Avrupa
The Economist’ten AP seçimleri değerlendirmesi: Avrupa’nın geleceğini bu üç kadın şekillendirecek

Ünlü İngiliz finans dergisi The Economist, 6-9 Haziran’da yapılacak Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinden önce AB’nin geleceğine ilişkin dikkat çekici bir analiz yayınladı.
Ukrayna savaşı, Donald Trump’ın Beyaz Saray’a dönme ihtimali, ekonomik zorluklar gibi gelişmelere karşı Avrupa’nın korunmasız göründüğünü savunan dergi, bir de bunun üstüne anketlerde “Avrupa şüphecisi popülistlerin” önde gittiğine işaret etti.
Avrupa’nın bu tehlikelerle yüzleşebilmesi için en azından AB düzeyinde tutarlı bir liderliğe ihtiyacı olduğunu ileri süren The Economist, ayrıca “aşırılık yanlılarının” da iktidardan uzak tutulması gerektiğini yazdı.
The Economist’e göre Avrupa’nın bunu başarıp başaramayacağı “kısmen” üç kadının seçimlerine bağlı. Bu isimler; Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, İtalya Başbakanı Giorgia Meloni ve Fransız Ulusal Birlik (RN) lideri Marine Le Pen.
Leyen, İtalyan liderle ittifak arayışında
Leyen’in Komisyon başkanlığını “başarılı” bulan dergi, başkanın “Vladimir Putin’in saldırganlığına karşı AB’nin güçlü bir ortak tepki vermesini” sağladığını, ortak borç ihracına yönelik “çığır açan” bir programı hayata geçirmek suretiyle kritik bir dönemde Avrupa entegrasyonunun derinleştirilmesine yardımcı olduğunu belirtti.
“Tehditler” düşünüldüğünde güçlü ve birleşik bir liderliğe duyulan ihtiyacın hiç bu kadar büyük olmadığını savunan dergi, Leyen’in ikinci bir başkanlığı hak ettiğini ama AP’nin seçimlerden sonraki muhtemel yapısı nedeniyle zaferinin garanti olmadığını hatırlattı.
Yazıda, bu noktada Meloni’nin devreye gireceği vurgulandı. Meloni’nin partisi İtalya’nın Kardeşleri’nin “isyankâr bir güç”ten “ülke yöneten” bir hale dönüştüğünü savunan The Economist, AP seçimlerinde başarılı olması beklenen Meloni’ye Leyen’in bir süredir “kur yaptığını”n altını çizdi. Leyen, 23 Mayıs’ta yaptığı açıklamada, “Giorgia Meloni ile çok iyi çalışıyorum,” demişti.
Meloni’yi ana akımdan dışlamak “miyopluk” olur
Bu sözler ve Meloni’nin partisini de içeren herhangi bir işbirliği fikri, Almanya’da iktidardaki Sosyal Demokrat Parti ve Fransa’da Emmanuel Macron’un partisindeki bazı isimler de dahil olmak üzere liberalleri ve müesses nizam yanlılarını öfkelendirdi.
The Economist, “Onlara göre Bayan Meloni kabul edilemez. Macaristan’ın güçlü adamı Viktor Orban ve diğer çirkin tiplerle arkadaşlık ediyor. ‘Büyük yer değiştirme’ gibi ırkçı komplo teorilerine itibar ediyor. AB’yi Sovyetler Birliği’ne benzetmişti. Kısacası, tam da karar alma mekanizmalarından dışlanması gereken türden bir aşırı sağcı figür, diye homurdananlar var,” diye yazdı.
Dergi, Meloni’nin “itiraz edilebilir” birçok yönü olmasına rağmen, onunla birlikte çalışmayı dışlamanın “miyopluk” olacağını savundu.
Meloni’nin geçmişinin “siyasi bir kundakçıya” benzemediğini düşünen The Economist, “yasadışı göç” gibi konularda Leyen ile ortak hareket ettiğini; “popülist sağdaki” bazı benzerlerinin aksine Ukrayna’nın sadık bir destekçisi olduğunu; partisi ülke içinde “kültür savaşların” dahil olsa da güvenlik ve ekonomi konularında İtalya’yı bir pragmatist olarak yönettiğini savunarak, “Siyasi ana akımın dışında bırakılmamalıdır,” dedi.
Meloni ile işbirliği yaparak Le Pen’den kurtulma planı
Dahası, dergiye göre, Meloni ile bir anlaşma yapmanın ek bir avantajı da “popülist sağı” daha “ılımlı” ve “aşırı” unsurları arasında bölmek olabilir.
“İşte bu noktada Bayan Le Pen devreye giriyor. Partisi Ulusal Birlik’in Avrupa seçimlerinde de başarılı olması bekleniyor. Bayan Le Pen kendisini ana akım bir figür olarak yeniden markalaştırmaya çalıştı, ama buna aldanmayın,” diyen The Economist, Le Pen’in geçmişinde “yabancı düşmanlığı” ve “Rusya’ya yağ çekme” olduğunu ileri sürdü.
The Economist’e göre Le Pen, Avrupa’yı sert bir şekilde sağa çekebilecek bir “mega milliyetçiler” grubu yaratmak istiyor ve bunun için de Meloni ile işbirliği yapmak istiyor.
Dergi, bunun yerine Meloni’yi “merkeze çekmenin” çok daha iyi olacağını yazdı. Analize göre bu, Le Pen’in planını sekteye uğratacak ve “aşırı sağı” parçalayacak.
Almanya için Alternatif’in (AfD), Avrupa’daki baş adayının Nazi suçlarını hafife almasının ardından kısmen çökmüş durumda olduğuna işaret eden dergi, “Bayan Le Pen’in güçsüzleştirilmesi, partisinin 2027’deki ulusal seçimler öncesinde anketlerde önde gittiği Fransa’daki cazibesini de azaltabilir. Cumhurbaşkanı Le Pen ihtimali sinir bozucu,” dedi.
“Anlaşma sağlanamazsa kriz patlayabilir”
The Economist, “Mesele artık popülistlerin kontrol altına alınıp alınamayacağı değil, yükselişlerine nasıl karşılık verileceğidir,” diye yazdı.
Meloni’nin “kartlarını göğsüne yakın tuttuğunu”, fakat iktidara “gösterişten” daha fazla ilgi duyduğu açık olan birinin kendisini “Avrupa’nın kenar mahallelerine mahkum etmesinin” garip olacağını savunan dergi, alternatif yolun “felaket” olacağını ileri sürdü.
The Economist analizi şöyle erdi:
“Avrupa siyaseti o kadar parçalı hale geldi ki, Bayan von der Leyen ya da komisyon başkanlığı için başka bir adayın parlamentoda çoğunluğu sağlayamaması olası. Bu da Ukrayna’nın zor durumda olduğu ve Trump’ın olası başkanlığının yaklaştığı bir dönemde anayasal bir krize yol açabilir. Dahası, eğer Bayan Meloni merkezle çalışmaktan bir şey elde edemeyeceğini düşünürse, Bayan Le Pen ile çalışmak isteyebilir. Eğer yanlış bir seçim yaparlarsa, Avrupa’nın merkezcileri AB’nin istikrarını bozabilir ve uzun zamandır korktukları şeyin, yani birleşik, Kıta çapında bir aşırı sağ hareketin oluşmasına yardımcı olabilirler. Bundan kaçınmak için Bayan Meloni ile anlaşmak faydalı olacaktır.”
Avrupa
Brüksel, stabilcoin konusunda ECB’nin uyarılarını dikkate almayacak

Brüksel, hızlı büyüyen stabilcoin pazarı için yeni kurallar açıklamaya hazırlanıyor.
AB, Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB), bu standartların piyasa dalgalanmaları sırasında bölgedeki bankaları istikrarsızlaştırabileceği yönündeki uyarılarını göz ardı ediyor.
Avrupa Komisyonu, içeriği hakkında bilgi sahibi olan kişilere göre, blok dışında çıkarılan stabilcoinlerin, yalnızca AB pazarlarında izin verilen aynı markalı versiyonlarla değiştirilebilir olarak değerlendirilmesini öneren resmi bir kılavuz yayınlamayı planlıyor.
Durumdan haberdar bir kişi, duyurunun önümüzdeki günlerde yapılacağını söyledi.
Kamuya açık kılavuz, dijital nakit gibi davranan ve bankacılık sistemi dışında yer alan bu tür kripto para birimleri ile ilgili AB hukukundaki gri alanı ele alacak.
Bu adım, ECB Başkanı Christine Lagarde’ın pazartesi günü Avrupa Parlamentosu’nda yaptığı açıklamada, “stabilcoinler… para politikası ve finansal istikrar için risk oluşturmaktadır [ve] bu nedenle, özellikle uluslararası sınırlar ötesinde faaliyet gösterdiklerinde, sağlam kurallara tabi olmalıdır,” demesinin ardından geldi.
Stabilcoinler, genellikle ABD doları gibi bir ulusal para biriminin değerini takip etmek amacıyla çıkarılır ve rezervlerde tutulan likit varlıklarla desteklenir.
Dünyanın dört bir yanındaki politikacılar, stabilcoinlerin yükselişini hesaba katmak için finansal piyasa kurallarını hızla güncelliyor. Dolaşımda yaklaşık 250 milyar dolarlık stabilcoin var ve analistler, pazarın önümüzdeki yıllarda on kat büyüyeceğini tahmin ediyor.
ABD Hazine Bakanı Scott Bessent, bu ay dolaşımda küresel olarak 2 trilyon dolar olabileceğini ve bunların yaygınlaşmasının “ABD dolarının üstünlüğünü pekiştirebileceğini” söyledi. ABD Kongre üyeleri, “GENIUS yasası” olarak bilinen piyasayı denetleyecek ilk kuralları kabul etmek üzere.
Fakat merkez bankaları, büyümeyi teşvik eden ve risk yönetiminde boşluklar içerebilecek mevzuata karşı giderek daha temkinli hale geldi.
ECB, aynı şirket tarafından başka yargı bölgelerinde ihraç edilen ve AB tarafından ihraç edilen tokenlarla değiştirilebilir coinlerin, piyasa stresinde blok bankaları üzerinde baskı oluşturabileceği endişesini dile getirdi.
AB kurallarına göre, blok içinde çıkarılan stabilcoinlerin rezervlerinin çoğu blok içindeki bir bankada tutulmalı ve sahipleri coinlerini doğrudan ihraççıdan nakit olarak geri alabilmeli.
ECB, yeni kuralların, yurtdışındaki sahiplerin AB tüketicileri için ayrılmış rezervlere erişmek için acele etmesiyle, bankalar arasında bulaşma potansiyeli olan rezervlere hücum riskini artırabileceğini söyledi.
Lagarde, geri alımların “Büyük gelişmeler ve herhangi bir stabilcoinde ortaya çıkabilecek zorluklar nedeniyle artması halinde, Avrupa’nın koruma önlemleri, yedeklemeleri ve mevduatları risk altına girecektir,” dedi.
Salı günü, Uluslararası Ödemeler Bankası (BIS) , stabilcoinlerin para olarak yaygın bir şekilde kullanılabilmesi için gerekli temel gereklilikleri “kötü bir şekilde yerine getirdiğini”, çünkü merkez bankaları tarafından desteklenmediklerini, yasadışı kullanıma karşı yeterli koruma önlemlerine sahip olmadıklarını ve bankalardan farklı olarak kredi oluşturmak için gerekli fonlama esnekliğine sahip olmadıklarını savunmuştu.
AB dışındaki stabilcoinler konusu, bu yıl bir dizi özel toplantıda iki AB organı arasında gerginliğe neden oldu ve komisyon, bankanın endişelerine karşı çıktı.
Komisyon sözcüsü, “İyi yönetilen ve tamamen teminatlandırılmış bir stabilcoine yönelik bir paniğin yaşanması çok olası değildir,” dedi ve bunun gerçekleşmesi durumunda bile “yabancı sahipler, tokenlarını [örneğin] tokenların çoğunun dolaşımda olduğu ve rezervlerin çoğunun tutulduğu ABD’den geri alacaktır,” diye ekledi.
Bir kripto para yöneticisi, ECB’nin sert uyarılarının kısmen, büyük bir stabilcoin operatörünün rezervlerinin nispeten küçük bir bankacılık sistemine sahip bir ülkede tutulabileceği endişesinden kaynaklandığını söyledi.
Yöneticinin eklediği bilgilere göre, ECB’nin eleştirileri, özel şirketler tarafından çıkarılan stabilcoinlerle rekabet edecek ve potansiyel olarak bunların değerini düşürebilecek, merkez bankası tarafından çıkarılan bir dijital para birimi yaratma arzusundan da kaynaklanıyordu.
Bu ay kapalı kapılar ardında yapılan bir toplantıda bilgilendirilen kişilere göre, ECB bazı riskleri önlemek için diğer ülkelerden, kriz zamanlarında diğer ülkelerin rezervlerinin AB’ye aktarılmasını sağlayacak yasal garantiler vermesini talep etmeyi önerdi.
Ayrıca, diğer ülkeler ile AB arasında düzenlemelerin eşdeğer standartlarda olduğuna dair herhangi bir anlaşma bulunmadığı konusunda da uyarıda bulundu.
Fakat bir komisyon yetkilisi toplantıda varlık transferleri konusunda garanti verilmesine gerek olmadığını söyledi. Bunun üzerine bir ECB yetkilisi, “AB rezervlerine hücum olması durumunda varlıkları transfer edeceklerine körü körüne güvenmemiz mi gerekiyor?” diye sordu.
Komisyon bunun yerine, ulusal denetim otoritelerinin kendi risk değerlendirmelerini yapmalarına ve gerekirse ek önlemler talep etmelerine izin verilmesini önerdi.
Avrupa
Almanya’nın ‘beleşçi işsizler’ sorunu mu var?

Almanya’da ana akım medya ve politikacıların “tembel” ve “beleşçi” işsizler olarak nitelendirdikleri vatandaşlık geliri alan Almanların durumu daha fazla tartışılıyor.
Junge Welt’te (jW) yer alan habere göre, Almanya’da “vatandaşlık geliri” (Bürgergeld) alan 5,5 milyon kişinin günlük gerçekliği ise çok farklı: yoksulluk, dışlanma ve utançla dolu bir hayat.
Vatandaşlık geliri üzerine “Sanktionsfrei” derneği, Berlin’de iki yıl önceki reformdan etkilenen 1.014 kişiyle yaptığı anketin sonuçlarını yayınladı.
Dernek başkanı Helena Steinhaus, araştırmanın sunumunda “Vatandaşlık geliri, Hartz IV’ten hiçbir zaman gerçek bir iyileşme anlamına gelmedi” dedi. Bu gelir, “her zaman acil yardım” olarak kalmış ve “gerçeklikten çok uzak” bir standart oran üzerinden hesaplanmıştı.
Hartz planı, 2002 yılında Almanya işgücü piyasasında reformlar konusunda bir komite tarafından sunulan bir dizi öneriye verilen isim.
Örneğin, ankete katılan ebeveynlerin yüzde 54’ü, çocuklarının yemek yiyebilmesi için kendilerinin düzenli olarak yemek yemediğini söyledi. Tüm katılımcıların yüzde 72’si, aylık 563 avroluk standart oranın “onurlu bir yaşam” sürmek için yeterli olmadığını belirtti.
Ankete katılanların sadece yüzde 9’u bu standart oranla sağlıklı beslenmenin mümkün olduğunu düşündüğünü söyledi.
Fakat Steinhaus’a göre, vatandaşlık geliri “sadece ekonomik bir felaket değil, aynı zamanda duygusal bir felaket.” Yüzde 42’si yardım almaktan utandığını söylerken, yüzde 72’si kuralların daha da sıkılaştırılmasından korktuğunu ifade etti.
Ankete katılanların sadece yüzde 12’si kendilerini toplumun bir parçası hissediyor.
Steinhaus, temel bir sorun olduğunu ama Alman siyasetçilerin bunu değiştirmek yerine, vatandaşlık gelirine yeni kısıtlamalar getirmeyi planladığını ve standart oranın çok yüksek olup olmadığını tartışmaya devam ettiğini vurguladı.
“Sanktionsfrei” başkanı 813 avroluk bir oran talep etti ve vatandaşlık gelirinin dağıtımında “mafya benzeri yapılar”dan bahseden SPD’li Çalışma Bakanı Bärbel Bas’ı eleştirdi.
Steinhaus, “Sosyal yardım dolandırıcılığının yapısal bir sorun olduğuna dair hiçbir kanıt yok. Sistemik suistimal arayanlar Cum-Ex ve vergi kaçakçılığıyla başlamalı,” tavsiyesinde bulundu.
Cum-Ex skandalı kapsamında bir banka, borsa simsarları ve avukatlardan oluşan ağ, temettü vergileri ile ilgili şüpheli dolandırıcılık ve spekülasyon yoluyla Avrupa hazinelerinden milyarlarca dolar elde etmişti.
Alman Ekonomi Araştırmaları Enstitüsü’nden Marcel Fratzscher de “siyah-kırmızı” CDU-SPD hükümetini eleştirdi ve yardımları kesme ve yaptırımları sıkılaştırma planının “tehlikeli bir hata” olduğunu savundu.
Kesintilerin insanları onurlarından mahrum bıraktığını ve Almanya’da yoksulluğu derinleştirdiğini kaydeden Fratzscher, iş merkezlerinin, insanların işgücü piyasasına entegre olmalarına gerçekten yardımcı olmak için daha donanımlı olması gerektiğini söyledi.
Bu talep, sosyal yardım derneği VdK’nın başkanı Verena Bentele tarafından da pazartesi günü yaptığı açıklamada dile getirildi.
Bentele’ye göre, araştırma sonuçları “yüzde 74 gibi ezici bir çoğunluğun vatandaşlık gelirinden mümkün olan en kısa sürede vazgeçmek ve geçimini sağlayacak bir işe girmek istediğini” açıkça gösteriyor.
Ne var ki, ankete katılanların yarısından fazlası sağlık sorunları yaşıyor ve “iş merkezlerinden acil olarak daha fazla desteğe ihtiyaç duyuyor.”
Bu arada, geçen yıl devletin, gelirleri geçimlerini sağlamaya yetmediği için yaklaşık 826.000 çalışana ek vatandaş geliri ödediği ortaya çıktı. Bu ücret sübvansiyonunun maliyeti yaklaşık 7 milyar avro oldu.
Bu bilgi, dpa’nın pazartesi günü aktardığı, Sol Parti milletvekili Cem İnce’nin sorusuna federal hükümetin verdiği yanıtta yer aldı. Yanıtta, ek yardım alanların sayısının 2015’ten bu yana ilk kez tekrar arttığı belirtildi.
Avrupa
Shell: BP’yi alma niyetimiz yok

Shell, Avrupa’nın en büyük iki şirketinin aktif birleşme görüşmeleri yürüttüğü yönündeki haberleri yalanlayarak, BP için bir satın alma teklifi yapma niyetinde olmadığını açıkladı.
Bu açıklama, BP’nin birkaç yıldır süren kötü performansı ve aktivist hissedar Elliot Investment Management’ın artan baskısı sonrasında, İngiltere’nin iki büyük petrol şirketinin birleşeceği yönündeki spekülasyonları yatıştırdı.
Shell’in açıklaması, şirketin İngiltere Satın Alma Kurallarına bağlı olduğu ve bu kurallar gereği altı ay boyunca BP için bir teklif sunamayacağı anlamına geliyor.
Perşembe günü yaptığı açıklamada şirket, “Son zamanlarda basında yer alan spekülasyonlara yanıt olarak, Shell, BP için bir teklifte bulunmayı aktif olarak değerlendirmediğini açıklığa kavuşturmak ister,” dedi.
Şirket, “olası bir teklifle ilgili olarak BP’ye herhangi bir yaklaşımda bulunmadığını ve görüşme yapılmadığını” söyledi.
Wall Street Journal’ın (WSJ), şirketin daha büyük rakibi ile devralma görüşmelerinin ilk aşamasında olduğunu bildirmesinin ardından, BP’nin hisseleri çarşamba günü New York’ta %10’a varan bir artış kaydetti.
Shell, haberi “piyasa spekülasyonu” olarak nitelendirerek hızla yalanladı ve hisseler kazançlarını iade etti.
BP’nin uzun süredir devam eden düşük performans, büyük ölçüde eski CEO Bernard Looney’in benimsediği net sıfır stratejisinden kaynaklanıyor.
Looney, kişisel davranışları nedeniyle 2023 yılında şirketten ayrıldı ve halefi Murray Auchincloss, başarısız bir temiz enerji stratejisiyle boğuşmak zorunda kaldı.
Auchincloss şubat ayında, petrol ve gaza geri dönüş, hisse geri alımlarının azaltılması ve varlıkların satılması ve borçların ödenmesi vaatlerini içeren bir “sıfırlama” planı açıkladı.
Yeni strateji birçok yatırımcı tarafından soğuk karşılandı ve daha radikal değişiklikler talep etmeye devam eden Elliott için yeterli olmadı.
Bu gelişmelerin ardından BP, giderek potansiyel bir satın alma hedefi olarak görülmeye başladı. Herhangi bir şirket teklifte bulunmasa da, BP’nin birçok rakibi ve rakip şirketin durumu kapalı kapılar ardında değerlendirdiği söyleniyordu.
Bloomberg, mayıs ayında yaptığı haberde Shell’in bir devralmanın avantajlarını incelediğini, fakat teklifte bulunup bulunmayacağına karar vermeden önce hisse senedi ve petrol fiyatlarında daha fazla düşüş beklediğini bildirmişti.
Yine Bloomberg, haziran ayı başında Abu Dabi’nin ana petrol şirketinin, İngiliz firmanın bölünmeye karar vermesi veya daha fazla birimini elden çıkarmak için baskı altına girmesi durumunda BP’nin bazı önemli varlıklarını satın alıp alamayacağını değerlendirdiğini bildirmişti.
Shell’in açıklaması BP ile ilgili devralma spekülasyonlarının çoğunu yatıştırsa da, İngiltere’nin devralma kuralları uyarınca altı aylık bekleme süresi mutlak değil.
BP’nin başka bir alıcıdan teklif alması, yeni bir teklif çağrısı yapması veya koşulların “önemli ölçüde değişmesi” gibi sınırlı sayıda istisnai durumlarda bu süre erken sona erebilir.
BP’de büyük değişiklikler devam edecek. Helge Lund’un nisan ayında istifa etme niyetini açıklamasının ardından şirket yeni bir yönetim kurulu başkanı arıyor. Lund’un net sıfır stratejisinin önemli destekçilerinden biri olması, BP’nin en büyük hissedarlarından biri olan Elliott’un eleştirilerinin odağına oturmasına neden oldu.
-
Görüş1 hafta önce
Çin, İsrail’i Kınamaktan Daha Fazlasını Yapabilir mi?
-
Ortadoğu1 hafta önce
İsrail’de hangi ‘halk’ yaşıyor?
-
Diplomasi2 hafta önce
Çinli akademisyen İsrail-İran savaşını Harici’ye değerlendirdi: İran, Çin için stratejik öneme sahip
-
Dünya Basını2 hafta önce
İran’la savaş kapıda mı?
-
Avrupa1 hafta önce
Merz: İsrail hepimizin kirli işlerini yapıyor
-
Dünya Basını4 gün önce
Sınıfsız modern para teorisi muhasebedir
-
Dünya Basını2 hafta önce
Savunma sanayiinde ‘Amerikan malı’ baskısı geri tepiyor
-
Görüş1 hafta önce
İsrail’in ‘Bildiği Şeytan” ile İşi Bitti mi?