Bizi Takip Edin

SÖYLEŞİ

ABD İHA’sının Karadeniz’de düşürülmesi ne anlam taşıyor?

Yayınlanma

ABD Avrupa Kuvvetleri Komutanlığı (EUCOM) iki Rus Su-27 uçağının, Karadeniz’de ABD’ye ait MQ-9 İnsansız Hava Aracını (İHA) taciz ettiğini, uçaklardan birinin çarptığı MQ-9’un uluslararası sulara düştüğünü duyurmuştu.

Açıklamada, “Rus Su-27’lerinden biri MQ-9’ın pervanesine çarptı. ABD Kuvvetleri MQ-9’u Karadeniz’de uluslararası sulara düşürmek zorunda kaldı. Çarpışmadan önce Su-27 uçağı düşüncesizce, çevreye zarar vererek, gayri profesyonel bir şekilde MQ-9’un üzerine yakıt püskürttü ve önünde uçtu. Bu olay güvensiz ve gayri profesyonelliğin yanı sıra beceriksizliğin göstergesidir” denildi.

Ardından ortaya çıkan görüntülerde Rus Su-27 uçağının yakıt tahliyesi yaparak ABD MQ-9 İHA’sına yakın mesafeden angajman yaptığı görüldü.

Rusya Savunma Bakanlığı olayla ilgili yaptığı açıklamada, insansız hava aracının Kırım Yarımadası yakınlarında uçtuğunu ve tanımlayıcı transponderi kapalı olarak Rusya sınırına doğru ilerlediğini belirtiyor. Moskova, bunun Rusya’nın Ukrayna’daki askeri operasyonları nedeniyle hava sahası için verdiği talimatların ihlali olduğunun da altını çiziyor.


Bölgede yaşanan olay ardından birçok uzman, Rusya ve Ukrayna arasında yaşanan savaşın Karadeniz üzerindeki etkilerine dikkat çekiyor. Konuyla ilgili Harici’ye konuşan Emekli Tümamiral Deniz Kutluk kritik soruları yanıtladı.

İHA’nın düşürülmesi Rusya ve ABD’nin Ukrayna savaşı çerçevesinde ilk kez karşı karşıya geldiği bir olay olarak cereyan etti. Bu durum ilerleyen süreçte Rusya-ABD İlişkilerini nasıl etkiler?

“İHA’nın düşürüldüğü şartlar uluslararası hukuk bakımından normal görülebilir; çünkü ABD haber vermeden savaş alanına girmeye çalışmış görünüyor. Bu alanlar ADIZ (Air defence Identification Zone) olarak veya “yasaklanmış/kısıtlanmış hava sahaları olarak bilinir ve üçüncü taraflar zarar görmesin diye anons edilerek kapatılabilir. Son Balkan Savaşı buna örnektir. Başka örnekler de var elbette…O halde ABD transponderini kapadığı, yani kimliğini gizlediği bir hava vasıtasını bu hava sahalarına gönderirken bu riski biliyor olmalıdır. Bilmemesi oldukça acemice kalır ki ihtimal vermemek gerekir. Göndermiş ise bilerek ve riski alarak göndermiştir.

Askeri olarak da bir anlamı olduğu ve görevi olduğu açıktır. Düşmesi-düşürülmesi sürpriz olamamalıdır. ABD bu noktada daha önce Slava Sınıfı Komuta Gemisi Moskova’nın batırılmasında Ukrayna’nın sahil güdümlü bataryalarına istihbarat sağladığını açık etmişti. Rusya benzeri bir durumla karşı karşıya kaldığını düşünerek hareket etmiş olabilir. ABD savaşan taraf olmadığına göre günün sonunda bu bir Rus savunma eylemi olarak kabul edilecektir. Kaldı ki Rusya önleme uçuşu yaptığında düştüğünü bu İHA’ya ateş açmadığını ileri sürmektedir. Pilot manevrası ile hava boşluğuna sürüklenip düşmesine yardımcı olmuşlarda olabilir, akla en yakın ihtimal bu gelmektedir.”

Sizin de belirttiğiniz gibi ABD olayın Rus pilotaj hatası ile bir çarpışma sonucu oluştuğunu iddia ediyor. Olayın askeri angajman teamülleri gereği kasıtlı-kasıtsız olmasına bakmaksızın değerlendirmesi nasıl olmalı?

“ABD ve Rus iddialarını açık kaynaklardan izledim. Kanaatimce savaşan olarak kontrolü üzerinde egemen olduğu hava sahasına giren yabancı hava aracını Rusya önlemiştir. Başlangıçta bu bir tanıma teşhis önlemesi olabilir. Ancak silahlı ve kimlik transponderi kapalı bir İHA Rusya için de riskli tanıma-teşhis sahasındaki varlığı ile kabul edilebilir bir cisim değildir ki düşmesine neden olan manevralar yapılmış olmalıdır. Burada üzerine yakıt boşaltıldığı, yükse hızla uçup hava boşluğuna düşürüldüğü; pervanesinin arızalanmasına yol açıldığı gibi iddialar bulunmaktadır. Öte yandan, İHA’lar deniz hukukunda tanımlanması henüz olmayan ve kuralları yerleşmemiş araçlar olarak görülmektedir. Uçaklar için Chicago Konvansiyonu 1944’den, harp gemileri için Deniz Hukuku Sözleşmesi 1958-1982’den beri yürürlükte iken bu bayraksız araçlar için bir hukuki yönetim düzeni henüz ortada yok. Bu bakımdan kim haklı olduğunu düşünürse ona göre hareket edilmesi gerekir.”

Karadeniz’de yaşanan sıcak gelişme ardından ABD Kongresi “Karadeniz Güvenlik Yasası 2023” gündeme geldi. Söz konusu yasa tasarısı ABD’nin Karadeniz’e kıyısı olan devletler üzerinden NATO’nun ortak güvenliğine katkıda bulunmada kritik öneme sahip olduğu belirtiliyor.

Bu konuya da değinen Kutluk, böyle bir yasanın uygulamaya geçmesi halinde Karadeniz’de nasıl bir jeopolitik etki yaratacağı sorusuna şöyle yanıt verdi:

“ABD Kongresinde sunulan Karadeniz Güvenliği Karar tasarısının bu olayla doğrudan ilgisi olmamalıdır. Ancak aşikardır ki ABD bir süredir bu konuda hazırlık içindedir ve ABD Federal Kurumlarına bütçe ve planlama için ABD Dışişleri Bakanlığı yönlendirme yapma hazırlığında bir karar tasarısı Kongre’ye sunulmuştur. Uygulaması 1-3 yıl sürecek bu tasarı içinde Türkiye aleyhinde unsurlar olduğu gibi Karadeniz’de kışkırtıcı bir konum üstlenmesini sağlayacak kimi adımlar da atılmaya çalışılmaktadır. Ayrıca Montreux Sözleşmesi ile bağdaşmayan unsurlar da göze çarpmaktadır. Kimi tutarsız veya içten çelişik unsurlar da gözlenmektedir. Türkiye’nin bu konuda dikkatli olması ve bugünlerde planlamaya başlayarak karşı pozisyonlarını oluşturması, ABD emrivakileri ile Karadeniz dengelerinin değişmesine fırsat vermemesi üzerinde durulması gereken bir husustur.”

SÖYLEŞİ

TDT’nin Şuşa zirvesinin gündemi ulaşım, enerji ve iklim olacak

Yayınlanma

Nigar İbrahimova

Cumhurbaşkanlığına bağlı Kamu Yönetimi Akademisi Danışmanı, Bakü Siyaset Bilimciler Kulübü Başkanı, Siyaset Bilimci Zaur Mammadov gazeteci Nigar İbrahimova’nın sorularını yanıtladı.

Mammadov, Türk Devletleri Teşkilatı’nın (TDT) gelecek stratejileri, Şuşa Zirvesi, Zengezur Koridoru ve Azerbaycan doğalgazı ile ilgili projelere dair Harici’ye değerlendirmelerde bulundu.

5-6 Temmuz’da Şuşa’da Türk Devletleri Teşkilatı devlet başkanları bir araya gelecekler. Zirvenin ana hattı ve somut konuları ne olacak? Zirvede neler konuşulacak?

Türk Devletleri Teşkilatı, son zamanlarda kendi alanında çok büyük organizasyonlar yapmaktadır. Bu organizasyonların sayısı oldukça çoktur. Hem cumhurbaşkanları görüşür hem bakanlar hem milletvekilleri kendi aralarında görüşürler. Yoğun bir şekilde muhtelif görüşlerin, muhtelif konferansların ve forumların şahidi olmaktayız. Şuşa’daki zirve toplantısı oldukça önemli. Çünkü biliyoruz ki Türk devletleri şu an yeni bir döneme başlıyor. Bu yeni dönemde onlar yalnıza son otuz yılda olduğu gibi kültürel, insani yardım alanlarında, iktisadi alanlarda değil, siyasi alanda ve diğer istikametlerde ciddi şekilde faaliyetteler ve iki taraflı ve çok taraflı münasebetlerini genişletmekteler. Şuşa Platformu’nun bu defa iki büyük hedefi var ve bu iki hedef üzerine müzakereler yapılacak. Bunlar ulaşım ve iklim konularıdır. Biliyoruz ki ulaşım konusu Rusya ve Ukrayna arasındaki savaş formundan dolayı oldukça kritik. Çünkü bir tarafta büyük Avrasya’da Rusya ve Ukrayna savaşıyor. Diğer tarafta ise Süveyş Kanalı etrafında, yakın Orta Doğuda muhtelif güçler arasındaki problemleri görmekteyiz, savaşı görmekteyiz. Turan coğrafyasında, Türk devletleri coğrafyasında yeni emektaşlıklar yeni projelerin müzakereleri söz konusudur. Birçokları bundan korkuyor ve istemiyorlar.

‘Şuşa Beyannamesi Türk-Azeri dostluğuna örnektir’

Türk devletleri birleşsin, Türk devletleri muhtelif projeler yapsın. Türk devletlerinin yaptığı projeler, onların projelerinden farklı olarak barış projeleridir, gelecekte hiçbir halka problem yaratmayacaktır. Halkların birleşmesi, halkların dostluğu için oldukça mühimdir. Genel olarak Şuşa 44 günlük savaştan sonra Türklerin bir merkezine dönüştü. Coğrafi anlamda da bakacak olursak Karabağ Zengezur bölgesi, gerçekten de Anadolu Türkiye’siyle, Türk dünyasıyla, merkezi Asya Türk dünyası arasında bir orta komünikasyon, ulaşım bölgesindedir. Bu sebepten de Azerbaycan, çok da tesadüf değildir ki, bu organizasyonların, bu projelerin tam merkezindedir, biz biliyoruz ki Türkiye Cumhurbaşkanı da birkaç defa Şuşa’da bulundu, birkaç defa Karabağ’da bulundu. Bölgeyi ilk ziyaret eden cumhurbaşkanı da Sayın Recep Tayyip Erdoğan olmuştu. Azerbaycan ve Türkiye arasında Şuşa Beyannamesi imzalanmıştı. Azerbaycan ve Türkiye arasında imzalanmış olan Şuşa Beyannamesi stratejik dostluk, kardeşlik bakımından diğer Türk devletleri ve Türk halkları için de örnek olmalıdır. Gelecekte elbette Şuşa Beyannamesi’nin hacminin de genişlemesine şahit olabiliriz. Gelecekte bir ülkenin güvenliğinin, diğer ülkenin güvenliğinden geçtiğinin daha iyi anlaşılacağını da ben düşünüyorum.

‘Türkmenistan gazı devreye girmeli’

Diğer taraftan enerji konuları da tabi ki gündeme gelecek. Türk Devletleri Teşkilatı’nın Kasım 2021’de kabul edilen 2040 vizyon belgesinde enerji alanında üye devletler arasında stratejik ortaklık kurma, Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı ya da TANAP veya TAP gibi stratejik altyapı projelerini geliştirme hedefi belirlenmişti. Bu doğrultuda Azerbaycan TANAP’ın kapasitesini kendi gazının sevki için mi artırmak istiyor? Yoksa hedef aynı zamanda Türkmen veya Kazakistan gazının ve petrolünün Avrupa’ya sevki mi? Bu konular da mutlaka ele alınacaktır. Sizin görüşlerinizi de bu konuyla ilgili merak ediyorum.

Biz bundan önce sizinle ulaşımdan bahsettik. Ulaşımla birlikte Büyük Orta Doğu’da muhtelif projeler anlam taşıyor. Merkezi Asya, Çin’den Britanya’ya kadar İngiltere’ye, Avrupa’ya kadar muhtelif ulaşım projeleridir bunlar. Mesela bunlardan en büyük orta ulaşım, komünikasyon projesi, Hazar Denizi vasıtasıyla Azerbaycan’a, Türkiye’ye oradan ise Batı’ya ulaşacaktır. Ama aynı zamanda petrol, doğal gaz hakkında da çok büyük projeler söz konusudur. Azerbaycan ve Türkiye arasında biliyoruz ki TANAP projesi gerçekleştirildi. Bu çok büyük bir projedir. Bundan başka TAP projesi, Güney Kafkas Koridoru Projesi gerçekleşti. Bu yıla kadar Azerbaycan Avrupa’ya, İtalya’dan başlayarak 12 milyar küp doğal gazı ihraç etti. Şimdi bunun genişletilmesinden bahsediliyor. Azerbaycan’ın doğal gaz potansiyeli var ve biz kendi potansiyelimizden istifade ederek geçtiğimiz yıl Avrupa’ya gaz sevkiyatımız 2 milyar m3 idi, yakın yıllarda 20 milyar m3 kadar çıkardık. Bu oldukça büyük bir rakamdır. Ama biz burada, sizin de sorduğunuz gibi, Türkmen gazını dahil etsek o zaman bu daha büyük bir proje olacak. Bu bölgede ciddi şekilde jeopolitik ve jeoekonomik anlamda manzarayı değiştirecektir. Türkiye ve Türkmenistan arasında Türkmen gazının, Türkmenistan’dan sevki, oradan ise Avrupa’dan sevki ile bağlı bir anlaşma var. Doğal gaz çıkarılmasında ilk beşte olan bir ülkedir, potansiyeli oldukça çoktur. Ama ne yazık ki Türkmenler kendi doğal gazlarını üçüncü ülkelere satamıyorlar. Çin ve Rusya’dan başka hiçbir ülkeye satamıyorlar. İran dışında da Avrupa’ya çıkamıyorlar.

‘Türkiye Avrupa’ya ulaştırılacak gazın transit ülkesi’

Nedenlerini açıklayabilir misiniz?

Bunun nedeni çoktur. Hazar’ın doğu sahilinde bulunan Türkmenistan’ın, coğrafi açıdan imkanları yoktur. Bunun için ya Hazar üzerinden ya Rusya üzerinden yapılmalı ki, Rusya Avrupa’ya Türkmen gazının gitmesini istemez. İran aracılığıyla olabilirdi ama İran’la Batı’nın durumunun nasıl olduğunu herkes çok iyi biliyor. İkinci neden olarak, Avrupa ve Türkmenler doğal gaz alanında anlaşmayla yeni proje isteseler de buna ne Avrupa para veriyor ne de Türkmenlerin yatırım yapmak ve kendi gazlarını, çeşitli yollarla Hazar veya diğer coğrafyalardan Avrupa’ya ulaştırmak için paraları var. Burada uluslararası şirketlerin daha aktif olması iyi olurdu. Biz biliyoruz ki 2022 yılında Azerbaycan, Türkmenistan ve Türkiye liderleri arasında, Türkmenistan’da yeni bir anlaşma imzalandı. Üç taraflı bir toplantı yapıldı. Üç taraflı toplantının da esas amaçlarından biri Türkmen Gazı, yani Trans-Hazar projesinin hayata geçirilmesiydi. İran’da denilebilir ki Türkmen Gaz’ı İran vasıtasıyla Türkiye’ye geçmelidir, diğer ülkelerde de denilebilir ki en avantajlı yol Hazar vasıtasıyla Azerbaycan’ın hazır ettiği veya yeni projelerle birlikte Türkiye’den Avrupa’ya doğal gazı ulaştırmasıdır. Bu Türkiye’nin kendi çıkarları için oldukça gereklidir. Türkiye, Türkmenistan doğal gazını alarak kendisi Avrupa’ya satacaksa burada Türkiye hem transit ülke olacak hem de alan ve daha sonra satış yapan bir ülke olarak ekonomisine büyük bir bütçe sağlaması söz konusu olacaktır. Bu yüzden Ankara da bu meselelerde önemlidir. Geriye iş disiplinine sadık davranmak kalıyor. Yani burada disiplini artık Avrupa’nın kendisi göstermelidir. Aynı zamanda Türkmenistan’ın da bir araya gelerek bu projeleri hayata geçirmesi söz konusu. Bu yine de diyorum 29 milyar m3 doğal gazın Türkiye’ye ihracından bahsediyoruz, bu ihracat akışı gelecekte yavaş yavaş artacaktır. Tabi ki bu ilk dönemde 2 milyar m3 gazın Türkiye’ye ihraç edilmesi söz konusu.

‘Made in Turan markası Türk Devletlerinin birbiriyle ticaretini büyütecek’

Yakın tarihte özellikle sosyal medyada Made in Turan markası yankılandı. Böyle bir markanın doğuşu, Türk Devletleri Teşkilatı için önem arz edecek bir vurgu olarak yapıldı. Bu Made in Turan markasının Türk Devletleri Teşkilatı ve üye ülkelere ne gibi kazanç sağlaması öngörülüyor?

Şimdilik bu bir düşüncedir. Made in Turan bir düşüncedir ancak gerçekleşecektir. Elbette Türk devletlerinin iktisadi potansiyellerinin daha iyi ortaya çıkmasına neden olacaktır. Çünkü biz Türk devletleri dediğimizde bu kimleri kapsıyor? İki yüz milyon insanı kapsıyor. İki yüz milyon çok ve aynı zamanda milyarlarca dolar devlet bütçesi olan bir toplumdur. Bu Çin ile Avrupa arasında yerleşen, alana hitap eden ve hem kendi ekonomilerini geliştirebilen toplumdur hem de diğer güçlerin birbirleri ile ticaret yapmalarında ihtiyaç duyulan bir coğrafyadadır. Gelecekte bütün ülkeler Made in Turan markasıyla üretime başlayabilirler ve dünya pazarlarında onları Made in Turan adında kabul ettirebilirler. Düşünüyorum ki bu zamanla gelişecek. Çünkü bu ülkeler ilk önce kendi sanayilerini büyütmelidirler, kendi ekonomilerinin çeşitli alanlarını geliştirmelidirler. Doğruyu söylemek gerekirse Türk Devletleri’nin kişisel potansiyelleri mevcuttur. Ekonomide, siyasi alanda, askeri alanda bunların güçlendirilmesi Made in Turan’ın oluşması için önemli olacaktır. Umumiyetle Türk Devletleri Teşkilatı dahilinde, gelecekte gümrük kolaylıklarından bahsedebiliriz. Elbette ki gümrük kolaylıkları bu münasebetlerin daha iyi inşaatına sebep olacak. Yabancı ürünlerin değil, birbirimizin mallarını daha rahat ve ucuz şekilde insanlar tarafından alınmasına yani alışverişten istifade edilmesini sağlayacak. Önce bunun için ticaret devriyesinin artması iktisadi ilişkileri güçlendirecek bir projedir. Ümit ediyorum ki bu proje başarılı olacak.

‘Zengezur Koridoru Avrasya’da, iktisadi ve jeopolitik hattı değiştirecek’

Bir diğer konu bölgenin aslında dünyanın gözü kulağı savaş bittikten sonra Zengezur Koridoru’nun üzerine yoğunlaştı. Süreç tam olarak şu an aslında tamamlanmamış henüz devam eden bir süreç. Son Türk Devletleri Teşkilatı zirvelerinde alınan kararlara baktığımızda en kritik maddelerin üye ülkeler arasında iktisadi bağların güçlendirmesiyle ilgili olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla liderler zirvesinde de Zengezur’un önemli bir gündem maddesi olma olasılığı muhtemelen değerlendirilecektir. Azerbaycan bu konuda hangi girişimlerde bulunuyor?

Zengezur Koridoru, Türkiye’nin devlet güvenliği ve Azerbaycan’ın devlet güvenliği için, ulusal çıkarların korunması için oldukça önemli bir coğrafyadır. Bunu projede de adlandırabiliriz, coğrafyada da adlandırabiliriz. Tesadüf değil ki, Türk dünyası arasında yerleşen Zengezur’un 1921 yılında Ermenilere verilmesiyle, 1918 yılında ise Ermeni Devleti Ararat Cumhuriyeti’nin hemen o topraklarda Azerbaycan’ın batısında kurulmasından sonra Türk devletleriyle ilişkiler kesildi. Buna bizim komşu olan bazı ülkelerimizle de ilgiliydi, burada bize uzakta olan muhtelif ulusal güçlerin de çıkarları vardı. Tesadüf değildir ki İngilizler, Amerikalılar, Fransızlar, Ruslar, Farslar Zengezur’un Türk’ün olmaması için, Zengezur’da Ermeni çıkarlarının gerçekleşmesi, Ermeni devletinin kurulması için her zaman ellerinden geleni yapmışlardır. 1919’da Azerbaycanlılarla Ermeniler arasındaki savaşı gören ABD, bölgede kendi himaye alanını oluşturmak istiyordu. Sonradan Sovyetler kuruldu ve 30 Kasım – 1 Aralık 1921 anlaşmasıyla Zengezur iki yere parçalandı. Onun batı hissesi Ermeni devletine verildi. 1990’lı yılların başlarında ise Zengezur’un diğer hissesinin Ermeniler tarafından Karabağ ile işgal edildiğini gördük. Şu an 44 günlük savaştan sonra yeni bir dönem başlıyor ve bu dönem Türk insanın Zengezur’a dönmesi, Zengezur’da yaşaması ve Zengazur’un büyük Turan’ın esas merkezlerinden birine dönüşmesi söz konusu olabilir. Burada biz iletişim projelerini yani otomobil yollarıyla trenlerle muhtelif Avrupa ve Asya arasında iletişimin sağlandığını da görebiliriz. Aynı zamanda burada petrolün doğal gazın Asya’dan Avrupa’ya, Hazar Denizi’nden Avrupa’ya kadar ulaşması gibi muhtelif projeleri dahil edebiliriz. Ben düşünüyorum ki bu bölge halkları için çok iyi bir yol olacaktır.

Zengezur herkes için çok önemli bir coğrafyaya dönüştü ve herkes orda olmak istiyor. ABD ve Ermenistan’ın son zamanlar birbirine yakınlaşması Rusya’nın kıskanmasına neden oluyor. Aynı zamanda Batı’da da bu projenin Rusya’nın alanında olmasını istemiyorlar. Henüz biz bu projenin, bu koridorun açılmadığını biliyoruz. Ama dün ABD Departmanı’nın nümayendesi O’Brien bir konuşma yaptı ve ABD’nin Zengezur’un açılmasından yana olduğunu ifade etti. Çünkü bu koridor büyük Avrasya’da, iktisadi ve jeopolitik hattı değiştirecektir. Rusya ve Ukrayna arasındaki savaş için de geçerlidir. Ama biz Türkiye ile şunu anlıyoruz ki herkesin burada bir hedefi var. Önemli olan bizim hedefimiz nedir? Bizim hedefimiz Türkiye’yle Azerbaycan’ın birleşmesi, İstanbul’dan başlayarak Bakü’ye kadar trenle, otomobil yollarıyla  ulaşım sağlamak ve Nahçıvan-Azerbaycan’ın esas hissesini Zengezur ile birleştirmesidir. Bundan sonra tabi ki diğer Türk devletleri de Türkiye’yle artık bu yolla gidip gelebilirler ve birlikte ticaret gibi projeler gerçekleştirebilirler.

Orta Hat Projesi, Çin ve Avrupa iletişimi için en kolay proje’

Dünya genelinde yaşanan özellikle bölgemizi etkileyen son siyasi gelişmeler Orta Koridor’un güzergahında bulunan Azerbaycan ve Türkiye’nin önemini artırdı. Çin’den direkt çıkan ve 6 gün sonra Bakü’ye ulaşan tırların ulaşımının bu kadar kolay olması ilk defa gerçekleşti. Bu konuyla ilgili ne söylemek istersiniz? Orta Koridor’un bölge ülkelerine şu anki siyasi konjonktürde etkisi nedir, ne bekleniyor?

Şimdilik Zengezur koridoru yok. O yüzden Orta Koridor dedik de biz şimdilik elimizde olan projelerden bahsediyoruz. Bu ise Azerbaycan-Gürcistan-Türkiye hattıdır. Ve Gürcistan vasıtasıyla biliyoruz ki artık hatta 6 Mart 2020 yılına kadari yani bu savaşlara kadari Bakü-Tiflis-Kars demiryolu hattı gerçekleşmiştir. Bakü-Tiflis-Kars Demir Yolu Hattı’nın hali hazırda kapasitesinin daha da büyümesi için çalışmalar yapıldı ve bundan sonra da devamı gelecektir. Netice itibariyle biz daha çok ürünün Çin’den Avrupa’ya Avrupa’dan Çin’e gönderilmesine şahitlik edeceğiz. Ve aynı zamanda ilave edelim, siz 6 gün dediniz, ne kadar kısa bir zaman bu. O yüzden Çin de Avrupa da anlamalıdır ki Orta Hat Projesi; Çin, Merkez Asya, Hazar, Azerbaycan, Gürcistan, Türkiye ve oradan Avrupa’ya olan proje, onlar için iletişimi en kolay olan bir projeydi. O yüzden de burada daha çok kendi ürünlerinin gönderilmesi daha iyi olurdu. Bunu yakın yıllarda görmeye başlayacağımızı düşünüyorum. Bu arada Azerbaycan hakimiyeti alacağını sanki önceden görmüştü ve zamanında Hazar Denizi’nin Azerbaycan sahillerinde, Bakü’de limanlar inşa edildi. Mesela Hazar’ın doğu sahilinden gemiler vasıtasıyla Bakü’ye hemen o malların getirilmesi, ondan sonra ise Bakü’den artık karayoluyla Türkiye’ye kadar gönderilmesiyle ilgili önceden hazırlıklıydık. Türkiye de hazırlıklı bu konuda, merkezi Asya ülkelerinin de aksiyon alması demiryollarını, otoyollarını geliştirmeleri iyi olurdu. Bu projeler siyasi münasebetleri, siyasi bağlantıları daha da geliştirir ve gelecekte Türk Devletleri Teşkilatı’nın Avrupa Birliği gibi büyük, güçlü bir teşkilata dönüşmesine neden olacaktır.

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

Xi’nin Tacikistan ziyaretinde hangi gündemler masada?

Yayınlanma

Firdavs Jalily, Gazeteci, Duşanbe

Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, Pekin ile Duşanbe arasındaki ikili ilişkilerin daha da güçlendirilmesi amacıyla 4 Temmuz Perşembe günü Tacikistan’ı ziyaret edecek. Bu Xi’nin Tacikistan’a yapacağı üçüncü devlet ziyareti olacak ve kendisini Duşanbe’de mevkidaşı İmamali Rahman karşılayacak. Uzmanlar, Çin liderinin ziyaretinin iki ülke ilişkileri için yeni bir sayfa açacağı görüşünde. Tacikistan ziyareti ayrıca Xi’nin Kazakistan’a yaptığı devlet ziyaretinin hemen ardından gerçekleşiyor. Xi hem resmi ziyaret hem de Şanghay İşbirliği Örgütü zirvesine katılmak için gittiği Astana’dan Duşanbe’ye geçecek.

Çin liderinin ziyaretinin anlamı ve ikili ilişkilerin dinamikleri üzerine Tacikistan Bağımsız Siyaset Bilimcileri Derneği Başkanı Prof. Dr. Abdugani Mamadazimov ile bir mülakat gerçekleştirdik. Tacik Ulusal Üniversitesi Yabancı Bölgesel Çalışmalar Bölümü’nde çalışmalarını sürdüren Mamadazimov, İpek Yolu’nun yeniden canlandırılması konusuna yoğunlaşmaktadır. “Konsolidasyon Yolu” projesinin yazarı olan Mamadazimov’un yazdığı monografiler arasında dikkat çekenler şunlardır: “Büyük İpek Yolu” (2014) ve “İpek Diplomasisi” (2023).

Kuşak Yol İnisiyatifi ile ilgili bölgesel projelere katkı sunan ve Orta Asya ile ilgili Avrupa ve Çin’de yapılan uluslararası toplantıların düzenli konuşmacılarından biri olan Mamadazimov, Tacikistan ile Çin arasındaki ikili ilişkilerin diplomatik bağların kurulmasından bu yana önemli bir ilerleme kaydettiğini ve stratejik ortaklıktan kapsamlı stratejik ortaklığa dönüştüğünü söyledi.

‘Tacikistan ekonomisi Kuşak Yol ile büyüdü’

Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in 4 Temmuz’da Tacikistan’ı ziyaret etmesi bekleniyor. Sizce bu seyahatin kapsamı nedir? Tacikistan’ın bu geziden beklentileri neler? Xi’nin gezisi iki ülke arasında belirli bir işbirliğini beraberinde getirecek mi?

Çin Devlet Başkanı’nın Tacikistan’a yapacağı devlet ziyaretinin niteliğini izah etmek için biraz gerilere gitmemiz gerekiyor. Eylül 2017’de, Çin’in Sin-Viyana kentinde, BRICS+ üst düzey toplantısının oturum aralarında, ulusumuzun lideri İmamali Rahman ve Çin Devlet Başkanı Xi Jinping iki konuda mutabık kalmışlardı.

Birincisi: İkili stratejik ortaklığın en üst düzeyde bir stratejik ortaklığa dönüştürülmesi;

İkincisi: Tacikistan Cumhuriyeti’nin 2035 yılına kadar olan dönem için ulusal büyüme stratejisinin Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi (KYG) planı ile yakınlaştırılması.

Tacikistan’ın ulusal büyüme stratejisini aralık ayında kabul etmiştik. 2017 yılından bu yana Tacikistan’ın toplam yurtiçi hasılasındaki büyüme her yıl yüzde 7’den fazla oldu. Bu büyümenin esas olarak Tacikistan’ın 2035 yılına kadar olan dönem için ulusal büyüme stratejisinin KYG projesi ile yakınsamasına bağlı olduğu söylenebilir.

Bu sayede Tacikistan, çimento endüstrisi, çiftçilik, altın kaplama ve tekstil dahil olmak üzere ekonominin çeşitli sektörlerinde ulusal faturaları canlandırmayı başardı ve bu sektörler gelişiyor.

Dolayısıyla temel beklentimiz, bu önemli gezinin ardından kullanılmayan kapasitelere özel önem verilmesi ve iyi ikili ilişkilerin yeni yönlerinin açılması.

Tabii ki Çin ile ilişkileri inceleyenler çoğunlukla yeni gelişmeler arıyor. Sadece bunlardan bahsedecek olursak, Milli Saray’ın (Cumhurbaşkanlığı konutu) önünde yer alan Tacik parlamentosunun yeni binası buna bir örnek ve bu bina, Çin’in bilgeliği ve desteği ile inşa edildi. İki liderin katılımıyla açılmasının ardından Tacikistan ve Çin arasında ikili ve çok taraflı etkinliklerin yeni bir seviyeye yükseleceğini gösterebilir.

‘Tacikistan Orta Koridor’a katılacak’

Kuşak ve Yol Girişimi’nin Tacikistan için önemi nedir? Bu ziyaretle birlikte Kaşgar-Duşanbe koridoruna ilişkin özel bir adım atılacak mı?

Bu yılın 24 Haziran’ında Tacikistan ve Çin’in Gansun eyaleti araştırma merkezlerinin girişimiyle bir konferans düzenlendiğini hatırlatmakta yarar var. Bu konferansta iki önemli konu önerdim ve bunlardan biri Kuzey Pamir-Lahş-Raşt-Vahdet-Duşanbe demiryoluydu.

Gelecekte bu yol bizi Afganistan’ın Herat şehri üzerinden İran’ın Meşhed şehrine götürebilir. Bu öneri fütüristik olacaktır çünkü Çin, İran ve Türkiye demiryollarının genişliği Avrupa standardında.

Bizim ve diğer eski Sovyet ülkelerinin başka sığınakları var. Dolayısıyla bu sayede küresel standartlara uyum sağlayacağız ve gelecekte umut verici bir ekonomik koridor haline gelebilecek ‘Orta Koridor’a katılacağız. Zira ‘Kuzey Koridoru’ Rusya ve Ukrayna üzerinden geçiyor. Ancak şu anda bu bölgelerde savaş ve kargaşa hakim.

‘Güney Koridoru’, İsrail ile Hamas arasındaki savaş nedeniyle krizde. İran ve Türkiye’den geçen ‘Orta Koridor’un aciliyetinin artması gerekiyor ve bu uzun bir süre için güven verici olacaktır.

Bu konunun iki ülke liderleri arasındaki görüşmelerde ele alınacağına inanıyorum, zira bu öneri her iki tarafça da kabul gördü ve bu konferansın sonuç bildirgesinde de yer aldı. Son olarak, strateji inceleme merkezi Tacikistan hükümetine bu büyük projeyi gözden geçirme teklifinde bulundu.

‘Çin, Orta Asya ile ilişkilerinde 5+1 formatı ile ŞİÖ çerçevesinin dışına çıktı’

Geçen yıl Çin, Orta Asya ülkeleri başkanlarının ilk toplantısına ev sahipliği yaptı. Bu toplantıdan önce Çin ve Orta Asya ülkeleri arasındaki işbirliği her zaman ikili angajman çerçevesinde yapılıyordu. Ancak bu konferansta Çin, ilk kez kendisi için büyük bir adım attı ve bölgeyle işbirliğinde yeni bir seviyeye ulaştı. Bu toplantıdan sonra Çin’in Orta Asya ile ilişkilerinde önemli bir ilerleme kaydedildi mi?

5+1 formatı 2004 yılında Japonya tarafından önerildi ve uygulandı. Japonya’nın bu diplomasisi diğer güçler ve örgütler tarafından da takip edildi. Sadece Çin ve Rusya, geçen yıla kadar bu tür diplomatik fırsatlara önem vermedi.

Çin, Orta Asya ülkeleriyle ilişkilerinde Şanghay İşbirliği Örgütü çerçevesine öncelik verdi. Kovid-19’un bulaşmasından sonra Çin ve Rusya 5+1 formatını tercih etti. Söz konusu format, Şanghay İşbirliği Örgütü’nden farklı olarak daha serbest ilişkiler kurma imkanı sağlıyor.

Bu şekilde Çin, işbirliği için yeni bir çerçeve oluşturdu. Çin, 5+1 formatı çerçevesinde herhangi bir Orta Asya ülkesiyle hem bireysel olarak hem de bölgeyle işbirliği kurabilir.

Bu arada Orta Asya ülkeleri de bunu kabul etti. Orta Asya ülkeleri ve Çin liderlerinin ilk toplantısı 18 Mayıs 2023’te Çin liderinin memleketi Shaanxi’de yapıldı.

Bildiğimiz gibi, geçen yıllarda Tacikistan Çin’den para almadı, sadece hibe aldı. Bu toplantıda ülkemiz, Asya Altyapı Yatırımları Bankası’ndan 500 milyon dolarlık imtiyazlı bir kredi almayı başardı. Bu miktar Raghoon enerji santralinin kurulması için harcanacak. Ayrıca Tacikistan ile Çinli şirketler arasında karşılıklı yarar sağlayan çeşitli anlaşmalar imzalandı. Diğer Orta Asya ülkeleri de Çin ile 5+1 şeklinde yeni işbirliği pencereleri açtı. Genel manada bu format, Çin ve Orta Asya ülkeleri arasındaki ilişkilerin geliştirilmesini mümkün kıldı. Bu 5+1 formatının olumlu yönü, her şeyden önce Orta Asya’nın tek bir bölge olarak kabul edilmesi.

Meselenin diğer tarafı ise bölge ülkelerinin üretici ve girişimci olmaktan ziyade tüketici olma eğiliminde olmaları. Bu açıdan bakıldığında, birlikte hareket etmeliler ki girişimciye dönüşen bölge, söz konusu formatın bazı olumsuz sonuçlarından korunabilsin.

‘Ekonomik olarak ne kadar güçlenirsek terörizme karşı o kadar iyi mücadele ederiz’

Çin’in Orta Asya ülkeleriyle ilişkileri genellikle ekonomik olmakla birlikte Tacikistan ile güvenlik ilişkileri de bulunuyor. İki ülke 2024 yılında ortak bir terörle mücadele tatbikatı yapma konusunda anlaştı. Tacikistan, Afganistan’la sınırı olması nedeniyle Çin için stratejik açıdan önemli bir ülke. Çin bölgedeki terör ve aşırıcılık tehdidinden endişe duyuyor. Sizce bu güvenlik işbirliği gelecekte geliştirilecek mi? Çok yönlü askeri savunma işbirliğine dönüşür mü?

2004 yılında sınır güvenliğimizin bağımsız olarak sağlanmasını devraldık. Bu zamana kadar Tacikistan sınırlarının korunmasından Rusya sorumluydu. Neyse ki son 20 yılda, dünyanın en ünlü sınırlarından biri olan Tacikistan ile Afganistan sınırını büyük ya da orta ölçekli hiçbir grup geçmedi.

Çinli yetkililerle konferanslarda bir araya geldiğimde gururla söylüyorum ki biz sadece sınırlarımızı korumakla kalmıyor, aynı zamanda Orta Asya ülkelerinin, ŞİÖ ve Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü üyesi ülkelerin güvenliğine de katkıda bulunuyoruz.

Fakat Çin tarafı bunu anlamalı ve Tacikistan’ın gücünün ve güvenlik kurumlarının katkısını unutmamalı. Tarihten bir örnek verebilirim. İki güçlü Çin imparatorluğu Han ve Tang, İpek Yolu hesabından elde ettikleri gelirin 11’de birini gönüllü olarak kuzey kabilelerine gönderdiler ki gaspçı saldırılarıyla güvenliği bozmasınlar. Biz bunu istemiyoruz ama Çin de Tacik ordusunun çabalarını görmezden gelmemeli. Sadece Tacikistan ve Afganistan’ın sınır gözetimini güçlendirmek değil, aynı zamanda Büyük Çin sınırına yakın bölgelerin ekonomik durumunu iyileştirmek de bize yardımcı olmalı. Ülkemiz ekonomik olarak ne kadar ilerlerse, terörizm ve iftira olgularına karşı mücadele de o kadar verimli olacaktır.

Terör örgütleri için güvenli bir sığınak haline gelen ülkenin Afganistan olduğunu düşünüyorum. Bu ülkede, bazıları Tacikistan ve Çin vatandaşları tarafından oluşturulan ve her iki ülke için de ortak bir tehdit oluşturan pek çok terör örgütü rahatça faaliyet gösteriyor. Bu konunun en üst düzeyde anlaşıldığına ve araştırıldığına inanıyorum. Güvenlik işbirliğinin güçlendirilmesi Tacikistan ve Çin arasında bugün ve yarın için önemli pozisyonlardan biri olacaktır.

‘Çin, Batı’nın aksine iç işlerimize karışmıyor’

Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi geçtiğimiz mayıs ayında Tacikistan’ı ziyaret etti. Yabancı güçlerin Tacikistan’ın iç işlerine karışmasına karşı çıkacaklarını belirtti. Bu yabancı müdahale’ ne anlama geliyor?

Çin’in hükümetlerle ilişkilerinde çok iyi olan önemli politikalarından biri, o ülkenin iç işlerine karışmamaktır. Konunun diğer tarafı ise Çin’in çıkarlarıyla alakalı. İktisadi planlarının uygulanabilmesi için çevresindeki ülkelerin sakin olması bu ülke için faydalıdır, ancak alan rekabetsiz değildir. Çin her şeyden önce Tacikistan’ı bir transit koridoru olarak kullanmak istiyor. Bu amaçla barış birinci önceliktir.

Çin’in aksine batılı ülkeler Tacikistan başta olmak üzere bölge ülkelerine ‘demokrasi’ şeklinde bazı değerlerini empoze ederek iç işlerine karışmaya çalışıyor. Bir bakış açısına göre bu, bölgesel ve bölge ötesi güç rekabetinden kaynaklanıyor.

Batılı ülkelerin ifade özgürlüğü, din, eşcinsellik gibi konulardaki değerleri ve sınıflandırmaları böyle. Aşırıcılıkla mücadelede ön saflarda yer alırken Tacikistan’ın dini konuları kendi haline bırakması mümkün değil. Hanefi dinine aykırı herhangi bir uygulama ve dinin ortaya çıkması toplumda nifak ve şiddete neden oluyor.

Eşcinsellik gibi diğer olgular milli ve dini kültürümüzle hiç bağdaşmadığı halde her türlü araç kullanılarak teşvik ediliyor.

Teşekkür ederim.

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

‘ABD kalmalı, PKK gitmeli’

Yayınlanma

IKBY Dış İlişkiler Dairesi Sorumlusu Sefin Dizayi Harici’ye konuştu: “2003 yılında IKB ve onun siyasi liderliği, Irak’taki rejim değişikliklerinin kilit parçası haline geldi ve ABD güçleri ile koalisyon ortaklarının Irak’taki varlığı, ülkeyi yeniden inşa ederek büyük değişiklikler yaptı…Koalisyon güçlerine Irak’ta ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz… Bu sadece askeri bir varlık değil, çok boyutlu bir varlık olacak. Başka bir deyişle, ABD ile Irak’ın gelecekteki ilişkisi sosyal, siyasi, ekonomik, endüstriyel, enerji, finans ve güvenlik boyutlarına dayanacak… Temmuz ayında bu konularda görüşmeler yapılacak.”

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Dış İlişkiler Dairesi Sorumlusu Sefin Dizayi, Harici’den Dr. Esra Karahindiba’ya verdiği özel röportajda, IKBY’nin karşı karşıya olduğu çeşitli acil sorunları ve daha geniş bölgesel ilişkilerini anlattı. Dizayi, IKBY’nin Türkiye ve İran’la ilişkilerinin çeşitli dinamikleri, ABD ve Çin gibi küresel güçlerle dengelerini, iç anlaşmazlıklar ve Türkmenlerin yönetimdeki varlığı da dahil olmak üzere Irak’taki siyasi manzaraya ilişkin soruları yanıtladı.

Bakan Dizayi ayrıca Kalkınma Yolu Projesi, PKK ile devam eden çatışma ve Gazze’deki durum da dahil olmak üzere bölgesel krizlere ilişkin değerlendirmeler de yaptı.

Bakan Dizayee, IKBY’nin PKK’nın kendi topraklarındaki varlığını bir kez daha sorunlu gördüğünü yineleyerek, Irak yasalarına saygı gösterilmesini savundu ve güvenliğin sağlanması için Türkiye başta olmak üzere komşu ülkelerle bölgesel işbirliğinin gerekliliğine vurgu yaptı. Terör örgütü PKK’nın faaliyetlerinin hem Irak’ta hem de komşu bölgelerdeki Kürtlerin çıkarlarına zarar verdiği görülüyor. Türkiye’nin bu yaz Kuzey Irak’ta terör unsurlarını temizlemeyi amaçlayan geniş çaplı bir askeri operasyon gerçekleştirmesi bekleniyor. Bu operasyon, Milli Savunma Bakanlığı kaynakları tarafından da “Bu yaz Kuzey Irak’ta kilidi kapatacağız” şeklinde ifade edildi. Bakan Dizayee, ilgili soruyu yanıtlarken dikkatli davrandı ve oldukça diplomatik bir dil kullanarak, “Uluslararası hukuk ve normlar çerçevesinde, komşu ülkelerin güvenlik ve istikrarını tehdit edecek herhangi bir grubun bulunması mümkün olmamalıdır. Bu bağlamda, durumu yatıştırmak ve daha iyi ilişkileri yeniden tesis edecek makul bir sonuca varmak, bölgenin istikrarsızlık yaratmak için kullanılmasının önüne geçmek için bir tür anlayışın olması gerekiyor” diye konuştu.

Röportajın tamamı aşağıda:

Türkiye ile İlişkiler

Türkiye’nin Avrupa’ya giden bir enerji kanalı olma yönündeki stratejik çabası da düşünüldüğünde IKBY ve Türkiye arasında enerji boru hatları veya elektrik şebekelerini içeren hangi spesifik işbirliği projeleri gündemde? IKBY, Türkiye’nin enerji stratejisinde kendi enerji egemenliğini ve ekonomik kalkınmasını etkileyen rolünü nasıl değerlendiriyor?

Öncelikle Türkiye ile komşu olduğumuzu kabul etmemiz gerekiyor. 1988 yılında mültecilerimiz Muş, Mardin ve Diyarbakır’daki kamplara yerleşmiş, 1991 yılında ise yarısı İran sınırına, yarısı da Türkiye sınırına olmak üzere 2 milyonu aşkın göçün büyük bir kısmı bu bölgelere akmıştır. Bu nedenle bu ilişki uzun süredir devam eden bir ilişki.

Bugün ekonomik açıdan, Bağdat’taki rejimin devrildiği ve Irak’a uygulanan ambargonun kaldırıldığı 2003 yılından bu yana Türk şirketleri IKBY bölgesinde altyapı ve ekonomik kalkınma açısından oldukça aktif durumda.

Türkiye’nin ticari anlamda Irak’ın Almanya’dan sonra en büyük ortağı olduğu kanaatindeyim. Dolayısıyla, Türkiye ile iyi ilişkiler içinde olmamızın pek çok nedeni var, ayrıca ortak sınırlarımız var ve bölgemizde, Türkiye Cumhuriyeti içinde de aynı etnik kökene sahip insanlarımız var. Türkiye ile son 30 yıldır ve daha fazla süredir güzel bir ilişkimiz var. Enerji açısından 2014’ten bu yana IKBY petrollerini ihraç etmek için kullanılan boru hattı bildiğiniz gibi Türkiye üzerinden Ceyhan’a gidiyordu. Şubat 2014’te Bağdat’tan bütçe kesildiğinde bu da hükümetimize ekstra gelir getirmişti ve Mayıs 2014’te Ceyhan üzerinden petrol ihraç etmeye başladık.

Boru hattının kapanmasından bu yana 15 ayda Irak’ın zararı 15 milyar doların üzerinde

Bu son derece faydalı olmuştu ancak Irak’ın Türkiye’ye karşı tahkim davası açmasına yol açtı. Şu anda boru hattının kapatılmasının üzerinden 15 ay geçti ve bu durum Irak genelinde ve bölgemizde 15 milyar doların üzerinde zarara yol açtı. Bu boru hattının yeniden canlandırılması ve IKB’den petrol ihracatının yeniden başlatılması ve bundan herkesin faydalanması için ciddi müzakereler yapılıyor.

Elbette Türkiye geçmişte Azerbaycan’la, Karadeniz’le, Orta Asya’daki diğer ülkelerle, Rusya’yla Türkiye üzerinden transit geçiş yapmak, enerji dağıtım merkezi olmak için çabalıyordu. İster Irak’tan ister Körfez’den petrol olsun, doğalgaz olsun, bunun hâlâ mümkün olduğuna inanıyorum.

Kalkınma Yolu projesi gerçekleştiğinde Katar’dan, Kuveyt’ten, hatta BAE’ye kadar rahatlıkla kullanılabilecek. Bu gelişim rotası Körfez ülkeleri, Irak, Türkiye ve tabii ki Avrupa’ya kadar önemli olacak. Bu elbette uzun vadeli bir proje ama her proje bir fikirle başlar; fikirler projelere dönüşür ve projeler hayata geçirilebilir. Şu anda elektrik şebekesi gibi konular üzerinde bir proje yok.

Geçmişte 90’lı yıllarda Saddam rejimi elektriği kestiğinde Türkiye, Dohuk iline belli bir miktar elektrik sağlıyordu. Bugün bile Irak’ta elektrik üretiminin olmayışı nedeniyle Musul’a bir miktar elektrik sağlanabilmiştir. Ancak bu genişletilebilir. Federal hükümet ile Ankara arasında su tedariki, petrolün yeniden başlama olasılığı, güvenlik konularında görüşmeler yapılıyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yakın zamanda Bağdat’ı ziyaretinde onlarca mutabakat zaptı mutabakat anlaşması imzalandı.

Bunların gerçekleşebileceğini umuyoruz çünkü bu mutabakat anlaşmalarından bazıları her iki ülkeye, bölge halkına ve bölgenin istikrarına fayda sağlıyor. Bu mutabakatların veya müzakerelerin daha da geliştirilerek daha sağlam ve somut bir hale getirilebileceğini umuyorum.

Kalkınma Yolu Projesi’nin önümüzdeki beş yıl için planlanan, özellikle de Irak’taki ulaşım ve dijital altyapının geliştirilmesine yönelik temel girişimlerini detaylandırabilir misiniz? Proje IKBY’yi de kapsıyor mu?

Bu fikir uzun süredir üzerinde düşünülüyor ve bunun Irak’ı ve ekonomisini canlandıracağına inanıyoruz. Irak bir yol ayrımında ve hem Doğu’dan Batı’ya hem de Güney’den Kuzey’e rotalar kullanılabilir ve Körfez Ülkelerinden büyük destek sağlanarak Avrupa pazarlarına kolay erişim sağlanabilir. Ve elbette Kızıldeniz’deki güncel sorunlar, güvenlik zafiyeti ve korsanlık nedeniyle bu, zaman ve maliyet tasarrufu ve kolay erişilebilirlik açısından bir alternatif olabilir.

IKBY de Kalkınma Yolu Projesinden Yararlanmalı

Doğal olarak Irak’ın büyük kasaba ve şehirlerini geçerek, Kerkük’ten Erbil’e, oradan Dohuk’a, oradan da Ovaköy üzerinden Türkiye’ye girerek federal hükümetle beraber bundan faydalanmamız gerektiğini tartışıyoruz. Ama ne yazık ki Bağdat’ta rotanın Kerkük’e değil, Musul’a bile kaydırılması yönünde fikirler gelişiyor. Plana göre Musul’un batısına, Dicle’nin batısına, oradan Suriye sınırına, oradan da Türkiye’ye yakın bir yere gitmeli.

Yani bu, 3,5 milyonluk büyük bir şehir olan, Irak’ın ticaret merkezi Musul’un yararlanamayacağı, bizim de yararlanamayacağımız bir proje olacağı anlamına geliyor. Dolayısıyla Güney’den Kuzey’e kadar projenin tüm Iraklılara, tüm bileşenlere fayda sağlaması gerektiğine inanıyoruz ve (onların) fikrine karşı çıkıyoruz. Bunu Bağdat’la, Erbil’le, Ankara’yla görüşmemiz, her bileşene, her bölgeye fayda sağlaması açısından hayati önem taşıyor. Bu rota inşa edilirken coğrafi, pratik ve teknik olarak IKB’yi marjinalleştirmek ve kenara itmek mümkün olmayacak.

Musul’un faydalanması gerekiyor. Bizim önerimiz rotanın Musul’un doğusunda, yani Dicle’nin doğusunda, Ninova ovalarının bir kısmına ve Hristiyan cemaatlerinin bir kısmına yakınlaşıp, daha sonra Duhok’un güneybatısına yaklaşması yönünde. Bu şekilde de rota Ovaköy’den Türkiye’ye girebilmekte. Dolayısıyla bu rota tartışılıyor ama doğru yapılırsa Irak’ın tüm bölge bileşenlerine ve Irak’ın tüm bölgelerine fayda sağlayacaktır. Proje siyasi odaklı olmamalıdır. Bu bölgedeki her bileşene fayda sağlayacak şekilde ekonomik kalkınma ve ekonominin canlandırılması niyetiyle hayata geçmelidir. Irak’ın savaştan sonra böyle bir şeye ihtiyacı var.

1980’den bu yana 44 yıldır dünyadan kopmuş olan Irak, sekiz yıldır İran’la savaş halinde. Daha sonra Kuveyt’i işgal etti ve ardından 13 yıl ambargoya maruz kaldı. 2003 yılında ise şu anki durum ortaya çıktı ve bu durum devam ediyor. Demek istediğim, bir milletin ömrünün 44 yılı her türlü gelişmeden kopuk kalamayacak kadar uzun bir süre. Irak’ın bu hayati ve önemli projeye ihtiyacı var ama bunun tüm Iraklılara faydası olması gerekiyor.

“PKK, Kürtlerin gündemine değil, başka amaçlara hizmet eden bir araç haline geldi”

IKBY, Irak hükümeti ve Türkiye arasında PKK’nın faaliyetlerine yönelik son dönemdeki güvenlik işbirlikleri veya diyalogları hakkında güncel bilgi verebilir misiniz? Hangi önlemler etkili oldu ve hangi sorunlar devam ediyor?

PKK ne yazık ki 1991’den bu yana bölgenin sorunu. Ve tabii ondan önce de 80’li yılların başından beri hem Türkiye’de hem de Suriye’de faaliyet gösteriyor. Sınır boyunca boş kalan alandan, özellikle de Kandil, Hakurk ve diğer bölgelerdeki daha zorlu arazilerden yararlandılar.

PKK, bağımsız “Birleşik Kürdistan”a hizmet ettiğini iddia ettiği rotadan uzaklaştı. Türkiye’de, Irak’ta, Suriye’de, İran’da olsun, Kürtlerin çıkarlarına hizmet etmeyen tamamen farklı bir şeye yönelmiş görünüyorlar. Dolayısıyla onların gündemi, Irak’taki diğer Kürt liderlerin veya siyasi partilerin gündeminden tamamen farklıdır.

PKK’nın Irak Kürdistan Bölgesi’nde (IKB) yerinin olmadığına inanıyoruz. Bu nedenle ülkenin kanunlarına saygı göstermeli, kendi insanlarımıza, yerleşimcilerimize, köylerimize, uzak bölgelerimize sorun yaratmamalılar. Uluslararası norm ve düzenlemeler uyarınca, komşu bir ülkede başka bir ülkenin güvenliğine ve çıkarlarına aykırı olarak faaliyet gösteren grupların bulunmasına izin verilmesi mümkün değildir.

IKBY’nin yerel Kürt halkının duyguları arasındaki hassas dengeyi ve PKK’ya karşı Türkiye ile işbirliği yapmanın jeopolitik gerekliliğini yönetmeye yönelik stratejileri neler?

Ne yazık ki PKK, Kürtlerin gündemine değil, başka amaçlara hizmet eden, başkalarının elinde ve çıkarlarına uygun bir araç haline geldi. Güvenlik meselesi Ankara ile Bağdat arasında tartışıldı; bunlardan biri de federal hükümetin vaat edilenleri ne ölçüde yerine getirebileceğiydi. Emin değilim. Çünkü PKK’nın yaklaşık 40 yıldır varlığı bu zorlu arazilerde, engebeli dağlarda mevcut ve federal hükümetin ne yapabileceği şüpheli.

Ama önemli olan Irak’ta, özellikle Sincar bölgesinde, Kerkük’e yakın bölgelerde, Germiyan’a yakın bölgelerde, Germiyan’ın güneyinde farklı isimler altında faaliyet gösteren PKK’nın bazı şubelerinin faaliyet göstermesine izin verilmemesidir. Yerel milis güçlerinin bir parçası olarak finanse edilmemeliler. Bunların dışarı atılmasına yönelik tedbirlerin alınması gerekiyor ve muhtemelen bunlarla mücadelenin ilk aşamasında bu yeterli olacaktır. Bunun dışında diğer normal ve doğal iletişim ile güvenlik iletişimi, ülkenin güvenlik ve istikrarının zedelenmemesini sağlamak için tüm komşu ülkeler arasında bilgi alışverişinde bulunmak ve çeşitli alanlarda işbirliği yapmak, bir zorunluluktur.

Kürt siyasetinde bölünme

Kürt siyasi ortamında, özellikle de farklı Kürt partileri arasındaki güç paylaşımı ve kaynak tahsisiyle ilgili olarak bölünmeyi çözmek için ne gibi adımlar atılıyor?

Her demokraside ve muhtemelen yeni doğmuş bir demokraside fikir ayrılıklarının olması çok normal diye düşünüyorum. Bütün siyasi partiler aynı şekilde düşünse oldukça monoton olur, fikir çeşitliliği bakımından gelişme eksikliği, yaklaşım eksikliği, projelerde gelişme eksikliği olur. Bu nedenle KBY’de siyasi partiler uzun süredir faaliyet göstermekte ancak demokrasi süreci nispeten yeni. Sürece uyum sağlamak biraz zaman alacak. Ancak 1992 yılından itibaren, 1991 göçünden yeni çıktığımız, seçmen kaydının olmadığı ve o dönem Irak’ta, özellikle bölgemizde demokrasi kültürünün olmadığı çok zor koşullar altında, seçime gittik. 1992’de ilk seçimleri yaptık. İlk parlamentomuzu, ilk hükümetimizi kurduk.

Evet, iç çatışmalarımız oldu, ancak eski rejime karşı muhalefet için güçlü bir temel oluşturmak üzere birlikte çalışmayı başardık ve 2003’teki rejim değişikliğine ve reformlar ile yeni anayasa da dahil olmak üzere Bağdat’taki büyük değişikliklere aracılık ettik.

Evet, güç birlikten gelir. Birlik olduk ama ne yazık ki bazı küçük parti çıkarlarının ana yoldan saptığı zamanlar olabiliyor. Maalesef bazı dış güçlerin bireyler veya siyasi partiler üzerindeki nüfuzunu artırabildiğini de söylemem gerekiyor. Bilerek ya da bilmeyerek asıl amaç ve hedeften sapan bir söylem söz konusu olabilir. Ancak bir koalisyon hükümetimiz var. Ana siyasi partiler olan Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ve Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) bu hükümetin ortağıdır ve öngörülebilir gelecekte de durum böyle olacaktır.

Muhalefetteki bazı siyasi partilerin aldıkları bazı tutumlar nedeniyle seçimler ertelendi. Herhangi bir seçim olduğunda ve belirli bir siyasi parti iyi performans göstermediğinde, seçim yasasını suçladılar. Yani seçim yasasında reform yapılması çağrısında bulunuyorlardı ki bu KDP tarafından aynı şekilde görülmedi ama sonuçta tüm partiler seçim yasasında reform yapılması gerektiği konusunda hemfikirdi ki durum da böyle oldu. Ancak süreç beklenenden uzun sürdü.

Bağdat merkezi hükümetiyle otorite çatışması

Seçimlerin iki yıl önce yapılması gerekiyordu, ama bu yıl bitmeden gerçekleşmesi hedefleniyor. Bizi çok üzen şeylerden biri de Bağdat’taki aslında yetkisiz olan federal mahkemenin, bölgesel parlamentodan Türkmenlere ve Hıristiyanlara kota getirilmesini öngören yasanın çıkarılması ve Federal Mahkeme tarafından kotanın 11 sandalyesinin iptal edilmesi.

Şu anda 100 sandalyeli bir parlamentomuz var, ya da 100 sandalyeli parlamento için seçim yapılacak ve bunun içinde Hıristiyanlarla Türkmenlerin beş sandalye için yarışabileceği beş kota olacak. Umuyorum ki, bu parlamento seçildikten sonra yeni parlamento, gelecek seçimler için Hıristiyanlar ve Türkmenler için kotayı yeniden tesis edecek yeni bir yasa çıkaracaktır.

Menfaat açısından evet, her siyasi partinin bir numaralı parti olma ve iktidarı ele geçirme menfaati vardır. Ama hiçbir parti bir numaralı parti olsa bile iktidar olamaz; IKB’deki eğilim veya siyasi iklim, 1992’den beri geçerli olan bir koalisyon hükümetinin olması gerektiği yönünde.

2024 bitmeden seçimler yapılacak

Yıl sonundan önce seçime gitmeyi hedefliyoruz. Siyasi anlaşmazlıklar son derece normaldir. Geçmişte ne zaman siyasi bir anlaşmazlık olsa, taraflar arasında silahlı çatışmalar gerçekleşiyordu. Ancak son 20 yılı aşkın süredir, çok ciddi siyasi anlaşmazlıklar yaşansa da her zaman dostane çözümlere ulaştıran müzakereler ve tartışmalar yaşandı. IKB halkının güvenliği, istikrarı ve çıkarları için olabilecek bir çözüme ulaşabileceğimize inanıyoruz.

IKBY yönetimi altında Türkmen toplumunun siyasi katılımını ve sosyal refahını artırmak için hangi spesifik girişimler sürüyor veya planlanıyor?

Türkmenler toplumumuzun önemli bir bileşenidir. 2003 ve 2004’te Bağdat’ta anayasa taslağı hazırlanırken Başkan Barzani’nin ekibindeydim. Türkmenlerin, Keldanilerin ve Süryanilerin haklarının anayasaya eklenmesi için baskı yapan Başkan Barzani ve bizdik. Pek çok kişi buna karşı çıktı ama Mesud Barzani bu konuda baskı kurdu ve biz de kota oluşturarak Türkmenlerin IKBY parlamentosunda yer almasını sağladık. Maalesef yakın zamanda bu kota federal mahkeme tarafından iptal edildi. Dolayısıyla Türkmenler de dahil olmak üzere bu topluluklara karşı tavrımız çok net. Onlar toplumumuzun bir parçası. Siyasi, kültürel ve ekonomik haklarından yararlanmalılar.

2009-2012 yılları arasında Milli Eğitim Bakanı olarak görev yaptım. Türkmence, Keldani dilinde, Arapça ve Kürtçe okullar açtık. Yani buradaki aileler çocuklarını bu okullardan herhangi birine gönderme seçeneğine sahip. Müfredatın tamamı Arapça, Kürtçe, Keldani veya Türkmence ve İngilizce’dir. İnsanlar bin yıldır bir arada yaşıyor ve yaşamaya devam edecek. Özellikle IKBY’de, Erbil’de, farklı kültür ve kökenden gelen kişiler arasında herhangi bir sorun ya da anlaşmazlık bulunmuyor. Vatandaşlık ve kanun önünde eşitlik herkes için geçerlidir.

Bunun yanı sıra kabinede bir Türkmen bakanın olması, parlamentoda Türkmenlerin olması, Türkmen eğitiminin olması bizim gurur duyduğumuz konulardır, hatta belki bunu geliştirebiliriz. Bu daha da ilerletilebilir ama eşit vatandaşlar olarak hepimiz kanun önünde eşitiz. Farklı etnik gruplar olarak hepimiz, farklı kültürlere ve farklı siyasi ideolojilere sahip farklı etnik kökenler olarak haklarımızdan yararlanmalıyız.

Irak İç Politikası

IKBY, Irak Parlamentosu’nda federalizm ve petrol gelirlerinin paylaşımı konusunda devam eden tartışmalarda Kürtlerin çıkarlarını nasıl savunuyor?

Yeni Irak’ın, özellikle de o dönemde IKB’de bulunan muhalefetin artık Bağdat’ta iktidarda olduğunu veya yönetici ve lider olduğunu hatırlamamız önemli. Yani biz KBY olarak onların iktidarı ele geçirmelerine yardımcı olduk ve Bağdat’taki Kürt liderler olarak, merhum (Celal) Talabani, Mesut Barzani ve diğerleri de dahil olmak üzere, Irak’ın federal demokratik, çoğulcu bir Irak temelinde yeniden inşasında etkili olduk.

2005 yılında onaylanan anayasa, mevcut olan en iyi belgedir. Ne yazık ki anayasanın pek çok maddesine uyulmadı ve anayasa uygulanmadı. Kanunen düzenlenmesi gereken onlarca madde var ama ne yazık ki düzenlenmedi. Federal meclisin üst meclisinin kurulması gerekiyor ama henüz kurulmadı. Kanun gereği federal mahkemenin kurulması gerekiyor. Dolayısıyla Irak’ın, Irak nüfusunun yüzde 85’inin oyuyla kabul edilen anayasaya dayalı yeni bir Irak olduğunu temin etmek için ele alınması gereken pek çok konu var.

Önümüzdeki seçim döngüsü için IKBY’nin öncelikleri nelerdir ve seçmenlerin yolsuzluk ve yönetişime ilişkin endişelerini nasıl gidermeyi planlıyorsunuz?

Sorunlarımız var. Maalesef bizim için mesele Bağdat’ta kimin başbakan olup olmadığıyla ilgili değil. Sistemle ya da sistemsizlikle alakalı bir durum. Bağdat, 2011 ve 2012’den beri illere ve bölgelere daha fazla yetki vereceği ademi merkeziyetçilik yerine merkezi bir otoriteye yöneliyor. Basra ve Anbar gibi bazı bölgeler KBY’ye benzer şekilde kendi bölgelerini kurma çağrısında bulundu ancak Bağdat buna izin vermekte isteksiz davrandı. Başka hiçbir bölgenin oluşmadığından emin olmak istiyorlar. Bağdat’taki bazı liderlerin aklında merkezileşme var; burada herkesin geri dönmesi ve anayasanın KBY’nin yasama, idare, yürütme, yargı, ekonomi, enerji ve petrol idaresi alanlarında verdiği yetkisini kısıtlaması gerektiği düşüncesi var.

Bunların hepsi ciddiyetle ele alınması gereken konulardır, özellikle de tartışmalı bölgelerin çözülmesi gereken 140. Maddesi… 2007 yılı sonunda hayata geçmesi gerekiyordu. Maalesef olmadı ve durum eskisinden daha da zor. Kerkük, Hanekin ve Sincar bölgelerini Araplaştırma ve daha fazla Arap aşiretini bölgeye getirme politikası devam ediyor.

Petrol ihracatı, öncelikli konu

Bu durum, bölgelerdeki hem Kürtleri hem de Türkmen topluluklarını etkiliyor. Başbakan Muhammed Şii Sabbar es-Sudani’nin mevcut hükümetinin kurulmasından önce, bir yol haritası belirlenmişti ve bu önceliklerin petrol ihracatı, bütçe meselesi gibi bekleyen bazı konulara dikkat edilmesi gerektiğine dair bir anlaşma imzalandı. Tabi maaşlar ve 140. Madde meselesi ve tüm Irak’ı ilgilendiren diğer konular… Ama ne yazık ki bunların hiçbiri yerine getirilmedi.

Başbakan Sudani’nin samimi olduğuna inanıyoruz, ancak ne yazık ki nihai kararları muhtemelen onu destekleyen siyasi partiler veriyor. Yine de mevcut hükümetin hayatta kalmasını ve daha fazla istikrara getirmesini sağlamak için Bağdat’la birlikte çalışıyoruz.

IKBY bölgesinin öncelikli hedefi, halkımızın anayasada belirtilen haklarına saygı gösterilmesini ve yerine getirilmesini sağlamaktır. Evet, sahip olduğumuz ve uyguladığımız belirli yetki alanları, belirli statüler var ama Bağdat’ta belirli otoritelere veya çevrelere üstünlük verilirse bunu baltalayacaklarını ve ortadan kaldıracaklarını düşünüyoruz.

Daha yakın zamanlarda, son bir veya iki yıldır, federal mahkemeyi otoritemizi baltalamak için kullanıyorlar. Bunun yanında devlet içinde devletler de var. Bazı kanunsuz milis güçleri, özellikle dört yıl önce Bağdat ile Erbil arasında insanları, yerinden edilmiş kişileri evlerine dönmeye teşvik etmek amacıyla bir anlaşmanın imzalandığı Sincar bölgesinde, meseleyi kontrollerinde tutuyor. Ancak ne yazık ki bölgede bu milislerin ve bazı PKK yanlısı unsurların varlığı nedeniyle 200 binin üzerinde insan evlerine dönemiyor. Bunlar Bağdat’la ciddi şekilde konuşmamız gereken konular. Bu konuların bir kısmı Başbakan Sudani ile konuşuldu, bir kısmı da iyi bir şekilde ele alındı ​​ancak bu biraz zaman alacak bir süreç.

Aramızda samimiyet ve güven olmalı. Maalesef bazen tartışmalar bir gruptan diğerine, teknik gruplardan siyasi gruplara, siyasi gruplardan hukuki gruplara aktarılıyor. Sonuçsuz bir döngü içinde dönüp duruyor. Ama biz müzakerelerimize devam edeceğiz. Söylediğim gibi biz Başbakan Sudani’ye güveniyoruz ve onu desteklemeye devam edeceğiz.

Çin’in Ortadoğu’daki Etkisi

Çin’in Kuşak ve Yol İnisiyatifi gibi projeler aracılığıyla Orta Doğu’da büyüyen ekonomik varlığı göz önüne alındığında, IKBY ile Çinli firmalar arasında özellikle altyapı veya enerji gibi sektörlerde devam eden müzakereleri veya anlaşmaları değerlendirebilir misiniz?

Çin’in Erbil’de başkonsolosluğu bulunuyor. Şu anda P5 ülkeleri dahil 26 diplomatik misyonumuz var. Burada varlıkları var ve BM kuruluşlarının da KRI bölgesinde varlığı bulunuyor. Hepsiyle iyi ilişkilerimiz var ve Irak anayasası uyarınca uluslararası ilişkiler kurma hakkına sahibiz. Bunu çeşitli ülkelerle yapıyoruz ve daha da genişletmeyi planlıyoruz.

Evet, Çin ile iyi bir iletişim ve istikrarlı bir ilişkimiz var. Elbette her ülkenin kendi çıkarı var ve Çin büyük bir güç, küresel bir güç. Bu bölgede, Afrika’da, Orta Doğu’da ekonomik çıkarlar var. Özellikle altyapısını yeniden inşa etmeye çalışan Irak’ta ve tabii ki doğudan batıya, Irak üzerinden geçecek ekonomik veya kalkınma rotası da artık gündemde. Bu büyük projelerin, mega projelerin bir kısmı federal Irak’la ilgili; KBY bölgesini kapsamıyor.

Ancak Irak’ta böyle mega projelerin gerçekleşmesi bölgemizin çıkarına olur. Şu anda IKB’yi doğrudan kesecek ve doğrudan etkileyecek olan güneyden kuzeye uzanan bir kalkınma rotası bulunuyor.

Çin ile istikrarlı bir ekonomik ilişki var; IKB ve Irak’tan birçok iş adamı, malzeme, emtia ve ürünlerini Çin’den alıyor ve diğer birçok ülke gibi Irak’ta da pazar Çin ürünleriyle dolu. Güneyde petrol sektöründe, altyapıda ve daha birçok alanda Çinli şirketler KBY ile temas halinde.

Çoğunlukla petrol şirketlerine hizmet veren şirketlerle ilgileniyorlar. Herhangi bir yatırıma doğrudan dahil değiller. Ancak iyi ve istikrarlı bir ilişki var. Her milletle, her ülkeyle iyi dostane ilişkiler sürdürmek politikalarımızdan biridir. Ve elbette bu anlayıştayız.

IKBY, iki güç arasındaki jeopolitik rekabeti göz önünde bulundurarak hem ABD hem de Çin ile ekonomik ilişkilerini nasıl dengelemeyi planlıyor?

Bu bölge 1991’den bu yana, yine IŞİD’e karşı savaş sırasında Batılı dostlarımız tarafından koruma altına alındı. Bize yardım eden Batılı ülkelerdi, uluslararası koalisyondu. Dolayısıyla biriyle diğeri arasında paralellik kurmaya çalışmıyoruz. Bizim konumumuz herkesle iyi ilişkiler sürdürmektir.

Ama tabii ki bize katkıda bulunanlar, daha çok destek verenler, elbette farklı bir konumdalar, varlıkları ve etkileri daha fazla görünüyor. Sahadaki gerçek budur.

ABD’nin Irak’taki askeri varlığını azaltmasıyla birlikte IKBY, isyancı gruplardan veya komşu devlet etkilerinden kaynaklanan artan tehditleri azaltmak için güvenlik stratejisini nasıl düzenliyor?

Açıkçası, Amerika Birleşik Devletleri’nin, Batı dünyasının ve diğer devletlerin bu konuda kısa, orta ve uzun vadeli çıkarları var. ABD, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından ve 1991’deki Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra, ister Körfez ülkelerinde, ister bizim bölgemizde olsun, bu bölgede kalıcı bir varlığa sahip oldu. 1991’deki göçün ardından, güneyde Şiilerin, kuzeyde Kürtlerin ayaklanmalarının zayıflaması, savaş sonrası ve Saddam rejiminin Kürtlere yönelik misillemeleri; 2 milyondan fazla insanın şehir, kasaba ve köylerden Türkiye ve İran sınırlarına kaçması… Bu, kitlesel göç veya milyonların göçü olarak bilinen olaya yol açtı ve bu da Irak rejimini halkına yönelik baskısına son vermeye çağırmak amacıyla Güvenlik Konseyi’nin 688 sayılı Kararının kabul edilmesini sağladı.

Önce güvenli bölge, sonra da 36. paralelde Uçuşa Yasak Bölge oluşturuldu. Bu bölge öncelikle ABD tarafından, Fransa ve İngiltere’nin desteği ve katılımıyla ve Türkiye’deki İncirlik üssüyle korunuyordu. Zaho’da Askeri Koordinasyon Merkezi (AKM) adında bir ofis vardı ve bu dört ülkenin (Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye, Fransa ve İngiltere) kilit ofisleri bulunuyordu.

Bu girişim, bölgede istikrarı korudu ve rejimin halka karşı aksiyon almamasını sağladı; bu da, Irak’a yönelik uluslararası yaptırımlara ve Bağdat’ın IKB’ye yönelik yaptırımlarına da katlanmak zorunda olmamıza rağmen, Mayıs 1992’de IKB’de ilk seçimlerin yapılmasının önünü açtı.

Zaman zaman komşularla sınırlar katılaştırıldı. Ama 2003 yılına kadar ayakta kalmayı başardık. Yani bu 12-13 yıl boyunca bu bölge zaten ABD’nin gözetimi altındaydı. 2003 yılında IKB ve onun siyasi liderliği, Irak’taki rejim değişikliklerinin kilit parçası haline geldi ve ABD güçleri ile koalisyon ortaklarının Irak’taki varlığı, ülkeyi yeniden inşa ederek büyük değişiklikler yaptı. IKBY ülkenin yapısının, askeri, idari ve siyasi sisteminin yeniden inşasında ve 2005 yılında onaylanan yeni bir anayasaya doğru ilerlemede etkili oldu. Böylece idari, sosyal ve politik olarak kalkınmanın, ekonomik, demokratik ilerlemenin, gelişmenin ışığı olduk. Bu, uluslararası dostlarımız tarafından desteklendi ve teşvik edildi.

“IŞİD tehdidi hâlâ sürüyor”

Özellikle 2011 yılında yeni kurulan Irak federal ordusunun ülkede güvenlik ve istikrarı sağlayabilecek kapasitede olduğunun görülmesi üzerine koalisyon ayrıldı. O zamanlar ülke henüz hazır olmadığı için gitmelerinin erken olduğunu hissediyorduk.

Ne yazık ki bu iddia doğruydu çünkü üç yıl sonra, 2014’te IŞİD sahneye çıktı ve Irak topraklarının üçte birini kontrol etmeyi başardı, federal hükümet ve Başbakan Maliki’yi ABD liderliğinde uluslararası bir koalisyonun Irak’a geri dönmesi için çağrısı yapmak zorunda bıraktı.

Bu güçler, 2014’ten beri Irak güçlerine ve ayrıca Peşmerge’ye IŞİD’le mücadelede yardımcı olmak üzere üç yılı aşkın bir süredir Irak’a geri dönüyor. Bu ortaklaşa yapıldı, hilafet yıkıldı ama IŞİD tehlikesi hala devam ediyor. IŞİD’in ortaya çıkmasına neden olan nedenler hala mevcut. Pek çok insan hâlâ ülke içinde yerinden edilmiş durumda. Evlerinden sürülürler. Pek çok insan ülkeden kaçıp göç etti. Ekonomik durum hâlâ çok kötü. Dolayısıyla sebepler hala ortada. Ve pek çok insan, özellikle de Ezidiler, Türkmenler, Hıristiyanlar, Şabaklar, Kakailer, Sabeanlar, Mandaeanlar ve hatta birçok bölgedeki Sünniler gibi kendilerini çok savunmasız hisseden daha küçük topluluklar var.

“Uluslararası varlık şart”

IKBY, Kürt bölgelerinde istikrarı sürdürmek için kalan ABD güçlerinden veya diğer uluslararası ortaklardan ne gibi spesifik güvenceler veya destek istedi?

Uluslararası varlığın bir gereklilik olduğuna dair genel bir inanç var. Durumun normale dönmesi ve IŞİD tehdidinin tamamen ortadan kaldırılması şart. Müzakereler ve görüşmeler oldu ve Mustafa el-Kazımi’nin eski hükümeti, yaklaşık üç veya dört yıl önce, Irak’ta başta Amerikalılar olmak üzere gelecekteki koalisyon güçlerinin varlığını yeniden yapılandırmak için stratejik diyalog adı verilen adıma girişti.

Sadece askeri bir varlık değil, çok boyutlu bir varlık olacak. Başka bir deyişle, ABD ile Irak’ın gelecekteki ilişkisi sosyal, siyasi, ekonomik, endüstriyel, enerji, finans ve güvenlik boyutlarına dayanacak. Dolayısıyla bu konuda tartışmalar oldu. Yakın zamanda Başbakan Sudani Washington’dayken ben de onun heyetindeydim. Irak’ın gelecekteki ilişkilerinin nasıl olacağına dair çeşitli konu ve alanları tartışmak üzere kurulan farklı komiteler etrafında tartışmalar gelişti.

Çerçeve belirlendi ancak daha fazla müzakereye ihtiyaç var. Temmuz ayında, komitelerin bu konuları ve gelecekteki ilişkiler ve işbirliği alanları hakkında daha fazla müzakere etmesini sağlamak için bu konularda daha fazla görüşme gerçekleşeceğine inanıyorum.

Temelde bizim savunduğumuz amaç ve hedef budur ve yakın gelecekte Irak’ta koalisyon güçlerine ihtiyaç olduğunu hissediyoruz. IŞİD’le mücadelenin önceki askeri varlığına göre yapısı ve formatı değişebilir ama kesinlikle yeni bir yapıya, ikili ilişkilerde yeni bir çerçeveye ihtiyaç var.

Bazı uzmanlar ABD’nin çekilmeyeceğini, aksine varlığını artıracağını söylüyor. Ortaklarınız bu konuda size ne söylüyor?

Varlığın artması bölgedeki gelişmelere bağlı. Bildiğiniz gibi Rusya ile Ukrayna arasındaki sorun veya çatışma beklenmedik bir gelişmeydi. Gazze’de gelişen durum ve elbette Kızıldeniz’deki Husiler ve bu koşullar altında çatışmayı ve şiddeti teşvik eden bölgedeki diğer vekiller, ABD güvenliğinin risk altında olduğunu düşündürüyor.

“(Amerikalıların) gelecekteki varlıkları hakkında yeniden değerlendirme yapılabilir”

ABD’nin varlığı ve çıkarları tehdit ediliyor. Dolayısıyla varlıklarını artırıp artırmayacaklarına onların (ABD) karar vermesi gerekiyor. Ama elbette ortaya çıkan bu durumlar, masada değildi. Dolayısıyla gelecekteki bazı mevcudiyet hakkında yeniden değerlendirmeler yapılabilir. Ve elbette, günümüzün mevcut teknolojisi ile daha fazla personele ihtiyaç duyulmayabilir. Başka varlık biçimleri de öngörülebilir. Yani temelde Amerika Birleşik Devletleri’ndeki durum budur. Koalisyon güçlerinin federal hükümet ile ABD arasında mutabakata varılan çerçeve içerisinde kalmasını elbette istiyoruz.

Onların varlığı önemli. (ABD) güvenliği ve istikrarı sağlamıştır, devamı da şarttır. Dolayısıyla bunu daha fazla tartışmamız gerekiyor, biz de bu müzakerenin bir parçasıyız ve herkesin kabul edebileceği bir çerçeve ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Sonuçta bu Irak’ın çıkarına, Irak’ın güvenliğine, Irak’ın istikrarına olacaktır ve Irak’ın istikrarı tüm Ortadoğu’nun istikrarı demektir.

İran ve Gazze…

İran Cumhurbaşkanı Reisi ve Dışişleri Bakanı Abdullahiyan’ın vefatını nasıl değerlendiriyorsunuz? Olaydan sonra dış politikada herhangi bir değişiklik bekliyor musunuz?

İran’da yaşanan kaza ve cumhurbaşkanı ile dışişleri bakanının hayatını kaybetmesi, talihsiz bir kazaydı. Bunun İran’da büyük değişiklikler yaratacağına inanmıyoruz. İran’ın sistemi öyle ki, maalesef 80’li yılların başından itibaren liderler ya da üst düzey liderler bu tür kazalara karışıyor.

Tek bir bombalı saldırıda onlarca önemli lider suikasta kurban gitti veya öldürüldü. 70’in üzerinde önemli lider öldürüldü, ancak ülke işlemeye devam etti.

Dolayısıyla İran’la ilişkilerimizi geliştirmeye devam edeceğiz. Evet, geçtiğimiz aylarda bazı üzücü deneyimler yaşadık. Ancak bu kazadan birkaç hafta önce Cumhurbaşkanımız Neçirvan Barzani’nin Tahran’a yaptığı ziyaretten sonra işler rayına oturdu.

Kazanın ardından aralarında IKBY cumhurbaşkanı ve başbakanının da bulunduğu üst düzey bir heyet cenaze töreni için İran’a gitti. Geçen hafta mevcut dışişleri bakanı ya da dışişleri bakanı vekili bizi ziyaret etti. Komşu olarak saygı ve karşılıklı çıkara dayalı ilişkilerimizi geliştirmeye devam edeceğiz.

Evet, iyi ve istikrarlı ilişkilere sahip olmak hepimiz için bir zorunluluktur ama elbette savunduğumuz şeye de saygı duymalıyız ve üzerimize dayatılacak baskıları kabul edemeyiz. Halklarımızın menfaati, bölgenin istikrarı ve güvenliği için birlikte çalışabiliriz. Bu, baskı ve güç yoluyla değil, müzakere ve anlayış yoluyla yapılabilir.

IKBY, Gazze ihtilafının Orta Doğu barış süreci üzerinde nasıl bir etkisi olacağını öngörüyor ve bu, IKBY’nin bölgedeki diplomatik duruşuyla nasıl örtüşüyor?

Gazze’de bir insanlık dramı yaşanması, on binlerce insanın ölmesi, yüz binlercesinin kendi ülkelerinde yerinden edilmiş olması çok üzücü. Bu insanlık trajedisini görmek çok üzücü. Uluslararası toplum bu çatışmanın sona ermesini sağlamayı onlara borçlu.

Bir çözüm var. Bir yol haritası var. Kabul edilmesi ve uygulanması gereken uluslararası kabul görmüş bir çözüm var. İnsan vicdanının bu açgözlülükleri ve çatışmaları aşacağını yürekten umuyoruz. Savaş tacirleri, hangi taraftan olursa olsun, özellikle Hamas’ın İsrail’e yönelik başlattığı ve masum insanları katleden saldırılardan dolayı kınanmalıdır.

Ancak tepkiler ve gerçekleştirilen sert eylemler de duruma yardımcı olmuyor. Aslında durumu daha da kızıştırdı. Bu çatışmanın sona ermesi için uluslararası toplumun daha fazla harekete geçmesi ve şu ana kadar olduğundan daha fazla meşgul olması gerekiyor. Bir dalgalanma etkisi yarattı. Kaybolan bu canları görmek insan vicdanını derinden etkiledi. Dolayısıyla hepimiz bu çatışmanın bir an önce sona ermesini insanlığa borçluyuz.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English