Bizi Takip Edin

DİPLOMASİ

Avrupa, Orta Doğu’daki sömürgeci geçmişini görmezden geliyor

Yayınlanma

ABD’de George Floyd’un polis şiddeti nedeniyle hayatını kaybetmesinin ardından halklarının sokaklara döküldüğü Avrupa ülkeleri, kanlı sömürgeci geçmişlerini yeniden hatırlamaya başladı.  Avrupalılar ırkçılık ve adaletsizliği protesto ederken, aynı zamanda sömürgeci geçmişi hatırlatan heykel, büst ve müzeler de mercek altına alındı. Avrupalı liderler sömürgeci geçmişleriyle yüzleşmeye hevesli olmasalar da bu sömürgeci miras ve mirasın yarattığı tahribat gündemde. Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, Avrupa’nın geçmişiyle yüzleşirken Orta Doğu’nun neden ve nasıl göz ardı edildiğine odaklanıyor:

 ***

Avrupa Orta Doğu hariç sömürgecilik mirasıyla yüzleşmeye başladı

Gazze savaşına yönelik küresel ilginin ortasında, çok az yorumcunun Avrupa emperyalizminin İsrail-Filistin çatışmasının temellerini nasıl attığına dikkat çekmesi ilginç.

CHRISTOPHER PHILLIPS

Avrupa Parlamentosu üyeleri Avrupa Birliği’ni Avrupa sömürgeciliğinin kalıcı etkilerini ele almaya ve tersine çevirmeye çağırdı.

Yeşiller-Avrupa Özgür İttifakı tarafından önerilen bir karar tasarısı, AB’nin “Avrupa sömürgeciliğinin kalıcı etkilerini tanımak, ele almak ve düzeltmek için hiçbir ortak çaba göstermediğinden” yakınıyor ve sömürgecilik ve kölelik mirasından etkilenen devletlere tazminat ödenmesi için bir tazminat programı öneriyor.

AB tarafından kabul edilmesi önünde çeşitli engeller bulunan karar tasarısı, geçmiş sömürgecilik mirasının Avrupa ve Britanya’da nasıl hızla ana akım bir siyasi mesele haline geldiğinin bir göstergesi.

Avrupa’nın denizaşırı imparatorluklarının dağılmasından sonraki on yıllarda, bu konular nadiren kamusal tartışmalara konu oldu, genellikle öğrenciler arasındaki tartışmalara ve akademik çalışmalara indirgendi. Ancak ABD’deki Black Lives Matter hareketine verilen destek ve genel olarak eleştirel ırk çalışmalarına artan ilgiyle birlikte aktivistler siyasetçileri bu soruyla ciddi bir şekilde ilgilenmeye zorlamaya başladı.

Üniversite müfredatlarını ‘sömürgecilikten arındırma’ çabaları, öğrencilerin sömürge döneminden kalma heykellerin kaldırılmasını talep etmelerine yol açmıştı. 2020 yılında İngiltere’nin Bristol kentindeki protestocuların 17. yüzyıldan kalma bir köle tüccarının heykelini yıkmasıyla bu kampanya kampüs dışına taştı.

Benzer protestolar Fransa, Belçika, Hollanda ve Almanya’da da meydana geldi. Buna karşılık, sağdaki bazı politikacıların öncülük ettiği eşit derecede hararetli bir tepkinin olduğu görülüyor.

Kayda değer farklar

Yine de bazılarının emperyal miraslarla yüzleşmeye yönelik hevesi konusunda ilginç olan, odak noktalarındaki bir boşluk dikkate değer: Orta Doğu. Avrupa Parlamentosu karar taslağında, “Karayipler, Afrika ve Latin Amerika da dâhil birçok eski Avrupa sömürgesi, sömürgeciliğin mirasından sosyal, ekonomik ve çevresel olarak hâlâ zarar görmektedir” deniliyor.

Bu şüphesiz doğru ve sömürgeciliğin bu bölgeler üzerindeki zararlı etkilerinin hiç biri önemsiz değil, ancak aynı şey Orta Doğu’nun bazı bölgeleri için de söylenebilir.

Gerçekten de Gazze savaşına yönelik küresel ilginin ortasında, çok az politikacının ve hatta yorumcunun Avrupa emperyalizminin İsrail-Filistin çatışmasının temellerini nasıl attığına dikkat çekmesi veya İngiltere’nin (ve Fransa’nın) bazı sorumluluklar taşıdığını söylemesi ilginç.

Avrupa geçmişiyle yüzleşiyor

1492 ve 1914 yılları arasında Avrupalı devletler dünyanın %84’ünü ele geçirmişti. Tek başına İngiltere, 1920’de imparatorluğunun zirvesindeyken dünya topraklarının %24’ünde hak iddia ederken Fransa, İtalya, Portekiz, Belçika, Hollanda, Almanya, Danimarka ve İspanya geçmişte önemli sömürge topraklarına sahipti.

Bu toprakların fethi ve elde tutulması sıklıkla köleleştirme, etnik temizlik, zorunlu iskân, sömürü, toplu katliam ve savaşı içeriyordu. Buna rağmen, Avrupa hükümetleri bunu kabul etmekte isteksiz davranmış ve ataları adına herhangi bir sorumluluk üstlenmekte daha da tereddüt ettiler.

Bu mesele Avrupa halkları arasında görüş ayrılıklarına yol açtı. Birçok Avrupa ülkesinde, hükümetlerinin geçmişteki sömürgeci adaletsizlikler için özür dilemesini ve tazminat teklif etmesini talep eden hareketler görülüyor. Bu hareketler genellikle sömürgeleştirilmiş halklarla yakın ya da uzak ata bağları olan vatandaşları kapsıyor.

Diğer taraftan, bazı sağ eğilimli siyasi gruplar da buna karşı çıkıyor. Küçük bir grup, imparatorluk hükümetleri tarafından modern altyapının inşa edilmesi gibi algılanan faydaların altını çizerek imparatorluğu savunurken, daha büyük bir grup ise modern hükümetlerin uzak seleflerinin davranışlarından sorumlu tutulmaması gerektiğini iddia ediyor.

Bugünün standartlarının geçmişteki aktörleri yargılamaması gerektiği görüşü de var. Hollandalı tarihçi Sander Philipse, The Guardian’a şunları söyledi: “Genel kanı hâlâ şu: Biz yaptık, uzun zaman önceydi, herkes yapıyordu, o kadar da ciddi değil, özür dilenecek bir şey yok.”

Çoğu hükümet bu konuda ince bir çizgide yürümeye çalıştı. Bir yandan, çoğu lider bunun yurtdışında hassas bir konu olduğunu bilecek kadar anlayışlı, zira Avrupalı olmayan devletlerin çoğu bir şekilde Avrupa sömürgeciliğine maruz kalmış ve bunun getirdiği acıların kabul edilmesini bekliyor.

Öte yandan, birkaç istisna dışında, Avrupalı liderler suçun tam olarak kabul edilmesinin tazminat için yasal taleplere yol açabileceğinin bilincindedirler ve bu talepleri karşılamakta isteksizler.

Yine de son yıllarda kayda değer bir değişim yaşandı.

Hollanda Kralı 2020’de eski sömürgesi olan Endonezya’yı ziyareti sırasında ülkesinin geçmişte uyguladığı “aşırı şiddet” nedeniyle özür diledi. İngiltere Kralı Charles da Ekim 2023’te Nairobi’yi ziyareti sırasında sömürge döneminde Kenya’da İngiliz askerleri tarafından işlenen “iğrenç ve haksız şiddet eylemlerinden” üzüntüyle bahsetti.

Diğer değişimler kültürel düzeydedir. Bir zamanlar Kral Leopold’un Kongo’daki kolonisinden getirilen sömürge tebaasından oluşan bir ‘insan hayvanat bahçesi’ barındıran Belçika’nın Gryseels müzesi, Belçika’nın sömürgeci geçmişini eleştiren sergilere ev sahipliği yaptı.

Benzer şekilde, Birleşik Krallık müzelerinin bazı eserleri emperyalistler tarafından yağmalandıkları orijinal yerlerine iade etmesine ilişkin tartışmalar da giderek artıyor.

Muhtemelen Almanya bu konuda en ileri düzeyde olan ülke. Batı Almanya’nın 1952 yılında İsrail ile imzaladığı tazminat anlaşması başta olmak üzere, Nazi seleflerinin işlediği pek çok suçu uzun süredir kabul eden Berlin için bir emsal teşkil ediyor.

Yakın zamanda, akademik ve siyasi dikkatler Almanya’nın Nazi öncesi dönemine, özellikle de Namibya’yı sömürgeleştirmesine çekildi. Alman Dışişleri Bakanı 2015 yılında, 20. yüzyılın başlarında Namibya’da yaptıklarının “savaş suçu ve soykırım” olarak anılması gerektiğini söyleyerek Berlin’in suçluluğunu resmen kabul etmiş gibi göründü.

Orta Doğu istisnası

Bu kademeli değişimlere rağmen, eleştirmenler hızın çok yavaş olduğunu, dolayısıyla Yeşiller-Avrupa Özgür İttifakı’nın konuyu AB içinde (ancak İngiltere’de değil) zorlama çabalarını savunuyor. Ancak bu çabaların bile dikkate değer bir kör noktası var: Orta Doğu.

Bölge, dünyanın diğer bölgelerine kıyasla geç sömürgeleştirildi. Bu süreç İngiltere’nin 19. yüzyılda Körfez’e ve Mısır’a girmesi ve Fransa ve İngiltere’nin de Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun Arap topraklarını paylaşmasıyla tamamlandı.

Yine de hem Ortadoğulular hem de Batılı emperyalizm akademisyenleri bu sınırlı sömürge deneyiminin kalıcı bir etkisi olduğu konusunda hemfikir.

1918’den sonra bölünen bölge, sadece son zamanlarda şiddetli istikrarsızlıklara ev sahipliği yaptığı için değil, aynı zamanda yerli halkın bölünmeye bu kadar kararlı bir şekilde karşı çıkması nedeniyle de özel bir incelemeye tabi tutuldu.

1919 Amerikan King-Krane Komisyonu Lübnan, Filistin ve Suriye topraklarında nüfusunun ezici çoğunluğunun, tüm bölgeleri tek bir bağımsız demokratik krallıkta birleştiren ve Siyonist proje olmaksızın, birleşik bir Büyük Suriye istediği sonucuna vardı ancak görmezden gelindi.

Osmanlı mirası, sosyo-ekonomik gelişmeler, Soğuk Savaş müdahaleleri, yerel liderlerin kararları ve yabancı güçlerin müdahaleleri gibi diğer faktörlerin de rol oynadığı düşünüldüğünde, Lübnan, Suriye, Irak ve İsrail-Filistin’deki çatışmaları tamamen sömürgeciliğe bağlamak tembel bir genelleme olur. Ancak çoğu uzman Avrupa emperyalizminin daha sonra yaşanan acıların temelini attığı konusunda hemfikir.

Filistin buna bir örnek. İngiltere’nin Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kontrolü ele geçirme ve Avrupalı Yahudilerin manda yönetimine göçünü kolaylaştırma kararı, İsrail-Filistin çatışmasının koşullarını yaratmaya yardımcı oldu.

İngiliz birlikleri 1917’de Kudüs’e ilk girdiklerinde Yahudi nüfusu %10’du; 1947’de ayrıldıklarında ise bu oran %32’ye yükselmişti.

Filistinli akademisyen Rashid Khalidi, İngiltere’nin Filistinlilerin 1936-9 isyanını bastırmak için Yahudi milislerin eğitilmesine ve silahlandırılmasına nasıl yardım ettiğini, Arap tarafını zayıflatırken rakiplerini gelecekteki bağımsızlık savaşı için güçlendirdiğini belirtmiştir.

İsrail-Filistin çatışması karmaşık olsa da ve barış sürecinin başarısızlığına ve Gazze’de devam eden savaşa yol açan diğer müteakip faktörler olsa da birçok Filistinli, haklı olarak yetkilerinin ellerinden alınmasının başlangıç noktası olarak İngiliz emperyalizmine işaret ediyor.

Lübnan ve Suriye, Avrupa sömürgeciliğinin olumsuz deneyimlerinin diğer örnekleri. Lübnan’da Fransa kendisini Maruni Hıristiyan toplumunun koruyucusu olarak gördü ve bu nedenle Lübnan’ın Maruni olmayan diğer gruplarına kıyasla nüfusu azalsa bile müttefiklerini baskın bir konumda tutacak mezhepsel temsile dayalı bir siyasi sistem kurdu.

Bu siyasi sistemin kusurları 1958 ve 1975-90 yıllarında iki iç savaşa yol açtı ve muhtemelen Lübnan’ın bugün yaşadığı siyasi felce ve mali krize katkıda bulundu. Aynı şekilde Suriye’de de Fransızlar, Sünni olmayan azınlık gruplarını orduya katılmaya teşvik ederek bölmeye ve yönetmeye çalıştı.

Fransa 1946’da ülkeyi terk ettiğinde, bu durum siyasete düzenli olarak müdahale eden ordunun azınlık grupların hakimiyetine girmesini ve tek bir grubun; Alevilerin, hâkim olmasını sağladı. Suriye’de 2011’de başlayan iç savaşın tek nedeni bu olmasa da Fransız sömürgeciliğiyle ilişkilendirilebilecek bir rol oynadı.

Benzer bir hikâye Irak’ta da yaşandı. İngiltere 1921’de Arap Şiilerin çoğunlukta olduğu yeni bir devlet kurdu ancak Osmanlı döneminde geleneksel olarak hüküm süren Sünni Arapları güçlendirdi. Bu eğilim bağımsızlıktan sonra da devam etti ve 2003 yılında Saddam Hüseyin’in devrilmesinden sonra mezhepsel şiddete dönüşen gerginliklere katkıda bulundu.

Yine, sömürgecilik oyundaki tek faktör olmaktan çok uzak. Ancak Orta Doğuluların isimlerini ‘sosyal, ekonomik ve çevresel açıdan sömürgeciliğin mirasından hâlâ acı çeken’ bölgeler listesine eklemeye her türlü hakkı var.

Bir sorumluluk meselesi

Bazı Avrupalı aktivistler, Orta Doğu devletlerini Avrupa sömürgeciliğinin tazmin edilecek kurbanları listesine dahil etmeye istekli olsalar da Batılı liderlerin bunu kabul etmesi pek olası görünmüyor.

Daha önce de belirtildiği üzere, kölelik gibi daha tartışmasız tarihsel yanlışlarda bile, başka yerlerdeki sömürge miraslarının sorumluluğunu kabul etme konusunda zaten isteksizler. Bu nedenle, son derece tartışmalı Orta Doğu’daki tarihi eylemler için özür dilemeyi düşünmek konusunda muhtemelen daha da isteksiz olacaklar.

Ancak yine de meşum bir sessizlik sürüyor. Britanya da dahil olmak üzere Avrupalı ​​liderler, ister Birleşik Krallık’ın Irak’a müdahaleleri olsun, ister Fransa’nın Lübnan’a mali yardım sağlama girişimleri olsun, ister IŞİD karşıtı koalisyonlarda yer alan çok sayıda devlet olsun, son yıllarda Orta Doğu’da kendilerini kanıtlamış istekli aktörler oldular.

Birçok Avrupalı benzer şekilde mevcut Gazze savaşında İsrail’e destek verirken, başta Fransa olmak üzere bazıları da ateşkesi desteklemeye başladı. Ancak hiçbiri devletlerinin içinde bulundukları krizlere katkıda bulunan tarihsel rolleriyle yüzleşmeye ya da bunları kabul etmeye istekli görünmüyor ve başka yerlerdeki sömürgeci mirasların aksine, aktivistlerden bunu düzeltmek için sadece sınırlı bir baskı var.

Öyle görünüyor ki, Avrupalılar geçmiş emperyal mirasları için gerçekten suçluluk ve sorumluluk kabul etmeye başlarlarsa, Orta Doğu tartışmalarda öne çıkmayacak.

DİPLOMASİ

Peru Chancay Limanı, Çin’in Kuşak Yol’u için de yeni fırsatlar açacak

Yayınlanma

Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ve Peru Devlet Başkanı Dina Boluarte perşembe günü Peru’nun Chancay kentinde dev bir limanın açılışını online olarak yaparak 3,6 milyar dolar yatırım çekmesi beklenen ve Çin’den Pasifik Okyanusu üzerinden Güney Amerika’ya doğrudan bir rota oluşturacak bir altyapı projesini kutladılar.

Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği forumu ve Xi’nin Başkan Joe Biden ile yapacağı son toplantı öncesinde gerçekleşen liman açılışı, bir zamanlar ekonomik fırsatlar için öncelikle ABD’ye bakan bir bölgede Çin’in artan etkisinin altını çiziyor.

Xi, Peru’ya varışından önce El Peruano gazetesinde yayınlanan başyazısında “Çin, Perulu dostlarımızla tek yürek ve aynı hedefle el ele çalışmaya ve dostluğumuzun gemisini daha da parlak bir geleceğe doğru yönlendirmeye hazırdır” diye yazdı .

Çin lideri mega limanın açılış töreninde yaptığı konuşmada projeyi “Kuşak ve Yol Girişimi himayesinde Çin-Peru işbirliğinin başarılı bir örneği” olarak övdü.

Xi, yatırımın Çin ve Latin Amerika arasında yeni bir deniz koridoru oluşturacağını, “büyük İnka yolu ile deniz İpek Yolu’nu birbirine bağlayarak Peru ve bölgedeki diğer uluslar için ortak refahın yolunu açacağını” söyledi.

Çin lideri, “2,000 yıldan daha uzun bir süre önce Çinli atalarımız Pasifik boyunca yelken açarak Deniz İpek Yolu’nu oluşturdular ve Doğu ile Batı’yı birbirine bağladılar. Perulu İnka halkı 500 yılı aşkın bir süre önce dağları ve vadileri korkusuzca aşarak And Dağlarını kuzeyden güneye kat eden İnka Yolu’nu inşa etti” dedi ve şöyle devam etti:

“Bugün Chancay Limanı modern İnka Yolu için yeni bir başlangıç noktası haline geliyor. Chancay’dan Şanghay’a, Peru’daki Kuşak ve Yol girişimi kapsamında sadece yeni bir gelişmeye değil, aynı zamanda yeni bir çağ için yeni bir kara-deniz geçidinin doğuşuna tanık oluyoruz.”

Çin lideri ayrıca proje ortaklarını ulaşım kapasitesini artırmaya, hizmetleri iyileştirmeye ve Güney Amerika ile Çin arasındaki bağlantıları güçlendirmeye çağırdı.

Peru lideri Boluarte bu projeyi kıtayı Asya’ya bağlayan potansiyel bir “sinir merkezi ” olarak nitelendirdi ve bunun yılda 8,000 kişiye istihdam ve 4.5 milyar dolarlık ekonomik faaliyet yaratabileceğini söyledi.

Çinli şirketler derin su limanı projesinin neredeyse her aşamasında yer alıyor. Yüksek teknolojili lojistik merkezi, 2019 yılında projeye yüzde 60 hisse almak için 1,3 milyar dolar yatırım yapan Çinli nakliye devi Cosco tarafından işletilecek. Çin devlet medyası, tamamlanmış projenin toplam maliyetinin 3,6 milyar dolar kadar olduğunu tahmin ediyor.

Sadece küçük gemileri elleçleyecek bir liman inşa eden ilk aşamanın bu ay faaliyete geçmesi bekleniyor.

Otomatik kargo vinçleri Shanghai Zhenhua Heavy Industries tarafından tedarik ediliyor. Çinli şirketler tarafından üretilen elektrikli sürücüsüz kamyonlar ise konteyner ve kargoları taşımak için kullanılacak. Bu arada Kongre müfettişleri bu Çinli şirketin ABD limanları için güvenlik riski oluşturduğunu iddia etmişti.

ABD tedirgin

Çin’in bölgede artan etkisinden endişe duyan ABD, Peru’nun Çin askeri gemileri tarafından kıtada bir dayanak noktası olarak kullanılabileceğini öne sürdü.

Kısa bir süre önce emekli olan ABD Güney Komutanlığı eski başkanı General Laura J. Richardson, Financial Times’a verdiği bir röportajda Chancay’in Çin donanmasına ait savaş gemilerine ev sahipliği yapabileceğini söylemişti. Pekin yönetimi projenin ticari çıkarlar dışında bir amacı olduğunu reddetti.

Washington Post’a konuşan, Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi’nin Amerika Programı Direktörü Ryan Berg, “Çinliler ille de büyük bir gösteri yapmak ve orada bir savaş gemisi konuşlandırmakla ilgilenmiyorlar, ancak bunun bir seçenek olduğunu bilmek istiyorlar” dedi.

Liman, kıtanın Çin ile giderek güçlenen bağlarını vurguluyor.

Çin’in Latin Amerika’daki yatırımları, madencilik ve diğer maden çıkarma endüstrilerinin ötesine geçerek hızla gelişiyor.

Peru bölgesel merkez olabilir

Bu arada Peru kamuoyu, bölgeye yatırım çekecek bir yüksek teknoloji merkezi olasılığını memnuniyetle karşıladı.

Tamamlandığında limanın 15 rıhtımı, Güney Amerika’da Panama Kanalı’ndan geçemeyecek büyüklükteki taşıyıcı gemilere ev sahipliği yapabilecek ilk yer olacak.

Çinli araştırmacılar, bu rotanın maliyetleri düşüreceğini ve sefer sürelerini 10 ila 20 gün kısaltarak bölgedeki diğer merkezlerden iş çekeceğini söyledi.

Ayrıca Peru’yu yeni ihracat pazarları ve hatta kıtada fabrika kuracak yerler arayan Çinli şirketler için cazip bir yer haline getirebilir. Haziran ayında Çin’e yaptığı bir ziyarette Boluarte, Çinli elektrikli otomobil devi BYD’nin ülkede bir montaj tesisi kurmayı düşünmesinin nedeni olarak Chancay’i gösterdi.

Peru liman otoritesi bu yıl Cosco’nun yatırım anlaşmasının şartlarını değiştirmeye çalıştı ve Çinli firmaya liman üzerinde 30 yıl boyunca münhasır işletme hakkı vermeyi kabul ederken “idari bir hata ” yapıldığını öne sürdü. Dava, Boluarte’nin Xi ile görüşmek üzere Çin’e gitmesinden günler önce haziran ayında düştü.

Chancay, Xi tarafından 2013 yılında başlatılan ulaşım ve teknoloji altyapısı inşa etmeye yönelik 1 trilyon dolarlık bir plan olan Kuşak ve Yol Girişimi kapsamında 40’tan fazla limandan oluşan genişleyen bir küresel ağa katılacak.

Xi ve Boluarte’nin ayrıca genişletilmiş bir serbest ticaret anlaşması imzalaması bekleniyor. Çin on yıldır Peru’nun en büyük ticaret ortağı konumunda. İki ülke geçen yıl 36 milyar dolarlık mal ticareti yaparken, Peru’nun ABD ile ticareti 21 milyar dolardı.

Pekin için liman, Peru ve komşu ülkelerdeki bir dizi mevcut yatırımı bir araya getirmeyi vaat ediyor.

Çin, Chancay’ı Latin Amerika’daki en büyük ticaret ortağı olan Brezilya’ya bağlayan bir demiryolu hattı inşa etmeyi hedefliyor ve Çinli firmalar Lima’nın elektrik dağıtımını devralma sürecinde.

Peru madencilik sektöründeki Çin yatırımlarının toplamı 11.4 milyar dolar. Bunun büyük bir kısmı elektronik ve temiz enerji teknolojilerinin üretimi için gerekli olan bakıra erişimi güvence altına almaya odaklanmış durumda.

Dünyadaki bakır rafinasyonunun neredeyse tamamı Çin’de gerçekleştiğinden, Chancay limanı Pekin’in Güney Amerika’nın ikinci en büyük ham bakır üreticisindeki madenlere erişimini geliştirmesine yardımcı olacak.

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

Çin’in en büyük bankalarından biri, Rusya’ya yapılan yuan transferlerini engellemeye başladı

Yayınlanma

Çin’in dördüncü büyük bankası Bank of China, Rusya ile ticari ilişkileri bulunan ülkelerden yapılan yuan transferlerini engellemeye başladı.

RBK gazetesine konuşan iş insanları, avukatlar ve danışmanlar, varlıklarına göre Çin’in dördüncü büyük bankası olan Bank of China’nın, Rusya’nın mal alımı için kullandığı bazı ülkelerden yuan transferlerini engellemeye başladığını belirtti.

Örneğin, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) merkezli bir şirket, kısa süre önce Kazakistan’daki Bank CentreCredit’ten Çin’in Chouzhou Commercial Bankası’na yuan transfer edemedi.

İhracatçılar ve İthalatçılar Birliği Hukuk Komitesi Başkan Yardımcısı Vladislav Donçenko, bu işlemin, Kazakistan bankasının muhabir bankası olarak görev yapan Bank of China tarafından bloke edildiğini açıkladı.

Donçenko, şirketin ne yöneticisinin ne de kurucusunun Rusya ile resmi bir bağı bulunmadığını vurguladı. Ayrıca, Chouzhou Bank’ın artık yalnızca doğrudan muhabir ilişkiye sahip olduğu bankalardan ödeme kabul ettiğini belirtti.

ITSWM Danışmanlık Şirketi kıdemli analisti Giorgiy Okromçedlişvili ise, benzer sorunların Gürcistan ve Ermenistan’daki bankalardan Çin’e para aktarırken de yaşandığını ifade etti.

Diğer yandan Rus-Asya Sanayiciler ve Girişimciler Birliği Genel Konseyi Sekreteri Maksim Spasskiy, bu tür vakalardan haberdar olduğunu söyledi.

Bank of China’nın, Çin bankaları arasında en katı ve karmaşık uyumluluk prosedürlerine sahip olduğunu belirten Spasskiy, “Ufak bir risk şüphesi bile ödeme yapmayı reddetmelerine yol açabiliyor,” dedi.

Genel olarak, Çin’den yapılan mal alımları söz konusu olduğunda, sıradan ürünler için (örneğin tekstil ürünleri) ödemeler genelde küçük bölgesel bankalar aracılığıyla yapılabiliyor.

Fakat karmaşık ekipman veya elektronik ürünlerin teslimatı söz konusu olduğunda ve ödeme yapan şirket BAE, Kırgızistan veya Kazakistan merkezliyse, süreç daha da karmaşıklaşıyor.

NSP Hukuk Bürosu ortaklarından Aram Grigoryan, Çin bankalarının, aynı müşterinin hesapları arasında bile para transferi seçeneklerini giderek daha fazla daralttığını ve bu durumun kötüleşeceğini söyledi.

Grigoryan, “Bazı durumlarda, Çin bankaları yabancı bir banka hesabından Çin’deki bir banka hesabına ödeme yapılması için özel izinler talep ediyor,” ifadelerini kullandı.

BGP Litigation avukatı Kseniya Mudrik, Bank of China’nın, Rusya ile bağlantılı tarafların doğrudan veya dolaylı katılımıyla gerçekleşen sınır ötesi ödemelerde muhafazakâr bir politika izlediğini belirtti.

Nordic Star hukuk firmasının yönetici ortağı Andrey Gusev de Bank of China’nın bu tedbirleri yalnızca uluslararası baskılar nedeniyle değil, aynı zamanda iç düzenlemeler doğrultusunda aldığını ifade etti.

Rusya’dan yapılan ödemelerle ilgili sorunlar, Ukrayna’daki savaş nedeniyle 2022’de başlayan yaptırımların bir sonucu olarak ortaya çıktı. Aralık 2023’ten itibaren, “dost” ülkelerden bazı bankalar, ABD Başkanı Joe Biden’ın kararnamesi nedeniyle Rus şirketleriyle çalışma politikalarını daha da sıkılaştırdı.

Söz konusu kararnamede, yabancı bankaların, Rusya’dan yaptırım altındaki kişilere yönelik işlemleri kolaylaştırmaları veya Rusya’nın savunma sanayiine tedarik sağlamaları durumunda cezai yaptırımlara maruz kalabileceği belirtiliyor.

Çin-Rusya ödemeler sorunu

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

Hırvatistan, 91 milyon dolarlık Bayraktar TB2 alacak

Yayınlanma

Hırvatistan hükümeti perşembe günü yaptığı açıklamada, parlamento komitesinin ABD yapımı roket sistemlerinin alımını desteklemesinden birkaç gün sonra, 86 milyon avroluk (91 milyon dolar) bir anlaşmayla Türkiye’den insansız hava araçları satın alacağını söyledi.

Hükümetten yapılan açıklamada, Bayraktar TB2 SİHA’larının 2026 yılına kadar satın alınmasının onaylandığı belirtildi.

Altı insansız hava aracının yanı sıra çeşitli ekipman ve uzmanların eğitimini de içeren anlaşmanın Hırvatistan ordusunun “çağdaş tehditlere başarılı bir şekilde yanıt vermesini” sağlayacağı belirtildi.

Salı günü ayrıca parlamentonun savunma komitesi ABD’den yaklaşık 290 milyon dolar değerinde sekiz adet HIMARS füze sisteminin satın alınmasını onaylamıştı.

Genelkurmay Başkanı Tihomir Kundid bunun ülkede “topçu füze birliklerinde yeni bir dönem” anlamına geleceğini söyledi.

Perşembe günü hükümet ayrıca Almanya’dan 50 adede kadar Leopard tankı satın almak için hazırlıklara başladı; bu işlem eski tanklarının ve diğer askeri ekipmanlarının bir kısmının Ukrayna’ya gönderilmesini de içeriyor.

Hırvatistan Savunma Bakanı Ivan Anusic ve Alman mevkidaşı Boris Pistorius tarafından ekim ayı sonunda imzalanan niyet mektubu, Zagreb’in Kiev’e 30 tank, 30 savaş aracı, mühimmat ve ekipman teslim etmesini ve bunların değerinin yeni Leopard 2A8’lerin toplam fiyatından düşülmesini öngörüyor.

Hem Avrupa Birliği hem de NATO üyesi olan Hırvatistan, nisan ayında Fransa’dan satın aldığı 12 savaş uçağının ilk partisi olan altı Rafale savaş uçağını teslim aldı.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English