DÜNYA BASINI
‘ABD’ye tarihi meydan okuma’
Yayınlanma
ABD merkezli yayın kuruluşu Foreign Affairs, İran-Suudi yakınlaşmasının bölgeye olası etkilerine mercek tutan bir analiz yayınladı. Pekin’in arabuluculuğunda iki ülke arasında imzalanan anlaşmanın Tahran’a, Riyad’a ve Pekin’e sağladığı faydalara dikkat çeken analize göre en rahatsız edici boyut Çin’in müdahalesi. Analiz, söz konusu anlaşmanın “Orta Doğu’da yeni bir jeopolitik gerçekliğin temeli olacağı” değerlendirmesinde bulunuyor ve bu dönüşümün “ABD için tarihi bir meydan okuma” olduğu değerlendirmesini yapıyor: “Washington artık Arap müttefiklerinin Çin’le bağlarını koparmasını ve İran’a karşı savaşmak için liderliğinin arkasında birleşmesini talep edemez. Bu yaklaşım tarihte kaldı ve müttefiklerinin mevcut ihtiyaçlarına ayak uyduramıyor.” Analizin son kısmı Orta Doğu’daki ağırlığını yitiren Washington’a bölge ülkelerinin çıkarlarıyla uyumlu politikalar öneriyor ve uyarıyor: “Aksi takdirde, Çin ve Rusya karşısında etkisini kaybetmeye devam edecek.”
***
Ortadoğu’da Yeni Bir Düzen mi?
İran ve Suudi Arabistan’ın Yakınlaşması Bölgeyi Dönüştürebilir
6 Mart 2023’te İran ve Suudi Arabistan’dan temsilciler, Çin’in aracılık ettiği müzakereler için Pekin’de bir araya geldi. Dört gün sonra, Riyad ve Tahran ilişkileri normalleştirme kararı aldıklarını açıkladı. Bu dönüm noktası niteliğindeki anlaşma, büyük güçleri yeniden hizalayarak, mevcut Arap-İran anlaşmazlığını karmaşık ilişkiler ağıyla değiştirerek ve bölgeyi Çin’in küresel emellerine göre örerek Orta Doğu’yu dönüştürme potansiyeline sahip. Pekin için anlaşmanın ilanı, Washington ile rekabetinde büyük bir atılımdı.
Bu şekilde olmaması gerekiyordu. Körfez rakipleri arasındaki gerilimi azaltmak, nükleer görüşmeleri ilerletmek ve Yemen’deki çatışmaya son vermek amacıyla İran ve Suudi Arabistan’ı 2021’de müzakerelere başlamaya teşvik eden ABD’ydi. Tahran ve Riyad beş tur doğrudan görüşme yaptı ve ardından gayrı resmi görüşmeler devam etti. Ardından, Temmuz 2022’de Suudi Arabistan’a yaptığı ziyarette ABD Başkanı Joe Biden Bahreyn, Kuveyt, Umman, Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden oluşan Körfez İşbirliği Konseyi’ni, İran’ı kontrol altına almak için İsrail’le birlik olmaya çağırdı. Ancak Suudi hükümeti, Başkan Xi Jinping’i Tahran’la (müzakere için) daha iyi bir arabulucu olduğunu görerek Çin’e döndü. Suudiler, Tahran’ın böyle bir anlaşmayı ihlal ederek Pekin’le ilişkilerini tehlikeye atma riskini almayacağından, Çin’in dahlinin, İran’la anlaşmanın süreceğinin en kesin garantisi olduğuna inanıyorlardı. Xi, Aralık 2022’de Riyad’a yaptığı ziyarette konuyu Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ile görüştü ve ardından Şubat 2023’te İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ile Pekin’de bir araya geldi. Bunu İran ile Suudi Arabistan arasında yoğun tartışmalar izledi ve bu sırada iki taraf baltayı gömme ve ilişkileri normalleştirme konusunda anlaştı. Her iki ülke için de Xi’nin kişisel müdahalesi kritikti. Her ikisinin de Pekin ile uzun süredir devam eden siyasi ve ekonomik bağları var ve bu nedenle Çin Cumhurbaşkanı aralarında güvenilir bir arabulucu olarak hareket edebildi.
Anlaşma tam olarak uygulanırsa, Tahran ve Riyad bir kez daha, yakın bir pozisyona gelecek. Daha 2016’da bir çetenin Tahran’daki Suudi büyükelçiliğini ateşe vermesinin ardından ülkeler arasındaki diplomatik ilişkiler koptu. Şimdi, yeni anlaşmaya göre, her iki taraf da büyükelçilikleri yeniden açacak ve Suudi hükümeti, Tahran’ın iç muhalefetten sorumlu tuttuğu İran International televizyon kanalına verdiği desteği kesecek. Her iki taraf da Yemen’deki Nisan 2022 ateşkesini destekleyecek ve iç savaşı sona erdirmek için resmi bir barış anlaşması üzerinde çalışmaya başlayacak. İran, Husi isyancılara silah tedarik etmeyi bırakacak ve onları Suudi Arabistan’a yönelik füze saldırılarını durdurmaya ikna edecek. Buna ek olarak anlaşma, İran ile Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi (KİK) ülkeleri arasında ekonomik ve diplomatik ilişkilerin güçlendirilmesi ve İran ile Arap ortaklarının yeni bir bölgesel güvenlik çerçevesi inşa etmek üzere görüşmelere başlaması çağrısında bulunuyor. Dahası Çin, tüm bu adımları denetlemeye devam edecek.
İran-Suudi anlaşması, bölgenin en önemli rekabetlerinden birini sona erdirme ve ekonomik ilişkileri Körfez geneline genişletme potansiyeline sahip. Artık İran, ABD’nin kendisini kontrol altına alma gibi zor işi yapmasını umduğu, Araplar ve İsraillilerden oluşan ittifakla tek başına yüzleşmeyecek. Bunun yerine, anlaşma İran’ı Arap komşularına yakınlaştırma ve bölgedeki ilişkilerini kademeli olarak istikrara kavuşturma potansiyeline sahip. Bu vaadin altını çizen Suudi Maliye Bakanı Muhammed el Cedan, her şey planlandığı gibi giderse Suudi Arabistan’ın İran ekonomisine yatırım yapmaya hazır olduğu taahhüdünde bulundu. Reisi, her iki tarafın da ilişkileri güçlendirme niyetinin bir başka işareti olarak, tarihi henüz belli olmasa da Riyad’ı ziyaret davetini çoktan kabul etti. Böylesine hızlı gelişen bir ilişkinin, bölge için sonuçları derin olabilir.
Tahran Doğuya Bakıyor
Hem Tahran hem de Riyad, bölgesel ilişkileri yeniden tesis etmek için Çin üzerinden çalışmanın fayda sağlayacaklarına inanıyor. Her iki ülke için de Pekin ile çalışmak yeni bir gelişme. 2015’te İran’ın önceliği ABD ve Avrupa ile ilişkilerini geliştirmekti. Komşularıyla müzakereleri ikincil olarak gördü. Sonuç, yaptırımların hafifletilmesi karşılığında İran’ın nükleer programını kısıtlayan, Birleşik Devletler ve BM Güvenlik Konseyi’nin diğer daimi üyeleri artı Almanya ile imzalanan nükleer anlaşma yani Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) oldu. ABD Başkanı Donald Trump’ın 2018’de ülkesini KOEP’ten çekmesinden sonra Suudi Arabistan ve KİK, 2019’da İran’ın Suudi petrol tesislerine düzenlediği saldırıyla daha da hızlanarak İsrail’e yaklaştı. İran da odağını değiştirerek komşularıyla ilişkilerin iyileştirilmesine ve bölgesel ticarete vurgu yapmaya başladı. Bu amaçla Tahran, 2022’de Kuveyt ve BAE ile tam diplomatik ilişkilerini yeniden kurdu. Ancak Pekin’in Suudilerle anlaşması, İran’ın beklediği en büyük ödül ki yakında Bahreyn ve Mısır’a genişletilebilecek Arap dünyasına gerçek bir açılım.
Tahran, Çin’in Orta Doğu’da artan rolünü memnuniyetle karşılıyor çünkü bu, bölgedeki ABD etkisini zayıflatıyor ve İran ekonomisini felç eden ABD öncülüğündeki yaptırım rejimini baltalıyor. Bu amaçla KİK ülkeleriyle daha iyi ilişkiler; İsrail, Suudi Arabistan ve BAE arasında daha yakın istihbarat ve askeri koordinasyon başlatan (ve daha sonra Fas ve Sudan’a genişleyen) ve böylece İran ile İsrail arasındaki gölge savaşını Körfez’e kadar uzatan Trump yönetiminin aracılık ettiği İbrahim Anlaşmalarının yarattığı tehdidi azaltacaktır. Tahran, KİK ile İsrail arasındaki ikili bağları kabul etmeye razı olsa da, kendisine karşı ABD destekli bir Arap-İsrail askeri ittifakına müsamaha gösteremez. Böyle bir ittifak, Biden yönetimiyle başarısız nükleer müzakerelerin, iç siyasi protestoların, İsrail’in Azerbaycan ve Irak’ta artan varlığının ve İsrail’in yeni sağcı hükümetinin İran’ın nükleer programını durdurmak için savaşı düşünme konusunda artan isteğinden sonra Tahran’ı daha da tehdit edecektir.
Riyad’ın Dengeleme Eylemi
Suudi Arabistan için Pekin önderliğindeki anlaşma daha cüretkar bir stratejik değişim oluşturuyor. Riyad ile Washington arasındaki ilişkiler tarihi bir düşüş yaşıyor. Suudi Arabistan’ın ABD’nin bölgedeki politikasından duyduğu memnuniyet, 2003 Irak işgalinden bu yana azalıyor. Riyad, Irak hükümetinin dağıtılmasından memnun değildi, nükleer anlaşmadan rahatsızdı, ABD’nin Suriye ve Yemen’de İran’a karşı Suudi Arabistan’ın çıkarlarını destekleme konusundaki isteksizliğine kızmıştı ve 2019’da İran petrol tesislerine saldırdığında ülkesini savunamamasından endişe duyuyordu. Riyad, bir zamanlar güçlü müttefiki olan ABD’nin başka önceliklere odaklandığına inanıyor ve İran’la tıkanan nükleer müzakerelerin ardından Washington’ın bölgenin güvenliği için net bir planı olduğunu düşünmüyor. Suudi liderler Washington’daki mevcut liderlikten de memnun değiller. Başkan Biden, 2018’de gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesinin ardından adaylığı sırasında Suudi rejimine “parya” muamelesi yapma vaadinde bulunduktan sonra ilişkileri onarmakta yavaş kaldı.
Daha büyük ve saldırgan komşularının gelişmiş askeri yeteneklerinden yoksun olan Suudi Arabistan, her zaman kendi savunmasına takıntılı oldu. Tahran’la gerilimi azaltmak bu endişeleri yok etmeyecek ancak Riyad’a, güvenliğini güçlendirmesi ve stratejik seçeneklerini çeşitlendirmesi için daha fazla zaman kazandırıyor. Güvenlik arzusu, Suudi Arabistan’ın son on yılda İsrail ile ilişki kurmasına neden oldu ve aynı arzu şimdi Çin’le ilişki geliştirmeye motive ediyor. Suudi Arabistan’ın stratejisi, güvenliğini garanti altına almayı amaçlıyor. Suudi rejimi; Çin, İsrail ve ABD de dahil geniş bir ortaklar ağı kurarak ve İran, Suriye ve Türkiye gibi düşmanlarla ilişkilerini geliştirerek uzun vadeli istikrarını güçlendirmeyi umuyor.
Suudi Arabistan, 2030 yılına kadar gelişmiş bir endüstriyel ekonominin yanı sıra kültür ve turizm merkezi olma gibi iddialı bir hedef belirledi. Bunu başarmak için ABD’nin askeri desteği, İsrail güvenliği ve teknolojisi, Avrupa ve Çin ile ticaret ve iç istikrar gerekecek. Suudi stratejisi, yönetmek için net bir planı olmasa da Washington’un İran’ı tecrit etmeyi destekleyen ve savaşı dışlamayan bölgesel güvenlik anlayışıyla çelişiyor. ABD, bölgeden uzaklaştığını açıkça ortaya koyarken aynı zamanda Orta Doğulu ortaklarına olan taahhütlerinde hiçbir şeyin değişmediğinde ısrarcı olamayacağını kabul etmekte de zorlanıyor. Aslında Riyad, ABD politikasının Suudi çıkarlarına hizmet etmemesi durumunda Suudilerin ittifaka bağlı olmayacağını gösteriyor.
Washington ayrıca, Suudi Arabistan’ın kendisini ABD’nin bir güvenlik görevlisi olarak değil, dünya siyasetinde bağımsız rol oynayabilecek bölgesel bir güç olarak gördüğünü anlamakta da geri kaldı. Riyad, bir Suudi yetkilinin dediği gibi eski “düşük petrol fiyatları karşılığında ABD güvenliği” paradigmasının öldüğüne inanıyor. Suudi Arabistan’ın stratejik özerklik vizyonu, yalnızca ABD’nin Orta Doğu’ya ilgisinin azalmasına bir tepki değil, krallığın hırslarının da bir ifadesidir. Riyad, ABD’nin yanı sıra Rusya ve Çin ile yakın ve bağımsız ilişkiler kurmak istiyor. Ayrıca, Mısır, İran, İsrail ve Türkiye’yi kendi güvenliğini sağlamak ve bölgesel nüfuzu için dengeleyerek bölgede kendisini çok önemli bir rol biçiyor. Bu gıpta ile bakılan konumu korumak için Suudi Arabistan, tüm komşularıyla ilişkilerini geliştirmesi gerekiyor. 2022’de Riyad, Türkiye ile ilişkilerini yeniden kurdu; şimdi de aynısını İran’la yapıyor. Bundan sonra sıra İsrail’e gelecek. İran’la ilişkiler, Suudilere müttefikleri nezdinde çok ihtiyaç duydukları siyasi örtüyü sağlayacak, yani bu da İsrail ile bir anlaşmanın başka bir Müslüman ülkeye karşı askeri bir eksen yerine, ikili bir anlaşma olarak sunulabileceği anlamına geliyor. Pekin anlaşması hem Riyad’ın Ortadoğu’daki statüsüne ilişkin görüşünü teyit ediyor hem de stratejik özerkliğini gösteriyor.
İpek Yolu’nun Güvenliği
İran-Suudi yakınlaşmasının belki de en rahatsız edici boyutu Çin’in müdahalesidir. Pekin daha önce Orta Doğu’daki karışıklıktan kaçınmaya özen göstermişti. Ancak orada filizlenen ekonomik çıkarları, diplomatik bir rol üstlenmesini de gerektirdi. Bölge, Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi için önemli; Çin hükümetinin örneğin Suudi enerji sektörüne yaptığı yatırımların Husi füzeleri tarafından tehdit edilmemesini sağlaması gerekiyordu. Dahası Çin, İran’daki ekonomik ağırlığını istikrarlı bir şekilde artırıyor ve Moskova’nın, Rus ticaretinin Süveyş Kanalı’nı kullanmadan küresel pazarlara ulaşmasını sağlayacak İran üzerinden bir geçiş koridoru geliştirme planını desteklemekle ilgileniyor. Bu koridorun geliştirilmesi, Çin’in, ABD ve müttefiklerinin inşa etmekte olduğu müthiş donanma karşısında Malakka Boğazı’nı aşmasına da olanak sağlayacak. Pekin, bu stratejik önceliklerini hayata geçirmek amacıyla şimdi Orta Doğu’da nüfuz sahibi olmak için Washington’a meydan okumaya hazırlanıyor.
Çin, İran ve Suudi Arabistan’ın daha kapsamlı stratejik çıkarlarının yakınlaşması gösteriyor ki Pekin’in İran ve Suudi Arabistan ile atılımı muhtemelen Orta Doğu’da yeni bir jeopolitik gerçekliğin temeli olacak. Bu dönüşüm, ABD için tarihi bir meydan okuma. Washington artık Arap müttefiklerinin Çin’le bağlarını koparmasını ve İran’a karşı savaşmak için liderliğinin arkasında birleşmesini talep edemez. Bu yaklaşım tarihte kaldı ve müttefiklerinin mevcut ihtiyaçlarına ayak uyduramıyor. Bir Suudi yetkilinin belirttiği gibi, “ABD, çıkarlarımız pahasına müttefik olamayacağımızı anlamıyor.” Suudiler, İran’la savaşın veya Çin’le karşı karşıya gelmenin kendi çıkarlarına hizmet etmediğini görüyor.
Pekin’de yaşananlar, İran’ın nükleer ve bölgesel politikalarının yarattığı tehdidi hiçbir şekilde azaltmıyor. Bununla birlikte, kısa vadede Washington, Ortadoğu’daki gerilimlerin düşürülmesini memnuniyetle karşılamalı çünkü bu ABD’nin bölgeye yönelik kararlı bir taahhüt iddiası olmaksızın diğer küresel önceliklere odaklanmasını sağlıyor. ABD ayrıca Suudi Arabistan ve KİK’i bölgede savaş riskini azaltacak, deniz güvenliğini sağlayacak ve uzun süredir devam eden bölgesel çatışmaları sona erdirmek için işbirliği yapacak daha geniş bölgesel güvenlik mimarisini keşfetmeye teşvik etmeli. Washington ayrıca bölgenin artık kendi çıkarlarını nasıl gördüğüyle uyumlu politikalar formüle etmeli. Aksi takdirde, Çin ve Rusya karşısında etkisini kaybetmeye devam edecek ve bölgeyle uyumsuzluğa sürüklenecektir. ABD’nin bölgesel stratejisini yeniden değerlendirmesi, Riyad’ın liderliğini Pekin’in kapısına getiren baskı ve fırsatları anlamakla başlamalı.
İlginizi Çekebilir
-
COP29 taslağında zengin ülkelerin 250 milyar dolarlık taahhüdü tepki çekti
-
Trump’ın zaferinin ardından Britanya Çin ile ilişkilerini canlandırıyor
-
Tahran, nükleer denetçinin kınamasına yanıt olarak ‘yeni ve gelişmiş’ santrifüjleri devreye soktu
-
The Times: Ukrayna, savaşın başından bu yana en zayıf dönemini yaşıyor
-
5 maddede Hint milyarder Gautam Adani iddianamesi
-
Trump’ın ticari tutumu Asya ülkelerini bölgesel ittifaklara itiyor
DÜNYA BASINI
FT: Suudi Arabistan Trump’ın İsrail politikalarını dengeleyebilir
Yayınlanma
1 gün önce21/11/2024
Yazar
Harici.com.trFinancial Times’tan Andrew England’ın kaleme aldığı bu makale, Donald Trump’ın ikinci başkanlık dönemine dair bölgesel beklentileri ve endişeleri ele alıyor. Trump’ın İsrail yanlısı politikalarını dengelemede Suudi Arabistan’ın kilit rol oynayabileceği değerlendiriliyor. Makaleye göre Trump’la yakın ilişkisi ile bilinen Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın diplomatik manevraları, Filistin meselesinin çözümünde merkezi rol oynayabilir. Riyad, Filistin devletine giden bir plan olmadan İsrail ile normalleşmenin mümkün olmayacağını açıkça deklare etmesine rağmen İsrail’in bu çözüme giden yolu kapamış olması ise Trump’ın önündeki en büyük engel…
***
Orta Doğu, Trump’ı dizginlemesi için Suudi Arabistan’a güveniyor
Andrew England
Trump’ın aşırı İsrail yanlısı bir gündem izleyeceğinden korkan Arap ülkeleri, Donald Trump ile ilişkisini ve bölgedeki siyasi ağırlığını kullanarak Suudi Arabistan’ın, Trump’ın Ortadoğu politikalarını dengelemesini umuyor.
Trump’ın kilit pozisyonlara bir dizi ateşli İsrail yanlısı ve İran karşıtı şahin aday atamasının ardından Arap yetkililer yeni yönetimin İsrail’in işgal altındaki Batı Şeria’yı ilhak etme, Gazze’yi işgal etme ya da Tahran’la gerilimi tırmandırma hamlelerini onaylayabileceğinden endişe ediyor.
Ancak yetkililer, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Trump ile olan ilişkisini, başkanın finansal anlaşmalara olan ilgisini ve Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesine yol açacak “büyük pazarlık” yapma arzusunu kullanarak, yeni yönetimin bölgedeki politikalarını yumuşatabileceğini umuyor.
Bir Arap diplomat, “Bölgedeki kilit aktör, Trump’la bilinen ilişkileri nedeniyle Suudi Arabistan, dolayısıyla ABD’nin yapmaya karar verebileceği herhangi bir bölgesel eylemin kilit noktası olacak” dedi.
Bir başka Arap yetkili de Prens Muhammed’in Trump’ın İsrail’in Gazze’de Hamas’a karşı yürüttüğü savaşı sona erdirmeye yönelik politikalarını ve daha geniş anlamda Filistin meselesini etkilemede “kilit” rol oynayacağını ve İsrail’le normalleşme potansiyelini bir koz olarak kullanacağını söyledi.
Yetkili, “Suudi Arabistan, Trump’ın Gazze ve Filistin’le nasıl başa çıkacağını büyük ölçüde etkileyebilir. Bölgedeki pek çok ülke bundan sonra ne olacağı konusunda endişeli” dedi.
Trump’ın ilk başkanlık döneminde, Suudi Arabistan onun “alışveriş odaklı” yönetim tarzını ve bölgesel rakibi İran’a karşı yürüttüğü “maksimum baskı” kampanyasını destekledi. Suudi ajanların 2018’de gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı öldürmesinin ardından diğer Batılı liderler Krallığın fiili liderine soğuk davranırken Trump, Prens Muhammed’in yanında durdu.
Trump, İsrail-Filistin çatışmasını çözmek için “nihai anlaşmayı” yapacağını da iddia etmişti. Ancak damadı Jared Kushner tarafından yürütülen bu planlar başarısız oldu. Filistinliler ve Arap devletleri, önerilerin İsrail lehine fazlasıyla taraflı olduğunu düşündü. Trump ayrıca Filistin’e yardımı kesti, Washington’daki diplomatik misyonlarını kapattı, ABD Büyükelçiliği’ni statüsü tartışmalı olan Kudüs’e taşıdı ve işgal altındaki Golan Tepeleri üzerindeki İsrail egemenliğini tanıdı. Öte yandan, Trump, BAE ve üç Arap ülkesinin İsrail ile ilişkilerini normalleştirdiği “İbrahim Anlaşmaları”na da aracılık etti.
Trump geçen ay bir Suudi televizyon kanalı olan El Arabiya’ya verdiği demeçte başkanlığı döneminde ABD ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin büyük harflerle “MÜKEMMEL” olduğunu söyledi.
“Kral’a büyük saygı duyuyorum, Muhammed’e de büyük saygı duyuyorum; gerçekten harika bir iş çıkarıyor, o tam bir vizyoner” dedi.
ABD Başkanı Joe Biden göreve geldikten sonra Riyad, Trump ile bağlarını sürdürdü. Veliaht Prens Muhammed’in başkanlık ettiği Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonu (PIF), Kushner’in kurduğu özel sermaye fonuna 2 milyar dolar yatırım yaptı.
PIF’in yöneticisi Yasir al-Rumayyan, hafta sonu New York’ta düzenlenen bir UFC dövüşünde Trump ile ön sırada oturdu. Ayrıca, Trump’a ait golf sahaları, PIF’in en dikkat çeken spor girişimlerinden biri olan LIV Golf etkinliklerine ev sahipliği yaptı.
Ancak Prens Muhammed, Biden’ın göreve gelmesinden bu yana Suudi Arabistan’ın bölgesel politikalarını yeniden ayarladı. Riyad, 2023 yılında İran ile diplomatik ilişkileri yeniden kurdu özellikle Hamas’ın 7 Ekim 2023 saldırısının bölgede bir dizi çatışmayı tetiklemesinin ardından sürdürdüğü yumuşama politikası izlemeye devam etti.
Biden yönetiminin, Suudi Arabistan ile ABD arasında bir savunma anlaşmasını içeren üçlü bir anlaşma kapsamında İsrail ile ilişkilerin normalleşmesini hedefleyen planı, savaş nedeniyle sekteye uğrasa da ABD, Suudi Arabistan’ı krize yönelik herhangi bir bölgesel çözümde kritik bir aktör olarak görmeye devam ediyor.
Ancak Riyad, Filistinlilerin ölü sayısı arttıkça İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun aşırı sağcı hükümetine yönelik eleştirilerini sertleştirdi.
Ekim ayında Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, Riyad’da düzenlenen bir basın toplantısında, İsrail ile normalleşmenin, “Filistin devletine dair bir çözüm bulunana kadar gündemde olmadığını” söyledi.
Prens Muhammed de geçen hafta Riyad’da düzenlenen Arap ve İslam zirvesinde İsrail’i Gazze’de “soykırım” yapmakla suçlarken, Lübnan’da Hizbullah’a karşı yürüttüğü savaşı ve İran’a yönelik saldırılarını kınadı.
Diplomatlar ve analistler, Veliaht Prens Muhammed’in konuşmasını, Müslüman dünyasının İsrail’in askeri saldırılarını kınamada ve bir Filistin devleti kurulmasına destek verme konusunda birleştiği mesajı olarak yorumladı. Salı günü Riyad, “İsrail’in Batı Şeria üzerinde egemenlik kurmaya yönelik aşırılık yanlısı açıklamalarını” da kınadı.
Trump seçim kampanyası sırasında Orta Doğu’ya barış getirme ve savaşı sona erdirme sözü vermişti. Ancak İsrail Büyükelçisi olarak seçtiği Mike Huckabee ve Orta Doğu temsilcisi olarak atadığı emlak kralı Steven Witkoff da dahil adaylarının çoğu ateşli birer İsrail yanlısı.
Trump, buna rağmen İbrahim Anlaşmaları’nı genişletmek istediğini belirterek Al-Arabiya’ya şunları söyledi: “Çerçeve zaten hazır, tek yapılması gereken bunu yeniden devreye sokmak ve bu çok hızlı gerçekleşebilir. Eğer kazanırsam bu kesinlikle bir öncelik olacak… sadece Ortadoğu’da barışı sağlamak… Bu olacak” dedi.
İbrahim Anlaşmaları’nın genişletilmesinde Suudi Arabistan kilit bir rol oynayabilir. Ancak Arap yetkililer, Trump’ın bunu ancak Netanyahu’ya, Filistin devleti kurulmasına yönelik tavizler vermesi için baskı yaparak başarabileceğine inanıyor. Bu, İsrail Başbakanı’nın şiddetle karşı çıktığı bir mesele.
Bir diğer Arap diplomat ise, “Trump’ın şu anda Ortadoğu’da Suudi Arabistan’dan daha çok ihtiyaç duyduğu başka bir aktör yok. Trump, kendisine sunulmuş hazır anlaşmalardan kredi almayı seven biri. Eğer Muhammed bin Selman ona bir anlaşma sunarsa, bu bir olasılık olabilir, hatta tek olasılık olabilir” yorumunda bulundu.
Arap yetkililer de Gazze’deki yıkımın neden olduğu öfkenin, Filistin davasını yeniden bölgesel gündemin en üst sırasına taşıması nedeniyle Trump’ın Filistinlileri göz ardı etmesinin daha zor olacağını umuyor. Liderler çatışmanın kendi halklarının bazı kesimlerini, özellikle de Prens Muhammed’in ana seçmen kitlesi olan gençleri radikalleştirmesinden endişe ediyor.
İlk Arap diplomat “Trump’ın Gazze’deki savaşı sona erdirmesi gerekecek ve bunu yapmak için de ertesi günü ele alması gerekiyor” dedi: “Filistin meselesine odaklanmadan bölgesel çözüm işe yaramaz. Suudi Arabistan açıkça belirtti ki, bir Filistin devleti kurulmadıkça normalleşme bir seçenek değil.”
DÜNYA BASINI
İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat: Rusya’dan hangi karşılık beklenebilir?
Yayınlanma
2 gün önce20/11/2024
Yazar
Emre KöseÇevirmenin notu: ABD Başkanı Joe Biden’ın Rusya topraklarına yönelik uzun menzilli füzelerin kullanılmasına izin verme kararı, Rusya’nın olası tepkilerini gündeme taşıdı. İsviçre Genelkurmay Başkanlığı’ndan emekli yarbay ve siyasi ve askeri strateji analisti Ralph Bosshard, Rusya’nın tepkisinin genelde ihtiyatlı ve kademeli olacağını, ancak uluslararası sulardaki veya üçüncü ülkelerdeki İngiliz ve Fransız hedeflerinin vurulabileceğini belirtiyor. Buna karşın, NATO’nun 5. Maddesi’ni devreye sokacak bir saldırının pek olası olmadığı ifade eden Bosshard, Ukrayna’nın Batı’dan aldığı silahlarla elde edebileceği askeri başarıların sınırlı kalacağını, çünkü Rusya’nın buna yönelik hazırlık yaptığını söylüyor. Ayrıca, Rusya’nın komuta merkezlerini sık sık yer değiştirdiğini ve geniş lojistik ağını koruma kapasitesine sahip olduğunu vurgulayan uzman, Batı’nın uzun menzilli silahlarının, savaşın seyrini kökten değiştirme potansiyelinin olmadığını, asıl belirleyicinin Rusya ve Çin liderlerinin kararları olduğunu ifade ediyor. Bosshard’a göre, Biden’ın bu kararını görev süresinin sonunda alması, Trump yönetimini zora sokma ve kendi dönemini daha güçlü bir şekilde kapatma çabası olarak yorumlanabilir. Moskova’nın şu ana kadar temkinli hareket ettiğini belirten Bosshard, Kremlin’in Batı’ya temkinli mesajlar verdiğini ve bu gerilimin medya üzerinden yönetildiğini dile getiriyor.
Rusya’dan nasıl bir askeri karşılık bekleyebiliriz? İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat
Éva Péli, NachDenkSeiten
Görev süresi sona ermekte olan ABD Başkanı Joe Biden, ABD’nin uzun menzilli füzelerinin Rusya topraklarındaki hedeflere karşı kullanılmasına izin verdi. Bu kapsamda, daha önce uygulanan kısıtlamalar kaldırıldı ve Beyaz Saray da bunu resmî olarak teyit etti. İsviçreli askerî uzman Ralph Bosshard, bu kararın muhtemel sonuçlarını NachDenkSeiten’a değerlendirdi.
Éva Péli: Joe Biden’ın bu açıklaması askerî açıdan nasıl değerlendirilmeli? Rusya’dan beklenen askerî tepki nedir ve bu tepki kimlere (ABD, İngiltere, Fransa ya da Ukrayna) yönelebilir?
Ralph Bosshard: Ruslar, Ukrayna topraklarındaki hedeflere dönük saldırıların yanı sıra, uluslararası sularda, denizaşırı varlıklarda ya da üçüncü ülkelerde bulunan İngiliz ve Fransız askerî hedeflerini vurma alternatifine de sahip. Fakat üçüncü ülkelerdeki operasyonlar büyük ihtimalle bazı kısıtlamalarla karşılaşacaktır. Şu ana kadar çatışan taraflar birbirlerinin uydularını hedef almaktan kaçındılar, zira bu durum Pandora’nın kutusunu açabilir. Uydu hedefleme şu an için bir tabu gibi görünüyor. Bu konuda silahlanma kontrolü müzakereleri için fırsatlar bile olduğunu düşünüyorum.
Batı tarafından Ukrayna’ya şu ana kadar sağlanan kısa ve orta menzilli silahlarla Ukrayna, mevcut en acil askerî sorunlarını çözmeyi deneyebilir.
Bu sorunlardan biri, Rusya’nın FAB adı verilen ağır uçak bombalarının, iyi inşa edilmiş saha tahkimatlarını imha etmek için kullanılması. 2014-2022 yılları arasında inşa edilen ve betonla güçlendirilmiş bu tahkimatlar artık Ruslar tarafından her yerde aşılmış durumda. Şimdi ise Ukrayna birlikleri, özellikle yerleşim yerlerinde bu tahkimatları savunarak pozisyonlarını korumaya çalışıyor. FAB bombaları yönlendirme modülleriyle donatılmış olup yaklaşık 70 kilometre uzaklıktan bırakılabiliyor. Ruslar bu bombaları artık oldukça hassas bir şekilde kullanıyor. Bu bombaların taşıyıcıları, taktik bombardıman uçaklarıdır ve bu uçaklar 170-200 kilometre derinlikteki hava üslerinden operasyon düzenler. Eğer bu hava üsleri, Batı menşeli uzun menzilli silahların menziline girerse, Ruslar daha gerideki üslerden operasyon yapmaya başlayacaktır. Moskova’daki Genelkurmay Akademisi’ndeki eğitimim sırasında Su-24 tipi cephe bombardıman uçaklarını hesaba katarak planlama yapıyorduk. Bugün kullanılan Su-34 uçaklarının menzilinin Su-24’lerden çok daha fazla olduğunu söyleyebilirim. Geriye çekilerek operasyon düzenlemek Ruslar açısından sorunsuz olacaktır.
Rusya’nın lojistik destek hatlarını ve cepheye asker taşınmasını kesintiye uğratmak, yalnızca belirli hedef kategorilerine karşı yoğun ve sistematik saldırılarla mümkün. Bunlar, mesela mühimmat veya yakıt depoları gibi tesisler ya da demir yolu ağı olabilir. Ruslar, lojistik tesislerini geniş bir alana yayabilir ve Donbass’taki sıkı demir yolu ağından faydalanabilir. Ayrıca bu ağ, ek demir yolu hatlarıyla daha da güçlendirilebilir. Bu görev, Rusya ordusunda bulunan demir yolu birliklerine ait. Ukraynalıların bu ağı kesintiye uğratması için ciddi bir çaba göstermesi ve çok sayıda füze kullanması gerekecektir. Fakat Ukrayna’nın savaş uçakları ve roketatarlarıyla cepheye ne kadar yaklaşabileceği belli değil.
Bununla beraber yer hedeflerine yönelik saldırılar da karmaşık bir hedefleme süreci gerektirir. Ruslar, geçerli operasyon prosedürlerine göre, komuta merkezlerini günlük olarak değiştirir. Son zamanlarda Rusya’nın komuta merkezlerinin imha edildiğine dair neredeyse hiç haber duymadım.
Temel olarak Rusya ordusunun operasyon prosedürleri, düşman tarafından kısa ve orta menzilli silahların kullanılmasını öngörüyor. Ruslar bu tür bir duruma hazırlanmış durumda ve eğitimlerini buna göre aldılar. Dolayısıyla, Batı tarafından tedarik edilen kısa ve orta menzilli silahlarla Rusya Silahlı Kuvvetlerine baskı uygulanması ancak geçici bir etki yaratacaktır.
İlave olarak, Ukraynalılar, askerlerin moralini artırmak amacıyla sembolik açıdan önemli hedeflere saldırabilirler. Ancak bu tür saldırıların kalıcı bir askerî etkisi olmayacaktır. Bunun aksine, yalnızca askerî hedeflere yönelik saldırıların Ukraynalıların moraline etkisi sınırlı kalacaktır.
Bütün bu süreçte hedeflerin kontrolü Batı’nın –özellikle de ABD’nin– elinde. Ukraynalılar, saldırıların gerçekleşmesi için gerekli olan seyrüsefer, iletişim ve istihbarat araçlarına doğrudan erişime sahip görünmüyor. Özellikle en yeni sistemler için üretici firmalardan teknik destek alınması gerektiği de anlaşılıyor. Bu araçların kullanımıyla Biden, Rusya’nın ilerleyişini yavaşlatabilir ve muhtemel bir çöküşü –en azından Trump’ın göreve başlamasına kadar– erteleyebilir. “Benim gözetimimde olmadı,” anlayışı burada geçerli gibi görünüyor.
Bu kararlar ışığında müzakereli çözüm şansı nasıl değerlendirilebilir?
Bu kararların müzakereli çözüm şansını ciddi ölçüde etkileyeceğini düşünmüyorum. Ukrayna’daki savaşın nasıl ve ne zaman sona ereceğini Batı’nın silah sevkiyatları belirlemeyecek. Batı’nın “mucize silahları” olarak lanse edilen sistemler, Şubat 2022’den bu yana savaşın gidişatında kayda değer bir değişiklik yaratamadı. Daha önce belirttiğim üzere ATACMS, Storm Shadows ve diğer benzeri sistemler de bu savaşın kaderini kökten değiştiremeyecek. Bu savaş, Şi Cinping ve Vladimir Putin’in “tamam yeter” dedikleri zaman sona erecek. Genel manada, Rusya veya Çin ile Batı adına bir savaşa girmeye hazır olan herkesin uyarıyı almış olması gerektiğini düşünüyorum.
Eylül ayında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Batı’nın uzun menzilli silahlarını Rusya’ya karşı kullanmasının, NATO ülkelerinin Ukrayna’daki çatışmaya doğrudan katılımı anlamına geleceğini söylemiş ve şu uyarıda bulunmuştu: “Eğer savaşı Ukrayna topraklarından Doğu’ya taşırlarsa, savaş orada sona ermeyecek; zira savaş Batı’yı da içine alacak.”
NATO’nun, Putin’in öngördüğü bu muhtemel tepkiye nasıl hazırlanacağı büyük bir soru işareti. Şu anda Fransızlar ve İngilizler açısından, Bab el-Mandeb Boğazı ya da İran kıyıları civarındaki sularda savaş gemilerini konuşlandırmaktan bir süreliğine kaçınmak daha uygun olabilir. Hatta diğer deniz bölgelerinden de uzak durmaları gerekebilir. Bunun yanı sıra, Batı Avrupa’daki deniz tabanında bulunan tesislere karşı dikkatli olunması gerektiğini özellikle vurgulamak isterim.
Almanya’nın kendi topraklarına dönük bir saldırı beklentisi içinde olmadığını, sivil savunma alanında neredeyse hiçbir tedbir alınmamış olmasından anlayabiliriz. Halka, evlerinin bodrumlarını temizlemeleri ve kendilerine bol şans dilemeleri yönünde tavsiyeler dışında, Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius’un (SPD) elle tutulur bir hazırlık sunmadığı aşikâr. Oysa, bir ülkeye ve halkına zarar vermek için artık çok daha farklı araçlar mevcut.
Uzun zamandır Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un daha akıllı bir strateji izlediğini düşünüyorum. Kendisi, gereksiz yere ve erken bir dönemde risk alarak öne çıkmaktan kaçınıyor. Ancak ne yazık ki etrafında zayıf bir hükûmet ekibi var. Geçtiğimiz yıl Federal Meclis’te eleştirdiğim Ulusal Güvenlik Stratejisi, son derece zayıf bir metindi. Ama o zaman bile CDU/CSU muhalefetinin sunacak daha fazla aklı yoktu.
ABD Başkanı Joe Biden, daha önce bu tür füzelerin Rusya’daki hedeflere karşı kullanılmasına izin vermeyeceğini belirtmişti, zira bunun üçüncü dünya savaşına yol açabileceğinden endişe duyuyordu. Fakat görev süresinin sonlarına yaklaşırken, Biden’ın artık böyle bir senaryodan korkmadığı anlaşılıyor. Peki, bu süreçte ne değişti?
Biden’ın bu kararı, Trump ekibi ile Putin yönetimi arasında halihazırda yapılmış olması muhtemel anlaşmayı bozmayı amaçlıyor. Bu stratejiyle, Putin’in öyle bir tepki vermesi hedefleniyor ki, bu tepki Trump’a savaşın devam etmesinden başka bir seçenek bırakmasın. Şu anki durumda Ruslar, Amerikan tesislerine veya birliklerine saldırmaktan kaçınıyor; böyle bir adımın Trump yönetimiyle ilişkileri doğrudan etkileyebileceğini biliyorlar.
Fransa ve İngiltere’nin bu denkleme dahil edilmesi, savaşın Trump’ın göreve gelmesinden sonra da devam etmesini garanti altına alma stratejisinin bir parçası. Biden, bu noktada Fransa ve İngiltere’nin büyük güç olma heveslerini ustaca kullanıyor. Ancak hem Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron hem de İngiltere Başbakanı Keir Starmer, Rusya’nın muhtemel misilleme hamlelerinin, Trump’ın göreve başlamasından sonra özellikle onları hedef alacağının farkında. Bu nedenle, durum ciddileştiğinde İngiltere ve Fransa’nın, deyim yerindeyse, “görünmezlik moduna geçeceğini” düşünüyorum.
Rusya’nın mevcut stratejisinde NATO’nun 5. Madde’sini (bir üyeye yapılan saldırının tüm NATO üyelerine yapılmış sayılmasını öngören madde) devreye sokacak bir durumdan kaçınması önemli. Bu nedenle Rusya, NATO topraklarında herhangi bir hedefe saldırmayacaktır. Bunun yerine, İngiltere ve Fransa’nın ana vatanı dışındaki tesislere saldırılar düzenleyerek, bu ülkelerin güçlerini koruyamayacaklarını göstermeye çalışabilir. Nitekim, Rusya’nın birkaç gün önce Ukrayna’daki hedeflere dönük kombine füze ve drone saldırılarını yeniden başlatması, Moskova’nın misilleme yeteneğini açıkça ortaya koyuyor. Üstelik bu saldırılar, iyi korunan hedeflere karşı dahi başarılı bir şekilde yapılabiliyor. Bu da Rusya’nın mevcut gelişmeleri önceden öngördüğünü ve buna hazırlıklı olduğunu gösteriyor.
Açık konuşmak gerekirse, ABD’nin Rusya’ya, belirli saldırılardan önce uygun kanallar aracılığıyla uyarılarda bulunması bile beni şaşırtmaz. Bu tür bir iletişim, savaşı daha büyük bir tırmanıştan koruma amaçlı bir tedbir olabilir.
Genel olarak Kremlin’in her zamanki gibi, temkinli ve ihtiyatlı bir şekilde tepki vereceğini düşünüyorum. Ancak Putin’in basında zaman zaman “nükleer tehdit” kartını oynaması, Biden’ı başarısız bir lider gibi gösterme stratejisinin bir parçası. Bu durum, Biden’ın sırf egosu uğruna, görev süresinin son anlarında bir nükleer savaşı riske atmış bir başkan olarak algılanmasına neden olabilir. Öte yandan Trump, bu retoriği kullanarak kendisini barışın ve gerilimi düşürmenin mimarı olarak sunabilir. Bu da Trump’ın söylemsel bir üstünlük elde etmesine yol açabilir. Lütfen, benden Biden’ın liderlik becerilerine övgüler dizmemi beklemeyin. Bu bağlamda, onun kararlarının stratejik etkisi tartışmaya aşikâr.
Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’in, ABD Başkanı Joe Biden’ın uzun menzilli füzelerle ilgili kararını medyada duyurmasından rahatsız olduğu iddiaları basında geniş yankı buldu. Uzmanlar, bu açıklamayı ABD yönetiminin Rusya’yı saldırılardan önce bilgilendirerek bir tırmanışı önleme çabası olarak yorumluyor. Peki, bu durum nasıl değerlendirilmeli?
Burada Zelenskiy için “isteğe göre bir menü” hazırlanmadığını açıkça görebiliyoruz. Ukrayna’nın lideri, kendisine sunulan yardımı olduğu gibi kabul etmek zorunda. “Büyük aktörler” sahnede kararları alırken, Ukrayna ancak bu oyunun bir parçası olabilir. Biden, bir yandan gerilimi artıracak bir açıklama yaparken, diğer yandan tansiyonu düşürme çabası içinde görünüyor. Kararını kamuoyuna duyurarak, esasen Rusya’ya dolaylı bir uyarı göndermiş ve onları bir nebze rahatlatmış oldu. Biden, bu saldırıların Zelenskiy’in istediği gibi sürpriz bir şekilde gerçekleştirilmesine izin verebilirdi; fakat bu, şu anki stratejiyle uyuşmuyor.
Bu durum, günümüz savaşlarının “medya savaşı” karakterini bir kez daha gözler önüne seriyor. Batı, medya hakimiyetinin her savaşta üstünlük sağlayacağını varsayıyor. Bu anlayış büyük ölçüde, ABD’nin Vietnam Savaşı’ndan kalma travmasına dayanıyor. Ancak bu medya savaşı içinde, Ukrayna lideri Zelenskiy’in stratejik kararlarının Rusya’nın lehine olabilecek etkiler doğurabileceği bir gerçek. Örneğin, Çernigov oblastına (Ukrayna ordusunun Kuzey Harekât Komutanlığı’nın önemli bir merkezi) asker kaydırılması, mevcut durumu Zelenskiy açısından daha da kötüleştirebilir.
Bu aşamada Ukrayna’nın, moral artırıcı bir başarıya ihtiyacı var. Bunun için Rusya’ya birkaç füze saldırısı gerçekleşebilir ve bu saldırılar daha sonra stratejik zaferler olarak lanse edilebilir. Ancak bu hamlelerin kalıcı bir askerî etkisi olup olmayacağı belli değil. Öte yandan, Trump ve Kuzey Kore güçleri hakkındaki spekülasyonlarla bir “ihanet hikayesi” hazırlığının şimdiden yapılmış olması dikkat çekici.
Biden’ın kararını basın yoluyla duyurması, aslında planın en kritik parçalarından biriydi. Bu ilan, Biden’ın başkanlık dönemi boyunca elde ettiği zayıf başarı karnesini toparlama çabasının bir parçası. Kabil’deki kaotik çekilme sonrası yaşanan utanç verici süreç, Biden’ın hanesine yazılmıştı. Buna rağmen, 2021’in aralık ayında Rusya’nın sunduğu güvenlik garantileri teklifini küçümseyip reddetme cesaretini göstermişti. Şubat 2022’den itibaren ise, ABD’nin Kiev’deki müttefikinin darbeler almasına seyirci kalmak zorunda kaldı. Şimdi, kalan iki aylık görev süresinde, bu tabloyu tersine çevirmek ve daha iyi bir izlenim bırakmak için çabalıyor.
Fakat Biden’ın, dünyayı bir nükleer savaşa sürükleme gibi bir niyet taşımadığı bariz. Bu, Biden’ın planlarının bir parçası değil. Bilakis, mevcut hamleleri hem içeride hem de uluslararası arenada itibarını artırmaya yönelik bir girişim olarak okunmalı.
Biden’ın uluslararası sahnedeki zayıflığı, yakın zamanda Peru’daki zirvede daha da belirgin hale geldi. Aile fotoğrafında Biden’ın arka ve dış köşelere yerleştirilmesi, sembolik olarak onun düşen önemini gözler önüne serdi. Üstelik, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in, Trump ile iyi bir şekilde çalışabileceğini söylemesi, Biden’a dolaylı bir mesaj göndererek onunla artık çalışmak istemediğini ima etmişti. Bu durum, Biden’ın uluslararası alandaki pozisyonunu daha da zayıflattı.
Biden, görev süresinin kalan iki ayında daha fazla aşağılanmak istemiyorsa, şimdi hızlı ve etkili hamleler yapmak zorunda. Kendi döneminin, özellikle Jimmy Carter’ın başkanlığının son dönemine benzeyen bir şekilde sona ermesini istemediği belli.
Biden’ın ABD’nin uzun menzilli silahları için genişletilmiş hedeflerine ilişkin kararını hangi biçimde aldığına dair bilginiz var mı? Bu bir başkanlık kararnamesi, resmi bir hükümet kararı ya da yalnızca Kiev’e (ve kiminle) yapılan bir telefon görüşmesi şeklinde mi? Ve bugüne kadar silahların menzil sınırlaması nasıl sağlandı, yalnızca teknik bir yöntemle mi yoksa bir emirle mi?
Bu tür detayları elbette yalnızca doğrudan taraf olanlar bilir. Ancak kararın uygulanmasının üçlü bir işbirliğiyle gerçekleştirilmesi muhtemel. Amerikan, İngiliz ve Fransız askerleri saldırıları muhtemelen birlikte planlayacak. NATO kurumlarının bu süreçte pek bir etkisinin olacağını düşünmüyorum. Zira tecrübelere göre, büyük devletler stratejik varlıklarını paylaşmayı tercih etmez; bu, genelde herkesin kendi önceliğine göre hareket ettiği bir alan. Bu kapsamda özel harekât birlikleri, stratejik silahlar, uydu ve istihbarat bilgileri gibi yalnızca hükümet düzeyinde erişilebilen araçlar yer alır. Dolayısıyla, bu tür bir işbirliğinin halihazırda kurulmuş olması pek muhtemel değil. Belki bu süreç sıfırdan oluşturulmak zorunda kalabilir.
Şimdi bir hedefleme süreci başlatılması gerekiyor. Bu süreç, durum değerlendirmesinden hedef seçimine ve etkinlik analizine kadar uzanıyor. Bunun içinde istihbarat toplama, iletişim ve navigasyon uyduları yer alıyor. Bu uyduların bazıları muhtemelen doğru yörüngeye henüz yerleştirilmiş değil. Hazırlık çalışmalarına elektronik harp alanındaki tedbirler de dâhil. Geçtiğimiz ay Rusya’nın birkaç şehrinde bizzat şahit oldum ki, Ruslar GPS sinyallerini engelliyor ve hatta zaman zaman yanıltıcı sinyaller yayıyor. Yani, GPS cihazları yanlış konumlar tespit ediyor. Bu sapmaların 15 kilometreye kadar ulaştığını gözlemlemiştim.
Tüm bu süreç, devlet başkanlarının ya da başbakanların –Biden, Starmer ve Macron’un– silahlı kuvvetlerin başkomutanı sıfatıyla verdiği bir planlama talimatını gerektiriyor. Ön hazırlıkların, yani muhtemel planların ne kadar ilerlemiş olduğuna bağlı olarak, oldukça uzun sürebilecek bir planlama sürecinin başlatılması gerekebilir. Hangi hedeflere saldırılacağı konusunda Ukraynalılar belki önerilerde bulunabilir ama son söz büyük ihtimalle Amerikalılar, İngilizler ve Fransızlara ait olacaktır.
DÜNYA BASINI
Gideon Levy: Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı
Yayınlanma
5 gün önce18/11/2024
Yazar
Harici.com.trAşağıda çevirisini okuyacağınız İsrail’in en köklü gazetelerinden Haaretz’de yayınlanan köşe yazısında İsrail’in Gazze’deki katliamları karşısında İsrail toplumunun etik ve ahlaki olarak nasıl dönüştüğü/dönüştürüldüğü anlatılıyor:
***
Siyonistlerin yeni ideali: Gazze Savaşı’ndan utanmayan bir İsrailli nesil
Gideon Levy
“Teachers for Change” (Değişim İçin Öğretmenler) adlı bir kuruluşun CEO’su ve eğitimci olan Yair Weigler, yedek kuvvetlerdeki uzun süreli görevinden yeni döndü.
“Gazze Şeridi’ndeki çeşitli mahallelerde ve mülteci kamplarında faaliyet gösterdik, biraz da plajlarında vakit geçirdik, ardından Lübnan’da göreve devam ettik… Aramızda yerleşimciler, Tel Avivliler, 2005’te [Gazze Şeridi’ndeki] Katif Bloğu’ndan tahliye edilenler vardı; silah arkadaşlarıydık, eğitimciler ve yüksek teknoloji çalışanlarıydık… tek bir tank bölüğüydük” dedi şiirsel bir dille, sanki ordudan sonra yurtdışında bir geziye çıkıp dönen genç bir adam gibi, ziyaret ettiği yerleri övüyordu. Ah, Şucaiye, ah, ne birlik ama. Ne ordu ne halk.
Eski Başbakan Naftali Bennett, eğitimcinin sözlerini paylaşmakta gecikmedi: “İsrail’de bir aslanlar kuşağı doğdu. Hiç şüphem yok ki bu çocuklar, savaşçılar ve yedekler, sivil hayata daha idealist, daha merhametli insanlar olarak dönecekler ve önümüzdeki 50 yıl boyunca bu ülkeyi yeniden inşa edecek insanlar onlar olacak. Umut var!”
Eğer Bennett’ın küçük örme kipasıyla sergilediği aşırı duygusallığı bir kenara bırakırsak bile, şaşkın ve çaresiz gözlerimizin önünde cereyan eden kaostan dehşete düşmemek elde değil. Yedi yirmi dört. Etnik temizlik ve toplu katliam artık birer ideal; savaş suçları ise daha değer odaklı ve “iyi” siviller yaratıyor. Bennett’ın anlayışında umudun anlamı işte bu.
İnanmakta güçlük çekiyor insan. İsrail’de bir öğretmenin yedek görevindeki son derece sorunlu deneyimlerini böyle ifade ettiğini, ılımlı sağ kanadın liderlerinden alternatif için umut olan birinin ise bu şekilde tepki verdiğini okuyoruz. 2024 İsrail’inde, ordunun Gazze ve Lübnan’da yaptıklarıyla ilgili bir özeleştiri işareti görmek şöyle dursun artık suçlar ve vahşet birer ideal düzeyine yükseltiliyor. Vatandaşlık derslerinde artık, on binlerce kadın ve çocuğun katledilmesinin nasıl bir “değer” haline geldiği tartışılacak. İşte bir toprak parçasını yok edip İsraillileri daha iyi vatandaşlar haline getirmenin yolu budur. Soykırım, bir eğitim atölyesi olarak sunuluyor.
Suçluluk duygusu, bir hesaplaşma veya etik sorgulamalar bekleyen herkes tam tersini buluyor. Yaptıklarından dolayı travma yaşayan, bitmek bilmeyen kâbuslar gören, işlediği vahşetler yüzünden uykusunda çığlık atan bir nesil bekleyenler, ulusal gururla karşılaşıyor. Siyonist ideal artık Gazze’de süren savaş. Uluslararası mahkemelerde tanımlanmayı bekleyen korkunç bir suç, tüm dünyanın haklı olarak dehşetle izlediği bir savaş, şimdi bir “değer” olarak yüceltiliyor. Burada bir aslanlar kuşağı doğdu.
Bu aslanlar kuşağı, bir an bile yaptıklarıyla yüzleşmeye cesaret edemeyecek kadar korkak. Bastırma ve inkârı anlamak mümkün. Sonuçta bunlar olmadan, böylesine anlamsız ve dizginsiz bir savaş sürdürülemezdi. Ancak İsrail bunu daha akıl almaz bir noktaya taşıdı.
Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı. Subaylar kameraların önünde Gazze’deki yıkıntılar arasında göğsünü kabartarak yürüyor. Etrafında, tüm bu yıkımın anlamını sorarak mesleğinin itibarını kurtaracak tek bir muhabir bile yok. Bunun amacı neydi, yasal dayanağı neydi, ahlaki boyutu neydi? Bize böyle bir yıkımı gerçekleştirme yetkisini veren neydi? Toprak yolda, koltuk değnekleriyle, tekerlekli sandalyelerde, açlıktan bitap düşmüş eşeklerin çektiği arabalarla gidip gelen, TV muhabiri Ohad Hamo’nun soracağı herhangi bir soruya bir damla su karşılığında yanıt vermeye hazır insanların oluşturduğu konvoylar var ve bu, Hamo’nun mesleki gururunu destekleyen bir gazetecilik başarısı olarak adlandırılıyor.
Rus televizyonunun Ukrayna’dan böylesi utanç verici bir görüntüyü yayınlamaya cesaret edebileceği şüpheli. Belki orada utanç buna engel olabiliyor. Burada ise utanma hissi yok. Ne Hamo, ne Kanal 12, ne medya, ne Weigler ne de Bennett’in söylediklerinde…
Mesele sadece İsrail’in utanma duygusunu kaybetmiş olması değil. Yaptıklarıyla gurur duyuyor. İsrailliler savaşı sadece gerekli bir kötülük olarak görmüyor, bizi bununla yaşamaya mahkûm eden bir durum olarak değerlendirmiyor. Şimdi savaş, bir değer modeli – pedagojik bir şiir olarak sunuluyor. Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki sürgün ve güneyindeki katliam birer ulusal miras olarak tanıtılıyor, yakında fotoğraf albümleri ve müzelerle birlikte gelecek. Bunu telafi etmek çok daha zor olacak.
Bennett, vicdanı ve pusulası olmayan bu aslanlar kuşağının önümüzdeki 50 yıl boyunca ülkeyi inşa edeceğini vaat ediyor. Hayal edin. Bekleyip göreceğiz.
COP29 taslağında zengin ülkelerin 250 milyar dolarlık taahhüdü tepki çekti
Trump’ın zaferinin ardından Britanya Çin ile ilişkilerini canlandırıyor
Tahran, nükleer denetçinin kınamasına yanıt olarak ‘yeni ve gelişmiş’ santrifüjleri devreye soktu
The Times: Ukrayna, savaşın başından bu yana en zayıf dönemini yaşıyor
5 maddede Hint milyarder Gautam Adani iddianamesi
Çok Okunanlar
-
RUSYA1 gün önce
Putin’den füzelere yanıt: Çatışma küresel nitelik kazandı
-
RUSYA1 hafta önce
Patruşev’in Kommersant röportajı: Montrö ihlaline göz yummayacağız
-
AMERİKA2 hafta önce
Fukuyama: Trump’ın geri dönüşü Amerika ve dünya için ne anlama geliyor?
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Valdai izlenimleri: Trump’lı yıllar başlarken…
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
Donald J. Trump’ın ideolojisi
-
GÖRÜŞ2 gün önce
Batka’nın Belarus’u
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Belarus Halk Meclisi: siyasi sistemin güçlendirilmesi ve demokrasinin geliştirilmesi
-
AVRUPA3 gün önce
İsveç’te halka ‘savaşa hazırlık’ broşürü dağıtıldı: Sivillere ne öğretiliyor?