hem yolcular hem de kargo için kritik bir ulaşım merkezi olan Sust limanının başka bir gösteri nedeniyle 2 Ağustos’tan bu yana kapalı olduğunu doğruladı.

Ashraf’a göre, yerel tüccarlar Çin’den yapılan ithalatla ilgili vergi sorunları nedeniyle temmuz ayı ortasında Pakistan’ın kuzeyinde, Çin ile Khunjerab geçidi sınırına yakın Sust limanı yakınlarında protestolara başladı.

“Şikâyetleri kendi hükümetleriyle olan protestoculardan Çin vatandaşlarına yönelik doğrudan bir tehdit yok” dedi.

Ancak elçilik yine de Çin vatandaşlarını artan gerilim nedeniyle Sust-Khunjerab Limanı’ndan uzak durmaları konusunda uyardı.

Carnegie Endowment for International Peace’in Asya programında çalışan Jennifer Murtazashvili, Gwadar ve Belucistan’daki protestoların ve artan şiddetin bölgedeki Çin projeleri ve çalışanları için ciddi bir güvenlik sorunu oluşturduğunu söyledi.

“Pakistan’ın Çin’in talebi üzerine güvenliği artırma çabalarına rağmen, Çin Büyükelçiliği’nin son uyarısı ve Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün yorumlarından da anlaşılacağı üzere durum giderek kötüleşiyor” dedi.

“Gecikmeler, aksaklıklar ve güvenlik tehditleri Çin için maliyetleri ve riskleri artıracaktır. İstikrarsızlığın devam etmesi Çin’i Kuşak ve Yol Girişimi kapsamında Pakistan’a yapacağı yatırımların ölçeğini ve hızını yeniden değerlendirmeye zorlayabilir” dedi ve ekledi: “Pakistan’daki son huzursuzluk, Çin’in önemli ekonomik çıkarlarının olduğu siyasi açıdan istikrarsız bölgelerde karşılaştığı riskleri vurgulamaktadır.”

Uluslararası çatışmalar konusunda uzman ve Washington merkezli Brookings Enstitüsü’nde kıdemli araştırmacı olan Vanda Felbab-Brown, İslamabad’ın Çinli projeleri ve işçileri koruma vaatlerinin geçtiğimiz yıl giderek daha fazla sorgulanır hale geldiğini söyledi.

“Gwadar gibi önemli bölgeler de dahil olmak üzere ülkenin bazı bölgelerinde Çin karşıtı duygular arttı ve Çin varlıklarına karşı daha fazla terörist saldırı oldu” dedi.

Mart ayında Hayber Pakhtunkhwa eyaletinde bombalı bir araçla düzenlenen intihar saldırısında beş Çinlinin ölmesi, yıllardır Çin projelerini ve personelini hedef alan en ölümcül saldırılardan biri olmuş ve Pekin’in İslamabad’ı militan şiddetiyle mücadele etmek için “etkili önlemler almaya” çağırmasına yol açmıştı.

“Sonuç olarak, her iki ülkenin de hayal kırıklığına uğramasına rağmen, Çin için stratejik öneme sahip Gwadar limanı gibi büyük projelerin tasfiye edildiğini görmemiz pek olası değil, ancak Pakistan’daki yeni projelerin ve yatırımların daha da azaltıldığını görebiliriz” dedi Vanda Felbab-Brown.

Uzmanlara göre şu an ülkedeki sosyo-ekonomik ve politik zorluklar göz önüne alındığında, Pakistan’ın terör sorununa ne ölçüde müdahale edebileceği tartışma konusu ve eğer işler düzelmezse bu durum Pekin’i Pakistan’da yeni yatırımlar konusunda çekingen davranmaya itebilir. Ancak şimdilik Kuşak Yol’un en önemli ayaklarından biri olan CPEC’le ilgili bir geri çekilme söz konusu değil.

ASYA

Çin akademisi Suriye’yi tartıştı

Yayınlanma

Şanghay Üniversitesi Küresel Araştırmalar Enstitüsü ve Şanghay Üniversitesi Türkiye Araştırmaları Merkezi 11 Aralık’ta Suriye ve Ortadoğu’daki gelişmeleri tartışan bir forum düzenledi.

Forumda, Suriye’de değişen durum ve bölgedeki güç dengelerine etkisi, Türkiye gibi aktörlerin rolü ve Trump’ın Beyaz Saray’a dönüşünün bölgedeki politik duruma yansıması gibi başlıklar tartışıldı.

Foruma 10’dan fazla üniversiteden farklı disiplinlerden akademisyenler, araştırmacılar ve öğrenciler katıldı.

Şanghay Sosyal Bilimler Akademisi araştırmacısı ve üniversitenin önde gelen küresel uzmanlarından biri olan Profesör Guo Changgang, forumun açılış konuşmasını yaptı. Profesör Guo, bölgesel çalışmaların önemli bir misyonunun düşünce kuruluşu rolü oynamak olduğunu vurguladı. Bu bağlamda, toplantıda “Bölgesel Ülke Çalışmalarının Teorisi ve Pratiği” başlıklı özel bir tartışma oturumu düzenlendi. Bu oturum, bölgesel ülke çalışmalarının temel kavramlarıyla sınırlı kalmadı; bunun yerine, bu alanın özgül “pratik” ve “vaka” analizlerine odaklandı.

Profesör Guo, Donald Trump’ın birinci dönemindeki Türkiye politikasının Türk Lirası’nın çöküşüne doğrudan yol açtığını ve Türkiye’nin hâlâ bu mali ve ekonomik bataklıktan kurtulamadığını belirtti. Ayrıca, Trump’ın birinci dönemindeki Çin politikasının bir ticaret savaşını tetiklediğini ve Çin’in hâlâ Biden yönetiminin yaptırımlarıyla karşı karşıya olduğunu vurguladı.

Dolayısıyla, Trump’ın yeniden iktidara gelmesinin hem Çin hem de Türkiye açısından büyük bir belirsizlik yaratacağını vurguladı. Bu nedenle, Trump’ın ikinci dönemine dair bağlamda “Çin-Türkiye ilişkilerinin ve Türkiye’nin diplomatik meselelerinin tartışılması özellikle gerekli görülmektedir” dedi.

Forumda ayrıca yaklaşık 1,5 saat boyunca Suriye’nin mevcut durumu ve Türkiye konulu yuvarlak masa tartışması yapıldı. Bu bölümde konuşmacılar Suriye’deki ani değişimlerin üç ana faktörden kaynaklandığını belirtti:

  1. Ekonomik faktörler: Beşar Esad hükümeti, Batı yaptırımları ve ambargolarıyla karşı karşıya kalırken, Rusya ve İran’dan gelen ekonomik yardımların azalması ekonomik krizlere neden olmuş ve fiyatların hızla yükselmesiyle isyancı güçler etkili bir dirençle karşılaşmadan ilerlemiştir.
  2. Dış etkenler: İran, Rusya ve Hizbullah’ın Suriye hükümetine verdiği “dış yardım” azalırken, Türkiye, ABD, İsrail ve Ukrayna gibi aktörlerin yıkıcı müdahaleleri artmıştır.
  3. Askeri faktörler: Suriye hükümet güçleri, askeri reformlar yapmış ve alt düzey subayları azaltmıştır. Buna karşılık, isyancılar yurt dışındaki çatışmalarda deneyim kazanmış ve insansız hava araçları ile yeni taktikler kullanmaya başlamıştır.

Suriye’nin deleceğine dair öngörüler

Akademisyenler, Suriye’deki politik geçişin zorlu olacağını öngördü. Seküler veya dini bir devlet, cumhuriyet ya da federal bir yapı kurulması tartışmalarının; Arap liderliğinde bir yapı veya Kürt özerkliği gibi meselelerin, Sünni, Nusayri ve Kürtler arasındaki güç paylaşımı konusunda yeni gerilimlere yol açabileceği ifade edildi.

Ayrıca, Suriye’de yeni bir çatışma riski bulunduğuna işaret edildi. Hem örgütlerin kendi arasında hem de Türkiye ve Kürt örgütler arasında çatışma tehlikesine işaret edildi.

Öte yandan Suudi Arabistan, Türkiye ve İsrail’in stratejik çıkarlarına dayanarak Beşar Esad hükümetini deviren HTŞ ile aktif şekilde işbirliği yapabileceği belirtildi.

ABD ve Rusya, Rusya ve Türkiye, İran ve İsrail, Türkiye ve Körfez Arap ülkeleri arasındaki çatışmaların; laiklik ile din, terörizm ile terörle mücadele eksenindeki gerilimlerin devam edeceği öngörüldü.

Bazı akademisyenler, Suriye’nin Irak veya Libya modeline mi benzeyeceği konusunda belirsizlik olduğunu, ancak büyük güçler arasında yeni bir rekabet alanı haline gelebileceğini vurguladı. Diğerleri ise, 2011’den bu yana uluslararası ve bölgesel rekabetin azaldığını ve Suriye krizinin ülke dışına yayılma olasılığının düşük olduğunu savundu.

Türkiye’nin durumu: Büyük kazançlar mı, yeni zorluklar mı?

Bu başlıktaki tartışmalar, Türkiye’nin Suriye’deki değişimlerdeki rolüne odaklandı. Bazıları Beşar Esad hükümetinin düşüşünün, Türkiye’yi “büyük bir kazanan” konumuna getirdiğini kaydetti. İran liderliğindeki “Direniş Ekseni”nin gerilemesi ve İsrail’in olumsuz imajının yayıldığı bir dönemde Türkiye’nin stratejik bir avantaj elde ettiği ifade edildi. Bunun yanı sıra, bölge dışı güçlerin Ortadoğu’daki genel etkisinin azalmasının da Türkiye için avantajlı bir durum yarattığı kaydedildi.

Konuşmacılar Çin’in Türkiye ile daha yakın ilişki kurması gerektiği konusunda fikir birliğine vardılar.

Ancak bazı akademisyenler, Türkiye’nin elde ettiği kazanımlara rağmen, “karşı hamle” korkusuyla karşı karşıya olduğunu ve sorunlarının henüz yeni başladığını dile getirdi.

Türkiye’nin gelecekte karşılaşabileceği sorunlar şu şekilde sıralandı:

  • Suriye’nin yeniden inşasına daha fazla yatırım yapacak mı, yoksa bunu göze alamayıp (ekonomik yetersizlikten ötürü) süreci kendi haline mi bırakacak?
  • Suriye ile Batı arasındaki ilişkileri nasıl koordine edecek?
  • Diğer tarafların endişelerini nasıl giderecek?

İleride Türkiye’nin Suriye meselesinde daha pasif bir pozisyona sürüklenebileceği de ihtimaller arasında sayıldı.

Donald Trump döneminde Ortadoğu politikaları

Donald Trump’ın Ocak ayında Beyaz Saray’a dönüşüyle birlikte, Ortadoğu’nun yeni bir sınavla karşı karşıya kalacağı ifade edildi.
Donald Trump 2.0 dönemi Ortadoğu politikalarının, Trump’ın “Önce Amerika” ilkesine dayalı genel hedeflerinden, 1.0 dönemindeki Ortadoğu politikalarının devamından ve mevcut gelişmelerden etkileneceği kaydedildi.

Trump’ın genel amacının, “Önce Amerika” ilkesini uygulayarak ekonomiyi ve uluslararası konumunu canlandırmak olduğu vurgulanırken, Ortadoğu’da bunun, doğrudan askeri harcamaların azaltılması, ancak Rusya ve Çin’e karşı bir stratejinin güçlendirilmesi, ekonomik işbirliği ve yüksek teknoloji projelerinin engellenmesi anlamına geldiği değerlendirmesi yapıldı.

Trump’ın 1.0 döneminden kalan “üç eksen” politikasının muhtemelen devam edeceği kaydedildi: ABD hâkimiyetini engelleyen güçlerin bastırılması, İran ve “direniş ekseni”ne destek veren aktörlerin zayıflatılması, “İslam Devleti”ne karşı mücadele. Bu doğrultuda 3 hamle öngörüldü: İsrail’i destekleme, Suudi Arabistan ile yakınlaşma ve ittifak stratejisini ilerletme.

Trump’ın İsrail yanlısı eğiliminin, mevcut çatışma döngüsünü hızla ve İsrail lehine sona erdirmesi beklenmekle birlikte, Filistin meselesine adil bir çözüm sunması olası görülmemektedir.

İran’a yönelik ise, yeni bir “maksimum baskı” politikasının uygulanması, ekonomik yaptırımların sertleşmesi ve olası askeri tehditlerin gündeme gelmesi öngörüldü.

Toplantıya katılan akademisyenler, Çin için Trump’ın 2.0 dönemi Ortadoğu politikasının hem zorluklar hem de fırsatlar sunduğunu belirttiler.

Çin, güvenlik ve ekonomik bağlarını hedef odaklı bir şekilde güçlendirebilir, yeni alanlar açabilir ve diplomatik olarak bölgesel sıcak konulara ilişkin çalışmalarını artırarak arabuluculuk rolü üstlenebilir.

Okumaya Devam Et

ASYA

Almanya, Pasifik’teki askeri varlığını artırıyor

Yayınlanma

Alman Silahlı Kuvvetleri (Bundeswehr) hafta sonunda Asya-Pasifik bölgesine bugüne kadarki en büyük manevra gezisini tamamladı.

Frankfurt am Main görev gücü, mayıs ayında Baden-Württemberg firkateyniyle birlikte dünyanın çevresini dolaşarak çeşitli savaş tatbikatları ve bir konuşlanma gerçekleştirdikten sonra hafta sonunda Wilhelmshaven’a döndü.

Seferin amacı “Asya-Pasifik bölgesindeki müttefik kuvvetlerle ilişkileri güçlendirmek ve buradaki sularda deneyim kazanmak” olarak açıklandı.

Alman hükümeti ayrıca Kore yarımadasındaki çatışmada varlığını artırmak için adımlar attı. Bunun yanı sıra Berlin, ABD’nin yakın işbirliği içinde olduğu iki ülkeyle, Filipinler ve Fiji ile de askeri-siyasi ilişkilerini genişletiyor.

Hint-Pasifik’te Alman konuşlandırılması

Savunma Bakanlığına göre Bundeswehr, bugüne kadar Asya-Pasifik bölgesine yaptığı yıllık konuşlandırmaların “en büyüğü ve en karmaşığı” olan, iki Alman Donanması savaş gemisi ve bir hava kuvvetleri birliğinin her birinin dünyanın çevresini dolaştığı ve diğer silahlı kuvvetlerle ortak tatbikatlar, liman ziyaretleri ve gerçek bir konuşlandırma için defalarca kesintiye uğradığı Hint-Pasifik Konuşlandırması 2024’ü tamamladı.

Tatbikatlar arasında ABD’nin Hawaii yakınlarındaki büyük manevrası RIMPAC 24, Avustralya Hava Kuvvetleri tarafından düzenlenen büyük manevra Pitch Black 24 ve Hindistan’daki Tarang Shakti hava kuvvetleri tatbikatı da yer aldı. 

Bunu yannda iki Alman savaş gemisi Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’ne (KHDC) karşı BM yaptırımlarının ABD öncülüğünde izlenmesine katıldı.

Görevlendirme, Asya-Pasifik bölgesindeki “seçilmiş ülkelerle” ilişkileri genişletmenin yanı sıra, teçhizatın test edilmesine de hizmet etti.

Örneğin Baden-Württemberg fırkateyni, yeni Sınıf 125’in “bir yılı aşkın bir süre boyunca yoğun kullanımda tam operasyonel kabiliyetini kanıtlayan” ve Bundeswehr’in de belirttiği gibi “dünya çapındaki tüm okyanuslarda farklı deniz ve iklim koşullarında” görev yapan ilk fırkateyni oldu.

Berlin, Kore gerilimine de müdahil oluyor

Aynı zamanda Alman hükümeti bu yıl Almanya’nın Asya-Pasifik bölgesindeki askeri ve askeri-siyasi varlığını yoğunlaştırmak için bir dizi önlem aldı. 

Ağustos ayında Almanya, Kuzey ve Güney Kore arasındaki ateşkesi izlemekle görevli Birleşmiş Milletler Komutanlığına katıldı. Komutanlık pek de “tarafsız” bir kurum değil; merkezi Seul yakınlarındaki bir ABD askeri üssü olan Camp Humphreys’te bulunuyor ve başında da ABD’li bir general var.

Berlin ayrıca Tokyo yakınlarındaki Yokosuka’da bulunan ve KDHC’ye yönelik BM yaptırımlarının ihlallerini takip etmekle görevli olan Uygulama Koordinasyon Hücresine (ECC) bir irtibat görevlisi gönderdi.

Bu, Singapur’daki Bilgi Füzyon Merkezindeki Alman irtibat görevlisinin yanı sıra Asya-Pasifik bölgesindeki ikinci irtibat görevlisidir.

Buna ek olarak, Alman birliklerinin Japonya’ya konuşlandırılmasını kolaylaştırmak için Tokyo ve Berlin arasında bir anlaşma yürürlüğe girdi.

AB ayrıca Japonya ve Güney Kore ile “güvenlik ve savunma ortaklıkları” kurmaya çalışıyor.

Güneydoğu Asya’da Alman askeri yığınağının odak noktası Filipinler

Alman hükümeti yıl boyunca Güneydoğu Asya ve Pasifik bölgesiyle askeri ve askeri-politik ilişkilerini geliştirmeye de gayret etti.

Güneydoğu Asya’da, diğer şeylerin yanı sıra, sahil güvenliğini desteklediği Malezya ile daha yakın bir işbirliği hedefliyor. İşbirliğini teşvik etmek için Baden-Württemberg fırkateyni ve Frankfurt am Main görev gücü sağlayıcısı, dünya turu yolculuklarında ekim ayında Malezya liman kenti Port Klang’a demirledi.

ABD’nin şu anda Çin’e karşı olası bir savaş için askeri bir ileri karakol haline getirdiği Filipinler, Güneydoğu Asya’daki Alman askeri faaliyetlerinin odak noktasını oluşturuyor.

Berlin sadece Filipinler Sahil Güvenliğini desteklemekle kalmıyor; geçen yıl Manila ile düzenli bir askeri-politik diyalog da başlattı.

ABD politikasını destekleyen Alman hükümeti artık Pasifik’e de uzanmış durumda. Berlin, Eylül 2023 gibi erken bir tarihte, ABD’nin şu anda daha yakın askeri işbirliğine dahil etmeye çalıştığı en kalabalık Pasifik devleti olan Fiji ile askeri-siyasi bir işbirliği başlatmıştı.

Okumaya Devam Et

ASYA

Çin ve Hindistan Asya’nın jeotermal pazarına liderlik edebilir

Yayınlanma

Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) cuma günü yayınladığı yeni bir raporda, gelişen teknolojinin kömür enerjisine olan bağımlılıklarından bir çıkış yolu sunması nedeniyle Çin ve Hindistan’ın jeotermal enerjide pazar lideri haline gelebileceğini söyledi.

Yeraltındaki sıcak su rezervuarlarından yararlanan yenilenebilir jeotermal enerji, geçen yıl küresel elektrik talebinin sadece %0,3’ünü karşıladı ve kullanımı ABD, Endonezya ve Filipinler gibi kolay erişilebilir ve yüksek kaliteli doğal kaynaklara sahip ülkelerle sınırlı kaldı.

Ancak ajansın “Jeotermal Enerjinin Geleceği” raporuna göre jeotermal, 2050 yılına kadar talep artışının %15’ini karşılayarak küresel elektrik üretiminde daha büyük bir rol oynayabilir.

Raporda, yeni teknolojiler kullanılarak jeotermal enerjinin maliyetinin yeterli yatırımla önümüzdeki on yıl içinde %80’e kadar düşürülebileceği belirtildi.

“ABD’de kaya petrolü ve gazı devrimini mümkün kılan sondaj teknolojileri artık jeotermal için de kullanılıyor ve sonuç olarak yerin daha derinlerine inebiliyoruz … Bu bir oyun değiştirici olabilir,” diyen IEA İcra Direktörü Fatih Birol, Nikkei Asia’ya yaptığı açıklamada yeni nesil teknolojilerin ‘yaklaşık 10 yıl içinde hidroelektrik, güneş ve rüzgarda olduğu gibi rekabetçi olabileceğini’ sözlerine ekledi.

Birol, bu enerji kaynağının “Asya’da kömürün yerini almak için iyi bir aday” olduğunu ve Google ve Microsoft gibi teknoloji şirketlerinin dünya çapında enerjiye aç veri merkezleri geliştirirken ihtiyaçlarını karşılamaya yardımcı olmak için kritik olabileceğini söyledi.

Birol, jeotermal enerjinin hava koşullarından bağımsız olarak istikrarlı bir şekilde elektrik üretebileceğini ve diğer yenilenebilir enerji kaynaklarının artan üretimini tamamlayabileceğini de sözlerine ekledi.

Geleneksel jeotermal santraller, bir jeneratörü çalıştıran bir türbini döndürmek için yeraltı sıcak su rezervuarlarından gelen buharı kullanarak elektrik üretir.

Ancak raporda, gelişmiş jeotermal sistemler (EGS) olarak bilinen yeni teknolojinin, mevcut sıcak su kaynaklarından yararlanmak ve hatta yenilerini yaratmak için yeraltında daha derin sondajlar yaparak geleneksel jeotermal kaynaklardan yoksun ülkeler için fırsatlar yarattığı belirtildi.

IEA raporuna göre Çin, yaklaşık %13’lük bir paya sahip olan ABD’nin ardından küresel toplamın %8’i ile ikinci en büyük EGS potansiyeline sahip. Güneydoğu Asya ülkeleri, Endonezya ve Filipinler’in öncülüğünde küresel teknik potansiyelin yaklaşık %15’ini temsil etmektedir.

Rapora göre, EGS gibi teknolojilerin maliyeti 2035 yılına kadar %80’e kadar düşebilir ve bu da EGS’yi karbon tutma özelliğine sahip gaz ya da kömür gibi diğer enerji kaynaklarıyla aynı seviyeye getirebilir ya da onlardan daha ucuz hale getirebilir.

Rapora göre bu büyüklükteki bir düşüş, jeotermal enerjinin 2050 yılına kadar Çin, Hindistan, Güneydoğu Asya ve ABD’deki elektrik üretim artışının yaklaşık %20’sini oluşturmasını sağlayabilir.

Raporda, “Çin, Amerika Birleşik Devletleri ve Hindistan yeni nesil jeotermal elektrik için en büyük pazar potansiyeline sahip… birlikte düşük maliyetli durumda küresel potansiyelin dörtte üçünü oluşturuyor” denildi.

Raporda, EGS’nin maliyetinin yüksek olduğu, ancak petrol ve gaz sektöründeki uzmanlık kullanılarak bu maliyetin düşürülebileceği belirtildi.  Jeotermal için gereken yatırımın %80’ine kadarının mevcut petrol ve gaz operasyonlarından transfer edilebilecek kapasite ve becerileri içerdiği kaydedildi.

Birol, “Önemli bir zorluk, çevresel standartlardan ödün vermeden izin ve ruhsatlandırma işlemlerinin çok uzun sürmemesini sağlamaktır” dedi.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English