ORTADOĞU
Türkiye-Mısır ilişkilerinde formül: “Geçmiş geçmişte kalmalı”

Cumhurbaşlığı seçimlerindi geride bırakan Türkiye’nin dış politika gündemi iki gurupta toplanabilir. Batı ile gerilimi azaltmak, Asya’daki yeni girişimlerde yer bulmak. Bu dış politika yönelimini zorunlu kılan ekonomik zorluklar, Türkiye’nin komşuları ve Ortadoğu ülkeleriyle normalleşmesini de teşvik edici en önemli parametre.
Arap Baharı sonrası hasar tespiti yapan Arap devletlerinin girdiği normalleşme treninde Türkiye de kendisine ayrılan bir vagon olduğunu düşünüyor. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Suudi Arabistan ve Mısır’ı takiben Suriye varılacak nihai bir uzlaşı Ankara’nın seçim sonrası dış politika gündeminin önemli bir bölümünü işgal edecek.
Mısır ile ilişkiler ise daha geniş bir etki alana etki ediyor. Ankara – Kahire ilişkileri, Doğu Akdeniz ve Libya bağlamında Türkiye – Batı ilişkilerine de uzanan geniş bir kapsama alanına sahip. Bu bağlamda Türkiye’deki seçim sürecinin Mısır’da nasıl algılandığını Doğu Akdeniz ve Orta Doğu Araştırmalar Merkezi Başkanı Dalia Ziada’ya sorduk.
- Mısır Devlet Başkanı CB Erdoğan’ı tebrik etti. İki ülke arasında yeni bir dönem başladı diyebilir miyiz?
Seçimlerin ardından Mısır ve Türkiye cumhurbaşkanlarının telefon görüşmesi, her iki ülkedeki üst düzey politika yapıcılarının ilişkilerinde yeni bir sayfa açma konusundaki samimi niyetlerinin önemli bir göstergesidir. Dürüst olmak gerekirse, iki başkanının önemli bölgesel ve iç politika anlayışı, her birinin algısı arasında bazı büyük farklılıklar var. Buna örneğin Libya’daki durum, Doğu Akdeniz’deki karmaşık deniz çatışmaları ve İslamcıların siyasi katılım hakkı dahildir. Ancak, her iki tarafın da bu farklılıkları aşmak ve ortak ekonomik ve jeopolitik işbirliği zeminine odaklanmak konusunda eşsiz bir kararlılık gösterdiğini görüyoruz.
İronik bir şekilde, pek çok gözlemci Türkiye ile Mısır arasındaki yakınlaşma sürecinin iki devlet başkanı El-Sisi ve Erdoğan iktidarda kaldığı sürece başarılı olma potansiyeline ilişkin karamsarlığını dile getirmişti. Ancak Aralık 2022’de Doha’da bir araya gelen iki devlet başkanı, birbirlerini sıcak bir şekilde selamladı ve ardından ülkelerini çok uzun süre ayrı tutan engelleri aşmak için atmaları gereken sonraki adımlar hakkında 45 dakika konuştu. Türkiye ve Mısır cumhurbaşkanları arasındaki dostane karşılaşma, tesadüfen meydana gelen standart bir nezaket eylemi olarak görülemez. Bu, her iki ülkedeki özel diplomatik misyonlar ve ilgili sivil toplum örgütleri tarafından yapılan bir yıllık kulis ayarlamalarının doruk noktasıydı.
O zamandan beri Türk ve Mısır dışişleri bakanları karşılıklı ziyaretlerde bulunuyorlar ve Türkiye’deki genel seçimler biter bitmez uzlaşma sürecini uygulamaya koyma konusunda kamuoyuna sözler veriyorlar. Türkiye’de seçimler bu hafta başarıyla tamamlanırken, iki ülkenin karşılıklı çıkarları ve tüm bölgenin çıkarları için uzlaşma sürecini tamamlama çalışmalarına devam etmesi gerekiyor.
Türkiye ile Mısır arasında kopan bağların düzeltilmesi sadece iki devletin siyasi refahı için faydalı değildir. İki cumhurbaşkanının her birinin kendi halkları ve ayrıca uluslararası topluluktan gözlemciler nezdindeki kişisel imajının güçlendirilmesi aynı derecede önemlidir. Mısır’da bir yıldan az bir süre sonra cumhurbaşkanlığı seçimi var. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ilişkisini geliştirmek, Cumhurbaşkanı El-Sisi’nin devasa İslami tandanslı seçmen tabanındaki desteğini önemli ölçüde artıracaktır.
- Türkiye seçimleri Mısır’da nasıl yankılandı. Mısır basınında öne çıkan değerlendirmeler neler?
Genel olarak Mısır halkı, Türkiye’deki demokratik süreçten ve parlamento seçimlerinde ve iki turlu cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oylamaya kitlesel olarak katılan Türk halkının siyasi olgunluğundan çok etkileniyor ve ilham alıyor. 2024 yılının ortalarında gerçekleşmesi beklenen cumhurbaşkanlığı (Mısır’da) seçimlerinde benzer bir demokratik süreç görmeyi diliyoruz ve bunu hayal ediyoruz. Bir diğer deyişle, Türkiye’deki başarılı demokrasi pratiği, genelde Ortadoğu ülkelerinde, özelde ise insanların demokratikleşme özlemi duyduğu Mısır ve birçok Kuzey Afrika ülkesinde seçim süreçlerine ilişkin çıtayı yükseltmiştir.
Başka bir düzeyde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın zaferine sokak tepkisi bir vatandaş grubundan diğerine büyük farklılıklar gösteriyor. Temel olarak dindarlıkları ile karakterize edilen Mısır tabanda vatandaşlarının çoğunluğu çok heyecanlı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın zaferini, Müslümanlara ve Araplara karşı nefret besleyen muhalefet partisi liderlerine karşı bir Müslüman idolün zaferi şeklinde algılayarak kutluyorlar.
Bu arada, çoğunluğu laik olan Mısırlı entelektüel elit kesim beklenildiği gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın zaferinden pek memnun değil. Bazıları, O’nun (Erdoğan) Müslüman Kardeşler gibi siyasi İslamcı grupları Mısır’da bir kez daha siyasi yarışa girmeye ve siyasi istikrarsızlığı geri getirmeye teşvik edeceği konusunda uyardı. Ancak bence bu görüş özellikle Mısır ve Türkiye cumhurbaşkanları arasında son birkaç ayda gelişen ilişkiler ışığında bakıldığında fazla abartılı.
Siyasi sahnede, hükümet üyelerinin, siyasi partilerin ve medyanın çoğu, Mısır’ın Türkiye ve seçilmiş cumhurbaşkanı ile uzlaşma zamanının geldiği konusunda hemfikir. “Geçmiş geçmişte kalmalı” diyorlar. Bu bence sağlıklı bir tutum çünkü gelecekte Mısır ve Türkiye’nin karşılıklı menfaatlerinin önünü açacak ve aynı zamanda Ortadoğu ve Doğu Akdeniz bölgeleri için de yararlı olacaktır.
- Seçim sonrasında iki ülke arasındaki normalleşme sürecinin nasıl ilerlemesini bekliyorsunuz? Atılacak adımlar neler olabilir?
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin başarıyla tamamlanmasının ardından yaptıkları ilk telefon görüşmesinde, cumhurbaşkanları Erdoğan ve El-Sisi, diplomatik bağlarını büyükelçilik düzeyine çıkararak uzlaşma sürecini hızla sürdürme konusunda anlaştılar. Bu, iki nedenden dolayı çok önemli bir ilk adımdır:
Birincisi, 2013’te iki devlet arasında kopan ve iki ülkeyi on yıldır birbirinden uzaklaştıran ihtilafı tamir ediyor. O zamanlar Mısır ile Türkiye arasındaki dramatik ayrılık sırasında katledilen ilk günah keçileri büyükelçiler oldu. İki ülke de derhal karşılıklı büyükelçilerini istenmeyen adam ilan etti. Dolayısıyla bugün büyükelçilerin dönüşü, on yıllık çatışmanın sona erdiğinin ve müzakere aşamasının başladığının resmi bir beyanı gibidir.
İkincisi, diplomatik misyonların büyükelçilik düzeyine yükseltilmesi, iki devlet arasında bir çıkar çatışmasını temsil eden kritik ikili ve bölgesel meseleler hakkındaki tartışmaları hızlandırmak ve kolaylaştırmak için çok önemlidir. Şu anda, her iki ülkedeki karşılıklı diplomatik misyonlar boyut ve kapsam olarak maslahatgüzar düzeyinde sınırlıdır. Bu nedenle, iki ülke arasındaki müzakerelerin çoğu, diplomatik misyonlar arasında olduğundan daha sık güvenlik kanalları ve istihbarat büroları aracılığıyla yapılmak zorundaydı. Bu da 2021’de uzlaşma sürecinin çok yavaş ilerlemesine neden oldu.
Yakınlaşma süreci ancak 2022’nin ikinci yarısında Türkiye Büyükelçisi Salih Mutlu Şen’in Kahire’de maslahatgüzar olarak göreve gelmesiyle sıçrama yaşadı. Salih Mutlu Şen, Mısır sokaklarındaki vatandaşlara, medya personeline, sivil toplum kuruluşlarına ve siyasi gruplara ulaşmak için büyük çaba sarf etti. Bu, Kasım 2022’de Doha’da iki cumhurbaşkanı El-Sisi ve Erdoğan arasındaki başarılı bir görüşmenin yolunu açtı. Cumhurbaşkanlığı toplantısının ardından uzlaşma süreci yepyeni bir boyut kazandı.
Bu nedenle, diplomatik temsilin büyükelçilik düzeyine yükseltilmesinin, diplomatik kanalların müzakere sürecinde başı çekmesine, böylece yakınlaşma sürecini hızlandıracağına ve bundan sonraki müzakerelerin sonuçlarının kalitesini artıracağına inanıyorum.
Uzlaşma Erdoğan – Sisi görüşmesiyle mümkün
Ancak bu yeterli değil. Mümkün olan en yakın zamanda, cumhurbaşkanları Erdoğan ve El-Sisi arasında doğrudan ve kişisel görüşmeler yapılmalı. İki liderin farklı hatta çelişen siyasi ideolojiler benimsediği bir sır değil. Örneğin, El-Sisi’nin siyasi imajı büyük ölçüde Müslüman Kardeşler’i 2013’te iktidardan uzaklaştırmadaki rolü üzerine inşa edilmiştir. Buna karşılık, Erdoğan’ın mirası laik demokratik yönetim sistemi içinde tamamen siyasi İslamcı bir partiden gelen başarılı bir Müslüman lider imajına dayanmaktadır. İki başkanın ideolojik farklılıklarından nasıl taviz verecekleri, Mısır ile Türkiye arasındaki uzlaşma sürecinin başarısı ve uzun vadede sürdürülebilirliğini sağlaması açısından çok önemlidir. Böyle bir uzlaşma ancak önümüzdeki haftalarda veya aylarda iki başkan arasında doğrudan yüz yüze ve samimi görüşmeler yoluyla gerçekleşebilir.
Buna paralel olarak, Mısır ve Türkiye’den üst düzey politika yapıcılar ve hükümet yetkilileri, işbirliği alanlarını genişletme ve çatışma alanlarını sınırlama konusunda uzun tartışmalara girmelidir. Örneğin, Mısır ve Türkiye halihazırda daha da geliştirilebilecek başarılı bir ekonomik işbirliği geçmişine sahiptir. Bu arada, iki ülke arasındaki savunma sanayi sektöründeki işbirliği geçmişine dayanarak, iki ülkenin ordusu arasında birçok potansiyel işbirliği alanı bulunmaktadır. Ayrıca Levant bölgesi ve Doğu Akdeniz bölgesindeki çelişkili dış politikalarını, bu bölgelerdeki Libya, Suriye, Yunanistan ve İsrail gibi diğer kilit oyuncuların endişelerini ve çıkarlarını dikkate alarak tartışmaları gerekecek.
ORTADOĞU
Colani, yeni Suriye hükümetini açıkladı

Suriye’deki HTŞ yönetiminin lideri Colani, yürütme yetkisini kendisine bağlayan anayasal bildiriyi onaylamasının ardından 23 bakandan oluşan yeni hükümeti duyurdu. Dışişleri Bakanlığı’na Esad eş-Şeybani, Savunma Bakanlığı’na Murhef Ebu Kasra atanırken, İstihbarat Başkanı Enes Hattab İçişleri Bakanı oldu. Beşar Esad döneminin başbakanı Muhammed Beşir ise Enerji Bakanlığı görevine getirildi.
Suriye’deki kendini geçici cumhurbaşkanı ilan eden Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) lideri Ebu Muhammed el-Colani (şimdiki adıyla Ahmed eş-Şaraa), yürütme yetkisini kendisine bağlayan anayasal bildiriyi onaylamasının ardından bugün akşam saatlerinde 23 bakandan oluşan yeni hükümeti açıkladı.
Colani; Esad eş-Şeybani’nin Dışişleri Bakanlığı, Murhef Ebu Kasra’nın ise Savunma Bakanlığı görevlerine devam etmesini sağladı.
Genel İstihbarat Teşkilatı Başkanı Enes Hattab ise İçişleri Bakanlığı’na getirildi.
Beşar Esad hükümetinin düşmesinin ardından işleri yürütmekle görevlendirilen eski Başbakan Muhammed Beşir, Enerji Bakanlığı’na atandı.
Beyaz Baretliler Başkanı Raid es-Salih ise Acil Durum ve Afet Yönetimi Bakanı olarak görevlendirildi.
Esad muhaliflerinden Hristiyan Hind Kabavat, Sosyal Politikalar Bakanlığı’na getirildi.
El-Cezire televizyonu sunucusu Muhammed Salih Kültür Bakanı, Suriye Devlet Televizyonu Genel Müdürü Hamza el-Mustafa ise Enformasyon Bakanı olarak atandı.
Kabinedeki diğer bakanlar ve görevleri şöyle sıralandı:
— Mazhar el-Veys: Adalet Bakanı
— Muhammed Yüsr Berniye: Maliye Bakanı
— Nidal eş-Şaar: Ekonomi Bakanı
— Musab Nezzal el-Ali: Sağlık Bakanı
— Abdüsselam Heykel: İletişim ve Bilgi Teknolojileri Bakanı
— Mervan el-Halebi: Yükseköğretim Bakanı
— Muhammed Abdurrahman et-Türki: Eğitim Bakanı
— Muhammed Ebu el-Hayr Şükri: Evkaf Bakanı
— Muhammed Ancarani: Yerel Yönetimler ve Çevre Bakanı
— Emced Bedr: Tarım Bakanı
— Mustafa Abdürrezzak: Bayındırlık ve İskân Bakanı
— Yaarub Süleyman Bedr: Ulaştırma Bakanı
— Muhammed Samih Hamid: Spor ve Gençlik Bakanı
— Mazin es-Salhani: Turizm Bakanı
— Muhammed Sakkaf: İdari Kalkınma Bakanı
ORTADOĞU
İsrail, ateşkesten sonra ilk kez Beyrut’u vurdu

İsrail, Lübnan’dan ülkenin kuzeyine iki roket atıldığı bahanesiyle Lübnan’ın güneyini bir dizi hava saldırısıyla hedef aldı, ardından 27 Kasım’da yürürlüğe giren ateşkesten sonra ilk kez Beyrut’u vurdu.
İsrail ordusu sabah saatlerinde Lübnan’dan İsrail’in kuzeyindeki Kiryat Şimona kentine iki roket atıldığını ve bunlardan birinin hava savunma sistemleri tarafından engellendiğini, diğerinin ise açık bir alana düştüğünü duyurdu. Saldırıda herhangi bir can kaybı veya yaralanma yaşanmadı.
İsrail ordusu, bu saldırıya yanıt olarak Lübnan güneyindeki Hizbullah’a ait hedeflere hava saldırıları düzenlediğini açıkladı. Lübnan medyası da İsrail savaş uçaklarının, Lübnan’ın güneyindeki Nebatiye ve Sur kentlerine bağlı birçok bölgeye saldırılar düzenlediğini bildirdi.
Lübnan Sağlık Bakanlığından yapılan yazılı açıklamada, Nebatiye kentine bağlı Kefr Tebnit beldesinde düzenlenen İsrail hava saldırısı sonucu ilk belirlemelere göre bir kişi öldü, 8 kişi yaralandı. Açıklamada, söz konusu saldırılarda yaralananlardan 3’ünün çocuk olduğu belirtildi.
Üst düzey bir Hizbullah yetkilisi de El-Mayadin’e yaptığı açıklamada örgütün bu roket saldırılarıyla bir bağlantısı olmadığını ve bu tür saldırıların “İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırılarını sürdürmesi için bahane üretmeye yönelik şüpheli bir girişim” olduğunu söyledi.
İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, saldırıların ardından yaptığı açıklamada, “Kiryat Shmona’nın kaderi, Beyrut’un kaderiyle aynıdır” diyerek, Lübnan’ın başkentini hedef alabileceklerinin sinyalini verdi. İsrail Ordu Sözcüsü Avichay Adraee ise Beyrut’un güneyindeki Hades Mahallesi’ni hedef alacaklarını söyleyerek bölge sakinlerinin bulundukları yerleri “tahliye etmelerini” istedi.
Bölge sakinleri, İsrail ordusundan gelen tehdidin ardından bulundukları yerleri terk etmeye başladığı sırada savaş uçakları, Beyrut’un güneyindeki bir binayı 2 füzeyle hedef aldı. Beyrut’un birçok bölgesinde duyulan saldırıya maruz kalan binadan dumanların yükseldiği görüldü. Saldırı sonucu Hades Mahallesi’ndeki bina yerle bir oldu.
Lübnan’ın başkenti en son iki ülke arasında ateşkes anlaşmasının devreye girdiği 27 Kasım 2024’te bombalanmıştı.
Lübnan hükümeti ise ABD ve Fransa’ya çağrıda bulunarak, İsrail’in Beyrut’a yönelik saldırılarını önlemeleri için yardım talep etti.
ORTADOĞU
Suriye İnsan Hakları Takip Komitesi: Sahil bölgesinde soykırım işlendi

Suriye İnsan Hakları ve İnsani Yardım Takip Komitesi, yayımladığı ön raporda, geçici hükümetin göreve başlamasının ardından HTŞ ve müttefiki silahlı grupların Suriye sahil bölgesinde, özellikle Alevilere yönelik soykırım boyutuna varan katliamlar işlediğini bildirdi. Raporda, binlerce kişinin öldürüldüğü, on binlercesinin keyfi olarak gözaltına alındığı veya zorla kaybedildiği belirtilirken, BM’ye acil müdahale çağrısı yapıldı.
Suriye İnsan Hakları ve İnsani Yardım Takip Komitesi, 23 Mart 2025 tarihli ön raporunda, Suriye’de kurulan yeni yönetim ve ona bağlı silahlı grupların sahil bölgesinde soykırım işlediğini bildirdi.
Rapor, geçici cumhurbaşkanı Ebu Muhammed el-Colani’nin (şimdiki adıyla Ahmed eş-Şaraa) “rejim kalıntılarının peşine düşme” iddiasıyla genel seferberlik ilan etmesi ve camilerden yapılan “cihat” çağrıları sonrası, Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) öncülüğündeki grupların ağırlıklı olarak Alevilerin yaşadığı köy ve mahallelere baskınlar düzenlediğini belirtiyor.
16 Şubat 2025’te kurulan Suriye İnsan Hakları ve İnsani Yardım Takip Komitesi, Suriye içinden ve dışından 13 insan hakları STK’sı ve sivil toplum kuruluşunun katılımıyla oluşturuldu ve yaklaşık 60 insan hakları aktivistini içeriyor.
Komite tarafından hazırlanan “Nefret Eken, Toplu Katliam Biçer: Suriye Sahilinde Soykırım—Ön Rapor” başlıklı belgeye göre, olayların ilk üç gününde belgelenen 25 katliam yaşandı.
Raporda, çoğu genç olmak üzere yaşlı, çocuk ve kadınların da bulunduğu 2 bin 246 Alevi kurbanın isminin doğrulandığı ifade edildi.
Ayrıca, kurbanlarla dayanışma gösterdikleri veya sivilleri saklamaya çalıştıkları için diğer mezheplerden 42 kişinin de öldürüldüğü belgelendi. Komite, 811 video kaydının da bu olayları belgelediğini aktardı.
Raporda, bölgenin zaten yüzde 97’yi aşan yoksulluk oranıyla benzeri görülmemiş insani felaketin eşiğinde olduğu vurgulandı.
Buna ek olarak, 10 binden fazla belgelenmiş yasa dışı gözaltı ve zorla kaybetme vakası, çeşitli devlet sektörlerinden (askeri ve sivil) çalışanların ve özellikle sağlık ve eğitim sektörlerinden 2 bin 14 kişinin işten çıkarılması gibi ihlallerin yaşandığı kaydedildi.
Özel mülklere el konulması, nefret söylemi ve mezhepçi kışkırtmanın yayılması ile korku ve terörün tırmanmasının sahil bölgesini vurduğu ifade edildi.
Rapor, HTŞ’nin (eski adıyla Nusra Cephesi) kuruluşundan itibaren taşıdığı radikal ideolojiye işaret ediyor.
Ebu Musab es-Suri’nin “Bilad’uş Şam Sünnileri Nusayriler, Haçlılar ve Yahudilerle Yüzleşiyor” gibi kitapların cihatçı okullarda öğretildiği, Ömer Abdülhekim’in “Müslüman kelimesinin yanına ‘demokratik’ kelimesini koymak, bir şarap şişesinin üzerine ‘helal’ kelimesini koymak gibidir,” şeklindeki ifadelerinin tekrarlandığı belirtiliyor.
Mısır kökenli Ebu Abdullah el-Muhacir’in (Abdurrahman el-Ali) “Cihad Fıkhında Meseleler” adlı kitabında yer alan ve savaş sırasında hayvanların öldürülmesinin caiz olduğu, “kafir askerlerin diri veya ölü olarak başlarının kesilmesinin meşruiyeti” gibi fetvalara atıfta bulunuluyor.
Komite, HTŞ’nin bu nefret söylemini eğitim müfredatlarında ve kontrolündeki camilerde sürdürdüğüne, Şam’da iktidarı ele geçirdikten sonra da aynı yaklaşımı devam ettirdiğine işaret ediyor.
Rapora göre, mezhepçi saldırılar ve şiddet, kitlesel işten çıkarmalarla tırmandı; yeni otorite ve bağlı milislerin saldırıları ile intikam cinayetleri günlük yaşamın bir parçası haline geldi.
Bu eylemlerin, eski rejimin liderinin biyolojik olarak ait olduğu gruba mensup olma gibi “asılsız bahanelerle” meşrulaştırılmaya çalışıldığı vurgulandı.
Keyfi gözaltılar
Öte yandan raporda, HTŞ’nin askeri ve güvenlik kurumlarından belirsiz sayıda kişiyi ve önceki hükümetle işbirliği yapmakla suçlanan çok sayıda kişiyi gözaltına aldığı belirtiliyor.
İktidarı devraldığı ilk hafta 354 kişinin gözaltına alındığı kaydedilirken, daha sonra silahlarını teslim edip yeni orduya katılmaları istenen asker ve güvenlik görevlilerinden 8 bin 276 kişinin tutuklandığı belgelendi.
Bu tutuklamalarının çoğunun mezhepçi saiklerle yapıldığı ve tutukluların dış dünyayla temas kurmalarına izin verilmediği kaydedildi.
Ayrıca, Irak ve Lübnan’a sığınan ve yeni yönetimin güvenceleri üzerine Suriye’ye dönen asker ve güvenlik personelinin çoğunun dönüşlerinde tutuklandığı belirtiliyor.
Komite, bu şekilde dönen 3 bin 24 kişinin akıbetinin bilinmediğini ve Irak ile Lübnan hükümetlerine bu iadelerin koşullarını açıklama çağrısı yapıyor.
Humus şehrinde 600’den fazla kişinin zorla kaybedildiğine dair teyit edilmiş bilgiler olduğu, ancak korku nedeniyle isimlerin açıklanamadığı ifade ediliyor.
Rapor, soykırım sonucuna vardı
Komite, Suriye’nin 1951’de onayladığı Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ne atıfta bulunarak, sahil bölgesindeki Alevi nüfusa yönelik eylemlerin (cinayet, ciddi bedensel veya zihinsel zarar verme, yaşam koşullarını kasten yok etme vb.) soykırım tanımına uyduğunu belirtiyor.
Rapor, bu suçların sorumluluğunu doğrudan geçici hükümet yetkililerine yüklüyor.
Suriye Genelkurmay Başkanı Ali Nureddin el-Naasan (HTŞ ve Nusra liderliğinden), Savunma Bakanı Murhaf Ebu Kasra (HTŞ askeri ve güvenlik liderliğinden) ve Genel İstihbarat Direktörü Enes Hasan Hattab’ın (HTŞ güvenlik liderliğinden) “komployu bastırmak” amacıyla sahil bölgesine genel seferberlik ve konuşlandırma emirleri verdiği anımsatılıyor.
Emirlerin verildiği askeri gruplar arasında HTŞ’nin yanı sıra şu Suriyeli gruplar sıralanıyor: Amşe Tümeni, Hamzat Tümeni, Ahrar eş-Şarkiyye, Muntasır Billah Tümeni, Muhammed el-Fetih Tümeni, Sultan Murad Tümeni.
Ayrıca Suriyeli olmayan şu grupların da seferber edildiği belirtiliyor: İran’daki Sünni Muhacirin Hareketi (İran), Kafkas Tugayı (Rusya Federasyonu), Özbek Tugayı (Özbekistan), Türkistan İslam Partisi (Çin), Fas Taburu (Fas), Tacik Grubu (Tacikistan), Arnavut Grubu (Arnavutluk), Guraba Tugayı (çeşitli uyruklar), Beluç Grubu (Pakistan), Utbe bin Ferkad Azerbaycan Grubu (Azerbaycan), Ebu Yakub el-Türki Tugayı (Türkiye) ve Uygur Tugayı.
Komiteden çağrı
Komite, raporun sonunda Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri ve Güvenlik Konseyi’ne acil çağrıda bulunarak şu adımların atılmasını talep ediyor:
— Suriye sahili ile Humus ve Hama kırsal bölgelerinin insani felaket bölgesi ilan edilmesi.
— BM’nin bu bölgelerde sürekli ve büyük ölçekli insani müdahale başlatması.
— BM müdahalesinin koruma tedbirleri, yeniden inşa, rehabilitasyon ve uzun vadeli destek programlarını içermesi.
— Etkilenen bölgelerdeki yerel dernekler ve sivil toplumla koordinasyon sağlanarak kaynakların birleştirilmesi.
— Etkilenen köy ve bölgelerde güvenilir yerel figürlerden oluşan mahalle komiteleri kurulması.
— Tüm ihlalleri araştırmak üzere bağımsız uluslararası soruşturma komitesi görevlendirilmesi.
— Daha fazla ihlali önlemek ve kan dökülmesini durdurmak için uluslararası izleme komiteleri gönderilmesi.
Komite, raporun eklerinde yüzlerce sayfalık belge, film ve yeminli ifadenin bulunduğunu ve bunların bağımsız BM soruşturma komisyonlarının talebi üzerine sunulabileceğini de ekliyor.
-
ORTADOĞU3 gün önce
Suriye İnsan Hakları Takip Komitesi: Sahil bölgesinde soykırım işlendi
-
DİPLOMASİ2 hafta önce
İngiltere, Ukrayna’ya binlerce asker göndermeye hazırlanıyor
-
DÜNYA BASINI7 gün önce
Batı medyası ve siyasetinden temkinli İmamoğlu değerlendirmeleri
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Ekrem İmamoğlu’na gözaltı dünya medyasının gündeminde
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Netanyahu’nun asıl hedefi
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Şin-Bet Direktörü, “Qatargate” skandalı yüzünden mi kovuldu?
-
GÖRÜŞ7 gün önce
Sosyalizmin yeni dünya-sistemindeki yeri – 2
-
DİPLOMASİ4 gün önce
Politico: İmamoğlu’nun tutuklanmasına rağmen AB, Türkiye’ye para göndermeye devam edecek