Asya
Cammu ve Keşmir: Yarım asırlık çatışmanın tarihi

Hindistan ile Pakistan arasında on yıllardır süren Cammu ve Keşmir anlaşmazlığı, bölgenin statüsü konusundaki belirsizlik ve sık sık yaşanan çatışmalarla devam ediyor. Son olarak 22 Nisan 2025’te yaşanan ve 26 turistin ölümüne yol açan saldırı, iki nükleer güç arasındaki gerilimi yeniden tehlikeli bir boyuta taşıdı ve Hindistan’ın İndus Suları Anlaşması’nı askıya almasına neden oldu.
Hindistan ile Pakistan arasında on yıllardır devam eden Cammu ve Keşmir sorunu, 22 Nisan 2025’te Pahalgam kentinde 26 turistin Direniş Cephesi adlı bir grup tarafından öldürülmesiyle yeniden alevlendi. Yeni Delhi, bu örgütü ABD, Rusya, Hindistan ve diğer bazı ülkelerde terör örgütü olarak tanınan ve yasaklanan Pakistan merkezli Leşker-i Tayyibe’nin bir kolu olarak görüyor. Saldırının ardından Hindistan, Pakistan ile 1960’ta imzalanan ve 1965 ile 1971’deki savaşları atlatan İndus Nehri sularının paylaşımına ilişkin anlaşmayı askıya aldı ve iki ülke arasındaki tek kara sınır kapısını kapattı.
Hindistan altkıtasının kuzeybatısında, Himalayalar ve Tibet’in eteklerinde yer alan Cammu ve Keşmir, 1846’dan itibaren ayrı bir prenslik iken, 1947’den bu yana Hindistan ve Pakistan arasında bir anlaşmazlık konusu oldu. İki ülke, Cammu ve Keşmir için 1947-1948, 1965 ve 1971 yıllarında üç kez savaştı, 2003’ten beri kırılgan bir ateşkes yürürlükte olsa da bölgenin statüsü hâlâ çözüme kavuşturulamadı. Ekim 2019’a kadar Hindistan’ın kontrolündeki Cammu ve Keşmir eyalet statüsündeyken, daha sonra Cammu ve Keşmir ile Ladakh olmak üzere iki birlik toprağına bölündü.
Cammu ve Keşmir’in Hindistan kontrolündeki bölümünde ayrılıkçı eğilimler güçlü olup, 1980’lerin sonlarından itibaren bölgenin kendi kaderini tayin hakkını veya Pakistan’a katılmasını savunan muhalif ve terörist gruplar faaliyet gösteriyor. Yeni Delhi, İslamabad’ı düzenli olarak bu gruplara maddi ve mali destek sağlamakla suçluyor.
Bölgenin coğrafi yapısı ve nüfusu incelendiğinde, Cammu ve Keşmir’in 222 bin 236 kilometrekarelik bir alana sahip olduğu ve 2011 nüfus sayımına göre 12 milyon 541 bin 302 kişilik bir nüfusa ev sahipliği yaptığı görülüyor. Bölge, etnik ve dini açıdan birbirinden oldukça farklı üç bölgeden oluşuyor: Keşmir Vadisi sakinlerinin yüzde 97,2’si Sünni Müslüman iken Hindular (Keşmirli Brahman Panditler) yüzde 2’den az. Cammu’da Dogri dilini konuşan Hindular (yüzde 65 civarında) çoğunlukta olmakla birlikte önemli bir Sünni nüfus (yüzde 35 civarında) da bulunuyor. Ladakh’ta ise nüfusun yaklaşık yüzde 47’si Şii (çoğunlukla Kargil bölgesindeki Baltiler), yaklaşık yüzde 46’sı ise Budist (çoğunlukla Leh bölgesindeki Ladakhlılar). Cammu ve Keşmir, nüfusunun yüzde 72,5’inin köylerde yaşadığı, ağırlıklı olarak kırsal bir bölge. Sakinlerinin neredeyse üçte ikisi doğrudan veya dolaylı olarak tarımla uğraşıyor; pirinç, mısır, buğdayın yanı sıra meyve, kuruyemiş, çiçek, safran yetiştiriciliği ve ünlü Keşmir keçileri de dahil olmak üzere koyun ve keçi yetiştiriciliği yapıyor.
Cammu ve Keşmir’in fiili bölünmüşlüğü
Keşmir’in kontrolü fiilen dört eşitsiz parçaya bölünmüş durumda. Eski prensliğin 1846 sınırlarındaki topraklarının yüzde 45,6’sı Hindistan tarafından kontrol ediliyor; bu alanlar Cammu, Keşmir Vadisi (Keşmir) ve Ladakh’ın bir kısmını içermekte olup, Keşmir’in güney ve güneydoğusunda yer alıyor. 2019’a kadar 22 ilçeden oluşan Cammu ve Keşmir eyaletini oluşturan bu bölgeler, daha sonra Cammu ve Keşmir ile Ladakh olmak üzere iki birlik toprağına ayrıldı. Bunlardan ilki olan Cammu ve Keşmir, idari olarak 20 ilçeye (Cammu ve Keşmir’de onar ilçe) bölündü. Eski eyaletin diğer iki ilçesi ise 2019’da Ladakh birlik toprağını oluşturdu. Bölgenin üçte biri (78 bin 114 km²) Pakistan tarafından tutuluyor; bunlar Azad Keşmir (Özgür Keşmir) ve Gilgit-Baltistan olup, bölgenin kuzey ve kuzeydoğusunda yer alıyor. Geriye kalan yüzde 19,2’lik kısım ise Çin’in kontrolünde. Pekin, iki bölgeyi kontrol ediyor: Ladakh’ın kuzeydoğusundaki Leh’te bulunan ve ÇHC’nin 1962’den beri kontrol ettiği Aksay Çin (37 bin 555 km²) ve Mart 1963’te Pakistan tarafından Çin’e devredilen 5 bin 180 km²’lik Şaksgam Vadisi.
Cammu ve Keşmir’in tarihi, 1346’ya kadar Hint hanedanları, 1819’a kadar Müslüman hanedanlar tarafından yönetildi, ardından bölge Sih Pencap’ının kontrolüne geçti. 1845-1846 yıllarında İngilizler bu bölgeyi Sihlerden aldı. Mart 1846’da Dogra halkından Cammu Prensliği racası Gulab Singh, Rajput Dogra hanedanından, Keşmir Vadisi’ni İngilizlerden 7,5 milyon rupi fidye ve yıllık sembolik bir at, 12 Keşmir keçisi ve üç çift Keşmir şalı vergisi karşılığında satın aldı. Bundan önce Ladakh (1834’te) ve Baltistan (1840’ta) bölgelerini de kendine bağladı, ölümünden sonra ise 1860’a kadar Gilgit de tabi kılındı. Böylece, Britanya Hindistanı, Rus İmparatorluğu ve Çing Çin’i arasında bir tampon bölge olarak görülen çok etnikli ve çok dinli bir prenslik kuruldu. Cammu’da Dogra Hinduları çoğunluktayken, Keşmir’de Sünni Müslümanlar (çoğunlukla Keşmirliler), Tibet Ladakh’ında ise Budistler ve Şii Müslümanlar hakimdi. Yeni devlet oluşumunda Dogra Hinduları yönetici sınıfı oluşturmuş ve Keşmirli Brahmanlara dayanırken, Müslüman nüfus (prensliğin yüzde 85’i) ayrıcalıksız çoğunluk konumuna düşürüldü, çeşitli vergilere ve angaryalara tabi tutuldu. 20. yüzyılın ilk yarısında, Müslüman çoğunluğun kültürel ve siyasi haklarını savunan ilk örgütler kuruldu, yerli aydınlar arasında “azadi” (özerklik) ve Sufi İslam’ın ve daha az ölçüde Keşmir Şivacılığı’nın etkisiyle şekillenen özel bir bölgesel Keşmir kimliği olan “Keşmiriyat” fikirleri yayıldı. Temmuz 1931’de prenslik polisinin 20’den fazla silahsız Müslümanı öldürdüğü olaylar, Müslümanların toplumsal ve siyasi seferberliğinin katalizörü oldu. 1940’ların başına gelindiğinde, Keşmir Vadisi’ndeki siyasi örgütler arasında Keşmir milliyetçiliği pozisyonunu savunan Ulusal Konferans başrolü oynadı. Aynı zamanda, Cammu, Punch ve Mirpur Müslümanları, gelecekteki Pakistan’a katılmaya çok daha fazla eğilimli bir parti olan Müslüman Konferansı’nı destekledi.
Ağustos 1947’de Britanya Hindistanı’nın Hindistan ve Pakistan olarak iki bağımsız devlete bölünmesinin ardından Keşmir Prensliği’nin statüsü resmi sınır anlaşmalarıyla belirlenmedi, Hindistan’a mı Pakistan’a mı katılacağı ya da bağımsız kalacağı konusunda seçim yapmasına izin verildi. Maharaca Hari Singh başlangıçta bağımsızlık elde etmeyi ummuştu, ancak kısa süre sonra batı sınırındaki Punch şehrinde Müslüman gazilerin isyanı başladı, Pakistan topraklarından kabilevi Peştun güçleri Keşmir’e girdi ve prensliğin yazlık başkenti Srinagar’a doğru ilerlemeye başladı. Sonuç olarak maharaca Hindistan’dan yardım istedi ve Ekim 1947’de 1846 sınırları dahilinde birliğe katılma anlaşmasını imzaladı. Bu durum, o zamana kadar prensliğin üçte birini kontrol eden Pakistan ile açık bir çatışmayı tetiklemiş, her iki ülke de Birleşmiş Milletler’e (BM) birbirleri hakkında şikayette bulundu. Ertesi ay, nominal olarak maharacanın mülkleri arasında sayılan ancak 1947’ye kadar özel bir İngiliz ajansı tarafından yönetilen Gilgit’teki isyancı askerler, Keşmir valisini tutuklamış ve bu bölgenin Pakistan’a katıldığını ilan etmişti.
İlk savaşın (1947-1948) sonunda Keşmir’e sevk edilen Hint birlikleri, Peştun milislerinin, düzenli Pakistan birliklerinin ve onlara katılan Müslüman isyancıların ilerleyişini durdurdu. Ocak 1949’a kadar çatışmalar durduruldu ve Temmuz 1949’da bölgeyi ikiye ayıran bir ateşkes hattı çizildi: Hint kontrolündeki (Srinagar merkezli Cammu ve Keşmir) ve Pakistan kontrolündeki (Muzafferabad merkezli Azad Keşmir). Bu sırada BM, Cammu ve Keşmir hakkında birkaç karar (No. 38, 39, 47, 51) kabul etti, bunlar arasında bu toprağın kendi kaderini tayini için referandum yapılmasını talep eden 47 sayılı karar da bulunuyor. Başbakan Cevaharlal Nehru da bölgede plebisit düzenleme sözü verdi. Ancak Hindistan ve Pakistan’ın bölgeden askerlerini çekmeyi reddetmesi nedeniyle referandum yapılamadı.
Soğuk barış dönemi
1950-1962 yılları arasında ÇHC, Hindistan ile sınır çatışmaları sonucunda Ladakh’taki Aksay Çin’i kontrol altına aldı, 1963’te ise Pakistan ile yapılan bir anlaşma uyarınca Pekin, İslamabad’dan kuzey Keşmir’in bir başka bölümünü aldı. Hindistan ve Pakistan arasındaki bir sonraki büyük silahlı çatışmalar 1965 ve 1971 yıllarında patlak verdi. 1972’de Simla’daki müzakerelerde ateşkes hattı, Keşmir’in fiili olarak iki idari bölgeye bölünmesini pekiştiren “Kontrol Hattı”na dönüştürüldü. Bu durum, iki ülke arasındaki gerilimi ortadan kaldırmadı. 1980’lerin ortalarından itibaren Hindistan, Karakurum eteklerindeki yüksek rakımlı Siaçen Buzulu’nun büyük bir bölümünü kademeli olarak ele geçirdi. Mayıs 1999’da Pakistan ordusu, Keşmirli ayrılıkçıların Kargil’e geçişini sağladı, bu da aynı yılın Mayıs-Temmuz aylarında ciddi sınır çatışmalarını tetikledi. 2003 yılında taraflar kırılgan bir ateşkese ulaştı, ancak bu ateşkes sürekli olarak bombardımanlar, provokasyonlar ve sınır çatışmalarıyla ihlâl edildi. Bununla birlikte, 2005’te Srinagar ile Muzafferabad arasında otobüs seferleri yeniden başladı, 2008’de ise sınır ötesi ticaret başladı. Durum, sınır olaylarının yoğunluğunun keskin bir şekilde arttığı 2016’dan itibaren yeniden kötüleşmeye başladı, ancak Mayıs 2018’de taraflar 2003 anlaşmalarına geri dönmeyi kabul etti.
Gerginlik, Şubat 2019’da Pakistanlı İslamcı terör örgütü Ceyş-i Muhammed’e mensup bir intihar bombacısının Keşmir’de patlayıcı yüklü bir araçla polis otobüsüne çarpması sonucu 40’tan fazla kişiyi öldürmesinin ardından keskin bir şekilde arttı. Pakistan makamları, terör saldırısıyla ilgileri olduğu yönündeki suçlamaları reddetti. Bunu, Yeni Delhi’nin Ceyş-i Muhammed’in büyük bir eğitim kampına düzenlediği hava saldırısı da dahil olmak üzere bir dizi çatışma izledi. 22 Mart 2019’da Pakistan Başbakanı İmran Han ve Hindistan Başbakanı Narendra Modi, askeri operasyonların durdurulması ve terörle ortak mücadele konusunda anlaştı. Ağustos 2019’da Hint makamlarının Cammu ve Keşmir’in özerkliğini kaldırmasının ardından çatışmaların yoğunluğu keskin bir şekilde arttı, sadece 2020’de 4 binden fazla olay kaydedildi. Ayrıca, Mayıs 2020’de Çin sınırındaki durum tehlikeli bir şekilde kötüleşti. Ancak 2021’de Yeni Delhi ve İslamabad sınırdaki gerilimi yeniden azaltmayı başardı.
Silahlı ayaklanmanın geçmişi ve dönüşümü
Hindistan Keşmiri’nde ayrılıkçılık ve terör, 1951’den 1980’lerin sonuna kadar Cammu ve Keşmir yasama meclisinde 1930’lardan beri var olan Ulusal Konferans partisinin hakimiyetiyle karakterize ediliyor. Partiyi, Cevaharlal Nehru ile iyi ilişkileri olan karizmatik politikacı Şeyh Muhammed Abdullah yönetiyordu. Nehru, Keşmir’i tek bir laik Hindistan çerçevesinde Müslüman ve Hindu topluluklarının bir arada yaşamasının bir “vitrini” haline getirmeyi umuyordu. Ancak 1970’lerin sonlarına doğru eyalette bölgesel ve mezhepsel kutuplaşma güçlendi. 1972’de İslamcı ve açıkça Pakistan yanlısı bir güç olan Cemaat-i İslami temsilcileri ilk kez bölgesel parlamentoya girdi. 1987 seçimlerinden sonra, Birleşik İslam Cephesi’nde birleşen özerklik yanlısı siyasi güçler koalisyonu, kazanan Ulusal Konferans’ı ve Delhi ile diyaloğa açık lideri Faruk Abdullah’ı büyük çaplı sahtekarlıkla suçladı. Bölgede kitlesel protestolar ve gençliğin radikalleşmesi başladı.
İki yıl sonra Cammu ve Keşmir’in kendi kaderini tayin mücadelesi silahlı bir aşamaya geçti ve yüzden fazla silahlı grup ortaya çıktı. Bunlar arasında başlangıçta laik ve ayrılıkçı Cammu ve Keşmir Kurtuluş Cephesi (JKLF) hakimken, 1992’den itibaren Cemaat-i İslami ve Pakistan Servislerarası İstihbaratının (ISI) Keşmir bölümüyle bağlantıları olan Pakistan yanlısı İslamcı Hizbul Mücahidin (HM) öne çıktı. 1990’da Hindistan hükümeti, Keşmir’i “kargaşa bölgesi” ilan eden Silahlı Kuvvetler Özel Yetkiler Yasası’nı (AFSPA) yürürlüğe koydu. 1990’ların ortalarından itibaren partizan-terörist faaliyetlerin yoğunluğu azalmaya başladı ve 11 Eylül 2001 terör saldırılarından sonra Pakistan’ın Keşmirli gruplara açık desteği azaldı. Aralık 2002’ye kadar çatışma, yaklaşık 19 bin muhalif ve yaklaşık 6 bin Hint askeri ve polisi de dahil olmak üzere 35 bin 200 kişinin hayatına mal oldu.
Hindistan güvenlik güçlerinin karşı-partizan operasyonları sonucunda JKLF neredeyse tamamen yok edildi ve HM ciddi şekilde zayıflatıldı, ancak bölgede Pakistan Servislerarası İstihbaratına örgütsel olarak bağımlı olan ve Pakistan topraklarında üsleri ve eğitim kampları bulunan çok sayıda daha küçük ve radikal grup faaliyet göstermeye devam etti. Bunlar arasında El Kaide bağlantılı Ceyş-i Muhammed (Muhammed’in Ordusu) ve Leşker-i Tayyibe bulunuyor. 2010’ların başından itibaren güney Keşmir gençliği arasında Selefi-cihatçı eğilimler de dahil olmak üzere İslam’ın aşırı muhafazakar akımları yayılmaya başladı. Göreceli bir sükunet döneminden sonra, 2013’ten itibaren kitlesel protestolar ve silahlı eylemler yeniden artmaya başladı; HM lideri Burhan Vani’nin Temmuz 2016’da ölümü, cenazesine 20 bin kişinin katılması ve hızla kanlı ayaklanmalara dönüşmesi bu artışın katalizörü oldu. 2000’lerin başında İslamcı silahlı yeraltı örgütleri arasındaki Keşmirlilerin oranı yüzde 30 ila 40’ı geçmezken, 2015’e gelindiğinde bu oran yüzde 77’ye ulaştı.
307. Madde: Özel statü ne anlama geliyor?
Hindistan bünyesinde Cammu ve Keşmir’in özel statüsü ilk olarak 1950’de kabul edilen birlik Anayasası’nın 370. maddesiyle düzenlendi. Buna göre eyalet geniş bir özerklik kazandı, birliğin yasama yetkileri dış politika, savunma ve iletişim konularıyla sınırlandırıldı. 1951’de eyalet meclisi seçilmişti, 1956’da Anayasa kabul edilmişti (Ocak 1957’de yürürlüğe girdi). Bu Anayasa, diğer hususların yanı sıra Keşmirlilere gayrimenkul sahibi olma ve istihdam konularında ayrıcalıklar tanıyan “daimi ikamet edenler” özel statüsünü garanti etti (bu, maharacanın 1927 ve 1932 tarihli kararnamelerindeki hükümlere dayanıyordu). Bu hak, yerel yasama meclisine birlik Anayasası’nın 35-a maddesiyle (1954 tarihli anayasal kararname ile yürürlüğe kondu) tanındı.
Cammu ve Keşmir’in “özel statüsünün” kaldırılması meselesi, Hindistan’daki çeşitli milliyetçi güçlerin ve eyaletin birliğin siyasi sistemine tam entegrasyonunu savunan Cammu politikacılarının bir kısmının taleplerinin merkezinde yer alıyordu. On yıllar boyunca eyalete, birlik parlamentosunun 97 yetkisinden 94’ü ve birlik Anayasası’nın 395 maddesinden 260’ı uygulandı. Ladakh ise birlik toprağı statüsü talep ediyordu.
Modi hükümetinin müdahalesi
2014 yılında milliyetçi Hindistan Halk Partisi’nin (Bharatiya Janata Partisi – BJP) iktidara gelmesinin ardından Cammu ve Keşmir üzerindeki baskı arttı ve 2019 baharındaki seçimler öncesinde eyaletin özel statüsünün kaldırılması BJP’nin başlıca seçim vaatlerinden biriydi. 5 Ağustos 2019’da Narendra Modi hükümeti tek taraflı olarak Anayasa’nın 370. maddesini ve bundan kaynaklanan 35-a maddesini yürürlükten kaldırdı. Eyalet, iki birlik toprağına bölündü: Cammu ve Keşmir (kendi yasama meclisiyle) ve Ladakh (kendi parlamentosu olmadan), bu arada kolluk kuvvetlerinin ve diğer bazı önemli yetkilerin sürdürülmesi işlevleri birlik hükümetine devredildi. Bu karardan önce Keşmir’e 35 bin güvenlik gücü gönderilmiş, tüm eğitim kurumları kapatılmış, üç eski başbakan da dahil olmak üzere neredeyse tüm önemli politikacılar ev hapsine alınmış veya gözaltına alınmış, iletişim ve internet kesilmişti. Bu karar 31 Ekim’de yürürlüğe girdi. Anayasa’nın 370. maddesinin kaldırılmasının ardından diğer eyaletlerden Hintlilerin Cammu ve Keşmir’de toprak, gayrimenkul satın almalarına ve işe girmelerine izin verildi (daha önce bu hak sadece “daimi ikamet edenlere” aitti). Aralık 2023’te Hindistan Yüksek Mahkemesi, eyaletin lağvedilmesi kararını onayladı.
Pakistan kontrolündeki Cammu ve Keşmir kısmı (Azad Cammu ve Keşmir—AJK veya Azad Keşmir), nominal olarak kendi geçici Anayasası (1974), cumhurbaşkanı, hükümeti, yasama meclisi, yüksek ve yüce mahkemesi olan kendi kendini yöneten bir devlet oluşumu. Ancak fiilen tamamen Pakistan’a, Keşmir İşleri Bakanlığı’na ve İslamabad merkezli Keşmir Konseyi’ne bağlı; siyasi-idari ve anayasal-hukuki sistemi Pakistan’daki değişikliklerle eş zamanlı olarak değişti. Tarihi, 5 Ekim 1947’de Ravalpindi’de kurulan ve 24 Ekim’de resmen ilan edilen “sürgündeki hükümete” dayanıyor. Bu hükümet, amacı Dogra hanedanının ve Hint birliklerinin egemenliğinden prensliğin “tamamen kurtarılması” için Müslüman Konferansı liderliğindeki Pakistan yanlısı güçlerin eylemlerini koordine etmek olan geçici bir askeri organ olarak tasarlanmıştı. BM Güvenlik Konseyi, bu hükümeti eyaletin meşru hükümeti olarak tanımadı, 1948’den beri BM bu organı “yerel idare” olarak nitelendiriyor.
Azad Keşmir’in Pakistan ile ilişkileri, Nisan 1949’da Karaçi’de yapılan anlaşmalar ve ardından gelen 1950, 1952 ve 1958 tarihli yasalarla resmileştirilmiş, ancak bölgenin yönetiminde fiilen belirleyici rolü 1948’de kurulan Keşmir İşleri ve Kuzey Bölgeleri Bakanlığı oynadı. 1974’te, Pakistan başbakanının başkanlığındaki İslamabad merkezli Cammu ve Keşmir Konseyi’ne (Keşmir Konseyi) önemli idari ve yasama yetkileri veren Azad Keşmir’in geçici anayasası kabul edildi. 2018’de kabul edilen 13. değişiklik, yerel yasama meclisinin yetkilerini önemli ölçüde genişletti, Keşmir Konseyi’nin 52 yetkisinden 20’si meclise devredildi. Azad Keşmir, resmi olarak Pakistan’ın idari-bölgesel yapısına dahil değil: İslamabad’a göre, statüsü ancak eski prensliğin 1846 sınırları içindeki tüm topraklarında yapılacak bir referandumla kesin olarak çözülmeli. AJK, eski prensliğin Pakistan tarafından işgal edilen üç eski vilayetinin bir kısmında kurulan üç bölgeden (Muzafferabad, Punch ve Mirpur) ve on ilçeden oluşuyor; idari merkezi Muzafferabad. Nüfusu 4,5 milyon kişi olarak tahmin ediliyor. Keşmir Vadisi’ndeki Keşmirce konuşan Müslümanların aksine, Azad Keşmir sakinleri Pencap lehçelerini konuşuyor, bölgede Keşmir için tipik olmayan bir etno-kast sistemi olan biradari yaygın ve yerel halkın Keşmirli mülteciler ve Keşmir bağımsızlığı taraftarlarıyla ilişkileri gergin. Ekim 2005’te bölge, yaklaşık 90 bin kişinin öldüğü yıkıcı bir depremden etkilendi.
Pakistan kontrolündeki eski prensliğin bir diğer kısmı olan Gilgit-Baltistan (2009’a kadar Kuzey Toprakları), uzun süre doğrudan İslamabad’dan yönetilmişti ve ancak 1972’de sınırlı yetkilere sahip bir yasama organı, 2009’da ise kendi hükümetini alarak eyalet statüsüne yaklaştı. Gilgit-Baltistan’ın kontrolü 1950’den beri İslamabad ile Muzafferabad arasındaki ilişkilerde bir gerilim kaynağı: Azad Keşmir makamları, bu bölgenin Keşmir’in bir parçası olduğu konusunda ısrar ediyor. Aynı zamanda, Gilgit-Baltistan’ın Cammu ve Keşmir Prensliği’ndeki statüsü tartışmalı bir konu, çünkü maharacalar bu bölgeler üzerinde egemenlik uygulamış ancak bunları “normal” egemen topraklar olarak yönetmediler ve 1877’den 1947’ye kadar Gilgit, kesintilerle özel bir İngiliz ajansı tarafından yönetildi.
Asya
Çin, ABD’nin vergi şoklarına karşı daha güçlü bir iç ekonomi yaratmayı hedefliyor

Çin, ABD ile ticaret savaşında geçici bir ateşkes ilan edilmesine rağmen, dış gümrük vergileri şoklarına karşı kırılganlığını azaltmaya odaklanarak, daha güçlü bir iç pazar yaratma çabalarını iki katına çıkarıyor.
Devlet haber ajansı Xinhua’ya göre, Başbakan Li Qiang perşembe günü yaptığı açıklamada, Çin’in kalkınma stratejisini “iç dolaşımı” güçlendirmeye dayandırmaya devam edeceğini söyledi. Bu kavram, güçlü ve birleşik bir iç pazar oluşturarak ülkenin ekonomik bağımsızlığını güçlendirmeyi ifade ediyor.
Li, Başbakan Yardımcısı Ding Xuexiang’ın başkanlık ettiği Devlet Konseyi toplantısında, ülkenin “iç istikrar ve uzun vadeli büyüme potansiyelini” kullanarak “artan küresel belirsizlikleri telafi etmesi ve Çin’in kalkınmasını istikrarlı bir yolda tutması” gerektiğini vurguladı.
Pekin ve Washington, dünyanın en büyük iki ekonomisi arasında uzun süredir devam eden ticaret savaşını sona erdirmek için müzakereler sürerken, pazartesi günü birbirlerinin ürünlerine uyguladıkları gümrük vergilerini 90 gün boyunca önemli ölçüde azaltmak üzere geçici bir anlaşma imzaladı.
Ancak analistler, Washington ile yaşanan çatışmanın Çin’in iç talebi artırma ve ekonominin dış ticarete bağımlılığını azaltma çabalarına aciliyet kattığını belirtiyor.
Pinpoint Asset Management’ın başkanı ve baş ekonomisti Zhang Zhiwei, “Hükümet, mevcut küreselleşme karşıtı eğilim göz önüne alındığında, Çin’in artık ihracata baskın bir büyüme motoru olarak güvenemeyeceğini fark etti” dedi.
South China Morning Post’a konuşan Zhang, Çin liderlerinin yıllardır “iç dolaşımın” iyileştirilmesi gerektiğinden bahsettiklerini, ancak şimdi bu gündemi ilerletme konusunda “daha kararlı” göründüklerini söyledi.
“Hükümetin bunu somut eyleme dönüştürmek için daha çok çalışması gerekiyor” dedi.
“Yurtiçi dolaşım” kavramı ilk olarak 2020 yılında Pekin tarafından ortaya atıldı ve liderler aynı zamanda daha geniş kapsamlı bir “ikili dolaşım” stratejisinden bahsetmeye başladı.
Bu fikrin özü, Çin’in uluslararası ticarete ve yatırıma açık kalması, ancak güçlü ve büyük ölçüde kendi kendine yeten bir iç pazarın ekonominin “dayanağı” olmasını sağlayarak ülkenin yabancı gümrük vergileri veya ihracat kontrollerine karşı savunmasız kalmamasıdır.
Perşembe günkü toplantıda Li, birleşik bir iç pazarın oluşturulmasının, teknolojik yeniliklerin endüstriyel uygulamalarının teşvik edilmesinin, daha güçlü ve daha kendi kendine yeten tedarik zincirlerinin oluşturulmasının ve iç tüketimdeki zayıflıkların giderilmesinin önemini vurguladı.
Ayrıca, ticaret savaşından etkilenen Çinli ihracatçılara hedefli destek ile birlikte iç ve dış pazarlar arasında daha güçlü bağlantılar kurulması çağrısında bulundu.
Economist Intelligence Unit’in kıdemli Çin ekonomisti Xu Tianchen, iç talebi canlandırmak için ülkenin sosyal güvenlik sisteminin iyileştirilmesi gibi uzun vadeli yapısal reformların gerekli olduğunu söyledi.
“Elbette yararlı olan mali teşviklere kıyasla, reformlar çok daha önemlidir” dedi. “İnsanlar gelecekleri konusunda kendilerini güvende hissettiklerinde daha fazla harcama yapmaya istekli olurlar” değerlendirmesini yaptı.
Xu, ülkenin ayrıca “devlet dışı işletmelere daha fazla sektör açarak kendini deregüle etmesi ve insan ve sermaye akışını kolaylaştırması” gerektiğini de sözlerine ekledi.
Yine perşembe günü, Çin Sanayi ve Bilgi Teknolojileri Bakanlığı bir basın toplantısında, sektöre girişin önündeki geleneksel engelleri kaldırmak ve yeni teknolojilerin bölgeler ve sektörler arası uygulamalarını teşvik etmek için ulusal bir teknoloji pazarı oluşturma çabalarını hızlandıracağını açıkladı.
Ayrıca, teknoloji hizmetleri sektörünü iyileştirme ve endüstride yapay zeka uygulamalarını teşvik etme çabalarını hızlandıracağını da belirtti.
Salı günü, Çin Halk Bankası ve Bilim ve Teknoloji Bakanlığı da dahil olmak üzere yedi devlet kurumu, teknoloji inovasyonuna yönelik mali desteği yoğunlaştırmak için ortak bir plan yayınladı.
15 maddelik belgede, ulusal bir risk sermayesi rehberlik fonu kurulacağı ve inovasyonu desteklemek için yeniden kredi verme imkanları gibi yapısal para politikası araçlarından yararlanılacağı taahhüt edildi.
Ayrıca, yerel yetkililere, devlet yatırım fonları aracılığıyla sermayeyi erken aşamadaki, küçük ölçekli, uzun vadeli ve zorlu teknoloji projelerine yönlendirmeleri çağrısında bulunuldu.
Asya
Hindistan İndus projesi ile Pakistan’ın su kaynağını kesme planları yapıyor

Konuyla ilgili dört kişinin Reuters’a aktardığına göre, Hindistan, nisan ayında turistlere yönelik ölümcül saldırının sorumluluğunu İslamabad’a yükleyen misilleme önlemleri kapsamında, Pakistan’ın aşağı havzasındaki tarım arazilerini besleyen büyük bir nehirden çektiği su miktarını önemli ölçüde artırmayı planlıyor. İndus Anlaşması hala yürürlüğe girmedi.
Delhi, Hindistan’ın Keşmir bölgesinde 26 sivilin öldürüldüğü ve Hindistan’ın terör eylemi olarak nitelendirdiği olayın ardından, İndus nehir sisteminin kullanımını düzenleyen 1960 tarihli İndus Suları Anlaşması’na katılımını askıya aldı. Pakistan olayla ilgisi olduğunu reddetti, ancak iki nükleer silahlı komşu ülke, on yılların en şiddetli çatışmalarının ardından geçen hafta ateşkes anlaşması imzalasa da anlaşma yeniden yürürlüğe girmedi.
22 Nisan saldırısının ardından Hindistan Başbakanı Narendra Modi, yetkililere İndus nehir sisteminde Pakistan’ın kullanımı için ayrılmış üç su kaynağı olan Chenab, Jhelum ve İndus nehirleri üzerindeki projelerin planlama ve yürütülmesini hızlandırma talimatı verdi.
İki kişi, tartışılan önemli planlardan birinin, Hindistan’dan Pakistan’ın tarım merkezi Pencap’a uzanan Chenab nehrindeki Ranbir kanalının uzunluğunun iki katına çıkarılması olduğunu söyledi. Kanal, anlaşmanın imzalanmasından çok önce, 19. yüzyılda inşa edilmişti.
Hindistan, sulama amacıyla Chenab nehrinden sınırlı miktarda su çekmeye izinli, ancak uzmanların inşasının yıllar alabileceğini söylediği genişletilmiş kanal, Hindistan’ın şu anda yaklaşık 40 metreküp olan su çekme kapasitesini saniyede 150 metreküpe çıkaracak.
Hindistan hükümetinin Ranbir’in genişletilmesine ilişkin görüşmelerinin ayrıntıları daha önce bildirilmemişti. Görüşmeler geçen ay başladı ve ateşkesin ardından da devam ediyor, dedi kişilerden biri.
Su ve dışişleri bakanlıkları ile Modi’nin ofisi, Reuters’ın sorularına yanıt vermedi. İndus sisteminde birçok projeyi yürüten Hindistan’ın dev hidroelektrik şirketi NHPC de yorum talebiyle gönderilen e-postaya yanıt vermedi.
Modi, bu hafta yaptığı ateşli bir konuşmada, anlaşmaya atıfta bulunmasa da “su ve kan bir arada akamaz” dedi. Hindistan Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Randhir Jaiswal dalı günü gazetecilere, Hindistan’ın “Pakistan sınır ötesi terörizme verdiği desteği inandırıcı ve geri alınamaz bir şekilde reddedene kadar anlaşmayı askıya alacağını” söyledi.
Pakistan su ve dışişleri bakanlıkları yorum taleplerine yanıt vermedi. Dışişleri Bakanı Ishaq Dar bu hafta milletvekillerine, hükümetin Hindistan’a anlaşmanın askıya alınmasının hukuka aykırı olduğunu ve İslamabad’ın anlaşmanın yürürlükte olduğunu kabul ettiğini belirten bir mektup yazdığını söyledi.
İslamabad, Hindistan’ın nisan ayında anlaşmayı askıya almasının ardından, “Pakistan’a ait suyun akışını durdurma veya yönlendirme girişimlerini” “savaş eylemi” olarak kabul edeceğini açıklamıştı.
Pakistan’ın yaklaşık %80’i, 250 milyonluk nüfusa hizmet veren neredeyse tüm hidroelektrik projeleri gibi, İndus nehir sistemine bağımlıdır.
Washington merkezli Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi’nden su güvenliği uzmanı David Michel, Delhi’nin İndus nehir sisteminden Hindistan’a giden önemli miktarda su akışını engelleyecek veya yönlendirecek barajlar, kanallar veya diğer altyapı tesisleri inşa etme çabalarının “gerçekleşmesi yıllar alacaktır” dedi.
Ancak Pakistan, Hindistan’dan maruz kalabileceği baskıların bir ön izlemesini yaşadı: Hindistan’ın bazı İndus projeleri üzerinde bakım çalışmalarına başlamasının ardından, mayıs ayı başında Pakistan’ın önemli bir su alma noktasında su seviyesi kısa süreliğine %90’a varan oranda düştü.
İndus Anlaşması
İndus sistemi, dünyanın jeopolitik açıdan en gergin bölgelerinden bazılarından geçerek Tibet’teki Mansarovar Gölü yakınlarında doğar, Hindistan’ın kuzeyinden ve Pakistan’ın doğu ve güneydoğusundan geçerek Umman Denizi’ne dökülür.
Anlaşma, Hindistan ve Pakistan arasında yaşanan birkaç büyük savaş ve uzun süredir devam eden gerginliklere rağmen hayatta kalmış, dünyanın en başarılı su paylaşımı anlaşmalarından biri olarak kabul ediliyor.
İslamabad daha önce İndus sistemindeki birçok Hint projesine karşı çıkmış, Delhi ise Keşmir saldırısının ardından, nüfus artışı ve temiz hidroenerjiye olan ihtiyacın artmasını dikkate almak için 2023’ten beri anlaşmayı yeniden müzakere etmeye çalıştığını açıklamıştı.
Anlaşma, Hindistan’ı büyük ölçüde Pakistan’a tahsis edilen üç nehirde düşük etkili hidroelektrik projeler kurmakla sınırlıyor. Delhi, Sutlej, Beas ve Ravi nehirlerinin kolları olan diğer üç nehrin sularını istediği gibi kullanma özgürlüğüne sahip.
Reuters’ın gördüğü iki hükümet belgesine ve konuyla ilgili beş kişiyle yapılan röportajlara göre, Ranbir kanalının genişletilmesi planlarının yanı sıra, Hindistan, Pakistan’a tahsis edilen nehirlerden bu ülkeye akan su miktarını azaltacak projeler de değerlendiriyor.
Sulama planlarını değerlendiren yetkililer için bir devlet şirketi tarafından hazırlanan tarihsiz bir notta, İndus, Chenab ve Jhelum nehirlerinden gelen suyun kuzey Hindistan’daki üç eyaletteki nehirlere “dağıtılabileceği” belirtiliyor.
Konuyla ilgili ayrıntılar daha önce kamuoyuna açıklanmamış olan bu belgenin, 22 Nisan saldırısının ardından enerji bakanlığı yetkilileriyle yapılacak görüşmeler için hazırlandığını söyleyen kişilerden biri, Delhi’nin Cammu ve Keşmir bölgesinde, mevcut 3.360 MW’lık kapasiteyi 12.000 MW’a çıkarmayı hedefleyen hidroelektrik projelerinin bir listesini hazırladığını da belirtti.
Delhi ayrıca, Cammu ve Keşmir bölgesinde hidroelektrik projelerinin bir listesini hazırladı. Bu projelerle mevcut 3.360 MW’lık kapasitenin 12.000 MW’a çıkarılması hedefleniyor.
Enerji Bakanlığı tarafından hazırlanan ve Reuters’ın gördüğü liste tarihsizdi. Belgeye aşina bir kişi, listenin Keşmir olayından önce hazırlandığını ancak hükümet yetkilileri tarafından aktif olarak tartışıldığını söyledi.
Konuya yakın iki kişiye göre, planlanan projeler arasında Hindistan’ın İndus nehir sisteminde bir ilk olacak, büyük miktarda su depolayabilecek barajlar da bulunuyor.
Enerji Bakanlığı belgesine göre, Hindistan en az beş olası depolama projesi belirledi ve bunların dördü Chenab ve Jhelum nehirlerinin kolları üzerinde bulunuyor.
Pakistan Maliye Bakanı Muhammed Aurangzeb pazartesi günü Reuters’a verdiği demeçte, “Su silah olarak kullanılmamalıdır. Bu anlaşmanın yeniden yürürlüğe girmesini dikkate almayan hiçbir senaryoyu dikkate almak istemiyoruz” dedi.
Asya
Japonya, ABD ile daha iyi bir ticaret anlaşması için direnecek

Japonya, ABD Başkanı Donald Trump ile ticaret tarifeleri konusunda daha iyi bir anlaşma için direnmeye hazır olduğunu işaret etti ve iç siyasi tepki riskine girmeden, Japon otomobil ithalatına uygulanan %25’lik gümrük vergisinin tamamen kaldırılmasını talep etti.
ABD’nin en büyük dış yatırımcısı ve Asya’daki en yakın müttefiki olan Japonya, Washington ile ilişkilerin bozulmasını önlemek istiyor ve Başbakan Shigeru Ishiba başlangıçta diğer ülkelerden önce ABD ile müzakere masasına oturmayı öncelikli hedef olarak belirlemişti.
Ancak iş dünyası liderleri ve Ishiba’nın kendi Liberal Demokrat Partisi üyelerinin, otomobil sektörünü riske atan veya yerli çiftçileri tehdit eden herhangi bir anlaşmayı reddetme yönündeki baskısı, Ishiba’yı yeniden hesap yapmaya zorladı.
Müzakereler hakkında doğrudan bilgi sahibi olan bir Tokyo yetkilisi, Financial Times’a, “Japonya, Washington ile gümrük vergileri konusunda müzakereleri başlatan ilk ülke olmak konusunda çok istekliydi, ancak bu aciliyet duygusu artık değişti ve Japonya’nın iyi bir anlaşma elde etmesine önem veriliyor” dedi.
ÜST MECLİS SEÇİMLERİ KRİTİK
Yetkililer, anlaşmanın temmuz ayı sonunda yapılacak ve Ishiba’nın son derece popüler olmayan yönetimi için zor geçmesi beklenen Japonya’nın üst meclis seçimlerinden önce imzalanmasının artık olası olmadığını söylediler.
Ekonomi Bakanı Ryosei Akazawa liderliğindeki Japon müzakereciler, Trump yönetimi yetkilileriyle iki toplantı yaptı. Üçüncü toplantı önümüzdeki hafta yapılacak. Tokyo’nun maliye bakanı Katsunobu Kato da önümüzdeki hafta Kanada’da yapılacak G7 toplantısı sırasında ABD Hazine Bakanı Scott Bessent ile görüşmeleri yeniden başlatmayı umuyor.
Japonya’nın başlangıç pozisyonu, otomotiv, çelik ve alüminyum ithalatına uygulanan yüzde 25’lik vergi ile diğer Japon ürünlerine uygulanan ve daha sonra geçici olarak yüzde 10’luk ‘temel’ seviyeye düşürülen yüzde 24’lük ‘karşılıklı’ tarifeler dahil olmak üzere, tüm yeni ABD tarifelerinin kaldırılması yönündedir.
Şirket ve analist tahminlerine göre, ABD’nin Japonya’nın büyük otomotiv şirketleri üzerindeki gümrük vergilerinin işletme karlarına etkisi, önümüzdeki mart ayında sona erecek mali yılda yaklaşık 2 trilyon yen (13,7 milyar dolar) olacak, ancak bu etki fiyat artışları gibi önlemlerle telafi edilebilir.
Japonya ekonomisi ilk çeyrekte bir yıl sonra ilk kez küçüldü.
Müzakereler hakkında bilgi sahibi ikinci bir Japon yetkili, “Otomobil ve otomobil parçaları, Japonya’nın ABD’ye en büyük ihracat sektörü” dedi. “Bu, ABD-Japonya müzakerelerinin bu otomobil gümrük vergisi meselesini ele alması gerektiği anlamına geliyor. Bu sektörde ilerleme sağlayamazsak, herhangi bir uzlaşmaya varamayız” diye ekledi.
Yetkililer, Tokyo’nun Washington’a sunabileceği en güçlü tekliflerin ABD tarım ürünlerinin alımının artırılması, ABD otomobillerinin pazara erişiminin genişletilmesi ve Alaska’daki sıvılaştırılmış doğal gaz boru hattı projesine yatırım yapılması olabileceğini söyledi.
Ancak temmuz ayında yapılacak üst meclis seçimleri yaklaşırken Ishiba, parlamentoya, otomobil gümrük vergilerinin indirilmesi için büyük bir istihdam kaynağı olan yerli tarım sektörünü feda etmeyeceğini söyledi.
CLSA’nın Japonya stratejisti Nicholas Smith, “Japonya’nın pozisyonu sertleşti. Shigeru Ishiba, kendisinin ve partisinin siyasi hayatı için mücadele ediyor. Öylece pes edemez. Otomobiller, 2024 yılında Japonya’nın ABD ile ticaret fazlasının yüzde 81’ini oluşturdu. Başbakan Ishiba, otomobil sektöründe gümrük vergisi indirimi elde edemezse, döner bıçaklara doğru giden bir konveyör bandına girmiş olacak” dedi.
Uzmanlar, Japonya’nın Beyaz Saray üzerinde ne kadar etkisi olduğunun belirsiz olduğunu belirttiler. Tokyo, güvenlik konusunda Washington’a bağımlı ve 2024-2025 mali yılında ABD ile 63 milyar dolarlık ticaret fazlası kaydetti. Trump yönetimi, Japonya’yı yenin değerini kasten düşürmekle suçlayarak müzakereleri daha da karmaşık hale getirdi.
Kırılgan bir koalisyonu yöneten Ishiba, tek taraflı bir anlaşmanın iktidardaki LDP için krizi derinleştireceğinden korkuyor. Ekim ayında yapılacak genel seçimlere yaptığı kumar geri tepti ve parti 2009’dan bu yana ilk kez alt mecliste çoğunluğunu kaybetti.
Temmuz ayında yapılacak üst meclis seçimleri, özellikle tarım lobisi ABD’nin tarım ürünleri ithalatının önünü açan anlaşma ile ihanete uğradığını hissederse, daha da fazla zarar verebilir.
Yetkililere göre, Japonya’nın ilk önerilerinden biri, Japon şirketlerinin ABD’deki yatırım düzeylerini gümrük vergilerindeki yüzde puanlık indirimlerle ilişkilendirmekti.
ABD Hazine Bakanlığı ve ABD ticaret temsilcisi, yorum talebine hemen yanıt vermedi.
Müzakereler hakkında doğrudan bilgi sahibi olan bir yetkili, Financial Times’a, “Japonya’nın sorunu, prensip olarak, aceleyle çıkarılmış bir anlaşma istememesi, ancak aynı zamanda ABD’nin karmaşık bir anlaşma için sabırlı olacağına da güvenememesi” dedi.
Tokyo Uluslararası Hıristiyan Üniversitesi siyaset ve uluslararası ilişkiler profesörü Stephen Nagy, Ishiba’nın stratejisinin ABD’nin gümrük vergilerinden çok güvenlik ortaklığına değer vereceği fikrine dayandığını söyledi.
Nagy, “Japonya’nın Trump’ın gümrük vergileri konusunda kararlı olduğunu anlayacağını düşünüyorum” dedi ve ekledi: “Ne yaparsa yapsın, ne derse desin, Japonya bundan kaçamaz.”
ABD ile tarife müzakereleri Japonya hükümetinin geleceğini etkileyecek
-
Görüş2 hafta önce
Hindistan ve Pakistan savaşır mı?
-
Rusya1 hafta önce
Rusya’da havaalanlarında toplu uçuş ertelemeleri
-
Görüş1 hafta önce
Kim kazandı?
-
Görüş1 hafta önce
Hindistan-Pakistan savaşı henüz başlamadı
-
Dünya Basını2 hafta önce
Güçlü Amerikan Tanrıları, Trump ve Uzun Yirminci Yüzyılın Sonu
-
Söyleşi1 hafta önce
Alexander Rahr: Bu hükümetin dört yıl dayanması beni şaşırtır
-
Amerika5 gün önce
Zuckerberg ve AI terapistler: Aklınıza mukayyet olun!
-
Görüş1 hafta önce
“Ölüm denir mi hiç öylesine?”