Bizi Takip Edin

AVRUPA

AB bakanları göçmen meselesinde anlaşmaya vardı

Yayınlanma

AB içişleri bakanları, yetkililer tarafından tarihi olarak nitelendirilen ve AB ülkelerinin ev sahipliği yapmayı reddettikleri her göçmen için 20.000 avro ödemesini öngören bir göç anlaşmasına vardı.

Perşembe günü Lüksemburg’da yapılan görüşmelere başkanlık eden İsveç Göç Bakanı Maria Malmer Stenergard, çoğunluk anlaşmasını, bloğun göç ve iltica kuralları üzerinde yıllardır süren sert tartışmaların önünü açabilecek ‘tarihi bir adım’ olarak nitelendirdi.

Malmer Stenergard, “Burada oturup bunu söyleyeceğime gerçekten inanmıyordum ama iltica ve göç yönetimi yönetmeliği ve iltica prosedürü yönetmeliği konusunda genel yaklaşımları kabul ettik,” dedi. 

Anlaşmanın ‘çok zor ve hassas iki dosya üzerinde tarihi bir karar’ olduğunu söyleyen AB İçişleri Komiseri Ylva Johannson, sürecin ‘bir maraton’ olduğunu da sözlerine ekledi.

Sığınmacı başına 20.000 avro

Anlaşma, İtalya, Yunanistan ve Malta gibi cephe ülkelerinden gelen göçmenlerin ‘zorunlu olarak yeniden yerleştirilmesi’ taleplerinden, bir üye devletin ev sahipliği yapamayacağını söylediği her göçmen için 20.000 avroluk mali katkı lehine vazgeçilmesinin ardından sağlandı.

AB yetkilileri, ödemelerin göçün temel nedenlerini ele almayı amaçlayan projeleri finanse etmek üzere Komisyon tarafından yönetilen ortak bir AB fonuna aktarılacağını söyledi.

Komisyon Üyesi gazetecilere yaptığı açıklamada göç politikasının ‘zehirli bir konu olarak görüldüğünü’ söyledi.  

“Güveni yeniden inşa etme konusunda büyük ilerleme kaydettik,” diyen Johannson, “Bugün üye devletler arasında güven ve dayanışma olduğu kanıtlanıyor,” diye ekledi.

Polonya ve Macaristan’dan itiraz

Bakanlar arasındaki anlaşma, iki dosyanın nihai hale geldiği anlamına gelmiyor. Avrupa Parlamentosu’ndaki milletvekilleri hala zorunlu yeniden yerleştirme talep ediyor. Johansson, AP üyeleri ile bir uzlaşmaya varılabileceğine ikna olduğunu belirterek “AP ve Konsey’in anlaşamadığı ilk sefer değil,” dedi.

Bununla birlikte, uzlaşma oybirliğiyle desteklenmedi. Toplantının başında Polonyalı bakan Bartosz Grodecki, hükümetinin insanları kabul etmediği için AB’nin ‘para cezalarını’ ödemeyi reddedeceğini belirtti.

Grodecki, “Siyasi ve pragmatik olarak bu mekanizma bizim için kabul edilemez,” dedi. Polonya, Ukrayna savaşından sonra Ukrayna’dan kaçan bir milyondan fazla mülteciye ev sahipliği yapıyor.

Birlik içinde Polonya’ya yalnızca Macaristan’ın destek çıkması, anlaşmanın ‘çok sağlam bir nitelikli çoğunluk’ olarak tanımlanmasını beraberinde getirdi.

‘Güvenli ülke’ tanımı ulusal hükümetlerin tasarrufunda

Anlaşma uyarınca göçmenlerin yeniden dağıtımı için yeni bir sistem de oluşturulacak ve bu sistemde ön saflarda yer alan devletlerin yardım istemeden önce kaç kişiyi işleme koyması gerektiğine dair etkin kotalar belirlenecek. 

Hükümetlerin ayrıca, başlangıçta önerilen 15 aylık zaman çizelgesine kıyasla, göçmen taleplerini altı ay içinde işleme koymaları gerekecek.

Ayrıca bakanlar, sığınmacıların ve ekonomik göçmenlerin geri gönderilebileceği ‘güvenli ülke’ tanımı konusunda ortak AB kurallarını kabul etmek yerine ulusal hükümetlere karar verme hakkı vermeyi kabul etti.

Anlaşma uyarınca geri gönderilecek ülke ile bir ‘bağlantı’ göstermeleri gerekecek. Diplomatlar bunun, İtalya gibi ülkelerin göçmenleri Tunus ve diğer Kuzey Afrika ülkelerine transfer etmesine izin verebileceğini belirtiyor.

Almanya memnun değil ama uzlaşmadan yana

Bununla birlikte Almanya, bloğun daha fazla kararlılık göstermesini uman bir grup AB ülkesi arasındaydı ve Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock anlaşmadan kaynaklı hayal kırıklığını gizlemedi.

Anlaşmanın ‘AB’nin dış sınırlarında yaşanan tarifsiz acıları sona erdirecek bir perspektif yarattığını’ söyleyen Alman bakan, bununla birlikte anlaşmanın Berlin tarafından tek başına geçirilmesi durumunda farklılık arz edeceğini belirtti.

Baerbock, “Uzlaşmanın acı tarafı, tanınma oranı düşük ülkelerden gelen insanlar için dış sınırdaki sınır prosedürleridir. Fakat bu sınır prosedürleri olmasaydı, Almanya dışında hiç kimse dağıtım mekanizmasına katılamazdı,” dedi.

Alman Dışişleri Bakanı, uzlaşmaya karşı oy kullanmanın ‘dayanışmaya dayalı ortak bir Avrupa iltica politikasının yıllarca ölü kalacağı’ anlamına geleceğini de sözlerine ekledi.

AVRUPA

Britanya Dışişleri Bakanlığında “Gazze isyanı”

Yayınlanma

Birleşik Krallık, Gazze’ye yönelik işgalinde İsrail’e desteğe devam ederken, Dışişleri Bakanlığı’nda sayıları 300’e ulaştığı söylenen personel, gidişatın değiştirilmesi talebiyle bakanlara resmi olarak endişelerini iletti.

Declassified’da yer alan habere göre Dışişleri personeli, bakanların Gazze’ye ilişkin eylemlerini ve politikalarını sorguluyorlar ve bunun dayandığı hukuki tavsiyeleri görmek istiyorlar. Parlamentodaki bazı milletvekilleri de bu “hukuki tavsiyeleri” görmek istemiş ama çağrılara rağmen hükümet şu ana kadar yayınlamayı reddetmişti.

Habere göre Dışişleri Bakanı David Cameron bu endişelere doğrudan yanıt vermek yerine Dışişleri Bakanlığı’nın siyasi direktörü Christian Turner’ı, Londra’nın Gazze’deki politikası ve uluslararası insani hukuk ihlalleri konusunda endişelerini dile getiren küçük bir grupla toplantı yapması için gönderdi.

Bakanlığın King Charles Street’teki merkez ofisinde yüz yüze gerçekleşen toplantı tutanak altına alınmadı ve katılımcıların not almasına izin verilmedi.

Declassified’a göre, “Bu toplantı, İsrail ve Filistin ile ilgili konularda çalışan memurların olası bireysel sorumlulukları da dahil olmak üzere, bakanlığın dört bir yanından bir dizi yetkilinin meşru endişelerini susturma çabasının bir parçasıydı.”

Habere göre bazı bakanlık personeli, “savaş suçlarına ortak olma endişesi” nedeniyle krizle ilgili çalışma taleplerini geri çeviriyor.

Yorum için başvurulduğunda Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, “Birleşik Krallık Gazze’deki çatışmaların bir an önce sona ermesini istiyor ve uluslararası insancıl hukuka saygı gösterilmesi ve sivillerin korunması çağrısında bulunmaya devam ediyoruz,” cevabını verdi.

İsrail’in “uluslararası insancıl hukuk çerçevesinde hareket edeceğini taahhüt ettiğini” söyleyen sözcü, Tel Aviv’in “bunu yapabilecek durumda” olduğunu fakat “Gazze’deki sivil nüfus üzerindeki etkilerinden de derin endişe duyduklarını” kaydetti.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Siyaset bilimci Ulrike Guérot: AB’nin ötesinde bir Avrupa’yı düşünmeliyiz

Yayınlanma

6-9 Haziran’da yapılacak Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri yaklaşırken, kıtanın politik akıbetine ilişkin tartışmalar da yoğunlaşıyor. AB’nin geleceği, özellikle göç krizi, Ukrayna savaşı ve enerji şokuyla birlikte belirsizleşiyor.

Almanya’nın önde gelen Avrupa uzmanlarından olan ve Ukrayna savaşına karşı tutumu nedeniyle Bonn Üniversitesi’ndeki görevinden ayrılmak zorunda kalan siyaset bilimci Prof. Dr. Ulrike Guérot, Harici’nin ev sahipliğinde, Prof. Dr. Hasan Ünal’ın  moderatörlüğünü üstlendiği “Avrupa İçin Gelecek Senaryoları” başlıklı yuvarlak masa toplantısında konuştu.

Konuşmasına AB ve Türkiye’nin AB üyelik sürecine ilişkin anekdotlarla başlayan Guérot, 20 yıl öncesi ile bugünleri kıyasladı ve AB projesinde nelerin yanlış gittiğini sorguladı.

1990’ların başında Maastricht Antlaşması ile doruğa ulaşan projenin o dönem hem kendisinde hem Avrupa’da yarattığı heyecanı aktaran siyaset bilimci, o vakitler siyasi bir enerjinin, siyasi bir inancın olduğunu savunarak, Avrupa’nın gelecekteki “yumuşak gücüne” ilişkin bir projeksiyona da sahip olduklarını söyledi.

Guérot 1990’larda Rusya ile barış için güvenlik mimarisinin işe yaradığını, 2000’lerin başına gelindiğinde Almanya kamuoyunda Rusya sempatisinin ABD’ye yaklaştığını, hatta Vladimir Putin’in Alman Federal Meclisinde (Bundestag) konuşma bile yaptığını hatırlattı.

Fakat yumuşak güç, küresel yönetişim gibi kavramlar, Guérot’ya göre 2003’teki Irak işgali ile birlikte anlamını yitirmeye başladı. 2005’te Fransa’da AB Anayasası referandumundan hayır oyu çıkmasına da dikkat çeken siyaset bilimci, Türkiye ile yürütülen süreç ile birlikte “genişleme” momentini kaçırdıklarını, AB’nin “neoliberalleştiğini”, çok daha az sosyal hale geldiğini, AB’ye yeni katılan Doğu Avrupa ülkelerinin “Rus karşıtı” anılarının yeniden su yüzüne çıktığını ve en nihayetinde 2008 krizinin geldiğini söyledi.

AB’nin bu krizle birlikte siyasi arzusunu yitirdiğine, “sosyal Avrupa” fikrinin ölmeye başladığına dikkat çeken Guérot, krize yanıt olarak daha fazla sosyal harcama yapmak yerine ana akımın “kemer sıkma”ya yöneldiğini söyledi.

Kriz ve krize verilen kemer sıkma yanıtının Avrupa’da popülizmin ve sağın yükselmesinin ana nedenlerinden olduğunu kaydeden Guérot, Walter Benjamin’in “Her yükselen faşizmin arkasında başarısız bir sosyal devrim vardır,” sözünü hatırlattı.

Alman siyaset bilimci, Avrupa’nın krizin ardından “söylem kapasitesinden yoksun kaldığına” işaret ederken, bunun üstüne bir de mülteci krizinin geldiğini yeni dalga popülizmin yükseldiğini, Almanya’da AfD ve Avusturya’da FPÖ gibi partilerin buradan türediğini belirtti.

Genç Avrupalı nesillerin, Avrupa’nın ne olduğu hakkında hiçbir fikirlerinin olmadığını, artık politik-demokratik bir proje bulunmadığını savunan Guérot, bu durumun bir “tarihsel cehalet”e işaret ettiğini düşündüğünü söyledi.

AP seçimlerinin krizden çıkmaya yetmeyeceğini düşünen Guérot, AB’nin militarizasyonunun devam edeceğini, bunun yalnızca askeri bağlamda değil, örneğin Dijital Hizmetler Yasası gibi yasalar aracılığıyla, muhalif seslerin bastırılması biçiminde de yaşanacağını öne sürdü.

Ukrayna savaşının Almanya ve diğer Avrupa ülkeleri için tamamen zararlı ve intihar niteliğinde olduğunu vurgulayan Alman siyaset bilimci, Kiev’in AB’ye katılımı konusunda da Brüksel’in ikiyüzlü davrandığını, bu ülkenin parmak şıklatırcasına AB’ye alınmasının mümkün olmadığını kaydetti.

Ukrayna’da kimsenin kazanamayacağını düşünen Guérot, buna rağmen Batının bu konuda illüzyon sattığını, bunu herkesin bildiğini ve buna rağmen yine de Batının geri adım atamayacağının söylendiğini belirtti.

“Avrupa’yı AB’nin ötesinde düşünmemiz gerekiyor,” diyen Guérot, “AB hâlâ reforme edilebilir mi? Yoksa edilemez mi?” gibi soruların sorulması gerektiğine de işaret etti.

Avrupa’nın “özgürleşmesini”, özellikle de kendi kurumlarından özgürleşmesini savunan siyaset bilimci, anti-Amerikan değil, “post-Atlantik” bir Avrupa’dan bahsettiğini, kendi çözümünün sınırların önemsizleştiği bir “Avrupa Cumhuriyeti” olduğunu kaydetti.

Barış ve federal yapının Avrupa’nın “patlamamasının” tek yolu olduğunu savunan Guérot, milli sınırlardan bağımsız olarak barışın tesis edilmesi gerektiğini, milliyetlerin ötesinde bir Avrupa yurttaşlığının inşa edilmesini ve AB kurumları ve ulus-devletlerin dışında bir “yurttaşlık” egemenliğinin yerleşiklik kazanmasını önerdi.

Guérot’ya göre Avrupa’nın tarihsel 3 özelliği vardı. Siyaset bilimci, “1) Avrupa’nın tarihi her zaman bir güç dengesi olmuştur. Çok kutuplu bir dünyanın çok faydalı olacağını düşünüyorum. 2) Cumhuriyet (Republik) Avrupa için özel bir öneme sahiptir. Avrupa tarihi diğer imparatorlukların teorik ve entelektüel geleneklerine bağlıdır; yani bağlantılılık. Toplum ve cumhuriyet fikri ABD veya neoliberalizm ile uyumlu değildir ve 3) Avrupa, dindar olmaksızın ama aşkın bir şekilde kendi kendini var etmiştir,” dedi.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

İspanyol VOX’a göre AP’de büyük bir sağ ittifak ‘çok zor’

Yayınlanma

İspanyol sağ parti VOX’un Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde önde gelen adayı Jorge Buxadé çarşamba günü yaptığı açıklamada, AP’deki sağcı Avrupa Muhafazakârları ve Reformistleri (ECR) grubu ile Marine Le Pen’in sağcı Kimlik ve Demokrasi (ID) grubu ya da Almanya için Alternatif (AfD) arasında bir ittifakın “çok zor” olduğunu söyledi.

EFE tarafından Madrid’de düzenlenen ve AB’nin önde gelen adaylarının katıldığı bir dizi konferans çerçevesinde Buxadé, AP’de aşırı sağcı partilerle olası bir ittifakın AfD’yi dışlayacağını açıkça ifade etti.

Bununla birlikte, göç gibi belirli “vatansever gündemler” üzerinde diğer iki grupla işbirliği yapmayı tamamen göz ardı etmedi.

İspanyol parlamentosundaki üçüncü büyük güç olan VOX, AP seçimleri öncesinde ana muhalefet Partido Popular (PP) ve Başbakan Pedro Sánchez’in Sosyalist Partisi’nin (PSOE) ardından üçüncü sırada yer alıyor.

Dördüncü sırada ise Sánchez’in PSOE’si tarafından yönetilen hükümetin küçük ortağı Başbakan Yardımcısı Yolanda Díaz liderliğindeki sol platform Sumar yer alıyor.

Halen ECR’nin başkan yardımcısı olan Buxadé’ye göre VOX, AB’deki tüm “vatansever, muhafazakâr ve kimlik temelli” partilerden oluşan büyük bir ittifak kurmaya kararlı ve eski ABD başkanı ve şimdiki Cumhuriyetçi aday Donald Trump’ın sloganını Avrupa’ya uyguluyor: “Önce Avrupa”.

VOX’a göre “(Avrupa Parlamentosu’nda) büyük bir grup oluşturmak çok zor”, bu nedenle Buxadé’ye göre ideolojik olarak birbiriyle ilişkili tüm partilerin üzerinde birleşebileceği “beş ya da altı nokta” belirlemek önemli.

Sağ oluşumlar arasında tam bir kriter birliği sağlamak zor olsa da, VOX’un Brüksel’deki aşırı bürokrasi olarak gördüğü şeyin önüne konması gereken ulusların egemenliği de dahil olmak üzere “vatansever gündemin” bazı kilit konularında bir anlaşmaya varmak mümkün olabilir.

Buxadé, farklı Avrupalı “ultra” aileler arasında olası antlaşmanın düzensiz göçle mücadele, enerji politikası ve Yeşil Mutabakat’ın yürürlükten kaldırılması gibi diğer konularda da ittifaklar kurulabileceğini sözlerine ekledi.

Buxadé, “Bu beş noktada büyük bir ittifak yaparsak, Avrupa Parlamentosu değişir, Avrupa Parlamentosu değişirse Avrupa Komisyonu değişir; Parlamento değişir ve Komisyon değişirse İspanyol halkı daha mutlu olur,” dedi.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English