Bizi Takip Edin

AMERİKA

ABD seçimlerine dair bilinmesi gerekenler: Başkan ve Kongre üyeleri nasıl seçiliyor?

Yayınlanma

5 Kasım’da, tüm dünyada büyük bir ilgiyle beklenen ABD başkanlık seçimleri yapılacak. Siyasetçiler ve uzmanlar, bugünün yalnızca Amerika’nın değil, tüm dünya düzeninin geleceğini etkileyeceğine inanıyor. Ancak seçim günü, bu uzun soluklu seçim sürecinin yalnızca bir aşaması; hatta sürecin sonu bile değil.

ABD’de başkanlık seçimleri, kasım ayının ilk salı günü yapılan ana oylamanın çok öncesinde başlıyor ve oylar sayıldıktan sonra bile aylarca sürebilen bir süreç.

ABD’de başkanlık seçimlerinin dolaylı bir seçim olduğu bilinir: 538 üyeden oluşan Seçiciler Kurulu’nda yüzde 50’den fazla oy alan, yani en az 270 oya ulaşan aday Beyaz Saray’ın başına geçer. Bu sistem, halk oyuyla kazananın başkan olmasını şart koşmaz.

“Dolaylı seçim” terimi kafa karışıklığına yol açabilir ve sanki ABD vatandaşları sürecin dışında bırakılmış gibi görünebilir. Fakat gerçekte, Amerikalılar bu sürecin doğrudan içinde. Başkanlık yarışı, Demokrat ve Cumhuriyetçi partilerin ön seçimleriyle ocak veya şubat ayı gibi erken bir tarihte başlar.

Bu dönemde, Oval Ofis’e talip politikacılar, partilerinin desteğini kazanmak için yarışır. Her eyalette yapılan bu ön seçimlerde Amerikalılar, ülkenin iki büyük partisinin başkan adaylarını doğrudan belirleme sürecine katılır.

Ancak bu sistem her zaman böyle değildi. 20. yüzyılın başlarına kadar, Demokrat ve Cumhuriyetçi partilerin başkan adaylarını belirleme kararı doğrudan parti liderliğine aitti.

Adayların resmen açıklandığı ulusal kongreler, parti içi büyük rekabetlerin yaşandığı siyasi savaşlara sahne olurdu. Yüzde 100 halk katılımıyla yapılan ön seçimlerin 1970’lerde neredeyse tüm eyaletlerde yaygınlaşmasıyla, bu sistem bugünkü şeklini aldı.

Ön seçimlerde en sert rekabet, görevdeki başkanın iki dönem görev yapmış ve yeniden aday olma hakkını kaybetmiş olduğu yıllarda yaşanır. Örneğin, 2016’da pek çok siyasetçi başkanlık hırsıyla ortaya çıkarak partilerinin desteğini almak için yoğun bir mücadele vermişti. Görevdeki başkanın yeniden aday olduğu yıllarda ise en çok ilgi, muhalefetin ön seçimlerine odaklanır. Bu durumda, muhalefetin adayları, seçmenlere kendilerinin başkanı devirebilecek kişi olduğuna ikna etmeye çalışır.

2024 yılı ön seçimleri, bu rekabetin farklı bir versiyonunu sundu. Demokrat Parti, Joe Biden’ı ikinci dönem aday gösterirken, Cumhuriyetçilerde ise eski Başkan Donald Trump öne çıktı. Trump, parti içindeki gücü sayesinde diğer adayları hızlıca saf dışı bıraktı.

Bu yılın ön seçimlerinde, temmuz sonunda Demokratlar sürpriz bir değişiklik yaparak, Başkan Yardımcısı Kamala Harris’i aday gösterdi. Joe Biden’ın sağlık durumu ve yaşı nedeniyle seçimi kazanamayacağı endişesiyle yapılan bu hamle, Demokrat seçmenlerin desteğini büyük ölçüde kazandı.

Sonuç olarak, görevdeki Başkan Yardımcısı Harris ve eski Başkan Trump, 5 Kasım’da kıyasıya bir final mücadelesine girişecek.

2024’te rekor erken katılım

2024 seçimlerinde dikkat çeken bir diğer nokta ise rekor düzeyde erken oylama katılımı oldu. Koronavirüs pandemisi sırasında, 2020’de yüzde 66’sı erken oy kullanarak bir rekora imza atmıştı. Bu yıl, daha fazla Amerikalı seçmenin sandık başına gitmesi bekleniyor.

1 Kasım itibariyle, 66 milyon kişi oyunu kullanmış durumda ve bunların yüzde 53‘ü şahsen, yüzde 47’si ise posta yoluyla oy kullandı. Bu rakam, 2020 seçimlerinde 154 milyon seçmenin katılım gösterdiği rekor oranının yüzde 40’ını temsil ediyor.

Erken oylamada, başkanlık yarışının sonucunu belirleyebilecek kritik eyaletlerdeki yüksek katılım da dikkat çekiyor. Bu eyaletlerdeki seçmenlerin yoğun katılımı, seçim sonuçları hakkında ipucu arayan stratejistlerin ve uzmanların ilgisini çekiyor.

Salıncak eyaletler

ABD’deki başkanlık seçimleri dolaylı bir seçim sistemine dayanır ve bunun en doğrudan sonucu “salıncak eyaletler” olgusu. ABD’nin kurucu babaları, ülkenin ilk federasyon yapısını oluştururken, her eyaletin yönetim belirleme sürecinde özel bir rol oynaması gerektiği konusunda hemfikirdi.

Böylelikle hem küçük eyaletlerin seçim sonucuna etki edebilmesi sağlanmış hem de büyük eyaletlerin baskın iradesinin diğer eyaletleri gölgede bırakmasının önüne geçildi.

Bu kapsamda Seçiciler Kurulu tasarlandı ve 538 üyeden oluşan bu organ, eyaletlerin ABD Kongresi’ndeki temsil oranına göre belirli sayıda seçmenden oluşuyor. Temsilciler Meclisi’ndeki sandalye sayısı eyalet nüfusuna göre dağıtılırken, Senato’da her eyalete iki sandalye verilerek bu oran dengelendi. Örneğin, Kaliforniya 54 seçmene sahipken, Alaska sadece 3 seçmenle temsil ediliyor. Columbia’da ise 3 seçmen hakkı tanınıyor.

Seçmenlerin, eyaletlerinde hangi adaya oy vereceği halk oylaması ile belirlenir. Çoğu eyalette “kazanan hepsini alır” ilkesi uygulanır; bu da bir adayın, eyalet halk oylamasını kazanması halinde tüm seçmen oylarını aldığı anlamına gelir.

Fakat Maine ve Nebraska gibi eyaletlerde daha orantılı bir sistem mevcut. Seçim sonuçlarının öngörülemez olduğu ve her iki adayın oy farkını kapatma mücadelesi verdiği bu kararsız eyaletlerde, başkanlık yarışının kaderi belirlenir. 2024 yılı itibariyle Wisconsin, Michigan, Pennsylvania, Georgia, Kuzey Carolina, Arizona ve Nevada gibi eyaletler bu kritik konumda yer alıyor.

ABD seçimlerinin karmaşıklığı yalnızca oy verme günü ile sınırlı değil. Oy sayımı tamamlandığında, hangi adayın önde olduğu genel hatlarıyla netleşse de Seçiciler Kurulu yaklaşık bir buçuk ay sonra, 17 Aralık’ta toplanarak oylama yapar. Bu süreçte, eyaletlerin seçmenleri yasal olarak halk oylamasını kazanan adaya oy vermeye zorlanmaz; yanlış oyu kullanan seçmenler ise en fazla 1000 dolar cezaya tabi tutulur.

Fakat bu tür durumlar çok nadir ve Seçiciler Kurulu halk iradesine saygı gösterir. Örneğin, 2016 seçimlerinde “yanlış” oy kullanan yalnızca on civarında seçmen vardı ve sonuç üzerinde bir etkisi olmadı.

Seçim süreci burada da sona ermez. 6 Ocak’ta Kongre’de, başkanlık yarışının resmi olarak onaylandığı bir oturum düzenlenir ve yeni başkan ile başkan yardımcısının görevi devralması 20 Ocak’ta yemin töreni ile gerçekleşir.

Seçim sonuçları çoğu kez çarşamba sabahı netleşir ve Seçiciler Kurulu oylaması ya da Kongre onayı formalite haline gelir. Ancak bazı yıllarda, yarışın son ana kadar devam ettiği ve seçim sonucunun belirsiz kaldığı dönemler yaşanmıştı.

Seçim dönemlerinde en büyük sorunlardan biri oy pusulalarının işlenmesi aşamasında yaşanır; özellikle kararsız eyaletlerdeki yarışlarda başkanlık sonucunu belirlemek için yalnızca birkaç yüz oy yeterli olabilir.

Demokrat Al Gore’un Cumhuriyetçi George W. Bush Jr. ile başkanlık yarışı verdiği 2000 seçimleri, ABD’nin seçim sisteminin karmaşıklığını gözler önüne seren tarihi bir örnek.

Ulusal düzeyde Gore, Bush’tan yarım milyon fazla oy alarak zafer ilan etmeye hazırlanırken, seçim sonucu nihai olarak Seçiciler Kurulu’na bağlı olduğu için Florida’daki oylar belirleyici oldu. Florida’da, yaklaşık 6 milyon oy kullanılmış, ancak bu oyların sadece 1784’ü rakipleri ayırmıştı.

Al Gore, sonucu kabul etmeyerek yasaların gerektirdiği şekilde yeniden sayım talep etti. İlk yeniden sayım sonucunda Bay Bush’un farkı 900 oy pusulasına düştü. Bu durum karşısında Demokratlar, Florida’da yoğun bir yeniden sayım ve mahkeme süreci başlattı.

Bir sonraki turda Cumhuriyetçilerin avantajı 327 oya kadar geriledi. Fakat 12 Aralık’ta ABD Yüksek Mahkemesi, beşe karşı dört oyla yeniden sayımın durdurulmasına ve Bay Bush’un zaferinin kesinleşmesine karar verdi. Bu kararla birlikte, 2000 başkanlık seçimlerinin kaderi yalnızca 537 Amerikalının oyu ile tayin edilmiş oldu.

Al Gore’un, direnmeye devam etmesi için pek çok gerekçesi olmasına rağmen, 13 Aralık’ta seçimi kaybettiğini kabul etti ve “Amerika’nın partiler üstü bir değer” olduğunu ifade etti. 6 Ocak 2001’de seçim sonuçları Kongre’de onaylanırken, Temsilciler Meclisi’nden yaklaşık yirmi üye Florida sonuçlarına itiraz etse de oturumu yöneten Al Gore, tüm itirazları geri çevirdi ve Bush’un zaferini resmen kabul etti.

Donald Trump ve 2020 seçimlerinin yansımaları

ABD seçimlerinin süreci yalnızca seçim gününde sonuçlanmayabiliyor. 2020 başkanlık seçimleri de buna örnek bir vaka olarak dikkat çekiyor. Koronavirüs salgını nedeniyle pek çok seçmen oylarını posta yoluyla kullandı; bu oyların sayım süreci uzun sürdüğü için, örneğin kararsız eyaletlerden Pennsylvania’da seçim sonucunu ilan etmek dört gün sürdü.

Sonunda zaferini ilan eden, dört yıl önce Beyaz Saray’a çıkan Demokrat Joe Biden oldu. Ancak Donald Trump, yenilgiyi kabul etmeyerek “çalınmış seçim” iddialarını gündeme getirdi ve hâlâ bu iddialarını sürdürüyor. Trump’ın 2020’deki tutumu, ABD başkanlık seçimlerinin seçim günü bitmeyebileceğinin en çarpıcı örneği olarak kayıtlara geçti.

Ancak yılın en büyük skandalı, Pennsylvania’da değil, Demokratların Cumhuriyetçilere 13.500 oy fark attığı Georgia‘da patlak verdi. Eyalet Dışişleri Bakanı Brad Raffensperger elle yeniden sayım yapılmasını emretti ve sonuç olarak Biden‘ın farkı 12 bin 200 oya düştü.

Mesele burada da kapanmadı; yeniden sayımlar devam etti ve Demokratların zaferi ancak 7 Aralık’ta 11 bin 779 oy farkla onaylandı. Buna rağmen, dönemin başkanı Donald Trump, ocak ayında Raffensperger’i arayarak kendi lehine “11 bin 780 oy bulmasını” istedi. Raffensperger bu talebi reddettiğinde, Trump onu yasal sonuçlarla tehdit etti. Bu tür girişimler sonunda Trump hakkında federal bir ceza davası açılmasına yol açtı ve dava hala devam ediyor.

2020 seçimlerinin doruk noktası ise 6 Ocak 2021’de, Trump’ın mitinginden çıkan öfkeli bir kalabalığın seçim sonuçlarının onaylandığı sırada Kongre Binası’nı basması oldu.

Trump’ın başkan yardımcısı Mike Pence‘ten seçim sonuçlarını onaylamamasını, böylece Joe Biden’ın zaferini engellemesini istediği biliniyor. Ancak Pence, bu sürecin törensel olduğunu ve sonuçları değiştirme yetkisinin olmadığını belirterek Trump’a karşı çıktı.

O zamandan beri eski dostlar düşman oldu; muhafazakâr görüşleriyle tanınan Pence, Amerika’nın bir daha asla Donald Trump tarafından yönetilmemesi gerektiğini defalarca vurguladı. Ancak Joe Biden veya Kamala Harris’e açık bir destek sunmaktan kaçındı.

Kadınlar sola, erkekler sağa

2020 kampanyasının yarattığı yoğun atmosfer, Amerikalıların gündeminde derin bir etki bıraktı. Scripps News/Ipsos tarafından kısa süre önce yapılan ankete göre, Amerikalıların yüzde 62’si seçim sonrasında ülkede bir şiddet dalgası yaşanabileceğini düşünüyor.

Demokratların yüzde 70’i ve Cumhuriyetçilerin yüzde 59’u bu kaygıyı paylaşırken, Amerikalıların yüzde 51’i seçim sonrası olası huzursuzlukları önlemek için ordunun kullanılmasını destekliyor.

Aynı ankete göre, Amerikalılar olası bir şiddet ortamından uzak durmak istiyor. ABD vatandaşlarının dörtte üçü, kendi adayları kaybetse dahi seçim sonuçlarını kabul etmeye hazır olduklarını belirtti. Bu oran Demokratlar arasında yüzde 85, Cumhuriyetçilerde ise yüzde 77 olarak kaydedildi.

Her iki partinin temsilcileri de Kongre’de huzursuzluk çıkmasından endişe ediyor. Demokratlar, yenilgi halinde Trump’ın seçimlerin çalındığını iddia ederek halkı tahrik edebileceğinden korkuyor. Cumhuriyetçiler ise Trump’ın kazanması durumunda, sol eğilimli seçmenlerin şiddet olaylarına başvurabileceğinden endişe duyuyor.

Trump’a yönelik iki suikast girişiminin gerçekleştiği ve bu saldırılardan birinin Trump’ı neredeyse ciddi şekilde yaralayacağı düşünüldüğünde, bu korkular yersiz görünmüyor.

ABD federal hükümeti, 6 Ocak’taki Kongre oturumu sırasında Washington’daki güvenlik seviyesini en üst düzeye çıkarmaya karar verdi. Bu tören, Amerikan futbolu şampiyonası Super Bowl finali ve BM Genel Kurulu haftası gibi en yüksek güvenlik önemleriyle aynı seviyeye taşındı. Kongre toplantısı, “özel bir ulusal güvenlik etkinliği” olarak sınıflandırılacak.

Şimdiden çeşitli kurumlar, ocak ayında yapılacak bu toplantıya yoğun hazırlıklar yapıyor. Kongre Polisi kısa süre önce, üç helikopterin bina dışına iniş yaptığı bir “yaralı tahliye tatbikatı” gerçekleştirdi. Kolluk kuvvetleri bu tür önlemler için her türlü haklı sebebe sahip.

Sorun sadece, geçmişte olduğu gibi Al Gore’un “partiden önce Amerika” anlayışını desteklemeyen Trump’ın yeniden aday olması değil. Aynı zamanda, Amerikan toplumunun 2024’e kadar benzeri görülmemiş bir kutuplaşma içinde olması da dikkat çekiyor.

Bir yandan, tarih boyunca geleneksel olarak iki siyasi gücün hâkim olduğu ve 19. yüzyılın ortalarındaki İç Savaş’tan sonra Demokrat ve Cumhuriyetçi partilere dönüşen ABD’deki bu ayrışma oldukça olağan sayılabilir.

Fakat, uzmanlar modern Amerika’nın temel sorununu toplumun bölünmesinden ziyade kutuplaşmanın derinleşmesi olarak görüyor. Son yıllarda, her iki partinin de aşırı uçları ciddi şekilde güçlenmiş ve bir zamanlar marjinal ve radikal olarak görülen fikirler artık siyasi yelpazenin her iki tarafında da ana akım hale geldi.

2024 kampanyasının bir başka önemli özelliği, seçmenler arasındaki cinsiyet farkının tarihsel olarak yüksek olması. USA TODAY ve Suffolk Üniversitesi tarafından seçimlerden kısa bir süre önce yapılan bir ankete göre, Kamala Harris, kadın desteğinde Donald Trump’a yüzde 53’e yüzde 36 gibi büyük bir üstünlük sağladı. Cumhuriyetçiler ise erkek seçmenler arasında yüzde 53’e karşı yüzde 37 oranında benzer bir avantaj elde etti. Bu farkın seçim gününe yansıması durumunda, bu tür verilerin tutulmaya başlandığı 1980 yılından bu yana bir rekor kırılması muhtemel olacak.

Örneğin, 2020’de Joe Biden, kadınların yüzde 57’sinin desteğini alırken, Trump kadın seçmenlerin yüzde 42’sini kazanmıştı. Ancak Cumhuriyetçiler, erkek seçmenler arasında Demokratları yüzde 53’e karşı yüzde 45 ile geride bırakmıştı.

Uzmanlara göre, 2024’te cinsiyetler arasındaki farkın artmasının birkaç nedeni var. İlk olarak, Amerika’nın ilk kadın başkanı olma ihtimali olan Kamala Harris’in rolü, Demokratlara desteği artırıyor. İkinci olarak, kürtaj meselesi de büyük bir etken.

Yüksek Mahkeme’nin 2022’de federal kürtaj hakkını iptal etmesi sonrası, bu konu Amerikan toplumunun en önemli meselelerinden biri haline geldi. Cumhuriyetçilerin yönettiği eyaletlerin yaklaşık yarısında kürtaj yasaklanırken, bu durum kadınları Kamala Harris’in kısıtlamaları kaldırma vaatlerine yönlendiriyor.

Tüm bu gelişmeler ışığında, Kamala Harris ile Donald Trump arasındaki yarış sadece çekişmeli değil, kamuoyu açısından da son derece gergin bir atmosfer yaratıyor. Bu nedenle, 6 Kasım sabahı başkanlık yarışının sonucu hala belirsiz olabilir.

Temsilciler Meclisi

Başkanlık seçimleriyle aynı gün, kongre seçimleri de gerçekleşecek. Üyeleri her iki yılda bir yenilenen Temsilciler Meclisi ve her iki yılda bir üçte biri yenilenen Senato için yapılan seçimlerin sonucu, Beyaz Saray’ın iç ve dış politikalar üzerindeki etkisini de belirliyor.

Özellikle ara dönem seçimlerine genellikle büyük ilgi gösterilse de başkanlık yarışı sırasında siyasilerin koltuk mücadeleleri gölgede kalıyor.

Ancak, başkan adayları için parti arkadaşlarının kongrede başarılı olması oldukça kritik. Beyaz Saray yarışının galibi açısından her iki meclisteki güç dengesi, önümüzdeki dönemde ne ölçüde etkili olacağını belirleyecek.

Eğer Oval Ofis’in yeni sahibi muhalefet ağırlıklı bir Kongre ile karşılaşırsa, başkanlığın ilk günlerinden itibaren ciddi zorluklar yaşaması kaçınılmaz olabilir. Bu yüzden başkan adayları, yalnızca kendi mitinglerine katılmakla kalmaz, aynı zamanda Kongre’de, özellikle de Senato’da koltuk için yarışan parti üyeleriyle de ortak etkinlikler düzenler.

Örneğin ağustos ayında, Joe Biden’ın yarıştan çekilmesi ve Kamala Harris’in kampanyaya başlamasıyla anketlerde düşüş yaşayan Trump, başkanlık seçimleri açısından güvenli bir Cumhuriyetçi eyalet olan Montana’ya gitti.

Burada Demokrat Senatör Jon Tester ve Cumhuriyetçi Tim Sheehy’nin 2024’teki koltuk yarışı önem taşıyor. Montana’daki seçim sonucu, Senato’da hangi partinin çoğunluğu sağlayacağını etkileyebileceği için Trump kendisi için değil, partisi adına kampanya yürüttü.

Ekim ortasında Kamala Harris, anketlerde ivme kaybettiği, salıncak eyaletlerde geride kalmaya başladığı bir dönemde, Cumhuriyetçilerin güçlü olduğu Teksas’a sürpriz bir ziyaret gerçekleştirdi. Burada, uzun zamandır Senatör Ted Cruz’a karşı meydan okuyan Demokrat aday Colin Allred’i destekledi.

Amerika’da aynı seçmenlerin bir partinin başkan adayını ve eyaletlerindeki diğer partinin Senato adayını desteklemesi oldukça yaygın bir durum. Ancak 2024 yılında Kongre için verilen mücadele Beyaz Saray yarışından geri kalmayacak gibi görünüyor.

Birçok medya kuruluşuna göre, Cumhuriyetçilerin Senato ve Temsilciler Meclisi’nde çoğunluk elde etme olasılığı yüksek. The Hill‘e göre, Cumhuriyetçi Parti’nin Senato seçimlerini kazanma ihtimali yüzde 71, Temsilciler Meclisi’nde ise yüzde 54.

Bu arada The Hill, Donald Trump’ın seçimleri kazanma olasılığını da yüzde 53 olarak öngörüyor. Bu durum, Cumhuriyetçilerin 2024’te zafer kazanma ihtimalinin yüksek olduğunu gösteriyor.

AMERİKA

ABD’li senatör: Musk’ın Çin bağlantıları ABD ulusal güvenliği için ‘derin bir tehdit’

Yayınlanma

Elon Musk’ın yeni Donald Trump yönetimine katılımı, olası çıkar çatışmaları nedeniyle incelemeye alınırken, bir senatör Tesla ve SpaceX CEO’sunun Çin ile olan iş bağlarının ABD ulusal güvenliğini tehlikeye atabileceği uyarısında bulundu.

Senato’nun gizlilik, teknoloji ve hukuk alt komitesi başkanı Richard Blumenthal, “Bunun tehlikeli olmanın ötesinde olduğunu düşünüyorum. Bay Musk ve SpaceX’in bu pozisyonda olmasının ulusal güvenliğimiz için derin bir tehdit olduğunu düşünüyorum,” dedi.

Cumhuriyetçi Trump, Musk’ın federal kurumlarda potansiyel olarak büyük kesintilerin yanı sıra düzenlemelerde yapılacak değişiklikleri denetlemeyi amaçlayan bir hükümet verimlilik komisyonuna eş başkanlık edeceğini söyledi.

Tesla araçlarının yarısını, satışlarının da üçte birini gerçekleştirdiği Çin’de üretirken, ABD Savunma Bakanlığı ve diğer devlet kurumları da SpaceX’e giderek daha fazla bağımlı hale geliyor.

Musk’ın Çin ve Başbakan Li Qiang da dahil olmak üzere bazı üst düzey yetkilileriyle olan yakın iş ilişkileri, Pekin tarafından özellikle geçiş döneminin ilk günlerinde Trump’a bir arka kanal olarak değerlendirilebileceğine dair haberlere yol açtı.

Salı günü ABD’li teknoloji şirketleri ve bu şirketlerin Çin ile olan ilişkilerinin ele alındığı bir oturumda konuşan ve 2011 yılından bu yana Connecticut’ta Demokrat senatör olarak görev yapan Blumenthal, Musk’ın Pekin ile olan bağlarının istismar edilebileceğini savundu.

ABD’de Musk ve Ramaswamy “hükümet verimliliğini” denetleyecek

Okumaya Devam Et

AMERİKA

ABD, Filipinler’e Pekin’e karşı kullanması için insansız deniz aracı veriyor

Yayınlanma

Analistler, Washington’ın Manila’ya gelişmiş insansız hava araçları sağlamasının Filipin Donanması için bir “güç çarpanı” görevi göreceğini ve ABD’nin müttefikinin Güney Çin Denizi’nde Çin’e karşı gözetleme ve operasyonel kabiliyetlerini artıracağını söylüyor.

ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin salı günü Filipinler’e yaptığı iki günlük ziyaret sırasında ABD hükümetinin Filipin Donanmasına Batı Filipin Denizi’ndeki operasyonları için açıklanmayan sayıda insansız deniz aracı (USV) verdiğini açıkladı.

Biden yönetimi sona ermeden önce “çok daha fazlasının” teslim edileceği sözünü verdi.

Austin, Filipinler Savunma Bakanı Gilberto Teodoro Jnr ile birlikte Batı Filipin Denizi’ne bakan ve ABD-Filipin ortak askeri tesisine ev sahipliği yapan Puerto Princesa, Palawan’da düzenlediği basın toplantısında şunları söyledi: “Temmuz ayındaki ziyaretim sırasında açıkladığım 500 milyon ABD doları tutarındaki yabancı askeri finansmanla, Filipinler’in münhasır ekonomik bölgesi (MEB) boyunca haklarını ve egemenliğini savunacak yetenek ve araçlara sahip olmasını sağlamaya yardımcı olmak için bunun gibi daha birçok platformun teslim edilmesini bekliyoruz.”

Austin, ABD’nin “Filipinler’in savunmasına derinden bağlı olduğunu” ve Manila ile olan Karşılıklı Savunma Anlaşmasının “Güney Çin Denizi’nin herhangi bir yerinde, sahil güvenlik güçlerimiz de dahil olmak üzere silahlı kuvvetlerimize, uçaklarımıza veya kamu gemilerimize yönelik silahlı saldırılar için geçerli olduğunu” yineledi.

Okumaya Devam Et

AMERİKA

ABD’nin nükleer modernizasyon planı: Pentagon’dan kritik açıklama

Yayınlanma

ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon), ülkenin nükleer cephaneliğini artırma ve modernize etmeyi planlandığını açıkladı. Bu adımın, caydırıcılık kabiliyetini güçlendirmek amacıyla hayata geçirileceği ifade edildi.

Nükleer politikalardan sorumlu savunma bakan yardımcısı Richard Johnson, bu hedefin gerekirse nükleer kuvvetlerdeki stratejik ayarlamaları da içereceğini belirtti.

Johnson, Washington merkezli Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi’nde (CSIS) düzenlenen konferansta yaptığı konuşmada, “Bugün mevcut ABD kuvvetlerine ve doktrinine güveniyoruz. Fakat, eğer caydırıcılık kabiliyeti yetersiz kalırsa, bu eksikliği zamanında gidermeye hazır olmalıyız,” dedi.

Johnson, ABD’nin nükleer doktrinini, silahların modernizasyon programını ve kuvvetlerin hazır olma durumunu gerektiğinde yeniden değerlendireceğini vurguladı.

Yetkili, “Caydırıcılık başarısız olsa bile Washington, belirlediği hedeflere ulaşabilecek kapasitededir,” ifadesini kullandı.

20 Kasım’da, ABD Silahlı Kuvvetleri Stratejik Komutanı (STRATCOM) General Anthony Cotton, ABD’nin, Rusya ve Çin’e ek olarak “üçüncü taraf” tehditlerine karşı yeterli güçlere sahip olup olmadığını inceleyeceğini bildirmişti.

Cotton, günümüz tehditlerinin, nükleer modernizasyonun başladığı dönemden çok daha karmaşık hale geldiğini belirterek, “Stratejik planlama artık Rusya ve Çin’in giderek artan agresif tavırlarına uygun şekilde yeniden şekillendirilmelidir,” değerlendirmesini yapmıştı.

STRATCOM temsilcisi Tuğamiral Thomas Buchanan ise ABD’nin, potansiyel düşmanlara karşı caydırıcılık sağlayacak bir cephaneliğe sahip olması gerektiğini, aksi takdirde nükleer saldırı senaryolarının devreye girebileceğini söylemişti.

Öte yandan, 19 Kasım’da Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Rusya’nın nükleer doktrininde önemli değişiklikler içeren güncellemeleri onayladı.

Yeni doktrine göre, insansız hava araçları veya nükleer olmayan seyir füzeleri ile yapılan saldırılarda ya da toprak kaybetme tehdidi karşısında nükleer silah kullanımının mümkün olduğu açıklandı.

Ayrıca, diğer nükleer güçlerin dolaylı olarak çatışmaya dahil olması, Moskova tarafından “saldırı” olarak değerlendirilecek.

Bu kapsamda, yalnızca Rusya’nın değil, müttefiki Belarus’un toprak bütünlüğüne yönelik tehditler de agresif bir tutumla karşılanacak.

Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü’ne (SIPRI) göre, Ocak 2023 itibarıyla Rusya’nın 4 bin 500, ABD’nin ise 3 bin 700 nükleer savaş başlığı bulunuyor.

Rusya’nın nükleer doktrinini güncellemesi ne anlama geliyor?

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English