Bizi Takip Edin

AMERİKA

Reisi’nin Latin Amerika ziyareti: Venezuela ve Küba artık “Doğu”nun bir parçası

Yayınlanma

“İran’ın Latin Amerika ile ilişkilerini sadece ikili ilişkiler perspektifinden değerlendirmiyorum. İran’ın Doğu’ya bakış politikası üzerinden dahil olduğu Rusya-Çin bloklaşmasının bir devamı olarak görüyorum.”

İran lideri İbrahim Reisi ve Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro.

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, “Batı egemenliğine karşı çıkan partner ülkelerle siyasi ve ekonomik bağlarını güçlendirmek amacıyla” üç ülkeyi kapsayan Latin Amerika turunu tamamladı. Venezuela ile başlayan Nikaragua ile devam eden ve Küba’da son bulan resmi ziyarette ekonomi, sağlık ve savunma alanında çeşitli anlaşmalar imzalandı.

İranlı lider ilk durağı Venezuela’nın başkenti Karakas’ta mevkidaşı Nicolas Maduro’yla bir araya gelerek “Ortak çıkarlarımız, ortak vizyonlarımız ve ortak düşmanlarımız var” dedi. Çarşamba günü Nikaragua’nın başkenti Managua’da Devlet Başkanı Daniel Ortega ile görüşen Reisi, iki ülkenin “ortak bir direniş, devrim ve düşmana karşı mücadele tarihini paylaştığını” vurguladı.

ABD Temsilciler Meclisi Batı Yarımküre (Amerika kıtası) Alt Komitesi Başkanı Maria Elvira Salazar Reisi’nin Latin Amerika turu için Biden yönetimini suçladı. Salazar, Fox’a yaptığı değerlendirmede “Reisi’nin ABD’ye açıkça meydan okuyan ziyaretleri yönetimin Latin Amerika politikasının başarısızlığını gösteriyor” dedi.

Demokrasileri Savunma Vakfı’ndan Emanuele Ottolenghi’ye göre Reisi’nin ana hedefi “ABD’nin Batı Yarımküre’deki etkisini aşındırmak ve ABD’ye kendi arka bahçesinde meydan okumak.” Reisi’nin ABD hakimiyetine meydan okuduğunu ve çok kutuplu dünya kavramını desteklediğini hatırlatan Ottolenghi, “Bu, elbette Rusya ve Çin gibi rakip güçlerin lehine ABD’nin nüfuzunu sarsmayı da kapsıyor” dedi.

Biz de Harici olarak geçmişten günümüze İran-Latin Amerika ilişkilerinin seyrini ve Reisi’nin ziyaretinin dünya güç dengelerinde nereye oturduğunu Marmara Üniversitesi öğretim üyesi ve İran Araştırmaları Merkezi (İRAM) kıdemli uzmanı Bilgehan Alagöz’e sorduk:

“1960’larda başlayan ikili ilişkiler yeniden ivmelendi”

  • İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin Latin Amerika ziyaretine, kendi ülkesi gibi ABD yaptırımlarından nasibini almış Venezuela’dan başlaması tesadüf müydü? İran ve Venezuela arasındaki ilişkilerin köklü bir geçmişi var mı?

İran-Venezuela ilişkilerinin tarihi bir derinliği var. Bu iki ülke, 1960’larda OPEC’in kuruluşunda birlikte yer aldı. Dolayısıyla daha o dönemlerde yakın ilişkileri söz konusuydu. Ancak sonraki dönemlerde bu ilişkilerdeki yoğunluk devam etmedi.  Ta ki Ahmedinejat dönemine kadar… Ahmedinejat döneminde İran’ın uluslararası toplum özellikle ABD tarafından yoğun baskı altında kalmasıyla başlayan süreçte İran-Venezuela ilişkileri ivme kazandı. Her iki ülke de antiemperyalist, milliyetçi söylemler üzerinden bir fikir birliğine vardılar. Hatta bu noktada 2011’de İran’ın İspanyolca yayın yapan Hispan TV’nin kuruluşuna öncülük ettiğini biliyoruz. Bu TV kanalının üç ortağı var. Biri İran devlet televizyonu IRIB, ikincisi Küba radyo televizyonu, üçüncüsü de Venezuela haber kanalı Telasur. Hispan TV’nin CNN’nin İspanyolca yayın yapan kanalına karşılık olarak ABD karşıtlığı üzerinden bir yayın politikası yürüttüğünü görüyoruz. Burada yumuşak güç oluşturma çabası var.

Günümüze gelecek olursak 2018’den beri İran’a yoğun bir ABD yaptırımı söz konusu. Yine Venezuela da benzer bir süreç içerisinde. Buna istinaden iki ülke Eylül 2021’de stratejik bir anlaşma imzaladı. İçeriği şuydu: İran, Venezuela ağır ham petrolünü seyreltmek için gereken gaz kondensatını Venezuela’ya sağlayacak. Karşılığında İran da Venezuela’nın ağır ham petrolünü alacak. Bu alışveriş dolar yasak olduğundan altın üzerinden sağlanacak. Çünkü her iki ülke de uluslararası bankacılık sisteminden dışlanıyor ve ABD doları kullanamıyor. Böylece altın külçeleri üzerinden dönen ticaret başladı. Bir sonraki adım geçen yıl bu aylarda Maduro’nun İran’a yaptığı ziyaretle geldi. İki ülke arasında 20 yıllık bir anlaşma imzalandı.

İran; Rusya ve Çin’le de benzer bir stratejik anlaşma içerisinde. Bu anlamda Venezuela ile stratejik ortaklığın bu iki ülkenin ardından gelmesi dikkat çekici. Tüm bunlar dikkate alındığında İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin Latin Amerika ziyaretini Venezuela’dan başlatmasının tesadüf olmadığı, son yıllarda gelişen stratejik işbirliğinin bir devamı olduğunu söylemek mümkün.

Nikaragua Devlet Başkanı Daniel Ortega, Reisi’yi devlet töreniyle karşıladı.

“Küba-İran ilişkileri 1979’lara dayanıyor”

  • Reisi’nin ziyaretinin ardından İran’ın Venezuela ve Küba başta olmak üzere bu kıtadaki ülkelerle siyasi ve ekonomik ilişkilerini geliştirmesi için yeterli imkân ve fırsat var mı? Olası işbirliği alanları neler olabilir?

Reisi’nin Venezuela’dan sonra Nikaragua ve Küba’ya gitmesi asla tesadüf değil. İran-Nikaragua ilişkilerine baktığımızda 2000’lerde kuvvetlenmeye başladığını görüyoruz. Aslında 90’larda iki ülke arasında oldukça gergin bir ilişki söz konusuydu. Nikaragua’daki bazı faili meçhul cinayetlerden İran’ın sorumlu tutulması üzerine iki ülke karşılıklı olarak büyükelçilerini çekmişti. Ancak 2007’de Ahmedinejat’ın bu ülkeyi ziyaret etmesiyle yeni bir sayfa açıldı. O ziyarette İran’a bir liman inşaatı sözü verildi. Ahmedinejat o dönemde buna oldukça önem veriyordu. Ancak sonra yerine geçen Hasan Ruhani’nin bu ülkeye bir ziyareti olmadı. Yani Reisi’nin ziyareti 2007’den bu yana bir ilk. Geçen yıl İran Petrol Bakanı’nın Nikaragua ile bir dizi anlaşma yaptığını da hatırlatmakta fayda var.

Küba’ya gelecek olursak iki ülke ilişkilerini 1979’a kadar götürmemiz mümkün. O dönem Küba Devlet Başkanı Castro’nun İran devrimine büyük sempatisi vardı. Ancak Irak’la da yakın ilişkileri olduğu için İran’a mesafe koyma gereği hissediyordu. Biz İran-Irak savaşında temkinli bir Küba görmüştük. Ancak Hatemi döneminde iki ülke arasındaki ticaret hacmi genişlemeye başladı. Bazı kredi anlaşmaları yapıldı ve 2001’de Castro ilk kez İran’a gitti. O tarihlerden bu yana da İran ile Küba arasındaki yakın ilişkiler devam ediyor.

“Venezuela ile savunma anlaşmaları dikkat çekici”

Latin Amerika ziyaretinde Reisi’ye eşlik eden İran heyetine baktığımızda Dışişleri, Petrol, Savunma ve Sağlık Bakanlarını görüyoruz. Bu bakanların mesuliyetinde olan konular ekseninde anlaşmalar yapıldı.  Özellikle Venezuela ile bazı savunma anlaşmalarının gündeme gelmesi dikkat çekici. Keza iki ülke arasındaki petrol anlaşmaları önemli. Nikaragua ve Küba ile daha çok ticaret ve sağlık ağırlıklı bazı anlaşmalar olduğu görülüyor. Dolayısıyla ekonomik yaptırımlar nedeniyle büyük bir sınırlılık olsa da her bir ülkenin ABD ile yaşadığı sorunlar bu ülkeleri yeni fırsatlar yaratmaya iteliyor. Bu fırsatların daha çok savunma, sağlık ve petrol konularına odaklandığını söyleyebiliriz. Ayrıca Venezuela’nın henüz netleşmese de ticarette Çin yuanını kullanma planı var dolayısıyla İran ve Venezuela’nın ortak bir perspektife giderek daha çok yaklaştığı görülüyor.

“Soğuk Savaş’ın Küba Krizi’ni hatırlatıyor”

  • İran ile Latin Amerika arasındaki ilişkiler Ahmedinejat döneminde ivme kazanmış ancak nükleer müzakereleri izleyen süreçte Tahran’ın bu ülkelere ilgisi azalmıştı. Bugün Tahran’ı ilişkileri yeniden canlandırmaya iten sebepler nelerdir?

İran dış politikası açısından 2015’te imzalanan nükleer anlaşma oldukça önemliydi. Çünkü 1979 devriminden bu yana uluslararası toplumla ilk kez angajman ihtimali doğmuştu. Ne var ki 2018’de ABD Başkanı Trump anlaşmadan çekilme kararı aldı ve İran’a yönelik politikasını oldukça sertleştirdi. Bu gelişme İran’ı yeni arayışlara sevk etti. Bununla ilgili en önemli çabanın küresel aktörler olan Rusya ve Çin ile ilişkileri daha stratejik boyuta taşınması olduğunu görüyoruz. İran bununla yetinmiyor. Latin Amerika ile diyalog ve strateji geliştirerek hem ABD’ye karşı elini kuvvetlendiriyor hem değişen koşullara reaksiyon vermiş oluyor. O yüzden İran’ın Latin Amerika ile geliştirdiği ilişkileri sadece İran dış politikası üzerinden değerlendirmek yerine İran’ın Rusya ve Çin ile kurduğu stratejik ilişki ve bunun ABD’ye vermiş olduğu mesaj ekseninde de değerlendirmek gerekir. Çünkü küresel aktörler Rusya ve Çin nezdinde de Latin Amerika ülkelerinin önemi artmaya başladı. Geçen sene Venezuela’da yapılan askeri tatbikata Çin, Rusya ve İran’ın katılması dikkat çekiciydi. Bu bir nevi Soğuk Savaş döneminin Küba Krizi’ni hatırlatıyor.

O yüzden İran’ın Latin Amerika ile ilişkilerini sadece ikili ilişkiler perspektifinden değerlendirmiyorum. İran’ın Doğu’ya bakış politikası üzerinden dahil olduğu Rusya-Çin bloklaşmasının bir devamı olarak görüyorum. Burada Doğu bir coğrafyayı değil artık ideolojik bir farklılaşmayı temsil ediyor. Dolayısıyla Venezuela ve Küba’yı da artık bu doğunun içerisine dahil edebiliriz.

“ABD yakından izliyor ancak şimdilik tepki vermiyor”

  • İran-Latin Amerika ilişkilerinin gelişmesi ABD açısından ne ifade ediyor?

ABD elbette bu ziyareti yakından takip ediyor. Zira Pentagon’un 2010’da yayınladığı bir rapor, İran Devrim Muhafızları’nın Venezuela’daki varlığını tespit ettiğini öne sürüyor. Yani ABD bu tarihlerden beri iki ülkenin ilişkilerini yakından izliyor. Geçen yıl İsrail Savunma Bakanı’nın İran’ın Venezuela’ya silahlı İHA’lar yolladığına ilişkin bir açıklaması vardı. ABD’nin de bu perspektifi benimsediğini görüyoruz. Dolayısıyla ABD açısından İran’ın Latin Amerika’ya özellikle askeri anlaşmalar üzerinden ulaşma çabaları bir tedirginlik kaynağı. Zira burada İran sadece İran olarak değerlendirilmiyor. İran’ın Rusya ve özellikle de Çin adına fiziki bir güç olarak hareket ettiği değerlendiriliyor. Yani ABD; Rusya ve Çin etkisindeki İran’ın Latin Amerika’ya ulaştığı görüşünde. Ancak şu an çok aktif bir reaksiyon vermiyor. Çünkü İran ve ABD arasında adı konmamış bir anlaşma süreci var. Bunu nükleer anlaşmanın yeniden canlandırılması olarak adlandırmıyorlar ama fiili olarak anlaşma süreci söz konusu ve diplomasinin zedelenmemesi için açıktan tepki koymuyorlar. Ama dediğim gibi İran’ın Rusya ve Çin ile kurduğu ilişkiler ve arkasına onların gücünü alarak Latin Amerika’da yaratmaya çalıştığı özellikle askeri işbirlikleri ABD tarafından yakından takip ediliyor.

AMERİKA

Demokrat New York Belediye Başkanı Adams’tan Musk’a övgü

Yayınlanma

New York’un Demokrat Belediye Başkanı Eric Adams, Elon Musk’ın seçilmiş başkan Donald Trump’ın kabinesine dahil edilmesini memnuniyetle karşıladığını söyledi.

Son zamanlarda Trump’a karşı oldukça yumuşak bir tutum sergilediği öne sürülen Adams, Musk’ın Devlet Verimlilik Departmanındaki (DOGE) yeni yerini, “Belediye Binasını düzene sokma teklifine benzer bir çaba” olarak nitelendirdi.

Adams, PIX 11’e verdiği röportajda, “Bazılarının tartışabileceği gibi, bu göreve getirilmesinin önemli olduğunu düşündüğüm kişilerden biri de Elon Musk. Herhangi bir değişiklik yapmak istemeyen bürokrasiyle dolu çağdışı bir hükümetle karşı karşıyayız,” dedi.

New York Belediye Başkanı Adams’ın Türkiye bağlantılarına ilişkin yeni iddialar

Adams, hükümeti modernleştirmenin insansız hava araçları kullanmak kadar basit olabileceğini savundu.

Central Park yakınlarındaki bir basın brifinginde Adams, drone ekiplerini New York Polis Departmanının (NYPD) çeşitli bölgeleriyle eşleştirecek yeni bir girişimden bahsetti. Görevliler, acil durum çağrıları alınır alınmaz cihazları konuşlandıracak ve bunları rutin mahalle devriyeleri için kullanacak.

Adams ayrıca Trump’ın Florida’daki konutunu korumak için kullanılan robot köpekten de övgüyle bahsetti. Belediye Başkanı, 2023 yılında Times Meydanında düzenlenen bir basın toplantısında aynı üretici tarafından üretilen bir makineyi tanıtmıştı.

New York polisinden gözaltındaki Filistin yanlısı eylemcilere işkence

Adams, “Ben teknolojiye inanan biriyim. Birçoğunuzun yeni başkanın bizim burada kullandığımız teknolojilerden biri olan Digidog’u kullandığını fark edip etmediğini bilmiyorum. Şu anda Florida’da arazisini korumak için kullanıyor. Bu da bizim önden gittiğimizi gösteriyor,” dedi.

Belediye Başkanı, “Vizyonunuzu anlayan ve bu vizyonla hareket etmeye istekli olan doğru insanları seçmelisiniz ve [Trump] buna inananları seçiyor,” ifadelerini kullandı.

Okumaya Devam Et

AMERİKA

Trump, Adalet Bakanlığını Gaetz’e, istihbaratı Gabbard’a emanet etti

Yayınlanma

ABD’nin seçilmiş başkanı Tulsi Gabbard kabinesini yeni atamalar yapıyor.

Trump sosyal medya üzerinden yaptığı açıklamada, en sadık destekçilerinden biri olan Florida Temsilciler Meclisi üyesi Matt Gaetz’i Adalet Bakanı olarak aday göstereceğini duyurdu.

Gaetz hakkında daha önce çeşitli soruşturmalar açılmış ve bazı Cumhuriyetçi senatörler Gaetz’in adaylığına destek verme konusunda çekincelerini dile getirmişlerdi.

Trump yaptığı açıklamada, “Matt, Silah Olarak Yapılandırılmış Hükümete son verecek, Sınırlarımızı koruyacak, Suç Örgütlerini dağıtacak ve Amerikalıların Adalet Bakanlığına karşı kötü bir şekilde sarsılan İnanç ve Güvenini yeniden tesis edecektir,” dedi.

Hakkında soruşturma olan Adalet Bakanı

Trump, Gaetz’in ilk görevden alınma soruşturması sırasında kendisini savunmasına atıfta bulunarak, yeni bakanın “Rusya Aldatmacasının yenilgiye uğratılmasında” kilit bir rol oynadığını savundu.

Temsilciler Meclisi Etik Komitesi haziran ayında Gaetz hakkında cinsel suiistimal, uyuşturucu kullanımı ve görevi engelleme gibi iddialarla ilgili soruşturma yürüttüğünü açıklamıştı. Gaetz tüm suçları reddetti ve seks ticareti yasalarını ihlal ettiği ve adaleti engellediği iddialarına ilişkin geçen yıl kapatılan Adalet Bakanlığı soruşturması boyunca masum olduğunu savundu.

New York Times’ın haberine göre, Adalet Bakanlığı iki yıl boyunca, 17 yaşındaki bir kızla uygunsuz cinsel ilişkiye girdiği ve muhtemelen federal seks ticareti yasalarını ihlal ettiği iddialarını inceledi. Bakanlık geçen yıl Gaetz hakkında herhangi bir suçlamada bulunmadan soruşturmayı kapattı.

İsrail lobisi Gaetz’in seçimine tepkili

Öte yandan ABD’deki İsrail lobisi Gaetz’in seçiminden memnun kalmadı.

2018’de ADL ve Cumhuriyetçi Yahudi Koalisyonu, o dönemde ilk dönemini yaşayan Gaetz’i, Holokost inkârcısı bir kişiyi Birliğin Durumu konuşmasına konuk olarak davet ettiği için eleştirmişti.

Konuk Charles Johnson, Holokost’ta 6 milyon Yahudinin öldürüldüğünden şüphe ettiğini söylemiş ve “sadece 250.000 kişinin hastalıktan öldüğünü” öne sürmüştü.

Gaetz, Johnson’ın “Holokost inkârcısı” olduğunu reddetmişti. BuzzFeed’e verdiği demeçte, “Holokost inkârcısı değil ve Yahudi karşıtı da değil. O bir provokatör, onu Birliğin Durumu’na davet etmeden önce daha iyi incelemeliydim, bunu yapmadığım için pişmanım. Bu benim hatam. Bunun sorumluluğunu üstleniyorum. Ama o bir Holokost inkârcısı değil,” demişti.

Tulsi Gabbard

Eski Demokrat Tulsi Gabbard istihbaratı yönetecek

Trump, eski Demokrat Kongre üyesi Tulsi Gabbard’ı ulusal istihbarat direktörü olarak seçtiğini açıkladı.

Trump yaptığı açıklamada, “Tulsi yirmi yılı aşkın bir süredir ülkemiz ve tüm Amerikalıların özgürlükleri için mücadele etti,” dedi.

Gabbard Ulusal Muhafız Ordusunda görev yapmış ve 2022’de bağımsız olmadan önce 2013-2021 yılları arasında Hawaii’yi Temsilciler Meclisi’nde temsil etmişti.

Trump açıklamasında Gabbard için “artık gururlu bir Cumhuriyetçi!” dedi.

Gabbard 2020’de Demokratların ön seçimlerinde başkanlığa adaylığını koymuştu.

Suriye’ye giderek “Esad ABD’nin düşmanı değil” demişti

Ocak 2017’de, o zamanlar Temsilciler Meclisinde Hawaii’nin ikinci bölgesini temsil eden Demokrat Tulsi Gabbard Suriye’ye gitmişti.

O dönemde bir blog yazısında, “Suriye halkını doğrudan görmek ve onlardan haber almak” için ülkeye gittiğini yazmıştı.

Gabbard daha sonra da Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ın “ABD’nin düşmanı olmadığını” söyleyerek dikkatleri üzerine çekmişti.

Okumaya Devam Et

AMERİKA

ABD Hazinesi, Rusların İsviçre’deki banka hesaplarını mercek altın aldı

Yayınlanma

ABD Hazine Bakanlığı, UBS’in Credit Suisse’i devralması sonrası Rus müşterilere ait hesaplar üzerinde geniş çaplı bir soruşturma başlattı ve İsviçre’nin “şeffaflık eksikliğinden kaynaklanan risklere” dikkat çekti.

Reuters‘a bilgi veren üç kaynağa göre, ABD Hazine Bakanlığı, UBS’in Credit Suisse’i satın almasıyla devraldığı Rus müşterilerin hesaplarını soruşturuyor.

Kaynaklardan ikisi, bu inceleme kapsamında Hazine Bakanlığı Yabancı Varlıklar Kontrol Ofisi’nin (OFAC), bankadan resmi bir talepte bulunduğunu aktardı.

İsviçreli bankayla temas halinde olan Amerikalı bir yetkili, görüşmelerin devam ettiğini ifade etti.

Bir kaynak, OFAC’ın geçtiğimiz birkaç hafta içinde UBS’ye resmi bir yazı gönderdiğini belirtti. UBS ve OFAC temsilcileri ise konuyla ilgili yorum yapmaktan kaçındı.

Soruşturmanın odağında, Credit Suisse’in UBS tarafından devralınması sonrası UBS’e geçen Rus müşterilerin olduğu belirtiliyor.

Kaynaklardan biri, UBS’in yaptırım risklerinden kaçınmak amacıyla “şaibeli varlıkları” izole etmeye ve hesapları kapatmaya yönelik adımlar attığını, bu şekilde OFAC soruşturmasının etkilerini sınırlamayı amaçladığını ifade etti.

UBS’deki “sorunlu varlıkların” büyüklüğü henüz tam olarak bilinmiyor. Fakat Credit Suisse’in CEO’su, 2022’de bankanın yönetimindeki varlıkların yaklaşık yüzde 4’ünün Rus müşterilere ait olduğunu ve bu tutarın yaklaşık 35 milyar dolar olduğunu açıkladı.

Başka bir kaynağa göre, Amerikalı yetkililer UBS’in işbirliği konusundaki olumlu yaklaşımını takdir etmekle birlikte, sürecin çözümlenmemesi halinde cezai yaptırımların uygulanabileceği uyarısında bulundu.

İsviçreli düzenleyiciler de UBS’in Credit Suisse müşterileri ile yürüttüğü işlemleri ve bankanın kara para aklamayı önleme prosedürlerini inceliyor. Bu incelemenin, bankanın riskli müşteri portföyüne sahip olabileceği endişesinden kaynaklandığı belirtiliyor.

ABD ile İsviçre arasında anlaşmazlık

ABD ve İsviçre, Rus sermayesinin tespiti ve önlenmesine yönelik çalışmalarda bazı görüş ayrılıkları yaşıyor. Washington’ın başlıca şikayetlerinden biri, İsviçre’nin mülk ya da şirket gibi varlıkların gerçek sahibinin beyan edilmesini zorunlu kılan bir yasaya sahip olmaması. Bir Amerikalı yetkili, bu durumun, yaptırımlara tabi mülk sahiplerinin tespitini zorlaştırdığını ifade etti.

Bir başka kaynak, OFAC’ın İsviçre’nin bu alandaki durgunluğundan ötürü hayal kırıklığı yaşadığını ve ülkenin yalnızca Rusya değil, İran gibi ülkeler için de yasadışı mali işlemler için bir kanal haline gelebileceğinden endişe duyduğunu savundu.

Bu endişelerin, esas olarak, mülk sahiplerinin kimliklerini gizleyerek para transferi yapan avukatlara yönelik olduğu, ancak UBS’in bu davada suçlu sayılmadığı da vurgulandı.

ABD’de seçimleri kazanan Donald Trump’ın göreve gelmesi, Rusya’ya yönelik yaptırımlar ya da İsviçre ile ilişkilerde bir değişikliğe işaret edebilir. Ancak yeni başkanın bu konuda nasıl bir politika izleyeceği henüz belirsizliğini koruyor.

Credit Suisse ve UBS’e ‘Rusya yaptırımlarını delme’ soruşturması

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English