Bizi Takip Edin

Avrupa

“Pogrom” mu, “Siyonist provokasyon” mu: Amsterdam’da neler oldu?

Yayınlanma

Geçen perşembe günü, Amsterdam’da yapılan Ajax-Maccabi Tel Aviv maçı sonrasında yaşanan olaylar, Avrupa ve İsrail ana akım medyası tarafından Yahudilere yönelik bir “program girişimi” olarak sunuluyor.

Maccabi taraftarları ile Amsterdam’da yaşayan Arap ve Müslüman topluluklar arasında çıkan olaylarda çok sayıda kişi yaralanmış ve onlarca kişi de gözaltına alınmıştı.

Bazı yayın organları ve siyasetçiler, Amsterdam’da bir “Yahudi avı” başlatıldığını öne sürmüş ve Hollanda dışındaki ülkeler de, başta Almanya olmak üzere, “antisemitik şiddeti” kınamıştı.

Saldırıları “Yahudi karşıtı vur-kaç timleri” olarak nitelendiren Amsterdam Belediye Başkanı Femke Halsema, cuma gününden pazar gününe kadar geçerli olmak üzere gösterilere üç günlük geçici bir yasak getirdi.

İsrail hükümetinin de bölgedeki vatandaşlarını tahliye için askeri bir uçak göndermeyi planladığı iddia edilmişti.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, ülkenin casusluk teşkilatı Mossad’a uluslararası etkinliklerde şiddeti önlemek için bir plan hazırlaması talimatını verdiğini bir video açıklamasıyla duyurdu. Netanyahu, “Mossad Başkanı [David Barnea] ve diğer yetkililere hareket tarzımızı, uyarı sistemimizi ve organizasyonumuzu yeni bir durum için hazırlamaları talimatını verdim,” dedi.

ABD’nin antisemitizm konusundaki özel temsilcisi Büyükelçi Deborah E. Lipstadt da perşembe gecesi attığı tweet’te saldırıların “klasik bir pogromu anımsattığını” söyledi ve bu paylaşım 12 saat içinde 655.000’den fazla kez görüntülendi.

Koalisyon içi kavga başladı: Wilders, sınır dışı istiyor

Hükümet koalisyonunun en büyük aktörü Özgürlük Partisi (PVV) lideri Geert Wilders, yaşananları “antisemitizme” ve “düzensiz göçe” bağlamakta gecikmedi.

Wilders ve PVV, olaylara karışan tüm göçmen kökenlilerin sınır dışı edilmesini isterken, koalisyon ortağı Özgürlük ve Demokrasi için Halk Partisi (VVD) ve lideri Dilan Yeşilgöz buna karşı çıktı.

PVV’nin “tüm isyancılar ülkede kovma” talebine karşılık olarak Yeşilgöz, “gerçekçi planlar yapılması gerektiğini”, çünkü bu insanların çoğunun Hollanda’da doğmuş olduğu için gönderilemeyeceğini kaydetti.

Wilders ise önceki hükümetlere atıfta bulunarak VVD’nin ülkenin “isyancılarla dolmasına” izin verdiğini söyledi. PVV liderine göre bunun sonucunda “antisemitizm” arttı.

Harici’ye konuşan, Amsterdam’a 15 dakika mesafede yaşayan Manchester Metropolitan University’den davranış analisti ve YouTuber Thomas Karat da Wilders’in bu gündemi kendi göçmen ve İslam karşıtı gündemini yoğunlaştırmak için kullanmasını beklemenin “akla yatkın” olduğunu söyledi. 

“Wilders siyasi kariyerinin büyük bir kısmını Müslüman göçüne karşı sert bir duruş ve İslami topluluklardan gelen tehditler olarak tasvir ettiği şeylere karşı ‘Batı değerlerini’ savunma söylemi üzerine inşa etti,” diyen Karat, Amsterdam’da yaşananları bir “pogrom” ya da “Yahudi avı” olarak nitelendirerek Wilders ve benzer düşünen siyasetçilerin, Müslüman toplulukları “savunmasız bir Yahudi azınlığa karşı saldırgan” olarak konumlandırarak korku ve bölünmeyi körüklemek için bu anlatıyı kullanabileceğine işaret etti.

Wilders’in bu olayı böylesine keskin terimlerle ifade ederek, Müslüman göçmenleri sadece Hollanda değerleriyle uyumsuz olarak değil, aynı zamanda “doğası gereği şiddet yanlısı” olarak gösteren daha geniş bir ideolojik anlatı ile aynı hizaya getirdiğini öne süren Karat, “Müslüman göçmenlere karşı bir tür tersine cadı avına” zemin hazırlanıyor olabileceğine dikkat çekti.

Maccabili holiganlar Amsterdam sokaklarını terörize etti

Bununla birlikte, hem Hollandalı Yahudi örgütleri, hem de yerel gazeteciler meselenin Avrupa medyasında anlatıldığı gibi olmadığına işaret ediyor.

New York merkezli Yidiş-İngilizce Yahudi yayını Forward’da yayınlanan bir haberde, bazı Hollandalı Yahudilerin görüşlerine yer veriliyor ve olayların Maccabili holiganların kışkırtmasıyla başladığı ileri sürülüyor.

Görgü tanıkları, Maccabi Tel Aviv taraftarlarından oluşan bazı grupların salı (5 Kasım) ve çarşamba (6 Kasım) gecelerini şehir merkezinde ırkçı Arap karşıtı sloganlar atarak, pencerelerdeki Filistin bayrağını sökmek için binalara tırmandığını ve Faslı bir taksi şoförüne saldırdığını belirttiler.

Amsterdam’da “cemiyet organizatörü” olarak çalışan bir Yahudi olan Jelle Zijlstra, Instagram’da viral olan bir paylaşımda bulunarak “birden fazla gerçeğin aynı anda var olabileceğini” ifade etti.

Zijlstra paylaşımında hem İsraillilere yönelik saldırılara hem de bir gece önce Maccabili taraftarların “F*** Palestine” (“Filistin’i s…m”) ve “Gazze’de çocuk kalmadı” diye bağırdığı görüntülere dikkat çekti.

Zijlstra verdiği bir röportajında, “Yaşanan bazı olaylarda kesinlikle antisemitizm vardı. Yahudiler sokaklarda saldırıya uğradı mı? Evet, ama o Yahudiler de şiddet yanlısı holiganlardı,” dedi.

New York Times: Olayları Maccabililerin kışkırttığında herkes hemfikir

New York Times’ta Amsterdam’da neler olduğuna ilişkin yapılan bir haberde de olayların nasıl başladığına ilişkin bir şüphe olmadığı vurgulandı.

“Amsterdam’daki pek çok toplum liderinin temel gerçekler konusunda hemfikir olduğunu” kaydeden NYT, “Bazı İsrailli taraftarların Gazze’de artık ‘çocuk olmadığını’ ilan etmek de dahil olmak üzere kışkırtıcı ve ırkçı sloganlar atarak, Filistin bayrağını kirleterek ve taksiyi tahrip ederek şehrin Müslüman nüfusunun öfkesini körüklediği konusunda büyük ölçüde hemfikirler,” diye yazdı.

Habere göre İsrailli taraftarların da farklı yerlerde, genellikle bisikletli ve yaya olarak vur-kaç saldırılarına maruz kaldığı ve “bazı saldırganların kurbanlarını Yahudi oldukları için seçmiş gibi göründüğü” konusunda da fikir birliği var.

BBC haberine göre bazı Maccabi Tel Aviv taraftarları daha önce de İsrail’de ırkçı olaylara karışmış, takımın Filistinli ve Arap oyuncularına küfretmiş ve bu oyuncuların takımdan gönderilmesi için baskı yaptıkları bildirilmişti.

Takımın taraftarları daha önce de Başbakan Netanyahu’ya karşı gösteri yapan protestoculara saldırmıştı.

Harici’ye konuşan davranış analisti Thomas Karat, Hollandalı siyasetçilerin kullandığı “pogrom” ve “Yahudi avı” gibi terimlerin çok “yüklü” sözcükler olduğunu fakat haberler ve görgü tanıklarının anlattıklarının bu iddialara şüphe düşürdüğünü söyledi.

“Haberler ve tanık ifadeleri, bazı Maccabi taraftarlarının saldırgan tezahüratlar ve Filistin sembollerinin tahrip edilmesi gibi provokasyonlara aktif olarak katıldığını ve yerel gruplarla çatışmalara yol açtığını gösteriyor,” diyen Karat, bu bilgilerin “İsrailli taraftarların saf mağduriyet anlatısının altını oyduğunu” ve Maccabi taraftarlarının sadece saldırganlığa maruz kalmadıklarının, aslında çatışmaların katılımcıları ve muhtemelen kışkırtıcıları oldukları ihtimalinin su yüzüne çıktığını belirtti.

Karat, bazı Yahudi örgütlerinin de bu dinamiği kabul ederek, İsrailli taraftarların eylemlerinin gerilimin ateşlenmesinde rol oynadığını öne sürdüğünü hatırlattı.

Hollanda istihbaratı “İsrailli taraftarlara yönelik tehdit yok” demiş

Öte yandan yine NYT haberinde görüşlerine yer verilen Amsterdam Belediye Meclisinin Müslüman üyesi Sheher Khan, öncesinde belediye başkanından maçı seyircisiz oynatmasını istediğini söyledi.

Futbol maçında şiddet olaylarının yaşanmasından korkan ve Hollanda hükümetinin İsrail’in Gazze’deki soykırım kampanyasını desteklemeye devam etmesine öfkelenen Khan, “İsrail’den bir kulübü davet ederseniz, bu kaçınılmaz olarak gösterilere ve çatışmalara yol açacaktır,” dedi.

Khan’a göre Belediye Başkanı bu talebi reddetti ve Başkan Femse Halsema’nın ofisi de bunu doğruladı.

Hollanda Yeşiller Partisi üyesi Halsema, saldırıların ardından düzenlediği basın toplantısında, Hollanda’nın güvenlik ve terörle mücadele ulusal koordinatörü tarafından kendisine birçok kez İsrailli taraftarlara yönelik somut bir tehdit olmadığının söylendiğini belirtti.

İsrailli holiganların saldırıları

Amsterdam’a 20 yıl önce taşınan Amerikalı bir Yahudi olan Tori Eghermann, perşembe gecesi şehir merkezindeki Dam Meydanından geçerken Maccabi taraftarlarının şarkı söyleyip sis bombaları yaktığını gördüğünü söyledi ve “Gerçekten inanılmaz derecede iyi organize olmuş ve heyecanlanmışlardı,” dedi.

Eghermann, Amsterdam’da yerel halk ile ırkçı futbol holiganları arasında şiddetli çatışmaların nadir olmadığını belirtti ve futbol taraftar gruplarının “toplum içinde barışçıl varlıklarıyla bilinmediğine” işaret etti.

İsrailli taraftarlar daha sonra Filistin yanlısı göstericilerle çatışarak, “F..k you Palestine” (“Filistin’i s…m”) şarkısını söyledi ve “Bırakın IDF [İsrail Savunma Kuvvetleri] Arapların canına okusun” diye bağırdı.

Spor kültürünü takip eden İsrailli akademisyen Ori Goldberg’e göre, “Maccabi Tel Aviv ana akımın ana akımı. Fakat Goldberg, “(…) taraftarların davranışları şu anda çok İsraillice: Dünya zaten bizden nefret ediyor çünkü dünya Yahudilerden nefret ediyor, bu yüzden mücadelemizi ve davamızı gittiğimiz her yere götüreceğiz,” dedi.

Yerel Yahudilere saldırı olmadı

Aynı zamanda Jewish Social Work adlı yerel bir kâr amacı gütmeyen kuruluşta stratejik danışman olarak çalışan Asjer Waterman, cuma gününü gönüllülerin Amsterdam’daki bir Yahudi spor kulübü tarafından sağlanan güvenli bir yere taşıdıkları İsrailli taraftarlara yardım ederek geçirdi.

Waterman, şiddet olaylarının Hollandalı Yahudileri ya da Yahudi kurumlarını değil, sadece İsrailli ziyaretçileri hedef almış gibi göründüğünü belirtti.

Buna rağmen Waterman’a göre, toplumdaki pek çok kişi “yine de sarsıldı.”

Amsterdam polisi holiganların saldırılarını teşhir etti

Bunun yanı sıra Amsterdam polisi de yaptığı açıklamada olayların bilançosunu aktarırken İsrailli holiganların neler yaptığını da gözler önüne serdi.

Polis sözcüsü, holiganların Amsterdam’ın merkezi bölgelerinden biri olan Rokin’de Filistin bayrağı asılı olan bir binaya tırmandıklarını ve bir taksiyi tahrip ettiklerini doğruladı.

Dam Meydanında bir Filistin bayrağının yakıldığını kaydeden polis, bunların olaylar başlamadan önce yapıldığına işaret etti.

Amsterdam Belediye Meclisi üyesi Jazie Veldhuyzen de Al Jazeera’ye yaptığı açıklamada, İsrailli taraftarların Filistin bayrağı asılı evlere de saldırdığını söyledi.

ABD’li temsilci: İsraillilerin “Arapları öldürelim” demesi umrumda değil

İşin ilginç yanı, İsrailli holiganların Amsterdam sokaklarını ve Arap-Müslüman toplulukları tehdit ettiğinin ortaya yavaş yavaş çıkmasının ardından söylenenler.

Örneğin ABD’li antisemitizm özel temsilcisi Lipstadt, Maccabili holiganların “kabadayılık tasladığının” ve “Arapları öldürelim” dediğinin söylendiğini aktardı ama Forward’a verdiği demeçte şöyle ekledi: “Ne dedikleri umurumda değil, bu size yere düşen birini tekmeleme ve güvenli bir şekilde kaçmak için insanlara ‘Ben Yahudi değilim’ dedirtme hakkını vermez.”

Mossad, Maccabi Tel Aviv’e eşlik ediyordu

Öte yandan Jerusalem Post (JP), 5 Kasım’da yaptığı haberde Mossad ajanlarının Maccabi Tel Aviv takımına Amsterdam’a yapacağı yolculukta eşlik edeceğini aktarmıştı.

JP’nin Hollanda gazetesi De Telegraaf’tan aktadığına göre, Maccabi’nin normal güvenlik personeline ek olarak Mossad ajanlarının da maksimum koruma sağlamak üzere Amsterdam’da takıma katılacaktı.

JP ayrıca, bir önceki cumartesi günü Filistin yanlısı bir protestocunun İsrail yanlısı olarak bilinen Ajax taraftarları tarafından son maçından önce saldırıya uğradığını bildiriyordu.

Karat: Mossad parmağına ilişkin ipuçları var

Karat da Harici’ye yaptığı değerlendirmede bu noktaya işaret ederek, Amsterdam’daki Maccabi taraftarlarının davranışlarının tipik holigan davranışlarından çok farklı olduğunun altını çizdi.

Davranış analistine göre, genellikle futbol holiganizmiyle ilişkilendirilen kaotik ve dağınık yapının aksine, bu taraftarlar “ortak bir strateji tarafından yönlendiriliyormuşçasına” yakın bir şekilde grup halinde kalarak uyumlu, neredeyse askeri tarzda hareket ediyorlardı.

Karat, “Bu disiplinli birliktelik, özellikle İsrail medyasında yer alan ve taraftarlar arasında Mossad ajanları ile IDF askerlerinin bulunduğunu doğrulayan haberler ışığında soru işaretlerine yol açıyor,” dedi.

Karat gerginlik durumunda polis koruması yerine gizli operasyonlar ve casusluk konusunda tecrübeli istihbarat görevlilerinin dahil edilmesinin, sadece seyirci güvenliğinin ötesinde “daha hesaplı bir amaca” işaret ettiğini ileri sürdü.

Karat’a göre, eğitimli ajanların varlığı, olayları “sivil bir kisve altında manipüle veya provoke etme” potansiyeline işaret ederken, “taraftar desteğinin yüzeysel gösterisinin altında daha derin bir gündemi” ima ediyor.

Avrupa

CDU içinde AfD tartışması sürüyor

Yayınlanma

Şubat ayındaki seçimlerden birinci çıkan Hristiyan Demokratlar (CDU) ile ikinci çıkan Almanya için Alternatif (AfD) arasındaki ilişkilerin nasıl belirleneceği konusu belirsizliğini koruyor.

Geçen haftalarda AfD, ülkenin iç istihbarat servisi tarafından “aşırı sağcı örgüt” olarak sınıflandırılmıştı.

Bu hamle, ülkenin yeni şansölyesi CDU’lu Friedrich Merz’in yakın zamanda bir karar almasını gerektirebilir. Partinin yasaklanmasını da içeren gergin bir tartışma yeniden alevlenirken, Financial Times’a (FT) konuşan Merz’in en yakın müttefiklerinden biri, şansölyenin meseleyi “çok ciddiye aldığını” söyledi.

Merz, bu yılın başlarında AfD’nin CDU’yu “yok etmek” ve “demokrasinin temellerini sarsmak” istediğini söylemiş, ayrıca AfD ile Nazilerin iktidara gelmesi arasında doğrudan bir karşılaştırma yaparak, “Almanya için bir ‘33’ yeter,” demişti. 

Fakat daha önce “aşırı sağla mücadelede” yasaklama uygulamanın akıllıca olup olmadığı konusunda şüphelerini dile getirmişti.

Şansölye, yeni sınıflandırmaya yanıt olarak, yeni hükümetin ancak “en dikkatli inceleme sonrasında” nasıl hareket edileceğine karar vereceğini belirterek, “10 milyon seçmeni yasaklayamazsınız,” uyarısında bulunmuştu.

Tüm ana akım siyasi partiler, Almanya anayasasının değerlerine aykırı olduğu düşünülen bir partinin oluşturduğu tehdit konusunda hemfikir. Ne var ki, anayasa mahkemesinden yasağın incelenmesini talep etme konusunda derin ve temel anlaşmazlıklar var.

CDU içinde bu adımı destekleyenler arasında milletvekili ve partinin gençlik kolunun eski lideri Tilman Kuban da bulunuyor. Kuban, “Demokratlar renklerini göstermeli. Kendini ciddiye alan demokrasiler, anayasanın sağladığı araçlarla düşmanlarına karşı kendilerini savunmalıdır,” diye konuştu.

Bununla birlikte, aşırı sağın etkisini azaltmak için yasaklama yolunu savunan bu tür sesler şimdilik azınlıkta ve “siyaset yaparak AfD’yi yenme” fikri giderek ağırlık kazanıyor.

Örneğin CDU’nun Bavyera’daki kardeş partisi Hıristiyan Sosyal Birlik’in (CSU) lideri Markus Söder, AfD’nin “ağlayıp sızlanarak” değil, “nihayet doğru siyaset yaparak” yenilgiye uğratılacağını savunuyor.

Almanya kamuoyu da bölünmüş durumda. Anket şirketi Insa’nın hafta sonu yayınladığı bir ankete göre, yasağa destek yüzde 50’nin biraz üzerinde.

Almanya’nın savaş sonrası tarihinde sadece iki kez bir parti yasaklandı. Nazilerin halefi olan Sosyalist Reich Partisi 1952’de, Almanya Komünist Partisi (KPD) ise dört yıl sonra kapatılmıştı.

Neo-Nazi Ulusal Demokratik Partisi’ni (NPD) yasaklamak için yapılan iki son girişim, 2003 ve 2017 yıllarında Anayasa Mahkemesi tarafından reddedildi.

İkinci seferde mahkeme, NPD’nin “aşırıcı” olmasına rağmen “Alman demokrasisi için ciddi bir tehdit oluşturmayacak kadar büyük bir parti olmadığına” hükmetti.

AfD ise tam tersine, yasaklanamayacak kadar büyük olabilir. Şubat ayında yapılan seçimlerde %21 oy alan partinin, anketlere göre desteğinin %24’e kadar yükseldiği ve bazı anketlerde CDU’yu bile geçtiği görülüyor.

Hükümet veya parlamentonun iki kanadından herhangi biri, anayasa mahkemesine partiyi yasadışı ilan etmesi için başvurabilir. Uzmanlara göre bu süreç en az iki yıl sürer.

Olası bir yasak, partinin dağılmasına ve görevdeki milletvekillerinin görevlerini kaybetmesine yol açacak. AfD’nin mülklerine el konulabilir, üst düzey yetkililerin halef örgütler kurması yasaklanabilir, fakat eleştirmenler bunun denetlenmesinin zor olacağı konusunda uyarıyor.

Bu yola şüphe ile bakanlar, bu karmaşık sürecin kolayca ters tepebileceği konusunda uyarıyor, özellikle de başarısız olursa.

NPD’yi yasaklama girişimlerinden birinde yer alan Brandenburg’un Sosyal Demokrat başbakanı Dietmar Woidke, “Bunun birçok risk içeren çok zor bir hukuki yol olduğunu biliyorum,” dedi.

CSU üyesi İçişleri Bakanı Alexander Dobrindt de, AfD’nin Alman demokrasisini “mücadeleci ve agresif” bir şekilde baltaladığını kanıtlayacak yeterli delil bulunmadığını ileri sürdü.

Diğerleri ise, bu sürecin başlatılmasının partinin zulüm gördüğü iddialarını güçlendireceği konusunda uyarıyor.

Yasağın destekçileri ise, AfD’nin ne olursa olsun kendini “kurban” olarak göstereceğini savunuyor.

Yeşiller’in eski eş başkanı ve yasağın en güçlü savunucularından Ricarda Lang, Almanya’nın savaş sonrası anayasasının yazarlarının, tıpkı Naziler gibi gelecekteki partilerin demokrasiyi iktidarı ele geçirmek ve ardından onu yıkmak için kullanabileceği için, siyasi oluşumları yasaklayan bir mekanizma eklediklerini söyledi.

Focus haber sitesinde yazdığı makalede Lang, “AfD’nin tam da böyle bir parti olduğuna inanıyorum. Neden parti yasağını kullanmayalım?” diye soruyır.

Diğer destekçiler ise yasağın aşırı sağı zayıflatabileceğini söylüyor. Münster Üniversitesi hukuk profesörü Michaela Hailbronner, “Sorunların ortadan kalkmayacağına ve sorunun çözülmeyeceğine eminim. Asıl soru, siyasi gücünü bir miktar zayıflatıp hareketi biraz parçalayabilir misiniz?” diyor.

Aşırı sağcı sınıflandırması AfD içinde şimdiden bir tartışma başlattı. AfD eş başkanları Alice Weidel ve Tino Chrupalla, partiyi aşırı sağcı olarak nitelendirme kararını “siyasi amaçlı” olarak nitelendirdi.

Kuzey Ren-Vestfalya’nın üst düzey parti yetkililerinden Martin Vincentz, nispeten ılımlı bir rota izlemeye çalışan bu görüşe katılırken, partideki “radikallere”, kabul edilebilir söylem sınırlarını sürekli zorlayarak “siyasi rakiplerimizin işini kolaylaştırmamaları” konusunda uyarıda bulundu.

Milletvekili Sieghard Knodel ise, “özel ve iş hayatını korumak” gerekçesiyle kararın ardından partiden istifa ettiğini açıkladı. 

Fakat AfD karşıtları bile, bir önceki Sosyal Demokrat İçişleri Bakanı Nancy Faeser’in görevinin son günlerinde onaylanan sınıflandırmanın zamanlaması ve iç istihbarat servisinin 1.100 sayfalık uzman raporunu yayınlamama kararını sorguladı.

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Almanya’yı “gizli tiranlık” ile suçlayarak, AfD’yi destekleyen ve politikacıları partiyi iktidar paylaşımı anlaşmalarından dışlamayı bırakmaya çağıran bir yönetimle ilişkiler kurma çabalarını daha da zorlaştırdı.

Salı günü siyasi dergi Cicero, “şeffaflık olmadan demokrasinin işleyemeyeceği” gerekçesiyle gizli raporun tamamını çevrimiçi olarak yayınlamaya karar verdi.

Sınıflandırma, AfD’nin itirazı üzerine geçen hafta askıya alınmıştı. Bu, yasal sürecin standart bir parçası ama karar onanırsa, istihbarat servisinin parti yetkililerinin iletişimlerini izlemesi ve parti içinde muhbirler yerleştirip yetiştirmesi kolaylaşacak.

Bazı AfD üyeleri de silah ruhsatlarını kaybedebilir. Örneğin AfD milletvekili Stefan Möller, 2021’de Thüringen’deki bölgesel derneği aşırı sağcı olarak sınıflandırıldıktan sonra yaban domuzu avlama hakkını kaybetti. Möller, bu kararı “taciz” olarak nitelendirerek, avcılıkla uğraşan yaklaşık 70 üyenin partiden ayrılmasına neden olduğunu söyledi. 

Fakat AfD için en önemli etki muhtemelen finansman üzerinde olacak. AfD’nin her yıl siyasi vakıflara dağıtılan 700 milyon avroluk paydan pay alma umutlarının, bu sınıflandırmanın ardından muhtemelen suya düşecek.

Yasak yanlıları, AfD’nin oy oranı yaklaşık %15 iken, yedi yıl önce partinin desteğini yarı yarıya azaltacağına söz veren Merz’in zamanının dolmak üzere olduğunu uyarıyor.

AfD, 2029 Federal Meclis seçimlerinde birinci olmayı hedefliyor. Bu senaryo, Avrupa’nın en büyük ülkesini siyasi bir krize sürükleyecek.

Geçen hafta Almanya’nın onlarca şehrinde AfD karşıtı protestoların örgütlenmesinde rol oynayan Julia Dück, “Önceki federal hükümet çok uzun süre tereddüt etti ve fırsatı kaçırdı. Yeni hükümet şimdi izlemeye devam edebilir ya da nihayet yasaklama sürecini başlatabilir,” diyor.

Okumaya Devam Et

Avrupa

AB, Kuzey Akım’a yaptırım ve Rus petrolüne tavan fiyatı düşürmeyi planlıyor

Yayınlanma

Avrupa Komisyonu başkanı Ursula von der Leyen, Rusya’nın petrol ve doğalgaz ihracatını hedef alan yeni yaptırımlar açıkladı. Paket, Kuzey Akım 1 ve 2’ye yaptırımların yanı sıra Rus petrolüne uygulanan tavan fiyatın düşürülmesini ve gölge filodaki tankerlerin kara listeye alınmasını içeriyor.

Avrupa Komisyonu başkanı Ursula von der Leyen, Avrupa Birliği’nin (AB) Ukrayna’da devam eden savaş nedeniyle Moskova üzerindeki baskıyı artırmayı hedeflediğini ve Rusya’nın petrol ve doğalgaz ihracatını etkileyecek yeni bir yaptırım paketi hazırladığını duyurdu.

Von der Leyen, Tiran’da düzenlenen Avrupa Siyasi Topluluğu zirvesi öncesinde yaptığı açıklamada, “Bu paket, örneğin Kuzey Akım-1 ve Kuzey Akım-2’ye yönelik yaptırımları içerecektir,” dedi.

Von der Leyen, Rusya’nın gölge filosuna ait yeni petrol tankerlerinin de kara listeye alınacağını belirtti.

Ayrıca, AB’nin şu anda varil başına 60 dolar seviyesinde olan Rus petrolüne yönelik tavan fiyatı düşüreceğini ve Rusya’nın finans sektörüne karşı yeni önlemler alacağını kaydetti.

Bu hafta AB ülkeleri, Rusya’ya karşı 17’nci kısıtlayıcı tedbirler paketini onayladı ve paketin 20 Mayıs’ta kabul edilmesi planlanıyor.

Bu paket, AB’nin kara listesindeki Rus gölge filosuna ait tanker sayısını 250’ye çıkarıyor.

Paket ayrıca, Türkiye, Sırbistan, Özbekistan, Vietnam ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi üçüncü ülkelerden olanlar da dahil olmak üzere Rusya’nın savunma sanayisiyle bağlantılı bazı kişi ve kuruluşlara yönelik yaptırımlar öngörüyor.

Kuzey Akım 1 ve 2 doğalgaz boru hatları, Rusya’dan Almanya’ya Baltık Denizi’nin altından çekiyor. Eylül 2022’deki planlı sabotaj sonucunda dört boru hattından üçü hasar görmüştü.

Kuzey Akım üzerinden gaz akışı onarılana kadar durdurulmuş, bir hattı sağlam kalan Kuzey Akım-2 ise faaliyete geçirilmemişti.

Financial Times‘ın haberine göre, Rusya ve ABD, Ukrayna’da barış anlaşması kapsamında Amerikalı yatırımcıların katılımıyla doğalgaz boru hattının yeniden başlatılmasını görüştü. Bu durum bazı AB ülkelerinde tepkiye yol açtı.

Bu gelişmeler üzerine Wall Street Journal, Avrupa Komisyonu’nun, Rusya’nın ateşkesi kabul etmemesi durumunda doğalgaz boru hattını bloke etme kararı aldığını yazdı. Bu tedbirin 17’nci kısıtlamalar paketinden ayrı olarak uygulamaya konulması düşünülüyordu.

Bild‘in haberine göre, Rusya ve Ukrayna arasında İstanbul’da yapılması muhtemel müzakerelerin sonuçsuz kalması durumunda yeni yaptırımlar açıklanabilir.

Bu bağlamda, Avrupa ülkeleri Rusya’dan gaz ithalatını tamamen durdurma (şu anda AB ithalatındaki payı yaklaşık yüzde 20) ve nükleer santraller için uranyum ithalatını sınırlama olasılığını değerlendiriyor.

AB’nin Rusya’ya yeni yaptırım tehdidi havada kalabilir

Okumaya Devam Et

Avrupa

Polonya, cumhurbaşkanını seçmek için sandık başına gidiyor

Yayınlanma

Polonya halkı, cumhurbaşkanlığı seçimleri için pazar günü (18 Mayıs) sandık başına gidiyor.

Pazar günü yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turu, Cumhurbaşkanı Andrzej Duda’nın on yıllık muhafazakâr iktidarının ardından geliyor ve “merkezci” Başbakan Donald Tusk’un siyasi geleceği için de büyük önem taşıyor.

Tusk’un reform gündemi, şimdiye kadar Duda’nın veto yetkisi nedeniyle sekteye uğramıştı.

Anketlerde yaklaşık %32 ile önde giden isim, Tusk’un Sivil Koalisyonu’ndan liberal Varşova Belediye Başkanı Rafał Trzaskowski. Trzaskowski, AB yanlısı bir siyaseti savunuyor.

Trzaskowski’nin başlıca önerileri arasında savunma harcamalarının GSYİH’nin %5’ine çıkarılması, Polonya’nın silah ve teknoloji endüstrilerinin geliştirilmesi ve ülkenin kürtaj yasalarının liberalleştirilmesi yer alıyor.

Trzaskowski’nin ana rakibi milli-muhafazakâr Hukuk ve Adalet’in (PiS) adayı Karol Nawrocki, bir emlak skandalı nedeniyle kampanyasında tökezledi ve mayıs ayında desteği %22’ye düştü.

42 yaşındaki muhafazakâr tarihçi, savunma harcamalarının GSYİH’nin %5’ine çıkarılmasını da destekliyor, fakat Trzaskowski’den farklı olarak bazı LGBT haklarına ve kürtajın serbestleştirilmesine karşı çıkıyor.

Fakat Atlas Intel’in son anketine göre, pazar günü yapılması planlanan cumhurbaşkanlığı seçimleri bugün yapılsaydı, PiS adayı Nawrocki, Trzaskowski’yi ilk turda geride bırakacaktı. Bu, Nawrocki’nin Trzaskowski’yi geride bıraktığını gösteren ilk anket.

İkisi arasındaki fark çok az: sadece 0,8 puan. Nawrocki, ankete katılanların %30,3’ünün desteğini alırken, Trzaskowski %29,5’ini aldı.

Bu arada, silah yasalarının liberalleştirilmesini ve çocuklara “hafif bedensel ceza” uygulanmasını savunan aşırı sağcı Konfederasyon’un adayı Sławomir Mentzen de büyük kalabalıklar topladı ve gençler arasında popülerlik kazandı.

İkinci tura çıkması olası görünmese de, Nawrocki’nin arkasında birleşerek liberal bir cumhurbaşkanlığını engellemek için oy veren seçmenleri, ikinci turda belirleyici olabilir.

Fakat olası bir ikinci turda Trzaskowski az farkla önde çıkacak. İkili bir yarışta, ankete katılanların %46,5’i Donald Tusk’un adayına oy vereceğini söylerken, Nawrocki’ye oy vereceğini söyleyenlerin oranı %45,2. %8,3’lük bir kesim ise kararsız.

Buna karşılık, IBRiS’in Onet için yaptığı ayrı bir ankette Trzaskowski %32,6 ile daha net bir üstünlük sağlarken, Nawrocki %26,4 ile geride kalıyor.

Bugün (16 Mayıs), cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesindeki son kampanya günü. Cumartesi ve pazar günü seçim kampanyası yasakları uygulanacak.

Seçimlerin ilk turunda bir aday oyların %50’sini alamazsa, 2020’de olduğu gibi, en çok oy alan iki aday ikinci tura kalıyor.

Bu üç aday dışında Polonya Temsilciler Meclisi Başkanı ve Polska 20250 lideri Szymon Holownia ile üç farklı solcu aday, Magdalena Biejat, Adrian Zandberg ve Joanna Senyszyn katılıyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English