Avrupa Merkez Bankası (AMB) Başkanı ve eski IMF Başkanı Christine Lagarde, Council on Foreign Relations’ta (CFR) dikkat çekici bir konuşma yaptı.
‘Çokkutupluluk gerçeği’ni kabullenmiş görünen Lagarde, jeopolitik gerilimlerin arttığını, dünya ekonomisinde bloklaşmanın perçinlendiğini belirterek, merkez bankalarının geleceğini masaya yatırıyor.
Küresel ekonominin bir değişim döneminden geçtiğini savunan Lagarde, Ukrayna savaşına, enerjinin silah haline getirilmesine, enflasyonun ‘ani artışına’ ve ABD ile Çin arasında büyüyen düşmanlığa dikkat çekerek, ‘jeopolitiğin tektonik levhalarının daha hızlı yer değiştirdiğini’ söylüyor.
Lagarde’a göre küresel ekonominin, birbiriyle rekabet eden bloklara bölündüğü bir döneme şahitlik ediyoruz: Her blok, dünyanın geri kalanını kendi stratejik çıkarlarına ve değerlerine yakınlaşması çekiştirmektedir. Lagarde, bu bölünmenin, dünyanın en büyük iki ekonomisi tarafından yönetilen iki blok etrafında birleşebileceğini düşünüyor.
AMB Başkanı, bu tektonik kaymadan merkez bankalarının payına ne düşeceğini araştırıyor. One göre, merkez bankalarının siyasetlerini belirlediği çevrede iki ana sonuç ortaya çıkıyor: Birincisi, küresel tedarik esnekliği azaldıkça daha fazla istikrarsızlık görebiliriz; ikincisi, jeopolitik gerilimler tırmandıkça daha fazla ‘çokkutupluluk’ meydana gelebilir.
Soğuk Savaş sonrası dünyanın sonu
Christine Lagarde, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonraki dünyayı şöyle resmediyor: “Soğuk Savaş sonrası dönemde dünya oldukça elverişli bir jeopolitik ortamdan yararlandı. Amerika Birleşik Devletleri’nin hegemonik liderliği altında, kurallara dayalı uluslararası kurumlar gelişti ve küresel ticaret genişledi. Bu durum küresel değer zincirlerinin derinleşmesine ve Çin’in dünya ekonomisine katılmasıyla birlikte küresel işgücü arzında büyük bir artışa yol açtı.”
Bu tabloda küresel tedarik zincirleri, yerel talebe karşı daha ‘esnek’ olabiliyor ve uzun süren bir göreli düşük ve istikrarlı enflasyonu garanti altına alabiliyordu.
Buna paralel olarak, ‘bağımsız’ merkez bankalarının arz tarafındaki aksaklıklara çok fazla dikkat etmek zorunda kalmadan talebi yönlendirerek enflasyonu istikrara kavuşturmaya odaklanabileceği bir politika çerçevesi oluşmuştu.
Ama Lagarde, bu göreceli istikrar döneminin yerini şimdi daha düşük büyüme, daha yüksek maliyetler ve daha belirsiz ticari ortaklıklarla sonuçlanan kalıcı bir istikrarsızlığa bıraktığını kabul ediyor.
Üstelik, ‘enflasyon’ konusunda henüz zirve yapmadığımızı ve fiyat artışlarının talep değil, arz kaynaklı olduğunu itiraf edercesine, “Daha esnek bir küresel arz yerine, tekrarlanan arz şokları riskiyle karşı karşıya kalabiliriz,” tespitini yapıyor.
Enflasyonda ‘arz’ etkisi
ABD’nin en az 14 kritik mineralde tamamen ithalata, Avrupa’nın ise nadir toprak tedariğinde %98 oranda Çin’e bağımlı olduğunu hatırlatan Lagarde, “Bu cephelerdeki tedarik kesintileri, otomobil endüstrisi ve elektrikli araç üretimine geçiş gibi ekonomideki kritik sektörleri etkileyebilir,” diyor.
Tedarik zincirlerini garanti altına almak için hükümetlerin yasal yollara başvurduğunu belirten Lagarde, ABD’de Enflasyonu Düşürme Yasasını (IRA) ve Avrupa’daki ‘stratejik özerklik’ tartışmalarını hatırlatıyor. Ama Lagarde’a göre, bu hamleler küresel ekonomide bölünmeyi hızlandırıyor; Ukrayna savaşından önce, kendi tedarik zincirlerini ‘bölgeselleştirmeyi’ planlayan küresel şirketlerin oranı bir önceki yıla göre ikiye katlanarak yüzde 45 seviyesine gelmişti.
Lagarde’ın şu tespiti, AMB’nin geleceği nasıl kavradığını gösteriyor:
“1900’den bu yana elde edilen verilere dayanan yeni bir çalışma, jeopolitik risklerin yüksek enflasyona, daha düşük ekonomik faaliyete ve uluslararası ticarette düşüşe yol açtığını ortaya koymaktadır. ECB analizi de gelecekte benzer sonuçların beklenebileceğini göstermektedir. Küresel değer zincirleri jeopolitik hatlar boyunca parçalanırsa, küresel tüketici fiyatları seviyesindeki artış kısa vadede yaklaşık %5, uzun vadede ise kabaca %1 arasında değişebilir.”
Yani, tekrar tekrar söylemek gerekirse, yüksek enflasyon uzunca bir süre bizimle beraber olacak.
Artan çokkutupluluğa uyum için ‘birlik’
Merkez bankalarının dikkate alması gereken diğer mesele, Lagarde’a göre, artan çokkutupluluk.
Lagarde, 1945’ten sonraki Pax Americana döneminde, ABD dolarının küresel rezerv ve işlem para birimi olarak sağlam bir şekilde yerleştiğini ve daha yakın zamanda da avronun ikinci sıraya yükseldiğini hatırlatıyor.
AMB Başkanına göre bunun merkez bankaları için çoğunlukla faydalı sonuçları oldu. Örneğin Keynes’in belirttiği üzere, merkez bankalarının ‘uluslararası orkestranın şefi’ olarak hareket edebilmesi, hatta firmaların kendi yerel para birimleriyle fatura kesebilmeleri ithalat fiyatlarını daha istikrarlı hale getirmişti. Yanı sıra batılı ödeme altyapıları da küresel rolünü pekiştirmişti. Örneğin SWIFT ağı, 2020 yılına gelindiğinde sınır aşırı alışverişlerin yüzde 90’ını kapsar hale gelmişti.
Ama şimdi, yeni ticaret örüntüleri ile birlikte bu durum değişmektedir. Lagarde, Çin’in ‘yükselen piyasalar’ ve ‘gelişmekte olan ekonomiler’ ile emtia ticaretini 130 kattan fazla artırdığını ve dünyanın en büyük ihracatçısı haline geldiğini hatırlatıyor.
Küresel ekonomideki bloklaşma eğilimi arttıkça, renminbinin rezerv para olarak kullanımı da artabilir, en azından Lagarde’ın konuşmasında atıf yaptığı çalışmalar bunu söylüyor.
Tüm bunlar, Lagarde’a göre, ister siyasi tercihler, ister mali bağımlılıklar ya da son on yılda mali yaptırımların kullanılması nedeniyle olsun, “Batılı ödeme sistemlerine ve para birimi çerçevelerine bağımlılıklarını azaltmak isteyen bazı ülkeler için bir fırsat yaratabilir.”
Lagarde, dolara alternatif rezerv paraların ve SWIFT’a alternatif ağların geliştiğini belirtiyor ama ‘doların egemenliğinin bitişine’ ihtiyatlı yaklaşıyor. Ona göre, bu gelişmeler dolar ya da avronun yakın zamanda hakimiyetini kaybedeceğine işaret etmiyor. Üstelik, şu ana kadar veriler uluslararası para birimlerinin kullanımında önemli değişiklikler olduğunu da göstermiyor. Lagarde’a göre mesele, artık uluslararası para birimi statüsünün cepte görülmemesi gerektiğidir.
Merkez bankalarına düşen rol
Lagarde daha sonra sadede geliyor ve merkez bankalarının nasıl bir rol oynaması gerektiğini tartışıyor.
Merkez bankalarının ‘bağımsızlığını’ tekrar tekrar vurgulayan AMB Başkanı, fiyat istikrarının düşük maliyetlerle sağlanabileceğini, ama bunun için başka destekleyici siyasetlerin uygulanması gerektiğini vurguluyor.
Lagarde baklayı ağzından çıkarıyor: Fiskal ve yapısal politikalar, dayanıklı tedarik zincirlerinin güvence altına alınması veya enerji üretiminin çeşitlendirilmesi gibi, yeni jeopolitiğin yarattığı arz kısıtlamalarını ortadan kaldırmaya odaklanırsa, daha düşük volatilite, daha düşük enflasyon, daha yüksek yatırım ve daha yüksek büyümeden oluşan bir döngü görebiliriz.
Ama fiskal politika bunun yerine maliyet baskılarını dengelemek için gelirleri desteklemeye odaklanırsa, diyor Lagarde, enflasyon yükselme, borçlanma maliyetleri artma ve yeni arz yatırımları azalma eğiliminde olacaktır.
Dolayısıyla, tüketimi tetiklemek için para basarak hane halklarına dağıtma uygulamasını bitirmeyi, 2008-9 krizi ile başlayan ve COVID-19 ile zirve yapan dönemi kapatmayı öneriyor.
Bunun için vidaları sıkmak gerektiği açık olmalı. Lagarde da oraya geliyor: Jeopolitik, küresel ekonomideki bölünmeyi birbiriyle rekabet eden bloklara doğru yöneltiyorsa, siyasette daha geniş bir ‘uyum’ sergilenmeli.
Lagarde’ın sözleriyle, merkez bankaları, birbirleriyle daha sıkı bir bağımlılık ilişkisine girmelidir: “Bağımsızlıktan ödün vermemek, ama politikalar arasındaki karşılıklı bağımlılığı ve stratejik bir hedefin arkasında hizalandıklarında her birinin hedeflerine en iyi şekilde nasıl ulaşabileceğini kabul etmek.”
Lagarde bu konuda Avrupa’yı örnek gösteriyor ve sanayi politikası, savunma ve yeşil ve dijital teknolojilerde ortak eylemin, üye ülkelerin tek tek hareket etmesinden çok daha etkili olduğunu savunuyor. ‘Birlikte hareket etmek’, verimliliğinin yanı sıra, küresel bağlamda de ‘sistem rekabetlerinde’ dışarıdan nasıl göründüğünüzü belirliyor. Lagarde’a göre, çokkutupluluk arttıkça, ‘iç uyum’ daha da pekiştirilmeli.
Lagarde sonra daha da ileri gidiyor ve ABD’de Trump ve Biden’ın iktisadi politikalarını hatırlatan şeyler söylüyor: ABD kısa vadeli varlıklarının %50 ila 60’ı ABD ile güçlü bağları olan hükümetlerin elinde olsa da, uluslararası para birimi kullanımını etkileyen en önemli faktörün, ‘temel iktisadi unsurlar’ (economic fundamentals) olmaya devam ediyor. Bu temeller, iktisadi büyüme, enflasyon oranı, işsizlik oranı gibi temel makroekonomik göstergeler anlamına geliyor.
Lagarde, benzer şekilde Avrupa’nın uzun süredir ertelenen sermaye piyasaları birliğinin de tamamlanması çağrısını yapıyor. Ona göre bu yapılmazsa, avro önde gelen küresel para birimleri arasında kalamayacak.
Lagarde, konuşmasını şöyle bitiriyor: “Dolayısıyla, bizi bekleyen yeni gerçekliğe hazır olmamız gerekiyor. Değişen jeopolitiğe nasıl yanıt vereceğimizi düşünmenin zamanı, parçalanma üzerimize geldiğinde değil, daha önce gelmelidir.
(…)
Merkez bankaları, istikrardan başka her şey olan bir çağda istikrar sağlamalıdır. Merkez bankalarının bu zorluğun üstesinden geleceğinden hiç şüphem yok.”
Lagarde’ın konuşması, batının iktisadi birliğinin siyasi biçimde sağlanmasına yönelik bir işaret fişeği olarak alınmalıdır.