Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

“Trump’ı unutun! Ateşkes Netanyahu’nun kendi hesabıydı”

Yayınlanma

netanyahu

Gazze savaşı, İsrail’de hükümet, ordu ve toplum için bir yük haline geldi. Trump, Netanyahu’ya sadece azaltması için bir bahane verdi.

Meron Rapoport / +972 Magazine

İsrail ve Hamas’ın Gazze’de ateşkes konusunda anlaştığının duyurulmasının hemen ardından uluslararası ve İsrail medyasında bir fikir birliği oluştu: İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Mayıs 2024’ten bu yana masada olan bir anlaşmayı nihayet kabul etmesinin nedeni seçilmiş Başkan Donald Trump’ın baskı ve tehditleriydi. Trump’ın Orta Doğu temsilcisi Steven Witkoff’un cumartesi sabahı (Batı) Kudüs’e gelerek Netanyahu’ya kendisiyle konuşmak için Şabat’ın sonuna kadar beklemeye niyeti olmadığını bildirmesiyle ilgili hikâye hızla efsaneleşti.

Haaretz muhabiri Chaim Levinson çarşamba günü attığı tweet’te “Büyük ve kudretli Donald Trump, Netanyahu’nun elini tutup kolunu arkasından bükmeseydi, sonra biraz daha bükmeseydi, sonra biraz daha bükmeseydi, sonra kafasını masaya itmeseydi, sonra kulağına birazdan testislerini tekmeleyeceğini fısıldamasaydı anlaşma olmazdı” diyerek genel hissiyatı özetledi: “Biden’ın bunu uzun zaman önce fark etmemiş olması çok yazık.”

Witkoff ve Netanyahu arasındaki görüşmede tam olarak ne konuşulduğunu bilmiyoruz. Trump’ın Netanyahu’yu tehdit etmiş olması ve İsrail Başbakanı’nın seçilmiş Başkan’ın gazabından korkmuş olması mümkün. Ancak daha yakından bakıldığında işin içinde farklı dinamikler olduğu ortaya çıkıyor. Gerçekte ateşkes anlaşmasını kabul etme kararının Trump’tan ziyade İsrail içinde değişen savaş algısıyla ilgisi var gibi görünüyor.

Başa saralım: 7 Ekim’deki Hamas saldırısından sonra İsrail’e yaptığı ilk ziyaretten döndükten hemen sonra Başkan Biden İsrail’i Gazze’yi yeniden işgal etmemesi konusunda uyardı. Ayrıca “İsrail’in masum sivilleri öldürmemek için elinden gelen her şeyi yapacağına” inandığını ve Gazze halkının ilaç, gıda ve suya erişiminin sağlanacağından emin olduğunu söyledi. Biden ayrıca İsrail’i, ABD’nin 11 Eylül sonrasında yaptığı hataları tekrarlamaması ve “adaleti sağlama” arzusunun kontrolden çıkmasına izin vermemesi konusunda da uyardı. Netanyahu tüm bunları dinledi, sonra da tam tersini yaptı.

Savaş boyunca İsrail, geçen mayıs ayında Refah’ı işgal etmeden önce ve son aylarda Gazze’nin kuzeyini açlığa mahkûm ederken olduğu gibi, silah sevkiyatını durdurmaya yönelik açık tehditlerin eşlik ettiği durumlarda bile Amerika’nın uyarılarını özetle görmezden geldi. Trump’ın Netanyahu’yu Biden’dan daha fazla korkutması mümkün olsa da şunu sormalıyız: Netanyahu bu anlaşmayı reddetseydi, Trump silah sevkiyatlarını durdurur veya BM’deki İsrail karşıtı kararlara yönelik ABD vetosunu kaldırır mıydı?

Trump’ın ABD’nin İsrail Büyükelçisi olarak seçtiği Mike Huckabee, İsrail aşırı sağının toprak taleplerini destekliyor ve “işgal” kelimesine inanmıyor. Trump yönetimi gerçekten de daha önce hiçbir Amerikan yönetiminin yapmadığı bir şeyi yapar mı? Dolayısıyla, Trump’ın baskısı şüphesiz önemli olsa da İsrail içinde neler olduğuna bakmalıyız.

Lübnan’daki ateşkesten kısa bir süre önce tahmin ettiğim gibi: “Kuzeydeki savaşın sona ermesi kaçınılmaz olarak İsrail kamuoyunun dikkatini Gazze’deki savaşa geri getirecek ve savaşın devam edip etmeyeceğine dair sorular yeniden gündeme gelecektir. Trump Gazze’deki etnik temizliğe devam edilmesine yeşil ışık yaksa bile bunun İsrail kamuoyunu ikna etmeye yeteceği kesin değil. İsrail istese de istemese de Lübnan’daki savaşın sona ermesi Gazze’deki savaşın sona ermesini hızlandırabilir.” Benim okumama göre tam da böyle oldu.

Bazıları bu anlaşmanın, Hizbullah’ın ateşi durdurma kararı ve Suriye’de Esad rejiminin çöküşünün ardından İsrail savaş makinesiyle baş başa kalan Hamas’ın düşünce yapısındaki değişimin bir ürünü olduğunu iddia edecektir. Ancak Hamas, Hizbullah’ın saldırılarını yoğunlaştırma tehdidinin İsrail’i Gazze’de istediğini yapmaktan alıkoyacağına inanmışsa (ki gerçekten inanıp inanmadığı tartışılır), Refah’ın işgali muhtemelen aksini kanıtladı. Ayrıca Esad rejimi Hamas’a düşmandı ve Suriye’deki yeni rejim -Katar Başbakanı’nın Şam’a yaptığı son ziyaretin de gösterdiği gibi- daha sempatik olabilir.

Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben Gvir’in Netanyahu’ya uyguladığı siyasi baskının geçen yıl boyunca anlaşmayı defalarca engellediği iddiasından şüphe duymak için hiçbir neden yok. Hamas’ın Netanyahu’nun inatçılığı nedeniyle tüm taleplerinden vazgeçtiği için anlaşmanın sağlandığı düşüncesi “güzel bir hikâye ama doğru değil. Aslında gerçeğin tam tersi” diye yazan İsrailli gazeteci Ronen Bergman, ABD ve Hamas’ın sekiz ay önce anlaşmaya varmasının ardından Netanyahu’nun bizzat anlaşmayı nasıl sabote ettiğini defalarca ortaya koydu.

ABD Ulusal Güvenlik İletişim Danışmanı John Kirby’nin, İsrail’in Kanal 12 televizyonunda Hamas’ın sadece eski lideri Yahya Sinvar’ın İsrail tarafından öldürülmesi nedeniyle geri adım attığını ve ateşkesi kabul ettiğini açıklaması neredeyse utanç vericiydi. Çünkü Dışişleri Bakanı Antony Blinken, birkaç gün önce The New York Times’a verdiği bir röportajda Sinwar’ın öldürülmesinin aslında müzakereleri önemli ölçüde zorlaştırdığını söylemişti. Washington, tek bir yalan üzerinde karar verip kendi içinde koordinasyon sağlamış olsa daha iyi olurdu.

Giderek popülerliğini yitiren savaş

İsrail içinde Gazze’deki savaş hükümet, ordu ve tüm toplum için bir yük haline geldi. Son zamanlarda yapılan tüm anketlerde, yüzde 60 ila 70 arasında, hatta daha yüksek bir çoğunluk savaşın sona erdirilmesini destekliyor. Beklenenin aksine, Lübnan’daki savaşın sona ermesi aslında Gazze’deki savaşın sona erdirilmesi arzusunu güçlendirdi.

Bunun çeşitli nedenleri var. Rehinelerin aileleri tarafından her hafta düzenlenen gösteriler, Eylül ayında Hamas tarafından öldürülen altı rehinenin cesetlerinin bulunmasının ardından patlak veren protestoların boyutuna ulaşmamış olabilir, ancak hükümete karşı oluşturdukları meydan okuma azalmış değil. Aksine, daha önce hiç bu kadar çok İsrailli bu kadar büyük protestolarda sahneye çıkmamış ve İsrail savaşı sürdürürken savaşın sona erdirilmesi için bu kadar açık bir şekilde çağrıda bulunmamıştı.

Bu protestolardan birinde, oğlu Matan, Gazze’de esir tutulan önde gelen aktivistlerden Einav Zangauker, İsrail heyeti Katar’daki ateşkes görüşmeleri için yola çıkarken yaptığı konuşmada, heyetin Hamas’ın savaşı durdurma talebiyle döneceğini ve Netanyahu’nun Hamas’ın pozisyonunu sertleştirdiğini iddia edeceğini öngördü. Kalabalığa “Bu yalanlara kanmayın” dedi.

Ordu da yorgunluk belirtileri gösteriyor. Ekim başından bu yana Gazze’nin kuzeyini etnik temizliğe tabi tutmak için büyük çaba sarf etmesine rağmen Hamas yenilmekten çok uzak ve İsrail ordusuna kayıplar verdirmeye devam ediyor. Daha geçen hafta Beyt Hanun’da -ordunun 14 ay önce kara harekatının başlangıcında işgal ettiği bir bölge- 15 asker öldürüldü.

Askerlerin de ifade ettiği gibi rehineleri kurtarma görevi imkânsız görünüyor. Geriye sadece Gazze’nin kuzeyinin yıkımı kalmış durumda. Gazze’de 200 günden fazla görev yapmış bir yedek subay, askerler arasında hâkim olan havanın, savaşın bir yere gitmediği yönünde olduğunu söyledi. Bunun nedeni ahlaki bir karşı çıkış değil (aChord Center’ın son anketine göre İsraillilerin %62’si ‘Gazze’de masum yoktur’ ifadesine katılıyor), hedeflerin belirsiz olması.

Daha da önemlisi, Netanyahu’nun savaşı sona erdirmekle kazanacağı hiçbir şey olmadığı ve sadece kaybedeceği fikrini yeniden değerlendirmeye başlamış olması muhtemel. İsrail medyasının neredeyse tamamının İsrail’in Lübnan, Suriye, İran ve Gazze’deki ezici zaferleri olarak tanımladığı gelişmelerin ardından Netanyahu’nun popülaritesinin artması beklenebilirdi. Gerçekte ise tam tersi oldu. Son anketler Netanyahu’nun koalisyonunun 49 sandalyeye gerileyerek (toplam sandalye sayısı 120) 7 Ekim’den hemen sonraki durumuna yaklaştığını, merkez sol bloğun ise Meclis’teki Filistinli partiler olmadan bile çoğunluğu oluşturabileceğini gösteriyor.

Görünen o ki, ordu her ceset torbasında rehine getirdiğinde daha da alevlenen rehine ailelerinin protestoları, ordu içindeki yorgunluk ve motivasyon kaybı, savaşın popülerliğini yitirmesi ve Netanyahu’nun anketlerdeki düşüşü Başbakan’ı savaşı süresiz olarak devam ettirmenin bir yıl 10 ay sonra yapılması planlanan bir sonraki seçimleri kazanma şansını yok denecek kadar aza indireceği sonucuna götürmüş olabilir.

Sonuç olarak Netanyahu artık zararın neresinden dönülürse kârdır diye düşünmüş olabilir. Ben Gvir ve Maliye Bakanı Bezalel Smotrich hükümeti düşürmeye karar verse bile Netanyahu’nun bir elinde Sinvar ve Nasrallah’ın kellesi, diğer elinde geri dönen rehineleri kucaklayarak erken seçimlerde başarılı olma şansı oldukça yüksek.

Mükemmel bir bahane

Eğer durum buysa, gerçek ya da abartılmış olsun Trump’ın baskısı Netanyahu’nun “tam zafer” söyleminden neden vazgeçtiğini destekçilerine açıklamak için mükemmel bir bahane işlevi görüyor. Netanyahu’nun propaganda kanalı Kanal 14, Netanyahu ile Witkoff arasındaki “sert görüşmeyi” haber yapıyorsa, bu bilginin kaynağının Amerikalılar değil Başbakanlık Ofisi olduğu düşünülebilir. Netanyahu’nun bu anlatıyı güçlendirmekte açık bir çıkarı var: bu şekilde, Biden yönetimindeki “solculara” karşı cesurca savaştığını ancak Mar-a-Lago’nun öngörülemeyen ve kolayca öfkelenen Cumhuriyetçisine karşı çaresiz kaldığını iddia edebilir.

Hem savaşın hem de savaşın durdurulmasının İsrail’in iç meselesi olduğunun kanıtı muhtemelen 42 gün sonra, anlaşmanın ilk aşaması sona erdiğinde ve İsrail’in Gazze’den tamamen çekilmesini gerektiren ikinci aşama başladığında ortaya çıkacak. Anlaşmanın Katar’da imzalanmasının ardından Trump, bunun yönetiminin Orta Doğu’da “barış arayacağının ve anlaşmalar müzakere edeceğinin” kanıtı olduğunu söyledi ve bu ateşkesin savaşa son vermesini beklediğini ima etti. İkinci aşamaya yönelik müzakerelerin ilk aşamanın 16. gününde başlayacağını ve bu müzakereler devam ettiği sürece ateşkesin yürürlükte kalacağını öngören anlaşmanın lafzı da aynı yöne işaret ediyor.

Ancak Smotrich hükümette kalma kararını, anlaşmanın birinci aşaması tamamlandıktan sonra İsrail’in savaşı yeniden başlatmasına, Gazze’yi tamamen ele geçirmesine ve insani yardımları ciddi şekilde kısıtlamasına bağlıyor. Anlaşmanın onaylandığı cuma günkü kabine toplantısında Netanyahu, Trump’tan ikinci aşama öncesinde müzakerelerin başarısız olması halinde savaşa devam etme güvencesi aldığını söyledi. Görünüşe göre bu Trump’ın iradesine aykırı, ancak sağdan gelen baskı altında Netanayhu savaşın yeniden başlamasını kabul edebilir- yani “büyük ve güçlü” Trump’ın yönetiminde bile Amerikan baskısının bir sınırı var.

DÜNYA BASINI

Et, süt ve yumurta reklamlarının sattığı fanteziler

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini sunduğumuz makale, Carol J. Adams’ın kavramsal çerçevesi ve Jo-Anne McArthur’un saha deneyimlerinden hareketle et, süt ve yumurta endüstrisinin pazarlama stratejilerinin tüketici algısını nasıl manipüle ettiğini gözler önüne seriyor. Endüstriyel tarım ve hayvancılık mevzubahis olduğunda, pastoral çiftlik imajları, mutlu hayvan illüstrasyonları ve yemyeşil meralar bu yoğun gıda üretim modellerinin sert gerçeklerini örtbas eden birer fanteziden ibaret. Reklamların sunduğu bu sahte anlatı, hayvanların maruz kaldığı sömürüyü görünmez kılmakla kalmayıp, aynı zamanda etik kaygılarımızı körelterek tüketim alışkanlıklarını sorgulamamızı engelleyen bir ideolojik aygıt işlevi de görüyor.

Oysa kapitalist gıda üretimi, yalnızca hayvanları değil, doğayı ve insanları da aynı sistematik sömürü düzeninin içine hapsediyor. Fabrikalaşmış tarım ve hayvancılığın ardında, sadece hayvanların çektiği acılar değil, ekolojik yıkım, güvencesiz işçilik ve gıda emperyalizmi gibi geniş çaplı sömürü biçimleri de yatıyor. Bu bağlamda, endüstriyel tarım ve hayvancılığı eleştirel bir perspektiften ele alan hemen her çalışma, kapitalizmin farklı boyutlarda ürettiği yanılsamaları teşhir etmek ve hem insanın hem de hayvanın sömürüsüne dayalı üretim ilişkilerine karşı kolektif bir duruşu güçlendirmesi bakımından büyük bir değer taşıyor.


Et, Süt ve Yumurta Reklamları Size Fantezi Satıyor

Jessica Scott-Reid
Sentient Food
27 Ocak 2025
Çev. Leman Meral Ünal

Görsel imgeler, gıda pazarlamasının temel taşlarından biri. Peynirin üzerindeki gülen ineği düşünün, böylesi hamleler tüketicilerin satın alma tercihlerinde büyük rol oynar. Ancak söz konusu et, süt ürünleri ve yumurta pazarlaması olduğunda, markaların kullandıkları imajlar gerçeği çoğunlukla ve pek tabii kasti olarak ıskalar. Beynin duygusal kısmına hitap eden bu görseller, sepetinizdeki et veya süt hakkında şeffaf veriler sağlamak için değil, anlattığı hikâye vasıtasıyla tüketicilerle “bağ kurmak” için vardır.

Yazar, akademisyen ve aktivist Carol J. Adams’ın¹ Sentient’e verdiği demeçte söylediği gibi, “İmaj temelli bir dünyadayız” ve “imajlar, mantığı baypas ederek doğrudan duygulara hitap ediyor”. Nihayetinde de tüketicilerin zihninde, çiftlik hayvanlarının nasıl yetiştirildiğine dair sahtelik barındıran bu imajlar kalıyor.

Gerçekten de kırmızı ahırlar, yemyeşil meralar, parlak güneş ışığı ve mutlu hayvanlar gibi semboller et ve süt ürünleri etiketlerinde sıklıkla karşımıza çıkar. Peki, bu yaygın görsel temsiller gerçeği ne kadar yansıtıyor? Sentient, Etin Cinsel Politikası ve The Pornography of Meat² [Etin Pornografisi] gibi kitapların yazarı Adams ile [insan-hayvan ilişkilerini belgeleyen bir fotoğraf projesi olan] We Animals kurucusu foto muhabir Jo-Anne McArthur’a danışarak, reklamlarda kullanılan yaygın imgeleri günümüz endüstriyel hayvancılık gerçekliğiyle karşılaştırdı.

Yanıltıcı reklam varan #1: Geleneksel kırmızı ahırlar

Kırmızı veya geleneksel ahır görseli, et, süt ve yumurta pazarlamasında yaygın olarak kullanılan önemli bir semboldür. Kökleri çocukluk tekerlemelerine, masallara ve filmlere dayanan ahır imajı, çiftçiliğin sağlıklı ve pastoral bir faaliyet olarak resmedilmesine yardımcı olur. “Yaşlı MacDonald’ın Çiftliği”nden Charlotte’un Sevgi Ağı’na ve Babe’e kadar çeşitli eserler aracılığıyla, çiftliklerin hayvanların özgürce dolaştığı huzurlu yerler olduğunu henüz küçük yaşlarda öğreniriz.

Yetişkin olduğumuzda ise, benzer ahır imgelerini bu kez et, süt ürünleri ve yumurta etiketlerinde buluruz. Adams, bu imgelerin rahatlık, aşinalık ve güven duyguları uyandırmak için yerleştirildiğini ve güçlü bir pazarlama aracı olduğunun altını çiziyor. Ayrıca, “Ahır kavramını bu [modern] kurumlara uygulamak için gerçekten esnetmek gerekir” diye de ekliyor.

Tarımsal tesisleri belgelemek için 60’tan fazla ülke gezen fotoğrafçı McArthur, bu ülkelerin tamamında gördüğü ahırların aslında çok büyük depolardan başka bir şey olmadığını söylüyor: “Küçük kırmızı ahırların olduğu o günler mazide kaldı.”

ABD Tarım Bakanlığı verilerine göre, ABD’deki 56,265 çiftlikte yaklaşık 74,5 milyon domuz ve yaban domuzu yetiştiriliyor. Bu da ortalama bir binada çiftlik başına 1.300’den fazla hayvan bulunduğu anlamına geliyor. Herhalde ortada küçük kırmızı bir ahır falan olmadığı görülüyordur. Nitekim çoğu çiftlik hayvanı, konsantre hayvancılık tesisleri olan “Konsantre Hayvan Besleme Operasyonları” ve “Hayvan Besleme Operasyonları” sistemlerinde yetiştirilmekte olup bu tesisler tarımsal alanlardan ziyade fabrika tesislerini andırmaktadır.

Yanıltıcı reklam varan #2: Yeşil meralar

Et, süt ürünleri ve yumurtanın pazarlamasında yaygın olarak kullanılan bir diğer imaj ise yeşil meralar ve çimenli tepeler olarak karşımıza çıkar. Bazen parlak güneş ışığı, mavi gökyüzü ve berrak suların da eşlik ettiği bu semboller, zihinlerde çiftçiliğin doğal bir faaliyet olduğu izlenimini uyandırır.

Oysa tarım, nasıl tasvir edilirse edilsin, doğanın bir ürünü değil, insanlığın kendisini daha verimli şekilde beslemek için geliştirdiği bir insan icadıdır – hem de bütünüyle. Günümüzde çoğu çiftlik hayvanı, geleneksel otlaklarda değil, fabrika tipi çiftliklerde yetiştirilir. Bilhassa da tavukların bu tesislerdeki yaşam alanları oldukça sıkışıktır.

McArthur, “Yumurta bırakmak üzere yetiştirilen tavuklar güneşi hiç görmezler” diyor. Penceresiz depolarda tutulurlar ve yumurtlama döngülerini manipüle etmek için yapay aydınlatma kullanılır. ABD yumurta endüstrisindeki tavukların yaklaşık yüzde 60’ı, yasaların izin verdiği en küçük boyuttaki kapatma alanları olan pil kafeslere hapsedilir. Kanada’da ise bu oran yüzde 80’in üzerinde seyreder.

“Etlik piliçler” olarak da bilinen kümes hayvanlarına gelince, etiketlerde “organik” veya “gezen” ifadesi yer almadığı sürece, USDA standartlarına göre dış mekâna erişim sağlanması zorunluluğu bulunmuyor. Ancak ve ancak bu ifadeler yer aldığında, USDA yönergeleri gereği dış mekâna erişim zorunlu. Ulusal Tavuk Konseyi’nin asgari yönergelerine göre ise, sanayi çiftliklerinde – ki bu çiftlikler 50.000’e kadar piliç barındırabiliyor – her bir tavuk için yalnızca 100 inç kare kadarlık bir alan sağlanabiliyor.

Sertifikalı Hayvan Refahı Onaylı ve USDA Organik gibi tavukların açık havaya “erişimini” gerektiren bazı programlar var, ancak bunun pratikte ne anlama geldiği değişiklik gösterebiliyor. Örneğin Sertifikalı İnsancıl Standartları (Certified Humane), “gezen” veya “merada yetiştirilen” olarak belirtilmediği sürece tavukların açık havaya erişmesini gerektirmez.

Kısacası, yeşil alanlara ve güneş ışığına bu sınırlı erişim ne yumurtlayan tavuklar ne de ABD’de yetiştirilen etlik piliçlerin çoğunluğu için yaygın bir uygulamadır.

Ve yanıltıcı reklamcılığın bir sonraki örneğinde göreceğimiz gibi, meralarda otlama yalnızca sığırlar için yaygın olup, bu durum çiftliğe bağlı olarak artıp azalır; ortalama olarak ise dört ila altı ay sürer.

Yanıltıcı reklam varan #3: Neden kahverengi değil de yeşil?

Bir etikette yeşil renk bulunması, tüketicilerin zihninde genellikle sağlıklı olmaya ve doğallığa dair bir çağrışım yapar. “Yeşil, olumlu bir renktir ve yeşil tarlalar pastoral bir ortamı ima eder” diyor Adams. Ancak, et etiketlerinde kullanılan yeşil mera görüntüleri çoğu kez gerçeği yansıtmaz. Nitekim gerçek daha çok kahverengidir.

“Peki ya gübreler nerede?” diye soruyor Adams.  “Ya bu devasa gübre tarlalarından akan kirli sular?” Günümüz tarım işletmeleri her yıl yaklaşık 1,4 milyar ton gibi muazzam bir oranda gübre üretiyor. Bu gübre atıklarının ekinlerin büyümesine yardımcı olmak için tarlalara yayılması gerekse de atık miktarının büyüklüğü, kazalar veya değişen iklim koşulları nedeniyle oluşan sızıntılar, birçok istisnaya yol açıyor.

Tarım işletmelerinin sebep olduğu gübre, yüzey ve yeraltı sularındaki fosfor ve azot kirliliğinin başlıca nedeni olup, Iowa ve Kuzey Carolina gibi eyaletlerdeki büyük ölçekli çiftliklerin yakınında yaşayan topluluklar için su kaynaklarının içilemezliği gibi bir sonuç doğuruyor.

ABD’deki ineklerin yaşamlarının en azından ilk kısmını merada geçirdikleri kısmen doğru. Ancak bunların yarısından fazlası, kesime gönderilmeden önce kilo almaları için besi çiftliklerine yerleştiriliyor. Ocak 2024 itibarıyla ABD’de 14,4 milyon inek ve buzağı besi çiftliklerinde bulunuyordu.

McArthur, ABD ve Kanada da dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki endüstriyel besi çiftliklerine gittiğini ve buraların hayvanlara “hareket etmeleri, keşfetmeleri ya da doğal davranışlar sergilemeleri için pek fazla alan tanınmayan dar ve kirli alanlar” olduğunu söylüyor. Yine, aşırı miktardaki hayvan atıkları nedeniyle buraların oldukça kaygan zeminli olduğunu belirtiyor: “Burası hayvanların üzerinde özgürce koşup oynayabileceği yerler değil.”

Yanıltıcı reklam varan #4: Mutlu inekler ve diğer çizgi karakterler

Markalarında hayvanlara yer veren et, süt ve yumurta şirketleri genellikle hayvanların gerçek görüntüleri yerine çizgi tasvirlerini ya da basit siluetlerini kullanmayı tercih ederler.

Bu kulağa zararsız gelebilir, ancak vegan-feminist eleştirel teorinin öncülerinden olan Adams’a göre, bu taktiğin arkasında daha kasıtlı bir niyet var. Et pazarlamacıları gerçek görüntülerden uzak durma eğilimindeler çünkü “gerçek hayvan fotoğrafları kullanmak, hayvanların bizim yiyeceğimiz olmak istediği yalanını sürdürmek demek olacaktır. Bu yüzden de farklı kültürel mecazlara ihtiyaçları var. İşte çizgi tasvirler de bunlardan biri. Daha büyük bir yalanın içinde hapsetse de çizgi tercihi onları özgürleştiriyor.”

McArthur, çiftlik hayvanlarını fotoğraflama deneyiminden yola çıkarak, “(pazarlama amacıyla) güzel görünecek bir hayvanın fotoğrafını çekmek neredeyse imkânsızdır,” diyor ve ekliyor: “Çünkü bulundukları koşullar nedeniyle çok ama çok kirliler ve aynı koşullar sebebiyle kendilerini temizleme becerisi geliştiremezler”; “Böyle bir tesise girip de, bu hayvanları yemeyi istememize sebep olacak güzellikte bir fotoğraf çekmek pek mümkün değil.”

“Gülen inek” türünden çizgi tasvirlerin kullanılması, çiftlik hayvanlarının mutlu ve temiz olduğu algısını güçlendirmeye yardımcı oluyor. Refah standartlarıyla övünen çiftçilerin sıklıkla dile getirdiği gibi, bu hayvanların yaşadığı sadece “tek bir kötü gün” [kesildikleri gün] vardır, bu tasvirler de bu düşünceyi pekiştirmek için tercih edilir. Fakat, artık hepimiz biliyoruz ki, hayvanların büyük çoğunluğu bu tür çiftliklerde yetiştirilmezler.

“Pazarlamacılar, gerçeği tehdit edici buldukları için onu sterilize etmeye, duygusallaştırmaya çalışırlar,” diyor Adams. “Mutlu bir inek imgesi kullanmak, tüketicilerin sorgulamadan kabullenmesini sağlamak için etkili bir yöntemdir.”

Sonuç yerine

Et, süt ve yumurta pazarlaması, tüketici algılarını şekillendirmek için büyük ölçüde imgelere dayanır; kırmızı ahırlar ve yeşil otlaklar gibi semboller pastoral çiftçilik koşullarını akla getirse de gerçekte durum tamamen farklıdır. Çiftlik hayvanlarının çoğu etiketlerde tasvir edilen huzurlu ortamlardan çok uzakta, endüstriyel ve aşırı kalabalık ortamlarda tutularak hapsedilmiştir. İtinayla ve kasti olarak oluşturulmuş bu görseller, fabrika çiftliklerinin acımasız koşullarını maskelemekte ve endüstriyel hayvan tarımının gerçek doğasını sterilize eden yanıltıcı anlatıyı sürdürmektedir.


¹ Feminist teori, ekofeminizm ve hayvan çalışmaları alanlarında önemli katkılar sunan akademisyen ve yazar. Çalışmaları, özellikle vegan-feminist teori çerçevesinde, et tüketimi, toplumsal cinsiyet ve ataerkil tahakküm arasındaki kesişimselliklere odaklanır. Türkçe’ye Etin Cinsel Politikası olarak çevrilen The Sexual Politics of Meat (1990) adlı eseri, kültürel söylem ve temsil biçimleri üzerinden et yemenin cinsiyetlendirilmiş ve ideolojik boyutlarını analiz eden öncü bir çalışma olarak kabul edilir. Adams, eleştirel teori, etik ve görsel kültür incelemeleri gibi çeşitli disiplinlerle kesişen bir literatür içinde konumlanarak, hayvan hakları ve feminist eleştiriyi bir araya getiren özgün bir perspektif geliştirmiştir. (ç.n.)
² Etin Cinsel Politikası’nın tamamlayıcısı ve devamı niteliğinde Ekim 2020’de yayımlanan Carol J. Adams’ın bu kitabı henüz Türkçe’ye çevrilmedi.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

“ABD’nin Gazze’ye asker göndermesi direnişi tetikleyebilir”

Yayınlanma

Kassam Tugayları

Amerikan güçleri hızla kayıplar verebilir ve kamuoyu bunu uzun süre tolere etmeyecektir.

Thomas Watkins / The National

Askeri uzmanlar, ABD’nin Amerikan güçlerinin yardımıyla Gazze’yi ele geçirme ve yeniden inşa etme girişiminin büyük operasyonel zorluklarla karşılaşacağını söylüyor. Bu da direniş riskini ve Başkan Donald Trump’ın dış çatışmalardan kaçınma arzusuyla çelişen sürekli asker konuşlandırma ihtiyacını artıracaktır.

Gazze’deki mevcut durum, yüz binlerce sivil ve asker hayatını kaybettiği ABD’nin Irak ve Afganistan işgallerinde yaşadığı türden, yıllarca sürebilecek ve maliyeti trilyonlarca doları bulabilecek bir çatışma riskini barındırıyor.

Trump, Filistin bölgesini tüm Filistinlilerden arındırma vizyonunu açıklamış olsa da bölgeyi “Orta Doğu’nun Riviera”sına dönüştürmek için büyük bir yeniden inşa projesine başlamayı ve ABD birliklerini bölgeye göndermeyi henüz taahhüt etmiş değil.

Ancak salı günü yaptığı açıklamada, “gerekirse” ABD askerlerini Gazze’ye göndereceğini söyledi. ABD Savunma Bakanı Pete Hegseth de çarşamba günü İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu Beyaz Saray’da ağırlarken bu ihtimali vurguladı.

Hegseth gazetecilere yaptığı kısa açıklamada “Gazze konusuna gelince deliliğin tanımı aynı şeyi tekrar tekrar yapmaya çalışmaktır” dedi: “Hem diplomatik hem de askerî açıdan tüm seçenekleri değerlendirmek üzere müttefiklerimizle, muhataplarımızla birlikte çalışmayı dört gözle bekliyoruz.”

Trump’ın söylediği pek çok şeyde olduğu gibi, sözleri de bir müzakerede taviz koparmaya yönelik maksimalist bir pazarlık manevrası olarak görülebilir. Ancak, gerçek değerine bakıldığında, sözleri müttefikleri ve gözlemcileri tedirgin etti. Uzmanlar The National’a Gazze’de olası bir askeri varlığın, Hamas’ın teslim olduğu en iyi senaryoda bile karmaşık olacağını söylüyor.

Atlantik Konseyi’nin Terörle Mücadele Projesi Başkanı ve Savunma Bakanlığı’nda özel operasyonlar ve terörle mücadeleden sorumlu eski bir yetkili olan Alex Plitsas, Trump’ın ABD’nin Gazze’yi bir şekilde temizleyip yeniden inşa etme önerisinin büyük bir askeri ve ekonomik katılım gerektirdiğini söyledi. Ancak Başkan’ın bu çabanın bedelini kimin ödeyeceğini belirtmediğini de sözlerine ekledi.

Ayrıca olası bir ABD askeri varlığı durumunda ABD birlikleri hızla kayıplar verebilir ki Trump’ın izolasyonist destekçileri bunu uzun süre tolere etmeyecektir. Zira zorunlu göçün ardından Gazze’de kalan Filistinliler neredeyse kesin olarak işgalci güce karşı silahlanacaktır.

Plitsas, “Irak’tan çok net bir şekilde öğrendik ki bir karşı direniş operasyonu hem can kaybı hem de maddi kaynaklar açısından son derece maliyetlidir. Ayrıca çatışmanın ortasında kalan siviller büyük kayıplar yaşar” dedi ve böyle bir müdahalenin uzun vadeli stratejik bir taahhüt gerektirdiğini ve bu süreçte büyük acılar yaşanacağını belirtti.

Trump’ın uyumlu Cumhuriyetçi Parti’sinin bazı üyeleri bile Gazze önerisine ilişkin endişelerini dile getirdiler.

Cumhuriyetçi senatör Rand Paul X kanalında “Önce Amerika için oy verdiğimizi sanıyordum” dedi ve ekledi: “Hazinemizi mahvedecek ve askerlerimizin kanını dökecek yeni bir işgali düşünmeye hakkımız yok.”

Plitsas, Gazze’yi ele geçirmek, güvenliği sağlamak ve bölgeyi yeniden inşa etmek için yaklaşık 100.000 askerden oluşan birkaç askerî tümenin konuşlandırılması gerektiğini belirtti ve “Ve bu sadece güvenlik kısmı. Yeniden inşa süreci, yönetim ve devlet inşası da işin içinde olacak. Bu da ABD hükümetinin diğer kurumlarını devreye sokmayı gerektirecektir” dedi.

ABD Askeri Akademisi Modern Savaş Enstitüsü’nde Kentsel Savaş Çalışmaları Başkanı olan John Spencer da Hamas’ın ne ölçüde ortadan kaldırıldığına ya da silah bıraktığına bağlı olarak uzun zaman alacak bir görev için on binlerce askerin karadan ve denizden gelmesini gerektireceğini söyledi.

İsrail ordusuyla birlikte 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze’yi dört kez gezen Spencer, “Düşmanın da bir sözü var” dedi ve ekledi: “Eğer aktif bir savaş söz konusu olursa bu uzun zaman alır. Bunun kabul edilmesi gerekir.”

Spencer, İsrail birliklerinin ağırlıklı olarak kentsel alanları temizlediğini ve sonra tekrar çekildiğini hatırlattı. ABD’nin görevi de bu bölgeleri temizlemek, güvenliği sağlamak ve Hamas’ın bıraktığı patlamamış bombaları ya da tuzakları etkisiz hale getirmek olacaktır.

Spencer herhangi bir bölgeyi yeniden inşa için güvenli hale getirmenin son derece karmaşık bir girişim olacağını, çünkü binalar ve molozların yanı sıra Hamas tünellerinin de temizlenmesi gerekeceğini söyledi.

Irak’ın Musul kentinin IŞİD militanlarından temizlenmesinden sonra patlayıcıların temizlenmesi yaklaşık beş yıl sürmüştü ve bu sadece bir şehirdi.

Spencer, “Bence İnsanlar bu savaşın enkaz ve yıkım gibi benzersiz özelliklerini ve yapılması gereken gerçek iş miktarını hafife alıyorlar” dedi.

Ancak ABD’nin Gazze’de askerî bir operasyon düzenlemesinin lojistiğini bile düşünmek, Arap ülkelerinin bu plana destek vereceğini varsaymayı gerektiriyor ve böyle bir destek olduğuna dair hiçbir işaret yok.

Ürdün ve Mısır, Gazze veya işgal altındaki Batı Şeria’dan Filistinlilerin kısa veya uzun vadede yerlerinden edilmesini kesin bir dille reddetti.

Plitsas, “Çünkü bu, Filistin devletinin sona ermesi halinde geri dönüş hakkının ortadan kalkması anlamına gelir ki bu da onların asla kabul etmeyeceği bir şey” dedi.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

FP: Trump’ın Gazze’yi ele geçirme planının saçmalığı

Yayınlanma

Trump

Filistin topraklarını ele geçirmek, ABD’nin savaş suçlarına karışması ve bölgenin tamamen kaosa sürüklenmesi anlamına gelir.

Steven A. Cook / Foreign Policy

Amerika Birleşik Devletleri başkanı olmanın özel ayrıcalıklarından biri, ne kadar çılgınca olursa olsun söylediklerinizin ciddiye alınmasıdır. ABD Başkanı Donald Trump’ın Washington’un Gazze Şeridi’nde etnik temizlik yapmasını ve ardından bu topraklara sahip olmasını önerirken de durum böyledir. İsrail-Filistin çatışması yeni fikirlere ihtiyaç duyuyor ve özellikle Gazze, son derece zorlayıcı sorunlar barındırıyor. Ancak Trump’ın önerisi sadece ahlaki niteliklerden yoksun bir plan değil tam anlamıyla delilik.

Nereden başlamalı?

Başkan dünya liderlerinin ve hatta bölgedeki liderlerin böyle bir planı desteklediğinde ısrar ediyor. Kimler destekliyor? Trump’ın İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ile görüşmesinden kısa bir süre sonra Suudiler bir açıklama yayınlayarak iki devletli çözüme desteklerini yinelediler. Mısır ve Ürdün hükümetleri, Filistinlilerin topraklarına yerleştirilmesi fikrini kesin bir dille reddediyor, hatta bu tutumları nedeniyle ABD’nin mali yardımlarını kaybetmeyi göze alıyorlar. İsrailli yerleşimciler bile bu planı desteklemeyecektir, çünkü onlar dini-milliyetçi ideolojileri gereği Gazze’ye yeniden yerleşmek istiyorlar, Amerikalı müteahhitlerin orada lüks oteller inşa etmesini değil. Yine de Trump ısrarla “insanların” planını desteklediğini söylüyor. Mar-a-Lago’daki dostlarıyla gece geç saatlerde yaptığı bir telefon görüşmesini aktarıyor olabilir. Buradaki tehlike, Trump’ın kendisine yönelik haklı eleştiri fırtınasına karşı koymak adına herkesi haksız çıkarmaya çalışması ve böylece Orta Doğu’da etnik temizliği ve yeni-sömürgeciliği ABD politikası haline getirmesi olur.

Tabii bir de uygulanabilirlik meselesi var. ABD silahlı kuvvetlerinin Gazze Şeridi’ni ele geçirebileceğine şüphe yok, ancak bu kesinlikle Amerikan askerlerinin hayatına mal olacaktır. srail’in yıllardır süren çabalarına rağmen Hamas hâlâ iyi silahlanmış ve ölümcül bir güç olmaya devam ediyor. Trump, Hamas savaşçılarının sessizce Sina Yarımadası’na gitmesini mi bekliyor? Bu sorunun cevabı belli.

Trump aylarca süren sefaletin ardından Filistinli sivillerin Gazze Şeridi’ni terk ederek hayalindeki yeni ve güzel yerlerde yaşamaya razı olacaklarını düşünüyor. Bilmeyenler için bu makul gelebilir. İsrail’in askeri operasyonları Gazze’nin önemli bir bölümünü yerle bir etti ve savaşın kalıntıları her yerde. Ancak Başkan ve ona danışmanlık yapan her kimse, Filistinlilerin Nakba olarak adlandırdıkları Filistinlilerin çoğunu Gazze’de mülteci haline getiren tarihi trajedinin nasıl derin bir yara açtığını anlamıyorlar. Filistinliler bir kez daha sürgüne zorlanmayı kabul etmeyecekler. Gazze Şeridi’nde yaşam ne kadar zor olursa olsun, burası onlar için Filistin’de bir dayanak noktası ve İsrail’in kuruluşunun diğer yüzü olan tarihi adaletsizliğin keskin bir hatırlatıcısı olmaya devam ediyor. Trump bu gerçeği inkâr edebilir, ancak Filistinli nüfusu göç ettirmek istiyorsa bunu zorla yapması için ABD ordusuna emir vermesi gerekecektir. Umarız ki ABD’li komutanlar, bunun yasa dışı ve insanlığa karşı bir suç olduğu gerekçesiyle böyle bir emre itaat etmeyi reddederler.

Tüm bunlar yetmezmiş gibi, Trump’ın planını bu kadar irrasyonel kılan bir diğer unsur da kendi Orta Doğu hedefleriyle tamamen çelişmesi. 2 milyon Filistinliyi Gazze’den çıkarmak ve bölgeyi ABD’nin kontrolüne almak;

-Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki normalleşme şansını sona erdirecek,

-Trump’ın ilk dönem dış politika başarısı olan İbrahim Anlaşmalarını bozacak,

– ABD’nin bölgesel politikalarının temel taşları olan Mısır-İsrail ve Ürdün-İsrail barış anlaşmalarını zayıflatacak,

– İran’ı savunmasız olduğu bir anda yeniden güçlendirecektir.

Ayrıca ABD’yi bölgesel bir çatışmanın içine çekecektir ki bu da kimsenin, özellikle de Trump’ın istemediği bir sonuç ya da en azından sadık takipçilerinden oluşan lejyonuna söylediği bu. Başkan şu anki megalomani krizinde, ABD’nin yurtdışındaki maceralarına karşı olmanın, Beyaz Saray’a giden üç seçim kampanyasının da ana temalarından biri olduğunu unutmuş gibi görünüyor.

Eğer gerçekten “düzeni sarsan” bir lider olmak istiyorsa, bunu yapmanın doğru yolları var. Bu plan kesinlikle onlardan biri değil. Sadece tek bir basın toplantısıyla Trump, ABD’nin güvenilirliğini zedeledi ve zaten fazlasıyla istikrarsız olan bir bölgeye daha fazla belirsizlik ve kaos kattı.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English