Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Seymour Hersh: Scholz, Kuzey Akım sabotajını örtbas etmek için ABD’ye destek sundu

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Pulitzer ödüllü araştırmacı gazeteci Seymour Hersh, geçen ayın başında, 2022’nin eylül ayında Rus boru hatları Kuzey Akım 1 ve 2’yi hedef alan sabotajın kim tarafından planlandığını ve nasıl gerçekleştirildiğini tüm ayrıntılarıyla anlatmıştı. Okur, makalenin Türkçe tercümesine şuradan ulaşılabilir. Hersh’in yazdıkları, öteden beri ismi meçhul kaynaklara dayanarak haber yapan Batı ana akım medyası tarafından şüpheyle karşılandı. Öbür yandan iddialar can alıcı biçimde ciddiydi ve Alman Şansölyesi Olaf Scholz ve “emri veren” ABD Başkanı Joe Biden, kayda değer bir kamuoyu baskısıyla karşı karşıya kaldı. Buna çare olarak New York Times ve Alman Die Zeit gazetelerinde failin “Ukrayna taraftarı bir grup” olduğu hikayeleri servis edildi. NYT’deki haberin tercümesine şuradan erişilebilir. Hersh, Substack’inde yayımladığı yeni haberinde bunun Biden ve Scholz tarafından kararlaştırılan, CIA ve BND tarafından ortaklaşa uydurulan bir safsata olduğunu izah ediyor.


Örtbas

Seymour Hersh — 22 Mart 2023

Biden yönetimi Kuzey Akım boru hatlarının tahrip edilmesindeki mesuliyetini örtbas etmeye devam ediyor

Altı hafta önce isimsiz kaynaklara dayanarak Başkan Joe Biden’ın geçtiğimiz eylül ayında Kuzey Akım-2’nin esrarengiz bir şekilde tahrip edilmesi talimatını veren kişi olduğunu belirten bir haber yayımladım. Bu, Rusya’dan Almanya’ya doğalgaz tedarikini iki katına çıkarması beklenen 11 milyar dolarlık yeni bir boru hattıydı. Hadise, Almanya ve Batı Avrupa’da geniş yankı buldu ama ABD medyası tarafından örtbas edildi. İki hafta önce Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un Washington ziyaretinin ardından ABD ve Alman istihbarat teşkilatları, boru hatlarının tahrip edilmesinden Biden ve Amerikalı yetkililerin sorumlu olduğu haberini yalanlamak için New York Times ve Alman haftalık Die Zeit gazetesine sahte haber yaptırarak örtbas etmeye çalıştı.

Beyaz Saray ve CIA sözcüleri, sürekli olarak Amerika’nın boru hatlarının havaya uçurulmasından sorumlu olmadığını söyledi ve bu göstermelik yalanlamalar, Beyaz Saray’daki basın mensupları için oldukça yeterliydi. Orada çalışan herhangi bir muhabirin Beyaz Saray Sözcüsüne Biden’ın her ciddi devlet başkanının yapması gereken şeyi —ABD Gizli Servisi’nin tüm kaynaklarını kullanarak kapsamlı bir tahkikat yürütmesi ve Baltık Denizi’nde işlenen bu suçun failinin kim olduğunu bulması için resmi olarak “görevlendirmesi”— yapıp yapmadığını sorduğuna dair hiçbir işaret yok. İstihbarat camiasından bir kaynağa göre başkan bunu yapmadı ve yapmayacak. Neden yapmayacak? Zira o sorunun cevabını biliyor.

Enerji uzmanı ve önde gelen ticari dergilerin yayıncısı Energy Intelligence’ın editörü Sarah Miller, boru hattı hikayesinin neden Almanya ve Batı Avrupa’da manşetlere taşındığını bir röportajda bana açıkladı. “Eylül ayında Kuzey Akım boru hatlarının tahrip edilmesi, halihazırda kriz öncesi seviyenin altı ya da daha fazla katına ulaşmış olan doğalgaz fiyatlarının daha da artmasına yol açtı” diyen Miler, şöyle devam etti: “Kuzey Akım eylül ayının sonunda havaya uçuruldu. Alman gaz ithalat fiyatları yükseldi ve hükümetlerin hane halklarını ve işletmeleri bu etkilerden korumak için yaklaşık 800 milyar euro harcama yaptığı tahmin ediliyor. Avrupa’da kış mevsiminin ılıman geçmesi nedeniyle gaz fiyatları ekim ayındaki zirve seviyesinin yaklaşık dörtte birine düşmüş olsa da halen kriz öncesine kıyasla iki ila üç kat, ABD’de ise mevcut fiyatların üç katından daha yüksek. Geçtiğimiz yıl boyunca Alman ve diğer Avrupalı üreticiler, gübre ve cam üretimi gibi enerji yoğun faaliyetlerini durdurdular ve bu fabrikaların tekrar ne zaman faaliyete geçeceği belli değil. Avrupa güneş ve rüzgâr enerjisi kapasitesi inşa etmek için çabalıyor, ancak bu Alman sanayisinin büyük kısmını kurtaracak hızda olmayabilir.” [Miller, ayrıca Medium’da blog yazıyor.]

Mart ayının başında Başkan Biden, Almanya Başbakanı Olaf Scholz’u Washington’da ağırladı. Tur, kamuya açık sadece iki etkinlik içeriyordu: Biden ve Scholz arasında, Beyaz Saray’da basın mensuplarının önünde yapılan ve soru alınmayan kısa bir iltifat teatisi ve Fareed Zakaria’nın Scholz ile yaptığı ve boru hattıyla alakalı iddialara değinmeyen bir CNN röportajı. Şansölye Washington’a Alman basın mensuplarını yanına almadan gelmişti, resmi bir akşam yemeği planlanmamıştı ve iki lider, bu tür üst düzey toplantılarda alışılageldiği şekilde basın toplantısı düzenlemek istemedi. Bunun yerine daha sonra Biden ve Scholz’un 80 dakikalık bir görüşme yaptıkları ve görüşmenin büyük kısmında danışmanlarının bulunmadığı bildirildi. O zamandan bu yana her iki hükümetten de herhangi bir sözlü ya da yazılı bir açıklama yapılmadı ama diplomatik istihbarata erişimi olan birinden boru hattı ifşasıyla ilgili bir tartışma yaşandığını ve bunun sonucunda CIA’deki bazı unsurlardan Alman istihbaratıyla birlikte çalışarak Amerikan ve Alman basınına Kuzey Akım-2’nin imhasına ilişkin alternatif bir senaryo sunacak bir kapak hikayesi hazırlamalarının istendiğini öğrendim. İstihbarat camiasının ifadesiyle, boru hatlarının tahrip edilmesi talimatını verenin Biden olduğu iddiasını çürütmek için teşkilatın “sistemin nabzını tutması” gerekiyordu.

Bu noktada Şansölye Scholz’un —boru hattının imhası konusunda önceden bilgilendirilmiş olsun veya olmasın— Biden yönetiminin Baltık Denizi’nde gerçekleştirdiği operasyonun örtbas edilmesine geçen sonbahardan bu yana açıkça destek verdiğini belirtmek gerek.

CIA vazifesini yerine getirdi ve Alman istihbaratının da yardımıyla boru hatlarının tahrip edilmesiyle sonuçlanan “gayri resmi” geçici bir operasyon hakkında hikayeler uydurdu ve yaydı. Aldatma iki unsurdan oluşuyordu: 7 Mart’ta New York Times gazetesinde yer alan ve ismini vermek istemeyen bir Amerikalı yetkilinin boru hattının tahrip edilmesinde “yeni istihbaratın Ukrayna yanlısı bir grubun” dahli olabileceğini öne sürdüğünü iddia eden haber ve aynı gün Almanya’nın en çok okunan haftalık gazetesi Die Zeit’te yer alan ve Alman soruşturmacıların 6 Eylül’de Danimarka açıklarındaki Bornholm adasından geçen kiralık lüks bir yelkenlinin izini sürdüğünü belirten haber. Haberde Alman soruşturmacıların 6 Eylül’de Almanya’nın Rostock limanından Danimarka açıklarındaki Bornholm adına giden kiralık lüks bir yelkenlinin izini sürdüğü belirtildi. Ada, 26 Eylül’de boru hatlarının tahrip edildiği bölgeden yalnızca birkaç kilometre uzaklıkta. Yat Ukraynalı sahipleri tarafından kiralanmıştı ve altı kişilik bir mürettebatı vardı; bir kaptan, iki dalgıç, iki dalış asistanı ve bir doktor. Bunlardan beşi erkek, biri kadındı. Sahte pasaportlar iş görmüştü.

İki gazete de haberlerinde, Times’ın ifadesiyle “bilmedikleri çok şey” olduğuna dikkat çekti. Fakat yeni bilgiler, yetkililerin failler hakkında net bir sonuca varılacağı konusunda “giderek daha iyimser” olmalarına da yol açtı. Ancak Washington ve Almanya’daki çeşitli üst düzey yetkililer bunun uzun zaman alacağını söylediler. Verilen mesaj, basının ve kamuoyunun soru sormayı bırakması ve gerçeği soruşturmacıların bulmasına olur vermesiydi. Elbette bu hiçbir zaman gün ışığına çıkmayacaktı. Die Zeit gazetesinde haberin yazarı Holger Stark bir adım daha ileri giderek “uluslararası güvenlik teşkilatlarında” yat hikayesinin “sahte bayrak operasyonu” olma ihtimalini göz ardı etmeyenlerin de olduğunu belirtti. Hakikaten de öyleydi.

Amerikan istihbarat camiasından bir kaynak, bana “Bu tamamen Amerikan istihbaratının uydurmasıydı, Almanlara aktarıldı ve sizin hikayenizi itibarsızlaştırmayı amaçlıyordu” dedi. CIA’in dezenformasyon uzmanları, bir propaganda taktiğinin ancak hazzedilmeyen bir hakikati alıcılar nezdinde küçültecek ya da ikame edecek bir hikâyeye ihtiyaç duyduklarında işe yarayacağını bilirler. Söz konusu hakikat ise Başkan Joe Biden’ın boru hatlarının tahrip edilmesi talimatını verdiği ve Almanya ile Batı Avrupalı komşularını, yüksek günlük enerji maliyetlerinden muzdarip iken işletmelerin kapanması nedeniyle bu eylemi açıklamakta zorlanacağıydı.

İronik bir şekilde New York Times haberinin zayıflığına dair en önemli delil, haberde ismi geçen üç Times muhabirinin birinden geldi. Haberin yayımlanmasından birkaç gün sonra muhabir Julian Barnes, Times’un popüler podcast’i The Daily’de sunucu Michael Barboro ile bir söyleşi yaptı. Metin şöyle:

Sunucu: Bu saldırıdan tam olarak kim sorumluydu? Ve siz ve meslektaşlarımız bunu nasıl öğrendiniz?

Muhabir: Araştırmanın büyük bölümünde doğru soruları sorduğumuz kanaatinde değilim.

Sunucu: Hmm. Peki doğru sorular nelerdi?

Muhabir: Mantıksal olarak devletlere odaklanmıştık. Az evvel üzerinden geçtiğimiz tüm bu devletler dururken fail Rusya mıydı? Ukrayna devleti miydi? Ve bu da birbiri ardına gelen çıkmaz sokaklardı. Bize bir devleti işaret eden güvenilir deliller olduğunu söyleyen herhangi bir yetkili bulamadık. Bu yüzden meslektaşlarım Adam Entous, Adam Goldman ve ben, farklı bir soru sormaya başladık. Bu devlet dışı aktörler tarafından yapılmış olabilir mi?

Sunucu: Hmm.

Muhabir: Bu, devlet için çalışmayan bir grup insan tarafından yapılmış olabilir mi?

Sunucu: Serbest çalışan sabotajcılar gibi bir şey. Bu yeni soru nasıl sence?

Muhabir: Bu sabotajcıların kim olabileceğini sormaya başladık. Ya da buna cevap veremiyorsak, kiminle müttefik olabilirler? Rusya yanlısı sabotajcılar olabilirler mi? Başka sabotajcılar olabilir mi? İstihbarata erişimi olan yetkililerle konuştukça bu teorinin giderek daha fazla ilgi çektiğini gördük. Rusya yanlısı sabotajcılar olabileceklerine dair ilk düşüncemin yanlış olduğu ortaya çıktı. Büyük ihtimalle Ukrayna yanlısı bir grup olduğunu öğrendik.

Sunucu: Hmm. Başka bir deyişle bunu Ukrayna adına yapan bir grup insan. Böyle olduğunu düşünmenize sebep olan ne öğrendiniz?

Muhabir: Michael, açıkça söylemeliyim ki gerçekten çok az şey biliyoruz, değil mi? Bu grup gizemini koruyor. Sadece bizim için değil, konuştuğumuz ABD yönetimi yetkilileri için de gizemini koruyor. Bu işe karışanların ya Ukraynalı ya Rus ya da her ikisinin karışımı olduğunu biliyorlar. Ukrayna hükümetiyle bağlantıları olmadığını biliyorlar. Ama aynı zamanda Putin karşıtı ve Ukrayna yanlısı olduklarını da biliyorlar.

Sunucu: Yani tüm bu araştırma raporlarından sonra, faillerin Ukrayna ile aynı şeyi isteyen ancak resmi olarak Ukrayna hükümetiyle bağlantılı olmayan bir grup insan olduğu sonucuna varıyorsunuz. Fakat bu şahısların Ukrayna hükümetiyle bağlantılı olmadığından ne kadar emin olduğunuzu merak ediyorum?

Muhabir: Mevcut istihbarat öyle olmadığını söylüyor. Her ne kadar yetkililer bize Ukrayna Devlet Başkanı ve kilit danışmanlarının bundan haberdar olmadığını söylese de bunun doğru olup olmadığından ya da başka birinin haberdar olup olmadığından emin olamıyoruz.

Washington’daki Times muhabirleri, “istihbarat bilgilerine erişimi olan” Beyaz Saray yetkililerinin insafına kalmıştı. Fakat aldıkları bilgiler, işleri gazeteye manşetlik bir haber vermek ve akılsızca bir karar veren ve şimdi bu konuda yalan söyleyen bir başkanı korumak olan CIA’in bir grup aldatma ve propaganda uzmanından geliyordu.

DÜNYA BASINI

Mahmud Abbas birliği korumak için olası baskılara direnecek mi?

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız uzman görüşlerine yer verilen haber Filistinli grupların Pekin’de imzaladığı uzlaşı anlaşmasının sürdürülebilir olup olmadığına yanıt bulmaya çalışıyor. İsrail ve muhtemelen ABD tarafından baltalanacağı düşünülen uzlaşının yumuşak karnı ise Filistin Yönetimi:

****

‘Başarılı olması için baskı var’: Fetih-Hamas birlik anlaşması sürdürülebilir mi?

Analistlere göre Fetih Hareketi’nin siyasi iradesinin olup olmadığı görülecek, İsrail ise anlaşmayı bozmaya çalışabilir.

Mat Nashed

Analistler, Filistinli grupların salı günü bir “ulusal birlik” anlaşması imzalayarak, ideolojik farklılıklarını ve acı dolu geçmişlerini bir kenara bırakıp İsrail’in işgaline son vermek için lobi yapabileceklerine dair hem umut yarattığını ancak bazı şüpheler olduğunu söylüyor.

Çin’in başkenti Pekin’de üç gün süren yoğun görüşmelerin ardından imzalanan anlaşma, geçici bir “ulusal uzlaşı” hükümetinin savaş sonrası Gazze’nin kontrolünü üstlenmesi ve ortak kendi kaderini tayin etme arayışını ilerletmesi için zemin hazırladı. Ancak Fetih Hareketi ve Hamas arasında daha önce yapılan birçok uzlaşma girişiminin başarısız olması nedeniyle bu atılım kuşkuyla karşılandı.

Katar’ın başkenti Doha’daki Middle East Council on Global Affairs adlı düşünce kuruluşunda İsrail-Filistin uzmanı olarak çalışan Ömer Rahman, “Biraz şüphe olması doğal, ancak bu anlaşmanın kalıcı olacağından umutluyum” dedi.

“Gazze ve Batı Şeria’daki durum göz önüne alındığında bunun başarılı olması için baskı var. Bence tüm taraflar bunun gerçekleşmesi gerektiğini biliyor” diyen Rahman, Gazze’deki savaşın ve işgal altındaki Batı Şeria’da artan yerleşimci şiddeti ve toprak gaspının getirdiği aciliyete atıfta bulundu.

BM uzmanlarına göre, 7 Ekim’de Hamas öncülüğünde İsrail topluluklarına ve askeri karakollarına düzenlenen ve bin 139 kişinin öldürüldüğü ve 251 kişinin esir alındığı saldırıdan bu yana İsrail, Gazze’de soykırıma varabilecek yıkıcı bir saldırıyla karşılık verdi.

İsrail son dokuz ayda 39 binden fazla Filistinliyi öldürdü ve iki milyon 300 binlik Gazze nüfusunun neredeyse tamamını yerinden etti. Gazze’deki savaş uluslararası manşetleri belirlerken, İsrail’in 2024 yılında işgal altındaki Batı Şeria’da son 30 yılda herhangi bir yılda olduğundan daha fazla Filistin toprağını sessizce ele geçirmesine yol açtı.

İsrail işgalini derinleştirirken, Filistinli iki büyük grup Fetih Hareketi ve Hamas bölünmüş durumda kaldı. Fetih Hareketi, Batı Şeria’nın büyük bir bölümünü 1993 Oslo Anlaşmalarından doğan ve Fetih’e şiddetten vazgeçmesi ve İsrail’i tanıması karşılığında Filistin devletinin kurulacağının vaat edildiği Filistin Yönetimi aracılığıyla kontrol ediyor.

Buna karşılık Hamas silahlı mücadeleye bağlı kaldı ve 2007’de iki taraf arasında yaşanan kısa bir iç savaşta Fetih Hareketi’ni kovduğundan beri Gazze’yi kontrol ediyor.

Kanlı geçmişe rağmen, her iki taraf da 12 daha küçük grupla beraber Pekin anlaşmasını imzaladı. El Cezire’nin elde ettiği bir anlaşma kopyasına göre bu anlaşma, nihai olarak İsrail işgali altındaki Doğu Kudüs, geniş Batı Şeria ve Gazze’de (İsrail’in 1967 Arap-İsrail savaşında ele geçirdiği topraklar) bir Filistin devleti kurmayı hedefliyor.

Anlaşma kalıcı olacak mı?

Uluslararası Kriz Grubu (ICG) Filistin uzmanı Tahani Mustafa, Fetih Hareketi ve Ebu Mazen olarak da bilinen Filistin Yönetimi lideri Mahmud Abbas’ın Hamas’la daha önce yapılan uzlaşma anlaşmalarını baltaladığını söyledi.

El Cezire’ye konuşan Mustafa, Abbas’ın ve yakın sırdaşlarının İsrail işgaline karşı Filistin yönetimini birleştirmek için gerçek bir siyasi irade göstermediğini söyledi.

Mustafa’ya göre Fetih Hareketi, teoride Filistinlileri uluslararası alanda temsil eden Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) üzerinde tek kontrol sahibi olduğunu ve Hamas ve diğer fraksiyonlar bu yapıda temsil edilirse çoğunluğunu kaybetmekten korkuyor.

Mustafa, “Hamas’ı ve İslami Cihad’ı da eklerseniz, Fetih Hareketi’nin tekeli sona erer” dedi.

İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri de uzlaşma anlaşmasını baltalamaya çalışabilirler.

İsrail, savaş sonrası senaryoda Filistin Yönetimi’nin ya da Hamas’ın Gazze’nin kontrolünü ele geçirmesine izin vermeyi reddederken, ABD de uzun süredir Hamas’ın İsrail’i tanımasını ve Filistin hükümetinin bir parçası olmadan önce şiddetten vazgeçmesini istiyor.

2017’de Hamas, 1967 sınırlarına göre bir Filistin devleti kurulmasını kabul eden yeni bir tüzük sundu. Hamas tarafından daha önce yapılan açıklamalar ve hareketlerle uyumlu olan bu hamle, İsrail’in fiilen tanınması anlamına geliyordu.

Mustafa, “Hamas, İsrail’in var olma hakkını hiçbir zaman [açıkça] tanımadı çünkü İsrail’e aynı şeyi Filistinliler için de yapması yönünde hiçbir zaman baskı yapılmadı” dedi.

Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nin İsrail-Filistin uzmanı Hugh Lovatt, İsrail’in bu anlaşmayı rayından çıkarmak için Batılı müttefiklerine Filistin Yönetimi’ne verdikleri fonları kesmeleri için baskı yapmasının oldukça olası olduğunu söyledi.

El Cezire’ye konuşan uzman, “Filistin Yönetimi mevcut haliyle ancak ABD ve Avrupa’nın yakın işbirliği ve finansman desteğiyle ayakta kalabilir” dedi.

Lovatt, “Ancak bu sadece Filistin Yönetimi’nin hayatta kalmasıyla ilgili bir mesele değil, aynı zamanda Filistin Yönetimi’nin kilit isimlerinin kişisel hayatta kalma meselesi… kendi kişisel konumlarını zayıflatabilecek herhangi bir anlaşmaya çok ilgi duymuyorlar” diye ekledi.

El Cezire yorum için Filistin Yönetimi Başkanlığı sözcüsü Nebil Ebu Rudeyne ve Filistin Yönetimi’nin Birleşik Krallık misyonunun başındaki Husam Zomlot’a ulaştı. Her iki isim de haber yayınlanmadan önce yorum taleplerine yanıt vermedi.

Ancak Lovatt, Filistin Yönetimi’nin, İsrail’i resmen tanımak ve şiddetten vazgeçmek gibi Oslo Anlaşmaları’nın şartlarına uymayı reddetmesi nedeniyle önceki birlik anlaşmalarının çökmesinden Hamas’ı sorumlu tuttuğunu söyledi.

“Abbas’ın söylediğini gördüğümüz şey… bir anlaşma istiyoruz ama uluslararası meşruiyete dayanan bir anlaşma” diye ekledi.

Bu anlaşma neden önemli?

Daha önceki uzlaşma anlaşmaları başarısızlıkla sonuçlanmış olsa da Rahman bu anlaşmanın başarıya ulaşmasının hayati olduğunu söyledi.

Rahman’a göre İsrail-Filistin konusunda uluslararası kamuoyunda rüzgarlar değişiyor ve bu da birleşik bir Filistin liderliğinin Gazze’deki “soykırıma” ve İsrail’in Batı Şeria’daki “ilhakçı baskısına” son vermesi için bir fırsat yaratıyor.

Dünya Mahkemesi olarak da bilinen Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD) “tavsiye niteliğindeki görüşü”, İsrail’in Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze’deki 57 yıllık işgalini kısa bir süre önce “yasadışı” olarak sınıflandırdı. Mahkeme, yerleşim yerlerinin inşası ve genişletilmesi de dâhil İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarında varlığını sürdürmesinin “uluslararası hukuku ihlal ettiğini” söyledi.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu kararı “saçma” olarak nitelendirdi ve İsraillilerin “atalarının yurdundaki kendi topluluklarında yaşamalarının” yasadışı olamayacağını söyledi.

Rahman, “Durum açıkça vahim ve Filistinlilerin uluslararası toplumu Filistinlileri savunmak için bir araya getirecek bir tür birleşik liderliğe ihtiyacı var” dedi.

Ancak bu birlik -en azından şimdilik- savaşın gidişatını şekillendirmede en etkili küresel aktör olan ABD tarafından desteklenmiyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller salı günü düzenlediği basın brifinginde anlaşmayı yorumlarken “Bir terör örgütünün rolü olamaz” dedi.

Hamas ABD, İsrail ve Avrupa Birliği tarafından “terörist” olarak tanımlanan bir grup ancak pek çok Filistinli, Hamas’ı meşru bir direniş grubu olarak görüyor.

Lovatt, Filistin Yönetimi karar alma sürecinde Hamas ve diğer gruplara danışarak anlaşmayı uygulamaya kararlı olsa bile ABD baskısının Filistin birliğini sabote edebileceğini söyledi.

Lovatt şunu ekledi: “Bu gerçekten de belirleyici faktör olabilir. Asıl soru şu: [Abbas] kararlılığını sürdürecek mi, yoksa uluslararası baskı karşısında geri adım mı atacak?”

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Batı artık küresel ilişkilerin merkezi değil

Yayınlanma

Samir Puri, Nikkei Asia
25.07.2024

Dünya meselelerinde bir geçiş dönemi yaşıyoruz. Batılı ülkelerin küresel meselelerin nihai hakemleri olarak hareket etme gücü ve birliği çökmüyor, ancak açık bir düşüş içinde.

Çoğumuz bu noktada hemfikiriz, ancak bu geçiş dönemini Batı’nın içinden mi yoksa dışından mı izlemek daha doğru olur? Perspektif her şeydir. Atlantik’in her iki yakasındaki Batılı ülkelerde yaşayan bizler için popülizm siyaseti, değişen dünyayı izlerken kaçınılmaz olarak önemli bir tartışma konusu haline geliyor.

Daha “ulus öncelikli” liderler ve partiler güç kazandıkça, Batı’nın siyasi karakterinin hızla değişmekte olduğu açıktır. Kasım ayındaki ABD başkanlık seçimlerinde Donald Trump’ın olası zaferi ya da Macaristan Cumhurbaşkanı Viktor Orban’ın ülkesinin Avrupa Birliği dönem başkanlığını kullanarak geleneksel Batılı dış politika elitlerine çelişkili mesajlar vermesi buna örnek olarak gösterilebilir.

Bu durum zamanla Batı’nın küresel kişiliğini değiştirecektir.

2020’den bu yana Batı’daki evimden ziyade, Asya’da gelişen bu olayları Singapur’daki görüş noktamdan izliyorum. “Batısızlık: Büyük Küresel Yeniden Dengelenme” adlı yeni kitabımda yazdığım gibi, Batı’nın küresel varlığının yeniden şekillenmesini uzaktan izlemek kendi perspektiflerini sunuyor.

Asya’da, dünyanın değişen ekonomik dengesi Çin ve Hindistan’ın yükselişinde açıkça görülüyor ve Endonezya gibi ülkeler de gelecekte önemli bir büyüme göstermeye hazırlanıyor.

Dünyanın yeniden dengelenmesi sadece “Asya’nın yükselişi” ile sınırlı değildir. Suudi Arabistan, Türkiye ve hatta Güney Afrika gibi ülkelerin küresel meselelerde kendi yollarını çizmek için gösterdikleri stratejik özerklik her geçen ay artıyor.

Batılı olmayan ülkeler için stratejik özerklik ekonomik büyümeden kaynaklansa da bundan çok daha fazlasıyla ilgilidir. BRICS gibi Batılı olmayan kulüplerin genişlemesini de içeriyor. Güney Afrika’nın Batı destekli İsrail’e karşı Hamas’a karşı yürüttüğü savaş nedeniyle Uluslararası Adalet Divanı’nda açtığı dava gibi gelişmeler de bunu kanıtlamaktadır. Batılı olmayan ülkeler küresel görüşün değişmesine yardımcı oldukça, Batılı ülkeler tarafından 7 Ekim’den sonra İsrail’i desteklemek için alınan ilk tutumlar artık “kurallara dayalı uluslararası düzen” kullanılarak inandırıcı bir şekilde sorgulanabilir.

Batılı olmayan dünyanın yükselen başlıca güç merkezleri hızla kendi momentumlarını geliştiriyor. Yüzyıllardır ilk kez Batı her zaman öncü bir rol oynamıyor. Avrupa liderliğindeki deniz sömürge imparatorluğunun önceki dönemleri ve ardından ABD liderliğindeki küreselleşme dönemi düşünüldüğünde, dünya meselelerinde ortaya çıkan dönemin gerçekten de çok farklı olacağı görülecektir.

Batı çökmeyeceği ve ABD ekonomisi canlılığını koruduğu için yanlış sonuçlara varmak kolaydır. Tüm bunları gayri safi yurtiçi hasıla büyüklüğüne göre bir analize indirgemek ve yalnızca ABD ile Çin arasında iki atlı bir yarış olarak görmek çok basite indirgemek olacaktır.

Kişi başına düşen GSYH’ye bakıp, önde gelen Batılı ülkelerin modernleşmenin standart taşıyıcıları olarak diğerlerinin fersah fersah önünde olduğu sonucuna varılabilir. Ya da güçlü ABD dolarının kalıcı gücüne odaklanılabilir.

Bunlar indirgemeci sonuçlara varmaktır. Evet, ekonomik performans, yaşam standartları ve para biriminin gücü büyük önem taşımaktadır. Ancak diğer gelişmelerle birlikte ele alındığında Batı’nın düşüşte olduğu görülmektedir.

Demografi gibi bazı eğilimler ölçülebilir niteliktedir. Diğer eğilimler ise küresel anlaşmazlıkları çözme gücü ve ahlaki güçle ilgilidir. Küresel yeniden dengelenme yalnızca sert güç ve ekonomiyi değil, aynı zamanda standartları belirleme, dikkati yönetme ve krizleri çözme becerisini de içermektedir.

Manşetlerimize hakim olan ve küresel görüşleri derinden ikiye bölen diğer savaştan işlerin ne kadar hızlı değiştiğine dair net bir örnek alalım.

G7 aracılığıyla çalışan Batı, Rusya’nın Şubat 2022’de başlayan barbarca tam ölçekli işgaline karşı Ukrayna’yı övgüye değer bir şekilde destekledi. Ancak milyarlarca dolar harcayarak silahlandırdığı Ukrayna, hala Rus işgalcileri kovacak kadar güçlü değil. Şimdi, küresel yeniden dengelenmeyle ilgili iki gelişme Ukrayna’daki durumu daha net bir şekilde etkiliyor.

Birincisi, Rus ekonomisi Batı ve G7 liderliğindeki yaptırımlardan ve enerji ihracatına getirilen fiyat sınırlamalarından zarar gördü. Ancak ekonomik ceza tehdidi Putin’i 2022 başlarında Ukrayna’yı işgal etmekten caydırmaya yetmedi. Yaptırımların gerçekliği de Putin’i işgalden vazgeçmeye zorlamak için yeterli değil. Dünya ekonomisindeki yapısal değişiklikler, Rusya’nın Çin, Hindistan ve diğer BRICS ülkelerinin yanı sıra Türkiye, Körfez ülkeleri, Endonezya ve diğerleriyle ticaret yapmaya devam ettiği ve savaş ekonomisini sürdürdüğü anlamına geliyor.

İkinci olarak, Batılı olmayan bu ülkeler bir şekilde Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaşın müzakere yoluyla sona erdirilmesini savunmuşlardır. Batı ve G7 ise tam tersini savunmuştur. Mükemmel bir ahlaki netlikle, Rusya’nın Ukrayna’da yenilmesi ve saldırganlığı için asla ödüllendirilmemesi gerektiğini savundular. Ancak Trump Beyaz Saray’a dönerse, ABD politikasının bir barış anlaşması lehine Ukrayna’yı terk etmeye kayması bekleniyor.

İronik bir şekilde, Trump’ın dayatacağı böyle bir anlaşma ABD’yi dünyanın geri kalanında genel olarak aynı şeyi savunan kesimlerle daha uyumlu hale getirecektir. Eğer bu gerçekleşirse, Batı’nın küresel haçlı enkarnasyonu bir darbe alacaktır. Onun yerine, otokratik liderlerle anlaşma yapmaktan kaçınmayan, işlevsel yaklaşımları tercih eden popülist bir Batı enkarnasyonu ufukta görünmektedir. Böyle bir dünyadan korkmak başka bir şey, bunun pek çok etmenini anlamak başka bir şeydir.

Sadece Soğuk Savaş sonrası zafer kazanmış Batı’nın sonunu gözlemlemiyoruz, aynı zamanda daha az Batı egemenliğinde bir dünyanın başlangıcını da gözlemliyoruz.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

“Okulu kıran” çocukların ailelerini hapse atmayı öneren başkan adayı: Kamala Harris

Yayınlanma

Editörün notu: Joe Biden’ın çekilmesi ile birlikte Demokratların kasım ayındaki başkan adayı olarak öne çıkan Başkan Yardımcısı Kamala Harris, siyaseten “silik” bir profil olsa da daha önce San Fransisco ve California’daki savcılık deneyimleri karanlık bir geçmişe işaret ediyor. “Beyaz olmayan” ve “ilerici” sayılan bir siyasetçi olmasına rağmen savcılığı döneminde siyahlara yönelik polis şiddeti konusunda tavır almayı reddetmişti. Harris’in en tartışmalı hamlesi ise, “okul asma programı” olarak bilinen 2011 tarihli yasaydı. Bu yasa bölge savcılarının, çocuklarının geçerli bir neden olmaksızın okul yılının yüzde 10’unu kaçırmaları halinde ebeveynleri kabahat işlemekle suçlamalarına ve hapsetmelerine izin veriyordu. Daha sonra sonlandırılan programın, yine en fazla beyaz olmayan toplulukların ebeveynlerine yönelik işlediği yönünde yoğun eleştiriler gelmişti.


“Kamala the Cop”: Biden’ın Olası Halefi Harris’in Karanlık Yüzü

Raphael Schmeller
Berliner Zeitung
23 Temmuz 2024
Çev. Gülçin Akkoç

Sevilmiyor, hata yapmaya meyilli ve kendi partisi içinde tartışmalı durumda. Demokratların başkan adayı olarak yarışa girmesi beklenen Kamala Harris kimdir?

Joe Biden’ın başkanlık yarışından çekilmesinin ardından birçok demokrat coşkuyla Kamala Harris’i desteklemeye başladı. Partinin seçim kampanyası bağışları platformu ActBlue, Biden’ın yerine Demokratların favorisi olan başkan yardımcısı için şimdiden “bağış seli” yaşandığını bildirdi.

Liberal Amerikan medyası Pazar akşamından beri Harris’in seçimi kazanması durumunda ABD’nin en yüksek siyasi makamına gelen ilk kadın, ilk Asya kökenli ve Barack Obama’dan sonra ilk siyahi olacağını tekrarlayıp duruyor. Ancak Harris’in ülkedeki çok sayıda kişi tarafından sevilmediği ve kendi partisinin içinde de tartışmalı olduğu gerçeği söylenmiyor.

2011 ve 2013 yıllarında bağışlarla Harris’i destekleyen Cumhuriyetçi başkan adayı Donald Trump, çoğu ankette Demokratlardan oldukça önde yer alıyor. Bakıldığında Harris ve Biden arasında rağbet görme açısından önemli farklar yok ve hatta Harris’in durumu kısa bir yükselişten sonra daha kötüye bile gidebilir. Harris son anketlerde Demokratlar için çok önemli olan Michigan, Arizona ve Nevada gibi salıncak eyaletlerde Biden’dan daha kötü performans gösteriyor.

Harris, okulu çok sık kıran çocukların ebeveynleri için hapis cezası istemişti

Harris, örnek vermek gerekirse iç politikadaki sert tutumu sebebiyle eleştiriliyor. 2011 yılından itibaren Kaliforniya Başsavcısı olarak kendisini Günışığı Eyaleti’nin(*) ‘’ilk polisi’’ olarak sundu ve sıkı baskısıyla adından söz ettirdi. Aynı zamanda kolluk kuvvetlerindeki yolsuzluklara karşı yeterince kararlı adımlar atmaması konusunda da eleştirildi. Ve hepsinden önce okulu çok sık kıran çocukların ebeveynleri için uygulanmasını savunduğu yüksek para cezaları ve olası hapis cezaları sistemiyle hatırlanıyor.

Bu dönemde Harris, siyahlara yönelik polis şiddeti gibi birçok konuda tavır almayı reddetti ve bu durum birçok Demokrat tarafından yadırgandı. 2014 yılında marihuanayı yasallaştırma girişimine gülmüş, ancak beş yıl sonra başkanlığa adaylığını koyduğunda “kesinlikle desteklediğini” vurgulamıştır. Başsavcılık yaptığı dönem ona ‘’Kamala the Cop’’ (Polis Kamala) lakabını kazandırmıştır.

Harris 2017 yılında Senato’ya seçildi ve 2019 yılında Demokratların başkan adayı olarak yarışa girdi. Başta Biden’ı ırkçılıkla suçlasa da sonrasında korkunç anket oranları sebebiyle yarıştan çekildi ve sonrasında kendisini başkan yardımcısı adayı yapan Biden’ı destekledi.

Başkan Yardımcısı olarak görev yaptığı son 4 yılda pek çok kez kendi siyasi profilini geliştirmemekle suçlandı. Biden, göçü sınırlandırmak için menşe ülkelerdeki göçün nedenleriyle mücadele etme görevini 2021 yılında Harris’e verdi. Ancak Harris’in çabalarına ve Latin Amerika hükümet başkanlarıyla yaptığı görüşmelere rağmen düzensiz sınır geçişlerinin sayısı arttı. ABD Yüksek Mahkemesi 2022 yılında dönüm noktası niteliğindeki Roe v. Wade kararını bozarak ülkenin çoğu yerinde kürtajı fiilen imkansız hale getirdiğinde ise Harris, kürtaj haklarını şiddetle savundu.

Harris pek çok kişi tarafından politik anlamda sönük olarak görülüyor

Harris, Beyaz Saray’da geçirdiği süre boyunca çoğunlukla kendi yolundan gitti. Röportajlarında ve kamuoyu önünde yaptığı diğer konuşmalarında çeşitli hatalar yaptı ve her zaman kendine güvenen biri olarak görünmedi. Pek çok kişi tarafından politik anlamda sönük ve bazı demokratlar tarafından da bir yük olarak görülüyordu. Hatta 2022 yılının başında yapılan anketlerin sonucuna göre Harris, bugüne kadarki en sevilmeyen Başkan Yardımcısı. Yakın çalışma arkadaşları birçok kez istifa etti ve kaotik çalışma koşulları olduğuna dair söylentiler hep devam etti.

Harris de Biden gibi hatalar yapmaya ve anlaşılması zor konuşmalar yapmaya meyilli. Şu anda sosyal medyada Mayıs 2023’te yaptığı bir konuşma dolaşıyor, Harris dinleyicilere şu açıklamaları yapıyor: “Siz, içinde yaşadıklarınızın ve sizden önce gelenlerin bağlamından oluşuyorsunuz.’’ Sonrasında bu anlattıklarını annesinden bir alıntı yaparak destekledi, ‘’Hindistan cevizi ağacından düştüğünüzü mü sanıyorsunuz?’’ Harris sonrasında saniyelerce kendi şakasına güldü.

Eğer beklendiği gibi Kamala Harris Demokratların adayı olarak gösterilirse yalnızca bu imajını düzeltme zorluğuyla karşılaşmayacak, aynı zamanda seçmenleri Biden-Harris hükümetinin sevilmeyen sonuçlarından kendisini sorumlu tutmamaları için ikna etmeye çalışmak zorunda kalacak. Bu sebeplerle Trump, Harris’i yenmenin Biden’ın kendisini yenmekten daha kolay olacağını iddia ediyor. Bu konuda haklı olabilir.


(*) Yazar Florida ile Kalifornia’yı karıştırıyor olmalı çünkü “Günışığı Eyaleti” (Sunshine State) takma adı Florida’ya ait. Kaliforniya’nınki ise “Altın Eyalet” (Golden State). (editörün notu)

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English