Bizi Takip Edin

Amerika

Yoksul ülkelerde borç krizi büyüyor

Yayınlanma

ABD, AB ve Birleşik Krallık gibi gelişmiş ülkelerde başlayıp dünyanın dört bir tarafına yayılan yüksek faiz oranlarının sonuçları hâlâ tam anlamıyla belirginleşmemiş olsa da en yoksul ülkelerden bazıları tarihi borç yükü altında eziliyor.

Küresel faiz oranları yükseldikçe düşük gelirli ülkelerde hissedilen etkisi gitgide daha olumsuz hale geliyor. Yükse faiz, borçlanma maliyetlerini çok yükseltiyor ve gelişmekte olan ülkeler için, 1980’lerde yaşanan büyük borç krizine benzer bir krizin endişesi artıyor.

Dünya Bankası baş ekonomisti Indermit Gill geçen hafta gazetecilere verdiği demeçte, “Faiz oranları ne kadar uzun süre yüksek kalırsa, [yoksul ülkelerin ] başlarının belaya girme olasılığı o kadar artar. Faiz oranlarının düşmeye başlamasını umuyoruz,” dedi.

Dünya Bankası’nın yıllık raporuna göre, son üç yılda, gelişmekte olan 10 ülkede 18 temerrüt yaşandı. Bu, önceki yirmi yılın toplamından daha fazla. Özellikle COVID-19 sırasında olmak üzere, en düşük faiz oranları döneminde zirve yapan borçlanma maliyetleri şimdi zorlamaya başladı.

Temerrüt listesinde ilk sırada Gana, Zambiya ve Sri Lanka yer alıyor. Sırada, maliye bakanı geçen hafta bu ay ödenmesi gereken bir faiz ödemesi için 14 günlük ödemesiz süreyi kaçıracağını söyleyen Etiyopya var.

Dünya Bankasına göre, Çin hariç, düşük ve orta gelirli ülkeler arasında gayri safi milli hasılaya oranla dış borç, 2022’de yaklaşık yüzde 4 puan düştü. Bu düşüşün en önemli nedenlerinden biri ise daha güçlü bir ABD doları.

Özel kreditörler yoksul ülkelere borç vermeyi azalttı

Fakat oran tarihsel olarak yüksek kalmaya devam ediyor: 2022’de, önceki on yıla göre 6 puan artışla %33. En yoksul ülkeler için durum daha kasvetli: Dış borç gayri safi milli hasılanın %46’sına yükseldi. Bu oran 2012’de %29’du.

75 düşük gelirli ülkeden oluşan bir grup için, dış borç yüklerine yapılan faiz ödemeleri 2012’den bu yana dört katına çıkarak tüm zamanların en yüksek seviyesi olan yaklaşık 24 milyar dolara çıktı.

Dünya Bankası raporda, “Bu ödemeler ihracat gelirlerinin giderek daha büyük bir bölümünü tüketiyor ve bazı ülkeleri borç krizinden sadece bir şok uzakta bırakıyor,” diye yazıyor.

Bunun yanı sıra özel kreditörler, düşük ve orta gelirli ülkelere yatırım yapmak daha riskli göründüğü için borç vermeyi azaltmaya başladı. 

Dünya Bankasına göre, gelişmekte olan ülkelerdeki özel borç verenler tarafından kamu otoritelerine verilen yeni krediler %23 düşüşle 371 milyar dolara geriledi ve son on yılın en düşük seviyesine demir attı. Öte yandan, aynı özel alacaklılar 556 milyar dolarlık geri ödeme topladı. Bu, 2022’de kullandırdıklarından 185 milyar dolar daha fazla kredi geri ödemesi topladıklarını gösteriyor.

Dolayısıyla, rapora göre, 2015’ten bu yana ilk kez, özel alacaklılar geçen yıl gelişmekte olan ülkelere koyduklarından daha fazla fon çekti.

Artan borç yükü nedeniyle, desteğe ihtiyaç duyan yüz milyonlarca insanın artan ihtiyaçlarını karşılamak yerine, sadece borçları veya faizlerini ödemek için büyük miktarlarda para kullanılmaya başladı. Financial Times tarafından alıntılanan bir başka Dünya Bankası raporuna göre, 2019 ile 2022 arasında 95 milyondan fazla insan aşırı yoksulluğa düştü.

Rapor, ABD ve gelişmiş ülkelerin politikalarını sorgulamıyor

Dünya Bankası raporu, gelişmekte olan ve yoksul ülkelerin borç krizine girmesinin nedenlerini sorgulamaktan imtina ediyor. Oysa bugüne gelinirken, başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkelerin uyguladığı mali politikaların büyük bir rolü var.

2010-2012 yılları arasında, başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkelerin faiz oranlarındaki kademeli düşüş, gelişmekte olan ve yoksul ülkelerin borç maliyetini düşürmüştü. Gelişmiş ülkelerin merkez bankaları faiz oranlarını %0’a düşürmüştü. Bu politikanın amacı, özel olarak finansal piyasaları ve genel olarak büyük özel şirketleri ayakta tutmaktı. Ayrıca, gelişmiş ülkelerdeki kamu borcunun yönetilmesini ve yeniden finanse edilmesini kolaylaştırmayı da amaçlıyordu.

Büyük kapitalist güçler tarafından uygulanan bu çok düşük faiz oranı politikası, harcamaların borç yoluyla finanse edilmesini teşvik etti ve küresel çapta hem kamu hem de özel borçlarda keskin bir artışa yol açtı.

Bu dönem, gelişmekte olan ülkeler için yeniden finansman maliyeti de düşük kaldı. Gelişmiş ülkelerden diğerlerine sermaye akışı artarken, emtia ihracatçısı gelişmekte olan ülkeler yüksek ihracat gelirleri sayesinde tempolu bir büyümeye kavuştu.

Gelişmiş kapitalist ülkelerdeki yatırım fonları ve bankalar, ‘Küresel Güney’in menkul kıymetlerini, ABD Hazine tahvillerinden, Japon, Alman, Fransız veya diğer Avrupa ülkelerinin menkul kıymetlerinden daha iyi bir getiri sundukları için satın aldılar.

Bu sayede yoksul ülkeler zorlanmadan dış borçlarını uluslararası piyasalarda ihraç edip sattılar. Bu dönem, örneğin bazı Afrikalı liderler, neoliberal küreselleşmeye ve açık pazarlara uyum sağlama yeteneklerine atfedilen başarı hikayeleriyle övünüyorlardı.

COVID-19, tedarik zincirlerinde aksama ve yüksek faiz

Fakat COVID-19 pandemisi ve ardından gelen tedarik zinciri aksaklıkları, pandemi finansmanı için gereken kamu harcamalarının yarattığı yeni borçlar, Ukrayna-Rusya savaşı ve ardından gelen tahıl ve enerji fiyatlarındaki yükseliş ve en sonunda büyük merkez bankalarının faiz artırımına başlaması yoksul ülkeler üzerindeki yükü büyük oranda artırdı.

Bu ülkelerde devlet tahvili satın alan yatırım fonları, ABD, AB, Birleşik Krallık ve Kanada gibi ülkelerdeki faiz oranlarındaki artışın, bu ülkelerde bu tür tahvilleri satın alarak daha yüksek bir getiri oranı elde edebilecekleri anlamına geldiğini fark ettiler. Böylece, gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere doğru bir finansal sermaye dönüşüne tanık olundu.

Bunun üstüne, aynı yatırım fonları gelişmekte olan ülkelerle yoksul ülkelere, borçlarını yeniden finanse etmek istiyorlarsa, %9 ile %15 arasında ve bazı durumlarda %26’ya kadar varan faiz oranları ödemek zorunda kalacaklarını (Zambiya ve Mısır örneğinde olduğu gibi), aksi takdirde fonların tahvillerini satın almayacaklarını söylediler. Bugünkü krize kısaca bu yoldan gelindiğini söylemek mümkün.

Amerika

ABD’li senatörlerden Rusya’ya ‘ezici’ yaptırım tasarısına destek

Yayınlanma

ABD Senatosunda, Ukrayna’ya dönük askeri müdahaleyi sona erdirmeyi reddetmesi halinde Moskova’ya yönelik ‘ezici’ yaptırımlar içeren yasa tasarısı yeterli desteği buldu. Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham’ın öncülük ettiği tasarı, Rusya’dan enerji alan ülkelere de ağır gümrük vergileri öngörüyor.

Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham, Rusya’nın Ukrayna’daki savaşı sona erdirmeyi reddetmesi durumunda uygulanacak “ezici” Amerikan yaptırımlarını içeren paketin, Senato’da onay için gerekli desteği aldığını bildirdi.

Graham’a göre, tasarı hem doğrudan Rusya Federasyonu’na yönelik önlemleri hem de Rusya’dan petrol, doğalgaz ve uranyum satın alan ülkelere yüzde 500’lük gümrük vergilerini içeriyor ve 72 senatör tasarı lehine oy vermeye hazır.

Bu sayı, sadece gerekli 60 oy barajını aşmakla kalmıyor, aynı zamanda Donald Trump’ın olası vetosunu geçersiz kılmak için gereken 67 senatör sınırını da aşıyor.

Bloomberg‘in aktardığına göre Graham, açıklamasında “Amaç başkana yardım etmek,” dedi.

Senatör, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in “Trump ile oynamaya çalışırsa büyük hata yapacağını” ve yeni yaptırımların yönetimin Kremlin’i müzakere masasına oturtmak için bir aracı olacağını da sözlerine ekledi.

Graham, yasanın Temsilciler Meclisi’nde de yeterli desteğe sahip olduğunu belirtti. Senatör, Putin’in eninde sonunda müzakere etmek zorunda kalacağını, aksi takdirde Rusya ekonomisinin “ezileceğini” ifade etti.

The Wall Street Journal‘ın aktardığı yasa tasarısına göre, birincil ve ikincil yaptırımlar, Moskova’nın ateşkes müzakerelerini reddetmesi, ateşkese uymaması veya Ukrayna’ya yeniden saldırmaya çalışması durumunda yürürlüğe girecek.

Graham’ın ofisinden yapılan açıklamada, yaptırım niteliğindeki gümrük vergilerinden en büyük darbeyi Rus hidrokarbonlarının kilit alıcıları olan Çin ve Hindistan’ın alacağı belirtildi.

Seçim kampanyası sırasında savaşı 24 saatte bitirme sözü veren Trump’ın, nisan ayı sonuna kadar Ukrayna’da tam teşekküllü bir ateşkes sağlamayı umduğu belirtiliyordu.

Ancak “cömert” diye nitelendirilen tavizlere rağmen, başkanlık görevindeki 100 gününde sadece Paskalya’da kısa süreli bir ateşkes sağlayabildi.

Beyaz Saray Sözcüsü Karoline Leavitt ise hafta başında yaptığı açıklamada, Trump’ın hem Putin hem de Vladimir Zelenskiy nedeniyle “giderek daha fazla hayal kırıklığına uğradığını” söyledi.

Bloomberg‘in daha önce duruma aşina kaynaklara dayandırdığı haberine göre, Rus diplomatların ve bizzat Putin’in katıldığı bir dizi yüz yüze görüşmenin ardından ABD, Kremlin ile müzakerelerin çıkmaza girdiği sonucuna vardı.

Kaynaklara göre Moskova, mevcut cephe hattı boyunca çatışmaları durdurmak istemiyor ve hâlâ dört Ukrayna oblastını (Donetsk, Lugansk, Herson ve Zaporojye) idari sınırları içinde talep ediyor, ancak Rusya ordusu bu bölgelerin hiçbirini tam olarak kontrol etmiyor.

Rusya ayrıca Ukrayna ordusunun radikal bir şekilde küçültülmesi konusunda ısrar etmeye devam ediyor, ancak bu talep Beyaz Saray tarafından desteklenmiyor.

Amerikalı diplomatlar, Kremlin ile müzakerelerin sonuç vermediği konusunda Avrupalı ve Ukraynalı mevkidaşlarını bilgilendirdi ve bu durum, müttefikler arasında Trump’ın barış sürecinden çekilebileceği yönünde ciddi endişelere yol açtı.

Financial Times‘a konuşan Avrupalı kaynaklara göre, Amerikan başkanı, başlangıçtaki hedeflerinden daha mütevazı olsa bile, Ukrayna konusunda mümkün olan en kısa sürede anlaşma yapmaya çalışıyor.

Trump: Rusya ve Ukrayna anlaşırsa ABD ile büyük iş yapacaklar

Okumaya Devam Et

Amerika

Trump, ABD’nin savunma bütçesini 1 trilyon dolara çıkarmayı planlıyor

Yayınlanma

Donald Trump yönetimi, 2026 mali yılı için ABD savunma harcamalarını rekor seviyeye çıkararak 1,01 trilyon dolara yükseltmeyi planlıyor. Bloomberg’in haberine göre bu artış, sivil programlarda yapılacak büyük kesintilerle finanse edilecek ve bütçe açığı endişeleriyle gündeme geldi.

Bloomberg‘in Beyaz Saray tarafından Kongre’ye sunulmak üzere hazırlanan bütçe taslağına aşina bir kaynağa dayandırdığı haberine göre, Donald Trump yönetimi ABD’nin savunma harcamalarında keskin bir artış planlıyor.

Taslağa göre Trump, 1 Ekim’de başlayacak 2026 mali yılında ulusal güvenlikle ilgili kalemlere, bu yıla kıyasla yüzde 13’lük artışla 1,01 trilyon dolar harcanmasını öneriyor.

Bu rakam, ABD tarihinde güvenlik harcamalarının ilk kez 1 trilyon dolar sınırını aşacağı anlamına geliyor ve Kongre’de şok etkisi yaratması muhtemel.

Beyaz Saray yetkilisi, Bloomberg‘e yaptığı açıklamada, savunma harcamalarındaki artışın, 1980’lerde “yıldız savaşları” programını başlatan ve Avrupa’ya nükleer füzeler yerleştiren Ronald Reagan’ın attığı adımlarla kıyaslanabilir olacağını söyledi.

Pentagon’un doğrudan bütçesi ise 961 milyar dolara yükselecek.

Söz konusu miktar, mevcut yıla göre 112,7 milyar dolar, Joe Biden yönetiminin 2026 yılı için öngördüğü rakamdan ise 84,2 milyar dolar daha fazla.

Trump’ın bütçe projesinde, “altın kubbe” adı verilen füze savunma sistemi kurulması, askeri gemi inşası, nükleer üçlünün modernizasyonu ve askeri personelin maaşlarına yüzde 3,8 zam yapılması gibi kalemler yer alıyor.

Buna karşılık Trump, yurt içi sivil harcamalarda 2025 bütçesine kıyasla yüzde 22,6 oranında (163 milyar dolar) kesinti yapılmasını teklif ediyor.

Kesintiden etkilenecek alanlar arasında yenilenebilir enerji geliştirme programları, çevre koruma ve ırksal eşitsizliği gidermeye yönelik programlar bulunuyor.

Ayrıca, ABD’nin uluslararası yardım programları, National Science Foundation bünyesindeki bilimsel harcamalar, Eğitim Bakanlığı ile Konut ve Kentsel Gelişim Bakanlığı’nın bütçelerinde de radikal kesintiler ve finansmanın tamamen sıfırlanması öngörülüyor.

Başlangıçta Trump yönetimi, Elon Musk ve onun Hükümet Verimliliği Dairesi (DOGE) aracılığıyla bütçe harcamalarını 2 trilyon dolar azaltmayı planlıyordu.

Fakat Musk tarafından devreye konulan pek çok önlemin daha sonra mahkemeler tarafından engellenmesiyle, yönetimin hedefleri 13 kat küçülerek kesinti miktarı sadece 150 milyar dolara indi.

Trump’ı harcamaları kısmaya iten temel neden ise Amerikan bütçesindeki açık.

Geçen yıl 3 trilyon doları aşan bütçe açığı, bu yıl şubat ayı itibarıyla 1 trilyon doları geçerek rekor kırmaya devam ediyor. Açığı finanse etmek için borçlanmak ABD hükümetine giderek daha pahalıya mal oluyor.

Borç yükümlülükleri için yapılan faiz ödemeleri Beyaz Saray’a yılda 1,2 trilyon dolara mal oluyor ve bu rakam bütçenin yaklaşık yüzde 20’sini tüketiyor.

ABD’nin borç servisi harcamaları 2020 yılına kıyasla neredeyse üç katına çıkmış durumda.

Okumaya Devam Et

Amerika

Trump, ulusal güvenlik danışmanı Waltz’ı görevden aldı

Yayınlanma

Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Waltz görevinden ayrılıyor. Başkan Donald Trump, Waltz’ı ABD’nin Birleşmiş Milletler Daimi Temsilciliğine aday göstereceğini açıklarken, Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun geçici olarak ulusal güvenlik danışmanlığı görevini yürüteceğini belirtti. Değişikliğin ardında Waltz’ın Signal mesajlaşma skandalı ve ekiple uyumsuzluğu gibi faktörlerin yattığı bildiriliyor.

ABD Başkanı Donald Trump, Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Waltz’ın Beyaz Saray’daki görevinden ayrıldığını ancak kendisini ABD’nin Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilciliğine aday göstermeyi planladığını duyurdu.

Trump, bu süreçte Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun geçici olarak ulusal güvenlik danışmanlığı görevini üstleneceğini belirtti.

CBS News‘e konuşan kaynaklar, perşembe öğleden sonra itibarıyla Waltz’ın yardımcısı Alex Wong’un Ulusal Güvenlik Konseyi’nde (UGK) kalıp kalmayacağının henüz netlik kazanmadığını ifade etti.

Waltz’ın BM daimi temsilciliği görevi için Senato tarafından onaylanması gerekiyor.

Başkan Trump, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, “Mike Waltz’ı bir sonraki ABD’nin BM Daimi Temsilcisi olarak aday göstereceğimi duyurmaktan memnuniyet duyuyorum,” ifadelerini kullandı.

Trump, “Askerlik görevinden savaş alanına, Kongre’ye ve Ulusal Güvenlik Danışmanım olarak görev yaptığı süre boyunca Mike Waltz, ulusumuzun çıkarlarını ön planda tutmak için çok çalıştı. Yeni görevinde de aynısını yapacağını biliyorum. Bu arada, Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Dışişleri Bakanlığı’ndaki güçlü liderliğini sürdürürken Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak görev yapacak,” diye ekledi.

Waltz ise X hesabından yaptığı açıklamada, “Başkan Trump’a ve büyük ulusumuza hizmet etmeye devam etmekten derin onur duyuyorum,” dedi.

Öte yandan kaynaklar, Waltz’ı BM daimi temsilciliğine aday gösterme kararının son dakikada alındığını söyledi.

Kaynaklara göre Trump bu kararı Perşembe sabahı verdi ancak daha önce Waltz’ın UGK’den ayrılması yönünde görüşmeler yapılmıştı.

Birden fazla kaynak CBS News‘e, Rubio ve Waltz’ın Perşembe günü görev devrini görüşmek üzere bir araya geldiğini aktardı.

Dışişleri Bakanlığı ve Beyaz Saray’daki bazı üst düzey danışmanlar bile Rubio’nun geçici ulusal güvenlik danışmanlığı görevini tam olarak ne zaman devralacağından emin değildi.

Kaynaklar, Dışişleri Bakan Yardımcısı Christopher Landau’nun, Waltz’ın UGK’den ayrılacağı haberi çıkmadan önce bilgilendirilmediğini ve Waltz’ın ayrılacağını bilenlerin sayısının çok az olduğunu belirtti.

Bu değişikliğe yol açan birkaç faktör bulunuyor. Kaynaklara göre, Beyaz Saray’da Waltz’ın UGK personelini yeterince incelemediği algısı vardı.

ABD’de ‘Signalgate’ skandalı büyüyor

Signal skandalı tetikleyici oldu

Ayrıca Signal mesajlaşma skandalı ve Waltz ile üst düzey ekip arasındaki uyumsuzluk da diğer etkenler arasındaydı.

Ancak kaynaklar, Trump’ın Waltz’a saygı duyduğunu ve Trump’ın ilk dönemindeki bazı isimlerin aksine Waltz’ın apar topar görevden alınmadığını belirtti.

Bunun yerine kendisine yüksek profilli yeni bir görev verildi. Görevden ayrılma haberini ilk olarak gazeteci Mark Halperin duyurdu.

Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Tammy Bruce, Başkan’ın Rubio’yu geçici ulusal güvenlik danışmanı olarak atama kararını Perşembe günü verdiği basın toplantısı sırasında öğrendi.

Bir muhabirin Rubio’nun bu görevde ne kadar kalabileceği sorusuna Bruce, “Bunu sizden yeni duyduğum açık,” yanıtını verdi.

Kaynaklar, Başkan’ın Özel Kalem Müdürü Susie Wiles’ın Perşembe günü Waltz meselesiyle ilgili birden fazla görüşme yaptığını söyledi.

Waltz, mart ayında bir Signal sohbet grubu kurup yanlışlıkla The Atlantic yazarı Jeffrey Goldberg’ü dahil etmesiyle eleştirilerin hedefi olmuştu.

Bu olayda, Yemen’deki hedeflere yönelik askeri saldırı planları hakkındaki üst düzey ulusal güvenlik yetkilileriyle yapılan görüşmeler ifşa olmuştu.

Goldberg, yaşadıklarını yayınlamış ve başlangıçta operasyonel detayları gizlemişti.

Fakat Savunma Bakanı Pete Hegseth, Ulusal İstihbarat Direktörü Tulsi Gabbard ve CIA Direktörü John Ratcliffe’in sohbette herhangi gizli bilginin paylaşıldığını reddetmesinin ardından Goldberg, saldırıların zamanlaması ve kullanılan silah paketlerini içeren bu bilgileri de yayımlamıştı.

Waltz’ın kapalı kapılar ardında haberin doğruluğunu kabul etmesinin ardından Beyaz Saray yetkilileri istifa edip etmemesi gerektiğini tartışmış, ancak Waltz istifasını sunmamış ve Trump da o sırada görevden ayrılmasını istememişti.

Başkan Trump, kamuoyu önünde Waltz’ı “dersini almış iyi bir adam” olarak nitelendirerek desteğini göstermişti.

Ulusal Güvenlik Konseyi’ndeki duruma aşina kaynak, Başkan’ın Signal olayından bu yana yeterli zamanın geçtiğini düşündüğünü ve Waltz ile Wong’un ayrılıklarının yeniden yapılanmanın parçası olarak gösterilebileceğini belirtti.

Başkan, Waltz’ı görevden almanın dış baskıya boyun eğmek olarak algılanabileceği endişesiyle tereddüt etmişti.

Senato’nun onay sürecinden geçecek

Trump’ın BM daimi temsilcisi adayı olarak Waltz, Senato onay sürecinden geçecek.

Virginia’dan Demokrat Senatör Mark Warner, Waltz ve Signal olayı hakkında, “O çok hassas bilginin dışarı sızması durumunda pilotlarımızı kaybedebileceğimiz büyük hatayı kabul ettiği için hakkını teslim ediyorum,” dedi.

Bununla birlikte, bir muhabirin Waltz’ın aday olarak karşılaşacağı Senato onay oturumu hakkındaki sorusuna Warner, “Oldukça acımasız olacağını düşünüyorum. Neler olacağını görelim,” yanıtını verdi.

Teksas’tan Cumhuriyetçi Senatör John Cornyn ise Waltz’ın onaylanacağından emin olduğunu ifade ederek gazetecilere, “Hâlâ yönetimin parçası olmaya devam edeceği için memnunum,” diye konuştu.

Wong, ilk Trump yönetiminde Kuzey Kore Özel Temsilci Yardımcısı ve Dışişleri Bakanlığı’nda Doğu Asya ve Pasifik İşleri Bakan Yardımcısı olarak görev yapmıştı.

Trump, Wong’un atanmasını duyururken, onun Kuzey Kore lideri Kim Jong Un ile yaptığı zirvenin müzakerelerine yardımcı olduğunu söylemişti.

İki kaynak, ABD’nin Orta Doğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff’un kalıcı ulusal güvenlik danışmanlığı görevi için seçilmesinin pek olası olmadığını belirtti.

Dün Trump’ın müttefikleri arasında, Beyaz Saray Özel Kalem Müdür Yardımcısı Stephen Miller veya Başkan Yardımcısı Asistanı ve Terörle Mücadele Kıdemli Direktörü Seb Gorka’nın, Trump’ın misyonuna sıkı sıkıya bağlı oldukları için düşünülebileceği yönünde spekülasyonlar vardı.

Trump’ın Özel Görevler Özel Temsilcisi Ric Grenell ise kamuoyuna bu görevi istemediğini açıklamıştı.

Waltz ve Wong’un ayrılıkları, nisan ayı başlarında en az altı UGK personelinin işten çıkarılmasının ardından geldi.

Kaynak, bu önceki işten çıkarmaların, sağcı aktivist Laura Loomer’ın Oval Ofis’i ziyaret edip Trump’a, neocon veya başkana yeterince sadık olmadığını düşündüğü UGK personeli hakkında topladığı muhalif araştırmaları sunmasından kısa süre sonra gerçekleştiğini ifade etti.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English