Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

“Almanya’nın siyasi eliti ABD kuklası”

Yayınlanma

Aşağıdaki mülakat, 19 Nisan günü Rusya silahlı kuvvetlerinin günlük gazetesi Krasnaya Zvezda’da yayınlandı. Mülakatta görüşleri sorulan kişi, siyasetbilimci, Rusya Dışişleri Bakanlığı Diplomasi Akademisi profesörlerinden Vladimir Vinokurov. Demek ki mülakat hem doğrudan doğruya silahlı kuvvetleri bağlayan bir organda yayınlanması hem de dışişlerinin ideologlarından birinin görüşlerini yansıtması açısından önem taşıyor.

Mülakatta Berlin hükümetinin siyasetinden Alman sanayisinin zarar gördüğü şeklindeki klişe ve bütünüyle yanlış tespitler Vinokurov tarafından dolaylı olarak eleştiriliyor. Vinokurov, üç şeyi vurguluyor:

1) Bu siyaset Almanya’nın sadece en fakir kesimlerini değil orta sınıflarını da doğrudan etkiliyor.

2) Bunun ülkede resesyon üretmesi kaçınılmaz.

3) Bununla birlikte, savaş sanayisi konsernleri çatışmayı uzatmak için her şeyi yapıyorlar, zira kasaları böyle doluyor.

Bunlar, benim iki bölümlük yazımda ileri sürdüğüm görüşlerle örtüşüyor. (Bak. “Büyük savaş kaçınılmaz mı?” ve “Liberal solun ‘faşizm’ retoriği”.)

Fazladan olarak ben, bu sürecin geri dönüş eşiğini çoktan aştığını, Almanya’nın ve genel olarak Avrupa’nın sadece sanayisinin değil siyasetinin de kaçınılmaz olarak militarizasyondan geçtiğini, bu durumun ancak marksist faşizm teorileriyle ve faşistleşme süreciyle açıklanabileceğini vurgulamıştım.

— Vladimir İvanoviç, Almanya NATO’nun en güçlü devletlerinden biri kabul ediliyor, ama potansiyelini abartıyor muyuz acaba? Birkaç gün önce Alman basınında, Kara Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Alfons Mais’in, Bundeswehr’in NATO’daki yükümlülüklerini tam yerine getirme kapasitesinden şüphesini ifade ettiği haberleri çıktı. Bununla ilgili ne söylersiniz?

— Kara Kuvvetleri Komutanı olan General Mais mart ayında Bundeswehr genel müfettişine sunduğu raporda birliklerde birikmiş problemleri anlattı. Açıklayayım; genel müfettiş, Savunma Bakanlığı’ndaki ikinci kişi; en yüksek askeri komutan ve FAC’nin genel savunma konseptinden sorumlu, bunun içinde askeri ve stratejik planlama, Bundeswehr’in gelişme problemleri de var. Masasına konulan raporda FAC’nin bütün kara kuvvetlerinin muharebeye hazırlık kapasitesinin devam etmekte olan yetersiz finansman ve Ukrayna’ya askeri yardımda bulunulması yüzünden düşebileceği ileri sürülüyor. Bu yardım çerçevesinde birlikleri araçlarını vermesi ve zamanlarını Ukrayna askeri personelinin hazırlığında harcaması gerekiyor.

FAC yönetimi NATO’ya, 2025’e kadar ittifakın emrine tam teçhizatlı bir tümen (yaklaşık 16,5 bin askeri personel) sunma sözü verdi. Ama personel açısından tümenin sadece yüzde 79’unu tamamlanmış durumda; en önemlisi de araç yetersizliği. Raporda şöyle ifade ediliyor: “Şu anda bütün kara kuvvetleri yedeklerine başvurulsa bile yüzde 60’tan azı kullanılır durumda.” En yakıcı problemlerden biri, muhabere sisteminin eskiliği. Çağdaş telsiz istasyonlarına ihtiyaç var, ama bu hedef için kaynak ayrılması Bundestag bütçe komisyonunda hâlâ tartışılıyor.

Mais’in değerlendirmesine göre Bundeswehr’in 2027’ye kadar sunma yükümlülüğü olan ikinci tümenin askeri olarak hazırlanabilmesi de gerçekçi değil. Birliklerde ağır teçhizat yetersiz. Eğer durum düzelmezse, diye uyarıyor general, Alman ordusu yoğun askeri eylem şartlarında NATO karşısındaki yükümlülüklerini ancak sınırlı bir seviyede yerine getirebilecek durumda olacak.

—  Gene de Olaf Scholz hükümeti Kiev rejimine diplomatik, mali, askeri yardımda bulunma söylemlerine devam ediyor…

— Almanya Anglosaksonların tarafına geçti ve esasen de, Ukrayna çatışmasının tırmanmasından yararlanarak “kolektif batının” Rusya’ya karşı vekil savaşının aktif katılımcılarından birine dönüştü. Önceki federal şansöliye Angela Merkel’in hükümetinin 2014 şubatında Ukrayna’daki devlet darbesini derhal desteklediğini, ama bunun arkasından uzun bir süre Rusya ile iktisadi bağlarını tamamen koparmaya cesaret edemeyerek tereddüt ettiğini hatırlamak uygun olur. Gerçekten de ülkemiz daha Brejnev ve Kosıgin zamanlarından beri ucuz enerji kaynaklarının güçlü ve güvenilir bir tedarikçisiydi. Nitekim Alman sanayisi de bizim ucuz karbon hammaddelerimiz üzerinde yükseldi, artı Rusya pazarı da onun için açıktı. Kimi siyasetbilimciler Berlin-Moskova arasında bir jeopolitik eksen kurulabileceği, Avrupa işlerinin gidişatını bu eksenin sözünün ağırlığının tayin edeceği hakkında konuşmaya bile başlamışlardı.

Ama bugün açıkça görüldüğü gibi, CDU/CSU’nun olsun, SPD’nin olsun, Yeşillerin olsun önde gelen siyasetçileri fiilen ABD’nin kuklası olarak hareket ediyorlar, ülke için intihar anlamına gelen bir dış siyaseti itaatkâr şekilde yürütüyorlar. Almanya’nın işgal altında statüsü hukuken uzun süre önce bitmişti, ama görüyoruz ki ABD ve Brizanya Alman siyasi elitlerini amansızca kontrole devam ediyorlar. Geçen yıl güzünde her iki Kuzey Akım hattı da havaya uçuruldu, Alman sanayisine darbe vuruldu, Berlin ise Washington’a kölece eklemleniyor.

— İdeolojik mülahazalar, rusofobi, geleneksel Alman rasyonalizmini, iktisadi menfaatlerini bastırdı…

— Öyle oluyor. Kiev rejiminin, önce Poroşenko’nun sonra Zelenskiy’in Minsk mutabakatlarını yerine getirmeye hazırmış gibi yapmalarında pek çok açıdan suçlu olan Almanya. Batılılar görüşme sürecini, geçenlerde Merkel’in itiraf ettiği gibi “Ukrayna’ya zaman kazandırmak ve onu daha güçlü kılmak için” bilinçli olarak uzattılar. Şansöliyenin sosyal-demokrat Olaf Scholz olduğu bugünkü koalisyonun iktidara gelmesiyle de pek az şey değişti.

Tabii ki doğu Avrupa’daki çatışmayı öncelikle Anglosakson güçleri, Washington ve Londra kundakladılar, ama Berlin de, tekrar ediyorum, iktisadi mülahazalar açısından Rusya ile kopuşun dezavantajına olmasına rağmen onlara eklemlendi. Anglosaksonlar Alman elitlerini astlığın görünmez ipleriyle dolamışlar ve FAC’nin dış siyaset çizgisinin şekillenmesinde tayin edici bir etkide bulunmaya devam ediyorlar; bu dış siyaset 1980’lerin sonunda Anglosaksonlara rağmen Demokratik Almanya Cumhuriyeti’ni yutmayı başarmış olsa bile dünya siyasetinin bir öznesi olamamıştı.

— Peki ya Scholz’un geçen yıl yaptığı iddialı “devir değişti” konuşması? Bundan ne anlamalı?

— Alman elitleri elbette Washington ve Londra kendi oyun kurallarını kuruyorlar diye coşmuş değil; doğal olarak Bismarck zamanlarının o eski nüfuzluluğunu yeniden tesis etmek istiyorlar ve bunu Avrupa Birliği aracılığıyla yapmaya çalışıyorlar. Scholz “devir değişti” derken AB’nin Almanya liderliğinde kıtada belirleyici bir rol oynayabileceği durumu anlıyor. Bunun için de Berlin Avrupa Birliği’ni batı Balkan, Ukrayna, Moldova ve hatta Gürcistan’ı katarak genişletmeye hazır. AB böylece 27 üyeden 26 üyeye çıkar. Bu da, şansöliyenin belirttiği gibi, Almanya’nın Avrupa’daki durumunu güçlendirecek. Şöyle demişti: “Almanya kıtanın merkezindeki ülkedir, doğu ve batıyı, kuzey ve güneyi Avrupa’da birleştirmek için elinde olan her şeyi yapacaktır.” Sholz şundan da emin: bununla eşzamanlı olarak askeri potansiyelini yeniden tesis etme işiyle meşgul olmak zaruri. Alman şansöliyesi şöyle itiraf etmişti: “Avrupa ordularının ve savunma bütçelerinin eski, üzerinde mutabakat bulunmayan kısılmasının yerine şimdi Avrupa’nın imkânlarında mutabakata dayanan bir artış geçmek zorunda.” Bunu yaparken öncelikle de, onun dediğine göre, Almanya’ya kuvvetini geri vermek gerekir. Şöyle vurgulamıştı: “Bize uçabilecek uçaklar, denize açılacak gemiler, bütün zaruri teçhizatlarla donatılmış askerler gerek. Bize gereken işte bu. Bu hedefler, ülkemizin ölçeğini ve Avrupa için taşıdığı önemi düşünürsek, tamamen erişilebilirdir.”

Şansöliye, savunma bakanını değiştirdi. Bu yılın ocak ayında, Aşağı Saksonya’nın eski içişleri bakanı Boris Pistorius bakan oldu ve pek enerjik biri olduğunu göstererek pek çoklarını şaşırttı; derhal askeri yapının reformuna girişti; bu yapı on yıldır kadın bakanlar idaresinde, üstelik üçü de kadındı, etkinliğini yitirmiş, tamamen bürokratize olmuştu. Pistorius Bundeswehr genel müfettişini, dört “Staatssekretär”den birini, silah alım işlerinin başındaki kişiyi de değiştirdi…

Almanya’da daha geçen yıl Bundeswehr’in teçhizat modernizasyonu için 100 milyar avroluk özel fon oluşturulmuştu. Bu yüzden, federal hükümetin yeni tutumunun büyük siparişler için can atan askeri-sınai kompleks çevrelerinde sevinçle karşılanmış olması anlaşılır. Bunlar şimdi Ukrayna’ya silah ve mühimmat sevkiyatıyla kasalarını dolduruyorlar. Şirketler topçu silahları, tanksavarlar, uçaksavarlar çıkarmak için üretim bantlarını genişletmeye para yatırmaya başladılar… Askeri-sınai konsernlerin sahipleri, Ukrayna çatışmasının mümkün olduğunca uzaması için can atan insanlar.

— Peki Almanya’nın Avrupa’da birinci keman olma hedefi Fransa’da nasıl karşılanıyor?

— Sadece Paris’te değil Avrupa başkentlerinin çoğunda Avrupa Almanyası yerine Almanya Avrupası olmasını kesinlikle istemiyorlar. Daha birkaç yıl önce Fransa ve Almanya Avrupa entegrasyonunun derinleştirilmesi, ortak bir güvenlik sisteminin kabulü ve bir Avrupa silahlı kuvvetlerinin kurulması için, Avrupa’nın bağımsız bir dünya gücüne dönüşmesi için genelde ortak bir tutum sergiliyorlardı. Ama bugün ihtilaflar gitgide daha açık görülüyor; bunlar sadece çevrenin korunması, nükleer enerjinin kaderi, içten patlamalı motorlu araçlar, Akdeniz’in dibindeki gaz boru hatları meselelerini de ilgilendirmiyor.

Paris’tekiler, Berlin’in, kendi askeri-teknolojik projelerini batıdaki ortağı olmadan kendi başına ilerletmeyi tercih etmesinden hoşnutsuzlar. Scholz’un gündeme getirdiği “semaların savunması için Avrupa inisiyatifi” de öfke doğurdu. Bu inisiyatife göre 15 Avrupa ülkesi kendi füze savunma sistemleri üzerinde çalışacaklar. Fransa fiilen kendi Aster füzeleriyle böyle bir sisteme sahip zaten, bunu da bütün Avrupa’ya yaymaya hazır.

— Scholz hükümetinin bugünkü dış siyaseti Almanya’nın sosyal-iktisadi durumuna da olumsuz etkide bulunuyor…

— Tahminlere göre Almanya’da bu yıl resesyon, belirgin bir enflasyon ve satın alma gücünde düşüş bekleniyor. Sınai girişimlerin büyük bölümü elektrik enerjisi harcamalarında muazzam artış ve kalifiye işçi eksikliğinden ötürü üretim hacminde daha da büyük bir düşüşle karşılaşacak. Enerji kaynakları fiyatlarındaki hızlı tırmanış şimdiden hayat pahalılığına da yol açtı; bu hayat seviyesinde düşme olarak yansıyor. Güçlükler sadece nüfusun en fakir kesimlerini değil orta sınıfı da etkiliyor.

Almanya mart ayının sonunda ulaştırma işçilerinin son otuz yılın en büyük grevini yaşadı. 350 binden çok insan işe gitmedi. Toplu ve banliyö taşımacılığı neredeyse tamamen durdu; havaalanlarında 600 uçuş iptal edildi. Grev bir “uyarı” kabilindendi, bu nedenle yeni kitlesel eylemler imkânsız değil, zira henüz ücret artışlarında bir mutabakata varılamadı.

Alman sosyal-demokratlarının Berlin eyalet meclisi seçimlerinde aldıkları yenilgi de Almanların federal hükümetten ve şahsen şansölyeden hoşnutsuzluğuna tanıklık ediyor. Bu onlar için, 1950’den beri seçimlerdeki en kötü sonuç oldu: yüzde 18,4. Başkentteki seçim kampanyasına Scholz’un da aktif bir şekilde katılması ve Berlin Bürgermeister seçiminde yarışan partilisi Franziska Giffey destekte başarısız olması da dikkat çekicidir. Alman dergisi Focus, iğneleyici bir üslupla şöyle yazdı: “SPD, Scholz’un yarardan çok zarar getirdiğini anlamalı.” Dolayısıyla, Almanya’yı zor zamanlar bekliyor, ama Alman halkının derinlerinde Berlin’in Atlantik yanlısı tutumunun intihardan farksız olduğu düşüncesi de olgunlaşıyor. Protest ruh halindeki yükseliş, AfD’nin seçimlerdeki başarısı, yeni bir parti kurmayı düşünen sol siyasetçi Sara Wagenknecht’in aktif faaliyeti… bütün bunlar, Alman halkında Schiller ruhunun kırılmadığını gösteriyor.

DÜNYA BASINI

“ABD’nin Gazze’ye asker göndermesi direnişi tetikleyebilir”

Yayınlanma

Kassam Tugayları

Amerikan güçleri hızla kayıplar verebilir ve kamuoyu bunu uzun süre tolere etmeyecektir.

Thomas Watkins / The National

Askeri uzmanlar, ABD’nin Amerikan güçlerinin yardımıyla Gazze’yi ele geçirme ve yeniden inşa etme girişiminin büyük operasyonel zorluklarla karşılaşacağını söylüyor. Bu da direniş riskini ve Başkan Donald Trump’ın dış çatışmalardan kaçınma arzusuyla çelişen sürekli asker konuşlandırma ihtiyacını artıracaktır.

Gazze’deki mevcut durum, yüz binlerce sivil ve asker hayatını kaybettiği ABD’nin Irak ve Afganistan işgallerinde yaşadığı türden, yıllarca sürebilecek ve maliyeti trilyonlarca doları bulabilecek bir çatışma riskini barındırıyor.

Trump, Filistin bölgesini tüm Filistinlilerden arındırma vizyonunu açıklamış olsa da bölgeyi “Orta Doğu’nun Riviera”sına dönüştürmek için büyük bir yeniden inşa projesine başlamayı ve ABD birliklerini bölgeye göndermeyi henüz taahhüt etmiş değil.

Ancak salı günü yaptığı açıklamada, “gerekirse” ABD askerlerini Gazze’ye göndereceğini söyledi. ABD Savunma Bakanı Pete Hegseth de çarşamba günü İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu Beyaz Saray’da ağırlarken bu ihtimali vurguladı.

Hegseth gazetecilere yaptığı kısa açıklamada “Gazze konusuna gelince deliliğin tanımı aynı şeyi tekrar tekrar yapmaya çalışmaktır” dedi: “Hem diplomatik hem de askerî açıdan tüm seçenekleri değerlendirmek üzere müttefiklerimizle, muhataplarımızla birlikte çalışmayı dört gözle bekliyoruz.”

Trump’ın söylediği pek çok şeyde olduğu gibi, sözleri de bir müzakerede taviz koparmaya yönelik maksimalist bir pazarlık manevrası olarak görülebilir. Ancak, gerçek değerine bakıldığında, sözleri müttefikleri ve gözlemcileri tedirgin etti. Uzmanlar The National’a Gazze’de olası bir askeri varlığın, Hamas’ın teslim olduğu en iyi senaryoda bile karmaşık olacağını söylüyor.

Atlantik Konseyi’nin Terörle Mücadele Projesi Başkanı ve Savunma Bakanlığı’nda özel operasyonlar ve terörle mücadeleden sorumlu eski bir yetkili olan Alex Plitsas, Trump’ın ABD’nin Gazze’yi bir şekilde temizleyip yeniden inşa etme önerisinin büyük bir askeri ve ekonomik katılım gerektirdiğini söyledi. Ancak Başkan’ın bu çabanın bedelini kimin ödeyeceğini belirtmediğini de sözlerine ekledi.

Ayrıca olası bir ABD askeri varlığı durumunda ABD birlikleri hızla kayıplar verebilir ki Trump’ın izolasyonist destekçileri bunu uzun süre tolere etmeyecektir. Zira zorunlu göçün ardından Gazze’de kalan Filistinliler neredeyse kesin olarak işgalci güce karşı silahlanacaktır.

Plitsas, “Irak’tan çok net bir şekilde öğrendik ki bir karşı direniş operasyonu hem can kaybı hem de maddi kaynaklar açısından son derece maliyetlidir. Ayrıca çatışmanın ortasında kalan siviller büyük kayıplar yaşar” dedi ve böyle bir müdahalenin uzun vadeli stratejik bir taahhüt gerektirdiğini ve bu süreçte büyük acılar yaşanacağını belirtti.

Trump’ın uyumlu Cumhuriyetçi Parti’sinin bazı üyeleri bile Gazze önerisine ilişkin endişelerini dile getirdiler.

Cumhuriyetçi senatör Rand Paul X kanalında “Önce Amerika için oy verdiğimizi sanıyordum” dedi ve ekledi: “Hazinemizi mahvedecek ve askerlerimizin kanını dökecek yeni bir işgali düşünmeye hakkımız yok.”

Plitsas, Gazze’yi ele geçirmek, güvenliği sağlamak ve bölgeyi yeniden inşa etmek için yaklaşık 100.000 askerden oluşan birkaç askerî tümenin konuşlandırılması gerektiğini belirtti ve “Ve bu sadece güvenlik kısmı. Yeniden inşa süreci, yönetim ve devlet inşası da işin içinde olacak. Bu da ABD hükümetinin diğer kurumlarını devreye sokmayı gerektirecektir” dedi.

ABD Askeri Akademisi Modern Savaş Enstitüsü’nde Kentsel Savaş Çalışmaları Başkanı olan John Spencer da Hamas’ın ne ölçüde ortadan kaldırıldığına ya da silah bıraktığına bağlı olarak uzun zaman alacak bir görev için on binlerce askerin karadan ve denizden gelmesini gerektireceğini söyledi.

İsrail ordusuyla birlikte 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze’yi dört kez gezen Spencer, “Düşmanın da bir sözü var” dedi ve ekledi: “Eğer aktif bir savaş söz konusu olursa bu uzun zaman alır. Bunun kabul edilmesi gerekir.”

Spencer, İsrail birliklerinin ağırlıklı olarak kentsel alanları temizlediğini ve sonra tekrar çekildiğini hatırlattı. ABD’nin görevi de bu bölgeleri temizlemek, güvenliği sağlamak ve Hamas’ın bıraktığı patlamamış bombaları ya da tuzakları etkisiz hale getirmek olacaktır.

Spencer herhangi bir bölgeyi yeniden inşa için güvenli hale getirmenin son derece karmaşık bir girişim olacağını, çünkü binalar ve molozların yanı sıra Hamas tünellerinin de temizlenmesi gerekeceğini söyledi.

Irak’ın Musul kentinin IŞİD militanlarından temizlenmesinden sonra patlayıcıların temizlenmesi yaklaşık beş yıl sürmüştü ve bu sadece bir şehirdi.

Spencer, “Bence İnsanlar bu savaşın enkaz ve yıkım gibi benzersiz özelliklerini ve yapılması gereken gerçek iş miktarını hafife alıyorlar” dedi.

Ancak ABD’nin Gazze’de askerî bir operasyon düzenlemesinin lojistiğini bile düşünmek, Arap ülkelerinin bu plana destek vereceğini varsaymayı gerektiriyor ve böyle bir destek olduğuna dair hiçbir işaret yok.

Ürdün ve Mısır, Gazze veya işgal altındaki Batı Şeria’dan Filistinlilerin kısa veya uzun vadede yerlerinden edilmesini kesin bir dille reddetti.

Plitsas, “Çünkü bu, Filistin devletinin sona ermesi halinde geri dönüş hakkının ortadan kalkması anlamına gelir ki bu da onların asla kabul etmeyeceği bir şey” dedi.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

FP: Trump’ın Gazze’yi ele geçirme planının saçmalığı

Yayınlanma

Trump

Filistin topraklarını ele geçirmek, ABD’nin savaş suçlarına karışması ve bölgenin tamamen kaosa sürüklenmesi anlamına gelir.

Steven A. Cook / Foreign Policy

Amerika Birleşik Devletleri başkanı olmanın özel ayrıcalıklarından biri, ne kadar çılgınca olursa olsun söylediklerinizin ciddiye alınmasıdır. ABD Başkanı Donald Trump’ın Washington’un Gazze Şeridi’nde etnik temizlik yapmasını ve ardından bu topraklara sahip olmasını önerirken de durum böyledir. İsrail-Filistin çatışması yeni fikirlere ihtiyaç duyuyor ve özellikle Gazze, son derece zorlayıcı sorunlar barındırıyor. Ancak Trump’ın önerisi sadece ahlaki niteliklerden yoksun bir plan değil tam anlamıyla delilik.

Nereden başlamalı?

Başkan dünya liderlerinin ve hatta bölgedeki liderlerin böyle bir planı desteklediğinde ısrar ediyor. Kimler destekliyor? Trump’ın İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ile görüşmesinden kısa bir süre sonra Suudiler bir açıklama yayınlayarak iki devletli çözüme desteklerini yinelediler. Mısır ve Ürdün hükümetleri, Filistinlilerin topraklarına yerleştirilmesi fikrini kesin bir dille reddediyor, hatta bu tutumları nedeniyle ABD’nin mali yardımlarını kaybetmeyi göze alıyorlar. İsrailli yerleşimciler bile bu planı desteklemeyecektir, çünkü onlar dini-milliyetçi ideolojileri gereği Gazze’ye yeniden yerleşmek istiyorlar, Amerikalı müteahhitlerin orada lüks oteller inşa etmesini değil. Yine de Trump ısrarla “insanların” planını desteklediğini söylüyor. Mar-a-Lago’daki dostlarıyla gece geç saatlerde yaptığı bir telefon görüşmesini aktarıyor olabilir. Buradaki tehlike, Trump’ın kendisine yönelik haklı eleştiri fırtınasına karşı koymak adına herkesi haksız çıkarmaya çalışması ve böylece Orta Doğu’da etnik temizliği ve yeni-sömürgeciliği ABD politikası haline getirmesi olur.

Tabii bir de uygulanabilirlik meselesi var. ABD silahlı kuvvetlerinin Gazze Şeridi’ni ele geçirebileceğine şüphe yok, ancak bu kesinlikle Amerikan askerlerinin hayatına mal olacaktır. srail’in yıllardır süren çabalarına rağmen Hamas hâlâ iyi silahlanmış ve ölümcül bir güç olmaya devam ediyor. Trump, Hamas savaşçılarının sessizce Sina Yarımadası’na gitmesini mi bekliyor? Bu sorunun cevabı belli.

Trump aylarca süren sefaletin ardından Filistinli sivillerin Gazze Şeridi’ni terk ederek hayalindeki yeni ve güzel yerlerde yaşamaya razı olacaklarını düşünüyor. Bilmeyenler için bu makul gelebilir. İsrail’in askeri operasyonları Gazze’nin önemli bir bölümünü yerle bir etti ve savaşın kalıntıları her yerde. Ancak Başkan ve ona danışmanlık yapan her kimse, Filistinlilerin Nakba olarak adlandırdıkları Filistinlilerin çoğunu Gazze’de mülteci haline getiren tarihi trajedinin nasıl derin bir yara açtığını anlamıyorlar. Filistinliler bir kez daha sürgüne zorlanmayı kabul etmeyecekler. Gazze Şeridi’nde yaşam ne kadar zor olursa olsun, burası onlar için Filistin’de bir dayanak noktası ve İsrail’in kuruluşunun diğer yüzü olan tarihi adaletsizliğin keskin bir hatırlatıcısı olmaya devam ediyor. Trump bu gerçeği inkâr edebilir, ancak Filistinli nüfusu göç ettirmek istiyorsa bunu zorla yapması için ABD ordusuna emir vermesi gerekecektir. Umarız ki ABD’li komutanlar, bunun yasa dışı ve insanlığa karşı bir suç olduğu gerekçesiyle böyle bir emre itaat etmeyi reddederler.

Tüm bunlar yetmezmiş gibi, Trump’ın planını bu kadar irrasyonel kılan bir diğer unsur da kendi Orta Doğu hedefleriyle tamamen çelişmesi. 2 milyon Filistinliyi Gazze’den çıkarmak ve bölgeyi ABD’nin kontrolüne almak;

-Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki normalleşme şansını sona erdirecek,

-Trump’ın ilk dönem dış politika başarısı olan İbrahim Anlaşmalarını bozacak,

– ABD’nin bölgesel politikalarının temel taşları olan Mısır-İsrail ve Ürdün-İsrail barış anlaşmalarını zayıflatacak,

– İran’ı savunmasız olduğu bir anda yeniden güçlendirecektir.

Ayrıca ABD’yi bölgesel bir çatışmanın içine çekecektir ki bu da kimsenin, özellikle de Trump’ın istemediği bir sonuç ya da en azından sadık takipçilerinden oluşan lejyonuna söylediği bu. Başkan şu anki megalomani krizinde, ABD’nin yurtdışındaki maceralarına karşı olmanın, Beyaz Saray’a giden üç seçim kampanyasının da ana temalarından biri olduğunu unutmuş gibi görünüyor.

Eğer gerçekten “düzeni sarsan” bir lider olmak istiyorsa, bunu yapmanın doğru yolları var. Bu plan kesinlikle onlardan biri değil. Sadece tek bir basın toplantısıyla Trump, ABD’nin güvenilirliğini zedeledi ve zaten fazlasıyla istikrarsız olan bir bölgeye daha fazla belirsizlik ve kaos kattı.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

FT: Trump’ın Gazze planı felaket yaratacak

Yayınlanma

Donald Trump’ın Gazze’yi ele geçirmeye yönelik tehlikeli planı

Andrew England, Financial Times Ortadoğu Editörü

ABD Başkanı’nın uçuk fikri riskleri önemli ölçüde artırdı ve Filistinliler için yeni bir felaket yaratacak

Arap liderler haftalardır ABD Başkanı Donald Trump’ın Orta Doğu’nun son on yıllardaki en büyük krizine nasıl yanıt vereceğini merakla bekliyorlardı; Trump’ın öngörülemezliği, karmaşık bir bölgeyi anlamadaki eksikliği ve utanmaz İsrail yanlılığından çekiniyorlardı.

Ancak salı günü Beyaz Saray’da İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ile birlikte kürsüye çıktığında şaşkınlık içindeki bir dünyaya açıkladığı olağanüstü, gerçeküstü öneriyi en çılgın rüyalarında bile kimse beklemezdi.

Gazze’deki 2 milyondan fazla Filistinlinin zorla kalıcı olarak yeniden yerleştirilmesini savunmakla yetinmeyen Trump, ABD’nin kuşatma altındaki şeridi ele geçirmeyi planladığını ve gerekirse Amerikan askeri gücünü kullanacağını açıklayarak çıtayı dramatik bir şekilde yükseltti.

Bu fikir o kadar uçuk ki, bunu Trump’ın bir başka çılgınlığı olarak görüp reddetmek isteyenler olacaktır. ABD’nin uzun zamandır savunmaya ve desteklemeye çalıştığı uluslararası yasaları ihlal edecektir. Amerikan askerlerinin Orta Doğu’da yeniden savaşa girmesi riskini doğuracaktır ki bu Trump’ın kaçınmaya söz verdiği bir şeydi.

Washington’un Arap müttefiklerini, Avrupalı ortaklarını ve Küresel Güney’i öfkelendirecektir. ABD’nin sarsılan güvenilirliği bir kez daha dibe vuracaktır. Trump’ın Suudi Arabistan ve diğer Müslüman devletlerin İsrail ile ilişkilerini normalleştirmesine yol açacak bir anlaşma ile büyük bir pazarlık yapma hayalini – ve Nobel Barış Ödülü alma arzusunu – suya düşürecektir.

Ve Gazze’yi nesillerdir evleri olarak gören çilekeş Filistinliler için yeni bir felaket yaratacaktır. Nereye gidecekler? Kimse bilmiyor. Hiçbir Arap ülkesi onları kabul etmeye cesaret edemez ve Filistinli kardeşlerinin zorla yerlerinden edilmesine ortak olmuş gibi görünmez.

İsrail’in kuruluşuna eşlik eden çatışmalarda yüz binlerce Filistinlinin evlerinden zorla çıkarıldığı ya da kaçtığı 1948’in acı mirası Müslüman dünyasında hala tazeliğini koruyor. Filistinliler o dönemi Nakba ya da felaket olarak adlandırıyor ve Gazzelilerin çoğu yerinden edilenlerin torunları.

İsrail’in aşırı sağı dışında bölgedeki hiç kimse bunun tekrarlanmasını kabul edemez.

Ancak bu, Trump, Panama Kanalı’nı ve Grönland’ı ele geçirmekle tehdit eden emlak kralı ve eski reality show sunucusu.

Uzun zamandır Orta Doğu’ya kendi anlaşma yapma ve emlak projeleri prizmasından bakıyor gibi görünüyor, yeni yönetiminde etrafını sardığı İsrail yanlısı yardımcıları ve İsrail tarihindeki en aşırı sağcı hükümete başkanlık eden Netanyahu tarafından teşvik ediliyor.

Bir yıl önce Trump’ın damadı ve Beyaz Saray’ın eski Orta Doğu danışmanı Jared Kushner, Gazze’nin “deniz kıyısındaki mülkünden” bahsediyor ve bunun “çok değerli” olabileceğini söylüyordu.

Salı günü ise Başkan, yoksul, savaştan zarar görmüş, yoğun nüfuslu, dar Akdeniz şeridinin “Orta Doğu’nun Rivierası” olabileceğini hayal ettiğini söylüyordu.

“Burayı geliştireceğiz, binlerce istihdam yaratacağız ve bu tüm Orta Doğu’nun gurur duyacağı bir şey olacak.”

Netanyahu Trump’ın yanında dururken gülümsemesini güçlükle gizleyebildi ve ABD tarihinin en İsrail yanlısı başkanını “kalıpların dışında düşündüğü” için övdü.

Netanyahu “Bunun tarihi değiştirebilecek bir şey olduğunu düşünüyorum” dedi.

Hamas’ın 7 Ekim 2023’teki saldırısına karşılık olarak İsrail’in Gazze’de başlattığı büyük saldırıdan bu yana Filistinliler ve Arap komşuları Netanyahu’nun nihai amacının şeridi yaşanmaz hale getirmek ve Gazzelileri topraklarından sürmek olduğundan korkuyor.

Hükümetindeki aşırı sağcı bakanlar açıkça İsrail’in on yıl önce çekildiği şeridi yeniden iskân etme ihtiyacından bahsediyor. Şimdi de dünyanın en güçlü liderini yanlarına almış görünüyorlar.

Sarsılmış Arap liderler Trump’ın önerisinin, Suudi Arabistan’ın İsrail ile resmi diplomatik bağları kabul etmesine yol açacak daha geniş bir anlaşmaya aracılık etme planlarındaki bir açılış kumarının veya pazarlık kozunun bir parçası olduğunu umacaklar.

Trump ilk döneminde, Birleşik Arap Emirlikleri ve diğer üç Arap devletinin İsrail’le ilişkilerini normalleştirmesine yol açan ve İbrahim Anlaşmaları olarak adlandırılan işlemsel anlaşmalara aracılık etmişti. Ve bu dış politika başarısını genişletmek istediğini açıkça ortaya koydu.

Ancak Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman bunun ancak Gazze ve işgal altındaki Batı Şeria’yı da kapsayan bir Filistin devletinin kurulması halinde gerçekleşebileceğini defalarca söyledi.

Arap dünyasında pek çok kişi Prens Muhammed’in Trump’la olan ilişkisine ve Suudi Arabistan’ın Trump’ın en çılgın politikalarını dizginlemek için “büyük pazarlık” konusunda sahip olabileceği kaldıraca dayanabileceğini umuyor.

Riyad, çarşamba günü Filistinlilerin zorla yerlerinden edilmesini alışılmadık bir şekilde hızlı ve kesin bir dille reddetti. Krallığın liderleri, Prens Muhammed’in ana seçmen kitlesi olan genç Arap neslinin İsrail’in son 14 ayda Gazze’yi bombalamasını dehşet içinde izlemesi nedeniyle bölgede kaynayan öfkeye karşı dikkatli.

Suudiler ve Arap ortakları üzerindeki baskı, Trump’ı planının yol açabileceği felaket konusunda ikna etmek olacaktır.

Trump’ın kasıtlı olarak anlamadığı şey, tüm yıkım, yoksulluk ve acıya rağmen Gazzelilerin bu şeride evleri demekten gurur duyduklarıdır. Burası kimliklerinin ayrılmaz bir parçası; çocuklarının doğup büyüdüğü, sevdiklerini gömdükleri ve çatışma döngüleri boyunca hayatlarını metanetle kurup yeniden inşa ettikleri topraklar. Barış istiyorlar ama başka bir Nakba değil.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English