Bizi Takip Edin

AVRUPA

Britanya’nın yeni savunma konsepti belgesi: Rusya en acil tehdit

Yayınlanma

Birleşik Krallık Savunma Bakanlığı, ‘Savunma Bakanlığının daha çatışmalı ve istikrarsız bir dünyaya yanıtı’ başlıklı ‘Savunma Komuta Belgesi’ni (DCP23) yayınladı.

Belgenin bu yılın başlarında Rusya’yı güvenliği için en ciddi tehdit olarak tanımlayan, Çin’i uzun vadeli sistemik bir sorun olarak kabul eden ve daha hasmane bir uluslararası sistem öngören Entegre Gözden Geçirme Raporu’nun (IRR) yayınlanmasının ardından gelmesi dikkat çekti. Raporda esas öncelik açık bir biçimde Çin’den önce Rusya’ya ve bu ülkeye verilecek yanıta tanınıyor. Avro-Atlantik bölgesine ve Birleşik Krallık’a yönelik en doğrudan tehdidin de Rusya’dan geldiği öne sürülüyor.

DCP23, Britanya Silahlı Kuvvetleri’nin nasıl modernize edileceğini ve değişen küresel resme nasıl uyum sağlayacağını ana hatlarıyla ortaya koyuyor ve özellikle bilim ve teknolojiye yatırıma öncelik vereceğini ilan ediyor.

97 sayfalık belgede, sonbaharda açıklanan savunmaya yatırım artışına ilaveten, stoklara ve mühimmatlara 2,5 milyar sterlin daha yatırım yapılacağı belirtiliyor.

Birleşik Krallık’ın dünyanın herhangi bir yerindeki olaylara ‘ilk müdahale etmesi’ni gözeten, konuşlandırılmış ve yüksek hazırlıklı kuvvetlerini bir araya getiren ve tüm alanlardaki yeteneklerden yararlanan bir Küresel Müdahale Gücü oluşturulması da tasarlanıyor.

Savunma, savaş alanında üstünlük sağlamak için robotik, insan güçlendirme, yönlendirilmiş enerji silahları ve gelişmiş malzemeler gibi alanlarda kapasitenin geliştirilmesi için n bilim ve teknoloji yatırımları da artırılacak. Bu kapsamda, savunma sanayisi ile daha derin ilişkilerin kurulması da planlanıyor. İhtiyaçlara göre mali esneklik ve stratejik iletişimin erken safhalarda kurulması da bu planın parçaları arasında. Belge, ‘daha cazip ve rekabetçi bir teşvik paketi sunarken ordu, Kamu Hizmeti ve sanayi arasındaki akışkanlığı artıran yeni bir istihdam modeli ve beceri çerçevesi’ de çizilmesi gerektiğine işaret ediyor. 

Savunma Bakanı Ben Wallace da belge hakkında yaptığı açıklamada, Ukrayna savaşı sonrası dünyaya dikkat çekerek, “Bu Savunma Komuta Belgesi stratejik yaklaşımımızı keskinleştirecek ve Birleşik Krallık’ın askeri kabiliyette ön saflarda yer almasını ve NATO’da lider bir güç olmasını sağlayacaktır,” dedi.

‘Bilim, teknoloji, inovasyon’ vurgusu: Merkezileşme hedefi

Birleşik Krallık’ın ‘teknoloji merkezli bir yaklaşımın en ileri noktasında kalmasının gerektiğini’ savunan DCP23, gelişmiş Ar-Ge faaliyetlerine 6,6 milyar sterlinden fazla yatırım yapmayı hedefliyor. Ayrıca, gelişen güvenlik zorlukları ve gelecekteki teknolojik ilerlemeler için kilit öneme sahip olan alanlarda ‘kurum içi yetenekler’e yapılan yatırımlar da artırılacak.

Üniversiteler ve sanayi ile ilişkilerini güçlendirmeyi ve bu sektörlere yaptığı yatırımları artırmayı planlayan İngiliz ordusu, ‘devlet-sanayi- akademi’ üçlüsünden oluşan bir işbirliği ekosistemi kurarak ‘tek bir sistem oluşturma’ arzusunda olduğunu dile getiriyor.

“Devlet ve sanayi arasındaki entegrasyon, savaş gücünün sürdürülmesi, yeni teknolojilerin geliştirilmesi ve kullanılması ve savaşı sürdürmek için ihtiyaç duyduğumuz ekipmanın üretilmesi için esastır,” denilen belgede, savunma tedarikçilerinin dezavantajlı duruma düşmemeleri için, sanayi ve hem İngiltere’nin hem de dünyanın ‘mali başkenti’ City of London ile birlikte çalışacağına vurgu yapıyor. Bu bağlamda, özel sermaye ve risk sermayesi topluluklarıyla daha yakın çalışmak, özel yatırımları çekmek ve yeni ulusal güvenlik ve savunma şirketlerini büyütmek için mevcut ilişkilerin geliştirilmesi anlamına da geliyor. Britanya ordusunun, savunma bakanlığının ve savunma sanayisinin Pentagon-Silikon Vadisi arasındaki ilişkiye benzer bir işbirliğine gitmesi hedefleniyor gibi görünüyor.

Nükleer kapasite

DCP23’te, nükleer kuvvetlerin modernizasyonu için önümüzdeki iki yıl içinde 3 milyar sterlinlik uzun vadeli yatırımla desteklenen ve sonraki üç yıl içinde 6 milyar sterlinlik bir program taahhüt edildiği hatırlatılıyor.

Ukrayna savaşının nükleer ya da konvansiyonel açıdan güvenilirliğin önemini hatırlattığını kaydeden bakanlık, Avustralya ve ABD ile kurulan AUKUS paktının da nükleer güçlü çalışan konvansiyonel silahlarla donatılmış denizaltı kapasitesini güçlendirmeyi hedeflediğine dikkat çekiyor.

Belgede dikkat çeken kısımlardan biri de, Londra’nın nükleer kapasite gelişimini özünde ‘ulusal’ bir çaba olarak görmesi: “Nükleer girişimin başarısı gerçekten ulusal bir çaba olmaya devam etmektedir. Birleşik Krallık’ın savunma amaçlı nükleer girişimini hayata geçirmek üzere, beceriler, kabiliyetler, Ar-Ge ve altyapı konularında işbirliği için uygun fırsatlardan yararlanmak ve endüstri ve akademi dünyasına tutarlı bir talep sinyali sağlamak da dâhil olmak üzere, hükümetler arası işbirliğini geliştirmek için proaktif olarak fırsatlar arayacağız. Birleşik Krallık’ın kabiliyetlerini güçlendirmek ve dayanıklılık kazandırmak için gerekli yeniden sermayelendirme programlarını ortaya koymak ve insanlar ve uzmanlık becerilerine yönelik güncellenmiş bir yaklaşım sağlamak üzere bir Savunma Nükleer Stratejisi yayınlayacağız.”

Atlantik, Arktik ve Hint-Pasifik’in entegrasyonu

DCP23’te dikkat çekici yönlerden biri de Birleşik Krallık ordusunun farklı coğrafi alanları birbirine entegre bir askeri faaliyet alanı olarak kurgulaması.

AUKUS’u küresel bir pakt olarak düşünen İngiliz ordusu, bu kapsamda  kapasitelerinin sadece Hint-Pasifik’te faaliyet göstermekle kalmayacağını, Avrupa’da NATO’ya katkısını da güçlendireceğini ve ‘Yüksek Kuzey’ olarak da adlandırılan geniş Arktik bölgesinde faaliyet göstermeyi de sağlayacağını vurguluyor.

AUKUS kapsamında nükleer caydırıcılığını da artırmak isteyen Londra, bu kapsamda Avustralya ordusunu eğiteceğini de duyuruyor. Hint-Pasifik’te Avustralya ile birlikte Yeni Zelanda da Birleşik Krallık’ın savunma stratejisi içerisinde önemli bir yer kaplıyor. Yeni Zelanda ‘Beş Göz’ adı verilen istihbarat grubu içerisinde de yer alıyor. Beş Göz’de Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri yer alıyor.

Yine AUKUS ile birlikte ülkelerin savunma sanayilerindeki tedarik zincirlerinin entegrasyonu da hedef olarak belirleniyor. İngiliz ordusu, bu entegrasyon ile birlikte enflasyonist baskıların da üstesinden gelinebileceğini düşünüyor.

Hint-Pasifik ve ötesi

Belgede, Hint-Pasifik bölgesinin Britanya ordusunun odaklanması gereken esas coğrafya olmaya devam edeceği vurgulanıyor. Dünyadaki ekonomik büyümenin yarısının, 2050 yılına kadar bu bölgeden geleceğine de dikkat çekiliyor.

Britanya ordusu bu kapsamda 2021 yılından bu yana bölgedeki kalıcı varlığını artırdığını belirtiyor. Ordu, İki Açık Deniz Devriye Gemisini kalıcı olarak Hint-Pasifik bölgesine konuşlandırdı. Bölgeye 2021 yılında uçak gemisi HMS Queen Elizabeth ve Taşıyıcı Taarruz Grubu’nun gönderildiği de hatırlatılıyor.

Hint-Pasifik’te yakın müttefikler olarak Avustralya ve Yeni Zelanda’nın yanı sıra Japonya da sayılıyor. İki ülke, ‘güvenlik sorunlarına ortak bir yaklaşım ve açık bir uluslararası düzene bağlılık’ ile birbirine bağlı görünüyor.

Diğer dikkat çekici ortak ise Hindistan. Bu ülke ile olan bağların geliştiğine dikkat çeken DCP23, “Batı Hint Okyanusunda birlikte çalışma niyetindeyiz ve Hindistan’ın daha çatışmalı ve istikrarsız bir dünyaya yanıt olarak küresel sahnede oynayacağı önemli rolün de farkındayız,” diyor.

Öte yandan ‘Çin’in hızlı askeri modernizasyonu ve Hint-Pasifik bölgesinde artan iddiasının’ giderek daha büyük bir sorun teşkil ettiği ileri sürülüyor. Belgede Tayvan’dan yalnızca bir kez bahsedilmesi ise dikkat çekici.

Ortadoğu ve Afrika ile ‘tarihsel bağlara’ dikkat çeken DCP23, Latin Amerika ve Karayipler’in, özellikle de Brezilya, Şili ve Uruguay ile olan ‘stratejik diyalog’un öneminin altını çiziyor. Ortadoğu’da ise Britanya’nın temel askeri müttefikleri Körfez İşbirliği Teşkilatı devletleri ve İsrail olmaya devam ediyor.

AVRUPA

CDU’dan Les Républicains’e “Le Pen” desteği

Yayınlanma

Alman Hıristiyan Demokratlarının (CDU) dış politika sözcüsü Jürgen Hardt Euractiv’e yaptığı açıklamada, CDU’nun, aynı AP grubunda yer aldıkları Fransız muhafazakâr partisi Les Républicains’in (LR), Fransız yasama seçimlerinin ikinci turunda Ulusal Birlik ile sol koalisyon Yeni Halk Cephesi’nin karşı karşıya gelmesi halinde cordon sanitaire (güvenlik kordonu) çağrısında bulunmama kararını anlayışla karşıladığını söyledi.

Hardt, “Les Républicains’in mevcut durumda ne Rassemblement National’i [Ulusal Birlik] ne de radikal solu destekleyemeyeceğini anlayabiliyorum, zira her iki kamp da devlet için bir tehdit oluşturuyor,” dedi.

Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un geçtiğimiz ay yapılan Avrupa seçimlerinde RN karşısında aldığı ağır yenilginin ardından yapılan erken genel seçimlerin pazar günkü ilk turunda muhafazakâr LR sadece %6,57 oy alabildi.

Bir zamanlar ülkenin en büyük sağ partisi olan LR, RN ile Macron’un Rönesans hareketi arasında kalarak yıllar içinde siyasi zemin kaybetti.

Cumhurbaşkanının Ulusal Meclisi feshedeceğini ve yeni seçimlere gidileceğini açıklamasından birkaç gün sonra, partinin lideri Eric Ciotti’nin diğer LR yetkililerine danışmadan RN ile bir seçim anlaşması yaptığını açıklamasıyla parti fiilen ikiye bölündü.

Bu durum CDU’nun müttefiklerinin, her ikisinin de üyesi olduğu “merkez sağ” Avrupa Halk Partisi’nden (EPP) ihraç edilebilecekleri uyarısında bulunmalarına yol açtı.

Pazar günü RN’nin ilk turda tarihi bir üstünlük sağlamasının ardından LR üyeleri ikinci tur için herhangi bir oylama talimatı vermeme konusunda da anlaştı.

RN adayının Yeni Halk Cephesi’nden başka bir adaya karşı yarışması durumunda muhafazakârlar “aşırı sağcı” adaya karşı oy verme çağrısı yapmayacaklar, yani cordon sanitaire artık bir parti politikası değil.

Hardt böyle bir stratejinin “anlaşılabilir” olduğunu söylerken, kararı seçmenlere bırakmak ile aşırı sağa açıkça oy verilmesi çağrısında bulunmak arasında ayrım yaptı.

Sözcü, “LR, RN’nin ikinci turda seçilmesi için çağrıda bulunsaydı, EPP’deki konumlarının ciddi bir şekilde sorgulanması gerekirdi,” dedi.

LR’nin önde gelen AP üyesi, aynı zamanda geçen hafta EPP grubunun başkan yardımcısı ve parti saymanı seçilen François-Xavier Bellamy, kampanyanın başlarında “aşırı sağı” hiçbir zaman açıkça desteklememiş olmasına rağmen “elbette RN’yi sola tercih edeceğini” söylemişti.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Orbán FT’ye yazdı: Avrupa’yı yeniden rekabetçi yapmak istiyoruz

Yayınlanma

Macaristan Başbakanı Viktor Orbán, ülkesinin Avrupa Birliği Bakanlar Konseyi dönem başkanlığını üstlenmesinin ardından Financial Times (FT) için bir yazı kaleme aldı.

“İki dönem başkanlığımız arasında üstlendiğim başbakanlık görevim sırasında, Avrupa’nın rekabet gücünün erozyonuna tanıklık etmek için eşsiz bir bakış açısına sahip oldum,” diyen Macar lider, 1990’larda “Avrupa entegrasyonu”nun mimarlarından Alman lider Helmut Kohl’ün, Avrupa’nın siyasi hayatta kalmasının iktisadi rekabet gücünü korumasına bağlı olduğuna yönelik düşüncesini hatırlattı.

AB’nin rekabet gücünü kaybetmesinin son yıllarda giderek artan bir eğilim haline geldiğini savunan Orbán, bu düşüşü, Brüksel’in “dünya ekonomisinin gerçeklerine ters düşen yanlış yönlendirilmiş kararlarına” bağladı.

Brüksel’in, ilgili sanayilere yeterince danışmadan “kendi ideolojik hedeflerini” dayattığı yeşil dönüşümün bunun başlıca örneği olduğunu öne süren Macar lider, “Enerji fiyatlarının ABD’dekinden üç ila beş kat daha yüksek olması nedeniyle Avrupalı şirketler rekabet güçlerini kaybetmekte ve fonlarını inovasyon yerine elektrik faturalarına ayırmak zorunda kalmaktadır,” dedi.

Macaristan Başbakanı, Avrupa’nın özellikle elektrikli araç geliştirme ve üretimine vurgu yaparak, yeşil endüstride liderliği hedeflemesi gerektiğinin açık olduğunun altını çizdi. Fakat Orbán’a göre, “endüstriyel paydaşları engelleyen ve vatandaşlara yük getiren düzenlemelerin dayatılması artık sürdürülebilir değildir.”

Macar lider, çiftçiler için de üretim maliyetlerinin önemli ölçüde arttığına ve giderek daha karmaşık hale gelen yeşil yükümlülükleri yerine getirmek zorunda olduklarına işaret etti.

İşletmelerin de giderek ağırlaşan vergi yükleriyle karşı karşıya kaldığını savunan Macar lider, OECD’nin küresel asgari kurumlar vergisinin ocak ayında yürürlüğe girmesinin “feci bir başarısızlık” olduğunu, tüm AB üye ülkeleri de dahil olmak üzere yaklaşık 140 ülkenin bu anlaşmaya katılmış olmasına rağmen, ABD, Çin ve Hindistan gibi önemli rakiplerin henüz bu anlaşmayı kabul etmediğini vurguladı.

Orbán, “Avrupa çok daha az cazip bir yatırım yeri haline geldi, hatta Avrupalı şirketleri başka pazarlara taşınmayı düşünmeye sevk etti. Başlıca AB ülkelerindeki ekonomik büyüme bu yıl ancak %1’e ulaşırken, ABD’nin yaklaşık %3, Çin’in %5’e yakın ve Hindistan’ın neredeyse %7 oranında büyümesi bekleniyor. Zaman içinde daha da geride kalacağız,” diyerek “acil bir rota düzeltmesi” çağrısında bulundu.

Macaristan’daki kendi deneyimlerine göre, ekonomik başarının “rekabet ve iş dostu bir ortam” gerektirdiğini savunan Başbakan, hükümetinin yaptıklarını şöyle sıraladı: düz oranlı kişisel gelir vergisi; AB ülkeleri arasında en düşük kurumlar vergisi; ticaret ve yatırım ilişkilerini çeşitlendirerek Asya-Pasifik’teki ortaklar ile teknoloji ve inovasyon işbirliği. Orbán, bu sayede geçtiğimiz yıl Macaristan’a rekor düzeyde doğrudan yabancı yatırım girişi olduğunu yazdı.

Avrupalı mevkidaşlarını, sağlıklı rekabetin yanı sıra en iyi teknolojilerle işbirliğinin daha fazla büyümeye yol açacağına ikna etmeyi amaçladıklarını söyleyen Orbán, “Özellikle de başlıca sanayi paydaşlarıyla işbirliği içinde yeni bir yeşil sanayi stratejisi öneriyoruz,” dedi.

Avrupa ekonomisinin ana oyuncularının ticaret savaşı yoluyla rekabetten korunmak istemediklerini bildiklerini de söyleyen Macar lider, amaçlarının şirketlerin uygun fiyatlı, güvenli enerjiye erişimini ve asgari idari yüklerle rekabete girebilmelerini sağlayarak “iş dostu bir ortam” oluşturmak olduğuna işaret etti.

Orbán makalesini şöyle bitirdi:

“Açık bir ekonomi ve uluslararası işbirliğini teşvik ederken Avrupa’nın ekonomik genişlemesini yeniden başlatacak yeni bir rekabetçilik anlaşmasını müzakere etmeyi hedefliyoruz. Dış sınırların korunmasının önemini ve bu amaçla AB fonlarının gerekliliğini vurgulayarak, başlıca menşe ve transit ülkelerle yakın bir şekilde çalışarak yasadışı göçü engellemek istiyoruz. Ayrıca, bölgeler arasında daha fazla yakınlaşma sağlamak üzere uyum politikasının geleceğini şekillendirmeye çalışıyoruz. Son olarak, çiftçi odaklı bir AB tarım politikasının temellerini oluşturmayı hedefliyoruz.

Macaristan’ın rekabetçilik stratejisinin Alman-Fransız büyüme ve rekabetçilik gündeminden ilham aldığı bir sır değil. Dolayısıyla Berlin ve Paris’in Roma ile birlikte Macaristan dönem başkanlığının girişimlerini desteklemesi şaşırtıcı değildir. Rekabetçi bir Avrupa’nın tüm üye devletlerin çıkarlarına hizmet edeceğine inanıyoruz. Macaristan son derece aktif bir AB dönem başkanlığı için hazırlanıyor. İdeolojik anlaşmazlıkları bir kenara bırakıp Avrupa’nın motorunu çalıştırmanın zamanı geldi. Gelin Avrupa’yı yeniden rekabetçi hale getirelim.”

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Alman sanayisi silah sektörüne yöneliyor

Yayınlanma

Ukrayna savaşının ardından silah endüstrisine tedarik sağlama konusundaki yaygın tabuyu yıkarak askeri teçhizat ve hizmet sektörüne giren Alman şirketlerinin sayısı giderek artıyor.

Financial Times’ta (FT) yer alan haberde, askeri ekipman ve hizmetine yönelik üretim ve yatırımda yaşanan artışa işaret ediliyor. Örneğin motor üreticisi Deutz geçen hafta motosiklet operasyonlarının yanı sıra tank motorları da üretmeyi planladığını açıkladıktan sonra hisseleri yüzde 20’den fazla artış gösterdi.

Mühendislik grubu, Alman ekonomisinin bel kemiği olarak nitelendirilen Mittelstand şirketleri arasında savunma sözleşmeleri yasağını yeniden gözden geçiren ya da sona erdirenler arasında yer alıyor.

Nazi rejimi ile endüstriyel işbirliğinin mirası nedeniyle Alman iş dünyasının bir bölümü uzun süredir savunma sektörüyle ilişki kurmaktan kaçınıyor. Fakat Şubat 2022’den bu yana, lazer üreticisi Trumpf ve bileşen firması Hawe Hydraulik gibi ülkenin mühendislik tedarik zincirindeki bazı kilit oyuncular askeri sözleşmeleri hedeflerine koydu.

Alman ekonomisi: Avrupa’nın iktisadi motoru dağılıyor mu?

“Özgürlüğün gerekirse askeri yollardan savunulması…”

FT’ye konuşan siyaset bilimci ve Alman Dış İlişkiler Konseyi’nin eski direktörü Cathryn Clüver Ashbrook, savunma sektörüne ilişkin uzun süredir devam eden tutumların hızla değiştiğini söyledi ve “Avrupa kıtasında üç yıl süren savaşın ve ağır ekonomik kayıpların ardından Almanya tarihi bir değişim geçirmeye hazır görünüyor,” dedi.

Geçtiğimiz ay Kanada ordusuna 1.500 kamyon sevk etmek üzere yeni bir sözleşme imzaladığını duyuran Daimler, “Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlattığı saldırı savaşı, toplumumuzda özgürlüğün gerekirse askeri yollarla savunulması gerektiği konusundaki farkındalığı kesinlikle artırdı,” dedi.

Alman hükümeti ekonomide zorlanıyor: Hem Berlin’de, hem Brüksel’de gerilim

Savaş sanayisi artık “damgalanmıyor”

Savunma siparişleri üzerindeki yasağını 2022 yılında sona erdiren mühendislik şirketi Hawe Hydraulik’in başkanı Karl Haeusgen, Ukrayna savaşı ve ardından Avrupa’nın askeri harcamalarını artırma yönündeki baskısının savunma sektörü etrafındaki “damgalamayı” azalttığını söyledi.

Haeusgen, “Savunma tedarik zincirinin büyük bir kısmı üç ya da dört yıl öncesine göre tamamen farklı bir imaja sahip,” dedi.

Şirketin eskiden savunma sektörüne tedarik yapmama kuralı vardı, fakat şimdi yönetim kurulu düzeyindeki komitesi, araçlar ve gemiler de dahil olmak üzere askeri ekipmanlarda kullanılabilen valfleri ve pompaları için siparişleri değerlendiriyor.

FT: Alman KOBİ’leri alarm veriyor

“Sivil” üretim askeri üretim ile uyumlulaşıyor

Bu değişim aynı zamanda Alman endüstrisinin Çin’den gelen zayıf talep karşısında toparlanmaya çalıştığı bir döneme de denk geliyor. Gelişen savunma sektörünün aksine, ülkenin otomotiv endüstrisi elektrikli araçlara geçişin zor olduğu bir dönemde büyük çaplı işten çıkarmalar ilan etmek zorunda kaldı.

Alman Dış İlişkiler Konseyi’nden Christian Mölling, Almanya’nın, şirketlerin askeri üretim operasyonlarını sivil üretime dönüştürme ihtiyacıyla karşı karşıya kaldığı soğuk savaşın hemen ardından Avrupa’nın tersi bir durumla karşı karşıya olduğunu savundu.

Mölling, “Askeri dünyada daha verimli olmak için [sivil] üretim kapasitesini, teknolojiyi ve prosedürleri nasıl kullanabileceğinizi yeniden düşünüyorsunuz,” dedi.

AfD ve Almanya: Avrupa İhracatçılar Federasyonu mu?

İşgücü otomotivden savunmaya kayıyor

Dünyanın önde gelen otomotiv tedarikçilerinden biri olan ve 200.000 çalışanı bulunan Continental, kısa bir süre önce yüzlerce çalışanını Alman savunma şirketi Rheinmetall’e transfer etmek üzere bir plan başlatmıştı.

Rheinmetall yöneticilerinden Peter Sebastian Krause o dönemde yaptığı açıklamada Continental çalışanlarının şirkete “son derece değerli” beceriler kazandıracağını söylemişti.

Müşterileri arasında çip üretim ekipmanı şirketi ASML de dahil olmak üzere yarı iletken endüstrisi bulunan lazer üreticisi Trumpf, savunma sektörüne tedarik yasağını kaldırmayı düşünen bir başka şirket. 

Şirketin lazerleri Çin de dahil olmak üzere ihracat kısıtlamalarına tabi çünkü Alman hükümeti bunları hem sivil hem de askeri uygulamaları olan “çift kullanımlı” olarak değerlendiriyor.

Şirketin lazer operasyonları başkanı Hagen Zimer, savunma şirketlerinin şirketin lazerlerinin insansız hava araçlarını düşürmek gibi askeri kullanımlarına ilgi gösterdiğini söyledi. FT’ye verdiği demeçte lazerin güçlü bir savunma aracı olabileceğini belirten Zimer, bu teknoloji olmadan “savaş bölgelerinde 200 insansız hava aracından oluşan çok yönlü bir saldırıya karşı savunma yapmanın mümkün olmadığını” sözlerine ekledi.

Almanya’da sanayisizleşme tartışmaları üzerine bir değerlendirme

Lufthansa da askeri sanayiye adım attı

Havayolu grubunun yüzde yüz iştiraki olan ve aktif küresel filonun yaklaşık beşte birine hizmet veren Lufthansa Technik, geçen yıl resmi olarak bir askeri uçak servis bölümü kurdu. Hızla büyüyen bir iş kolu haline gelen birim, Almanya’nın Chinook helikopterlerinin ve F-35 savaş uçaklarının bakımına yardımcı olacak.

Lufthansa Technik yöneticisi Michael von Puttkamer, “Alman hükümetiyle olan ilişkimize dayanarak 2019’da savunmaya daha büyük bir adım atmaya karar verdik,” dedi ve askeri yeniden yapılandırılmaya ayrılan 100 milyar avroluk fonun “sektöre daha fazla adım atmak için bir fırsat olduğunu” sözlerine ekledi.

Puttkamer, “Savunmaya adım atmanın sadece büyük bir iş fırsatı değil, aynı zamanda Alman silahlı kuvvetlerimizin ülkemizi savunabilmesini desteklemek olduğunu düşünüyoruz,” dedi.

Tank parçaları üreticisi Renk’in CEO’su Susanne Wiegand, Almanya’da sivil ve savunma imalat sektörleri arasında artan “sinerjinin” her iki tarafa da fayda sağlayabileceğini söyledi.

Wiegand, “Bu, teknolojiyi daha da geliştirmenin harika bir yolu. Yenilikler askeri dünyadan geliyor ve sivil uygulamalara doğru yol alıyor ve bunun tersi de geçerli,” ifadelerini kullandı.

BASF CEO’su: Sanayinin AB ekonomisindeki payı küçülecek

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English