GÖRÜŞ
Bir kere daha girdiğimiz çıkmaz yol
Yayınlanma
Yazar
Hasan Ünalİsrail’in büyük psikolojik harekat ile başlattığı Hizbullah operasyonu başarısızlıkla sonuçlanır sonuçlanmaz yıllardır Suriye’nin İdlib bölgesinde yuvalanmış durumdaki cihatçı terör örgütleri bir anda harekete geçtiler. Türkiye’deki siyasal İslamcı gruplar arasında çok ciddi bir heyecana yol açtığı gözlemlenen başta HTŞ (Heyet Tahrir el Şam) ve bileşenlerinin başlattığı ileri harekatın bu satırlar kaleme alınırken (Salı erken akşam saatleri) Suriye’nin en büyük kenti Halep’in kontrolünü ele geçirdikten sonra güneye Hama’ya yöneldiği; ancak orada şimdilik Suriye ordusu tarafından durdurulduğu bildiriliyordu.
İsrail’in Hizbullah saldırısının başlangıcında (17-18 Eylül) bu örgütün kullandığı çağrı cihazlarını ve telsizleri patlatıp Hasan Nasrullah başta olmak üzere lider kadroyu katledince ‘Hizbullah bitti, İsrail müthiş iş çıkardı’ diye başlıklar atan Türk medyası ve siyasal İslamcılar o günlerde İdlib merkezli yeni bir Suriye harekatının ipuçlarını vermekteydiler. Buna göre Hizbullah bitmişti ve artık İsrail’in Lübnan’ı ezip geçmesi an meselesiydi. Hem Lübnan hem de Golan bölgesinden hızla Suriye’ye geçecek ve Esat ‘rejimi’ dedikleri güçlerin üzerine çullanacaktı. İşte bu senaryoda başka bir detay daha vardı. Kuzeyde sınırımızdaki İdlib’de yuvalanmış olan HTŞ liderliğindeki Cihatçı terör örgütleri de kuzeyden harekete geçecek ve Suriye’nin sonunu getireceklerdi.
Hatta bu senaryodan hareketle açılım bile planlanmıştı. İsrail, sınırımıza gelirken Suriye’deki PKK/PYD güçlerini üzerimize salacağı için ondan önce biz ‘Kürtlere’ açılım yaparak onlarla kucaklaşmalıydık. Böylece ‘Kürtleri’ aslında PKK/PYD’yi İsrail’in elinden almış olacaktık. Eee tabii, bunun karşılığında anayasamızı federal bir hale dönüştürmek ve bu ‘Kürtlerle’ konfederasyon kurmak gerekecekti, ki, bu da o kadar büyütülecek bir şey değildi. Zaten Türkiye Cumhuriyeti devleti milli-üniter esaslara göre yanlış kurulmamış mıydı? Yani İsrail Orta Doğu’da federal veya otonom Kürdistan oluşturmaya çalışırken bu projeyi biz kendimiz kuracak ve başarı diyerek buna da alkış tutacaktık.
Zihniniz/beyniniz yandı değil mi? Evet akla ziyan bu büyük açılım aslında buydu. Açılım laflarını bir kenara bırakıp tekrardan Suriye konusuna odaklanacak olursak, aslında açılıma da gerekçe olarak kullanılan ‘İsrail güneyden hızla sınırlarımıza doğru gelecek ve PKK/PYD’yi de kullanarak bizi tehdit edecek’ sözlerine verilecek cevap açıktı. Eğer İsrail güneyden gelip PKK/PYD ile birlikte Türkiye’yi tehdit ederek bir Kürdistan kurmaya kalkışacaksa, İsrail’in yapmak istediğini yani Kürdistan kurma işini bizim yapmamız yerine o projeye karşı olan Suriye ile ilişkilerimizi normalleştirerek mücadele etmemiz gerekirdi.
Aklın yolu buydu. Adeta İsrail’e ‘sen zahmet etme biz Kürdistan kurmaya hazırız ve onun alt yapısını hazırlıyoruz’ dercesine akıllara zarar bir takım açılım projelerini ortaya atmanın bir anlamı olmazdı; ancak şimdilerde bütün bu tartışmalar içerik değiştirdi. HTŞ’nin Halep’i ele geçirip güneye Şam’a doğru saldırılarına devam etmesi içerde fütühat yapıldığını zanneden medyanın önemli bir bölümünü keyfe gark etmiş görünse de bu parti sona erip gerçekler ortaya çıkmaya başladığında başka şeyler konuşmaya başlayacağımız kesin görünüyor.
MUHTEMEL SONUÇLAR
Önce şu soruyu soralım: Rusya ve İran Suriye’yi tamamen kendi haline bırakıp gidebilirler mi? Rusya açısından bu sorunun cevabı açıkça ‘hayır’ görünüyor; çünkü Rusya için Suriye Orta Doğu’daki en sağlam askeri üssü. Üstelik bu durum 1973 Arap-İsrail savaşından bu yana böyle. Söz konusu savaşa (Yom Kipur) Mısır ile birlikte katılan ancak daha sonra Mısır lideri Enver Sedat Amerika ve İsrail ile uzlaşarak 1967 yılında kaybettikleri toprakları barış antlaşmasıyla İsrail’den geri alma politikasına yönelince Kahire’nin Sovyetler Birliği ile askeri ilişkileri neredeyse sıfırlanmış oldu. Ve Suriye Hafız Esat yönetimi altında 1970’lerin ortalarından itibaren Sovyetler Birliği’nin en büyük askeri müttefiki haline geldi.
O yıllardan Sovyetler Birliği’nin dağıldığı 1990’lara kadar Moskova Şam yönetimine ileri teknoloji hava savunma silahlarından, karadan karaya balistik füzelere ve konvansiyonel silahların hepsinden bol bol verdi. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından Putin’in Kremlin’e yerleştiği 2000’li yılların başlarına kadar Rusya Federasyonu’nu yöneten Yeltsin döneminde Moskova ile Şam arasındaki askeri ilişkiler yavaşlasa da devam etti ve Putin yıllarında yeniden yükselişe geçti. Amerika ve müttefiklerinin başlattıkları kirli savaş öncesine kadar (2011) Moskova-Şam askeri ilişkileri yeniden stratejik bir düzeye ulaşmış görünüyordu ve savaş boyunca da bu düzey aşağı yukarı sürdürüldü.
Rusya açısından Suriye’yi terk edip gitmek gibi bir seçenek olamaz. Böyle bir durum Ukrayna’da Kolektif Batı’ya karşı fiili bir savaş yürüten Rusya açısından çok ciddi bir prestij kaybı olacağı gibi Suriye’deki askeri üslerini de söküp götürmesi gerekir. Kıbrıs Rumları ve Yunanistan ile ilişkilerinin de düşmanca bir noktaya evrildiğini düşünecek olursak Rusya Doğu Akdeniz’de gemi dolaştırmakta bile büyük zorluklarla karşılaşır.
İran da Suriye’yi bırakıp gidemez. Suriye’yi tamamen siyasal İslamcı ve PKK/PYD gruplarına bırakan bir İran Lübnan’daki Hizbullah’ı destekleyemez. Aslında Tahran ile Şam arasındaki stratejik ilişkilerin başlangıcı İran İslam Devrimi sonrası anti-emperyalist, Amerika ve İsrail karşıtı bir rejimin kurulması ile başladı. Söz konusu Devrim sırasında İran silahlı kuvvetlerinin epeyce güç kaybettiğini düşünen Irak lideri Saddam Hüseyin’in İran’a savaş açmasıyla Suriye hariç bütün Arap devletleri Saddam Hüseyin’in yanında yer alırken Hafız Esat İran yönetimi ile yakın ilişkiler kurmuştu.
Giderek stratejik askeri işbirliğine dönüşen o ilişkiler hiç kesintisiz devam etti ve Suriye, İran ile Hizbullah arasındaki stratejik köprü rolünü oynadı yıllarca… Hatta denilebilir ki, Suriye’nin üzerine gidilmesinin en önemli nedenlerinden birisi bu bağlantıyı kırma amaçlıydı ve 2011 kirli savaşının çıkartılması da İsrail karşıtı bu bloku parçalamak amaçlıydı. Şimdilerde İran Suriye’yi yalnız bırakırsa Hizbullah’ı da yalnız bırakmış olur. Bunu yapamaz; çünkü böyle bir durumda Amerika’nın Irak işgalinden bu yana yaptığı stratejik hatalardan faydalanarak İsrail’e karşı ileri karakollar oluşturan İran’ın hızla bu noktalardan sökülüp atılması ve kendi sınırlarına hapsedilmesi söz konusu olabilir ki, böyle bir durumda İran rejiminin içerden yıkılması çabalarına hız verileceğine de şüphe olmaması gerekir.
NASIL BİR SURİYE?
Rusya ve İran’ın askeri yardımları yavaş ve sınırlı da kalabilir ancak yine de belirli bir noktada bu iki devletin Suriye’deki cihatçı terör gruplarına karşı harekete geçeceklerine kesin gözüyle bakılmalıdır. O noktada bizim ne yapacağımız önemli bir soru işareti. Çünkü şu anda HTŞ’nin yaptığı saldırıları Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın ifadesiyle tümüyle iç dinamiklerin bir zorlaması, her zaman suçlu ve sorumlu olarak gördüğümüz Esat yönetiminin muhalif dediğimiz ama tam olarak tarifini yapmadığımız grupların ve halkın (!) haklı ve meşru isteklerine kulak tıkaması sonucunda patlak veren bir tür halk hareketi gibi görüyorsak – ki, Fidan İranlı meslektaşıyla görüşmesinin ardından böyle söyledi – o zaman Rusya, İran ve Suriye’nin bu gruplara karşı sahada askeri üstünlüğü eline alması halinde ne yapacağız? Özellikle de hükümete destek veren medyanın Suriye şehirlerine plaka numaraları verdiği yayınların ardından…
Dahası sırf Esat’a zarar vermek amacıyla izlediğimiz ve ulusal çıkarlarımızla hiçbir alakası olmayan politikamız başarılı olsa ve HTŞ Halep dahil kontrol ettiği alanları elinde tutmayı başarsa bunun sonucunda güney sınırlarımızda iki Teröristan ortaya çıkmış olur. Birisi HTŞ ve bileşenleri tarafından kontrol edilen diğeri ise Fırat’ın doğusundaki PKK/PYD bölgesi… Bunun Türkiye’ye ne menfaat sağlayacağını düşündük mü? Veya şimdilerde yeniden tepeden bakan bir üslup ile verdiğimiz talimatları – Suriye’yi milli-üniter yapıdan çıkarıp federasyona dönüştürmek – Esat yerine getirse ve bu ülke içinde HTŞ bölgesi, PKK/PYD bölgesi gibi federe/otonom ve kendi askeri gücü bulunan parçalar oluşsa bunun Türkiye’ye ne faydası olacaktır?
Öte yandan bu politikanın ülkemize muazzam bir yük ve çok büyük bir stratejik maliyet getirdiğini sığınmacılardan ve karşılaştığımız terör örgütlerinden biliyoruz. Bunların hiçbirisi 2011 öncesinde yoktu. Mevcut politika ile Rusya ve İran’la ve hatta Çin’le papaz olmak gayet mümkün. Arap ülkeleri de karşı çıkabilirler bize ve derhal Arap topraklarından çıkmamızı isteyebilirler. Örneğin bütün bu radikal İslamcı örgütlere karşı oldukça hassas olan Mısır ile ilişkilerimiz bundan zarar görebilir mi? Astana Platformu’nu kendi ellerimizle yıkarken oradaki ortaklarımızı – Rusya ve İran – bütün bu olaylarda hiç dahlimiz olmadığına inandırabilecek miyiz?
Öte yandan Suriye’nin bu denli karıştırılmasına katkıda bulunarak Trump’ın Suriye’den çekilme seçeneğini yok ettiğimizin farkında mıyız? Ve bunu yaparken Kürdistan kurmakta kararlı İsrail ve ABD Derin Devletinin ekmeğine yağ sürdüğümüzün… Bana kalırsa dış politikamız 2011 yılındaki fabrika ayarlarına geri döndü ve işler pek iyi gitmeyecek. Umarım yanılırım.
İlginizi Çekebilir
-
Belarus’ta seçimler yaklaşırken Batı yanlısı muhalefet ne diyor?
-
Hindistan dış politikasında 5 kritik aktör, 5 jeopolitik zorluk
-
Polonya’nın AB Dönem Başkanlığı Başlıyor: ‘Güvenlik ve Savunma’
-
Popülizm yılı
-
ABD Kongresindeki finans komitesi Silikon Vadisinin egemenliğine girdi
-
Zelenskiy’in danışmanı: Rusya, yeterince bedel ödemedi
GÖRÜŞ
Belarus’ta seçimler yaklaşırken Batı yanlısı muhalefet ne diyor?
Yayınlanma
5 saat önce05/01/2025
Yazar
Erkin ÖncanGeride bıraktığımız 2024 senesi, dünya genelinde çatışma bölgelerinin ve toplumsal hareketlerin arttığı bir yıl oldu ve yeni yıla da dünya genelinde ısınmaya devam eden başlıklarla girdik.
Ancak, coğrafi konumu ve politikasıyla oldukça kritik bir konumda bulunan ve uzun süredir dünya gündemine oturacak düzeyde bir gelişme yaşanmadığı için deyim yerindeyse ‘gölgede kalan’ bir ülkede daha siyasi iklim ısınıyor: Belarus.
Belarus, 1994 yılından beri Batı tarafından ‘Avrupa’nın son diktatörü’ olarak nitelendirilen Aleksandr Lukaşenko tarafından yönetilen bir eski Sovyet ve Doğu Avrupa ülkesi. Belarus’un Batı tarafından sık sık hedef alınmasının ise iki önemli sebebi var.
Birincisi, Belarus ekonomisinin büyük ölçüde devlet kontrolüne dayanması.
İkincisi ise, 8 Aralık 1999’da Rusya ile imzalanan Birlik Devleti Anlaşması. Anlaşmayla, ekonomi, savunma, dış politika ve sosyal alanlarda iş birliğini artırarak iki ülke arasında bir tür ‘ortak devlet’ oluşturulması ve ‘kısmen birleşmiş bir yapıda hareket etmesi’ amaçlanıyor.
Özetle Belarus, bir Avrupa ülkesi olmasına rağmen pazarının kontrolünü Avrupa’ya teslim etmiyor, Avrupa’nın ‘tarihsel rakibi’ Rusya ile yakın ilişkiler içerisinde ve uzun süredir ‘otoriter bir lider’ tarafından yönetiliyor.
Bu ülke de, diğer eski Sovyet ülkelerinde olduğu gibi çeşitli renkli devrim girişimlerine sahne olmuş bir ülke. Belarus’un Sovyet mirasını -sembolik olarak- yer yer Rusya’dan daha fazla sahiplenmesi, ittifakları ve ekonomik yapısı ve ciddi yolsuzluk iddiaları, bu ülkedeki Batı yanlısı liberal muhalefetin politik duruşunu, benzerlerine oranla daha da sağda konumlandırıyor.
Belarus’ta düzenlenen kitlesel muhalefet eylemlerinin her seferinde, organizatörlerin ‘daha fazla özelleştirme’, ‘yabancılara toprak satışı’ gibi talepler sunması, mevcut durumun ekonomi politiğini açıkça ortaya koyuyor.
Avrupa’nın doğusundaki bu ‘Rusya dostu’ ülkede yaşananlar, önümüzdeki günlerde yine dünya gündeminin ilk sıralarına yükselecek. Çünkü Belarus’ta 26 Ocak – 9 Şubat tarihlerinde yeniden başkanlık seçimleri düzenlenecek. Lukaşenko’nun yedinci dönemi için yeniden aday olacağını açıkladığı seçimlerde, Belarus Merkez Seçim Komisyonu (CEC) Batı yanlısı Özgürlük İçin Hareket liderleri Yuras Hubareviç ve Aliaksandar Drazdou ile bağımsız adaylar Diana Kovaleva ve Viktor Kuleş’in adaylıklarını reddetti.
Seçimlere Lukaşenko’yla birlikte katılmaya hak kazanan isimler ise, Liberal Demokrat Parti lideri Oleg Gaidukeviç, Komünist Parti’den Sergey Sırankov, bağımsız aday Hanna Kanapatskaya ile Emek ve Adalet Partisi’nden Aleksander Hijnyak’tan oluşuyor.
Belarus’ta seçim dönemlerinin aynı zamanda eylem dönemi olduğu düşünüldüğünde, -2020-21 ‘Terlik Devrimi’ eylemleri de seçim ihlalleri iddialarına karşı başlamıştı- bu seçimlerde de öncelikle Batı yanlısı eylemlerin düzenlenmesi bekleniyor. Ancak, Batı yanlısı liberal muhalefetin ‘anlamsız’ olarak nitelendirdiği bu seçimler, Ukrayna’da devam eden savaşla birlikte düşünüldüğünde, her zamankinden daha fazla dikkat çekici.
Ancak bu sefer, Belarus ve Lukaşenko’yla ilgili yeni iddialar da gündeme geldi. Merkezi Varşova’da olan, Belarus muhalefetinin en önemli propaganda araçlarından Nexta başta olmak üzere, muhalif kesimler yeni bir iddiayı öne sürmeye başladı:
“Putin, Belarus’ta darbe yapabilir.”
Belarus’ta Rus yanlısı bir darbe iddiası, Belaruslu muhalif siyasetçi ve eski diplomat Pavel Latuşko tarafından da dile getirildi. Latuşko, Belarus’ta Kültür Bakanlığı ve Polonya Büyükelçiliği gibi görevlerde bulunmuş, 2020 Belarus protestolarının ardından muhalefet saflarına katılmış ve şu anda ‘sürgünde’ yaşayan bir siyasetçi.
Latuşko’nun “Rusya yanlısı generaller Kremlin’den böyle bir emir alırlarsa gerçek bir darbe gerçekleştirebilirler” ifadeleriyle kastettiği askeri liderler ise, Belarus askeri bürokrasisi içerisinde uzun süredir ‘Rusya yanlısı lobi’ olarak tanımlanan, Belarus Güvenlik Konseyi Devlet Sekreteri Korgeneral Aleksandr Volfoviç, Belarus İçişleri Bakan Yardımcısı ve İçişleri Bakanlığı Ana Müdürlüğü (OMON) Komutanı -ki OMON, muhalefet eylemlerini bastırmak için kullanılan en aktif askeri birlik- Tümgeneral Mikhail Karpenkov ve Belarus Savunma Bakan Yardımcısı, Genelkurmay Başkan Yardımcısıdır ve askeri strateji ve operasyonlardan sorumlu Tümgeneral Pavel Muraveyko.
İddialara göre, bu isimlerin önderliğinde, Belarus’ta Lukaşenko’ya karşı ‘Putin yanlısı bir darbe’ yapılabilir.
Bu noktada, Belarus siyasetinde son iki ayda yaşanan önemli gelişmeleri tekrar hatırlamakta fayda var.
ABD’nin ‘iç karışıklık’ uyarısı
ABD Dışişleri Bakanlığı, Aralık 2024’te Belarus’ta bulunan vatandaşlarına ülkeyi ‘derhal terk etmeleri’ çağrısında bulundu. Mevcut koşullar nedeniyle ülkede kalmanın ciddi riskler taşıdığını belirten Bakanlık ayrıca, vatandaşlarından Belarus’a seyahat etmemelerini de istedi. Bakanlığın ‘Belarus makamlarının yerel yasaları keyfi bir şekilde uygulaması’, ‘tutuklanma riski’, ‘Rusya’nın Ukrayna’ya karşı savaşını kolaylaştırmaya devam etmesi’ gibi sık tekrar ettiği tespitlerinin yanında bir diğer dikkat çekici olan gerekçe ise, ‘iç karışıklık potansiyeli’ ifadesiydi.
Zelenskiy’in Belarus açıklaması
Ukrayna lideri Zelenskiy ise, Putin ile herhangi bir müzakereye girişmeyeceğini bir kez daha vurguladığı mesajında, Moldova ve Gürcistan’da ‘direnenlere’ gönderdiği selamın ardından “Eminim bir gün hepimiz ‘Yaşasın Belarus!’ diyeceğiz diyerek beklentilerini, Rus yanlısı kaynaklara göre ise ‘planlarını’ açıklamış oldu.
Son olarak, Litvanya yönetimi, ülkenin güneybatısında Belarus sınırında bulunan askeri eğitim sahasını 8 haftalık bir kurs için Ukraynalı askerlere tahsis etti.
Rusya/Belarus kaynakları ne diyor?
Rusya ve Belarus yanlısı kaynaklar ise, muhalif çevrelerce dile getirilen ‘Putin yanlısı darbe’ söyleminden de önce, Joe Biden yönetiminin ‘giderayak’ ortalığı karıştıma planı ve seçimler öncesinde Belarus’ta renkli devrim/darbe girişimi olduğu görüşünde.
Belarus devlet televizyonu ONT’nin haberine göre Polonya, Litvanya ve Ukrayna’dan silahlı gruplar, Belarus muhalefetiyle birlikte planlanan bir operasyon kapsamında Belarus’un güneybatısındaki dört bölgeye saldırmayı planlıyor. Kanalın araştırmasına göre, Belarus’a önce milliyetçi çeteler saldıracak, ardından paralı askerler ve NATO güçleri getirilecek.
ONT’ye göre ayrıca, bu operasyon Rusya’nın Bryansk ve Kursk bölgelerinde test edildi. Bu bölgelere düzenlenen saldırılar ‘vur-kaç’ prensibine göre yapılıyordu. Kanal, aynı taktiğin Belarus’ta da uygulanabileceğini iddia ediyor.
Belarus basını, Ukrayna’dan gelecek asıl vurucu gücün, halihazırda Ukrayna ordusu saflarında yer alan sağcı ‘Belarus Gönüllü Kolordusu’, Kalinovski ve paralı askerlerden oluşacağını ve Belarus’a Brest bölgesinden saldırmayı planladıklarını varsayıyor.
Aynı zamanda, Belarus ve Rusya’dan çok sayıda haber kaynağı, Minsk başta olmak üzere ülke genelinde 24-25 Ocak tarihlerinden itibaren sokak eylemlerinin başlayacağını iddia ediyor.
Çernobil iddiaları
Belarus/Rusya yanlısı kaynaklar aynı zamanda, Çernobil’e düzenlenecek bir saldırı senaryosuna dikkat çekiyor. Konuyla ilgili yapılan öngörülere göre, Çernobil’de bir patlamanın sahnelenmesinin ardından, Belarus-Ukrayna sınırında Mozır ve Stolin yönünde bir sınır ihlali yapılacak ve bu operasyon, Çernobil saldırısının ardından Rus birliklerinin Belarus’a geldiği bir senaryo altında gerçekleştirilecek. Belarus muhalefeti ise, Batı’ya Belarus’un güneyindeki duruma müdahale etmeleri için çağrıda bulunacak ve nihayetinde, bu senaryo NATO barış gücünün Ukrayna topraklarına konuşlandırmasıyla sonuçlandırılacak. Bu sırada, Belarus’ta ise uyuyan hücrelerin ve sabotajcıların saldırılarıyla bir iktidar değiştirme girişimi gerçekleştirilecek.
Darbeyi yapmaya kim daha yakın?
Belarus içerisindeki güç dengeleri, bahsi geçen lobiler ve darbe olasılığı, gerçekleşmeden tam olarak bilinemeyecek ve bazı başka soruları da beraberinde getiren ihtimaller. Ancak, bütün bunların aynı bir önceki dönemde olduğu gibi seçim ikliminde gündeme getirilmesi, iddianın gerçekliğine dair önemli ipuçları barındırıyor. Öte yandan, Ukrayna savaşı üzerinden ABD liderliğindeki Batı’yla ciddi bir rekabet içine giren ve zorlanma emarelerini çoktan göstermeye başlayan Kremlin’in ise, Belarus gibi bir müttefikini, yeni bir askeri cephe açılmasıyla sonuçlanabilecek bir darbeyle alaşağı etmeyi düşünmesi de pek akla yatkın değil. Lukaşenko ile Putin arasındaki rekabet ise, Ukrayna gündemi nedeniyle -şimdilik- ertelenmiş görünüyor.
Belarus, kendisini çevreleyen ülkelerin özellikle ikisiyle ciddi gerilimlere sahip. Polonya, Belarus muhalefetinin siyasi merkezi konumunda bir ülkeyken, Ukrayna ise, Belaruslu silahlı muhalif grupların askeri üssü konumunda. Dolayısıyla, eldeki veriler ışığında “Belarus’ta ne olacak?” sorusuna aranan yanıt için Rusya’dan önce bu iki ülkeyi dikkatle izlemek gerekiyor.
GÖRÜŞ
Hindistan dış politikasında 5 kritik aktör, 5 jeopolitik zorluk
Yayınlanma
8 saat önce05/01/2025
Yazar
Duygu Çağla BayramHindistan dış politikasında bir yandan 5 ülke/aktör zorluklar-fırsatlar skalasında kritik önemde; bir yandan da 5 ana tema Hindistan’ın dünya ile ilişkisini şekillendirecek öncelikte. Günümüzde dünyanın dört bir yanındaki ülkeler oldukça farklı bir uluslararası bağlamla karşı karşıya ve Hindistan bir istisna değil. Uluslararası sistemde, Hindistan’ın dünya görüşünde büyük ayarlamalar yapmasını ve bunları iç politikasına uyumlu hale getirmesini gerektiren derin yapısal değişiklikler söz konusu.
5 Kritik Aktör
- Rusya
Bir süredir Hindistan’ın Rusya ile bağları Ukrayna’daki savaşla test ediliyor. Hindistan’ın savunma gereksinimlerinin Rusya’ya bağımlılığı ve daha ucuz petrolün bulunması bağları ilerletiyor. Rusya’nın indirimli ham petrolünün fiyata duyarlı Hindistan’a satışı o kadar önemli hale geldi ki Rusya dünyanın en büyük ithal ham petrol kaynağı olarak Suudi Arabistan’ın yerini aldı. Amerikan liderliğindeki Rus petrol ticaretine yönelik yaptırımlar sıkılaştırılmış olsa da emtia piyasası veri analitik firması Kpler’e göre Hindistan’a petrol satışları her ay arttı. İronik olarak Hindistan Rus ham petrolünün önemli bir kısmını işliyor ve kar ederek Avrupa’ya satıyor; ironik çünkü Avrupa rafinerilerinin Ukrayna işgalinden bu yana doğrudan Rus petrolünü satın alması yasaklandı. Ayrıca Hindistan’ın Rus silahlarına ve yedek parçalarına bağımlılığı var; bu bağımlılık azalmış olabilir ancak vazgeçilemeyecek kadar önemli çünkü hem Batı’daki benzer silah alımlarından daha ucuz hem de onlarca yıldır Hindistan Silahlı Kuvvetleri onların üzerinde eğitildi. O halde Hindistan’ın neredeyse son üç yıldır Rusya ile ilişkilerinde ince bir çizgide yürümesine şaşırmamalı. Ancak Amerika’nın bu ilişkinin nasıl gelişeceğini yakından izlediğinin farkında. Şimdiye dek Hindistan yalnızca genel retorikler ile tüm işgallerin ve tüm savaşların kötü olduğunu söyleyerek Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini eleştirmeyi reddetti. Bu arada Rusya ile Çin arasındaki bağlar gelişiyor ve bu kesinlikle Hindistan’ın radarında. Modi’nin 8 Temmuz’daki Moskova ziyareti, beş yıl aradan sonra gerçekleşen bir ziyaret ve 2022’de Rusya-Ukrayna savaşının başlamasından bu yana ilk ziyaret. Burada Putin-Modi zirvesi, Hindistan’ın stratejik çıkarlarının ön plana çıkması ve ikili sıcak bağların teyidi bağlamında önemliydi.
- Çin
Çin ile 2020’de yeniden alevlenen sınır anlaşmazlığı beşinci yılında. İkinci döneminde çok enerji harcayan Modi’nin üçüncü dönem hükümeti için sorunu tamamen çözme görevi zor. Hindistan, sınır durumu normale dönene kadar ticaret başta tüm ilişkilerin iyi olamayacağını savundu. Aslında gerilimi azaltmak istiyor. İstikrar istiyor. Ama şu anda sınırda 50-60 bin civarı asker konuşlanmış durumda. Bu da sınırın her iki tarafından da uzaklaşmanın zaman alacağı anlamına geliyor. BRICS Zirvesi’nin hemen öncesinde duyurulan sınır devriye anlaşması ve 5 yılın ardından Modi ve Xi’nin BRICS Zirve marjında görüşme sağlaması son beş yılda son derece önemli ve olumlu gelişmeler. Ancak iki ülkenin sınır sorunu öyle ha deyince çözülebilecek bir sorun değil… Açıkçası tam anlamıyla çözülebilecek bir sorun da değil…
3-4. Batı ülkeleri – Amerika ve Avrupa
Hindistan artık Amerika, Avrupa, Japonya ve Avustralya ile güçlü stratejik bağlar geliştirmiş durumda. Hindistan ve Amerika arasındaki 4 savunma anlaşması ayrıca önemli: 2016 Lojistik Değişim Mutabakat Zaptı, 2018 İletişim Uyumluluğu ve Güvenlik Anlaşması, 2019 Endüstriyel Güvenlik Anlaşması ve 2020 Temel Değişim ve İşbirliği Anlaşması. Hindistan’ın Amerika ile ilişkisinin hem Demokratlardan hem de Cumhuriyetçilerden destek alıyor olması nedeni ile ikili ilişkilerde Amerikan Başkanlık seçimlerinin sonuçlarından marjinal bir etki zaten beklenmiyordu ama Modi’nin sinerjisinin yeniden seçilen Başkan Trump ile daha uyumlu olduğunu vurgulamak önemli…
Bununla beraber, Hindistan’ın Fransa ve Almanya gibi Avrupa ülkeleri ile ekonomik ve siyasi bağları gelişti. İngiltere, Hindistan ile bir serbest ticaret anlaşması imzalamaya uzun süredir yoğun ilgi duyuyor. Ayrıca Avrupa Birliği de serbest ticaret anlaşması imzalamaya uzun süredir istekli. Öte yandan, Khalistan ayrılıkçısı Gurpatwant Singh Pannun’a suikast planı yapıldığı iddiası, Batı ile önemli bir çekişme noktası. Bu bizi Hindistan-Kanada ilişkilerine yönlendiriyor.
- Kanada
Hindistan-Kanada ilişkileri geçen yıl Başbakan Trudeau’nun Hindistan’ı Khalistan ayrılıkçısı Hardeep Singh Nijjar’ın öldürülmesinde parmağı olmakla suçlamasından bu yana ciddi sallantıda. Ve ikili ilişkilerin en azından 2025 Kanada seçimlerine kadar kötü kalması kuvvetle muhtemel…
5 Jeopolitik Zorluk
Hindistan dış politikasının uluslararası sahnede en az beş jeopolitik zorluğun üstesinden gelmesi gerekiyor:
- İdeolojiden çok, çıkar odaklı yaklaşım gerektiren büyük güç rekabetinin geri dönüşünü karşılamaya hazır olmak gerekiyor.
Bir yanda Batı, diğer yanda Çin ve Rusya arasında yenilenen çatışma, uluslararası ilişkilerin yürütülmesinde farklı dış koşullar yaratmaya başladı. Hindistan özelinde bu, 1991’deki deneyiminden daha dar bir alan sunuyor. Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle damgasını vuran Soğuk Savaş’ta Hindistan, tüm büyük güçlerle etkileşim kurabilecek alana sahipti. Hindistan’ın rakip güçler arasındaki “Bağlantısızlık” politikasını tüm büyük güçlerle işbirliği yapmaya olanak tanıyacak biçimde “Çoktaraflılık” fikriyle güncelleyebileceği varsayılmıştı. Ancak büyük güçler birbirleriyle iyi geçindiği sürece politikanıza hangi ismi verdiğiniz çok da dikkate alınmıyor. Asıl önemlisi, büyük güçler arasındaki çatışmanın yoğunlaştığı an ki aktörlerin her biriyle istediğinizi diğeriyle herhangi bir maliyete katlanmadan yapabilme özgürlüğünüz azalmaya başlar…
- Küresel ekonominin değişen yapısının yurtiçinde doğurduğu daha fazla reform talebini karşılayabilmek gerekiyor.
1990’ların başında Hindistan ekonomik küreselleşme mantığını benimseyebilmiş, uyum sağlayabilmişti ancak günümüz konjonktürde jeopolitiğin küresel ekonomi üzerindeki etkisi söz konusu ve bununla baş edilebilmeli. 2019’da Hindistan, Asya çapındaki serbest ticaret müzakerelerinden (RCEP) kendi çekinceleri özelinde çekildikten sonra ekonomik küreselleşme inancında kopukluk yaşadı. Ancak beraberinde büyük Batı ekonomilerinin Çin’e bağımlılığı azaltma çabaları, Hindistan’ın jeoekonomik konumunu geliştirme fırsatları için yeni kapı açtı. Ama Hindistan buna soğuk bakıyor. Serbest ticaret noktasında daha güvenilir coğrafyalar, dayanıklı tedarik zincirleri ve stratejik ortaklar görüşünden vazgeçmek istemiyor ancak henüz bunun pratikte ticari işbirliği açısından somut sonuçlara dönüştürülmesi zor. Kritik başka konu, 2024 genel seçimlerin getirdiği koalisyon hükümeti, yeni küresel dinamikle başa çıkmak için ihtiyaç duyulan reformlara yönelik ekstra kaygılar doğurdu ki bunda iç ekonomik dönüşümü sürdürme isteği ve yeteneği belirleyici olacak ama henüz somut bir eğilim görülmedi…
- Büyük güç rekabetinin ayrılmaz parçası olarak ortaya çıkan ve küresel gücün yeniden dağıtılmasına işaret eden teknolojik devrime ayak uydurmak gerekiyor.
Bu, Hindistan için bir yandan ileri teknolojik gelişimin hızlandırılmasına kapı açıyor ise bir yandan Hindistan’ın devlet tekellerinin egemenliği altındaki gelişmiş bilim ve teknoloji sektörünün modernizasyonu ihtiyacını açığa çıkarıyor. Haziran sonlarında iki ülkenin ulusal güvenlik danışmanlarınca gözden geçirilen Amerika ile kritik ve gelişen teknolojiler girişimi (iCET) fırsat olarak değerlendirilebilir. Ocak 2023’te duyurulan iCET kapsamında iki ülkenin uzay, yarı iletkenler, ileri telekomünikasyon, yapay zeka, kuantum, biyoteknoloji ve temiz enerji dahil kilit teknoloji sektörlerinde stratejik işbirliğini derinleştirme ve genişletme yönünde önemli adımları söz konusu. Ancak iCET toplantısının ardından Delhi’de brifing veren ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Campbell’in sözlerinden anlaşıldığı üzere teknoloji konularına ilişkin Amerika tarafının samimi Hindistan-Rusya bağlarından kaygı duyduğunu ve bu noktada Hindistan’dan taviz beklendiğini vurgulamak gerekiyor…
- Eski bölgesel kategorileri aşındıran yeni bölgelerin yükselişine uyum sağlanması, bu bölgelerin ayrı varlıklar olarak görüldüğü eski mental haritaların silinmesi gerekiyor.
Güney Asya ve Güneydoğu Asya gibi geleneksel olarak tanımlanmış birçok bölgenin sınırlarını aşan Hint-Pasifik jeopolitik anlatısının ortaya çıkışı buna en somut ve güncel örnektir. Körfez’in finansal gücü, Afrika’nın hızlı ekonomik büyümesi ve Avrupa’nın güneye uzanması yeni fırsatlar doğuruyor. Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoru (IMEC) böyle bir fırsatın ürünü. Eylül 2023’te duyurulan IMEC kapsamında Hindistan’ın Körfez ve Avrupa’ya bağlantısı sağlanarak Asya, Ortadoğu ve Avrupa arasındaki ticaret bağlantılarının genişletilmesiyle ekonomik kalkınmanın teşviki söz konusu. Artık Afrika, Güney Avrupa ve Ortadoğu ülkelerine daha fazla diplomatik, politik, ekonomik ve güvenlik kaynakları ayırmak gerekecektir…
- Yükselişe ilişkin “abartılı” retoriğin yumuşatılması gerekiyor.
Geçen yıl Hindistan’ın demografik, ekonomik ve uzay temelli sıçrama haberleri büyük yankı uyandırdı. En kalabalık ülke ve artık demografik güç, beşinci büyük ekonomi ve hızla büyüyen ekonomik güç, aya adım attı ve artık uzay gücü. Üçüncü büyük ekonomi olma yolundaki Hindistan’ın hızla geliştiğine kuşku yok. Ama 3,5-4 trilyon dolarlık toplam GSYİH’sı kişi başına düşen GSYİH’sının ancak 2,5 bin doların biraz üzerinde olduğu gerçeğini gölgelememeli. Hindistan’ın büyük gelişimsel zorlukları olduğu kadar büyük eşitsizlik sorunu da var. Aslında daha birçok sorunu var. Gücün abartılması ve mevcut zorlukların küçümsenmesi ancak jeopolitik kibre ve politika oluşturmada kayıtsızlığa yol açar, bu da günün sonunda öznenin kendisine pahalıya mal olabilir…
Son Sözler
Delhi için ideal senaryo, içişleri hakkında ders verilmeden Hindistan’ın çıkarlarını güvende tutmak ve Batı sermayesi ile teknolojisinden yararlanmaktır. Ancak Amerika özelinde Hindistan’ın güven problemi yaşadığı bam teli tam da bu noktada ortaya çıkıyor ki hem Delhi hem Washington’daki bazı lobilerin uğraşlarına karşın Amerika hiçbir zaman tam anlamıyla Hindistan’ın “dostu” olarak algılanmayacaktır. Yakın zamanda ABD Dışişleri Bakanı Blinken şunları söylemişti: “Hindistan’da din değiştirme karşıtı yasalarda, nefret söyleminde, azınlık inanç topluluklarının üyelerine ait evlerin ve ibadet yerlerinin yıkılmasında kaygı verici artış görüyoruz.” Bu aslında Hindistan’ın Rusya tutumuna karşı Amerika’nın bir çeşit cezalandırma taktiği ve Delhi çevreleri bu tür bir ders verme taktiğini “saldırgan” olarak niteliyor, Hindistan demokrasisine saygı duyulmadığının ve içişlerine müdahale edildiğinin tepkisini veriyor. Bu arada ayrıca yeniden seçilen Trump ile Hindistan’ın iç siyasetine yönelik müdahale eğiliminde azalma bekleniyor olabilir, ancak bu kez de Trump başka sorunlarla gelecektir… (Ki bunu daha önce bu köşede tartıştık.)
2024’te Çin’in ekonomik toparlanması hala yavaş görünüyordu ve birçok gözlemcinin beklentilerini karşılamadı. Ancak, küresel açıdan bakıldığında, Çin dünyanın en büyük büyüme motoru olmaya devam ediyor.
Daha da önemlisi, Çin nihayet uzun süredir beklenen bazı kararlar aldı veya belirli koşullarda değişimler yaşadı. Bu adımlar gecikmiş gibi görünebilir, ancak kesinlikle çok geç sayılmaz.
- Ekonomik ve Mali Politikalarda Zamanında Düzenlemeler
2024’te Çin, zorunlu karşılık oranlarının düşürülmesi, altyapı yatırımlarının artırılması ve küçük ve orta ölçekli işletmelerin gelişiminin desteklenmesi gibi bir dizi destekleyici ekonomik ve mali politika açıkladı.
Borsa hızla toparlandı, büyük şehirlerde gayrimenkul piyasası istikrara kavuştu, imalat PMI yeniden büyüme alanına girdi ve tüketici pazarı kademeli olarak toparlandı.
Sermaye piyasalarına olan güvenin tamamen geri kazanılıp kazanılmadığı belirsizliğini koruyor. Ancak yıl sonunda hükümet, 14 yıl aradan sonra ilk kez “ılımlı gevşek para politikası” kavramını yeniden gündeme getirdiğinden, 2025 yılı umut verici görünüyor.
Bu politikalar pandeminin hemen ardından uygulansaydı, etkileri daha büyük olabilirdi. Yine de, Batı’da finans politikalarındaki aşırı parasal genişlemenin olumsuz sonuçları Çin’de sıklıkla “susuzluğu gidermek için zehir içmek” deyimiyle tanımlandı.
Bu bağlamda, Çin Komünist Partisi’nin tereddütü anlaşılabilir. Neyse ki, değişim çok geç gelmedi.
- Emeklilik Yaşının Kademeli Olarak Ertelenmesi
Uzak vadeli etkileri olan bir diğer konu ise Çin’in emeklilik yaşını geciktirme yaklaşımı oldu. Çin’i uzun süredir takip edenler, 1,4 milyar nüfusu yaşlanan bir topluma dönüştürmenin büyük bir zorluk olduğunu bilirler.
Doğum oranlarının düşmeye devam etmesiyle, sözde demografik fırsat penceresi kayboluyor ve emeklilik sistemi üzerindeki baskı artıyor.
Son yıllarda emeklilik yaşının ertelenmesi Çin toplumunda geniş çapta tartışıldı. Diğer ülkelerde olduğu gibi, çoğu Çinli daha uzun süre çalışmaya hevesli olmasa da, bu uygulama kaçınılmaz hale geldi.
Kapsamlı kamu tartışmaları ve Çin Komünist Partisi’nin çeşitli görüşleri dikkate alması sayesinde, kademeli reformlar geniş çapta kabul gördü ve bazı gelişmiş ülkelerde görülen siyasi çıkmazlar veya sokak protestoları önlendi.
Çin Komünist Partisi bu reformu daha erken ve daha kararlı bir şekilde uygulayabilirdi, ancak yaygın tartışmalar kamuoyunun kabulünü artırdı. Bu gecikmenin de kendi içinde bir değeri var.
- Bölgesel Diplomaside Stratejik Atılımlar
Çin, bölgesel diplomatik dinamiklerde uzun süredir beklenen değişimlere tanık oldu.
Karmaşık bir jeopolitik ortamda, Çin esas olarak Japonya, Hindistan ve Avustralya ile ilişkileri yumuşatmaya çalıştı. Böylece iç meselelere ve ABD ile rekabete odaklanabilecekti. Ancak, ilk iki alandan farklı olarak, bu durum diğer ülkelerin “iş birliğini” gerektirdi.
Bir yandan, bu yıl yaşanan değişiklikler Çin’in yumuşak ve sert politikalarla yürüttüğü tutarlı çabaların bir sonucudur; diğer yandan, Donald Trump’ın ABD başkanı olarak seçilmesi de rol oynadı. Sonunda bu ülkeler, Çin’e yönelik tutumlarını fark edilir şekilde değiştirdiler.
Sino-Hint sınır sorunu bir kez daha etkili bir şekilde yönetildi, Japonya Dışişleri Bakanı Çin’e yönelik olumlu açıklamalarda bulundu ve Çin-Avustralya ilişkileri bazı dalgalanmaların ardından normale döndü, bu da her iki ekonomiye fayda sağladı. Bu diplomatik atılımlar, Çin için daha elverişli bir bölgesel ortam yarattı.
Bu değişikliklerin daha erken olması daha iyi olurdu, ancak mevcut sonuçlar yine de oldukça tatmin edici.
Özellikle 2024 yılı sonunda Mao Zedong’un doğum yıldönümünde Çin, dünyanın ilk iki altıncı nesil savaş uçağı olduğuna inanılan iki yeni savaş uçağını test uçuşuna soktu. Bu çığır açan olay, Çin’in ileri savaş uçağı teknolojisinde Batı’nın önüne geçtiğini gösterdi.
Aynı gün, yapay zeka şirketi DeepSeek, DeepSeek-V3 adlı yeni model serisinin ilk versiyonunu resmen tanıttı ve aynı anda açık kaynak olarak yayınladı. Açık kaynak modeller arasında test performansı birinci sırada yer aldı ve birçok açıdan kapalı kaynaklı büyük modellerle eşleşti. Hesaplama maliyetinin ise “GPT-4’ün sadece 1/100’ü” olduğu bildirildi.
Bu başarılar daha erken ortaya çıksaydı, ABD’yi Çin ile eşit diyalog ve “sağlıklı rekabet” konusunda daha ciddiye almaya teşvik edebilirdi.
Ancak şu anda bile çok geç değil – özellikle yeni ABD başkanı göreve başlamadan önce. Belki de durumu anlayacaktır.
Belarus’ta seçimler yaklaşırken Batı yanlısı muhalefet ne diyor?
Hindistan dış politikasında 5 kritik aktör, 5 jeopolitik zorluk
Venezuela’da ‘Turuncu Devrim’ senaryosu
Polonya’nın AB Dönem Başkanlığı Başlıyor: ‘Güvenlik ve Savunma’
Popülizm yılı
Çok Okunanlar
-
DÜNYA BASINI6 gün önce
Birbiri ardına yaşanan uçak kazaları: Neler oldu?
-
SÖYLEŞİ2 hafta önce
‘Trump ABD’yi Suriye’den çıkarmak istiyor’
-
ASYA2 hafta önce
Bakü’den Grozni’ye giden bir yolcu uçağı Kazakistan’da düştü
-
ORTADOĞU1 hafta önce
HTŞ’nin Şam Valisi Mervan: İsrail ile sorunumuz yok, belki korktukları için Suriye’yi biraz bombalamışlardır
-
ORTADOĞU1 hafta önce
FT, “İsrail öncülüğünde Orta Doğu’nun yeniden şekillendirilmesini” yazdı
-
AMERİKA2 hafta önce
Morgan Stanley’in Kasım 2024 raporundan: Türkiye’de asgari ücrete %30 zam bekliyoruz
-
AMERİKA1 hafta önce
BYD, “zorla çalıştırma” iddialarının ardından Brezilya’daki taşeronu kovdu
-
SÖYLEŞİ6 gün önce
‘Nihai barıştan bahsetmek için henüz erken’