Bizi Takip Edin

DİPLOMASİ

Seçim döneminde Biden’ın Orta Doğu kumarı

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız makalede, Biden’ın Suudi-İsrail normalleşmesini merkeze alarak oluşturmaya çalıştığı yeni Orta Doğu vizyonu ele alınıyor. ABD seçimlerinin yaklaşması nedeniyle söz konusu vizyonun seçime hayata geçmesinin neredeyse imkansız olduğuna dikkat çekilen makalede, hayata geçmese bile bir yol haritasının kamuoyuna açıklanmasının “büyük bir diplomatik zafer” anlamına gelebileceği iddia ediliyor. Makale bu vizyonun önündeki engellere de dikkat çekiyor:

***

Biden’ın Orta Doğu’yu Yeniden İnşa İçin Yaptığı Büyük Pazarlık

Seçim yılı kumarı uzak bir ihtimal.

Amy Mackinnon ve Robbie Gramer

Planlara aşina dokuz analist ve eski ABD hükümet yetkilisine göre Biden yönetimi, İsrail ve Suudi Arabistan arasındaki yakınlaşmayı Filistin devletine yönelik önemli adımlara bağlayacak iddialı bir büyük pazarlık için zemin hazırlıyor. Bu uzun soluklu diplomatik kumar Orta Doğu’yu yeniden şekillendirebilir ve ABD Başkanı Joe Biden’ın dış politika mirasını tanımlayabilir, ancak birçok kişinin aşılamayacağından korktuğu şaşırtıcı zorluklarla karşı karşıya.

Yönetimin üzerinde çalıştığı plan, Suudi dış politikasının en önemli önceliklerinden biri olan ABD-Suudi savunma anlaşması için daha önceden var olan çabaların üzerine inşa ediliyor. Bunun karşılığında en etkili Körfez Arap ülkesi olan Suudi Arabistan, İsrail ile diplomatik ilişkiler kuracak ve tüm taraflar Filistin devletine doğru geri dönüşü olmayan adımlar atmayı kabul edecek.

İsrail’in Arap dünyasında ve ötesinde geniş çaplı kınamalara neden olan Gazze’deki misilleme savaşına rağmen, Suudi yetkililer normalleşme çabalarından asla vazgeçmedi. Washington’daki yetkililer, ABD öncülüğünde onlarca yıldır sürdürülen barış çabalarının İsrailliler ve Filistinliler arasındaki gerilimi sona erdiremediği ya da işlevsel, egemen bir Filistin devleti yaratamadığı bir bölgede, inatçı statükoyu sarsmanın en iyi yolu olarak hâlâ bunu görüyor.

Biden’ın Beyaz Saray’daki en üst düzey Orta Doğu yardımcısı Brett McGurk, görüşmelere aşina olanlara göre bu çabaya öncülük ediyor ve yönetimin önerilen planı ilkbaharda açıklaması bekleniyor.

Bu konudaki diplomatik çabalar savaştan önce de zorluydu ve hem İsrail toplumunda derin bir travma yaratan 7 Ekim 2023 Hamas saldırısı hem de İsrail’in Gazze Şeridi’ne düzenlediği ve Hamas yönetimindeki Gazze Sağlık Bakanlığı’na göre 28 binden fazla Filistinlinin ölümüne neden olan acımasız saldırı nedeniyle daha da karmaşıklaştı.

Obama döneminde ABD’nin İsrail-Filistin müzakereleri özel temsilcisi olarak görev yapan Frank Lowenstein diplomatik atak için “Sanki saatte 100 mil hızla koşarken ve bataklığa saplanmışken Rubik küpünü tamamlamaya çalışıyorsunuz” dedi: “Bu konudaki zorluk derecesi tavan yapmış durumda.”

Geçen hafta ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, ABD’nin Gazze’de ateşkes sağlanması ve İsrailli rehinelerin serbest bırakılmasının yanı sıra bölgedeki gerilimi azaltacak daha geniş kapsamlı bir anlaşmaya aracılık etmek amacıyla yürüttüğü çok aşamalı diplomatik girişimin bir parçası olarak savaşın başlamasından bu yana bölgeye beşinci ziyaretini gerçekleştirirken bu zorluklar açıkça görülüyordu.

Ziyaret, Hamas’ın ABD, Mısır, İsrail ve Katarlı yetkililer tarafından hazırlanan ve geçen ayın sonlarında örgüte sunulan olası bir ateşkes anlaşmasına verdiği yanıtın ardından gerçekleşti. Blinken, militan grubun taleplerinin “mümkün olmayan” bazı maddeler içerdiğini belirtirken, daha fazla müzakere için alan bıraktığını kaydetti. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu Hamas’ın önerdiği şartları “hayal ürünü” olarak nitelendirdi. Blinken nihayetinde bir anlaşma sağlayamadan Washington’a geri döndü.

Hamas’ın saldırısı ve İsrail’in tepkisinin yarattığı kargaşa Orta Doğu’da yankılanırken iddialı bir diplomasi için uygun bir zaman değil gibi görünebilir. Analistler ve eski ABD yetkilileri de hiçbir anlaşmanın on yıllardır süren çatışmaları sona erdiremeyeceğinin altını çiziyor. Ancak bazı uzmanlar bu krizin bölgeyi sardığı gerçeğinin, tam da bu yüzden şimdi denemek için iyi bir zaman olduğunu söylüyor.

Washington merkezli S. Daniel İbraham Orta Doğu Barış Merkezi’nin genel müdürü Joel Braunold, “Her şey çok kaotik. Büyük bir pazarlık yapmak için fırsat var” diyor.

Daha önceki barış çabalarında yer almayan önemli bir unsur; İsrail ile ilişkilerin normalleşmesini kendi ekonomik ve güvenlik çıkarlarına uygun gören Körfez Arap ülkelerinin ilgisi. George H.W. Bush ve Clinton yönetimleri sırasında ABD’nin Orta Doğu barış çabalarına öncülük eden Dennis Ross, “Buradaki yeni faktör bu” dedi.

Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn, Trump yönetiminin kolaylaştırdığı İbrahim Anlaşmalarının bir parçası olarak İsrail ile normalleşme anlaşmaları imzaladı. Katar son yıllarda önemli bir diplomatik aracı olarak ortaya çıktı, Hamas’ın siyasi kanadının yanı sıra ABD ile de ilişkilerini sürdürdü ve Gazze’deki İsrailli rehinelerin serbest bırakılmasına ilişkin müzakerelerin merkezinde yer aldı.

Suudi Arabistan’la normalleşme vaadi İsrail’in Arap dünyasındaki yalnızlığını daha da azaltacak ve en azından teoride Riyad’a Filistinlilere taviz vermesi için İsrail üzerinde güçlü bir koz sağlayacaktır.

Hem Suudi Arabistan hem de ABD, Kasım ayındaki ABD başkanlık seçimlerinden önce bir an evvel anlaşma yapmak için oldukça motive olmuş durumdalar. Böyle bir anlaşma, dış politika sicili Afganistan’dan Ukrayna’ya ve Orta Doğu’ya kadar kriz yönetimiyle dolu olan bir başkan için büyük bir diplomatik zafer anlamına gelecektir. NBC News’e göre Suudi Arabistan, ABD ile savunma anlaşmasının Senato’dan geçmesini istiyor ve Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham böyle bir anlaşma için gerekli üçte iki çoğunluğa ulaşmak amacıyla ilave oyları sağlama sözü verdi.

Yine de anlaşmaya giden yol istikrarsız. Biden’ın Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ile ilişkisi karmaşık. O dönem aday olan Biden, 2020 başkanlık kampanyası sırasında Washington Post köşe yazarı Cemal Kaşıkçı’nın vahşice öldürülmesi nedeniyle Orta Doğu ülkesini “parya” bir devlet olarak tanımlamış ve göreve geldikten sonra da uzun bir geçmişe sahip ABD-Suudi ilişkilerini yeniden değerlendirmeye almıştı.

Şimdi ABD tam bir geri dönüş yaptığına ve anlaşma için istekli göründüğüne göre, Riyad’ın İsrail ile ilişkileri normalleştirme karşılığında Washington’dan ağır bir bedel almaya çalışması muhtemel. Suudi Dışişleri Bakanlığı bu ay yayınladığı bir bildiride “1967 sınırları içinde başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız Filistin devleti tanınmadığı sürece İsrail ile diplomatik ilişkilerin olmayacağını” söyledi.

Suudi Arabistan’ın Washington Büyükelçiliği sözcüsü Fahad Nazer, Foreign Policy’ye yaptığı açıklamada, “Suudi Arabistan’ın kısa vadedeki önceliği Gazze’de devam eden şiddetin sona erdirilmesi, bunun için de derhal ateşkesin sağlanması, kritik önemdeki insani yardımların ulaştırılması ve rehinelerin serbest bırakılması” dedi: “Bunu Filistin devletine giden açık ve geri dönülmez bir yol sağlayan barış sürecine dönüş takip etmeli.”

Biden yönetimi ile Netanyahu hükümeti arasındaki ilişkiler de giderek gerginleşiyor. Washington, Filistin devletinin kurulmasına uzun süredir karşı çıkan bir başbakan tarafından yönetilen İsrail tarihinin en sağcı hükümetiyle karşı karşıya.

Ancak Amerika Ulusal Güvenlik Yahudi Enstitüsü Başkanı Michael Makovsky “bu sadece Netanyahu meselesi değil, bu İsrail’in meselesi” diyor. “7 Ekim’den sonra kendi güvenlikleri için neye ihtiyaç duyduklarına dair algıları tamamen değişti.” Holokost’tan bu yana Yahudilere yönelik tek bir günde gerçekleştirilen en büyük katliam olarak kabul edilen 7 Ekim’deki Hamas saldırısı, İsrail toplumunda şok etkisi yarattı ve İsrail halkının Filistin devleti konusundaki görüşlerinde tektonik değişimlere neden oldu: Son anketlere göre İsraillilerin yüzde 65’i iki devletli çözüme karşı çıkarken sadece yüzde 25’i bunu destekliyor; bu da İsraillilerin on yıl önceki duruşlarının tamamen tersine döndüğünü gösteriyor.

Foreign Policy bu yazı için İsrail’in Washington Büyükelçiliği ile bir röportaj yapmak üzere temasa geçti ancak görüşme talebi kabul edilmedi.

Filistinlilerin böyle bir anlaşmadan ne elde edecekleri de belirsiz. Birleşmiş Milletler, Arap liderler ve Blinken Filistin devletine doğru geri dönüşü olmayan adımlar atılması çağrısında bulundu ancak ABD’li yetkililer henüz bunun ne anlama geleceğini ve bu tür önlemlerin nasıl geri dönülmez hale getirileceğini açıkça belirtmedi. Biden yönetimi, Filistin devletinin tam olarak kurulmasının uzak bir ihtimal olduğu konusunda gerçekçi ancak en azından toprak devri ya da Doğu Kudüs konusunda anlaşma gibi iki devletli bir çözüme zemin hazırlamaya yardımcı olabilecek seçenekleri araştırıyor. Dışişleri Bakanlığı’nın da “askerden arındırılmış” Filistin devletinin neye benzeyeceğine dair seçenekleri araştırdığı bildiriliyor, ancak bu Filistin tarafı için bir iyi başlangıç olmayabilir.

Bir de Filistin tarafında devlete giden yolda kimin müzakere edeceği meselesi var. Orta Doğu Enstitüsü’nde kıdemli bir araştırmacı olan Khaled Elgindy, Amerika Birleşik Devletleri’nin müzakere edebileceği başlıca siyasi oluşumlar olan Filistin Yönetimi ve FKÖ’nün “kemikleşmiş ve meşruiyetlerinin büyük ölçüde yitirmiş” olduğunu söyledi: “FKÖ neredeyse hiç yok ve Filistin Yönetimi de işlevsiz, bölünmüş, zayıf ve Filistinliler arasında hiç sevilmiyor.” Bu arada, savaş zamanı yapılan anketler Hamas’ın hem Gazze hem de Batı Şeria’daki Filistinliler arasında destek kazandığını gösteriyor.

Biden yönetimi Filistin Yönetimi’nin yeniden canlandırılmasına yardımcı olacak planlardan bahsetti, ancak burada da bu planın gerçekte neleri içerdiğine dair ayrıntılar belli olmadı. Elgindy, “Nihai bir sonucu müzakere etmeden önce büyük iç reformlar yapılması gerekiyor çünkü İsrail ile bu varoluşsal meseleleri müzakere etmek için meşruiyete ve yetkiye sahip liderliğe ihtiyacınız var” dedi: “Bu, daha önceki tüm müzakerelerin başarısız olmasının ana nedenlerinden biri.”

Amerika Birleşik Devletleri’nde Biden, İsrail-Hamas savaşının büyük bir rol oynadığı seçim döngüsünde eski Başkan Donald Trump’a karşı çetin bir başkanlık seçimi kampanyasıyla karşı karşıya. İlerici Demokratlar Biden’ı İsrail’e karşı çok yumuşak davranmakla eleştirirken, Cumhuriyetçiler de İsrail’i destekleme ve İran ile bölgedeki vekil gruplarını cezalandırma için yeterince ileri gitmemekle suçluyor.

Bu arada Kongre partizan çekişmelerle boğuşuyor ve İsrail’e milyarlarca dolar finansman içeren büyük bir ulusal güvenlik ek tasarısını henüz geçiremedi. Hem Suudi Arabistan hem de İsrail-Filistin meseleleri geçmişte Kongre’de siyasi gerilim başlıkları oldu. Herhangi bir yeni anlaşma, ya finansman yoluyla ya da Suudi Arabistan ile yeni bir savunma anlaşması Senato onayıyla Kongre’nin katılımını gerektirebilir.

Bırakın modern tarihin en işlevsiz Kongre’lerinden birine sahip bir seçim yılında nihai bir anlaşmaya varmayı, özellikle de ABD seçimleri öncesinde hızlandırılmış bir zaman çizelgesinde nihai bir anlaşmaya varmak imkansız bir görev olabilir. Lowenstein, “Tüm bu anlaşmanın önümüzdeki üç ya da dört ay içinde imzalanacağı, mühürleneceği ve teslim edileceği fikri, matematiğin bu konuda nasıl çalıştığını anlamıyorum” dedi. Lowenstein, Biden’ın baharda bir yol haritası olarak sadece büyük pazarlığın parametrelerini açıklamasının daha uygulanabilir bir alternatif olacağını söyledi: “Bu, en azından bana, nispeten uygulanabilir geliyor.”

Ancak yönetimin içindekiler, başarısızlık riski yüksekse, az da olsa başarı şansının getireceği ödüllerin daha da yüksek olduğunu söylüyor ve Biden yönetimi yetkililerinin bu şansı ellerinin tersiyle itemeyeceklerini belirtiyor.

Ortadoğu’daki en önemli diplomatik atılımlardan bazıları, 1973 savaşından sonra İsrail ve Mısır arasındaki ilişkileri sağlamlaştıran 1978 Camp David Anlaşması ve 1987’den 1993’e kadar süren Birinci İntifada’dan sonra iki devletli bir çözüm için etkili bir vizyon oluşturan 1993 Oslo Anlaşması da dahil, savaşın arkasından geldi.

Blinken bölgeye yaptığı ziyaret sırasında “Filistin devletine giden somut, zamana bağlı ve geri dönüşü olmayan bir yol” da dâhil “bölgedeki herkes için adil ve kalıcı barış ve güvenlik için diplomatik yol izlemeye kararlıyız” dedi.

DİPLOMASİ

Tayvan kalabalık bir İHA üreticisi heyetle Litvanya’yı ziyaret ediyor

Yayınlanma

Tayvan’ın en üst düzey diplomatı bu hafta Litvanya’ya ilk ziyaretini gerçekleştirerek Vilnius ile bağlarını güçlendirmeye çalışıyor.

Tayvan Dışişleri Bakanı Lin Chia-lung, insansız hava aracı üreticilerinden oluşan bir heyeti pazar gününe kadar sürecek bir ziyaret için Doğu Avrupa ülkesine götürüyor. Tayvan Dışişleri Bakanlığı, drone ile ilgili 20 üreticinin ziyaretinin amacının “Tayvan’ın drone Ar-Ge ve üretim yeteneklerini Avrupalı ve küresel demokratik ortaklara göstermek ve Tayvan’ın küresel drone tedarik zincirinin çekirdeği olma hedefini teşvik etmek” olduğunu söyledi.

Bu misyon, Tayvan lideri Lai Ching-te’nin Avrupa, Japonya ve Güneydoğu Asya’da sanayi bölgeleri kurma hedeflerini de içeren daha geniş kapsamlı ekonomik diplomasi çabalarının bir parçası gibi görünüyor. ABD’nin yeni Başkanı Donald Trump döneminde daha yüksek ticaret tarifeleri ve daha fazla jeopolitik belirsizlik beklentisi, ekonomik ilişkileri geliştirme aciliyetini artırıyor.

Avrupa Parlamentosu kısa süre önce Çin’in Tayvan’a yönelik baskılarını kınayan bir önergeyi kabul etti. İngiliz yetkililer de bu ayın başlarında resmi ticaret görüşmeleri için Tayvan’ı ziyaret etti.

Ancak Litvanya’da başbakan olmaya aday görünen Sosyal Demokrat Partili Gintautas Paluckas, Litvanya’nın Tayvan’ın 2021’de temsilcilik açmasına izin verme kararını “vahim bir diplomatik hata” olarak nitelendirdi.

Tayvan’da bir Litvanya ofisi yaklaşık bir yıl sonra açıldı. Pekin, Litvanya hükümetine tepki göstererek temsilciliği düşürdü ve çok uluslu şirketlere Baltık ülkesiyle ilişkilerini kesmeleri için baskı yaptı.

Tayvan’dan bir kaynak, Nikkei Asia’ya verdiği demeçte, bu haftaki ziyaretin birkaç amaca hizmet ettiğini söyledi: yerli üreticilerin iş fırsatlarını genişletmelerine yardımcı olmak, aynı zamanda Litvanya ile ekonomik ve ticari ilişkileri güçlendirmek, yeni Litvanya hükümetiyle bağlar kurmak ve Litvanya’nın savunma direncini güçlendirmek için ABD ve Avrupa Birliği ile işbirliği yapmak.

Lin’in selefi ve şu anda Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı olan Joseph Wu da geçen yıl Litvanya’yı ziyaret etmişti.

Çin gazetesi Global Times bu ayın başlarında yayınladığı bir makalede, “Litvanya’nın bu maskaralığın acı sonuçlarına katlandığını, zira gerçeklerin Vilnius’un Çin’in kırmızı çizgisini kışkırtmak için ABD’nin piyonu olarak hareket ederken, özellikle de pek çok Avrupa ülkesinin Çin ile pratik işbirliği arayışında olduğu bir dönemde, kazançtan çok maliyetle karşı karşıya olduğunu” yazdı.

Tayvan’dan bir düşünce kuruluşu DSET’in Ulusal Güvenlik Araştırma Programı Direktörü Jerrel Chunkuei Lai, Lin’in Litvanya ziyaretinin “özellikle Skydio gibi drone üreticilerinin Çin’in yaptırımlarından zarar gördüğü bir ortamda drone tedarik zincirini riskten arındırma amacını taşıdığını” söyledi.

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

Filipinler ve ABD savunma bağlarını derinleştirmek için istihbarat paylaşımı anlaşması imzaladı

Yayınlanma

Filipinler ve ABD pazartesi günü bir askeri istihbarat paylaşım anlaşması imzalayarak iki ülke arasındaki savunma bağlarını derinleştirdi.

ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin anlaşmayı Filipinli mevkidaşı Gilberto Teodoro ile Manila’daki askeri karargahta imzaladı ve iki ülke silahlı kuvvetleri arasında işbirliğini kolaylaştıracak bir koordinasyon merkezinin de temelini attı.

Genel Askeri Bilgi Güvenliği Anlaşması ya da GSOMIA olarak adlandırılan anlaşma, her iki ülkenin de gizli askeri bilgileri güvenli bir şekilde paylaşmasına olanak tanıyor.

Filipinler Savunma Bakanlığı Sözcüsü Arsenio Andolong, “Bu anlaşma Filipinler’in ABD’den daha yüksek kabiliyetlere ve yüksek fiyatlı ürünlere erişimini sağlamakla kalmayacak, aynı zamanda benzer düşünen ülkelerle benzer anlaşmalar yapma fırsatını da yaratacak” dedi.

ABD ve Filipinler arasındaki güvenlik angajmanları Başkan Joe Biden ve Filipinli mevkidaşı Ferdinand Marcos Jr yönetiminde derinleşti. ABD, bölgesel müttefikleri aracılığıyla bölgede etkisi artan Çin’i baskılamaya çalışıyor.

Çin Dışişleri Bakanlığı pazartesi günü yaptığı açıklamada her türlü askeri anlaşma ya da güvenlik işbirliğinin “üçüncü bir tarafın çıkarlarına yönelik olmaması ya da zarar vermemesi ve bölgesel barışı baltalamaması ya da bölgedeki gerilimi artırmaması gerektiğini” söyledi.

Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Lin Jian “Kendi ulusal güvenliğini korumak ve bölgede barış ve istikrarı sürdürmek için tek doğru seçenek iyi komşuluk ilişkilerine ve stratejik özerkliğe bağlı kalmaktır” dedi.

Amerika Birleşik Devletleri ve Filipinler arasında 1951 yılına dayanan ve Güney Çin Denizi de dâhil olmak üzere taraflardan birinin saldırıya uğraması halinde devreye sokulabilecek bir karşılıklı savunma anlaşması bulunuyor.

Koordinasyon merkezinin temel atma töreninde konuşan Austin, “Filipinler’e olan sarsılmaz bağlılığımızın altını çizerek başlamak istiyorum” dedi.

Austin, koordinasyon merkezinin iki savunma anlaşması müttefiki arasında gerçek zamanlı bilgi paylaşımını mümkün kılacağını ve birlikte çalışabilirliği artıracağını söyledi.

Austin, “Burası kuvvetlerimizin bölgesel zorluklara yanıt vermek için yan yana çalışabileceği bir yer olacak” dedi.

Filipinler, ABD’nin yeni seçilen Başkanı Donald Trump döneminde de ittifakın güçlü kalacağına inandığını ifade etti.

Filipinler Savunma Bakanı Teodoro yemin töreninde yaptığı konuşmada Marcos’un daha önce yaptığı açıklamaları yineleyerek “Amerika Birleşik Devletleri’nin Hint Pasifik bölgesindeki varlığı bu bölgede barış ve istikrarın korunması için elzemdir” dedi.

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

Brezilya’daki G20 zirvesinde Küresel Güney gündemi ön plana çıkıyor

Yayınlanma

Bu yılki 20’ler Grubu Zirvesi pazartesi günü (bugün) Rio de Janeiro’da başlıyor ve dönemsel ev sahibi Brezilya, ekonomik eşitsizliklerin arttığı ve dünya düzeninin giderek parçalandığı bir ortamda iklim çözümleri ve uluslararası kurumlarda reformlar gerçekleştirme sözü verdi.

Aralarında görevden ayrılan ABD Başkanı Joe Biden, Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ve Hindistan Başbakanı Narendra Modi’nin de bulunduğu dünyanın en büyük 20 ekonomisine sahip ülkelerin liderleri, Rio de Janeiro’da bir araya geliyor. Moskova Rio’ya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov başkanlığında bir heyet gönderdi. Donald Trump’ın Beyaz Saray’a dönüşünün ve Ukrayna başta olmak üzere şiddetlenen küresel çatışmaların toplantılara damgasını vurması bekleniyor.

Kısa bir süre önce geçirdiği kafa travmasının ardından iyileşmekte olan Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inacio Lula da Silva, Afrika Birliği ve Avrupa Birliği’nin yanı sıra gelişmekte olan ve gelişmiş 19 üye ülkenin bir araya geldiği toplantıya başkanlık edecek. Eski bir fabrika işçisinden solcu bir devlet başkanına dönüşen Silva, zengin ve çoğunlukla Batılı ülkelerin hakim olduğu kurumlar tarafından uzun süredir ihmal edildiklerini düşünen daha az varlıklı ekonomiler için kullanılan ve Küresel Güney olarak adlandırılan ülkelerin çıkarlarını ilerletme konusunda bir önceki ev sahibi Hindistan’ın bıraktığı yerden devam etmeye çalışacak.

Brezilya’nın başkanlığı, Küresel Güney ülkelerinin G20’yi yönetme serisini devam ettiriyor: Hindistan’dan önce Endonezya’ya sıra gelmişti, 2026’da ABD’nin rolü üstlenmesinden önce ise Güney Afrika’ya sıra gelecek. Bu aynı zamanda Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’nın yanı sıra yeni katılan Mısır, Etiyopya, İran ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni kapsayan bir başka çok taraflı platform olan BRICS’in genişlemesiyle de aynı zamana denk geliyor.

Hindistan’daki Observer Research Foundation adlı düşünce kuruluşunda kıdemli araştırmacı olan Sunaina Kumar Nikkei Asia’ya yaptığı açıklamada G20 başkanlığını kimin üstleneceğinin “çok önemli” olduğunu söyledi ve değişen dünya düzeninin ortasında Küresel Güney’den dört ülkenin sürekli olarak liderliği üstlenmesinin zamanlamasının, gelişmekte olan ülkelerin gündemini merkez sahneye taşıdığını belirtti.

Kumar, “Brezilya, Hindistan’ın başkanlığı üzerine inşa ediliyor ve Hindistan da Endonezya üzerine inşa ediliyordu,” dedi ve ekledi: “Gerçek şu ki, her başkanlık döneminde [Küresel Güney gündeminin] daha da güçlendiğini ve sesinin daha gür çıktığını görüyoruz.” Kumara göre, geçen yılki Yeni Delhi zirvesine Afrika Birliği’nin de dahil edilmesi buna bir örnek.

Rusya ve Çin, BRICS’i bu gündemin güçlü bir savunucusu olarak öne çıkarıyor ve Endonezya ve Tayland’dan Türkiye’ye kadar yeni ortaklarla aktif bir şekilde etkileşime geçiyor.

BRICS grubu içindeki ticaret artarken Moskova ve Pekin için bu grup, ABD liderliğindeki dünya düzenine alternatif bir vizyon sunmaları için önemli bir forum olarak görülüyor. Yine de bu durum BRICS koalisyonuna G20 içerisinde daha büyük bir nüfuz kazandırmıyor zira diğer üyelerin de kendi öncelikleri var.

Carnegie Endowment for International Peace’de kıdemli araştırmacı olan Stewart Patrick geçen ay yayınladığı bir raporda hem G20 hem de BRICS üyesi olan diğer ülkelerin – Brezilya, Hindistan ve Güney Afrika’nın yanı sıra BRICS’e katılmaya davet edilen ancak henüz bunu resmen yapmayan Suudi Arabistan – “stratejik seçeneklerini ve ittifaklarını açık tutmakta temel bir çıkara sahip olduklarını” yazdı.

Patrick, “Her iki kulübe de üye olmak onlara içeride ve dışarıda bir oyun oynama imkanı veriyor – BRICS plus’ta karşı hegemonik bir koalisyon oluştururken, G20 içinde küresel yönetişim reformu için baskı yapabilecekleri ancak Doğu-Batı ve Kuzey-Güney bölünmeleri arasında köprüler kurabilecekleri daha pragmatik, karma bir strateji benimsiyorlar” dedi.

Brezilya’nın yönetimindeki G20 tartışmaları Birleşmiş Milletler, Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü gibi Batı liderliğindeki uluslararası kurumların nasıl modernize edileceğine odaklanacak. Gündemdeki diğer konular arasında açlık ve yoksullukla mücadelenin yanı sıra iklim değişikliği ve temiz enerjinin teşvik edilmesi de yer alıyor. Liderlerin salı günü zirvenin kapanışında yayınlayacakları bildiride Ukrayna ve Orta Doğu’daki savaşlara barışçıl çözümler bulunması çağrısında bulunmaları bekleniyor.

Ancak Lula için G20 aynı zamanda Hindistan Başbakanı Modi’ninkine benzeyen bir diplomatik dengeleme hareketine de işaret ediyor. Her ikisi de Batı’nın yaptırım uygulama ve izole etme hamlelerine rağmen Rusya ile dostane ilişkilerini sürdürdü.

Bu haftaki G20, Trump’ın dönüşüyle dünyanın Washington’daki bir sonraki yönetimin ABD’nin Ukrayna ve Rusya’ya yönelik tutumunu nasıl değiştireceğini görmeyi beklediği bir döneme denk geliyor. Zira Biden yönetimi gitmeden önce kritik bir hamle olarak Ukrayna’ya uzun menzilli ATACMS füzeleriyle Rusya toprakları içindeki hedefleri vurma yetkisi verdi.

Brookings Enstitüsü’nde Küresel Ekonomi ve Kalkınma programında kıdemli araştırmacı olan Joshua Meltzer, Biden döneminde G20’nin ABD-Çin çatışması ve Rusya ile yaşanan gerilimler nedeniyle daha az önemli olduğunu, yedi gelişmiş ekonomiden oluşan G7’nin ise “çok daha önemli” hale geldiğini söyledi. Ancak Trump’ın ilk döneminde G7’de “çok yıkıcı” bir varlık olduğunu ve bunun yine tekrarlanabileceğini belirtti.

ABD G20 başkanlığını yeniden devraldığında Trump ikinci döneminin ikinci yılında olacak. Uzmanlar Trump ile G20 içindeki Batı etkisi artsa da, yine de gelişmekte olan kilit ülkelerin önümüzdeki yıllarda Küresel Güney’in sesini yükseltmeye devam edeceği görüşünde.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English