Bizi Takip Edin

AVRUPA

“Avrupa’yı Yeniden Büyük Yap” koalisyonu hızla ilerliyor

Yayınlanma

Avrupa Parlamentosu’nda (AP) 86 milletvekili ile üçüncü büyük grup olan Avrupa için Vatanseverler (PfE) cuma ve cumartesi günleri Madrid’de genel kurulunu topladı.

Şu anda İspanya’da üçüncü parti konumundaki Vox’un ev sahipliğinde, “Avrupa’yı Yeniden Büyük Yap” (MEGA) sloganı ile toplanan genel kurula partileri PfE’ye mensup Viktor Orbán (Fidesz), Marine Le Pen (Ulusal Birlik – RN), Herbert Kickl (FPÖ) gibi siyasetçiler katıldı.

On iki AB ülkesinden toplam on dört partinin üyesi olduğu PfE saflarında bu isimlerin ve partilerin yanı sıra, İtalyan Lega’dan Matteo Salvini, Hollandalı Özgürlük Partisinden (PVV) Fleur Agema, Çek ANO’dan Andrej Babiš ve Belçika’da seçimlerden zaferle çıkan Flaman milliyetçisi Vlaams Belang da bulunuyor.

Yine PfE mensubu Eesti Konservatiivne Rahvaerakond (EKRE) partisinin lideri Martin Helme, 2019-2021 yılları arasında Estonya Maliye Bakanı olarak görev yapmıştı.

Genel kurulda dış destekli Venezuelalı muhalif María Corina Machado ve Arjantin Devlet Başkanı Javier Milei’nin video mesajları da yayınlandı.

Egemenliğe övgü; bürokrasi, göç ve Yeşil Mutabakat’a yergi

Kurulun gündeminde AB’nin yeşil politikalarını rafa kaldırmak, “İslamla mücadele”, Brüksel’deki AB yönetimini yıkmak, göç, cinsiyet ve aile çeşitliliğine karşı çıkmak ve “nüfus değişimi” ile mücadele etmek vardı.

PfE’nin programatik hattı ise şöyle özetleniyor: Egemenliğin geri dönüşü; ulusal kontrolü sınırlayan bir “kafes” olarak AB’nin “aşırı bürokrasisine” karşıtlık”; Avrupa’nın mali kaynaklarını tükettiği düşünülen “düzensiz göç”ün reddi; sanayi için “intihar” niteliğindeki AB’nin çevre politikalarının tersine çevirlmesi.

Beklendiği üzere Donald Trump’ın seçim zaferi ve ABD Başkanı olarak ilk icraatları PfE etkinliğinde coşkuyla kutlandı. Orbán, Madrid’deki etkinlikte 2.000 katılımcıya yaptığı konuşmada “Trump kasırgasının” birkaç hafta içinde dünyayı değiştirdiğini söyledi. Macar lider, daha önce “sapkın” olarak etiketlenen ve “geçmiş zamanın kalıntıları” olarak görülen PfE gibi siyasi güçler artık geleceğin habercisi olarak görüldüğünü ileri sürdü.

Orbán, “Dün sapkındık, bugün ana akımız,” dedi.

Orbán daha sonra, Franco rejimi altındaki İspanya’nın 1956’da “komünizm ve Sovyetler Birliği’ne karşı” Macaristan’a verdiği destek için teşekkür edince salondakiler tarafından alkışlandı. Madrid etkinliğini düzenleyen Vox (lideri Santiago Abascal aynı zamanda PfE’nin de başkanı) Frankist gelenekten geliyor.

“Merkez” ile “sol”a karşı pan-Avrupa sağcı ittifak çağrısı

Abascal ise etkinliğe katılanlardan AB düzeyinde sağın diğer partileri ve grupları ile yakınlaşmalarını rica etti. Abascal, İtalya Başbakanı Giorgia Meloni’nin partisi Fratelli d’Italia’nın (İtalya’nın Kardeşleri – FdI) şu anda çizgisini belirlediği Avrupa Muhafazakârları ve Reformistleri (ECR) grubuna ve önümüzdeki Alman seçimlerinde şansölye adayı Alice Weidel’e “zafer” dilediği AfD’ye açıkça atıfta bulundu.

Liderler Avrupa’nın toplumsal ve iktisadi sıkıntılarının kaynağının AB ve Avrupa Komisyonu Başkanı olduğu konusunda hemfikirdi.

Çekya’nın eski başbakanı ve şu anda anketlerde en üst sırada yer alan ANO’nun lideri Babiš, “Yeşil Mutabakat öldü. Brüksel bizi [iktisadi] karartmaya ve çöküşe götüren bir yola sokuyor,” dedi.

Çekya’daki Motorists for Themselves (Kendileri için Motorcular) partisinden Petr Macinka ise, “Serbest piyasa ve güçlü ulus devletlere dayalı gerçekçi politikalara geri dönmemiz gerekiyor,” dedi.

Macinka ne liberallerin, ne ilericilerin ne de sosyalistlerin “Avrupa’yı yeniden büyük yapacağını”, yalnızca “vatanseverlerin Avrupa’yı yeniden büyük yapabileceğini” sözlerine ekledi.

“Küresel bir kırılma noktasıyla karşı karşıyayız,” diyen Fransız Marine Le Pen ise, Trump’ın göreve başlamasından bu yana Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in ‘neredeyse ekranlardan kaybolmasını’ kutladı.

Le Pen, “Enerji politikası bir fiyasko ve ekonomilerimizi dibe çekiyor. … Sanayiciler saçma ve intihara meyilli diktalara karşı açıkça isyan ediyor,” dedi.

Fransız siyasetçi, İtalya Başbakanı Giorgia Meloni’nin başka bir siyasi parti olan Avrupa Muhafazakârları ve Reformistleri (ECR) üyesi olmasına rağmen, “hepimizin üzerinde anlaşabileceği bir dizi konu olduğunu” savundu ve “Günün meselesi şudur: Bu Yeşil Mutabakat saçmalığını durduracak mıyız, durdurmayacak mıyız?” diye sordu.

Le Pen, ECR’nin kendileriyle işbirliği yapacağını, fakat merkez sağ Avrupa Halk Partisi’nin (EPP) bazı üyelerinin de “top oynamaya hazır olduğunu” savundu.

Endülüsün fethi (Reconquista) dillerdeydi: Hedef “Hıristiyan Avrupa”

Avusturya’daki seçimlerde elde ettiği ezici zaferinin ardından hükümeti kurmakla görevlendirilen Kickl ise, “her yerde insanların AB merkeziyetçilerinin ve sol ideolojilerin dayatmalarına karşı ayaklandığını” savundu ve ulusal egemenliğe dayalı yeni bir Avrupa işbirliği modeli vaat etti.

Avrupa göç anlaşması da gündemdeydi ve mitinge katılan tüm liderler gelen göçmenler konusunda Brüksel’i suçladı.

PVV lideri Geert Wilders, “İnsanlar yasadışı göçten bıktı. Size soruyorum, İspanya’da yeterince suç işleniyor mu? İspanya’da çok fazla İslami göç var mı? Yeterince woke çılgınlığınız var mı?” diye sorunca, “Evet!” diye tezahürat yapan kalabalık “Viva España” (Yaşasın İspanya!) sloganını tekrarladı.

Wilders, “İslamı gerileten ve ülkenizdeki zengin Hıristiyanlık mirasını restore eden ilk siz oldunuz. İşte bu yüzden İspanya’nın büyük hayranlarıyız,” diyerek Ortaçağ’daki Endülüs’ün Hıristiyanlarca fethine (Reconquista) açık bir göndermede bulundu.

Abascal da, İspanyolların, “atalarının bu olağanüstü jestiyle, İslamcılığın ilerlemesine karşı Avrupa’nın duvarı olması ile tanınmayı” çok sevdiklerini ileri sürerek, “bunu tekrar yapmaya hazır olduklarını” söyledi.

PVV lideri, “woke solun aşırılıkçı gündemine boyun eğmeyi” ve “çok kültürlülüğün suçluluk duygusuna teslim olmayı” reddettiklerini savunarak, “Avrupa’nın dört bir yanındaki insanlar bizden aklıselimi ve ahlaki berraklığı geri getirmemizi istiyor,” diye ekledi.

Portekiz’deki aşırı sağcı Chega partisinin lideri André Ventura da, “Trump’ın bize söylediğini yapmalı, savaşmalı, savaşmalı, savaşmalıyız. Bizim olan ve bize ait olan bir Avrupa’yı yeniden fethetmeliyiz. Hıristiyan bir Avrupa,” dedi.

Trump ve Musk’a saygıda kusur yok

Mitingdeki tüm liderler, Trump’ın cinsiyet ve cinsel çeşitliliğin reddi politikasını yineledi.

Polonya’nın Konfederacja (Konfederasyon) partisinin lideri Krzysztof Bosak, “Hıristiyanlığı ve geleneksel değerleri savunacağız. … Geleneksel ve normal aileyi savunacağız: anne, baba ve çok sayıda çocuk,” dedi.

Madrid’de Trump bir rol model olarak övülürken sağcı partilerin bazı liderleri de özellikle Elon Musk’a teşekkür etti. PfE Başkanı Abascal, “Yeni teknolojiler özgürlük savaşıyla işbirliği yapmaya başlıyor,” dedi ve İspanya’nın başkentinde toplanan partilerin uzun süredir “mesajlarını kimsenin duymamasını” sağlamak için “acımasız sansürün” hedefi olurken, bu durumun özellikle Musk ve X sayesinde değiştiğini ileri sürdü.

Geçtiğimiz yıl AP’deki PfE grubu ve AfD’nin de üyesi olduğu Egemen Uluslar Avrupası (ESN) grubu, Musk’ı AP tarafından her yıl verilen Sakharov Düşünce Özgürlüğü Ödülüne ortaklaşa aday göstermişti.

Avrupa sağının Musk ile ilişkileri uzun zamandır ideolojik yakınlığın ötesine geçmiş durumda. Örneğin PfE’nin İtalyan üyesi Lega’nın lideri, İtalya Başbakan Yardımcısı Matteo Salvini, Musk’ın uydu hizmeti Starlink’e bir milyar avroluk bir sözleşme verilmesinden yana.

Sözleşmeye göre, İtalya’daki devlet kurumları, muhtemelen ordu ve istihbarat servisleri de dahil olmak üzere, gelecekte hassas iletişim için Musk’ın uydularını kullanacak.

Madrid’de “tüm dualar” AfD için

Elon Musk örneğinde olduğu gibi ABD’nin desteği, anketlerde yüzde 20’den fazla oy alan AfD’yi güçlendirmeye devam ediyor. Nitekim, Madrid’deki toplantı da, PfE üyesi olmamasına rağmen, AfD’den duyulan heyecana şahitlik etti.

İtalya Başbakan Yardımcısı ve Lega lideri Salvini, Almanya’daki seçimlerin Alman sağı için “tarihi bir fırsat” olduğunu söyledi.

Vox lideri Abascal da, AfD eş başkanı Alice Weidel’e yaklaşan Almanya seçimlerinde başarılar dilerken, “Avrupa’daki müttefiklerimize sürekli olarak ulaşmalıyız. Farklılıklarımızı bir kenara bırakmayı ve ortak düşmanlar karşısında sürekli işbirliğini engellemeden onlarla birlikte yaşamayı bilmeliyiz,” dedi.

Trump yanlısı Heritage Vakfı ile görüşmeler

Öte yandan PfE’nin şu anda ABD ile geliştirdiği somut ilişkiler Musk’ın ötesine uzanıyor.

Bu gruptan bir heyet 20 Ocak’ta Trump’ın Washington’daki yemin törenine katılmış ve AB’den davet alan tek parti olmuştu. Heyet ABD başkentinde kaldığı süreyi bir dizi siyasetçi, vakıf ve diğer kurumlarla görüşmek için kullandı.

PfE heyeti, özellikle de ABD’deki en etkili sağcı düşünce kuruluşlarından Heritage Vakfı temsilcileriyle görüş alışverişinde bulundu.

Heritage Vakfı geçtiğimiz yıl, ABD Başkanının seçici bir şekilde geliştirmeye başladığı “Proje 2025”in bir parçası olarak Trump yönetimi için kavramlar ve stratejiler geliştirmesiyle tanınıyor.

Trump, Heritage Vakfı’nın çalışanı Andrew Puzder’i ABD’nin yeni AB Büyükelçisi olarak atadı. Cuma akşamı, PfE’nin önde gelen temsilcileri Madrid’deki PfE genel kurulu çerçevesinde Heritage Vakfı Başkanı Kevin Roberts ile de bir araya geldi.

Roberts, Kasım 2022 sonunda Macaristan Başbakanı Orbán’ı Washington’da kabul etmiş ve Macaristan’ın Orbán yönetimindeki siyasi gelişimini açıkça övmüştü.

Mayıs ayında milli-muhafazakâr ittifak perçinlenecek

Transatlantik sağın en önemli faaliyetlerinden biri olarak son yıllarda öne çıkan Muhafazakâr Siyasi Eylem Komitesi (CPAC) ise Trump’lı dünyada Avrupa’yı ABD ile aynı hizaya çekmede kritik olacak.

Bir sonraki CPAC Macaristan, mayıs sonunda ABD ve Avrupa sağı arasındaki ilişkilerin genişlemesine daha fazla ivme kazandıracak.

ABD’de 1974 yılında Cumhuriyetçi Partinin sağ kanadının bir ağ oluşturma toplantısı olarak kurulan CPAC, 2000’li yıllardan itibaren kitlesel bir etkinliğe dönüştü ve 2017’den bu yana Trump’ın rotasını takip ediyor.

Ayrıca 2017’den bu yana yurtdışında da siyasi şubeler kuruyor; CPAC Macaristan ilk kez 2022’de Budapeşte’de yapıldı. Buna ABD’li siyasetçilerin yanı sıra, başta İspanyol Vox, Hollandalı PVV ve Belçikalı Vlaams Belang gibi artık PfE’ye üye olan partiler olmak üzere, Avrupa’daki çeşitli sağcı ve aşırı sağcı örgütlerin temsilcileri de katılmıştı.

Toplantılarda Giorgia Meloni’nin FdI’sının temsilcileri ve AfD üyeleri de zaman zaman hazır bulundu.

Başbakan Orbán CPAC Macaristan 2025’te bir kez daha açılış konuşmalarından birini yapacak.

Toplantının ABD tarafındaki eş organizatörü ise Amerikan Muhafazakârlar Birliği Başkanı Matt Schlapp.

Schlapp’ın eşi Mercedes Schlapp, Kasım 2020’deki başkanlık seçimleri öncesinde Trump’ın seçim kampanyasında stratejik iletişim danışmanı olarak çalışmıştı.

Likud da Avrupa sağ ailesine katıldı

Hafta sonunun bir başka önemli haberi ise, bir süredir Avrupa sağı ile sıkı ilişkiler geliştiren İsrailli sağcı hükümet partisi Likud ile ilgiliydi.

PfE pazar günü X’ten yaptığı açıklamada Likud’un gözlemci üye olarak siyasi ittifaklarına katıldığını duyurdu.

X’teki açıklamada, “Likud Partisini Gözlemci Üye olarak memnuniyetle karşılıyoruz. Birlikte bağlarımızı güçlendirecek ve ortak değerlerimiz olan demokrasi, özgürlük ve kültürel mirası teşvik edeceğiz,” denildi.

Likud, gruba “gözlemci” adı altında da olsa katılan ilk Avrupalı olmayan parti.

Katılımcılar “umut” tazeledi

Le Monde muhabirine göre, genel kurulun yapıldığı otelin dışında, konuşmalar sona ererken gülümseyen gençler “yeniden enerji kazandıklarını” söylediler.

Axa’da finans alanında çalışan Guillermo Martinez, “Bu bana değişim için umut verdi,” dedi.

Brüksel’de teknoloji sektöründe lobicilik yapan Daniel A. ise, temel konularda hemfikir olduklarını söyleyerek, bunları “aile ve özgürlük gibi Hıristiyan değerleri”, ulusal egemenlik ve “yasadışı göçle mücadele” olarak sıraladı.

Etkinliğe girmeye çalışan Femen örgütünden bir aktivist engellendi. Femen aktivisti de Trump’çı “MAGA” sloganına gönderme yaparak, çıplak göğsüne “Avrupa’yı Yeniden Antifaşist Yapın” sloganını yazmıştı.

AVRUPA

Güney Avrupa ülkelerinden Leyen’in borçlanma planına itiraz

Yayınlanma

Avrupa Birliği (AB) içerisinde devlet borcu en yüksek ülkelerin başını geçen Fransa, İtalya ve İspanya, Avrupa Komisyonu’nun borçlanma yoluyla silahlanma planına karşı çıkıyor.

Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen, içinde 150 milyar avroluk ucuz kredi ve AB mali kurallarının gevşetilmesinin de bulunduğu savunma paketini geçen haftalarda açıklamıştı.

POLITICO’ya konuşan bir AB yetkilisi, bazı ülkelerin, devlet borcunu çok daha yukarı seviyeye çekecek planının “uygulanabilirliğini, hatta ihtimalini dahi sorguladığını” aktardı.

Avrupa’nın güneyindeki ağır borçlu ülkeler bunun yerine savunma tahvili (Eurobond) olarak adlandırılan ve AB’nin sermaye piyasalarındaki ortak borçlanması yoluyla finanse edilen ve bloğun 27 ülkesi tarafından oybirliğiyle onaylanması gereken hibeler için taleplerini yükseltiyor.

Güneyli olmayan bir AB diplomatı da “savunma tahvillerinin önünü açabilecek bir fiyasko riski olduğunu” söyledi.

Fakat Leyen’in, mali yönden “muhafazakâr” olarak bilinen ve Almanya ile Hollanda’nın başını çektiği kuzey ülkelerinin itirazları nedeniyle bu fikri şimdiye kadar pek zorlamadığı belirtiliyor.

Hollanda Başbakanı Dick Schoof geçen hafta AB liderlerinin bir araya geldiği bir toplantının ardından, “Eurobond yok” demişti.

Üçüncü bir AB diplomatı ise güney ülkelerinin kredileri geri çevirmesinin mali açıdan muhafazakâr ülkeler arasında savunma tahvillerine olan desteği zayıflatacağının sinyalini verdi.

Mali açıdan muhafazakar bloktan gelen diplomat, “Eğer savunmanın ortak borçlanmayı haklı çıkaran varoluşsal bir sorun olduğunu iddia ediyorlarsa, o zaman önce borç almaları gerekir,” dedi.

Özellikle İtalya ve İspanya, AB mali kurallarından muaf tutulabilecek savunma harcamalarının tanımını genişletmek için bastırıyor. Madrid sınır kontrolü, siber güvenlik ve altyapı esnekliğinin de dahil edilmesini önerdi.

Fakat şu ana kadar ne Roma ne de Madrid acil durum maddesine başvurup başvurmayacaklarını teyit etmiş değil.

Bazı AB yetkilileri, Leyen’in haziran ayında yapılacak bir sonraki liderler zirvesi öncesinde savunma tahvilleri konusundaki tutumunu yumuşatması umuduyla oyalandıklarını düşünüyor.

Meloni geçen hafta gazetecilere verdiği demeçte, “[Karar vermek için] daha fazla zamanımız olmalı” dedi ve mekanizmayı harekete geçirmek için önerilen nisan ayının “biraz fazla yakın” olduğunu sözlerine ekledi.

Bu arada iki AB diplomatına göre Fransa bu maddeyi aktif hale getirmeyi planlamadığını belirtti. Borç/GSYİH oranı yüzde 110’un üzerinde olan Paris, piyasaları ürkütmekten ya da kredi notunu tehlikeye atmaktan çekiniyor.

Buna karşılık Almanya’nın 500 milyar avroluk devasa savunma harcamasını finanse etmek için bu maddeyi devreye sokması bekleniyor. 

Fakat Danimarka ve Hollanda gibi üç A kredi notuna sahip diğer ülkeler gibi Berlin’in de kendi başına daha ucuza toplayabileceği Komisyon kredilerini kabul etmesi pek olası değil.

Üst düzey bir AB diplomatı, AB’nin 27 ülkesi arasındaki bölünmüşlüğün “piyasa algısı üzerinde olumsuz olabilecek bir fark yarattığını” söyledi.

Kaynak, “Eğer herkes aynı anda [talepte bulunmazsa], ne kadar harcayabileceğinize dair sınırı piyasa belirleyecektir” diye ekledi.

Fakat mali açıdan muhafazakâr devletler bu argümana inanmıyor ve üçüncü AB diplomatı güney devletlerini “siyaset yapmakla” suçluyor.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Almanya ve Avrupa’da F-35 tartışması büyüyor

Yayınlanma

Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde ABD’nin F-35 savaş uçağı programından olası bir çekilme tartışması gitgide ısınıyor.

Bunun arka planında jetin sadece ABD hükümetinin onayıyla kullanılabilmesi ve örneğin yedek parça ve yazılımla ilgili engelleyici hükümlerin F-35 ile askeri operasyonlarda ABD’ye bağımlılıktan kurtulmayı imkansız hale getirmesi yatıyor.

Berlin’de, özellikle eski ‘transatlantikçiler’, askeri bağımsızlık elde etmek için F-35 tedarik programından çekilmek için baskı yapıyorlar.

F-35 alım sözleşmesi Alman medyasına sızdırıldı

Geçtiğimiz hafta, Berlin’in Mart 2022’de tedarik etmeye karar verdiği 35 adet F-35 savaş uçağı için satın alma sözleşmesinin bir kopyası Alman Stern dergisine sızdırıldı.

8,3 milyar avroya mal olacak satın alma için çerçeve koşullarının ayrıntıları da böylece ortaya çıktı. Bu alım, katı kurallara tabi olan Yabancı Askeri Satışlar (FMS) sürecinin bir parçası olarak ele alınıyor. F-35 alım sözleşmesi Washington’a “ABD’nin ulusal çıkarlarının gerektirmesi halinde” başka bir bildirimde bulunmaksızın “ifayı tamamen ya da kısmen feshetme ya da askıya alma” yetkisi veriyor.

Bu da ABD’nin teslimat süresini ve teslimat miktarını istediği zaman tek taraflı olarak değiştirebileceği anlamına geliyor. FMS prosedüründe sözleşmeye dayalı cezalar genellikle öngörülmüyor; yasal başvuru yolu hariç tutuluyor.

Bir F-35 savaş uçağı teslim edildikten sonra, üzerinde başka değişiklik yapılmasına izin verilmiyor; yedek parçalar ve düzenli olarak gerekli yazılım güncellemeleri yalnızca ABD’li üretici Lockheed Martin’den temin ediliyor.

Satın alma sözleşmesinde ifadelere göre, “Müşteri, birlik bakım seviyesinin ötesinde onarım ve bakım çalışmaları yapma yetkisine sahip değildir.” Bu da Alman Hava Kuvvetleri’nin F-35’lerinin sadece ABD yönetimi istediği zaman uçacağını şimdiden garanti ediyor.

Yazılım gizliliği: ABD her zaman gözetliyor

Ayrıca F-35’in temel yazılımı da gizli tutuluyor. Bu nedenle jetin dışarıdan etkilenip etkilenemeyeceğini kontrol etmek imkansız fakat birçok kişi bunun mümkün olduğunu varsayıyor.

Operasyon sırasında ve özellikle de herhangi bir görev sırasında üretilen veriler toplanıyor ve daha sonra Amazon Web Services’de saklanıyor, böylece ABD yetkilileri tarafından kolayca erişilebilir hale geliyor.

Son olarak, ABD Dış Yardım Yasası, ABD’nin F-35’in “son kullanımını istediği zaman izlemesine” izin veriyor. Stern dergisine konuşan “iyi bilgilendirilmiş” bir kaynak, “Hedefler, rotalar, dolaylı olarak taktikler… ABD’li teknisyenler her zaman uçaktalar,” iddiasında bulunuyor.

İçeriden ‘istihbarat servisi bilgisi olan’ bir kişi de bunu dergiye açıkça doğrulayarak, “tüm görev planlamasının ABD’de izlendiğini” belirtiyor.

Bir güvenlik riski olarak ABD silahları

Geçen haftadan bu yana Avrupa’da, mümkünse F-35 jetlerinin tedarikinden kaçınılması ya da halihazırda bir sözleşme imzalanmışsa anlaşmadan çekilmesi yönündeki çağrılar giderek artıyor.

Bir yandan Trump yönetiminin Ukrayna’nın ABD uydu verilerini kullanmasını yasaklama kararı, diğer yandan Washington’un Danimarka’ya ait özerk Grönland bölgesini ele geçirme çabalarını sürdürmesi bu durumu tetikledi.

Örneğin Danimarkalı muhafazakâr milletvekili Rasmus Jarlov, X’te yaptığı açıklamada Danimarka’nın hava kuvvetleri için 27 adet F-35 jeti satın alma kararını desteklediği için şimdi pişman olduğunu belirtti.

Jarlov, “ABD’nin Danimarka’dan Grönland’ı talep ettiği ve silahlarımızı devre dışı bırakmakla tehdit ettiği bir durumu hayal edebiliyorum,” dedi.

O zaman Kopenhag artık kendini savunacak durumda olmayacağını, bu nedenle ABD silahlarını satın almanın “alamayacağımız bir güvenlik riski” olacağını savunan Jarlov, Danimarka’nın önümüzdeki yıllarda silahlanmaya büyük miktarlarda yatırım yapacağını ve mümkün olan her yerde Amerikan silahlarından kaçınması gerektiğini savundu.

F-35 programından çıkmayı hedefleyen NATO ülkeleri

Bazı NATO ülkeleri şimdi F-35’ten vazgeçmeyi düşünüyor. Örneğin Kanada, F-35 alımından çekilmeyi planlıyor, fakat önümüzdeki yılın başında teslim edilecek 16 savaş uçağı için şimdiden ödeme yaptı.

Savunma Bakanı Nuno Melo’ya göre, daha önce ABD savaş uçağını satın almayı planlayan Portekiz de fikrini değiştiriyor. Fransız Dassault Aviation şirketi şimdi Portekiz hükümetine Rafale jetleri tedarik etmeyi teklif etti.

Rafale, F-35 gibi beşinci nesil değil dördüncü nesil bir savaş uçağı; fakat daha ucuz ve herhangi bir ABD bileşeni gerektirmiyor, dolayısıyla ABD’den bağımsızlık sunuyor.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron 16 Mart’ta Avrupa ülkelerinin prensip olarak F-35’ten Rafale’e geçmesi gerektiğini savunmuştu; ayrıca yeni Fransız-İtalyan SAMP/T hava savunma sistemi, ABD Patriot hava savunma sisteminin yerine kullanılabilir.

Bir zorluk, Birleşik Krallık, Norveç, Hollanda, Belçika ve İtalya gibi bir dizi Avrupa NATO ülkesinin halihazırda F-35 jetlerine sahip olmasından kaynaklanıyor. Resmi olarak tarafsız olan İsviçre de dahil olmak üzere diğer pek çok ülke uçaklar için bağlayıcı siparişler vermiş durumda.

Almanya’da çatlak sesler artıyor

Almanya’da da çelişkili sesler yükseliyor. Özellikle de eski ‘transatlantikçiler’ F-35 tedarikine mesafeli yaklaşıyor.

Eski Airbus CEO’su ve şu anda etkili düşünce kuruluşu Alman Dış İlişkiler Konseyi (DGAP) Başkanı Thomas Enders geçen hafta “Kimsenin F-35’e ihtiyacı yok” dedi; Enders “bu yeni jeopolitik koşullar altında bunu iptal eden ilk kişi olacağını” da belirtti.

CDU dış politika uzmanı Roderich Kiesewetter de F-35 alım sözleşmesi gibi “ABD ile mevcut sözleşmelerin gözden geçirilmesi” çağrısında bulundu ve “Şimdi alternatifler aramak kesinlikle zorunludur,” dedi.

Savunma Bakanı Boris Pistorius ise F-35 alımına devam edilmesinden yana. Bunun için öne sürdüğü gerekçelerden biri, Alman Hava Kuvvetleri savaş uçaklarının savaş durumunda ABD nükleer bombalarını atabileceği nükleer paylaşım.

Gözlemciler, ABD nükleer bombalarının atılmasının zaten sadece Washington’dan gelen emirle mümkün olduğunu ve bu nedenle F-35’lerin sadece nükleer paylaşım için mevcut oldukları sürece ABD tarafından felç edilip edilemeyeceklerinin önemsiz olduğunu belirtiyor. Fakat nükleer paylaşımın da artık güvenli olmadığı düşünülüyor.

Berlin, F-35 için Washington’a yaklaşık 2,42 milyar dolar aktarmış ve ABD savaş uçaklarının konuşlandırılacağı Büchel Hava Üssünde maliyetli modifikasyonlara başlamıştı.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Pirelli, Çinli sahibini hisselerini azaltmaya zorluyor

Yayınlanma

Pirelli’nin yönetim kurulu, Trump yönetiminin Pekin’in Amerikan varlıklarının mülkiyeti konusundaki ‘şahin’ tutumunun İtalyan lastik üreticisinin ABD’deki genişlemesini engelleyeceği endişesiyle en büyük yatırımcısı olan Çinli Sinochem’e hisselerini azaltması için baskı yapıyor.

Planlar hakkında bilgi sahibi kişilerin Financial Times’a (FT) aktardığına göre, Pirelli yönetimi çarşamba günü yapılacak bir yönetim kurulu toplantısında Çinli yatırımcıdan yüzde 37’lik hissesini derhal İtalyan hissedar Camfin’in yüzde 26,4’lük hissesinin altına indirmesini talep edecek.

Bu hamle, ABD Başkanı Donald Trump yönetiminin politikalarına uyum sağlayan şirketlerin attığı sert adımları gösteriyor.

Pazartesi günü Koreli otomobil grubu Hyundai, ABD’de büyük yatırımlarını açıklayan en son uluslararası şirket oldu ve Trump’ın yerli üretimi artırmaya çalışırken ticaret politikalarının “çok güçlü bir şekilde işe yaradığının” kanıtı olduğunu söylediği 21 milyar dolarlık bir paketi açıkladı.

Planlar hakkında bilgi sahibi olan kişiler, Pirelli’nin önerdiği seçeneklerden birinin, Sinochem’in hisse geri alımı yoluyla hisselerini yüzde 25’in altına düşürmesi ve bazı hisselerin derhal piyasada yeniden satılması olduğunu söyledi.

Toplantıda Pirelli’nin de başkanı olan Jiao Jian tarafından temsil edilecek olan Sinochem’in öneriyi kabul edip etmeyeceği belli değil. Söz konusu kişiler, tarafların yönetim kurulu toplantısı öncesindeki hazırlık görüşmelerinde bir anlaşmaya varamadıklarını da sözlerine ekledi.

Pirelli’nin ABD’nin Georgia eyaletinde bir fabrikası bulunuyor fakat Kuzey Amerika pazarı için ürettiği lastiklerin çoğunu Meksika ve Güney Amerika’da üretiyor.

Şirket Trump’ın ticaret politikalarına ve ithal otomobillere yönelik yaklaşan gümrük vergisi tehdidine yanıt olarak, küresel gelirlerinin dörtte birini elde ettiği ABD’deki faaliyetlerini genişletmeye çalıştı. 

Fakat konu hakkında bilgi sahibi olan kişilere göre lastik üreticisi, ABD’de genişleme planlarıyla ilgili son görüşmelerde dirençle karşılaştı. Bu kişiler, şirketin bu durumun en büyük hissedarının Çin devletine ait bir şirket olmasından kaynaklandığını düşündüğünü de sözlerine ekledi.

Formula 1 araçlarının kullandığı lastikleri tedarik eden Pirelli, lastik sensörleri tarafından toplanan bilgileri araçların sürüş komutlarına bağlayabilen tescilli bir teknolojiye de sahip. Söz konusu teknoloji ABD’de büyük talep görüyor ama Pirelli, Sinochem’in gruptaki hissesi nedeniyle potansiyel olarak kazançlı bir pazardan mahrum kalmaktan korkuyor.

ABD ocak ayında Çin’in otomatik sürüş sistemlerinin yanı sıra Bluetooth, WiFi ve uydu gibi araçlarla etkileşime giren donanım ve yazılımlara yönelik yasağı kesinleştirdi. Daha sonra Sinochem ile birleşen devlete ait ChemChina, ilk olarak 2015 yılında 7,7 milyar dolarlık bir anlaşmayla Pirelli’nin çoğunluk hissesini satın almıştı. İlk anlaşma kapsamında Çinli yatırımcı, İtalyan grubun günlük yönetimine, stratejisine veya atamalarına müdahale etmeyeceğini kabul etmişti.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English