Bizi Takip Edin

AVRUPA

AMB Başkanı Lagarde’dan ‘birlik’ çağrısı: Vidalar sıkılıyor 

Yayınlanma

Avrupa Merkez Bankası (AMB) Başkanı ve eski IMF Başkanı Christine Lagarde, Council on Foreign Relations’ta (CFR) dikkat çekici bir konuşma yaptı.

‘Çokkutupluluk gerçeği’ni kabullenmiş görünen Lagarde, jeopolitik gerilimlerin arttığını, dünya ekonomisinde bloklaşmanın perçinlendiğini belirterek, merkez bankalarının geleceğini masaya yatırıyor.

Küresel ekonominin bir değişim döneminden geçtiğini savunan Lagarde, Ukrayna savaşına, enerjinin silah haline getirilmesine, enflasyonun ‘ani artışına’ ve ABD ile Çin arasında büyüyen düşmanlığa dikkat çekerek, ‘jeopolitiğin tektonik levhalarının daha hızlı yer değiştirdiğini’ söylüyor.

Lagarde’a göre küresel ekonominin, birbiriyle rekabet eden bloklara bölündüğü bir döneme şahitlik ediyoruz: Her blok, dünyanın geri kalanını kendi stratejik çıkarlarına ve değerlerine yakınlaşması çekiştirmektedir. Lagarde, bu bölünmenin, dünyanın en büyük iki ekonomisi tarafından yönetilen iki blok etrafında birleşebileceğini düşünüyor.

AMB Başkanı, bu tektonik kaymadan merkez bankalarının payına ne düşeceğini araştırıyor. One göre, merkez bankalarının siyasetlerini belirlediği çevrede iki ana sonuç ortaya çıkıyor: Birincisi, küresel tedarik esnekliği azaldıkça daha fazla istikrarsızlık görebiliriz; ikincisi, jeopolitik gerilimler tırmandıkça daha fazla ‘çokkutupluluk’ meydana gelebilir.

Soğuk Savaş sonrası dünyanın sonu

Christine Lagarde, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonraki dünyayı şöyle resmediyor: “Soğuk Savaş sonrası dönemde dünya oldukça elverişli bir jeopolitik ortamdan yararlandı. Amerika Birleşik Devletleri’nin hegemonik liderliği altında, kurallara dayalı uluslararası kurumlar gelişti ve küresel ticaret genişledi. Bu durum küresel değer zincirlerinin derinleşmesine ve Çin’in dünya ekonomisine katılmasıyla birlikte küresel işgücü arzında büyük bir artışa yol açtı.”

Bu tabloda küresel tedarik zincirleri, yerel talebe karşı daha ‘esnek’ olabiliyor ve uzun süren bir göreli düşük ve istikrarlı enflasyonu garanti altına alabiliyordu.

Buna paralel olarak, ‘bağımsız’ merkez bankalarının arz tarafındaki aksaklıklara çok fazla dikkat etmek zorunda kalmadan talebi yönlendirerek enflasyonu istikrara kavuşturmaya odaklanabileceği bir politika çerçevesi oluşmuştu.

Ama Lagarde, bu göreceli istikrar döneminin yerini şimdi daha düşük büyüme, daha yüksek maliyetler ve daha belirsiz ticari ortaklıklarla sonuçlanan kalıcı bir istikrarsızlığa bıraktığını kabul ediyor.

Üstelik, ‘enflasyon’ konusunda henüz zirve yapmadığımızı ve fiyat artışlarının talep değil, arz kaynaklı olduğunu itiraf edercesine, “Daha esnek bir küresel arz yerine, tekrarlanan arz şokları riskiyle karşı karşıya kalabiliriz,” tespitini yapıyor. 

Enflasyonda ‘arz’ etkisi

ABD’nin en az 14 kritik mineralde tamamen ithalata, Avrupa’nın ise nadir toprak tedariğinde %98 oranda Çin’e bağımlı olduğunu hatırlatan Lagarde, “Bu cephelerdeki tedarik kesintileri, otomobil endüstrisi ve elektrikli araç üretimine geçiş gibi ekonomideki kritik sektörleri etkileyebilir,” diyor.

Tedarik zincirlerini garanti altına almak için hükümetlerin yasal yollara başvurduğunu belirten Lagarde, ABD’de Enflasyonu Düşürme Yasasını (IRA) ve Avrupa’daki ‘stratejik özerklik’ tartışmalarını hatırlatıyor. Ama Lagarde’a göre, bu hamleler küresel ekonomide bölünmeyi hızlandırıyor; Ukrayna savaşından önce, kendi tedarik zincirlerini ‘bölgeselleştirmeyi’ planlayan küresel şirketlerin oranı bir önceki yıla göre ikiye katlanarak yüzde 45 seviyesine gelmişti.

Lagarde’ın şu tespiti, AMB’nin geleceği nasıl kavradığını gösteriyor:

“1900’den bu yana elde edilen verilere dayanan yeni bir çalışma, jeopolitik risklerin yüksek enflasyona, daha düşük ekonomik faaliyete ve uluslararası ticarette düşüşe yol açtığını ortaya koymaktadır. ECB analizi de gelecekte benzer sonuçların beklenebileceğini göstermektedir. Küresel değer zincirleri jeopolitik hatlar boyunca parçalanırsa, küresel tüketici fiyatları seviyesindeki artış kısa vadede yaklaşık %5, uzun vadede ise kabaca %1 arasında değişebilir.”

Yani, tekrar tekrar söylemek gerekirse, yüksek enflasyon uzunca bir süre bizimle beraber olacak.

Artan çokkutupluluğa uyum için ‘birlik’

Merkez bankalarının dikkate alması gereken diğer mesele, Lagarde’a göre, artan çokkutupluluk.

Lagarde, 1945’ten sonraki Pax Americana döneminde, ABD dolarının küresel rezerv ve işlem para birimi olarak sağlam bir şekilde yerleştiğini ve daha yakın zamanda da avronun ikinci sıraya yükseldiğini hatırlatıyor.

AMB Başkanına göre bunun merkez bankaları için çoğunlukla faydalı sonuçları oldu. Örneğin Keynes’in belirttiği üzere, merkez bankalarının ‘uluslararası orkestranın şefi’ olarak hareket edebilmesi, hatta firmaların kendi yerel para birimleriyle fatura kesebilmeleri ithalat fiyatlarını daha istikrarlı hale getirmişti. Yanı sıra batılı ödeme altyapıları da küresel rolünü pekiştirmişti. Örneğin SWIFT ağı, 2020 yılına gelindiğinde sınır aşırı alışverişlerin yüzde 90’ını kapsar hale gelmişti.

Ama şimdi, yeni ticaret örüntüleri ile birlikte bu durum değişmektedir. Lagarde, Çin’in ‘yükselen piyasalar’ ve ‘gelişmekte olan ekonomiler’ ile emtia ticaretini 130 kattan fazla artırdığını ve dünyanın en büyük ihracatçısı haline geldiğini hatırlatıyor.

Küresel ekonomideki bloklaşma eğilimi arttıkça, renminbinin rezerv para olarak kullanımı da artabilir, en azından Lagarde’ın konuşmasında atıf yaptığı çalışmalar bunu söylüyor. 

Tüm bunlar, Lagarde’a göre, ister siyasi tercihler, ister mali bağımlılıklar ya da son on yılda mali yaptırımların kullanılması nedeniyle olsun, “Batılı ödeme sistemlerine ve para birimi çerçevelerine bağımlılıklarını azaltmak isteyen bazı ülkeler için bir fırsat yaratabilir.”

Lagarde, dolara alternatif rezerv paraların ve SWIFT’a alternatif ağların geliştiğini belirtiyor ama ‘doların egemenliğinin bitişine’ ihtiyatlı yaklaşıyor. Ona göre, bu gelişmeler dolar ya da avronun yakın zamanda hakimiyetini kaybedeceğine işaret etmiyor. Üstelik, şu ana kadar veriler uluslararası para birimlerinin kullanımında önemli değişiklikler olduğunu da göstermiyor. Lagarde’a göre mesele, artık uluslararası para birimi statüsünün cepte görülmemesi gerektiğidir.

Merkez bankalarına düşen rol

Lagarde daha sonra sadede geliyor ve merkez bankalarının nasıl bir rol oynaması gerektiğini tartışıyor.

Merkez bankalarının ‘bağımsızlığını’ tekrar tekrar vurgulayan AMB Başkanı, fiyat istikrarının düşük maliyetlerle sağlanabileceğini, ama bunun için başka destekleyici siyasetlerin uygulanması gerektiğini vurguluyor.

Lagarde baklayı ağzından çıkarıyor: Fiskal ve yapısal politikalar, dayanıklı tedarik zincirlerinin güvence altına alınması veya enerji üretiminin çeşitlendirilmesi gibi, yeni jeopolitiğin yarattığı arz kısıtlamalarını ortadan kaldırmaya odaklanırsa, daha düşük volatilite, daha düşük enflasyon, daha yüksek yatırım ve daha yüksek büyümeden oluşan bir döngü görebiliriz.

Ama fiskal politika bunun yerine maliyet baskılarını dengelemek için gelirleri desteklemeye odaklanırsa, diyor Lagarde, enflasyon yükselme, borçlanma maliyetleri artma ve yeni arz yatırımları azalma eğiliminde olacaktır.

Dolayısıyla, tüketimi tetiklemek için para basarak hane halklarına dağıtma uygulamasını bitirmeyi, 2008-9 krizi ile başlayan ve COVID-19 ile zirve yapan dönemi kapatmayı öneriyor.

Bunun için vidaları sıkmak gerektiği açık olmalı. Lagarde da oraya geliyor: Jeopolitik, küresel ekonomideki bölünmeyi birbiriyle rekabet eden bloklara doğru yöneltiyorsa, siyasette daha geniş bir ‘uyum’ sergilenmeli.

Lagarde’ın sözleriyle, merkez bankaları, birbirleriyle daha sıkı bir bağımlılık ilişkisine girmelidir: “Bağımsızlıktan ödün vermemek, ama politikalar arasındaki karşılıklı bağımlılığı ve stratejik bir hedefin arkasında hizalandıklarında her birinin hedeflerine en iyi şekilde nasıl ulaşabileceğini kabul etmek.”

Lagarde bu konuda Avrupa’yı örnek gösteriyor ve sanayi politikası, savunma ve yeşil ve dijital teknolojilerde ortak eylemin, üye ülkelerin tek tek hareket etmesinden çok daha etkili olduğunu savunuyor. ‘Birlikte hareket etmek’, verimliliğinin yanı sıra, küresel bağlamda de ‘sistem rekabetlerinde’ dışarıdan nasıl göründüğünüzü belirliyor. Lagarde’a göre, çokkutupluluk arttıkça, ‘iç uyum’ daha da pekiştirilmeli.

Lagarde sonra daha da ileri gidiyor ve ABD’de Trump ve Biden’ın iktisadi politikalarını hatırlatan şeyler söylüyor: ABD kısa vadeli varlıklarının %50 ila 60’ı ABD ile güçlü bağları olan hükümetlerin elinde olsa da, uluslararası para birimi kullanımını etkileyen en önemli faktörün, ‘temel iktisadi unsurlar’ (economic fundamentals) olmaya devam ediyor. Bu temeller, iktisadi büyüme, enflasyon oranı, işsizlik oranı gibi temel makroekonomik göstergeler anlamına geliyor.

Lagarde, benzer şekilde Avrupa’nın uzun süredir ertelenen sermaye piyasaları birliğinin de tamamlanması çağrısını yapıyor. Ona göre bu yapılmazsa, avro önde gelen küresel para birimleri arasında kalamayacak.

Lagarde, konuşmasını şöyle bitiriyor: “Dolayısıyla, bizi bekleyen yeni gerçekliğe hazır olmamız gerekiyor. Değişen jeopolitiğe nasıl yanıt vereceğimizi düşünmenin zamanı, parçalanma üzerimize geldiğinde değil, daha önce gelmelidir.

(…)

Merkez bankaları, istikrardan başka her şey olan bir çağda istikrar sağlamalıdır. Merkez bankalarının bu zorluğun üstesinden geleceğinden hiç şüphem yok.”

Lagarde’ın konuşması, batının iktisadi birliğinin siyasi biçimde sağlanmasına yönelik bir işaret fişeği olarak alınmalıdır.

AVRUPA

Operationsplan Deutschland: Almanya’da “planlı ekonomi” tartışması

Yayınlanma

Ukrayna’nın Rusya’ya ilk kez ABD yapımı uzun menzilli füzeler fırlatması ve Rusya lideri Vladimir Putin’in ülkesinin nükleer doktrinini güncellemesi ile birlikte Avrupa ülkeleri kıtada topyekûn bir savaşa hazırlanıyor.

Alman Silahlı Kuvvetlerinin (Bundeswehr) hazırladığı “Operationsplan Deutschland” (Almanya Organizasyon Planı) başlıklı 1.000 sayfalık belgeye göre Almanya’nın NATO ülkelerinden yüz binlerce askere ev sahipliği yapacağı ve cepheye büyük miktarlarda askeri teçhizat, gıda ve ilaç göndermek için lojistik bir merkez olarak hizmet vereceği bildirildi.

Alman ordusu ayrıca Rusya’nın Avrupa genelinde insansız hava araçları uçuşlarını, casusluk operasyonlarını ve sabotaj saldırılarını genişlettiği bir durumu varsayarak şirketlere ve sivillere kilit altyapıyı nasıl koruyacakları ve ulusal savunma için nasıl harekete geçecekleri konusunda talimat veriyor.

İşletmelere acil durumlarda çalışanların sorumluluklarını detaylandıran kriz planları oluşturmaları tavsiye edildi ve enerji bağımsızlığını sağlamak için dizel jeneratör stoklamaları ya da rüzgar türbinleri kurmaları talimatı verildi.

Ekonomiye daha fazla devlet müdahalesi konuşuluyor

Bu kapsamda ekonomiye ve şirketlere yönelik devlet müdahalesi daha yoğun bir şekilde tartışılmaya başladı.

Alman devleti, kriz durumlarında geniş kapsamlı haklara sahip. Enerji krizi, devletin ne kadar hızlı müdahale edebileceğini göstermişti: O dönemde Alman hükümeti gaz depolama tesislerini kanun yoluyla doldurmuş, gaz ithalatçısı Uniper’i kamulaştırmış ve diğer şeylerin yanı sıra yüzer LNG terminalleri tedarik etmişti.

faz’ın Bavyera İşletmeler Birliği Genel Müdürü Bertram Brossardt’ın açıklamalarına dayandırdığı haberine göre, acil bir durumda “planlı ekonomiye geçiş” bile mümkün olabilir.

Bu “planlı ekonomi” uygulamalar kapsamında devlet gıda kuponu vermesi, hatta insanları su temini ya da ulaşım şirketleri gibi belirli sektörlerde çalışmaya zorlaması da gündeme getiriliyor.

Dolayısıyla şirketlerin de bugün afet yardımı, Bundesanstalt Technisches Hilfswerk (Almanya’da afet ve acil durum yönetiminden sorumlu bir kuruluş – THW) ya da itfaiye için gönüllü olan çalışanlara sahip olmaları durumunda bundan yarar sağlayabileceği öne sürülüyor.

Hamburg’daki şirket eğitimini veren Yarbay Jörn Plischke, “Bunu desteklemek size yılda birkaç güne mal olur. Fakat bir kriz anında, insanları ve altyapıyı koruyan kişilerle doğrudan bir bağlantınız olur,” diyor.

Hamburg: Sivil-askeri ekonominin kesişimi

Yarbay Plischke’nin katıldığı etkinliğin gerçekleştiği Hamburg, mal ve asker taşımacılığında merkezi bir konumda.

Hansa kentinin belediye başkanı Peter Tschentscher, faz’a verdiği demeçte, “Altyapımız askeri amaçlarla kullanılırsa, siber saldırı ve sabotaj riski önemli ölçüde artar,” uyarısında bulundu.

Hamburg Senatosu bu nedenle sivil savunmayı güçlendirmek için ek kadrolar oluşturdu. Birliklerde savaşmayan fakat koruma ve güvenliği sağlamak için çalışan gönüllülerden oluşan üçüncü bir “yurt savunma birliği” hizmete sokuldu.

Hansa kentinde şu anda Alman Silahlı Kuvvetleri ve sivil güçlerle birlikte tatbikatlar yapılıyor.

Habere göre, “Red Storm Alpha” adı verilen bu tatbikatta liman tesislerinin korunması konusunda eğitim veriliyor.

Bir sonraki tatbikat olan “Red Storm Bravo” ise yakında başlayacak ve daha büyük çaplı olacak.

Bu tür tatbikatlardan elde edilen deneyimler daha sonra “Almanya Organizasyon Planı”na aktarılacak. Bu planın sürekli gelişen ve yeni bilgi ve tehditlere uyum sağlayan “yaşayan bir belge” olması amaçlanıyor.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Ford Avrupa’da 4.000 kişiyi işten çıkaracak

Yayınlanma

Ford, elektrikli araçlara olan talebin yavaşlaması ve Çinli rakipleriyle girdiği rekabet nedeniyle Avrupa’da yaklaşık 4.000 kişiyi işten çıkarmayı planlıyor.

ABD’li şirket çarşamba günü yaptığı açıklamada, kesintilerin 2027 yılı sonuna kadar uygulanacağını ve Avrupa’daki 28.000 kişilik işgücünün yaklaşık yüzde 14’ünü temsil eden Almanya’daki 2.900 ve Birleşik Krallık’taki 800 işi etkileyeceğini söyledi.

Ford’un Birleşik Krallık’taki iki tesisi Dagenham ve Halewood ile İspanya’nın Valencia kentindeki fabrikası etkilenmeyecek.

Yetkililer kesintilerin idari görevlerin yanı sıra benzinli motor üretimiyle ilgili işleri de kapsayacağını söyledi.

Ford’un Avrupa Başkan Yardımcısı Dave Johnston, iş kayıplarına rağmen şirketin bölgeye bağlılığını sürdürdüğünü söyledi ve “Ford’un Avrupa’da gelecekteki rekabet gücünü sağlamak için zor ama kararlı adımlar atmak kritik önem taşıyor,” dedi.

İşçi Konseyi Başkanı: Personel kesintisi sürdürülebilir bir iş stratejisi değil

Söz konusu hamleler sendikalar ve hükümetlerle yapılacak görüşmeleri bekliyor. Ford’un işçi konseyi başkanı Benjamin Gruschka, “Bu büyük istihdam kesintisini reddediyoruz. Daha fazla personel kesintisi sürdürülebilir bir iş stratejisi değildir,” dedi.

Birleşik Krallık hükümeti de Ford’u planlanan kesintilerin tüm ayrıntılarını paylaşmaya çağırdı. Bir sözcü, “Ford ile uzun süredir devam eden bir ortaklığımız var ve Birleşik Krallık’taki üretim gelecekleri konusunda onlarla yakın bir şekilde çalışmaya devam edeceğiz,” dedi.

Küresel otomotiv endüstrisi, elektrikli araç satışlarındaki büyümenin yavaşlaması ve Çinli rakiplerle yaşanan sert fiyat rekabeti nedeniyle Avrupa’da ve başka yerlerde fabrikaların kapatılması ve personel sayısının azaltılması yönünde yoğun bir baskı altına girdi.

Şirket geçen yıl da 3.800 kişiyi işten çıkaracağını duyurmuştu

Ford, yıllardır zarar açıkladığı ve işten çıkardığı Avrupa’da zor günler geçiriyor. Şirket, yavaşlayan talebi karşılamak için, rekabet gücü yüksek pazarın daha kârlı alanlarına odaklanmak amacıyla ürün gamındaki araç sayısını azalttı.

Ford’un Avrupa’daki insan kaynakları başkanı Peter Godsell, daha fazla yeniden yapılandırma adımını göz ardı edemeyeceğini söyledi ve “benzeri görülmemiş” regülasyonları ve iktisadi rüzgarları suçladı. Godsell, “İleriye dönük olarak uygulanabilir ve kârlı bir işle burada var olmanın bir yolunu bulmamız gerekiyor,” diye ekledi.

Ford geçen yılın başlarında 1.300’ü İngiltere’de olmak üzere Avrupa’da 3.800 kişiyi işten çıkaracağını açıklamıştı.

İcra Kurulu Başkanı Jim Farley, geçmişte elektrikli otomobillerin üretiminde içten yanmalı motorlarla çalışan araçlara kıyasla “yüzde 40 daha az işçiye” ihtiyaç duyulacağı konusunda uyarıda bulunmuştu.

Ford’dan Alman hükümetine uyarı

Ford ayrıca Almanya’da geliştirilen ve üretilen elektrikli spor aracı yeni Explorer ve elektrikli Capri’nin üretimini azaltacağını ve bunun Köln fabrikasındaki çalışma saatlerinin daha da kısalmasına neden olacağını söyledi. Şirket fabrikayı elektrikli araç üretecek şekilde dönüştürmek için 2 milyar dolar yatırım yaptı.

Ford’un finans müdürü John Lawler kısa bir süre önce Alman hükümetine bir bildiri yazarak piyasa koşullarını iyileştirmek ve emisyon hedeflerini karşılamak için esneklik sağlamak üzere daha fazlasını yapması çağrısında bulundu.

Lawler mektubunda, “Avrupa ve Almanya’da eksik olan şey, e-mobiliteyi ilerletmek için açık ve net bir politika gündemidir,” dedi.

Volkswagen’den patronlara taviz önerisi

Çarşamba günü erken saatlerde Volkswagen çalışanları, Alman şirket yöneticilerinin ikramiyeleri düşürmeyi, temettüleri azaltmayı ve fabrikaları kapatma planlarını iptal etmeyi kabul etmeleri halinde gelecekteki maaş artışlarından 1,5 milyar avroyu kaybetmeye hazır olduklarını söyledi.

IG Metall’in baş müzakerecisi Thorsten Gröger ve VW iş konseyi başkanı Daniela Cavallo düzenledikleri ortak basın toplantısında, daha önce talep edilen yüzde 7’lik ücret artışının, kısa süreli saat azaltma dönemlerinde ücretleri desteklemek üzere bir “dayanışma fonuna” aktarılmasını önerdiler. 

VW çalışanları ile yöneticiler arasında giderek gerginleşen açmazın ilk tavizi olan önerilen paket, yöneticilerin önümüzdeki iki yıl boyunca ikramiyelerinin bir kısmından ve “temettü politikası yoluyla katkıdan” vazgeçmeleri anlamına geliyor.

IG Metall’den Gröger, VW yöneticilerinin Almanya’daki en az üç fabrikayı kapatma planlarından vazgeçmeyi kabul etmemeleri halinde, “ülkenin on yıllardır görmediği bir endüstriyel anlaşmazlığa” hazırlanmaları gerektiğini söyledi.

VW’nin Almanya’daki tesislerinde olası grevler 1 Aralık’tan itibaren mümkün olacak.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Baltık Denizi’nde iletişim kabloları hasar gördü: Sabotaj şüphesi

Yayınlanma

Baltık Denizi’nin altındaki telekomünikasyon kablolarında hasar meydana geldi. Finlandiya-Almanya hattındaki C-Lion1 kablosunda yaşanan kesinti, sabotaj şüphelerini güçlendirdi. Almanya, İsveç ve Litvanya olayla ilgili soruşturma başlatırken, Rusya suçlamaları reddetti.

Finlandiya ile Almanya arasında Baltık Denizi’nin altından geçen C-Lion1 telekomünikasyon kablosunda bir kesinti yaşandı.

Ayrıca Litvanya ile İsveç arasındaki iletişim kabloları da zarar gördü. Alman Savunma Bakanı Boris Pistorius, bu olayların sabotaj ihtimaline işaret edebileceğini belirtti.

Finlandiya devlet telekom altyapı operatörü Cinia, kabloda hasar tespit etti ve onarım için özel bir gemi hazırladı. Onarımın tam tarihinin belirsiz olduğu, ancak önümüzdeki hafta başlamasının planlandığı bildirildi.

Litvanya ile İsveç arasında iletişim sağlayan kablonun kesilmesi, Telia Lietuva tarafından doğrulandı. Olay, ülkede internet erişiminin yüzde 33 oranında azalmasına neden oldu.

Helsingin Sanomat gazetesi, Çin’e ait Yi Peng 3 gemisinin hasar bölgesine yakın olduğunu, bu geminin Danimarka donanması tarafından takip edildiğini öne sürdü.

İsveç, olayın sabotaj olabileceği şüphesiyle soruşturma başlattı.

Litvanya, olayın “terör” kapsamında değerlendirildiğini ve kablonun tamamen mi kesildiği yoksa sadece hasar mı gördüğünün soruşturulduğunu duyurdu.

Finlandiya Merkezi Soruşturma Dairesi, iletişim müdahalesi ve mülke zarar verme suçlarından inceleme yürütüyor.

Almanya ve Finlandiya dışişleri bakanlıkları, olayla ilgili derinlemesine bir soruşturma yürütüleceğini açıklarken, İsveç Başbakanı Ulf Kristersson, sabotaj iddialarının henüz kesinleşmediğini ifade etti.

Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius ise, kablonun yanlışlıkla zarar görmüş olabileceği ihtimaline şüpheyle yaklaştı.

Rusya, bu tür olaylarda kendisine yöneltilen suçlamaları reddetti. Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, iddiaları “saçma ve komik” olarak nitelendirdi.

Baltık Denizi’nin altından geçen C-Lion1, Finlandiya’nın Kuzey Akım doğalgaz boru hatlarının rotasını takip ederek Orta Avrupa’ya doğrudan bağlantı sağlayan tek denizaltı kablosu.

Kablo, 2016’da devreye alındı ve Helsinki ile Rostock (Almanya) arasında veri aktarımı yapıyor.

Finlandiya ve Estonya, Baltık Denizi’nde Rusya donanmasına karşı plan hazırlıyor

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English