Bizi Takip Edin

AVRUPA

BASF, bazı birimlerini elden çıkarmayı planlıyor

Yayınlanma

Alman kimya devi BASF’nin yeni CEO’su Markus Kamieth, şirkete ait üç departmanın geleceğini masaya yatırdı.

Rusya karşıtı yaptırımlar nedeniyle artan enerji maliyetleri Almanya’nın geleneksel sektörlerinde baş ağrısı yaratmaya devam ederken, en çok etkilenen sanayilerden biri de kimya olmuştu.

BASF, bünyesinde yer alan üç departmanın geleceğini şimdiden düşünmeye başladı. Bu bölümler tarımsal çözümler (pestisitler ve tohumlar), kaplamalar (arabalar için boya) ve batarya malzemeleri.

Financial Times’a (FT) göre bunlar 2023 yılında yaklaşık 70 milyar avroluk toplam satışlarının yaklaşık 15,5 milyar avroluk kısmını oluşturdu ve ayrı tüzel kişiliklere dönüştürüldü.

BASF geçen yılın sonunda petrol ve gaz varlıklarını Harbour Energy’ye satmıştı.

BASF’nin neden yeniden yapılanmaya yöneldiğini anlamak için enerji fiyatlarına ve daralan talebe bakmak gerekiyor. Yüksek enerji fiyatları ve zor durumdaki müşteriler (özellikle Alman otomobil üreticilerinin durumu) satışları ve kârları vurdu.

Bu yıl ve gelecek yıl temettü dağıtımlarından sonra serbest nakit akışının negatif olacağını düşünülüyor. Şirketin hisse senedi ise son beş yılda yaklaşık yüzde 30 değer kaybetti.

Sonuç olarak, Berenberg analizine göre 42 milyar avro piyasa değerine sahip BASF, parçalarının toplamına göre yüzde 20 iskonto ile işlem görüyor.

Tarımdan veya otomobil sektörünün sıkıntıları göz önüne alındığında araba kaplamalarından kâr etmek pek mümkün görünmüyor. Fakat bu departmanlar, epey büyük işletmeler. Satışları halinde, BASF’nin değerleme açığını daraltmaya yardımcı olacaklar.

Öte yandan bunlar BASF’nin “stratejik” ve “yapısal” sorunlarını çözmeye yetmeyebilir.

Petrol ürünlerini diğer her şeyi yapmak için gereken temel ve ara moleküllere dönüştüren kimyasallar bölümü ciddi şekilde zorlanıyor. Üretiminin büyük bir kısmı, enerji fiyatlarının ABD ve Asyalı rakiplerinin kat kat üzerinde olduğu Avrupa’da gerçekleşiyor.

Birim, geçen yıl yüzde 3,3’lük sermaye getirisi ve 900 milyon avrodan fazla negatif nakit akışı ile kötü durumda. FT’ye göre BASF’nin yeniden yapılandırma çabalarının daha da derinleşmesi gerekecek.

AVRUPA

Trafik lambası koalisyonunun elde patlayışının üç aşaması

Yayınlanma

Yazar

Almanya’da SPD, FDP ve Yeşiller’in oluşturduğu Trafik Lambası Koalisyonu, başlangıçtan itibaren uyumsuzluklarla doluydu. Farklı siyasi ajandalara sahip bu partiler, iktidarı paylaşmak için bir araya gelmişti; ancak süreklilik sağlayamadılar. Taraflar koalisyonun yükünden kurtuldu, seçimlere yeni stratejilerle hazırlanıyor. Scholz ise Ukrayna’ya yardımı merkeze alarak kendisini aktif bir lider olarak gösterse de seçmen üzerindeki etkisi belirsiz.


Trafik lambası koalisyonunun elde patlayışının üç aşaması

Jens Berger, NachDenkSeiten

Trafik lambası koalisyonu öldü ve üzerine hâlâ yazılıyor, konuşuluyor. Kimileri, cesur Christian Lindner’in kötü şansölye tarafından yeminini bozmaya zorlandığını söylüyor. Başka bir anlatıda ise kahraman bir Şansölye Scholz var; Almanya’nın Ukrayna’ya yardımını, gaddar maliye bakanının kırmızı kaleminden kurtarmaya çalışan bir lider olarak resmediliyor. Gerçekçi olmak gerekirse, bu hikayelerin tamamı yanıltıcı ve çoğu zaman saçmalık sınırını zorluyor. Haydi, şimdi bu koalisyonun dağılmasına üç farklı aşamadan yaklaşalım ve bu sisli manzarayı biraz netleştirelim.

Aşama 1: Geleceği olmayan, kavgalı ve işlevsiz bir evlilik

Berlin’de son haftalarda yaşananlar durup dururken gerçekleşmedi. Unutmamak gerekir ki, trafik lambası koalisyonu (Almanya’da SPD, FDP ve Yeşiller’in oluşturduğu koalisyon) hiçbir zaman bir “aşk evliliği” değildi. Seçimlerden sonra oyunculara hoşgörüyle yaklaşmak isteyenler, 2021 seçimleri sonrasında ülkenin salahiyeti için kendilerini feda ettiklerini söyleyebilir; o dönemde, Almanya için Alternatif (AfD) partisinin güçlü performansı, Büyük Koalisyon (GroKo), trafik lambası ve Jamaika Koalisyonu dışında bir hükümet alternatifi bırakmamıştı. Büyük Koalisyon’dan herkes, iki dönemden sonra artık bıkmıştı ve Jamaika Koalisyonu da SPD’siz bir alternatif olacaktı. Daha az hoşgörülü olanlar ise, bu üç farklı partiyi bir araya getiren asıl şeyin iktidar hırsı olduğunu savunacaktır.

Her halükârda, trafik lambası koalisyonu kuruldu; baştan beri ortada aşılamaz siyasi farklılıklar olmasa bile, dışarıya nasıl yansıyacağı konusunda zorluklar yaşanacağı belliydi. Eğer dışarıya başarı hikayeleri sunulabilseydi, belki bu sorunlar daha kolay çözülebilirdi. Fakat başarıdan ziyade başarısızlıklar, ihtilaflar ve kötü anket sonuçları vardı ve malum, kötü anket sonuçları siyasi partiler için zehir gibidir.

Trafik lambası koalisyonu dayanabilseydi, gelecek sonbaharda olağan seçimler yapılacak ve üç koalisyon partisi de en kötü koşullar altında seçim kampanyasına girecekti. FDP şu anki anketlerde yüzde 3 ila 4 civarında, can çekişiyor. Yeşiller yüzde 11, SPD ise yüzde 16 civarında seyrediyor ve her iki parti de kendi hedeflerinden çok uzakta. Elbette bu oranları, koalisyon içinde kalarak da seçim kampanyasında yükseltmek mümkün olabilirdi. Ama içsel olarak boşanmanın çoktan gerçekleştiği ve gelecek için başka bir partnerle planlar yapıldığı tamamen çatışmalı, işlevsiz bir evlilikte daha ne kadar kalabilirsiniz? Bu dramada başrol oynayan SPD’den Scholz ve FDP’den Lindner, koalisyonu devam ettirme konusunda artık hevesli değil. Bir ortaklığı bitirmek istediğinizde, bazen küçük bir kıvılcım bile yeterlidir. Ve son haftalarda bu türden kıvılcımlar fazlasıyla vardı.

Aşama 2: Bütçesiz bir hükümet

Evlilikler her zaman bir uzlaşma gerektirir. İyi evliliklerde bu neredeyse hissedilmezken, sorunlu evliliklerde her iki tarafın da kendi isteklerini dizginlemek, hatta zaman zaman partnerine içten içe öfkelenirken bile ona anlayış göstermek için ekstra çaba sarf etmesi gerekir. SPD, Yeşiller ve FDP arasındaki bu üçlü “siyasi evlilik” de bu açıdan oldukça sorunluydu. Yine de her seferinde bir araya gelip anlaşmayı başardılar. Üç parti de kendi siyasi taleplerinden ödün verdi ve –her ne kadar zaman geçtikçe bu zorlaşsa da– nihayetinde bir şekilde uzlaşmaya vardılar.

Sonra 2024 sonbaharı geldi ve trafik lambası koalisyonu, 2025 yılı bütçesi için hâlâ bir uzlaşmaya varabilmiş değil. Bu bütçe yaklaşık 480 milyar avroluk bir hacme sahip ve SPD ve Yeşiller’in özellikle gerçekleştirmek istediği yeni projeler olmasa bile, zaten yaklaşık 10 milyar avroluk bir açık var. Eski, “güzel” zamanlarda bu eksik 10 milyar avroyu yeni borç alarak kapatmak basit bir çözüm olurdu. Fakat borç freninin (Almanya’da borçlanmayı sınırlayan anayasal düzenleme) getirilmesinden beri bu artık o kadar kolay değil. Federal Anayasa Mahkemesi’nin kararına göre, yeni borçlanma yapabilmek için olağanüstü bir durum olması gerekiyor ve bu durumun Maliye Bakanı tarafından önceden ilan edilmesi şart.

Son haftalarda koalisyon ortakları arasında sayısız toplantı yapıldı. Bir tarafta ince ayar yapıldı, diğer tarafta küçük tavizler verildi; her taraf istemeyerek de olsa bazı taleplerini geri çekti ve nihayetinde, bir şekilde gelecek yılın bütçesini oluşturabilecek bazı geçici çözümler bulmayı başardılar. Bu süreçte trajik figür ise, bu “yarım yamalak” bütçe hilesini bir şekilde gerçekleştirmeye çalışan Yeşiller’in Ekonomi Bakanı Robert Habeck oldu. Bakanlık olarak “bütçenin yarı esnekliği” gibi karmaşık bir kavramı kullanarak (bu terimi hemen unutabilirsiniz) bazı mali düzenlemeler yapmaya çalıştılar. Intel projelerinden gelecek milyarlar iptal edilince, borç frenine takılmadan bütçeyi en azından kâğıt üstünde denkleştirmeye çalıştılar. Normal zamanlarda, Scholz ve Lindner muhtemelen bu “yarı legal” numara için Habeck’i tebrik ederdi. Fakat Kasım 2024’te işler normal değil. Hem Scholz hem de Lindner, koalisyonun büyük bir patırtıyla çökmesini istediklerinden, yapılan tüm bu ara anlaşmaları görmezden gelip kendi taraflarından yeni, en yüksek taleplerle masaya döndüler.

Aşama 3: Ukrayna yardımları ve Maliye Bakanı’nın “belgesi”

Bu aşamada sahneye ilk çıkan Maliye Bakanı Christian Lindner oldu. Scholz ve Habeck ile yıllardır aynı hükümette çalışmamış gibi, geçen cuma günü onlara “Almanya İktisadi Dönüşüm Planı” adında bir belge sundu. İçeriği itibarıyla bir neoliberal ekonomi ders kitabından alınmış gibi duran bu belge, bütçe görüşmelerinin temelini oluşturacakmış. Ancak bu “temel”, hem Yeşiller’in enerji dönüşümü projelerini hem de SPD’nin gündemdeki emeklilik reformunu bir çırpıda iptal edecek türden bir öneriyle doluydu. Ufak bir detay olarak, Lindner bu “tasarruf belgesinde” şirketlerden alınan vergilerde büyük kesintiler yapılmasını öneriyordu; bu uğurda borç frenini gevşetmeyi bile göze alabileceği anlaşılıyordu.

Her neyse, bu belgeyi, Lindner’in hala “resmi” koalisyon ortağı olan Scholz ve Habeck’e sert bir “orta parmak” olarak yorumlamak mümkün. Eski Maliye Bakanı Lindner, bu belgede, partnerlerine açıkça bir “S… gidin ne haliniz varsa görün,” mesajı veriyor.

Scholz için “ayrılık ilanı” bu belgeyle mi başladı, yoksa ünlü teleprompter konuşmasını zaten önceden mi hazırlatmıştı, bunu bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var: Scholz, bu noktadan itibaren SPD’nin yüzünü ak çıkaracak bir çıkış stratejisi geliştirdi. Berlin’in mevcut siyasi ikliminde hangi argüman size en iyi çıkar sağlar? Evet, kendinizi Ukrayna’nın özverili destekçisi olarak göstermek.

Başa dönelim: Mevcut bütçe taslağında –yukarıda bahsettiğimiz gibi– on milyar avroluk bir açık mevcut. Bu miktarın üç milyar avrosu Ukrayna’ya yapılacak yardımlar için ayrılmıştı; bu yardım miktarı, trafik lambası koalisyonunun son krizi patlak vermeden önce bile belirlenmişti. Scholz’un düşüncesi, borç freninin askıya alınması kararını bu Ukrayna yardımlarına dayandırmaktı ama üç milyar avro bu gerekçeyi meşrulaştırmak için yeterli değildi. Bunun üzerine, Şansölyelik makamında Ukrayna ile ilgili her türlü harcama kalemi bir araya toplandı; silah yardımları, mülteci masrafları ve benzeri kalemler dâhil edilerek toplamda yaklaşık yirmi milyar avroya ulaşıldı. Scholz’a göre, bu özel harcama kalemi doğrudan Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesine bir yanıt olarak ortaya çıkmıştı ve bu da bütçede bir “acil durum” yaratarak borç frenine istisna getirilmesini hukuken meşru kılıyordu. Burada on milyar ve yirmi milyar avro arasındaki farka dikkat çekelim. Eğer Lindner, Scholz’un talebine uysaydı, yalnızca on milyar avroluk bütçe açığı bir anda “sihirli” bir şekilde ortadan kalkmayacak, aynı zamanda koalisyonun, borçlanma yoluyla bütçe için ekstra on milyar avrosu daha olacaktı. Bu da Scholz’un Lindner’e “orta parmağı” idi.

Esasında Scholz’un planı hiç de saçma değildi ve muhtemelen Almanya Federal Anayasa Mahkemesi’nde bile kabul görürdü. Mahkeme, “bütçe acil durumu” tanımlamasında siyasetçilere oldukça geniş bir hareket alanı tanıyor. Fakat Christian Lindner bu durumu hiç de eğlenceli bulmadı ve –gerçeklikle pek alakası olmayan bir şekilde– Scholz’un onu yeminini bozmaya zorladığını iddia etti. Elbette Lindner yasalara saygı göstereceğine dair yemin etti ama tam da bu yasa, borç freninin askıya alınması için gerekçeli bir acil durumun oluşmasını halihazırda mümkün kılıyor. Yine de Lindner’in bu “mızmızlanmasını” fazla ciddiye almamak lazım, nihayetinde kendisi bir senaryoya göre hareket eden bir oyuncu gibi görünüyor.

Böylece, esasen her iki başrol oyuncusunun da arzuladığı senaryo gerçekleşmiş oldu ama bu senaryo etrafında uydurulan hikayelerden biri, taraflardan birine beklenmedik bir şekilde uymadı. Artık Christian Lindner, borç freninin “bakirliğini” kırmızı ve yeşil parti üyelerinin arzularına karşı savunan asil kahraman değil, zavallı Ukraynalıları sonbaharın soğuk ve yağmurlu Rus havasında yalnız bırakan “karanlık lord” olarak görülüyordu, ki Marie-Agnes Strack-Zimmermann bunu fark ederse, ortalık karışabilir.

Bu oyunda Olaf Scholz ise kendini oldukça iyi pazarladı. İlk defa, edilgen bir figür değil de bir “icraatçı” olarak göründü ama Ukrayna için gösterdiği bu “oyuncu” çabasının seçmende nasıl bir etki yaratacağı henüz belli değil. Tabii, erken seçimlere kadar Spree Nehri’nden daha çok sular akacak ve seçmen de balık hafızalıdır.

Bazı yorumcular şimdi şoke olmuş gibi görünseler de aslında tüm taraflar memnun. FDP ve SPD, trafik lambası koalisyonunun yükünden kurtulmuş olarak seçim kampanyasına girebilecek; CDU, kendini şansölyeliğe bir adım daha yakın hissediyor ve zaten diğer tüm partiler de onlarla koalisyon kurmak istiyor. AfD ve BSW anket sonuçlarını hızla sandalyelere dönüştürebilirken, Robert Habeck ise şimdi şansölye olma hayalleri kuruyor; işte bu son kısım, hikâyenin en absürt kısmı diyebiliriz.

Trafik ışıklarından sonra Almanya: Güçlü ve kararlı hükümet arayışı

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Yolsuz banker: Almanya’nın yeni maliye bakanı Jörg Kukies’e kısa bir bakış

Yayınlanma

Yazar

Almanya’da Maliye Bakanı Christian Lindner’in görevden alınmasının ardından yerine Jörg Kukies atandı. Şansölye Scholz ile yaşadığı anlaşmazlık sonrası görevden alınan Lindner’in yerine geçici olarak atanan Kukies, Scholz’un önemli ekonomi danışmanlarından biri olarak kabul ediliyor.

Hükümet Sözcüsü Steffen Hebestreit’in doğruladığı bilgiye göre, halen başbakanlıkta özel kalem müdürü olarak görev yapan Kukies, Lindner’in yerini alacak. Ekonomist olan Kukies uzun yıllar yatırım bankası Goldman Sachs’ta çalıştı. 2021 yılında Başbakanlık’ta göreve başlamadan önce Federal Maliye Bakanlığı’nda Devlet Sekreterliği yapan Kukies, Şansölye Olaf Scholz’un ekonomi ve maliye alanında önemli bir danışmanı olarak görülüyor ve onun için G7 ve G20 zirvelerinin nihai belgelerinin müzakerelerinde yer alıyor.

Diğer yandan BSW lideri Sahra Wagenknecht ise bu atamaya tepki gösterdi. “Sosyal Demokratlar, eski bir Goldman Sachs bankerini federal bütçenin hazırlanmasından sorumlu tutuyor,” diyerek SPD’nin bu kararının partinin mevcut durumu hakkında pek çok şeyi açığa çıkardığını ifade etti.

Daha önce boşalan bu pozisyonu Ekonomi Bakanı Robert Habeck’in devralacağına dair spekülasyonlar vardı. Yeşiller Partisi’nden olan Habeck, resmi olarak Maliye Bakan Yardımcısı konumunda. Fakat Habeck, Deutschlandfunk radyosuna yaptığı açıklamada, geçici olarak maliye bakanı olmayı düşünmediğini söyledi.

Şansölye Scholz’un yolsuzluk mazisi

Alman ana akım medyası, Merkel’in halefi Olaf Scholz’un karıştığı banka yolsuzluklarını uzun zamandır ısrarla görmezden geliyor.

Scholz, Hamburg Belediye Başkanı olarak görev yaptığı süre boyunca, kamunun bankalarca çift haneli milyarlarca avro dolandırıldığı Cum Ex skandalının asli unsurlarından biriydi. 2016’da Scholz’un, Hamburg’daki Warburg Bank’ın şaibeli hisse senedi anlaşmalarıyla hazineden aldığı 47 milyon avroluk vergi iadelerini zamanında geri istemediği öğrenilmişti. Devamında çorap söküğü gibi çok sayıda bankerin ödemedikleri vergilerin tazmini için hisse senedi anlaşmaları imzaladığı ortaya çıkmıştı. Bu yolla hazineye uğratılan zarar tahminen 7 milyar avro civarıydı.

Bu epeydir herkesin aşina olduğu bir hakikat; ancak asıl mesele, Bundestag’da vakanın incelenmesi için kurulan soruşturma komisyonunun, Scholz’un yolsuzluktaki belirleyici rolünü görmezden gelmiş olması. Şansölye Scholz ve Hamburg eyalet hükümetinin o zamanki maliye bakanı ve şimdiki belediye başkanı Peter Tschentscher (SPD) başta olmak üzere yolsuzluğun baş aktörleri, masum oldukları konusunda hala ısrar ediyorlar.

Bundestag’daki soruşturma komisyonuna gelinecek olursa; Alman siyasetinin alışıldık bir geleneği olarak bu komisyonlardan genelde bir şey çıkmaz, ki zaten varlık gerekçeleri de budur. Politikacılar suç işlediğinde ya da en azından bu yönde bir şüphe doğduğunda Bundestag derhal toplanır, savcıya soruşturma izni verilmez ve ardından siyasilerin siyasiler hakkında karar alacağı bir komisyon kurulur. Ve “ciddi suistimaller” tespit edilse bile netice alınmaz. Yıllar sonra konu her ne ise üzerine bir rapor hazırlanır ve halka, “Çok talihsiz bir durumdu ve bir daha asla yaşanmayacak” türünden sözler verilir.

2021’deki seçim döneminde Alman medyası, şansölye koltuğunu kapma şansı olan üç partiye; SPD, CDU ve Yeşiller’e oynadı. Medya, ilk önce maske meselesi yüzünden CDU’nun ibret-i alem olsun diye halka açık bir törenle boynunu vurdu.

Maske olayında CDU’lu vekiller, Sağlık Bakanlığı’yla iş yapmak isteyen şirketlerden rüşvet aldılar. Medya bunu skandal olarak andı ama kimse, Almanya’da milletvekillerine rüşvet vermenin yasal olduğundan bahsetmedi. CDU’nun adayı Armin Laschet, sonrasında saf dışı kaldı.

Yeşiller 2021’in ortalarında anketlerde önde giderken eş başkan Annalena Baerbock’un kitaplarındaki intihaller ortaya çıktı; Laschet kadar olmasa da medyada afişe edildi ve şansölye olma şansını elden kaçırdı.

Seçim döneminde medyadan darbe almayan tek parti SPD’ydi. Scholz hakkında olumsuz hiçbir yoruma yer verilmedi, hatta tam aksine sakin ve sağduyulu bir tür “Merkel Jr” portresi çizildi. Bu dikkate değer, zira yazılacak bir yığın vukuatı vardı.

Seçim döneminde Cum Ex soruşturma komisyonu, Scholz hakkında kritik sorular sordu ama medya, nazikçe görmezden geldi. Scholz’un, Warburg Bank’ın yüz milyonlarca avro vergi kaçırmasındaki rolü konuşulmadı.

Jörg Kukies kim?

Ayrıca Scholz, Hamburg’dan Berlin’e taşındıktan sonra bile bankerlerin işini halletmeye devam etmişti. Maliye bakanlığı döneminde Scholz, Jörg Kukies’i finans piyasasından sorumlu müsteşar olarak atadı.

Federal hükümette görev almadan evvel Goldman Sachs’ın Almanya ve Avusturya şubesinin yönetim kurulu eş başkanıydı.

Yani kurda kuzu emanet edilmişti. Goldman Sachs’ta milyonlar kazanan Kukies, aynı zamanda KfW Bankengruppe yönetim kurulu başkan vekili, KfW IPEX-Bank GmbH denetim kurulu üyesi, Avrupa İstikrar Mekanizması direktörü, Avrupa Finansal İstikrar Aracı direktörü, Federal Finans Piyasası İstikrar Ajansı yönetim kurulu başkanı ve Avrupa İmar Bankası başkan yardımcısı olarak görev yapmıştı.

Kukies’in finans piyasası düzenlemelerinde muazzam bir gücü vardı. Esasında Alman banker lobisi, kendi adamını Maliye Bakanlığı’nda kritik bir mevkiye getirmeyi başarmıştı.

7 Aralık 2021’de Der Spiegel’de konuya dair “Scholz’un en önemli danışmanı olarak Jörg Kukies: Eski Goldman bankerinin başbakanlığa giden sarp yolu” başlıklı bir haber çıktı.

Haber, tabloid gazeteciliğin en pespaye örneklerinden biri ve şöyle başlıyor:

“Jörg Kukies, gelecekte, çok sevdiği FSV Mainz 05’in ev sahibi olduğu maçları muhtemelen çok daha az izleyecek. Kaçınılmaz olarak yeni işiyle ilgili özel meseleleri olacak, ailesine daha az vakit ayıracak ve aynı zamanda stadyum ziyaretleri de daha kısa olacak. Daha geçen cumartesi eşi ve kızıyla birlikte stadyumdaydı ve takımının VfL Wolfsburg’u 3-0 yenmesinden ötürü mutluydu”.

Haberin ikinci yarısında Kukies’e övgüler dizilmiş:

“[…] 52 yaşındaki Kukies, iş yerinde de detaylara oldukça özen gösteriyor. Genellikle kafasında, işinde çokça bulunan önemli göstergeler vardır. Gelecekte bunlardan birkaçını daha ezberlemesi gerekecek. Zira Şansölye’nin ekonomi danışmanı olarak yalnızca uluslararası zirvelere hazırlık yapmakla kalmayacak, aynı zamanda federal hükümetin tüm ekonomik, mali ve bütçe politikasından da sorumlu olacak.”

Haberin en önemli kısmı ise şu:

“[…] Ayrıca Kukies; istek, fikir veya endişelerini başbakana iletmek isteyen yerel işletmeler için ilk temas noktası. Yeni görevle Kukies, yeni hükümetteki en önemli kilit pozisyonlardan birini üstleniyor.”

Yani denmiş ki, artık “yerli işletmeler” şansölyeyle doğrudan bağlantısı olan bir irtibat kişisine sahip. Adına “yerel işletme” dedikleri aslında lobiciler. Dolayısıyla Almanya’da lobi faaliyetlerine bir kapı daha aralandı. Ayrıca ana odağın muhtemelen bankacılık lobisine yoğunlaşacağını öğreniyoruz.

Wirecard skandalını da anımsatmak önemli. Birkaç yıl önce şirketin bilançosundaki 1,9 milyar avrodan fazla paranın buhar olduğu ortaya çıkmıştı ve şirket, 3,2 milyar avro değerindeki borçlarının ortaya çıkmasından sonra Haziran 2020’de iflas başvurusu yapmıştı.

Seçim döneminde savcılık, Scholz’un idaresindeki maliye bakanlığının alt dairelerinde detaylı bir tahkikat yürüttü. Alman medyasının buna karşı gösterdiği refleks, “rakiplerinin Scholz’un ayağını kaydırmaya çalıştığı” yönündeydi.

Wirecard skandalının kilit isimlerinden biri kimdi? Jörg Kukies. Haberde konudan şöyle bahsedilmiş:

“Wirecard skandalındaki rolü tamamıyla tartışılamaz değil. Kukies, esas şüphelilerden birinin 50. doğum gününe katıldı ve daha sonra kamu bankası KfW’yi iflas etmiş şirkete kredi vermeye ikna etmeye çalıştı.”

Trafik ışıklarından sonra Almanya: Güçlü ve kararlı hükümet arayışı

Okumaya Devam Et

AVRUPA

AB, Trump’ın zaferinin ardından savunma için finansman arayışında

Yayınlanma

Donald Trump’ın Beyaz Saray’a dönüşü nedeniyle AB, kendi savunma yeteneklerini artırma ve “endüstrilerini daha rekabetçi hale getirme” çabalarını hızlandıracak.

Avrupa Birliği, ordularına ve temiz teknolojilerin geliştirilmesine yönelik büyük yatırımları finanse etmenin yeni yollarını araştıracak.

AB liderlerinin bugün (8 Kasım) Budapeşte’de yapacakları toplantıda kabul etmeleri beklenen son taslak bildiriye göre Brüksel, gelecekteki ihtiyaçlar için finansman sağlamak üzere “yeni araçların geliştirilmesini araştıracak.” Yine de bloğun devasa yatırım açığını kapatacak yeni fonlar henüz tanımlanmış değil.

Trump’ın Avrupa’yı “kendi haline bırakma” yönündeki olası tutumu AB’yi daha bağımsız bir savunma stratejisi oluşturmaya ve sanayilerinin Amerikan şirketleriyle rekabete daha iyi hazırlanmasını sağlamaya yöneltti.

Eski Avrupa Merkez Bankası Başkanı Mario Draghi hazırladığı raporda, üye ülkelerin yıllık 800 milyar avroya varan ek yatırımlarla bölgenin verimliliğini arttırmak için hızlı hareket etmemeleri halinde ABD ve Çin’in gerisinde kalacağı uyarısında bulunmuştu.

Taslak deklarasyona göre ulusal hükümetler aciliyet duygusunu paylaşıyor ve “her zamanki gibi iş yapmanın artık bir seçenek olmadığı” uyarısında bulunuyor. 

Konuyla ilgili bilgi sahibi kişilerin Bloomberg’e aktardığına göre, aralarında Almanya ve Hollanda’nın da bulunduğu “mali açıdan muhafazakâr” ülkeler, yeterli kaynak olduğunu düşündükleri için uzun süredir ek finansman tedbirlerine karşı çıkıyor ve 2028’de başlayacak bir sonraki uzun vadeli AB bütçesi için önümüzdeki yaz başlayacak müzakereleri beklemeyi tercih ediyor.

Fakat bazı Doğu ve Güney ülkeleri bu tarihten önce, özellikle de Avrupa’nın savunma özerkliğini artıracak için yeni gelir kaynakları için bastırıyor.

Diplomatlar, bazı başkentlerin muhalefetine rağmen, yeni araçlara atıfta bulunan son taslağın cuma günü liderler tarafından değişiklik yapılmadan kabul edilmesinin beklendiğini söyledi.

İlk başlarda yaşanan anlaşmazlıklar, müzakerecilerin, önceki taslaklara göre, AB’nin özerkliğini artırabilecek ve firmalar ile hane halkları için temiz enerji maliyetlerini azaltabilecek bir enerji birliği kurulmasına yönelik 2027 son tarihini öncelikli bir mesele olarak bir kenara bırakmalarına yol açtı.

Kritik teknolojilerde AB’nin rekabet gücünü güvence altına almak üzere öz sermaye yatırımı için bir varlık fonu kurulması olasılığına yapılan atıf da ortadan kaldırıldı.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English