Bizi Takip Edin

Ortadoğu

İsrail’de sivil itaatsizlik tartışması: “İntifada arifesinde ordu parçalanmak üzere”

Yayınlanma

Değerlendirmelerin tümü, Mart ayı sonlarında Batı Şeria’da bir isyan, şiddet ve terör saldırıları dalgasının patlak verebileceğine işaret ediyor. Böyle bir durum, kara kuvvetlerinden, hava kuvvetlerinden ve istihbarat birliklerinden on binlerce yedek askerin çağrılmasını gerektirecektir. Ancak hükümetin yargıyı ve hükümet denetimini zayıflatma girişimi devam eder ve buna yönelik protestolar yoğunlaşarak sivil itaatsizliğe dönüşürse, orduda görev almama, IDF’yi çökmekle tehdit edecek boyutlara ulaşacaktır.”

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun aşırı sağcılarla ittifak yaparak kurduğu koalisyon hükümetinin attığı adımlar Filistinlileri endişelendirdiği kadar Yahudi vatandaşlarda da kırılma yaratmış durumda. Batı Şeria’da yasadışı Yahudi yerleşimlerinin genişletilmesi ve yasalaştırılması için atılan saldırgan adımlar, hem Arap vatandaşlara hem de muhalif İsraillilere yönelik ötekileştirici dil ve merkez ve sol partilerin “demokrasiye tehdit” gördükleri yargı reformu… İsrail tarihinin en sağcı hükümeti göreve geldiğinden bu yana geçen iki ayda, ülkede temelde Filistin-İsrail sorununa odaklı politik ayrışmaya ek olarak İsrail toplumu laik-aşırı dindar ile diktatörlük- “demokrasi” temelinde bir ayrımın da eşiğinde. İsrail toplumundaki bu kutuplaşma, koalisyon ortaklarına paylaştırılan yetkiler nedeniyle yetki karmaşasının yaşandığı güvenlik birimlerinde de tartışma yaratmış durumda. İsrail basınında hemen her gün eski ya da mevcut güvenlik görevlilerinin İsrail hükümetinden duyduğu rahatsızlık dile getiriliyor.

İsrail güçleri ve yerleşimcilerin, Zatera beldesinde düzenledikleri kundaklamalarda Filistinlilere ait çok sayıda araç kullanılmaz hale geldi. Foto: Issam Rimawi / AA

Ben-Gvir ve Smotrich saldırganları destekledi”

Batı Şeria’nın kuzeyindeki Huvvara beldesinde ise 26 Şubat’ta iki Yahudi yerleşimcinin silahlı saldırıda öldürülmesi ve aynı günün akşam saatlerinde yüzlerce Yahudi yerleşimcinin İsrail ordusunun gözetiminde Huvvara beldesine gelerek Filistinlilere karşı “toplu intikam” saldırıları düzenlemesi ülkede gerilimi iyice tırmandırdı. İsrail Kamu Yayın Kuruluşunun (KAN) haberinde, İsrail kabinesinin aşırı sağcı üyelerinden Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir ve Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, Nablus’a bağlı Huvvara beldesinde Filistinlilere karşı organize saldırılara girişen Yahudi yerleşimcileri desteklemekle itham edildi. Haberde, “(Adı paylaşılmayan) Üst düzey güvenlik kaynakları, bakanlardan Bezalel Smotrich ve Itamar Ben Gvir ile bunların partilerinden (Dini Siyonizm ve Yahudi Gücü) milletvekillerini, Huvvara’daki Yahudi isyancıları desteklemek ve Batı Şeria’da gerilimi daha da artırmaya çalışmakla suçladı” ifadelerine yer verildi. Huvvara’daki hadisenin “iyi organize edildiğine” işaret edilen haberde, “Yahudi gençlerin önceden hazırlanmış molotof kokteylleriyle beldeye girdikleri” vurgulandı.

Aynı bağlamda, “Israel Hayom” gazetesi de, güvenlik kaynaklarına dayandırdığı haberinde, “Huvvara olaylarına karışanların siyasi düzeyde desteklendiğini” aktararak, “saldırılara karıştıkları tespit edilen ve gözaltına alınan 7 Yahudi şüpheliden 6’sının serbest bırakıldığını” yazdı.

Teröristlerin iktidar koalisyonunda temsilcileri var”

Haaretz‘den Yossi Verter ise Huvvara’dakine benzer olayların daha önce de yaşandığını ancak bu yaşanan son olayın farklı olduğunu yazdı. Verter’e göre “artık Yahudi teröristlerin iktidar koalisyonunda temcilcileri var.” Verter, Yahudi terörünü öven iktidar milletvekilleri olduğunu bazılarının da sessiz kalarak şiddeti desteklediklerini belirtti. “Netanyahu düşerken İsrail’i de dibe batırıyor” başlıklı yazında Verter, şu çarpıcı tespitte bulundu: “İki ay önce Netanyahu ülkeyi makul mekanik bir durumda teslim aldı. O zamandan beri elli dokuz gün geçti ve ülke sadece çökmüş, hırpalanmış değil, paramparça olmuş durumda. Hayatımızın her köşesinde kaos hüküm sürüyor; şiddet, artan suç, vahim durumdaki güvenlik ve daha da kötüye giden ekonomi… Ve emin olabileceğimiz bir şey varsa, o da her şeyin çok daha kötüye gideceği ve bunun çok yakında olacağıdır.”

‘Sivil itaatsizlik çağrıları spekülasyon değil’

New York Times‘tan Thomas L. Friedman’ın kaleme aldığı “Netanyahu İsrail toplumunu parçalıyor” başlıklı makalede de Yahudi yerleşimciler ve Filistinliler arasındaki şiddetin yeni olmadığı, yeni olan durumun buradaki şiddeti kontrol altına alma görevinin İsrail tarihindeki en aşırı sağ, ultra Ortodoks ve tüm Batı Şeria’yı ilhak etmek isteyen hükümette olduğu hatırlatıldı. Öte yandan makalede, İsrail demokrasisini gerçekten parçalayabilecek yeni faktörün, Netanyahu’nun ‘yargı reformu’ adı altında İsrail Yüksek Mahkemesi’nin bağımsızlığını sona erdirme planı olduğuna dikkat çekildi: “Halkın çoğunluğunun yargının devrilmesine karşı olduğunu gösteren anketleri görmezden gelen – ve İsrail Cumhurbaşkanı ile Amerikan Başkanının bu konuda ulusal bir diyalog sağlanana kadar değişiklikleri erteleme çağrılarına rağmen – Netanyahu ve aşırılık yanlısı müttefikleri, meseleyi önümüzdeki bir kaç hafta içinde Meclis’ten geçirmek için acele ediyorlar.”

Makalede, eski MOSSAD Şefi Danny Yatom’un Kanal 13’e yaptığı yargı reformu yasasının Meclis’ten geçmesi durumunda hükümetten gelen emirlere itaatsizliğin meşru olacağına ilişkin açıklamaya atıf yapıldı. “Bu boş bir spekülasyon değil” diyen Friedman, The Times of Israel’in Askeri İstihbarat Özel Harekat Birimi’nden yaklaşık 250 subayın istifa mektubu hazırladığına ilişkin haberini de hatırlattıktan sonra şunları yazdı: “İsrail hiçbir zaman bir Filistin intifadası, bir Yahudi yerleşimci intifadası ya da bir yargı intifadası yaşamadı. Ancak bu, Netanyahu’nun aşırı sağcı hükümeti göreve geldiğinden beri gün yüzüne çıkmaya başladı.”

İsrail Savunma Bakanı, Huvvara ziyareti sonrası “Bizi zor günler bekliyor” açıklaması yaptı. Foto: İsrail Savunma Bakanlığı

‘En büyük endişe: Ordunun dağılacağı korkusu’

Haaretz‘den Yossi Melman da yargı reformuna karşı sivil itaatsizlik çağrılarının İsrail ordusu üzerindeki etkilerini anlatan bir makale kaleme aldı. “Yeni bir intifada arifesinde İsrail ordusu parçalanmak üzere” başlıklı bir makalede, “İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi’nin bugünlerde en büyük ve en acil endişesi, ne İran ne de herkesin yakında patlak vermesini beklediği Filistin ayaklanması. Aksine, ordunun dağılacağı korkusu” diyen Melman, nüfusun giderek artan bir bölümünün askerlik hizmetini yapmayı reddettiğini söylüyor. Melman’a göre bunun iki sebebi var: Birincisi yargı reformu ikincisi mevcut hükümetin koalisyon anlaşmalarının ultra-Ortodoksları bugün olduğu gibi sadece fiilen değil, hukuken de askerlik hizmetinden muaf tutacak hükümleri.

“Her geçen gün, Genelkurmay Başkanı, subaylar ve sahadaki komutanlar, göreve gelmeyeceklerini veya en azından bu seçeneği düşündüklerini açıklayan daha fazla yedek asker görüyor. Diğerleri, yasayı çiğnemekten kaçınmak için çağrı emirlerine uyarlarsa, arka tarafta önemsiz işler verilmesini isteyeceklerini söylüyor” diyen Melman, Halevi’yi daha da endişelendirecek gelişmenin görevdeki genç subayların sözleşmelerinin yenilenmesini reddetmesi olduğunu belirtti:

“Şu anda kaç yedek askerin hizmet vermeye isteksiz olduğu bilinmiyor. Ancak temkinli tahminlere ve hem kıdemli hem de kıdemsiz eski komutanlarıyla yapılan konuşmalara dayanarak, binlerce kişi ya tereddüt ediyor ya da göreve gelmeyi açıkça reddediyor. Sayı kesinlikle medyada bildirilenden çok daha fazla.”

‘IDF çökme tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir’

500 eski Şin Bet (yurt içi gizli servis) ajanının yargı reformuna karşı imza toplandığını ve eski Mossad çalışanlarının da benzer bir kampanyaya hazırlandığını anlatan Melman, MOSSAD Direktörü David Barnea’nın, rütbesi departman başkanı seviyesinin altında olan mevcut çalışanların yargı reformuna karşı yapılan gösterilere katılmasına izin verdiğine dikkat çekti. Melman, basına da yansıyan IDF’nin en seçkin ve gizli birimlerinden Askeri İstihbarat’a bağlı özel harekat birimindeki 200 kadar yedek askerin yargı reformu Meclis’ten geçtiği taktirde görev yapmayı reddedeceklerine ilişkin mektuba da dikkat çekti: “Artan askerlik reddi, IDF (İsrail Savunma Kuvvetleri) için özellikle zor bir zamanda geliyor. Filistinlileri normal zamanlarda bile daha fazla huzursuzluğa sürükleme eğiliminde olan Müslümanların kutsal ayı Ramazan bir ay sonra başlayacak. İsrail’de tutuklu bulunan Filistinliler, bayram arifesinde açlık grevine başlayacaklarını açıkladı. Askeri İstihbarat ve Şin Bet değerlendirmelerinin tümü, Mart ayı sonlarında Batı Şeria’da bir isyan, şiddet ve terör saldırıları dalgasının patlak verebileceğine işaret ediyor. Bu yeni bir intifadaya yol açabilir. (…) Böyle bir durum, kara kuvvetlerinden, hava kuvvetlerinden ve istihbarat birliklerinden on binlerce yedek askerin çağrılmasını gerektirecektir. Ancak hükümetin yargıyı ve hükümet denetimini zayıflatma girişimi devam ederse ve buna yönelik protestolar yoğunlaşarak sivil itaatsizliğe dönüşürse, orduda görev almama, IDF’yi çökmekle tehdit edecek boyutlara ulaşacaktır.”

Ortadoğu

Suriye’nin tarihi hazineleri Facebook üzerinden satışa çıkarılıyor

Yayınlanma

İngiliz The Guardian gazetesinin araştırması, Suriye’de eski hükümetin düşmesinden bu yana tarihi eser kaçakçılığının benzeri görülmemiş bir şekilde arttığını ortaya koydu. Araştırmaya göre, güvenlik boşluğu ve yoksulluk nedeniyle mezarlar ve tarihi alanlar yağmalanırken, çalınan paha biçilmez eserler Facebook gibi platformlarda açıkça satılıyor. Uzmanlar, Batı’daki talebin bu yağmayı körüklediği uyarısında bulunuyor.

İngiliz The Guardian gazetesi, Suriye’nin Palmira kentinden yürüttüğü kapsamlı bir araştırmayla, ülkede eski hükümetin geçen aralık ayında düşmesinin ardından tarihi eser kaçakçılığı ve internet üzerinden satışında benzeri görülmemiş bir artış yaşandığını gözler önüne serdi.

Gazetenin haberine göre, ülkedeki geniş çaplı güvenlik zafiyeti ve derin yoksulluk, “arkeolojik altın ateşi” olarak tanımlanan bir yağma dalgasını tetikledi.

Bu durum, tarihi mezarları ve arkeolojik alanları yasa dışı define avcılarının hedefi hâline getirdi.

Palmira sakini ve “Barış İçin Miras” örgütünde aktivist olan Muhammed el-Faris, mezar hırsızlarının gecenin karanlığından faydalanarak binlerce yıllık mezarları kazdığını belirtti.

Faris, bu kazılar sırasında arkeolojik katmanların birbirine karıştırıldığını ve bunun da alanın tarihsel bağlamının tamamen kaybolması tehlikesini doğurduğunu vurguladı.

Sadece bir arkeolojik alanda, hırsızların geride bıraktığı ve derinliği 3 metreye ulaşan çukurlar belgelendi. Bu çukurlar, binlerce dolara satılabilecek mezar hazineleri ve parçaları bulmak amacıyla kazılıyor.

Kaçakçılık altı ayda zirve yaptı

Tarihi Eser ve Kültürel Miras Kaçakçılığını İzleme Projesi (ATHAR), Suriye’de 2012’den bu yana kaydedilen kaçakçılık vakalarının yaklaşık üçte birinin, yalnızca hükümetin düşüşünü takip eden altı aylık dönemde gerçekleştiğini ortaya koydu.

Projeyi yöneten araştırmacılar Amr el-Azm ve Katie Paul, durumun ciddiyetine dikkat çekti. Amr el-Azm, “Rejimin çöküşünün ardından, tarihi eser kaçakçılığı üzerindeki son denetim mekanizmaları da ortadan kalktı,” dedi.

Araştırmaya göre, yağma operasyonlarına hem hızlı bir gelir elde etmek isteyen yoksul bireyler hem de ağır iş makineleri kullanarak gece gündüz çalışan organize şebekeler katılıyor.

Özellikle Selamiye bölgesindeki Tel Şeyh Ali gibi Tunç Çağı’na ait alanlarda, bu şebekelerin açtığı derin ve düzenli çukurlar tespit edildi.

‘Hazineler Facebook’ta satılıyor’

Kaçakçılığın dijital boyutu da endişe verici seviyelere ulaştı. Bir Facebook kullanıcısı, “15 yıldır saklıyorum” notuyla bir dizi antik sikkeyi satışa çıkardı.

The Guardian‘ın araştırmasında, üzerinde “Zeus” figürü bulunan bir Roma mozaiğinin önce yerdeyken çekilmiş, daha sonra ise tamamen sökülmüş hâlini gösteren görüntülere yer verildi.

Facebook’un sahibi olan Meta şirketi, 2020 yılında tarihi eserlerin satışını yasaklamış olsa da araştırmacılar bu yasağın uygulanmadığını belirtiyor.

Katie Paul, bazıları yüz binlerce üyeye sahip ve halka açık olan onlarca Facebook grubunda, nadir taş heykellerin ve mozaiklerin hiçbir denetim olmaksızın sergilendiğini ifade etti.

ATHAR, bu platformların yerel mezar kazıcıları ile çalıntı eserleri Ürdün ve Türkiye üzerinden küresel pazara taşıyan uluslararası kaçakçılık ağları arasında bir köprü görevi gördüğü uyarısında bulunuyor.

Bu eserler için sahte mülkiyet belgeleri düzenlenerek yıllar sonra resmi müzayedelere sokuluyor.

‘Sorumluluk sadece Suriyelilerin değil’

Bu krize karşı yeni Suriye hükümeti, yağmanın durdurulması için çağrılar yaparak eserleri teslim edenlere para ödülü teklif ederken, kaçakçılık yapanları 15 yıla kadar hapisle tehdit ediyor.

Ancak gazetenin araştırması, yeniden yapılanma ve ülke genelinde kontrolü sağlama çabalarının öncelikli olduğu Şam’ın imkanlarının yetersiz kaldığına işaret ediyor.

The Guardian, haberini, kaçakçılığı durdurma sorumluluğunun yalnızca Suriyelilere ait olmadığı vurgusuyla sonlandırdı.

Habere göre asıl sorumluluk, bu hazineler için ana pazar olan ve yağmalanan Suriye eserlerinin müzelerinde ve koleksiyonerlerin elinde son bulduğu Batı ülkelerine, özellikle de Avrupa ve ABD’ye düşüyor.

Araştırmacı Amr el-Azm, haberin sonunda durumu, “Batı’daki talep durmadıkça, Suriye’deki arz da durmayacaktır,” sözleriyle özetledi.

Okumaya Devam Et

Ortadoğu

BMGK’nin Gazze kararı 5. kez ABD tarafından veto edildi

Yayınlanma

BMGK’nin Gazze kararı ABD tarafından beşinci kez veto edildi. Hamas, ABD’nin veto yetkisini kullanmasının, İsrail’in Filistinli sivillere karşı işlediği soykırıma doğrudan destek anlamına geldiğini söyledi.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine (BMGK) Gazze’de ateşkes sağlanması için sunulan karar tasarısı ABD tarafından Hamas’ı kınamadığı gerekçesiyle veto edildi.

Bu veto, ABD’nin Donald Trump döneminde BMGK’da kullandığı ilk veto olurken, Ekim 2023’te başlayan Gazze savaşına ilişkin ABD’nin veto ettiği beşinci tasarı oldu.

BMGK, daha önceki ateşkes girişimlerinde de benzer şekilde karar alamamıştı.

BMGK, kurulun geçici 10 üyesi (E10) tarafından imzalanan ve grup koordinatörü Slovenya tarafından dün sunulan Gazze tasarısını görüşmek üzere toplandı.

İnsani durum gerekçe gösterilerek sunulan ateşkesle ilgili karar tasarısına, söz konusu toplantıda yapılan oylamada ABD veto hakkını kullandı.

İsrail’in saldırılarının devam ettiği Gazze’deki sivillere acil müdahaleyi öneren tasarı, az önce sona eren oylamada 14 evet oyuna karşın veto hakkı bulunan daimi üye ABD tarafından reddedildi.

ABD Temsilcisi Dorothy Shea, veto kararına gerekçe olarak, “Bu karara karşı çıkmamız sürpriz olmamalı. İçerdiği, içermediği ve ileri sürülme biçimi için kabul edilemez” ifadelerini kullandı. Shea, “ABD, Hamas’ı kınamayan hiçbir önlemi desteklemeyeceğini açıkça belirtti” diye ekledi.

“14 evet oyu güçlü bir mesaj taşıyor”

E10 grubu adına ABD’nin veto kararını değerlendiren Slovenya’nın BM Daimi Temsilcisi Samuel Zbogar, “Karar kabul edilmedi. Ancak 14 evet oyu güçlü bir mesaj taşıyor.” dedi.

ABD’nin bir veto oyuyla, Konsey’in harekete geçmesinin engellendiğini vurgulayan Zbogar, “Uluslararası toplumu 80 yıldır yönlendiren kurallardan vazgeçmek ile veto hakkı arasında bir tercih yapmak durumunda kaldığımızda insanlığı seçtik.” şeklinde konuştu.

Zbogar, BMGK içindeki farklı duruşların farkında olduklarını, bu nedenle taslak kararda sadece insani duruma odaklandıklarını belirterek,”Konsey’in engelsiz insani erişim ve açlıktan ölen sivillere yiyecek ulaştırılması için bu acil talep etrafında birleşmesi gerektiğini düşündük.” diye ekledi.

Slovenya Temsilcisi, sivilleri aç bırakmanın, onlara “muazzam” acılar çektirmenin “insanlık dışı ve uluslararası hukuka aykırı” olduğunu vurguladığı konuşmasında, “Hiçbir savaş hedefi böyle bir eylemi haklı çıkaramaz. Bunun ortak anlayışımız olduğunu umduk ve bekledik” sözlerini kaydetti.

Hamas: ABD insanlığa karşı suçları destekliyor

Hamas, BMGK’nin Gazze kararına ABD vetosunun, İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki Filistinli sivillere karşı işlediği soykırıma doğrudan destek anlamına geldiğini söyledi.

Hamas’tan yapılan yazılı açıklamada, Gazze’de ateşkes için BMGK’ya sunulan karar tasarısının, ABD’nin tek oyuyla veto edilmesinin kınandığı belirtildi.

Açıklamada, “ABD’nin vetosu, Washington’un faşist işgal hükümetine karşı körü körüne taraflılığını temsil ediyor ve Gazze Şeridi’nde insanlığa karşı işlediği suçları desteklediğini teyit ediyor” denildi.

Washington’ın uluslararası hukuku hiçe saydığına değinilen açıklamada, bunun Filistin kanının dökülmesini durdurmaya yönelik her türlü uluslararası çabayı tamamen reddettiğini yansıtan küstah bir tutum olduğu vurgulandı.

Açıklamada, “ABD’nin tutumu, Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) tarafından aranan savaş suçlusu İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, Gazze Şeridi’nde çocuklar, kadınlar ve yaşlılar dahil olmak üzere masum sivillere karşı vahşi soykırım savaşını sürdürmesi için yeşil ışık anlamına geliyor ve İsrail’in işlemeyi sürdürdüğü suça tam ortak olduğunu ortaya koyuyor” değerlendirilmesinde bulunuldu.

Hamas, açıklamasında şunları kaydetti: “BMGK’nin 20 aydır devam eden savaşı durdurmadaki başarısızlığı, kuşatmayı kıramaması veya gıda yardımı girdirememesi, uluslararası toplum kurumlarının rolü ve İsrail’in hiçbir hesap vermeden veya ona yönelik fiili bir eylemde bulunulmadan her gün ihlal etmeyi sürdürdüğü uluslararası yasa ve sözleşmelerin etkinliği konusunda temel soruları gündeme getirdi.”

Açıklamada, uluslararası topluma bu ahlaki ve siyasi çöküşe karşı acilen harekete geçilmesi, soykırım savaşının derhal durdurulması ve İsrail liderlerinin Filistin halkına karşı işledikleri suçlar nedeniyle hesap vermeleri için baskı yapılması çağrısında bulunuldu.

Tasarı BMGK’nın geçici 10 üyesi tarafından sunulmuştu

Gazze’ye acil müdahaleyi öneren tasarı dün BMGK’nın geçici 10 üye ülkesi (E10) tarafından BMGK başkanlığına sunulmuş ve bugün için oylama talep edilmişti.

Tasarıda, mart ayında İsrail’in saldırılarını tekrar başlatmasıyla Gazze’deki sivil halkın durumunun daha da kötüleştiğine dikkat çekilmişti.

E10 grubu, kıtlık riski de dahil, Gazze’deki durumla ilgili “ciddi endişelerini” dile getiren ve tüm tarafların uluslararası hukuk kapsamındaki yükümlülüklerine uymaları gerektiğini yeniden teyit eden özlü bir taslak karar hazırladıklarını belirtmişti.

Tasarıya imza atan ülkeler arasında, E10 koordinatörü olan Slovenya başta olmak üzere Cezayir, Danimarka, Yunanistan, Guyana, Panama, Pakistan, Güney Kore, Sierra Leone ve Somali bulunuyor.

Okumaya Devam Et

Ortadoğu

İsrail hükümetinde Haredi krizi: Meclisin feshi için harekete geçildi

Yayınlanma

Tartışmalı askerlik muafliyeti yasası nedeniyle İsrail hükümetinde Haredi krizi derinleşiyor. Haredilerin dini liderleri, Tevrat eğitimi alan yeshiva öğrencilerini askerlikten muaf tutacak yasanın Meclis’ten hâlâ geçirilmemesi üzerine, Birleşik Tevrat Yahudiliği yetkililerine hükümetten çekilmeleri yönünde talimat verdi. Bu gelişme üzerine muhalefet partileri, İsrail Meclisi’nin feshi için yasa tasarısı sunacaklarını duyurdu.

Times of Israel’in İbranice yayın yapan medya organlarına dayandırdığı habere göre, Birleşik Tevrat Yahudiliği -UTJ içindeki üst düzey yetkililer, Meclis Dışişleri ve Savunma Komitesi Başkanı Yuli Edelstein ile yapılan son geceki toplantının başarısızlıkla sonuçlandığını söyledi. Degel HaTorah Partisi lideri Milletvekili Moshe Gafni’nin, partisinin ruhani liderlerinden hükümetten çekilmesi ve meclisin feshi için çalışması yönünde talimat aldığı duyurdu.

“Düşman ordusunda askerlik yapmayız” diyen Harediler polisle çatıştı

Degel HaTorah, UTJ’yi oluşturan iki ana partiden biri. Diğer parti ise UTJ’nin de liderliğini üstlenen Yitzchak Goldknopf’un temsil ettiği Agudat Yisrael Partisi. Agudat Yisrael’in halihazırda Meclis’in feshi ve erken seçim sürecini başlatacak yasa teklifini ilerletmek için çalıştığı iddia ediliyor.

Degel HaTorah’ın dini liderlerinden ve Bnei Brak’taki Slabodka Yeshiva’nın başkanı Haham Moshe Hirsch adına yapılan açıklamada şöyle denildi: “Dün gece milletvekilleri, Edelstein ile yapılan görüşmenin detaylarını Haham Hirsch’e aktardıktan sonra, askerlik meselesinde hiçbir ilerleme sağlanamadığı netleşti. Bu nedenle, yeshiva başkanı yakın zamanda koalisyondan çekilme talimatı verecek.”

Haredi krizi muhalefeti harekete geçirdi

Bu gelişmelere karşılık olarak, muhalefetteki Gelecek Var (Yesh Atid), İsrail Evimiz (Yisrael Beytenu) ve Demokratlar partileri, gelecek çarşamba günü Meclis’in feshine yönelik bir yasa tasarısı sunacaklarını açıkladı. Bu adım, Başbakan Binyamin Netanyahu’ya sorunu çözmesi için bir hafta süre tanınması anlamına geliyor. Ayrıca, teklifin Meclis’te oylamaya sunulması için geçecek süreç de dikkate alınacak.

Askerlik muafiyeti krizi Netanyahu hükümetini düşürebilir mi?

Şas ve UTJ, Meclis’teki iki Haredi partisi olarak, tartışmalı askerlik muafiyeti yasa tasarısının bu yıl 2 Haziran’da sona eren Şavuot Bayramı’na kadar geçirilmesini talep etmişti. Aksi takdirde hükümetin geleceğinin riske gireceği uyarısında bulunmuşlardı.

Ancak yedi milletvekilliği bulunan UTJ, tek başına hükümeti düşürebilecek güce sahip değil. Bu yönde atılacak herhangi bir adımın, koalisyon ortağı Şas’ın da desteğini alması gerekiyor. Netanyahu’nun mevcut koalisyonu, 120 sandalyeli Meclis’te 68 koltukla çoğunluğu elinde bulunduruyor.

Şas Partisi, gelişmelere ilişkin şu ana kadar kamuoyuna herhangi bir açıklama yapmadı.

Aşırı Ortodoks olarak bilinen Harediler daha önce verdikleri birçok ültimatomdan geri adım atmıştı. Ancak son gelişmeler, özellikle İsrail ordusunun genç ultra-Ortodoks erkeklere yönelik celp sayısını artırma planları, Netanyahu ile Haredi partiler arasındaki ilişkinin kopma noktasına geldiğini gösteriyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English