Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

Suriye’de “muhalifler” ne olacak?

Yayınlanma

Türkiye’nin en uzun sınırındaki ABD ve Rusya varlığı, PYD’nin giderek büyüyen silahlı gücü,  Türkiye’nin şemsiyesinde yaşam alanı bulan gruplardan bazılarının Ankara – Şam diyaloğuna bayrak açması…

Kayseri ve peşinden Suriye’nin kuzeyinde cereyan eden olaylar Suriye’de çözüme giden yolda çok çetrefilli konuların yönetilmesi gerektiğini bir kez daha ortaya koydu.

2011’den bu yana Suriye’de sırasıyla gerginlik, iç çatışma, küresel müdahale aşamalarından geçen büyük kriz göç sorunuyla birlikte Türkiye için oldukça karmaşık bir hal aldı. Sorunu çözmek için atılan veya atılması planlanan her adımın da yeni sorunları tetiklediğine tanık oluyoruz.

2024 Temmuzunda muhalif saflar arasında patlak veren karmaşa ve isyan teşebbüsünün bir dizi sebebi var. Bu sorunlar en özet haliyle “gelecek kaygısı” ve plansızlığı olarak tanımlanabilir.

Buraya nasıl gelindi?

Ankara PYD tehdidini öncelik olarak görmeye başlayınca kademeli olarak Şam’da rejim değişikliği politikasından çekilecekti. Astana platformuyla ise muhaliflerin Suriye’nin büyük kentlerindeki çatışma alanlarından tasfiye edilmesi ve ülkenin kuzeyine toplanması sağlandı. Muhalifler Halep, Şam, Humus kentlerinin kırsallarından ve Lazkiye dağlarından çekilirken TSK da esas tehdit olarak gördüğü PYD/YPG ve IŞİD üzerine yürüyecekti. Eş anlı gerçekleşen bu büyük manevralar büyük sorunun ertelenmesini sağlıyordu.

Soru: Peki, muhaliflerin geleceği ne olacak? Sonsuza kadar Suriye’nin kuzeyinde uzun ince bir koridorda mı yaşayacaklar? Şam’da siyasi bir gelecekleri olacak mı? Parti kurup Suriye parlamentosunda yer alabilecekler mi? Suriye’de yeni bir anayasa yazılacak mı? Ankara-Suriye diyaloğunda yerleri ne olacak?

İkinci bir soru: Şam, sahada kazanıp neden masada kaybetsin? Açarsak; çöküşün eşiğinden dönen Şam yönetimi, büyük şehirlerinden çıkarmayı başardığı, askeri ve siyasi düzlemde üstünlük sağladığı, bin parçalı ve etkisiz Suriye muhalefetini neden yeniden güçlendirecek türden adımlar atsın? Bunu zorlayabilecek bir kuvvet var mı? Şam’ın kapılarındayken pazarlık başka kuzeyde uzun ince ABD, Rus devriyeleri ile PYD/YPG arasında sıkışık bir koridorda pazarlık başka.

Üçüncü soru: Afganistan’dan karga tulumba çekilen ABD Suriye’deki sınırlı varlığını da çekme kararı alacak mı? 2018’de sınırlı bir çekilme eylemine imza atan Trump iş başına gelirse Suriye’den tamamen çekilir mi? Olası çekilme kaynaklı bir hareketlilik ve Suriye’nin kuzeyindeki silahlı güçler arasında yeni bir köşe kapmaca yaşanır mı?

Neler söylendi?

Ankara – Şam diyaloğunda “bu sefer adım atılıyor” hissi yaratan açıklamalar doğrudan liderlerden ve öncekilere kıyasla güçlü ifadelerle geldi.

Beşşar Esad, 26 Haziran’da “Suriye, Suriye-Türkiye ilişkilerine yönelik tüm girişimlere, Suriye Devleti’nin egemenliği ve toprak bütünlüğüne saygı temelinde ve terörizmin her türlüsüne karşı mücadele çerçevesinde açıktır” dedi.

28 Haziran’da da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Suriye ile yeniden diplomatik ilişkileri kurmamak için bir sebep yok. Geçmişte nasıl yaptıksa yine yapabiliriz. Suriye’nin iç işlerine karışmak gibi bir niyetimiz yok. Biliyorsunuz ailece görüşmeye varana kadar Sayın Esed’le geçmişte nasıl yaptıksa yeniden yapmamamız için bir sebep yok” diye konuştu.

Suriye’de devletin görüşlerini yansıtan El-Vatan Gazetesi, Suriye ile Türkiye arasında doğrudan temasın Bağdat’ta başlayacağını yazdı.

Şam’ın kontrol ettiği bölgeler ile muhalefetin kontrolündeki bölgeleri birbirine bağlayan Ebu Zeydin Sınır Kapısı da 27 Haziran’da açıldı.

Suriye devlet olarak egemenlik haklarının Ankara tarafından eksiksiz tanınmasını istiyor. Bunun için söz değil bağlayıcı bir taahhüt ya da eylem görmek istediğini belirtiyor. Şam’a göre Ankara çekilmek için ciddi olduğunu göstermeli.

Ankara ise çekildiği takdirde bölgede güvenliğin sağlanamayacağı ve PYD’nin alan kazanacağından endişe ediyor. Yeni bir çatışma ve Türkiye’ye yönelik göç dalgasının oluşmasını istemiyor.

Akla ilk gelen şey; belirli bir takvimle Şam’ın kademe kademe sınır hattına yerleşebileceği bir çözümün müzakere edilebileceği… Ancak bu sanıldığı kadar kolay olmayacak. Bu bağlamda çok fazla konuşulmayan bir konuya Suriye’nin kendi içerisinde yaşanan demografik kayma ve buna bağlı karmaşık sorunlara bakmak gerekiyor. Bir örnek vermek gerekirse Deyri Zor’un al Şaitat aşiretine mensup binlerce savaşçı Çobanbey – Afrin arasına yerleşmiş durumda. Bölgedeki Türkmen nüfusun önemli ölçüde Türkiye’ye yerleşip vatandaşlık alması da Ankara’nın işini zorlaştıran bir unsur. Deyri Zorlu Al Şaitat aşiretinin bir özelliği de savaş döneminde petrol ticaretiyle büyük bir zenginliğe ve maddi güce kavuşmaları. Çatışma dönemi boyunca yer yer IŞİD ile bazen Nusra ile bazen de ÖSO ile çatışan ve 10 binlerce savaşçısı bulunan bu aşiretin geleceği ne olacak? Bu sadece bir parçasının özeti, bunun gibi hesap edilmesi gereken sayısız parça var…

Sorun sadece ÖSO adıyla bilinen ve daha sonra “Suriye Milli Ordusu” adını alan grup değil. İdlib sorununu da buraya ekleyince mesele çok bunaltıcı görünüyor. Mikro ölçekte aşiretlerin, disipline gelmeyen grupların savaş döneminde elde ettiği ayrıcalıkları ve gücü kaybetmek istemediği aşikar.

Ankara – Şam yakınlaşmasını baltalama girişimlerinde istihbarat örgütlerinin dahlinin ne ölçüde olduğunu masa başından tespit etmemiz kolay değil. Bir varsayım olarak olasıdır ve böylesine farklı silahlı grubun ipince bir dengede durduğu sıkışık bir coğrafya parçasında olmaması garip olurdu.

Anlaşılan o ki bu sefer “şeriatın kestiği parmak” acıyacak.

ORTADOĞU

İsrail hastaneleri hedef aldı

Yayınlanma

İsrail ordusu, Generallerin Planı kapsamında insansızlaştırmaya çalıştığı Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki bazı sağlık merkezlerini bombaladı, bazı sağlık merkezlerini ise tahliyeye zorladı.

Görgü tanıkları, İsrail askerlerinin Cibaliya Mülteci Kampı’nın doğusundaki Endonezya Hastanesi çevresinde zırhlı araçlarla ilerlediğini ve yoğun hava saldırıları ile bölgeye ateş açtığını söyledi. Hizmet verilemeyen hastanede kalan sağlık personeli, hastalar ve sığınmacılar, yoğun ateş altında tahliyeye zorlanarak Gazze şehir merkezine yönlendirildi.

İsrail tankları, Beyt Lahiya’nın farklı bölgelerini ve Kemal Advan Hastanesi çevresini de bombaladı. Haftalardır kuşatma uygulanan Kemal Advan Hastanesi’nin çevresindeki binalar ve altyapı tahrip edildi.

Gazze’nin kuzeyindeki Avde Hastanesi de İsrail topçuları tarafından bombalandı. Hastane yönetimi, çevredeki bölgelerin ağır hava saldırıları altında olduğunu ve saldırıların çevredeki evlerin yanmasına yol açtığını açıkladı.

İsrail ordusunun 5 Ekim’den bu yana Gazze’nin kuzeyine düzenlediği saldırılar, bölgedeki üç ana hastaneyi çalışamaz duruma getirdi. Kemal Advan Hastanesi, asgari düzeyde sağlık hizmeti sağlamaya çalışsa da ilaç ve tıbbi malzeme eksikliği hizmetleri büyük ölçüde aksatıyor.

“Generallerin Planı”

İsrail ordusu, Gazze Şeridi’nin kuzeyi başta olmak üzere pek çok bölge için sık sık “tahliye emirleri” yayımlayarak bölgedeki Filistinlileri zorla yerinden ediyor. İsrail’in özellikle kuzeyi için yayımladığı tahliye emirleriyle “Generallerin Planı” olarak nitelenen planı uygulamaya çalıştığı yorumları yapılıyor.

“Generaller Planı” adını taşıyan bu plan, Filistinlileri, Gazze Şeridi’nin kuzeyinden tehcir etmeyi, ardından bölgenin kuşatılması, gıda, yakıt ve temiz su girmesine izin verilmemesini öngörüyor.

Bu durumda silahlı direnişçilerin “ölüm ya da teslim olma” arasında tercihe zorlanması, bölgeyi terk etmeyen veya terk edemeyen Filistinlilere de “düşman unsur olarak muamele edilmesini” içeriyor.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

ABD ve İsrail’in hedefindeki Husilere Suudi-BAE destekli saldırısı

Yayınlanma

yemen

Hizbullah’ın ateşkes ilanıyla savaştan çekilmesi, Suriye’de Esad yönetiminin devrilmesi ve Iraklı milis kuvvetlerin İsrail’e yönelik saldırıları sonlandırma kararı sonrası dikkatler, İsrail’in Gazze’deki katliamlarını durdurmak için silahla “dışarıdan” mücadele eden tek kuvvet olarak kalan Husilere döndü.

ABD ve İsrail Husilere kapsamlı bir harekât başlatmaya hazırlanırken BAE ve Suudi Arabistan’ın desteklediği “Arap koalisyonu” güçleri harekete geçti. Kuzeyde Suudi Arabistan, Saada şehri dahil Husi hedeflerine yönelik topçu saldırılarını yoğunlaştırdı. BAE’ye doğrudan bağlı Güney Geçiş Konseyi’ne bağlı güçler de Taiz bölgesindeki Husi güçlerine saldırı başlattı.

Husilere Yemen içinden yönelen bu saldırılardan saatler önce İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Husilere karşı şiddetli bir harekât başlatacaklarını duyurmuştu. Ayrıca ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığının (CENTCOM) X hesabından yapılan paylaşımda, USS Harry S. Truman uçak gemisinde Husiler’e karşı saldırılar için hazırlıkların yapıldığı bildirilmişti.

Husiler, İsrail’in Gazze’deki saldırılarına tepki gerekçesiyle 31 Ekim 2023’ten bu yana bir yandan İsrail’i doğrudan hedef alan saldırılar düzenlerken diğer yandan Yemen açıklarında İsrailli şirketlere bağlı olduğunu belirttikleri ticari gemilere el koyuyor ve bazılarına da insansız hava araçları ve füzelerle saldırıyor.

Husilerin eylemlerinin ardından çok sayıda gemicilik şirketi, Kızıldeniz’deki seferlerini durdurma kararı aldı. ABD de küresel deniz ticareti güvenliğinin tehlikeye girdiği gerekçesiyle 18 Aralık 2023’te bir grup ülkenin katılımıyla Husi güçlerine karşı “Refah Muhafızı Operasyonu” adında çok uluslu “deniz görev gücü” oluşturulduğunu açıkladı. ABD ve İngiltere bu operasyon kapsamında Husilere ait mevzilere saldırılar düzenliyor.

Haaretz gazetesinin haberine göre, İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, Husilere “sert bir darbe” indireceklerini söyledi. Husilerin stratejik altyapılarını vuracaklarını ve liderlerini hedef alacaklarını belirten Katz, “Tahran, Gazze ve Lübnan’da Heniyye, Sinvar ve Nasrallah’a yaptığımızın aynısını Hudeyde ve Sana’da da yapacağız” dedi.

“Hamas’ı yendik, Hizbullah’ı yendik, İran’daki savunma sistemlerini kör ettik ve (füze) üretim sistemlerine zarar verdik” diyen Katz, Husiler’e “sert bir şekilde” saldıracaklarını söyledi. Katz, “İsrail’e karşı elini kaldıran herkesin eli kesilecek ve İsrail ordusunun uzun kolu onlara vuracak ve görülmemiş hesabı görecek” ifadeleriyle Husileri tehdit etti.

Savunma Bakanı Katz, ayrıca yaptığı açıklamayla ilk kez Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye’ye İran’ın başkenti Tahran’da düzenlenen suikastı İsrail’in yaptığını doğruladı. Hamas lideri İsmail Heniyye uğradığı suikast sonucu yaşamını yitirmiş ancak Tel Aviv yönetimi bugüne kadar sorumluluk üstlenmemişti.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Waltz: Netanyahu’nun kararlı eylemleri Ortadoğu’yu değiştirdi

Yayınlanma

ABD’de başkan seçilen Donald Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Waltz pazar günü yayıncı Ben Shapiro’nun programında, Ortadoğu’nun geçirmekte olduğu radikal değişimlerin çoğunun “İsrail’in Başbakan Binyamin Netanyahu liderliğinde, özellikle Hizbullah konusunda attığı kararlı adımlardan kaynaklandığını” ileri sürdü.

Waltz, NATO’nun kaderi ve yerli Amerikan enerjisinin neden Amerikan dış politikasının önemli bir bileşeni olduğu konusunda kendi bakış açısını sundu.

Waltz ayrıca İbrahim Anlaşmaları sonrasında Ortadoğu diplomasisinin nasıl görünebileceğini ve dış uzay ve siber güvenliğin de politika hesaplarının bir parçası olduğunu tartıştı.

Bunun sonucu olarak Waltz’a göre, “ABD’nin Suriye’de herhangi bir kapasitede sahaya inmeye ihtiyacı yok,” fakat IŞİD’in faaliyetleri, İsrail’in sınır güvenliği ve Arap müttefikleri ile birlikte daha geniş bölgesel dinamikler de dahil olmak üzere kilit gelişmeleri yakından izleyecek.

Waltz, Netanyahu ve İsrail’in Hizbullah’a karşı askeri ve istihbari faaliyetlerinin yanı sıra “çağrı cihazı” saldırılarını da överek, “Bir gün Hizbullah’ın kabiliyetlerini ortadan kaldıran gizli operasyonla ilgili inanılmaz bir film çekilmesi muhtemeldir; pek çok kişinin imkansız ve çok provokatif olduğuna inandığı cesur ve son derece etkili bir görev,” dedi.

Bu operasyonların İran’ın hava savunmasını açığa çıkararak onları “savunmasız ve savunmada bıraktığını” öne süren Waltz, “Aynı derecede önemli olarak, İran’ın mali ağlarını hedef aldı ve Tahran’dan Beyrut’a ve Suriye ve ötesindeki bölgesel vekillerine para akışını kesintiye uğrattı,” dedi.

“Amerikalıları alıkoyarsanız alnınıza bir kuşun yiyebileceğinizi bilmeniz lazım”

Hamas’ın şimdi kendini “her zamankinden daha yalnız” hissettiğini belirten Waltz, “Hizbullah’ın kuzeyden kendilerini kurtaracağını düşünmüşlerdi ama bu beklentileri boşa çıktı. Hamas şu anda köşeye sıkışmış durumda ve geriye tek bir kaçış yolu kaldı: rehineleri serbest bırakmak,” ifadelerini kullandı.

Gazze’deki İsrailli rehinelerle ilgili olarak Waltz, “[Trump] Belli konularda, özellikle de rehineler konusunda tavrını net bir şekilde ortaya koydu. Artık yeter. 20 Ocak geldiğinde, hâlâ hayatta olan rehineler, 1979’daki İran rehine krizi sırasında, Carter’dan Reagan’a geçiş döneminde alıkonulan Amerikalılardan daha uzun süre tutulmuş olacaklar. Bu kesinlikle kabul edilemez,” dedi.

Yeni danışman, “ister bir ulus-devlet isterse bir terörist grup olsun, bir Amerikalıyı yasadışı olarak alıkoyduğunuzda bunun hızlı ve ciddi sonuçları olması gerektiğini” ileri sürerek, bu sonuçların arasında “mali yıkım, askeri misilleme, hatta belki de alnına bir kurşun” olduğunu söyledi.

Waltz, Ben Shapiro ile “Önce Amerika” dış politikası hakkında yaptığı söyleşide, 20 Ocak’taki geçiş sürecini planlarken dış politika önceliklerini paylaştı ve Amerika’nın yurtdışındaki gücünün yeniden canlandırılması için bir vizyon önerdi.

Suriye’de ABD askeri kalmaya devam edecek mi?

Suriye konusunda Waltz, ABD’nin buradaki öncelikli çıkarının hapiste tutulan IŞİD militanları olacağını söyledi.

Waltz, “Başkan Trump IŞİD halifeliğini ortadan kaldırdı ancak sonrasında on binlerce savaşçı ve aileleri, ABD’nin desteğiyle Kürt müttefiklerimiz tarafından korunan esir kamplarına hapsedildi. Eğer bu savaşçılar kaçar ya da yeniden toplanırsa, IŞİD’in yeniden yükselme riskiyle karşı karşıya kalacağız. Bunu engellemek Amerika’nın Suriye’deki en önemli çıkarı,” dedi.

İkinci olarak İsrail’e dikkat çeken Waltz, İsrail’in güvenliği ve sınır istikrarının “bölgesel ve küresel güvenlik için hayati önem taşıdığını” öne sürdü.

Golan Tepeleri de dahil olmak üzere İsrail’in “stratejik bölgelerin güvenliğini sağlamak” için agresif adımlar attığını ve kimyasal silah fabrikaları ve füze üretim tesisleri gibi kilit noktaları hedef alarak “teröristlerin eline geçmesini” engellediğini belirten Waltz, bu meselenin öneminin süreceğine işaret etti.

Waltz’a göre üçüncü olarak, ABD’nin Arap ortakları ile “daha geniş bir bölgesel dinamik” var ve “istikrarın sürdürülmesi ve bölgedeki kilit müttefiklerle işbirliğinin geliştirilmesi , daha fazla kaosun önlenmesi için elzem.

“Husi dosyası” Suudilere devredilecek

İran’ın geleceğinin belirsizliğini koruduğunu öne süren Waltz, “Tarihsel olarak İran, Ortadoğu’da geniş bir terör ağı işletmiştir; çeşitli vekil gruplara uzanan dokunaçları olan ahtapot benzeri bir sistem,” iddiasında bulundu.

Bugün itibariyle, Husiler hariç, bu kolların çoğunun “etkin bir şekilde kopmuş durumda” olduğunu savunan yeni danışman, “Husiler hâlâ çözülmemiş bir sorun olsa da, Suudilerin eninde sonunda bu tehdidi ele alması muhtemel,” dedi.

Husilerin bir “terör örgütü” olarak yeniden tanımlanmasının “ufukta göründüğünü” kaydeden Waltz, “Husiler Kızıldeniz’deki küresel deniz taşımacılığını aksatmaya devam ediyor ve gemileri Afrika Boynuzunun etrafından dolaşmaya zorluyor. Bu durum muazzam bir iktisadi baskı ve enflasyonist baskı yarattı; Kızıldeniz’deki deniz taşımacılığının neredeyse %80’i Süveyş Kanalını tamamen bypass ediyor,” dedi.

İran’a tehdit artarak sürecek

Trump tarafından tartışılan ve İran’ı iktisadi olarak izole etmeyi amaçlayan “azami baskı” kampanyası, Waltz’a göre, Husiler gibi grupların finansmanını kesmeyi hedefliyor.

“İran rejimi şimdi bir yol ayrımıyla karşı karşıya,” diyen Ulusal Güvenlik Danışmanı, “Ya nükleer silah geliştirme yolunda agresif bir şekilde ilerleyip Kuzey Kore gibi parya bir devlet olma riskini göze alacaklar ya da geri adım atıp müzakere edecekler. Eğer ilkini seçerlerse İsrail’in boş durması pek olası değil,” ifadelerini kullandı.

İran’ın dini lideri Ali Hamaney’in “sağlık durumunun kötü” olduğunu ve “halefiyet sorunlarıyla karşı karşıya” bulunduğunu savunan Waltz, “Ayetullah karar vermek zorunda: nükleer kapasiteye doğru acele edip olası bir önleyici saldırıyı kışkırtmak ya da statükoyu koruyup İsrail’in gazabını çekmekten kaçınmak,” dedi.

İran petrolünün Çinli alıcıları, rafinerileri ve nakliyecilerine yönelik ikincil yaptırımların Trump’ın liderliğinde geri döneceğinin altını çizen Waltz, daha geniş bölgesel resme bakıldığında İsrail’in, “İran’ın vekillerinin” oluşturduğu “ateş çemberini” söndürmek için kararlı adımlar attığını belirtti.

Waltz, “Bu arada İran’ın zayıflamış konumunun yarattığı boşluk başka güçler tarafından doldurulmaktadır. İdeal olan bu boşluğun Kürtler tarafından doldurulmasıdır ancak istikrarsızlık devam etmektedir,” dedi.

ABD’nin “Arap” öncelikleri: Suudileri ve Ürdün Krallığını yatıştırmak 

İsrail’in yanı sıra Amerika’nın kilit müttefikleri Ürdün ve Suudi Arabistan’ın da “aşırılık yanlılarından” derin endişe duyduğuna işaret eden Waltz, özellikle Ürdün’ün, “aşırılık yanlılarının” Suriye sınırı boyunca yayılmasından korktuğunu vurguladı.

Waltz, “Ürdün kırılgan bir devlet olmaya devam ediyor; %70’i Filistinli olan bir nüfusa hükmeden bir Haşimi monarşisi. Ülkenin istikrarı bölgesel güvenlik için hayati önem taşıyor ve hükümet İslami aşırıcılığın yayılmasına karşı tetikte olmaya devam ediyor,” dedi.

Waltz’a göre bu nedenle, ABD’nin bölgede iktisadi baskıya, nükleer silahların yayılması konusunda net kırmızı çizgilere ve İsrail ve Ürdün gibi “kilit müttefiklere sarsılmaz desteğe” odaklanan sağlam ve tutarlı bir stratejiye ihtiyacı var.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English