Bizi Takip Edin

Diplomasi

Astana’da Türkiye-Suriye normalleşmesinin önemi vurgulandı

Yayınlanma

Kazakistan’da düzenlenen Suriye konulu 21. Astana görüşmelerinde, mekanizmanın garantör ülkeleri Türkiye, Rusya ve İran, terörizmle mücadele konusunda ve Suriye’den sınır ötesi saldırılar ve sızmalar dahil, komşu ülkelerin milli güvenliğini tehdit eden ayrılıkçı gündemlere karşı işbirliğini sürdürme kararı aldı.

Türkiye, Rusya ve İran garantörlüğünde Suriye krizine çözüm amaçlı 2017’de oluşturulan Astana formatındaki Suriye görüşmelerinin Kazakistan’da düzenlenen 21’incisinin ortak bildirisi yayımlandı. Bildiride tarafların son uluslararası ve bölgesel gelişmeleri değerlendirdiği ve Astana Süreci’nin Suriye krizinin kalıcı çözümündeki önemli rolünün vurgulandığı belirtildi.

Filistin-İsrail krizinin tırmanmasının Suriye’deki durumu da olumsuz etkilediği kaydedilen bildiride, silahlı çatışma alanlarının yayılmasının ve bölgedeki diğer ülkelerin bu çatışmaya sürüklenmesinin engellenmesinin öneminin altı çizildi.

Bildiride, Gazze’deki insani krizden duyulan endişe ifade edilirken İsrail’in Filistinlilere karşı zalim saldırısının sonlanmasının ve Gazze’ye insani yardımın gönderilmesinin gerektiği vurgulandı.

“Terörle ve ayrılıkçı gündemlerle mücadelede birlik”

Karşılıklı saygı, iyi niyet ve iyi komşuluk ilişkileri temelinde terörle mücadele, Suriyelilerin güvenli, gönüllü ve onurlu dönüşleri için uygun şartların sağlanması için Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkilerin yeniden düzelmesi yönündeki çabaların devamının önemli olduğu vurgulanan bildiride, “(Taraflar) Terörizmin tüm şekilleriyle ve tezahürleriyle mücadelede, Suriye’nin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne zarar vermeyi amaçlayan ve sınır ötesi saldırılar ve sızmalar dahil komşu ülkelerin ulusal güvenliğini tehdit eden ayrılıkçı gündemlere karşı durmada birlikte çalışmayı sürdürmekteki kararlılıklarını ifade etti. Sivil kayıplara neden olan sivil tesisleri hedef alan saldırılar dahil Suriye’nin çeşitli noktalarındaki terör örgütlerinin ve onların farklı adlar altında faaliyet gösteren bağlantılarının faaliyetlerini kınadı. Suriye’nin kuzeyiyle ilgili tüm düzenlemelerin tamamen uygulanması gerektiğini vurguladı” ifadeleri kullanıldı.

Bildiride İdlib’deki durumun detaylıca gözden geçirildiği belirtilerek İdlib hakkındaki anlaşmaların tamamen uygulanarak sükunetin korunması gerektiği vurgulandı.

İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi içindeki ve dışındaki sivillere tehdit oluşturan terör örgütlerinin varlığı ve faaliyetlerinden duyulan ciddi endişenin ifade edildiği bildiride, insani durum dahil bölgenin içindeki ve çevresindeki durumun sürdürülebilir normalleşmenin sağlanmasında daha fazla çabada bulunma konusunda hemfikir olunduğu belirtildi.

“İstikrarın yolu Suriye’nin egemenliğinde”

Suriye’nin kuzeydoğusundaki durumun tartışıldığı ifade edilen bildiride, “(Taraflar) Bölgedeki daimî güvenlik ve istikrarın sadece ülkenin egemenliğinin ve toprak bütünlüğünün korunması temelinde sağlanabileceği konusunda hemfikir oldu. Terörizmle mücadele adı altında gayrimeşru öz yönetim girişimleri dahil sahada yeni gerçeklikler oluşturma girişimlerini reddetti. Suriye’nin birliğine zarar vermeyi; sınır ötesi saldırılar ve Fırat’ın doğusundan sızma girişimleri dahil komşu ülkelerin ulusal güvenliğini tehdit etmeyi amaçlayan ayrılıkçı gündemlerle mücadeledeki kararlılıklarını yineledi” ifadelerine yer verildi.

Bildiride Suriye’ye ait olması gereken petrol kaynaklarının yasa dışı şekilde ele geçirilmesi ve transferinin devam etmesine karşı olunduğu yinelenerek uluslararası hukuku, uluslararası insancıl hukuku ve BM Şartı’nı ihlal eden tüm tek taraflı yaptırımlar kınandı.

Suriye’nin kuzeydoğusundaki “gayrimeşru öz yönetim girişimleri” dahil Suriye devletinin birliğine zarar veren terörü destekleyen ülkelerin faaliyetlerinin kınandığı bildiride, “(Taraflar) Son zamanlarda bölgedeki Arap aşiretleriyle çatışmalara yol açan zorla silah altına alma, barışçıl gösterileri bastırma, eğitimde ayrımcı politikalar (uygulama), siyasal aktivistleri, gazetecileri ve hareket özgürlüğünü kısıtlanma dahil, Fırat’ın doğusundaki sivillere karşı ayrılıkçı grupların baskısının tüm türlerinden duyulan derin endişesini ifade etti” ifadeleri kullanıldı.

İsrail’in Suriye’deki saldırıları

Etnik ve inanç gruplarının yıldırıcı ve ayrılıkçı niyetlerini besleyen ülkelerin çabalarının; İsrail’in Suriye’deki bütün askeri saldırılarının da lanetlendiği bildiride, İsrail’in saldırılarının, “uluslararası hukukun, uluslararası insancıl hukukun ve Suriye’nin egemenliği ile bölgesel bütünlüğünün ihlali” olduğu değerlendirmesi yapıldı. Bunların bölgede istikrarsızlaştırıcı ve gerilimi yükseltici eylemler olarak görüldüğü vurgulandı ve saldırıların sonlandırılması çağrısı yapıldı.

Evrensel olarak kabul gören uluslararası kararlara uyulmasına duyulan ihtiyacın altının çizildiği bildiride, Golan Tepeleri’nin işgalini reddeden ilgili BM kararlarının hükümleri ve BM Güvenlik Konseyinin (BMGK) 242 ile 497 sayılı kararlarına uyulması gerektiğine dikkat çekildi.

Bildiride, İsrail’in bu konudaki eylem ve kararlarının “hükümsüz” sayıldığının altı çizildi.

Suriye’de çözüm arayışı

Suriye’de askeri çözümün mümkün olmayacağı kanaatinin ifade edildiği bildiride, BMGK’nin 2254 sayılı kararı doğrultusunda, Suriyelilerin liderliğinde, BM’nin kolaylaştırdığı, sürdürülebilir ve kalıcı siyasi süreci geliştirme konusundaki kararlılık teyit edildi.

Bildiride, Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’nin Soçi’deki kararlarının uygulanması ve Suriye’deki siyasi uzlaşı için Astana formatındaki garantör ülkelerin katkılarıyla kurulan Suriye Anayasa Komitesinin mühim rolünün altı çizilerek komite toplantılarının devam etmesi ve 9’uncu turunun yapılması çağrısı yapıldı.

Komitenin Suriyeli taraflar ve BM Genel Sekreteri’nin Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen ile etkileşim halindeki çalışmalarını destekleme konusundaki kararlığın belirtildiği bildiride, komitenin hiçbir bürokratik ve lojistik bariyere takılmadan etkinliklerini sürdürmesinin gerekliliğine işaret edildi.

Bildiride, komitenin çalışmalarında, anayasa reformunu ve taslağını hazırlama görevini yerine getirebilmesi için görev sınırlarına ve prosedürlere riayet etmesi gerektiğine işaret edildi.

Suriye’ye insani yardımlar

6 Şubat 2023’te yaşanan depremlerin Suriye’de yol açtığı yıkıcı sonuçlara dikkat çekilen bildiride, ülkedeki insani durum konusundaki ciddi kaygı ifade edildi.

Bildiride, uluslararası hukuk ve BM Genel Kurulunun 46/182 sayılı kararıyla uyum içerisinde Suriye’ye gönderilen insani yardımın sürdürülmesi ve artırılmasının önemi vurgulanarak bütçe kısıtlamaları nedeniyle BM Dünya Gıda Programının (WFP) yardım programlarının azaltılmasının da etkilediği artan gıda krizinin de göz önünde bulundurulması ve yeterli bağış yapılmasının sağlanması çağrısı yapıldı.

Suriye yönetimi tarafından BM insani yardım kuruluşlarının, ülkenin kuzeybatısına yardım ulaştırması için Türkiye ile sınır geçiş noktası olan Babülhava Sınır Kapısı’nı kullanma yetkisini 13 Ocak’tan 13 Temmuz’a, Çobanbey (Al Rai) ve Öncüpınar (Babüsselam) sınır kapılarının kullanımının 13 Şubat’a kadar uzatılmasına dikkat edildiği belirtilen bildiride, “ayrımcılık, siyasallaştırma ve ön koşullar olmadan ülke çapındaki tüm Suriyelilere insani yardımın artırılmasına ve engellerin kaldırılmasına duyulan ihtiyaç” vurgulandı.

Bildiride, Suriye’deki insani durumun iyileştirilmesine yardım etmek ve siyasi uzlaşının sağlanması için uluslararası topluma ve BM’ye çağrı yapılarak enerji, sağlık ve eğitim gibi temel altyapı unsurları konusunda yardımların artırılması ve projelerin uygulanması gerektiği kaydedildi.

Mültecilerin geri dönüşü

Bildiride, mültecilerin ve ülke içinde yerinden edilmiş kişilerin Suriye’deki ikamet yerlerine güvenli, onurlu ve gönüllü geri dönüşlerinin kolaylaştırılması ve geri dönüş haklarının güvence altına alınması ihtiyacı vurgulandı. Bildiride, Suriyelilerin gönüllü ve onurlu geri dönüşleri için Suriye’de gerekli koşulların oluşturulmasına yönelik çalışmaların sürdürülmesinin önemine işaret edildi.

Tutukluların ve alıkonulanların karşılıklı serbest bırakılma faaliyetlerinin devam edilmesinde kararlı olunduğu ifade edilen bildiride, cesetlerin teslim edilmesi ve kayıpların belirlenmesi için kurulan mekanizmanın da Suriyeli taraflar arasında güven inşa etmek için etkili olduğunun kanıtlandığı belirtildi.

Bildiride, tutukluların ve rehinelerin serbest bırakılmasını sağlamak için ortak çabaların yoğunlaştırılmasına karar verildi.

Cenazelerin teslimi ve kayıp kişilerin kimliklerinin belirlenmesi meselesi de dahil edilerek Çalışma Grubu’nun faaliyetlerinin genişletilmesi ihtiyacı üzerinde mutabakata varılan bildiride, Çalışma Grubu içindeki faaliyetlerin hızlandırma arzusu memnuniyetle karşıladı.

Astana formatında gözlemci statüsünde yer alan Ürdün, Irak ve Lübnan delegasyonlarının yanı sıra, BM ve Uluslararası Kızılhaç Komitesi (ICRC) temsilcilerinin katılımı memnuniyetle karşılandı.

Diplomasi

AMB Başkanı Lagarde, Çin’e ‘politikalarını değiştirme’ çağrısı yaptı

Yayınlanma

Avrupa Merkez Bankası (AMB) Başkanı Christine Lagarde, çarşamba günü (11 Haziran) Pekin’e yaptığı ziyaretinde, Çin’in politikalarını değiştirmemesi halinde dünyayı yeni bir bunalıma sürükleme riskiyle karşı karşıya kalacağını ileri sürdü.

Çin Halk Bankası’nda yaptığı ve 20. yüzyılın ticaret kaynaklı iktisadi krizlerine büyük ölçüde atıfta bulunan konuşmasında Lagarde, Çin ve ABD’nin dünya ekonomisini parçalamakla tehdit eden devasa ticaret açığını kapatma yükünü paylaşması gerektiğini vurguladı.

Lagarde, “Refahımızı korumaya ciddiysek, jeopolitik farklılıklar olsa bile işbirliğine dayalı çözümler aramalıyız. Bu da, hem fazla veren hem de açık veren ülkelerin sorumluluk alması ve üzerine düşeni yapması anlamına geliyor,” dedi.

AMB başkanı dinleyicilere, ABD ve Avrupa’nın Çin’in, giderek bilinçli bir politika olarak görünen, dünyayı kendi mallarıyla doldurma politikasıyla hayati önem taşıyan endüstrileri yok etmesine izin vermeyeceğini söyledi.

Lagarde, “Milli güvenlik kaygıları ve pandemi sırasında edinilen deneyimler göz önüne alındığında, belirli bir düzeyde risk azaltma süreci devam edecek. Stratejik sektörlerde başkalarına bağımlı kalmak isteyen ülke sayısı azdır,” dedi.

Lagarde’ın ziyareti, ABD Başkanı Donald Trump’ın ABD’nin en büyük ticaret ortaklarına bir dizi gümrük vergisi uygulayarak küresel ticaret düzenini yeniden şekillendirmeye çalıştığı kritik bir dönemde gerçekleşti.

Amerikalı yetkililer, son iki gününü Londra’da Çinli meslektaşlarıyla görüşmeler yaparak, her iki tarafın da birbirini ekonomileri için hayati öneme sahip malları alıkoymakla suçladığı çıkmazı aşmaya çalıştı.

Büyük Buhran’ı başlatan gümrük vergisi savaşlarına atıfta bulunan Lagarde, “zorlayıcı” ticaret politikalarının herkes için durumu daha da kötüleştireceği uyarısında bulundu.

Lagarde, savaş sonrası dönemde yaşanan krizlerde ABD ve ticaret ortaklarının en azından Soğuk Savaşı kazanmak gibi ortak bir jeopolitik zorunluluğu olduğunu ve bunun da tarafları anlaşmazlıklarını gidermeye teşvik ettiğini belirtti.

Buna karşılık, AMB şefi, ABD’nin bugün Çin karşısında böyle bir kısıtlaması olmadığını ima etti. Ticaret ve uluslararası tedarik zincirlerinin geçmişte olduğundan çok daha büyük bir rol oynadığı günümüzde, bu durumun dünya ekonomisi için daha da tehlikeli hale geldiğini belirtti.

Ticaretle ilgili gerilimler tırmanırken, finans piyasaları ABD dolarının küresel finansdaki hakimiyetinin zayıflayabileceği ve buna bağlı olarak avronun rezerv para birimi olarak daha büyük bir rol oynayabileceği yönünde spekülasyonlar yapmaya başladı.

Ne var ki, bu görüşü coşkuyla benimseyen Lagarde, çarşamba günkü konuşmasında bu konulara hiç değinmedi.

AMB sözcüsü, Lagarde’ın Çinli yetkililerle planladığı özel görüşmeler hakkında ayrıntılı bilgi vermeyi reddetti.

Okumaya Devam Et

Diplomasi

ABD, Filistin konferansına katılacak müttefiklerini ‘uyardı’

Yayınlanma

ABD Başkanı Donald Trump yönetimi, İsrail ve Filistin arasında olası bir iki devletli çözümün ele alınacağı önümüzdeki hafta yapılacak BM konferansına müttefik hükümetlerin katılmamasını istiyor.

Reuters’ın gördüğü ve salı günü (10 Haziran) gönderilen diplomatik nota, konferansın ardından “İsrail karşıtı eylemlerde” bulunan ülkelerin ABD’nin dış politika çıkarlarına aykırı hareket etmiş sayılacağı ve Washington’dan diplomatik yaptırımlarla karşılaşabileceği belirtiliyor.

Daha önce bildirilmeyen bu girişim, İsrail’in güvenliğini sağlarken Filistin devletine giden yolun parametrelerini belirlemeyi amaçlayan ve önümüzdeki hafta New York’ta düzenlenecek toplantıya ev sahipliği yapan iki yakın müttefik Fransa ve Suudi Arabistan’ın yürüttüğü diplomasiye ters.

Notada, “Gazze’deki savaşı sona erdirmek ve rehineleri kurtarmak için devam eden, hayat kurtaran çabaları baltalayıcı bulduğumuz bu konferansa katılmamaları için hükümetlere çağrıda bulunuyoruz,” denildi.

Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, konferansta Fransa’nın İsrail işgali altındaki topraklarda bir Filistin devletini tanıyabileceğini ima etmişti. Fransız yetkililer, İsrail’in en sadık müttefiki olan ABD ile çatışmayı önlemek için çalıştıklarını belirttiler.

Macron bu adımda ısrar ederse, Avrupa’nın en büyük Yahudi ve Müslüman topluluklarının yaşadığı Fransa, Filistin devletini tanıyan ilk Batılı büyük güç olacak. Bu, şimdiye kadar genellikle İsrail’e daha eleştirel yaklaşan küçük ülkeler tarafından domine edilen harekete daha büyük bir ivme kazandırabilir.

Telgrafta, “ABD, tek taraflı olarak varsayımsal bir Filistin devletini tanıyacak her türlü adıma karşıdır. Bu, çatışmanın nihai çözümüne önemli hukuki ve siyasi engeller getirecek ve savaş sırasında İsrail’i zorlayarak düşmanlarını destekleyecektir,” denildi.

ABD, on yıllardır resmi olarak İsrail ve Filistinliler arasında Batı Şeria ve Gazze’de İsrail’in yanı sıra bir Filistin devleti kurulmasını öngören iki devletli çözümü destekliyordu.

Trump, ilk döneminde, ABD’nin Orta Doğu politikasının uzun süredir temel direği olan iki devletli çözüme nispeten ılımlı bir yaklaşım sergilemişti. Cumhuriyetçi başkan, ikinci döneminde bu konudaki tutumuna dair çok az ipucu verdi.

Fakat salı günü, ABD’nin İsrail Büyükelçisi Mike Huckabee, bağımsız bir Filistin devletinin ABD’nin dış politika hedefleri arasında yer almadığını düşündüğünü söyledi.

Amerikan memorandumunda, Filistin devletini tek taraflı olarak tanımanın, 7 Ekim’i “fiilen Filistin Bağımsızlık Günü haline getireceği” ileri sürülüyor.

ABD’nin telgrafında, Washington’un Gazze’de ateşkesin sağlanması, rehinelerin serbest bırakılması ve çatışmanın sona ermesi için Mısır ve Katar ile “yorulmadan çalıştığı” belirtildi.

ABD, “Bu konferans, terör örgütü Hamas’ın İsrail’in kabul ettiği müzakerecilerin önerilerini reddettiği bir zamanda, hassas müzakereleri baltalıyor ve Hamas’ı cesaretlendiriyor,” iddiasında bulundu.

Telgrafta, “ABD, konferansın İsrail’e boykot ve yaptırımlar dahil olmak üzere olası eylemleri ve diğer cezai tedbirleri desteklediği yönündeki imaları reddediyor,” denildi.

İsrail, konferansı “İsrail’e saldırı için Hamas’ı ödüllendirdiği” gerekçesiyle defalarca eleştirdi ve Fransa’ya Filistin devletini tanımaması için baskı yaptı.

Konunun hassasiyeti nedeniyle ismini vermek istemeyen bir Avrupalı diplomat, “Artık hiçbir şey beni şaşırtmıyor, ama kaç ülkenin katılımından vazgeçebileceğini bilmiyorum. Bu zorbalık ve aptalca bir zorbalık,” dedi.

Okumaya Devam Et

Diplomasi

Rubio’dan Rusya Günü mesajı

Yayınlanma

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Rusya Günü dolayısıyla yaptığı açıklamada, Washington’un Moskova ile Kiev arasında barışın sağlanması için ‘yapıcı bir etkileşim’ arayışında olduğunu belirtti.

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Rusya Günü dolayısıyla Rus halkını tebrik ederek Washington’un, Rusya ve Ukrayna arasında barışın sağlanması amacıyla Moskova ile “yapıcı bir etkileşim” kurmayı hedeflediğini açıkladı.

Rubio, bu barışın Moskova ve Washington arasında “daha fazla karşılıklı yarar sağlayan ilişkilere katkıda bulunacağını” umduklarını ifade etti.

ABD Dışişleri Bakanı, “ABD, Rus halkını aydınlık bir gelecek arayışında destekleme konusundaki kararlılığını sürdürmektedir,” diye ekledi.

Rubio’nun selefi Antony Blinken, Rus halkını en son 2022’de, Ukrayna’daki savaşın başlamasından birkaç ay sonra kutlamıştı.

Blinken o dönemki mesajında, Rusya vatandaşlarına “daha barışçıl, açık bir gelecek” ve “ülkelerinde fikirlerini ifade etme ve sivil ve siyasi faaliyetlere barışçıl bir şekilde katılma” imkanı dilemişti.

Blinken, bir yıl önceki tebriğinde ise ABD’nin Rus halkını ve onların “uluslararası toplumla birlikte çalışma ve küresel endişe yaratan konularda barışçıl işbirliği yapma arzusunu” desteklemeye kararlı olduğunu belirtmişti.

Rusya ve ABD arasındaki temasların, Donald Trump’ın Beyaz Saray’a dönmesinin ardından yoğunlaştığı kaydedildi.

Trump’ın şubat ayından bu yana Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile dört telefon görüşmesi gerçekleştirdiği, ayrıca Rubio ile Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un da birkaç kez telefonda görüştüğü bildirildi.

Kellogg’dan nükleer üçlü uyarısı: Ukrayna saldırıları risk seviyesini artırıyor

Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergey Ryabkov, Trump’ın selefi Joe Biden döneminde Moskova ile Washington arasındaki ilişkilerin “tam bir çöküşe yakın bir duruma getirildiğini” belirtmişti.

Ryabkov’a göre, Moskova ve Kiev arasındaki çatışma, mevcut ABD yönetiminin Rusya ile diyaloğu yeniden kurmaya hazır olup olmadığını gösterecek “doğal bir sınav” niteliği taşıyor.

Rusya’nın Washington Büyükelçisi Aleksandr Darçiyev ise Trump yönetiminin, bir önceki yönetimin aksine, “boş laf yerine pragmatik pazarlığı tercih ettiğini” düşünüyor.

Trump, Beyaz Saray’a döndükten sonra Putin ile yaptığı temasları olumlu değerlendirse de bu görüşmelerin henüz bir sonuç vermediğini kabul etti.

Cumhuriyetçi lider, çözüm sürecinde ilerleme kaydedilmemesinden duyduğu hayal kırıklığını dile getirerek hem Rusya Devlet Başkanı’nı hem de Ukrayna lideri Vladimir Zelenskiy’e tepki göstermişti.

Bununla birlikte ABD, Rusya ve Ukrayna’nın İstanbul’daki görüşmelerde vardığı esir takası anlaşmalarını olumlu karşıladığını belirtti.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English