Bizi Takip Edin

Diplomasi

Avrupa, Orta Doğu’daki sömürgeci geçmişini görmezden geliyor

Yayınlanma

ABD’de George Floyd’un polis şiddeti nedeniyle hayatını kaybetmesinin ardından halklarının sokaklara döküldüğü Avrupa ülkeleri, kanlı sömürgeci geçmişlerini yeniden hatırlamaya başladı.  Avrupalılar ırkçılık ve adaletsizliği protesto ederken, aynı zamanda sömürgeci geçmişi hatırlatan heykel, büst ve müzeler de mercek altına alındı. Avrupalı liderler sömürgeci geçmişleriyle yüzleşmeye hevesli olmasalar da bu sömürgeci miras ve mirasın yarattığı tahribat gündemde. Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, Avrupa’nın geçmişiyle yüzleşirken Orta Doğu’nun neden ve nasıl göz ardı edildiğine odaklanıyor:

 ***

Avrupa Orta Doğu hariç sömürgecilik mirasıyla yüzleşmeye başladı

Gazze savaşına yönelik küresel ilginin ortasında, çok az yorumcunun Avrupa emperyalizminin İsrail-Filistin çatışmasının temellerini nasıl attığına dikkat çekmesi ilginç.

CHRISTOPHER PHILLIPS

Avrupa Parlamentosu üyeleri Avrupa Birliği’ni Avrupa sömürgeciliğinin kalıcı etkilerini ele almaya ve tersine çevirmeye çağırdı.

Yeşiller-Avrupa Özgür İttifakı tarafından önerilen bir karar tasarısı, AB’nin “Avrupa sömürgeciliğinin kalıcı etkilerini tanımak, ele almak ve düzeltmek için hiçbir ortak çaba göstermediğinden” yakınıyor ve sömürgecilik ve kölelik mirasından etkilenen devletlere tazminat ödenmesi için bir tazminat programı öneriyor.

AB tarafından kabul edilmesi önünde çeşitli engeller bulunan karar tasarısı, geçmiş sömürgecilik mirasının Avrupa ve Britanya’da nasıl hızla ana akım bir siyasi mesele haline geldiğinin bir göstergesi.

Avrupa’nın denizaşırı imparatorluklarının dağılmasından sonraki on yıllarda, bu konular nadiren kamusal tartışmalara konu oldu, genellikle öğrenciler arasındaki tartışmalara ve akademik çalışmalara indirgendi. Ancak ABD’deki Black Lives Matter hareketine verilen destek ve genel olarak eleştirel ırk çalışmalarına artan ilgiyle birlikte aktivistler siyasetçileri bu soruyla ciddi bir şekilde ilgilenmeye zorlamaya başladı.

Üniversite müfredatlarını ‘sömürgecilikten arındırma’ çabaları, öğrencilerin sömürge döneminden kalma heykellerin kaldırılmasını talep etmelerine yol açmıştı. 2020 yılında İngiltere’nin Bristol kentindeki protestocuların 17. yüzyıldan kalma bir köle tüccarının heykelini yıkmasıyla bu kampanya kampüs dışına taştı.

Benzer protestolar Fransa, Belçika, Hollanda ve Almanya’da da meydana geldi. Buna karşılık, sağdaki bazı politikacıların öncülük ettiği eşit derecede hararetli bir tepkinin olduğu görülüyor.

Kayda değer farklar

Yine de bazılarının emperyal miraslarla yüzleşmeye yönelik hevesi konusunda ilginç olan, odak noktalarındaki bir boşluk dikkate değer: Orta Doğu. Avrupa Parlamentosu karar taslağında, “Karayipler, Afrika ve Latin Amerika da dâhil birçok eski Avrupa sömürgesi, sömürgeciliğin mirasından sosyal, ekonomik ve çevresel olarak hâlâ zarar görmektedir” deniliyor.

Bu şüphesiz doğru ve sömürgeciliğin bu bölgeler üzerindeki zararlı etkilerinin hiç biri önemsiz değil, ancak aynı şey Orta Doğu’nun bazı bölgeleri için de söylenebilir.

Gerçekten de Gazze savaşına yönelik küresel ilginin ortasında, çok az politikacının ve hatta yorumcunun Avrupa emperyalizminin İsrail-Filistin çatışmasının temellerini nasıl attığına dikkat çekmesi veya İngiltere’nin (ve Fransa’nın) bazı sorumluluklar taşıdığını söylemesi ilginç.

Avrupa geçmişiyle yüzleşiyor

1492 ve 1914 yılları arasında Avrupalı devletler dünyanın %84’ünü ele geçirmişti. Tek başına İngiltere, 1920’de imparatorluğunun zirvesindeyken dünya topraklarının %24’ünde hak iddia ederken Fransa, İtalya, Portekiz, Belçika, Hollanda, Almanya, Danimarka ve İspanya geçmişte önemli sömürge topraklarına sahipti.

Bu toprakların fethi ve elde tutulması sıklıkla köleleştirme, etnik temizlik, zorunlu iskân, sömürü, toplu katliam ve savaşı içeriyordu. Buna rağmen, Avrupa hükümetleri bunu kabul etmekte isteksiz davranmış ve ataları adına herhangi bir sorumluluk üstlenmekte daha da tereddüt ettiler.

Bu mesele Avrupa halkları arasında görüş ayrılıklarına yol açtı. Birçok Avrupa ülkesinde, hükümetlerinin geçmişteki sömürgeci adaletsizlikler için özür dilemesini ve tazminat teklif etmesini talep eden hareketler görülüyor. Bu hareketler genellikle sömürgeleştirilmiş halklarla yakın ya da uzak ata bağları olan vatandaşları kapsıyor.

Diğer taraftan, bazı sağ eğilimli siyasi gruplar da buna karşı çıkıyor. Küçük bir grup, imparatorluk hükümetleri tarafından modern altyapının inşa edilmesi gibi algılanan faydaların altını çizerek imparatorluğu savunurken, daha büyük bir grup ise modern hükümetlerin uzak seleflerinin davranışlarından sorumlu tutulmaması gerektiğini iddia ediyor.

Bugünün standartlarının geçmişteki aktörleri yargılamaması gerektiği görüşü de var. Hollandalı tarihçi Sander Philipse, The Guardian’a şunları söyledi: “Genel kanı hâlâ şu: Biz yaptık, uzun zaman önceydi, herkes yapıyordu, o kadar da ciddi değil, özür dilenecek bir şey yok.”

Çoğu hükümet bu konuda ince bir çizgide yürümeye çalıştı. Bir yandan, çoğu lider bunun yurtdışında hassas bir konu olduğunu bilecek kadar anlayışlı, zira Avrupalı olmayan devletlerin çoğu bir şekilde Avrupa sömürgeciliğine maruz kalmış ve bunun getirdiği acıların kabul edilmesini bekliyor.

Öte yandan, birkaç istisna dışında, Avrupalı liderler suçun tam olarak kabul edilmesinin tazminat için yasal taleplere yol açabileceğinin bilincindedirler ve bu talepleri karşılamakta isteksizler.

Yine de son yıllarda kayda değer bir değişim yaşandı.

Hollanda Kralı 2020’de eski sömürgesi olan Endonezya’yı ziyareti sırasında ülkesinin geçmişte uyguladığı “aşırı şiddet” nedeniyle özür diledi. İngiltere Kralı Charles da Ekim 2023’te Nairobi’yi ziyareti sırasında sömürge döneminde Kenya’da İngiliz askerleri tarafından işlenen “iğrenç ve haksız şiddet eylemlerinden” üzüntüyle bahsetti.

Diğer değişimler kültürel düzeydedir. Bir zamanlar Kral Leopold’un Kongo’daki kolonisinden getirilen sömürge tebaasından oluşan bir ‘insan hayvanat bahçesi’ barındıran Belçika’nın Gryseels müzesi, Belçika’nın sömürgeci geçmişini eleştiren sergilere ev sahipliği yaptı.

Benzer şekilde, Birleşik Krallık müzelerinin bazı eserleri emperyalistler tarafından yağmalandıkları orijinal yerlerine iade etmesine ilişkin tartışmalar da giderek artıyor.

Muhtemelen Almanya bu konuda en ileri düzeyde olan ülke. Batı Almanya’nın 1952 yılında İsrail ile imzaladığı tazminat anlaşması başta olmak üzere, Nazi seleflerinin işlediği pek çok suçu uzun süredir kabul eden Berlin için bir emsal teşkil ediyor.

Yakın zamanda, akademik ve siyasi dikkatler Almanya’nın Nazi öncesi dönemine, özellikle de Namibya’yı sömürgeleştirmesine çekildi. Alman Dışişleri Bakanı 2015 yılında, 20. yüzyılın başlarında Namibya’da yaptıklarının “savaş suçu ve soykırım” olarak anılması gerektiğini söyleyerek Berlin’in suçluluğunu resmen kabul etmiş gibi göründü.

Orta Doğu istisnası

Bu kademeli değişimlere rağmen, eleştirmenler hızın çok yavaş olduğunu, dolayısıyla Yeşiller-Avrupa Özgür İttifakı’nın konuyu AB içinde (ancak İngiltere’de değil) zorlama çabalarını savunuyor. Ancak bu çabaların bile dikkate değer bir kör noktası var: Orta Doğu.

Bölge, dünyanın diğer bölgelerine kıyasla geç sömürgeleştirildi. Bu süreç İngiltere’nin 19. yüzyılda Körfez’e ve Mısır’a girmesi ve Fransa ve İngiltere’nin de Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun Arap topraklarını paylaşmasıyla tamamlandı.

Yine de hem Ortadoğulular hem de Batılı emperyalizm akademisyenleri bu sınırlı sömürge deneyiminin kalıcı bir etkisi olduğu konusunda hemfikir.

1918’den sonra bölünen bölge, sadece son zamanlarda şiddetli istikrarsızlıklara ev sahipliği yaptığı için değil, aynı zamanda yerli halkın bölünmeye bu kadar kararlı bir şekilde karşı çıkması nedeniyle de özel bir incelemeye tabi tutuldu.

1919 Amerikan King-Krane Komisyonu Lübnan, Filistin ve Suriye topraklarında nüfusunun ezici çoğunluğunun, tüm bölgeleri tek bir bağımsız demokratik krallıkta birleştiren ve Siyonist proje olmaksızın, birleşik bir Büyük Suriye istediği sonucuna vardı ancak görmezden gelindi.

Osmanlı mirası, sosyo-ekonomik gelişmeler, Soğuk Savaş müdahaleleri, yerel liderlerin kararları ve yabancı güçlerin müdahaleleri gibi diğer faktörlerin de rol oynadığı düşünüldüğünde, Lübnan, Suriye, Irak ve İsrail-Filistin’deki çatışmaları tamamen sömürgeciliğe bağlamak tembel bir genelleme olur. Ancak çoğu uzman Avrupa emperyalizminin daha sonra yaşanan acıların temelini attığı konusunda hemfikir.

Filistin buna bir örnek. İngiltere’nin Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kontrolü ele geçirme ve Avrupalı Yahudilerin manda yönetimine göçünü kolaylaştırma kararı, İsrail-Filistin çatışmasının koşullarını yaratmaya yardımcı oldu.

İngiliz birlikleri 1917’de Kudüs’e ilk girdiklerinde Yahudi nüfusu %10’du; 1947’de ayrıldıklarında ise bu oran %32’ye yükselmişti.

Filistinli akademisyen Rashid Khalidi, İngiltere’nin Filistinlilerin 1936-9 isyanını bastırmak için Yahudi milislerin eğitilmesine ve silahlandırılmasına nasıl yardım ettiğini, Arap tarafını zayıflatırken rakiplerini gelecekteki bağımsızlık savaşı için güçlendirdiğini belirtmiştir.

İsrail-Filistin çatışması karmaşık olsa da ve barış sürecinin başarısızlığına ve Gazze’de devam eden savaşa yol açan diğer müteakip faktörler olsa da birçok Filistinli, haklı olarak yetkilerinin ellerinden alınmasının başlangıç noktası olarak İngiliz emperyalizmine işaret ediyor.

Lübnan ve Suriye, Avrupa sömürgeciliğinin olumsuz deneyimlerinin diğer örnekleri. Lübnan’da Fransa kendisini Maruni Hıristiyan toplumunun koruyucusu olarak gördü ve bu nedenle Lübnan’ın Maruni olmayan diğer gruplarına kıyasla nüfusu azalsa bile müttefiklerini baskın bir konumda tutacak mezhepsel temsile dayalı bir siyasi sistem kurdu.

Bu siyasi sistemin kusurları 1958 ve 1975-90 yıllarında iki iç savaşa yol açtı ve muhtemelen Lübnan’ın bugün yaşadığı siyasi felce ve mali krize katkıda bulundu. Aynı şekilde Suriye’de de Fransızlar, Sünni olmayan azınlık gruplarını orduya katılmaya teşvik ederek bölmeye ve yönetmeye çalıştı.

Fransa 1946’da ülkeyi terk ettiğinde, bu durum siyasete düzenli olarak müdahale eden ordunun azınlık grupların hakimiyetine girmesini ve tek bir grubun; Alevilerin, hâkim olmasını sağladı. Suriye’de 2011’de başlayan iç savaşın tek nedeni bu olmasa da Fransız sömürgeciliğiyle ilişkilendirilebilecek bir rol oynadı.

Benzer bir hikâye Irak’ta da yaşandı. İngiltere 1921’de Arap Şiilerin çoğunlukta olduğu yeni bir devlet kurdu ancak Osmanlı döneminde geleneksel olarak hüküm süren Sünni Arapları güçlendirdi. Bu eğilim bağımsızlıktan sonra da devam etti ve 2003 yılında Saddam Hüseyin’in devrilmesinden sonra mezhepsel şiddete dönüşen gerginliklere katkıda bulundu.

Yine, sömürgecilik oyundaki tek faktör olmaktan çok uzak. Ancak Orta Doğuluların isimlerini ‘sosyal, ekonomik ve çevresel açıdan sömürgeciliğin mirasından hâlâ acı çeken’ bölgeler listesine eklemeye her türlü hakkı var.

Bir sorumluluk meselesi

Bazı Avrupalı aktivistler, Orta Doğu devletlerini Avrupa sömürgeciliğinin tazmin edilecek kurbanları listesine dahil etmeye istekli olsalar da Batılı liderlerin bunu kabul etmesi pek olası görünmüyor.

Daha önce de belirtildiği üzere, kölelik gibi daha tartışmasız tarihsel yanlışlarda bile, başka yerlerdeki sömürge miraslarının sorumluluğunu kabul etme konusunda zaten isteksizler. Bu nedenle, son derece tartışmalı Orta Doğu’daki tarihi eylemler için özür dilemeyi düşünmek konusunda muhtemelen daha da isteksiz olacaklar.

Ancak yine de meşum bir sessizlik sürüyor. Britanya da dahil olmak üzere Avrupalı ​​liderler, ister Birleşik Krallık’ın Irak’a müdahaleleri olsun, ister Fransa’nın Lübnan’a mali yardım sağlama girişimleri olsun, ister IŞİD karşıtı koalisyonlarda yer alan çok sayıda devlet olsun, son yıllarda Orta Doğu’da kendilerini kanıtlamış istekli aktörler oldular.

Birçok Avrupalı benzer şekilde mevcut Gazze savaşında İsrail’e destek verirken, başta Fransa olmak üzere bazıları da ateşkesi desteklemeye başladı. Ancak hiçbiri devletlerinin içinde bulundukları krizlere katkıda bulunan tarihsel rolleriyle yüzleşmeye ya da bunları kabul etmeye istekli görünmüyor ve başka yerlerdeki sömürgeci mirasların aksine, aktivistlerden bunu düzeltmek için sadece sınırlı bir baskı var.

Öyle görünüyor ki, Avrupalılar geçmiş emperyal mirasları için gerçekten suçluluk ve sorumluluk kabul etmeye başlarlarsa, Orta Doğu tartışmalarda öne çıkmayacak.

Diplomasi

AB, Boeing uçaklarına gümrük vergisi getirmeyi planlıyor

Yayınlanma

Brüksel, Washington ile ticaret görüşmelerinin başarısız olması halinde, daha fazla misilleme önlemleri kapsamında Boeing uçaklarına gümrük vergisi uygulamayı planlıyor.

Financial Times’ın haberine göre AB ticaret politikasını yürüten Avrupa Komisyonu, sivil uçakları yıllık yaklaşık 100 milyar avroluk ABD ithalatı listesine dahil edecek.

Fakat bu önlemler, AB’nin ABD gümrük vergilerinin azaltılmasında yeterli ilerleme kaydetmemesi halinde yürürlüğe girecek ve üye ülkelerin ağırlıklı çoğunluğunun onayı gerekiyor.

ABD Başkanı Donald Trump, 2 Nisan’da AB’den yapılan neredeyse tüm ihracata en az yüzde 20 ek gümrük vergisi uygulamaya koymuş fakat 9 Nisan’da “müzakerelere zaman tanımak” için bu oranı 90 günlüğüne yüzde 10’a indirmişti.

ABD’nin AB’nin çelik, alüminyum ve otomobillerine uyguladığı yüzde 25’lik gümrük vergileri ise devam ediyor.

AB de müzakere sürecine yardımcı olmak için Harley-Davidson motosikletleri, tavuk eti ve giyim dahil olmak üzere 21 milyar avro değerindeki ABD mallarına uyguladığı misilleme gümrük vergilerini 14 Temmuz’a kadar askıya aldı.

Yetkililer, anlaşma sağlanamadığı takdirde, uçak ve muhtemelen kimyasal ürünleri de içerecek bir sonraki gümrük vergisi dalgasının da muhtemelen o tarihten itibaren uygulanacağını belirtti.

Yetkililer, perşembe günü yayınlanması beklenen hedef listesinin hâlâ değişebileceği konusunda uyarıda bulundu. Eurostat verilerine göre, AB 2024 yılında ABD’den yaklaşık 18,3 milyar avro değerinde uçak, uzay aracı ve parça ithal etti.

Müzakereleri yürüten AB Ticaret Komiseri Maroš Šefčovič salı günü Avrupa Parlamentosu’nda (AP) yaptığı açıklamada, AB’nin ABD’ye ihracatının yüzde 70’inin şu anda gümrük vergisine tabi olduğunu söyledi.

ABD, ilaç, yarı iletkenler ve diğer ürünlere sektörel gümrük vergilerini uygulamaya koyarsa, bu rakam yüzde 97’ye, yani 549 milyar avroya ulaşacak. Mevcut ticaret hacmine göre, ABD her yıl 100 milyar avrodan fazla gümrük vergisi toplayacak.

Komiser, “Şimdi ABD’nin adil ve dengeli bir çözüme doğru ilerleme kaydetmeye hazır olduğunu göstermesi gerekiyor. Müzakere yoluyla bir çözümün bizim için açık ve tercih edilen sonuç olmaya devam etmesi nedeniyle ABD ile görüşmelere tam olarak bağlıyız. Fakat ABD ile görüşmelerimiz gerekli sonuçları vermezse, ‘tüm seçenekleri masaya yatırarak’ ‘eşit şartları yeniden tesis etmek’ amacıyla alternatiflere hazır olacağız,” dedi.

Havacılık ve uzay endüstrisi, entegre tedarik zincirlerinde maliyet artışlarının hissedilmeye başlamasıyla Trump’ın ticaret savaşına uyum sağlamak için acele ediyor.

Sübvansiyonlar konusundaki anlaşmazlık nedeniyle Boeing ve Airbus uçaklarına 18 ay süreyle vergi uygulanan dönem dışında, sektör 1979’dan bu yana büyük ölçüde gümrük vergisi engelleri olmadan faaliyet gösteriyor.

Tedarik zincirleri tüm dünyaya yayılmış durumda ve hem Airbus hem de Boeing yeni uçaklar için çeşitli bölgelerden parça ithal ediyor. Bazı uçaklarının parçalarını İtalya ve Japonya’dan temin eden Boeing, halihazırda daha yüksek ithalat maliyetleriyle karşı karşıya.

ABD’li sektör yöneticileri, gümrük vergilerinin kaldırılması için Beyaz Saray’a baskı yapıyor. Son haftalarda birçok havayolu şirketi yöneticisi, gümrük vergilerini ödemek yerine Boeing veya Airbus’tan uçak teslimatlarını erteleyecekleri uyarısında bulundu.

Boeing’in büyük müşterilerinden Ryanair’in CEO’su Michael O’Leary, geçen ay FT’ye verdiği demeçte, vergiler nedeniyle uçakların fiyatları artarsa teslimatları erteleyeceklerini söylemişti.

ABD, ithalatından çok daha fazla havacılık ve savunma ürünü ihraç ediyor. Sektörün ticaret örgütü olan Havacılık ve Uzay Sanayicileri Derneğine göre, 2023 yılında ABD’nin havacılık ve savunma ihracatı dünya çapında 136 milyar dolara yaklaştı. ABD’nin havacılık ve savunma ithalatının toplam değeri ise 22 milyar doların biraz altındaydı.

Salı günü Paris’te düzenlenen bir etkinlikte, Airbus CEO’su Guillaume Faury, Avrupa’nın beş yıl önceki sübvansiyon anlaşmazlığında olduğu gibi, uçaklara “karşılıklı” gümrük vergileri uygulayacağını beklediğini söyledi.

ABD ve AB, bu gümrük vergilerini 2021’de askıya almıştı.

Faury, AB’den belirli bir politika yanıtı talep edip etmediğini belirtmedi, fakat beklenen misilleme gümrük vergilerinin ABD endüstrisi üzerindeki etkisinin Trump’ın Airbus’a uyguladığı gümrük vergilerinden daha büyük olacağını söyledi.

Şirketlerin “kaybet-kaybet” durumuyla karşı karşıya olduğunu da sözlerine ekledi ve “Avrupalılar ve Amerikalılar için bu gerçekten olumsuz bir durum, ama her şeyden önce Amerikalılar için [olumsuz]. Bu yüzden zamanla sorunların çözüleceğini umuyorum. Fakat henüz öyle bir durum yok. Bu gümrük vergileri, çok yüksek performanslı transatlantik ekosistemimize zarar verecek,” diye konuştu.

Okumaya Devam Et

Diplomasi

Trump’ın temsilcisi: Ateşkes anlaşması yakın, tek engel Putin

Yayınlanma

ABD Başkanı Donald Trump’ın özel temsilcisi Keith Kellogg, Ukrayna ve Rusya’nın 30 günlük kapsamlı bir ateşkes anlaşmasına yakın olduğunu ancak Rusya Devlet Başkanı’nın buna karşı çıktığını savundu. Kellogg, Ukrayna’nın bu ateşkesi hemen istediğini ve anlaşmanın birçok şart içerdiğini söyledi.

ABD Başkanı Donald Trump’ın özel temsilcisi Keith Kellogg, Ukrayna’nın Rusya ile ateşkesin tüm şartlarını beğenmediğini ancak tarafların anlaşmaya yakın olduğunu belirtti.

Kellogg, Fox News kanalına yaptığı açıklamada, anlaşmanın önündeki tek engelin Rusya Devlet Başkanı olabileceğini ifade etti.

Kellogg, Kiev’in “karada, denizde ve havada” geçerli olacak 30 günlük kapsamlı bir ateşkese razı olduğunu ve bu sürenin uzatılabileceğini söyledi. Ukrayna’nın bu rejimin hemen yürürlüğe girmesini istediğini aktardı.

Ateşkes planının 23 Nisan’da Londra’da yapılan “gönüllüler koalisyonu” toplantısında ele alındığını hatırlatan Kellogg, “Birçok şart içeren bu kapsamlı ateşkese hazırlar. Ve Ukraynalılar buna razı,” ifadesini kullandı.

Kellogg, “Sanırım yakınız. Sonucu alabilecek tek kişi Başkan Trump. Ve belki de önümüzdeki engel, razı olmayan Rusya Devlet Başkanı,” diye ekledi.

Rusya, “insani mülahazalarla” 8-10 Mayıs tarihlerini kapsayan bir ateşkes ilan etti.

Kremlin’den yapılan açıklamada, “Bu dönemde tüm muharebe eylemleri durduruluyor,” denildi ve Ukrayna tarafına “bu örneği takip etme” çağrısı yapıldı.

Açıklamada, Ukrayna’nın ateşkese uymaması hâlinde Rus ordusunun “yeterli ve etkili bir karşılık vereceği” belirtildi.

Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, “Bu, Rusya devlet başkanının iyi niyet göstergesidir ve barışçıl bir çözüm yoluna girme isteğimizi vurgulamaktadır,” dedi.

Diğer yandan Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy, 30 günlük bir ateşkes konusunda ısrarcı.

Rusya’nın ilan ettiği üç günlük ateşkese “tiyatro gösterisi” adını verdi. Kremlin ise Zelenskiy’nin bu tutumunu manipülasyon olarak değerlendirdi.

ABD Başkanı Donald Trump, Rusya’nın Zafer Günü’nün 80. yıl dönümü münasebetiyle ilan ettiği ateşkesin “önemli bir şey gibi görünmediğini” ancak “başladığımız yere kıyasla çok fazla” olduğunu söylemişti.

Mart ayında hem Rusya hem de Ukrayna, ABD tarafının enerji tesislerine yönelik saldırılara 30 günlük moratoryum önerisini kabul etmişti. Daha sonra taraflar anlaşmayı ihlal ettikleri yönünde karşılıklı suçlamalarda bulunmuştu.

Rusya ile Ukrayna arasında BAE arabuluculuğuyla esir takası

Okumaya Devam Et

Diplomasi

Trump, Rusya’yı G7’ye döndürme fikrinden caydı

Yayınlanma

ABD Başkanı Donald Trump, Rusya’nın G7 ülkelerine yeniden katılması için mevcut zamanın “uygun olmadığını” belirtti, ancak ülkenin G8’den çıkarılmasının “aptalca” olduğunu ve bunun Ukrayna savaşına yol açtığını savundu. Kremlin ise Rusya’nın G7’ye dönmeye pek ilgi duymadığını, grubun önemini yitirdiğini ve Moskova’nın G20 ile işbirliğini tercih ettiğini açıkladı.

ABD Başkanı Donald Trump, Rusya’nın G7 ülkelerine yeniden katılması için mevcut zamanın “uygun olmadığını” belirtti.

6 Mayıs’ta Dünya Kupası planlama toplantısında gazetecilere yaptığı açıklamada Trump, “Sanırım şimdi [Rusya’yı G7’ye geri dahil etmek için] en uygun zaman değil. Hayır, şimdi en uygunsuz zaman. Bu fırsatı kaçırdık, değil mi?” ifadelerini kullandı.

Aynı zamanda, Rusya’nın G8’den çıkarılması kararını “çok aptalca” olarak nitelendirdi. Trump, Moskova G8’de kalsaydı, Ukrayna’ya saldırmayacağını ve durdurmaya çalıştığı “ölümcül savaşı başlatmayacağını savundu.

Trump, daha önce şubat ayında da Rusya’yı G7’ye geri döndürme arzusunu dile getirmişti.

Bu fikri daha da öncesinde, Haziran 2020’de de ortaya atmıştı.

O dönemde ABD Başkanı, böyle bir adımın “sağduyuya uygun” olduğunu vurgulamış, ancak diğer katılımcı ülkeler bu girişimi desteklememişti.

G7, Çin hariç dünyanın en büyük yedi ekonomisini bir araya getiriyor: ABD, Birleşik Krallık, Fransa, Almanya, İtalya, Kanada ve Japonya. Rusya, 1997 yılında bu gayri resmi kulübe katılarak G8’e dönüşmesini sağlamıştı.

Ancak 2014 yılında, Kırım’ın Rusya Federasyonu’na bağlanmasının ardından Moskova, birlikten çıkarıldı.

Trump’a göre bu durum, Moskova’nın o zamanki ABD Başkanı Barack Obama’yı dış politika sahnesinde “alt etmesi” nedeniyle yaşandı. Trump, o yıllarda Washington’ın “özellikle Rusya konusunda” zayıf olduğunu iddia etti.

Trump’ın açıklamalarının ardından Kremlin’den yapılan değerlendirmelerde, Moskova’nın G7’ye dönmeye pek ilgi duymadığı belirtildi.

Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, “Şu anda Yediler Grubu olarak adlandırılan grubun, önemini büyük ölçüde yitirdiğini defalarca söyledik,” ifadelerini kullandı.

Peskov’a göre, bu gayri resmi kulüp, küresel ekonominin büyüme merkezlerinin dünyanın başka bölgelerine kayması nedeniyle şu anda ekonomik büyümede lider olmayan ülkeleri bir araya getiriyor.

Bu bağlamda Rusya, G20 ülkeleriyle işbirliği yapmaya daha fazla ilgi duyuyor. Peskov, “Muhtemelen ‘Yirmiler’ gibi bir forum, kürenin ekonomik lokomotiflerini daha iyi yansıtıyor,” diye açıkladı.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English