Bizi Takip Edin

AMERİKA

Reisi’nin Latin Amerika ziyareti: Venezuela ve Küba artık “Doğu”nun bir parçası

Yayınlanma

“İran’ın Latin Amerika ile ilişkilerini sadece ikili ilişkiler perspektifinden değerlendirmiyorum. İran’ın Doğu’ya bakış politikası üzerinden dahil olduğu Rusya-Çin bloklaşmasının bir devamı olarak görüyorum.”

İran lideri İbrahim Reisi ve Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro.

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, “Batı egemenliğine karşı çıkan partner ülkelerle siyasi ve ekonomik bağlarını güçlendirmek amacıyla” üç ülkeyi kapsayan Latin Amerika turunu tamamladı. Venezuela ile başlayan Nikaragua ile devam eden ve Küba’da son bulan resmi ziyarette ekonomi, sağlık ve savunma alanında çeşitli anlaşmalar imzalandı.

İranlı lider ilk durağı Venezuela’nın başkenti Karakas’ta mevkidaşı Nicolas Maduro’yla bir araya gelerek “Ortak çıkarlarımız, ortak vizyonlarımız ve ortak düşmanlarımız var” dedi. Çarşamba günü Nikaragua’nın başkenti Managua’da Devlet Başkanı Daniel Ortega ile görüşen Reisi, iki ülkenin “ortak bir direniş, devrim ve düşmana karşı mücadele tarihini paylaştığını” vurguladı.

ABD Temsilciler Meclisi Batı Yarımküre (Amerika kıtası) Alt Komitesi Başkanı Maria Elvira Salazar Reisi’nin Latin Amerika turu için Biden yönetimini suçladı. Salazar, Fox’a yaptığı değerlendirmede “Reisi’nin ABD’ye açıkça meydan okuyan ziyaretleri yönetimin Latin Amerika politikasının başarısızlığını gösteriyor” dedi.

Demokrasileri Savunma Vakfı’ndan Emanuele Ottolenghi’ye göre Reisi’nin ana hedefi “ABD’nin Batı Yarımküre’deki etkisini aşındırmak ve ABD’ye kendi arka bahçesinde meydan okumak.” Reisi’nin ABD hakimiyetine meydan okuduğunu ve çok kutuplu dünya kavramını desteklediğini hatırlatan Ottolenghi, “Bu, elbette Rusya ve Çin gibi rakip güçlerin lehine ABD’nin nüfuzunu sarsmayı da kapsıyor” dedi.

Biz de Harici olarak geçmişten günümüze İran-Latin Amerika ilişkilerinin seyrini ve Reisi’nin ziyaretinin dünya güç dengelerinde nereye oturduğunu Marmara Üniversitesi öğretim üyesi ve İran Araştırmaları Merkezi (İRAM) kıdemli uzmanı Bilgehan Alagöz’e sorduk:

“1960’larda başlayan ikili ilişkiler yeniden ivmelendi”

  • İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin Latin Amerika ziyaretine, kendi ülkesi gibi ABD yaptırımlarından nasibini almış Venezuela’dan başlaması tesadüf müydü? İran ve Venezuela arasındaki ilişkilerin köklü bir geçmişi var mı?

İran-Venezuela ilişkilerinin tarihi bir derinliği var. Bu iki ülke, 1960’larda OPEC’in kuruluşunda birlikte yer aldı. Dolayısıyla daha o dönemlerde yakın ilişkileri söz konusuydu. Ancak sonraki dönemlerde bu ilişkilerdeki yoğunluk devam etmedi.  Ta ki Ahmedinejat dönemine kadar… Ahmedinejat döneminde İran’ın uluslararası toplum özellikle ABD tarafından yoğun baskı altında kalmasıyla başlayan süreçte İran-Venezuela ilişkileri ivme kazandı. Her iki ülke de antiemperyalist, milliyetçi söylemler üzerinden bir fikir birliğine vardılar. Hatta bu noktada 2011’de İran’ın İspanyolca yayın yapan Hispan TV’nin kuruluşuna öncülük ettiğini biliyoruz. Bu TV kanalının üç ortağı var. Biri İran devlet televizyonu IRIB, ikincisi Küba radyo televizyonu, üçüncüsü de Venezuela haber kanalı Telasur. Hispan TV’nin CNN’nin İspanyolca yayın yapan kanalına karşılık olarak ABD karşıtlığı üzerinden bir yayın politikası yürüttüğünü görüyoruz. Burada yumuşak güç oluşturma çabası var.

Günümüze gelecek olursak 2018’den beri İran’a yoğun bir ABD yaptırımı söz konusu. Yine Venezuela da benzer bir süreç içerisinde. Buna istinaden iki ülke Eylül 2021’de stratejik bir anlaşma imzaladı. İçeriği şuydu: İran, Venezuela ağır ham petrolünü seyreltmek için gereken gaz kondensatını Venezuela’ya sağlayacak. Karşılığında İran da Venezuela’nın ağır ham petrolünü alacak. Bu alışveriş dolar yasak olduğundan altın üzerinden sağlanacak. Çünkü her iki ülke de uluslararası bankacılık sisteminden dışlanıyor ve ABD doları kullanamıyor. Böylece altın külçeleri üzerinden dönen ticaret başladı. Bir sonraki adım geçen yıl bu aylarda Maduro’nun İran’a yaptığı ziyaretle geldi. İki ülke arasında 20 yıllık bir anlaşma imzalandı.

İran; Rusya ve Çin’le de benzer bir stratejik anlaşma içerisinde. Bu anlamda Venezuela ile stratejik ortaklığın bu iki ülkenin ardından gelmesi dikkat çekici. Tüm bunlar dikkate alındığında İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin Latin Amerika ziyaretini Venezuela’dan başlatmasının tesadüf olmadığı, son yıllarda gelişen stratejik işbirliğinin bir devamı olduğunu söylemek mümkün.

Nikaragua Devlet Başkanı Daniel Ortega, Reisi’yi devlet töreniyle karşıladı.

“Küba-İran ilişkileri 1979’lara dayanıyor”

  • Reisi’nin ziyaretinin ardından İran’ın Venezuela ve Küba başta olmak üzere bu kıtadaki ülkelerle siyasi ve ekonomik ilişkilerini geliştirmesi için yeterli imkân ve fırsat var mı? Olası işbirliği alanları neler olabilir?

Reisi’nin Venezuela’dan sonra Nikaragua ve Küba’ya gitmesi asla tesadüf değil. İran-Nikaragua ilişkilerine baktığımızda 2000’lerde kuvvetlenmeye başladığını görüyoruz. Aslında 90’larda iki ülke arasında oldukça gergin bir ilişki söz konusuydu. Nikaragua’daki bazı faili meçhul cinayetlerden İran’ın sorumlu tutulması üzerine iki ülke karşılıklı olarak büyükelçilerini çekmişti. Ancak 2007’de Ahmedinejat’ın bu ülkeyi ziyaret etmesiyle yeni bir sayfa açıldı. O ziyarette İran’a bir liman inşaatı sözü verildi. Ahmedinejat o dönemde buna oldukça önem veriyordu. Ancak sonra yerine geçen Hasan Ruhani’nin bu ülkeye bir ziyareti olmadı. Yani Reisi’nin ziyareti 2007’den bu yana bir ilk. Geçen yıl İran Petrol Bakanı’nın Nikaragua ile bir dizi anlaşma yaptığını da hatırlatmakta fayda var.

Küba’ya gelecek olursak iki ülke ilişkilerini 1979’a kadar götürmemiz mümkün. O dönem Küba Devlet Başkanı Castro’nun İran devrimine büyük sempatisi vardı. Ancak Irak’la da yakın ilişkileri olduğu için İran’a mesafe koyma gereği hissediyordu. Biz İran-Irak savaşında temkinli bir Küba görmüştük. Ancak Hatemi döneminde iki ülke arasındaki ticaret hacmi genişlemeye başladı. Bazı kredi anlaşmaları yapıldı ve 2001’de Castro ilk kez İran’a gitti. O tarihlerden bu yana da İran ile Küba arasındaki yakın ilişkiler devam ediyor.

“Venezuela ile savunma anlaşmaları dikkat çekici”

Latin Amerika ziyaretinde Reisi’ye eşlik eden İran heyetine baktığımızda Dışişleri, Petrol, Savunma ve Sağlık Bakanlarını görüyoruz. Bu bakanların mesuliyetinde olan konular ekseninde anlaşmalar yapıldı.  Özellikle Venezuela ile bazı savunma anlaşmalarının gündeme gelmesi dikkat çekici. Keza iki ülke arasındaki petrol anlaşmaları önemli. Nikaragua ve Küba ile daha çok ticaret ve sağlık ağırlıklı bazı anlaşmalar olduğu görülüyor. Dolayısıyla ekonomik yaptırımlar nedeniyle büyük bir sınırlılık olsa da her bir ülkenin ABD ile yaşadığı sorunlar bu ülkeleri yeni fırsatlar yaratmaya iteliyor. Bu fırsatların daha çok savunma, sağlık ve petrol konularına odaklandığını söyleyebiliriz. Ayrıca Venezuela’nın henüz netleşmese de ticarette Çin yuanını kullanma planı var dolayısıyla İran ve Venezuela’nın ortak bir perspektife giderek daha çok yaklaştığı görülüyor.

“Soğuk Savaş’ın Küba Krizi’ni hatırlatıyor”

  • İran ile Latin Amerika arasındaki ilişkiler Ahmedinejat döneminde ivme kazanmış ancak nükleer müzakereleri izleyen süreçte Tahran’ın bu ülkelere ilgisi azalmıştı. Bugün Tahran’ı ilişkileri yeniden canlandırmaya iten sebepler nelerdir?

İran dış politikası açısından 2015’te imzalanan nükleer anlaşma oldukça önemliydi. Çünkü 1979 devriminden bu yana uluslararası toplumla ilk kez angajman ihtimali doğmuştu. Ne var ki 2018’de ABD Başkanı Trump anlaşmadan çekilme kararı aldı ve İran’a yönelik politikasını oldukça sertleştirdi. Bu gelişme İran’ı yeni arayışlara sevk etti. Bununla ilgili en önemli çabanın küresel aktörler olan Rusya ve Çin ile ilişkileri daha stratejik boyuta taşınması olduğunu görüyoruz. İran bununla yetinmiyor. Latin Amerika ile diyalog ve strateji geliştirerek hem ABD’ye karşı elini kuvvetlendiriyor hem değişen koşullara reaksiyon vermiş oluyor. O yüzden İran’ın Latin Amerika ile geliştirdiği ilişkileri sadece İran dış politikası üzerinden değerlendirmek yerine İran’ın Rusya ve Çin ile kurduğu stratejik ilişki ve bunun ABD’ye vermiş olduğu mesaj ekseninde de değerlendirmek gerekir. Çünkü küresel aktörler Rusya ve Çin nezdinde de Latin Amerika ülkelerinin önemi artmaya başladı. Geçen sene Venezuela’da yapılan askeri tatbikata Çin, Rusya ve İran’ın katılması dikkat çekiciydi. Bu bir nevi Soğuk Savaş döneminin Küba Krizi’ni hatırlatıyor.

O yüzden İran’ın Latin Amerika ile ilişkilerini sadece ikili ilişkiler perspektifinden değerlendirmiyorum. İran’ın Doğu’ya bakış politikası üzerinden dahil olduğu Rusya-Çin bloklaşmasının bir devamı olarak görüyorum. Burada Doğu bir coğrafyayı değil artık ideolojik bir farklılaşmayı temsil ediyor. Dolayısıyla Venezuela ve Küba’yı da artık bu doğunun içerisine dahil edebiliriz.

“ABD yakından izliyor ancak şimdilik tepki vermiyor”

  • İran-Latin Amerika ilişkilerinin gelişmesi ABD açısından ne ifade ediyor?

ABD elbette bu ziyareti yakından takip ediyor. Zira Pentagon’un 2010’da yayınladığı bir rapor, İran Devrim Muhafızları’nın Venezuela’daki varlığını tespit ettiğini öne sürüyor. Yani ABD bu tarihlerden beri iki ülkenin ilişkilerini yakından izliyor. Geçen yıl İsrail Savunma Bakanı’nın İran’ın Venezuela’ya silahlı İHA’lar yolladığına ilişkin bir açıklaması vardı. ABD’nin de bu perspektifi benimsediğini görüyoruz. Dolayısıyla ABD açısından İran’ın Latin Amerika’ya özellikle askeri anlaşmalar üzerinden ulaşma çabaları bir tedirginlik kaynağı. Zira burada İran sadece İran olarak değerlendirilmiyor. İran’ın Rusya ve özellikle de Çin adına fiziki bir güç olarak hareket ettiği değerlendiriliyor. Yani ABD; Rusya ve Çin etkisindeki İran’ın Latin Amerika’ya ulaştığı görüşünde. Ancak şu an çok aktif bir reaksiyon vermiyor. Çünkü İran ve ABD arasında adı konmamış bir anlaşma süreci var. Bunu nükleer anlaşmanın yeniden canlandırılması olarak adlandırmıyorlar ama fiili olarak anlaşma süreci söz konusu ve diplomasinin zedelenmemesi için açıktan tepki koymuyorlar. Ama dediğim gibi İran’ın Rusya ve Çin ile kurduğu ilişkiler ve arkasına onların gücünü alarak Latin Amerika’da yaratmaya çalıştığı özellikle askeri işbirlikleri ABD tarafından yakından takip ediliyor.

AMERİKA

ABD’li senatör: Musk’ın Çin bağlantıları ABD ulusal güvenliği için ‘derin bir tehdit’

Yayınlanma

Elon Musk’ın yeni Donald Trump yönetimine katılımı, olası çıkar çatışmaları nedeniyle incelemeye alınırken, bir senatör Tesla ve SpaceX CEO’sunun Çin ile olan iş bağlarının ABD ulusal güvenliğini tehlikeye atabileceği uyarısında bulundu.

Senato’nun gizlilik, teknoloji ve hukuk alt komitesi başkanı Richard Blumenthal, “Bunun tehlikeli olmanın ötesinde olduğunu düşünüyorum. Bay Musk ve SpaceX’in bu pozisyonda olmasının ulusal güvenliğimiz için derin bir tehdit olduğunu düşünüyorum,” dedi.

Cumhuriyetçi Trump, Musk’ın federal kurumlarda potansiyel olarak büyük kesintilerin yanı sıra düzenlemelerde yapılacak değişiklikleri denetlemeyi amaçlayan bir hükümet verimlilik komisyonuna eş başkanlık edeceğini söyledi.

Tesla araçlarının yarısını, satışlarının da üçte birini gerçekleştirdiği Çin’de üretirken, ABD Savunma Bakanlığı ve diğer devlet kurumları da SpaceX’e giderek daha fazla bağımlı hale geliyor.

Musk’ın Çin ve Başbakan Li Qiang da dahil olmak üzere bazı üst düzey yetkilileriyle olan yakın iş ilişkileri, Pekin tarafından özellikle geçiş döneminin ilk günlerinde Trump’a bir arka kanal olarak değerlendirilebileceğine dair haberlere yol açtı.

Salı günü ABD’li teknoloji şirketleri ve bu şirketlerin Çin ile olan ilişkilerinin ele alındığı bir oturumda konuşan ve 2011 yılından bu yana Connecticut’ta Demokrat senatör olarak görev yapan Blumenthal, Musk’ın Pekin ile olan bağlarının istismar edilebileceğini savundu.

ABD’de Musk ve Ramaswamy “hükümet verimliliğini” denetleyecek

Okumaya Devam Et

AMERİKA

ABD, Filipinler’e Pekin’e karşı kullanması için insansız deniz aracı veriyor

Yayınlanma

Analistler, Washington’ın Manila’ya gelişmiş insansız hava araçları sağlamasının Filipin Donanması için bir “güç çarpanı” görevi göreceğini ve ABD’nin müttefikinin Güney Çin Denizi’nde Çin’e karşı gözetleme ve operasyonel kabiliyetlerini artıracağını söylüyor.

ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin salı günü Filipinler’e yaptığı iki günlük ziyaret sırasında ABD hükümetinin Filipin Donanmasına Batı Filipin Denizi’ndeki operasyonları için açıklanmayan sayıda insansız deniz aracı (USV) verdiğini açıkladı.

Biden yönetimi sona ermeden önce “çok daha fazlasının” teslim edileceği sözünü verdi.

Austin, Filipinler Savunma Bakanı Gilberto Teodoro Jnr ile birlikte Batı Filipin Denizi’ne bakan ve ABD-Filipin ortak askeri tesisine ev sahipliği yapan Puerto Princesa, Palawan’da düzenlediği basın toplantısında şunları söyledi: “Temmuz ayındaki ziyaretim sırasında açıkladığım 500 milyon ABD doları tutarındaki yabancı askeri finansmanla, Filipinler’in münhasır ekonomik bölgesi (MEB) boyunca haklarını ve egemenliğini savunacak yetenek ve araçlara sahip olmasını sağlamaya yardımcı olmak için bunun gibi daha birçok platformun teslim edilmesini bekliyoruz.”

Austin, ABD’nin “Filipinler’in savunmasına derinden bağlı olduğunu” ve Manila ile olan Karşılıklı Savunma Anlaşmasının “Güney Çin Denizi’nin herhangi bir yerinde, sahil güvenlik güçlerimiz de dahil olmak üzere silahlı kuvvetlerimize, uçaklarımıza veya kamu gemilerimize yönelik silahlı saldırılar için geçerli olduğunu” yineledi.

Okumaya Devam Et

AMERİKA

ABD’nin nükleer modernizasyon planı: Pentagon’dan kritik açıklama

Yayınlanma

ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon), ülkenin nükleer cephaneliğini artırma ve modernize etmeyi planlandığını açıkladı. Bu adımın, caydırıcılık kabiliyetini güçlendirmek amacıyla hayata geçirileceği ifade edildi.

Nükleer politikalardan sorumlu savunma bakan yardımcısı Richard Johnson, bu hedefin gerekirse nükleer kuvvetlerdeki stratejik ayarlamaları da içereceğini belirtti.

Johnson, Washington merkezli Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi’nde (CSIS) düzenlenen konferansta yaptığı konuşmada, “Bugün mevcut ABD kuvvetlerine ve doktrinine güveniyoruz. Fakat, eğer caydırıcılık kabiliyeti yetersiz kalırsa, bu eksikliği zamanında gidermeye hazır olmalıyız,” dedi.

Johnson, ABD’nin nükleer doktrinini, silahların modernizasyon programını ve kuvvetlerin hazır olma durumunu gerektiğinde yeniden değerlendireceğini vurguladı.

Yetkili, “Caydırıcılık başarısız olsa bile Washington, belirlediği hedeflere ulaşabilecek kapasitededir,” ifadesini kullandı.

20 Kasım’da, ABD Silahlı Kuvvetleri Stratejik Komutanı (STRATCOM) General Anthony Cotton, ABD’nin, Rusya ve Çin’e ek olarak “üçüncü taraf” tehditlerine karşı yeterli güçlere sahip olup olmadığını inceleyeceğini bildirmişti.

Cotton, günümüz tehditlerinin, nükleer modernizasyonun başladığı dönemden çok daha karmaşık hale geldiğini belirterek, “Stratejik planlama artık Rusya ve Çin’in giderek artan agresif tavırlarına uygun şekilde yeniden şekillendirilmelidir,” değerlendirmesini yapmıştı.

STRATCOM temsilcisi Tuğamiral Thomas Buchanan ise ABD’nin, potansiyel düşmanlara karşı caydırıcılık sağlayacak bir cephaneliğe sahip olması gerektiğini, aksi takdirde nükleer saldırı senaryolarının devreye girebileceğini söylemişti.

Öte yandan, 19 Kasım’da Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Rusya’nın nükleer doktrininde önemli değişiklikler içeren güncellemeleri onayladı.

Yeni doktrine göre, insansız hava araçları veya nükleer olmayan seyir füzeleri ile yapılan saldırılarda ya da toprak kaybetme tehdidi karşısında nükleer silah kullanımının mümkün olduğu açıklandı.

Ayrıca, diğer nükleer güçlerin dolaylı olarak çatışmaya dahil olması, Moskova tarafından “saldırı” olarak değerlendirilecek.

Bu kapsamda, yalnızca Rusya’nın değil, müttefiki Belarus’un toprak bütünlüğüne yönelik tehditler de agresif bir tutumla karşılanacak.

Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü’ne (SIPRI) göre, Ocak 2023 itibarıyla Rusya’nın 4 bin 500, ABD’nin ise 3 bin 700 nükleer savaş başlığı bulunuyor.

Rusya’nın nükleer doktrinini güncellemesi ne anlama geliyor?

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English