Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

Suudi Arabistan ve BAE’nin “vizyon” rekabeti

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri arasında her geçen yıl daha da görünür hale gelen rekabetine ışık tutuyor. Normalleşme anlaşmaları yoluyla “İran tehdidi” azaldıkça bu tehdide karşı geçmişte omuz omuza mücadele eden iki ülkenin motivasyonu da müttefiklikten rakibe doğru kayıyor. Makaleye göre, “iki ülke arasındaki çatlak genişledikçe Moskova, Pekin ve hatta İran’la gelişen ilişkilerinin birbirlerine karşı bir denge unsuru olarak hız kazanma ihtimali var. Bu da ABD’nin Orta Doğu stratejisinin etkinliğini zayıflatabilir.”

***

Suudi Arabistan ve BAE’nin Gizli Rekabeti

İki ülke müttefik gibi görünse de giderek bölgesel rakipler haline geliyor.

Arash Reisinezhad ve Mostafa Bushehri

İsrail-Hamas savaşı, barış içinde bir arada yaşama yönündeki bölgesel eğilimin belirginleştiği bir dönemde ortaya çıktı. Ortadoğu’nun bu doğrultudaki dönüşümü, fiili liderleri Muhammed bin Selman ve Muhammed bin Zayid arasındaki dostluğun da sembolize ettiği üzere, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri arasındaki giderek yakınlaşan ittifakla temsil edildi. İki ülke, 2017 yılında Katar’a uyguladıkları başarısız ablukanın da gösterdiği gibi, Katar’ın Arap dünyasında genişleyen yumuşak gücüne karşı birleşti. Yemen’de İran destekli Husilere karşı 2014’ten bu yana yürütülen askeri kampanyada aynı safta yer aldılar. Ayrıca Pekin ve Moskova’ya karşılıklı olarak yaklaşarak ABD ile geleneksel ittifaklarından farklı, daha bağımsız bir politika benimsediler.

Ancak bu görünürdeki kardeşlik ittifakının altında, her iki ülkenin de Arap dünyasında liderlik için yarıştığı sessiz bir mücadele yatıyor. Suudi Arabistan ve BAE perde arkasında birçok boyutta aktif bir jeoekonomik rekabet yürütüyor.

İlk olarak, yabancı yatırım için büyük bir rekabet söz konusu. Bu rekabet, Abu Dabi’nin Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) merkez bankasının Riyad’da kurulması önerisine itiraz ettiği ve nihayetinde bankanın kurulmasının engellenmesinde rol oynadığı 2009 yılına kadar uzanıyor. 2012 ve 2022 yılları arasında BAE’nin GSYH’ye yatırım akışı Suudi Arabistan’ınkinden yaklaşık 3,5 kat daha fazla oldu ve Dubai, büyük çok uluslu şirketlerin Orta Doğu merkezlerinin yaklaşık yüzde 70’i için tercih edilen yer haline geldi. Bu arada, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sayesinde 2022 yılında petrol fiyatlarında yaşanan artış, Suudi ekonomisinin yüzde 8,7 ile G-20 ülkeleri arasında en yüksek büyüme oranına ulaşmasını sağladı ve bu da kendi önemli sermaye akışını yarattı. Suudi Arabistan, Basra Körfezi bölgesinde faaliyet gösteren yabancı şirketleri merkezlerini kendi topraklarına taşımaları için aktif bir şekilde teşvik etti ve merkezlerini taşımayan şirketlerin Riyad ile iş ilişkilerini kesme riskiyle karşı karşıya oldukları uyarısında bulundu.

Suudi Arabistan (dünyanın en büyük petrol ihracatçısı) ve BAE (beşinci en büyük) arasındaki enerji politikaları bu rekabeti daha da yoğunlaştırdı. 2021 yazında Riyad ve Abu Dabi arasında, OPEC+ içinde Suudi liderliğindeki üretim kesintilerini uzatma planına ilişkin açık bir anlaşmazlık ortaya çıktı ve BAE bu öneriyi reddetti. Bu gerginlik kısa sürede çözüme kavuşturulsa da Abu Dabi’nin Riyad’ın OPEC+ içindeki hakimiyetine itiraz ettiği ve OPEC’ten çekilmeyi düşünebileceği söylentileri yayıldı.

Küresel prestij rekabeti Suudi Arabistan ile BAE’nin arasını da açmış durumda. Her iki ülke de önemli uluslararası toplantılara ev sahipliği yaparak yumuşak güçlerini artırmak için stratejik yatırımlar yapıyor. Suudi Arabistan Geleceğe Yatırım Girişimi konferansını düzenlerken, Abu Dabi de Birleşmiş Milletler tarafından her yıl düzenlenen Dünya Yatırım Forumu’na ev sahipliği yapıyor. Her iki forum ve konferans da küresel liderleri ve yatırımcıları bir araya getirerek küresel sorunlara yenilikçi çözümler önerilmesini kolaylaştıran platformlar olarak hizmet veriyor. BAE’nin Orta Doğu’da türünün ilk örneği olan Expo 2020’yi Dubai’de düzenlemesinin ardından Suudi Arabistan Expo 2030’a ev sahipliği yapma hakkını elde ederek tarihe geçti. Ayrıca Dubai, geçen yıl çok önemli yıllık BM iklim değişikliği konferansının yapılacağı yer olarak seçildi. Abu Dabi’nin şubat ayında Dünya Ticaret Örgütü bakanlar konferansına ev sahipliği yapacak olmasıyla birlikte zirvelere ev sahipliği yapma konusundaki kararlılık devam ediyor. Katar’ın 2022 FIFA Dünya Kupası’na başarılı bir şekilde ev sahipliği yapmasının ardından Riyad, elit oyuncuları çekerek ulusal futbol liginin profilini yükseltmek için girişimlerde bulundu. Suudi Arabistan 2021 başından bu yana spor anlaşmalarına en az 6,3 milyar dolar ayırarak önceki altı yılın toplam harcamasını dört kattan fazla aştı. Bu, yeni dönemde futbolun jeopolitiğinin ilk tezahürü olabilir. Dubai, konser ve gösterilere ev sahipliği yapmak üzere ünlüleri çeken, nispeten açık ve kozmopolit toplumuyla tanınıyor. Ancak bu ayrıcalık artık sadece BAE’ye özgü değil. Aralık 2023’te Riyad, Orta Doğu’nun en büyük müzik festivali olan MDLBEAST Soundstorm’a başarıyla ev sahipliği yaptı. Bu çabalar toplu olarak, bu iki ülkenin uluslararası imajlarını yeniden şekillendirmek ve küresel sahnede kendilerine yönelik olumlu algıları teşvik etmek için gösterdikleri çabaları yansıtıyor.

Son ve en önemli rekabet ise iki ülkenin izlediği “vizyon” stratejileriyle ilgili. (Ekonomisini) Çeşitlendirme yolculuğuna yıllar önce çıkan BAE, Khalifa ve Cebel Ali limanlarıyla ilgili stratejik girişimler ve havayolu şirketi Emirates’in başarısıyla kendisini küresel bir ulaşım ve iş merkezi olarak konumlandırdı. Bununla birlikte, Muhammed bin Salman 2016 yılında Suudi ekonomisinin çeşitlendirilmesine yönelik iddialı bir yol haritası olan Vizyon 2030’u başlattı. Bu vizyonun en önemli projesi, Suudi Arabistan’ı bölgenin önde gelen altyapı, ulaşım, teknoloji, iş ve finans merkezi olarak konumlandırmayı amaçlayan milyarlarca dolarlık bir girişim olan NEOM girişimidir. Riyad ayrıca kendisini bir deniz ve hava lojistik merkezine dönüştürmek için Riyad Air’in kurulmasıyla birlikte 100 milyar doların üzerinde bir kaynak ayırdı. Bu, Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesindeki en büyük ve en işlek liman olması planlanan Cidde İslami Limanı’na yapılacak önemli yatırımlar yoluyla Birleşik Arap Emirlikleri limanlarının hakimiyetine meydan okumayı da kapsıyor. Başka bir ifadeyle, “vizyon” rekabeti Riyad ve Abu Dabi’yi çoğu zaman birbirlerinin aleyhine olacak şekilde bir modernizasyon ve çeşitlendirme yarışına itti.

İlginçtir ki İran’la yakınlaşma bu rekabeti kızıştırabilir. Tahran ve Riyad arasında Pekin’in öncülük ettiği yumuşama, Suudi Arabistan ve BAE için bölgedeki birincil ortak tehdidi etkili bir şekilde ortadan kaldırdı ve böylece Basra Körfezi’nin kuzey ve güney kısımları arasında uzun süredir devam eden jeopolitik çatışmaları azalttı. İlerleyen dönemde bölge, odağın İran ve KİK arasındaki jeopolitik rekabetten Suudi Arabistan ve BAE arasındaki jeoekonomik rekabete kaydığı yeni bir döneme girebilir.

Her iki ülke de birbirlerine doğrudan meydan okuma anlamına gelen ticari politikaları benimsiyor. Temmuz 2021’de Suudi Arabistan, yerel sanayi üretimini desteklemek için korumacı politikalar uygulamaya başladı. Bu düzenlemeler, serbest bölgelerde üretilen veya İsrail girdileri kullanan malların tercihli tarife imtiyazlarının dışında tutulmasını öngörüyor. Bu tutum, Birleşik Arap Emirlikleri ekonomisinin temel taşlarından birini oluşturan ekonomik serbest bölgelere doğrudan meydan okuyor. Yabancı yatırımcıları ülke içinde iş kurmaya çekmek için tasarlanan bu düzenlemeler, BAE ile İsrail arasında artan ticari ilişkilere açık bir karşı çıkış niteliğinde.

İsrail’e yönelik politika da bir başka potansiyel ayrışma alanı. BAE 2020’de İsrail’i resmen tanırken, Suudi Arabistan şimdiye kadar İbrahim Anlaşmalarına katılmaktan kaçındı. İsrail ve BAE kapsamlı bir ekonomik ortaklık anlaşması imzalayarak ikili ilişkileri güçlendirdi. Bu ekonomik ilerleme Riyad’ı nispeten savunmasız bir konuma getirdi. İsrail-Hamas savaşı Suudi-İsrail normalleşme sürecini yavaşlattı; ancak Riyad’ın anlaşmaların temel taşı olması beklendiğinden diyaloglar muhtemelen yeniden canlanacaktır. Muhammed bin Selman’ın İsrail ile ilişkileri normalleştirmek için özellikle nükleer programı ve güvenlik garantileri konusunda ek tavizler istemesi şaşırtıcı olmayacaktır; böyle bir hamle Muhammed bin Zayid’in İsrail politikası üzerinde baskı yaratabilir.

Suudiler ve Birleşik Arap Emirlikleri arasındaki çatlak genişledikçe, Moskova, Pekin ve hatta İran’la gelişen ilişkilerinin birbirlerine karşı bir denge unsuru olarak hız kazanma ihtimali var. Bu da ABD’nin Orta Doğu stratejisinin etkinliğini zayıflatabilir ve Beyaz Saray’ın bölgenin önemini yeniden değerlendirmesine yol açabilir. Bu bağlamda, Abu Dabi ve Riyad’ın ABD’nin bölgedeki politikalarına uyum sağlamasına kesin gözüyle bakılmamalı. Tıpkı İsrail-Hamas savaşının patlak vermesi gibi, Suudi Arabistan ve BAE arasında artan jeoekonomik rekabet de Orta Doğu’nun daha barışçıl hale geleceği yönündeki basit görüşe meydan okuyabilir.

ORTADOĞU

Eski İngiliz büyükelçi: Colani’nin arkasında İngiliz danışmanların olduğu neredeyse kesin

Yayınlanma

Birleşik Krallık’ın eski Bahreyn ve Suriye büyükelçisi Peter Ford, Suriye’de Beşar Esad yönetiminin devrilip El Kaide bağlantılı Heyet Tahrir eş-Şam’ın (HTŞ) iktidara gelmesinde batılı ülkelerin oynadığı rol hakkında ilginç bir mülakat verdi.

Antiwar.com’dan Rick Stering’e konuşan Ford, Esad yönetiminin hızlı çöküşü ile ilgili olarak, Suriye ordusunun on yılı aşkın bir süre boyunca, büyük ölçüde batının yaptırımları nedeniyle oluşan iktisadi durum sonucunda “eridiğini” savundu.

“Geriye dönüp baktığımızda, Suriye hükümeti ve ordusunun İslamcıları geri püskürtmede başarılı olmasının sürpriz olduğunu söyleyebiliriz,” diyen Ford, Suriye ordusunun cihatçı örgütleri İdlib’e gitmeye zorladığını hatırlattı.

Fakat Ford’a göre o noktadan sonra Suriye ordusu bozuldu, teknik düzeyde ve moral olarak savaşa daha az hazır hale geldi.

Suriyeli askerlerin çoğunlukla askere alınan sıradan insanlar olduğunu ve Suriye’deki “gerçekten korkunç ekonomik durumdan” sıradan bir Suriyeli kadar zarar gördüğünü vurgulayan eski büyükelçi, “Dolayısıyla şunu söylemek zorundayız ve bunu derin bir üzüntüyle söylüyorum, yaptırımlar işe yaradı. Yaptırımlar, Suriye halkına acı çektirmek ve böylece rejim dedikleri şeye karşı hoşnutsuzluk yaratmak için tasarlandıkları şeyi tam olarak yaptılar,” ifadelerini kullandı.

Suriye’nin ABD, İsrail ve Türkiye gibi büyük askeri güçler ile birlikte binlerce yabancı cihatçı tarafından saldırıya uğradığını söyleyen Ford, “Suriye ordusunun morali o kadar bozulmuştu ki günün sonunda gerçekten kağıttan bir kaplana dönüşmüşlerdi,” dedi.

“Birleşik Krallık ve ABD’nin aralık ayında Halep’e yapılan saldırı öncesinde cihatçıların eğitimine dahil olduğunu düşünüyor musunuz?” sorusuna “Kesinlikle” yanıtını veren Ford, bunlara İsrail’in de dahil olduğunu düşünüyor.

HTŞ lideri Ebu Muhammed el-Colani’nin (Ahmed eş-Şara) arka planında İngiliz danışmanlar bulunduğunun “neredeyse kesin” olduğunu savunan Ford, “Aslında, kusursuz bir İngilizce ile yapılan bazı açıklamalarda bu tür danışmanların elini tespit ettim. İfadeler Amerikanlaştırılmış imlaya sahipti, yani CIA de işin içinde. Colani bir kukla, ne söylemesini istiyorlarsa onu söyleyen bir kukla,” iddiasında bulundu.

HTŞ’nin tüm Suriye’ye yayılmış durumda bulunan 30.000 civarında savaşçısı olduğunu tahmin eden Ford, bu sayının çok olmadığını savundu. Ford, bunun akabinde, HTŞ ve müttefiklerinin “IŞİD ve El Kaide bayrakları açarak hakimiyetlerini göstermeye çalıştıklarını”, Alevileri ve Hıristiyanları kışkırttıklarını söyledi.

Esad ve ailesini şeytanlaştırma girişimlerinin, “Batının El Kaide ile yatağa girmesini Batılı kitlelerin daha fazla kabullenmesini sağlamak için” yapıldığına inanan eski diplomat, “Esad’ı ne kadar şeytanlaştırırlarsa ve Esad rejiminin kötülüklerini ne kadar çok dile getirirlerse, şu anda gerçekleştirilen korkunç vahşeti yutmamız ve dikkatimizi başka yöne çekmemiz o kadar olasıdır,” diye konuştu.

“Colani’nin şu anda Batıya çok ihtiyacı var. Aksi takdirde Beşar Esad ile aynı kaderi paylaşacak,” diyen Ford, Colani’nin stratejisin, “Batının kuklası olma statüsünü kullanarak sadece yeniden inşa yardımını değil, daha acil olarak yaptırımların hafifletilmesini, elektriğin yeniden akmasını ve petrolü güvence altına almak” olduğunu savundu.

Fakat Colani’nin şu anda “büyük bir İsrail sorunu” olduğunu kaydeden Ford, “İsrail bir istisna. Tüm batı cephesi Şam sultanının ayaklarını öpmek için takla atıyor. Ama İsrailliler dişlerini sıkıyor, adama güvenmediklerini söylüyorlar,” dedi.

İsrail’in Suriye ordusunun kalıntılarını ve altyapısını yok ettiğini, bu sırada da daha fazla Suriye toprağını ele geçirdiğini hatırlatan İngiliz diplomat, “Batı yaptırımlarının kaldırılmaması konusunda ısrar ederek Suriye’yi süresiz olarak dizlerinin üzerinde tutmak istiyorlar.  Washington’da derin devlet olarak adlandırabileceğimiz ve yaptırımların kaldırılmasından yana olan yapı ile İsrail’in bencil nedenleriyle buna direnen İsrail lobisi arasında bir saray savaşı yaşandığını hissediyorum,” dedi.

İsrail lobisinin bu mücadeleleri “her on seferden dokuzunu kazandığı göz önüne alındığında”, Ford’a göre “Colani rejimi için görünüm o kadar da iyi olmayabilir.”

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Biden yönetimi giderayak Gazze vizyonunu açıkladı

Yayınlanma

blinken

Görevden ayrılmak üzere olan ABD Dışişleri Bakanı, Hamas’ın kaybettiği kadar üye kazandığını belirtti ve İsrail’in “sonrası planı”na Ramallah’ı dahil etmeme konusundaki ısrarını eleştirdi.

Görev süresinin sona ermesine bir hafta kala, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Joe Biden yönetiminin savaş sonrası Gazze’ye ilişkin vizyonunu açıkladı. Blinken, Gazze’nin yönetiminde Filistin Yönetimi’nin önemli bir rol üstlenmesi gerektiğini savundu. Ancak bu fikir, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun hükümeti tarafından şiddetle reddediliyor.

Atlantik Konseyi’nde savaşın pek çok yönüne ve Orta Doğu’nun genel durumuna değinen uzun bir konuşma yapan Blinken, özellikle İsrail’in Hamas’ın yerini alacak bir plan hazırlamayı reddetmesini eleştirdi. Blinken, 15 aylık savaşta Hamas’ın kaybettiği kadar savaşçı topladığını belirtti.

Blinken, görevden ayrılacak olan yönetimin, önerilen yol haritasını Başkan seçilen Donald Trump’ın ekibine devredeceğini ve bu ekibin, İsrail ile Hamas arasında bir ateşkes anlaşması sağlanması durumunda planı uygulamaya alabileceğini söyledi.

Gazze’nin geçici yönetimi için uluslararası iş birliği

Blinken, Filistin Yönetimi’nin uluslararası ortakları davet ederek Gazze’de geçici bir yönetim oluşturmasını ve bunun bankacılık, su, enerji, sağlık ve İsrail ile sivil koordinasyon gibi temel sektörlerden sorumlu olmasını önerdiğini belirtti. Uluslararası toplumun bu geçici yönetime finansman, teknik destek ve denetim sağlayacağını söyledi, ancak bu girişimi tam olarak kimin finanse edeceği konusunda ayrıntı vermedi.

Blinken, bu komitenin Gazze topluluklarıyla istişare edilerek oluşturulacağını ve Filistin Yönetimi ile Gazze’den temsilcileri içermesi gerektiğini söyledi. Komite, Gazze’nin yeniden inşa sürecini denetlemek üzere atanacak üst düzey bir BM yetkilisiyle yakın çalışacak. Bu geçici komite, mümkün olan en kısa sürede reformdan geçirilmiş bir Filistin Yönetimi ile değiştirilecek.

Güvenlik misyonu ve İsrail-Filistin ilişkileri

Geçici güvenlik misyonunun, ABD’nin müttefiki olan ülkelerden gelen askerlerle seçilmiş Filistinli personelden oluşacağını belirten Blinken, bu misyonun sınır güvenliği ve kaçakçılığın önlenmesinin yanı sıra insani yardımın güvence altına alınmasından da sorumlu olacağını söyledi.

Blinken, bazı ABD müttefiklerinin geçici misyona güvenlik güçleriyle katkıda bulunmaya hazır olduklarını ifade ettiklerini, ancak bu desteği İsrail’in iki devletli çözüme giden yolun bir parçası olarak Batı Şeria ve Gazze’nin reformdan geçirilmiş bir Filistin Yönetimi altında yeniden birleşmesine izin vermesi şartına bağladıklarını açıkladı ki bu, Netanyahu’nun defalarca reddettiği bir konu.

ABD’nin, Gazze için Filistin Yönetimi liderliğinde bir güvenlik gücü eğitme, donatma ve denetleme girişimi başlatmayı planladığını da belirtti. Bu güvenlik gücü, geçici güvenlik misyonunun görevlerini yavaş yavaş devralacak. Tüm bu çerçeveler, BM Güvenlik Konseyi kararında yer alacak.

Blinken’ın planına dair tartışmalar ve eleştiriler

Blinken’ın konuşması, Biden yönetimi içinde tartışmalara yol açtı. Bazıları, bu planın Netanyahu tarafından siyasi kazanç için kullanılabileceğini savundu. Diğerleri ise bunun rehinelerle ilgili müzakerelere zarar verebileceğini iddia etti. The Times of Israel’e konuşan bir ABD yetkilisi, bu planın bu şekilde açıklanmasının, Trump yönetiminin bunu benimseme olasılığını azalttığını söyledi. Yeni yönetim, genellikle önceki ekibin girişimlerini sürdürmekten kaçınmayı tercih ediyor.

Devam eden ateşkes ve rehine anlaşması müzakerelerine değinen Blinken, Amerikalı, Katarlı ve Mısırlı arabulucuların pazar günü İsrail ve Hamas’a nihai bir teklif sunduğunu belirtti. İsrail’in anlaşmayı kabul ettiğini ima ederek “Top artık Hamas’ın sahasında. Hamas kabul ederse anlaşma imzalanıp uygulanmaya hazır” dedi.

Konuşmasında “Ateşkes sağlayacağımıza inanıyorum” diye ekledi: “İster yönetimimizin kalan günlerinde, ister 20 Ocak’tan sonra varalım, anlaşma Başkan Biden’ın geçen Mayıs ayında ortaya koyduğu ve yönetimimizin dünyayı arkasında topladığı anlaşmanın şartlarını yakından takip edecektir.”

İsrail karşıtı protestolar

Blinken’ın konuşması, ilk 15 dakikada üç kez İsrail karşıtı protestocular tarafından kesildi. Protestocular, Blinken’ı “soykırımı kolaylaştırmakla” suçladı.

Bir protestocu, “Sonsuza kadar Kanlı Blinken olarak bilineceksin, soykırım sekreteri” diye bağırdı. Başka bir protestocu ise, “Sen bir savaş suçlususun” diyerek bağırdı.
Blinken sakinliğini koruyarak, bir protestocuya, “Görüşlerinize saygı duyuyorum. Lütfen benimkileri de paylaşmama izin verin” dedi.

Sürekli savaş için reçete

Blinken, İsrail’in Hamas yönetimine karşı uygulanabilir bir alternatif sunmamasını ve bu nedenle İsrail ordusunun Gazze’de daha önce temizlediği bölgelere tekrar dönmek zorunda kalmasını eleştirdi.

“İsrail hükümetine uzun zamandır Hamas’ın yalnızca askeri mücadele ile yenilemeyeceğini, açık bir alternatif, savaş sonrası plan ve Filistinliler için inandırıcı bir siyasi ufuk olmadan, Hamas’ın ya da benzer şekilde tehlikeli bir oluşumun yeniden büyüyeceğini söylüyoruz” dedi.

Blinken, “7 Ekim’den bu yana Gazze’nin kuzeyinde olan tam da bu. İsrail ne zaman askeri operasyonlarını tamamlayıp geri çekilse Hamas militanları yeniden toparlanıp ortaya çıkıyor çünkü boşluğu dolduracak başka bir şey yok. Gerçekten de Hamas’ın neredeyse kaybettiği kadar yeni militan devşirdiğini değerlendiriyoruz. Bu da isyan ve sürekli savaş için bir reçetedir” dedi.

Çatışmanın sonuçları ve iki devletli çözüm çağrısı

Blinken hem İsrail hükümetini hem de Filistin Yönetimini son birkaç yıldaki bazı politikaları nedeniyle eleştirdi.

Blinken, “İsrailliler, [Batı Şeria’nın] fiili ilhakını İsrail demokrasisine, itibarına ve güvenliğine bir maliyeti ve sonucu olmadan gerçekleştirebilecekleri efsanesini terk etmelidir” dedi.

“İsrail son on yılda hiç olmadığı kadar hızlı bir şekilde resmi yerleşim yerlerini genişletip arazileri kamulaştırırken, yasadışı karakollardaki eşi benzeri görülmemiş büyümeye göz yumuyor. Aşırılık yanlısı yerleşimcilerin Filistinli sivillere yönelik şiddet içeren saldırıları rekor seviyelere ulaştı” diye yakındı.

Blinken, İsrail’in Filistin Yönetimi’nin Gazze’de bir yer edinmesine izin vermeyi ve Filistin devletinin kurulması için zamana bağlı, koşullara dayalı bir yaklaşımı kabul etmeyi reddetmesinin, diğer uluslararası aktörlerin İsrail’in Gazze’nin yeniden inşasına yardım etme çağrısını kabul etmesini engellediğini söyledi.

Blinken, İsrail’in Filistinlileri ulusal haklardan yoksun bir “yok sayılan halk” olarak görmeye devam edemeyeceğini savundu. “Yedi milyon İsrailli Yahudi ve yaklaşık beş milyon Filistinli aynı topraklarda kök salmış durumda. Hiçbiri bir yere gitmiyor” dedi.

İsrail hükümetine, Filistinlilerle nasıl bir ilişki istediğine karar vermesi gerektiğini söyledi. Blinken, uluslararası toplumun savunduğu iki devletli çözümün, Hamas’ın hedeflerine ters düştüğünü ve örgütün 7 Ekim saldırısının bu çözümü baltalamayı amaçladığını iddia etti.

Buna karşın, Blinken Filistin Yönetimi’nin reformlar gerçekleştirme konusunda başarısız olduğunu ve bu durumun İsrail’in Ramallah’ı meşru bir ortak olarak görmesini zorlaştırdığını ifade etti. Özellikle Filistin Yönetimi’nin yolsuzlukları kontrol altına alamamasını ve halk desteğini artıracak bir liderlik sergileyememesini eleştirdi.

Gazze’deki savaşın tehlikeli yankılarına değinen Blinken, “İnsanlar ne kadar çok acı çekerse, karşı tarafın acılarına o kadar az empati duyuyor” dedi.

Blinken “Arap ve Müslüman dünyasının büyük bir çoğunluğu, 7 Ekim’in hiç yaşanmadığına ya da eğer yaşandıysa bunun İsrail’in askeri birliklerine yönelik meşru bir saldırı olduğuna inanıyor. İsrail’de ise Gazze’deki koşullar ve oradaki insanların her gün neler yaşadığı hakkında neredeyse hiç haber yapılmıyor. Bu insanlıktan çıkma süreci, çatışmanın en büyük trajedilerinden biridir” diye devam etti.

Blinken, ABD’nin İsrail ve Filistin arasındaki çatışmanın çözümü için iki tarafla da çalışmaya devam edeceğini, ancak bunun yalnızca tarafların kendilerinin de çözüme inanması durumunda mümkün olacağını söyledi. “Filistin halkının haklarını ve haysiyetini tanımayan bir çözüm sürdürülebilir olmayacaktır” dedi.

Blinken, konuşmasını uluslararası toplumun ve bölge aktörlerinin birlikte çalışması gerektiğini vurgulayarak sonlandırdı, “Savaşın son bulması yalnızca bir başlangıç. Gerçek barış, çok daha derin bir çaba ve karşılıklı anlayış gerektirir” dedi.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

İsrail ordusu, Gazze’den kademeli çekilmeye hazırlanıyor

Yayınlanma

İsrail ordusunun duyurulması beklenen ateşkes ve esir takası anlaşması öncesinde Gazze Şeridi’ndeki güçlerini kademeli olarak geri çekmek için hazırlıklara başladığı iddia edildi.

İsrail devlet televizyonu KAN’ın haberinde, İsrail Ordusu Güney Komutanlığında Gazze’den kademeli çekilmeye ilişkin hazırlıklar için son 24 saat içinde durum değerlendirmesi gerçekleştirildiği belirtildi.

Haberde, Güney Komutanlığındaki durum değerlendirmesiyle ordunun Gazze’nin kuzeyi ile güneyi arasındaki Netzarim Koridoru ve Gazze-Mısır arasındaki Philadelphia Koridoru’ndan kademeli olarak çekilmesinin planlandığı kaydedildi.

İsrail-Hamas ateşkes anlaşmasının şartları ve gerginlikler

KAN’ın haberinde, İsrail ordusunun Philadelphia Koridoru’ndan çekilmesine ilişkin İsrail, Mısır ve ABDli güvenlik yetkilileri arasında pazartesi günü koordinasyon sağlandığı ifade edildi.

İsrail güçlerinin Hamas ile anlaşma imzalandıktan sonraki ilk birkaç gün içinde Philadelphia Koridoru’ndan çekileceği belirtilen haberde, Gazze’nin orta kesimindeki Netzarim Koridoru’nda oluşturduğu altyapıyı dağıtmasının ise bir haftayı bulabileceği öne sürüldü.

Öte yandan haberde, İsrail ordusunun çekilmesine ilişkin İsrail hükümetinden henüz bir talimat gelmediği de vurgulandı.

Gazze Şeridi sınırı boyunca bir “tampon bölge” kurmaya hazırlandığı anlatılan haberde, İsrail ordusunun, İsrail ile Gazze Şeridi sınırı boyunca bir kilometreden daha geniş bir alandaki tüm binaları yıktığı kaydedildi.

Gazze’de ateşkes ve esir takası anlaşması

Gazze’de ateşkes ve esir takası anlaşmasına son şeklinin verilmesi için Katar, Mısır ve ABD’nin arabuluculuğunda Hamas ile İsrail arasında yürütülen dolaylı müzakereler yoğun şekilde devam ediyor.

Hamas, müzakerelerin devam ettiği Katar’ın başkenti Doha’da, Gazze’de ateşkes ve esir değişimi konusunda beklenen anlaşmanın son aşamasına varıldığını duyurmuştu.

Katar Dışişleri Bakanlığı da Gazze’de anlaşmayı duyurmaya “en yakın noktada” olduklarını açıklamıştı.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English