Bizi Takip Edin

DİPLOMASİ

Seçim döneminde Biden’ın Orta Doğu kumarı

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız makalede, Biden’ın Suudi-İsrail normalleşmesini merkeze alarak oluşturmaya çalıştığı yeni Orta Doğu vizyonu ele alınıyor. ABD seçimlerinin yaklaşması nedeniyle söz konusu vizyonun seçime hayata geçmesinin neredeyse imkansız olduğuna dikkat çekilen makalede, hayata geçmese bile bir yol haritasının kamuoyuna açıklanmasının “büyük bir diplomatik zafer” anlamına gelebileceği iddia ediliyor. Makale bu vizyonun önündeki engellere de dikkat çekiyor:

***

Biden’ın Orta Doğu’yu Yeniden İnşa İçin Yaptığı Büyük Pazarlık

Seçim yılı kumarı uzak bir ihtimal.

Amy Mackinnon ve Robbie Gramer

Planlara aşina dokuz analist ve eski ABD hükümet yetkilisine göre Biden yönetimi, İsrail ve Suudi Arabistan arasındaki yakınlaşmayı Filistin devletine yönelik önemli adımlara bağlayacak iddialı bir büyük pazarlık için zemin hazırlıyor. Bu uzun soluklu diplomatik kumar Orta Doğu’yu yeniden şekillendirebilir ve ABD Başkanı Joe Biden’ın dış politika mirasını tanımlayabilir, ancak birçok kişinin aşılamayacağından korktuğu şaşırtıcı zorluklarla karşı karşıya.

Yönetimin üzerinde çalıştığı plan, Suudi dış politikasının en önemli önceliklerinden biri olan ABD-Suudi savunma anlaşması için daha önceden var olan çabaların üzerine inşa ediliyor. Bunun karşılığında en etkili Körfez Arap ülkesi olan Suudi Arabistan, İsrail ile diplomatik ilişkiler kuracak ve tüm taraflar Filistin devletine doğru geri dönüşü olmayan adımlar atmayı kabul edecek.

İsrail’in Arap dünyasında ve ötesinde geniş çaplı kınamalara neden olan Gazze’deki misilleme savaşına rağmen, Suudi yetkililer normalleşme çabalarından asla vazgeçmedi. Washington’daki yetkililer, ABD öncülüğünde onlarca yıldır sürdürülen barış çabalarının İsrailliler ve Filistinliler arasındaki gerilimi sona erdiremediği ya da işlevsel, egemen bir Filistin devleti yaratamadığı bir bölgede, inatçı statükoyu sarsmanın en iyi yolu olarak hâlâ bunu görüyor.

Biden’ın Beyaz Saray’daki en üst düzey Orta Doğu yardımcısı Brett McGurk, görüşmelere aşina olanlara göre bu çabaya öncülük ediyor ve yönetimin önerilen planı ilkbaharda açıklaması bekleniyor.

Bu konudaki diplomatik çabalar savaştan önce de zorluydu ve hem İsrail toplumunda derin bir travma yaratan 7 Ekim 2023 Hamas saldırısı hem de İsrail’in Gazze Şeridi’ne düzenlediği ve Hamas yönetimindeki Gazze Sağlık Bakanlığı’na göre 28 binden fazla Filistinlinin ölümüne neden olan acımasız saldırı nedeniyle daha da karmaşıklaştı.

Obama döneminde ABD’nin İsrail-Filistin müzakereleri özel temsilcisi olarak görev yapan Frank Lowenstein diplomatik atak için “Sanki saatte 100 mil hızla koşarken ve bataklığa saplanmışken Rubik küpünü tamamlamaya çalışıyorsunuz” dedi: “Bu konudaki zorluk derecesi tavan yapmış durumda.”

Geçen hafta ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, ABD’nin Gazze’de ateşkes sağlanması ve İsrailli rehinelerin serbest bırakılmasının yanı sıra bölgedeki gerilimi azaltacak daha geniş kapsamlı bir anlaşmaya aracılık etmek amacıyla yürüttüğü çok aşamalı diplomatik girişimin bir parçası olarak savaşın başlamasından bu yana bölgeye beşinci ziyaretini gerçekleştirirken bu zorluklar açıkça görülüyordu.

Ziyaret, Hamas’ın ABD, Mısır, İsrail ve Katarlı yetkililer tarafından hazırlanan ve geçen ayın sonlarında örgüte sunulan olası bir ateşkes anlaşmasına verdiği yanıtın ardından gerçekleşti. Blinken, militan grubun taleplerinin “mümkün olmayan” bazı maddeler içerdiğini belirtirken, daha fazla müzakere için alan bıraktığını kaydetti. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu Hamas’ın önerdiği şartları “hayal ürünü” olarak nitelendirdi. Blinken nihayetinde bir anlaşma sağlayamadan Washington’a geri döndü.

Hamas’ın saldırısı ve İsrail’in tepkisinin yarattığı kargaşa Orta Doğu’da yankılanırken iddialı bir diplomasi için uygun bir zaman değil gibi görünebilir. Analistler ve eski ABD yetkilileri de hiçbir anlaşmanın on yıllardır süren çatışmaları sona erdiremeyeceğinin altını çiziyor. Ancak bazı uzmanlar bu krizin bölgeyi sardığı gerçeğinin, tam da bu yüzden şimdi denemek için iyi bir zaman olduğunu söylüyor.

Washington merkezli S. Daniel İbraham Orta Doğu Barış Merkezi’nin genel müdürü Joel Braunold, “Her şey çok kaotik. Büyük bir pazarlık yapmak için fırsat var” diyor.

Daha önceki barış çabalarında yer almayan önemli bir unsur; İsrail ile ilişkilerin normalleşmesini kendi ekonomik ve güvenlik çıkarlarına uygun gören Körfez Arap ülkelerinin ilgisi. George H.W. Bush ve Clinton yönetimleri sırasında ABD’nin Orta Doğu barış çabalarına öncülük eden Dennis Ross, “Buradaki yeni faktör bu” dedi.

Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn, Trump yönetiminin kolaylaştırdığı İbrahim Anlaşmalarının bir parçası olarak İsrail ile normalleşme anlaşmaları imzaladı. Katar son yıllarda önemli bir diplomatik aracı olarak ortaya çıktı, Hamas’ın siyasi kanadının yanı sıra ABD ile de ilişkilerini sürdürdü ve Gazze’deki İsrailli rehinelerin serbest bırakılmasına ilişkin müzakerelerin merkezinde yer aldı.

Suudi Arabistan’la normalleşme vaadi İsrail’in Arap dünyasındaki yalnızlığını daha da azaltacak ve en azından teoride Riyad’a Filistinlilere taviz vermesi için İsrail üzerinde güçlü bir koz sağlayacaktır.

Hem Suudi Arabistan hem de ABD, Kasım ayındaki ABD başkanlık seçimlerinden önce bir an evvel anlaşma yapmak için oldukça motive olmuş durumdalar. Böyle bir anlaşma, dış politika sicili Afganistan’dan Ukrayna’ya ve Orta Doğu’ya kadar kriz yönetimiyle dolu olan bir başkan için büyük bir diplomatik zafer anlamına gelecektir. NBC News’e göre Suudi Arabistan, ABD ile savunma anlaşmasının Senato’dan geçmesini istiyor ve Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham böyle bir anlaşma için gerekli üçte iki çoğunluğa ulaşmak amacıyla ilave oyları sağlama sözü verdi.

Yine de anlaşmaya giden yol istikrarsız. Biden’ın Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ile ilişkisi karmaşık. O dönem aday olan Biden, 2020 başkanlık kampanyası sırasında Washington Post köşe yazarı Cemal Kaşıkçı’nın vahşice öldürülmesi nedeniyle Orta Doğu ülkesini “parya” bir devlet olarak tanımlamış ve göreve geldikten sonra da uzun bir geçmişe sahip ABD-Suudi ilişkilerini yeniden değerlendirmeye almıştı.

Şimdi ABD tam bir geri dönüş yaptığına ve anlaşma için istekli göründüğüne göre, Riyad’ın İsrail ile ilişkileri normalleştirme karşılığında Washington’dan ağır bir bedel almaya çalışması muhtemel. Suudi Dışişleri Bakanlığı bu ay yayınladığı bir bildiride “1967 sınırları içinde başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız Filistin devleti tanınmadığı sürece İsrail ile diplomatik ilişkilerin olmayacağını” söyledi.

Suudi Arabistan’ın Washington Büyükelçiliği sözcüsü Fahad Nazer, Foreign Policy’ye yaptığı açıklamada, “Suudi Arabistan’ın kısa vadedeki önceliği Gazze’de devam eden şiddetin sona erdirilmesi, bunun için de derhal ateşkesin sağlanması, kritik önemdeki insani yardımların ulaştırılması ve rehinelerin serbest bırakılması” dedi: “Bunu Filistin devletine giden açık ve geri dönülmez bir yol sağlayan barış sürecine dönüş takip etmeli.”

Biden yönetimi ile Netanyahu hükümeti arasındaki ilişkiler de giderek gerginleşiyor. Washington, Filistin devletinin kurulmasına uzun süredir karşı çıkan bir başbakan tarafından yönetilen İsrail tarihinin en sağcı hükümetiyle karşı karşıya.

Ancak Amerika Ulusal Güvenlik Yahudi Enstitüsü Başkanı Michael Makovsky “bu sadece Netanyahu meselesi değil, bu İsrail’in meselesi” diyor. “7 Ekim’den sonra kendi güvenlikleri için neye ihtiyaç duyduklarına dair algıları tamamen değişti.” Holokost’tan bu yana Yahudilere yönelik tek bir günde gerçekleştirilen en büyük katliam olarak kabul edilen 7 Ekim’deki Hamas saldırısı, İsrail toplumunda şok etkisi yarattı ve İsrail halkının Filistin devleti konusundaki görüşlerinde tektonik değişimlere neden oldu: Son anketlere göre İsraillilerin yüzde 65’i iki devletli çözüme karşı çıkarken sadece yüzde 25’i bunu destekliyor; bu da İsraillilerin on yıl önceki duruşlarının tamamen tersine döndüğünü gösteriyor.

Foreign Policy bu yazı için İsrail’in Washington Büyükelçiliği ile bir röportaj yapmak üzere temasa geçti ancak görüşme talebi kabul edilmedi.

Filistinlilerin böyle bir anlaşmadan ne elde edecekleri de belirsiz. Birleşmiş Milletler, Arap liderler ve Blinken Filistin devletine doğru geri dönüşü olmayan adımlar atılması çağrısında bulundu ancak ABD’li yetkililer henüz bunun ne anlama geleceğini ve bu tür önlemlerin nasıl geri dönülmez hale getirileceğini açıkça belirtmedi. Biden yönetimi, Filistin devletinin tam olarak kurulmasının uzak bir ihtimal olduğu konusunda gerçekçi ancak en azından toprak devri ya da Doğu Kudüs konusunda anlaşma gibi iki devletli bir çözüme zemin hazırlamaya yardımcı olabilecek seçenekleri araştırıyor. Dışişleri Bakanlığı’nın da “askerden arındırılmış” Filistin devletinin neye benzeyeceğine dair seçenekleri araştırdığı bildiriliyor, ancak bu Filistin tarafı için bir iyi başlangıç olmayabilir.

Bir de Filistin tarafında devlete giden yolda kimin müzakere edeceği meselesi var. Orta Doğu Enstitüsü’nde kıdemli bir araştırmacı olan Khaled Elgindy, Amerika Birleşik Devletleri’nin müzakere edebileceği başlıca siyasi oluşumlar olan Filistin Yönetimi ve FKÖ’nün “kemikleşmiş ve meşruiyetlerinin büyük ölçüde yitirmiş” olduğunu söyledi: “FKÖ neredeyse hiç yok ve Filistin Yönetimi de işlevsiz, bölünmüş, zayıf ve Filistinliler arasında hiç sevilmiyor.” Bu arada, savaş zamanı yapılan anketler Hamas’ın hem Gazze hem de Batı Şeria’daki Filistinliler arasında destek kazandığını gösteriyor.

Biden yönetimi Filistin Yönetimi’nin yeniden canlandırılmasına yardımcı olacak planlardan bahsetti, ancak burada da bu planın gerçekte neleri içerdiğine dair ayrıntılar belli olmadı. Elgindy, “Nihai bir sonucu müzakere etmeden önce büyük iç reformlar yapılması gerekiyor çünkü İsrail ile bu varoluşsal meseleleri müzakere etmek için meşruiyete ve yetkiye sahip liderliğe ihtiyacınız var” dedi: “Bu, daha önceki tüm müzakerelerin başarısız olmasının ana nedenlerinden biri.”

Amerika Birleşik Devletleri’nde Biden, İsrail-Hamas savaşının büyük bir rol oynadığı seçim döngüsünde eski Başkan Donald Trump’a karşı çetin bir başkanlık seçimi kampanyasıyla karşı karşıya. İlerici Demokratlar Biden’ı İsrail’e karşı çok yumuşak davranmakla eleştirirken, Cumhuriyetçiler de İsrail’i destekleme ve İran ile bölgedeki vekil gruplarını cezalandırma için yeterince ileri gitmemekle suçluyor.

Bu arada Kongre partizan çekişmelerle boğuşuyor ve İsrail’e milyarlarca dolar finansman içeren büyük bir ulusal güvenlik ek tasarısını henüz geçiremedi. Hem Suudi Arabistan hem de İsrail-Filistin meseleleri geçmişte Kongre’de siyasi gerilim başlıkları oldu. Herhangi bir yeni anlaşma, ya finansman yoluyla ya da Suudi Arabistan ile yeni bir savunma anlaşması Senato onayıyla Kongre’nin katılımını gerektirebilir.

Bırakın modern tarihin en işlevsiz Kongre’lerinden birine sahip bir seçim yılında nihai bir anlaşmaya varmayı, özellikle de ABD seçimleri öncesinde hızlandırılmış bir zaman çizelgesinde nihai bir anlaşmaya varmak imkansız bir görev olabilir. Lowenstein, “Tüm bu anlaşmanın önümüzdeki üç ya da dört ay içinde imzalanacağı, mühürleneceği ve teslim edileceği fikri, matematiğin bu konuda nasıl çalıştığını anlamıyorum” dedi. Lowenstein, Biden’ın baharda bir yol haritası olarak sadece büyük pazarlığın parametrelerini açıklamasının daha uygulanabilir bir alternatif olacağını söyledi: “Bu, en azından bana, nispeten uygulanabilir geliyor.”

Ancak yönetimin içindekiler, başarısızlık riski yüksekse, az da olsa başarı şansının getireceği ödüllerin daha da yüksek olduğunu söylüyor ve Biden yönetimi yetkililerinin bu şansı ellerinin tersiyle itemeyeceklerini belirtiyor.

Ortadoğu’daki en önemli diplomatik atılımlardan bazıları, 1973 savaşından sonra İsrail ve Mısır arasındaki ilişkileri sağlamlaştıran 1978 Camp David Anlaşması ve 1987’den 1993’e kadar süren Birinci İntifada’dan sonra iki devletli bir çözüm için etkili bir vizyon oluşturan 1993 Oslo Anlaşması da dahil, savaşın arkasından geldi.

Blinken bölgeye yaptığı ziyaret sırasında “Filistin devletine giden somut, zamana bağlı ve geri dönüşü olmayan bir yol” da dâhil “bölgedeki herkes için adil ve kalıcı barış ve güvenlik için diplomatik yol izlemeye kararlıyız” dedi.

DİPLOMASİ

Reuters: Ukrayna’ya askeri yardım koordinasyonunu ABD yerine NATO üstlendi

Yayınlanma

Reuters ajansına konuşan bir kaynağa göre, ABD, Ukrayna’ya yönelik Batı ülkelerinin askeri yardımlarının koordinasyon görevini Kuzey Atlantik İttifakı’na (NATO) devretti.

Bu adım, önceden planlanmış olmasına rağmen birkaç ay ertelenmişti.

Ajans, bu kararın NATO’nun Ukrayna’ya asker göndermeden “savaşta daha aktif bir rol üstlenmesini” sağlayacağını belirtti.

Fakat diplomatlar, ABD’nin Kiev’e en büyük askeri desteği sağlamaya devam etmesi nedeniyle bu değişikliğin etkisinin sınırlı kalabileceğini ifade etti.

Ajans ayrıca, ABD Başkanı seçilen Donald Trump’ın Rusya-Ukrayna savaşını hızla sona erdirmek istediğini, ancak bunu başarmak için nasıl bir yol izleyeceğini henüz açıklamadığını anımsattı.

NATO ülkeleri, temmuz ayında Washington’da düzenlenen bir zirvede, Ukrayna’ya askeri yardım sevkiyatının koordinasyonunun NATO’ya devredilmesine karar verdi.

Bu yeni yapı, NATO Güvenlik Yardım ve Eğitim Misyonu (NSATU) olarak adlandırılıyor ve yaklaşık 700 kişilik bir personel kadrosuna sahip.

Misyonun merkezi, Almanya’nın Wiesbaden kentindeki bir ABD üssünde bulunuyor.

McFaul: Ukrayna, topraklardan feragat karşılığında NATO üyeliğine ikna edilmeli

Okumaya Devam Et

AVRUPA

İsveç’ten “enerji kablosu” projesine Alman elektrik reformu şartı

Yayınlanma

İsveç, Berlin’in elektrik piyasasını yeniden düzenleyerek denizaşırı ülkelerden daha düşük maliyetli elektrik çekmeyi durdurması halinde Almanya’yı güney İsveç’e bağlayacak bir elektrik kablosu projesini onaylamaya hazır olduğunu açıkladı.

İsveç Enerji Bakanı Ebba Busch Financial Times’a (FT) yaptığı açıklamada, Almanya ve İsveç elektrik piyasalarını birbirine bağlaması planlanan 700 megavatlık Hansa PowerBridge projesinin “Almanya kendi sistemini düzene sokana kadar” erteleneceğini söyledi. 

Busch, Almanya’nın iç elektrik piyasasını, şebekelerinin verimliliğini artıracak ve fiyatları düşürecek ihale bölgelerine ayırması halinde İsveç hükümetinin proje üzerinde “harekete geçmeye hazır olacağını” da sözlerine ekledi.

Bu tür reformların, Almanya’nın İsveç’in büyük ölçüde hidroelektrikle üretilen daha ucuz elektriğini çekmesini ve İsveçli tüketiciler için maliyetlerin artmasını önleyeceği düşünülüyor.

Elektrik, şebekeler üzerinde en yüksek fiyat talebinin olduğu yere doğru akıyor. İsveç’in şebekesi halihazırda Baltık Denizinin altından geçen bir enterkonnektör aracılığıyla Almanya’ya bağlı.

Avrupa’daki elektrik fiyatlarına ilişkin tartışmalar, AB üyesi ülkelerin Rus gazı ve fosil yakıtlardan uzaklaşmak için sisteme hava koşullarına bağlı yenilenebilir enerji eklemek için acele etmeleri nedeniyle bu yıl giderek hararetlendi.

Bu durum, güneşin parladığı ve rüzgârın estiği dönemlerde önemli ölçüde fazla üretime yol açarken, güneş ya da rüzgârın olmadığı zamanlarda da üretimin çok düşük olduğu dönemleri beraberinde getirdi. Sonuç olarak birçok ülkede fiyatlar son derece dalgalı bir seyir izledi.

Busch, geçtiğimiz çarşamba ve perşembe günleri İsveç’in güneyinde fiyatların “eksi fiyatlardan” kilovat saat başına yaklaşık 1 avroya sıçradığını söyledi. Busch, bunun yatırım için “çok zor bir durum yarattığını” da sözlerine ekledi.

Yaz aylarında Yunanistan Başbakanı Kyriakos Mitsotakis de Yunanistan’daki açıklanamaz yüksek faturalarla ilgili endişelerini dile getirmiş ve bloğun enerji sistemini daha iyi incelenmesi gereken bir “kara kutu” olarak tanımlamıştı.

Mitsotakis, “İyi işleyen ve yenilenebilir enerji kaynaklarından gerçekten yararlanan bir enerji piyasasına sahip olmak istiyorsak, bu konulara bakan ve müdahale etme kapasitesine sahip bir tür Avrupa düzenleyicisi düşünmeliyiz,” dedi.

AB’nin enerji düzenleyicisi Acer pazartesi günü, elektrik şebekesi maliyetlerinin 2050 yılına kadar iki katına çıkabileceği ve mevcut şebekelere daha fazla yük bindikçe “elektrik faturalarının genel karşılanabilirliğini tehlikeye atacağı” uyarısında bulundu.

Norveçli politikacılar geçen hafta, ülkedeki elektrik fiyatlarının 2009’dan bu yana en yüksek seviyeye ulaşması üzerine, Norveç ile Danimarka, Almanya ve Britanya arasındaki enterkonektörleri gözden geçirmek istediklerini söyledi. O zamandan bu yana fiyatlar aralık ayı için rekor düşük seviyelere geriledi.

Oslo’nun endişelerine atıfta bulunan Busch, “dünyanın geri kalanının bir parçası olmayı seven açık, ilerici bir ülkenin bu birbirine bağlı enerji sisteminin bir parçası olmak istemeyebileceğimizin sinyalini vermesinin Avrupa için üzücü bir an olduğunu” söyledi.

Busch, Almanya’nın yüksek fiyatlarının sorumlusu olarak nükleer santrallerini kapatma ve 2011 yılında Japonya’da meydana gelen Fukushima kazasının ardından AB düzeyinde nükleere verilen desteğe karşı çıkma kararını gösterdi.

İsveç de bir önceki hükümet döneminde benzer bir karar almış aöa politikasını değiştirerek Avrupa düzeyinde nükleer enerjinin en güçlü savunucularından biri haline gelmişti.

İsveç’in kendi enerji sistemi, ülkenin hidroelektrik santrallerinin çoğunun bulunduğu kuzeyden zayıf iletim bağlantıları olduğu için genellikle büyük bölgesel fiyat farklılıklarından muzdarip.

Geçtiğimiz hafta Volvo Cars, Volvo Trucks ve SKF’ye ev sahipliği yapan Göteborg’daki tüketiciler elektrik için kuzeydeki Luleå kentindekilerden 190 kat daha fazla ödedi.

FT’ye konuşan İsveç’in önde gelen bir şirket yöneticisi, “Enerji politikamız umutsuz. Eğer işleri kısa sürede yoluna koymazsak, sanayinin büyük bir kısmı sıkıntıya girebilir,” dedi.

Busch, Avrupa’nın nükleer enerji konusunda “siyasi mücadelelere” girmeyi bırakması ve sistemi istikrara kavuşturmak için teknolojiye daha fazla yatırım yapılmasını teşvik etmesi gerektiğini söyledi.

Busch, nükleer karşıtı Yeşiller partisinin üyesi Alman Enerji Bakanı Robert Habeck’i kastederek, “Hiçbir siyasi irade fiziğin temel kurallarını geçersiz kılamaz, Dr. Robert Habeck bile,” dedi.

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

İsviçreli Büyükelçi Buch: Rusya’yı zayıflatmış olabilirler, ama aynı zamanda tüm Batı’yı da zayıflatmış oldular

Yayınlanma

İsviçre’nin Türkiye Büyükelçisi Jean-Daniel Ruch, Rusya-Ukrayna barış görüşmelerinin erken sonlandırılmasının savaşın uzamasına ve ölümlerin artmasına yol açtığını belirtti. Batı’nın bu stratejisinin sadece Rusya’yı değil, tüm Batı’yı da zayıflattığını vurguladı.

İsviçre’nin Türkiye Büyükelçisi Jean-Daniel Ruch, Türkiye’nin savaşın altıncı haftasında gerçekleştirdiği ve giderek olumsuz bir şöhrete bürünen Rusya-Ukrayna barış görüşmelerine dair değerlendirmede bulundu.

Antithèse adlı YouTube kanalına mülakat veren Ruch, müzakerelerin nasıl sonlandırıldığı ve Batı’nın bu süreçteki rolü üzerine çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.

Ruch, Batı’nın –özellikle İngiliz müttefikler ve Amerikalıların– müzakerelerin başarıya ulaşmasının eşiğinde olduğu bir dönemde bu süreci sonlandırdığını belirtti.

Bu kararın, Batı’nın Rusya’yı zayıflatma stratejisi kapsamında alındığını ifade eden Ruch, bu yaklaşımın hem Rusya’yı hem de Batı’yı zayıflattığını ileri sürdü.

“Bu kararı son derece ahlaksızca buluyorum, zira savaşın devam etmesi halinde ölümlerin on binlerce, hatta yüz binlerle ifade edilebileceği aşikardı,” diyen Ruch, bu kararın insani boyutunu vurguladı.

Ruch, Batı’nın müzakereleri sonlandırma kararını, Rusya’yı zayıflatma amacıyla erken alındığını ve bunun da savaşın uzamasına yol açtığını savundu.

Ruch, “Neden bu kadar çok insan öldü?” sorusunu sorarak, Batı’nın stratejisinin sadece Rusya’yı değil, aynı zamanda tüm Batı’yı da zayıflattığını dile getirdi.

Avrupa’nın bu süreçte önemli ölçüde etkilendiğini belirten Ruch, “Rusya’yı zayıflatmış olabilirler, ama aynı zamanda tüm Batı’yı da zayıflatmış oldular,” dedi.

Savaşın devam etmesi durumunda ölümlerin artacağı ve çatışmaların daha da tırmanacağı konusunda uyarılarda bulunan Ruch, “Bu, insanlık adına büyük bir trajediydi,” ifadelerini kullandı.

Ayrıca, bugün yapılacak bir barış anlaşmasının bile Rusya’nın uzlaşmaya hazır olup olmadığına bağlı olduğunu belirten Ruch, sürecin son derece zorlu olduğunu vurguladı.

Öte yandan Ruch, kitabının yazılmasına neden olan süreç hakkında da bilgiler verdi. “Rusya’nın işgalinden sonra başladım, zira bu durumu önleyememiş olmamız mümkün değildi,” diyen Ruch, Batı’nın masada iki taslak anlaşma olmasına rağmen bunlara uymamasının savaşın uzamasına neden olduğunu söyledi.

Tarihçilerin bu dönemi bir gün yeniden ele almasının gerektiğini belirten Ruch, “Bu, belki de tarihçiler tarafından bir gün yeniden ele alınması gereken bir tartışma,” değerlendirmesini yaptı.

Türkiye’nin bu süreçteki rolüne de değinen Ruch, Türkiye’nin tarafsızlık konusunda Ukrayna ile çalışmak istediğini ve bu konuda görüşmeler yaptığını anlattı. “Türkler, Ukrayna için tarafsızlık kavramı üzerinde bizimle çalışmak istiyorlardı,” diyen Ruch, Türkiye’nin tarafsızlık modeli üzerine çalışmalar yaptığını ve bu sürecin önemli olduğunu belirtti.

Ruch, Batı’nın küresel bir gündemi olduğunu ve bu savaşla yüzleşmek için acelelerinin olmadığını ifade etti. Rusya’nın nükleer tehditlerini artırması ve Batı’nın buna karşı ne tür tedbirler alacağı konusundaki endişelerini dile getiren Ruch, kara birliklerinin NATO ile Rusya arasında bir savaşa yol açabileceğini ve bunun Türkiye’nin güvenliği açısından ciddi riskler taşıdığını vurguladı.

Ayrıca Ruch, savaşın yarın sona ereceğini düşünmediğini ve çözüm modelinin hala İstanbul’da müzakere edilenlere dayandığını belirtti. Tarafsızlık ve güvenlik garantileri konusundaki belirsizlikler nedeniyle bu sürecin ne kadar zor olacağını vurgulayan Ruch, “Bu savaşın yarın sona erdiğini göremeyeceğiz,” diye ekledi.

Ukrayna’da müzakere gündemi: Toprak mı güvenlik garantisi mi?

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English