Diplomasi
Bu bir ‘haklıyken nasıl haksız çıkılır’ hikâyesi…

NATO tarihindeki en büyük skandallardan biri olan, Yunanistan’ın Türk jetlerine S-300 kilidi atması olayı sonrası Erdoğan’ın yaptığı “İzmir’i unutma…” ve “Adaları işgal etmeniz falan bizi bağlamaz… bir gece ansızın gelebiliriz…” açıklaması yeni bir tartışma açtı.
Ankara ile Atina arasındaki gerginliğin rutin sayılmasına ve yıllardır Ege hava sahasında süren “it dalaşı”na rağmen geçen hafta Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’de görev yapan Türk jetlerine S-300 radarlarını kilitlemesi alışıldık bir durum değil. Yunanistan bu adımıyla S-300’leri aktif hale getirdiğini açığa çıkarmış ve konuşlandırdığı yer açısından Ege’deki hava sahası sorununu Doğu Akdeniz’e taşımış oldu. Öte yandan bu cüretkâr ve provokatif adımıyla ne kadar ileri gidebileceğinin de ip ucunu verdi.
Gelişme üzerine, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 3 Eylül cumartesi günü Samsun’da katıldığı etkinlikte, Yunanistan’ı sert bir dille eleştirdi: “(FETÖ) Şimdi nerede? Pensilvanya’da. Kimin beslemesi? Amerika’nın. Kimin dost, kimin de karşımızda olduğunu iyi bilmemiz lazım. Şu anda bu Amerika, Dedeağaç’a, Yunanistan’a silahları gönderiyor mu? Uçakları gönderiyor mu? Oradan S-300’lerle bizi tehdide kalkışıyor mu? Ey Yunan, bak tarihe bak, tarihe dön, çok daha fazla ileri gidersen bunun bedeli ağır olur, ağır. Yunanistan’a bizim tek cümlemiz var, İzmir’i unutma. (…) Adaları işgal etmeniz falan bizi bağlamaz, vakti saati geldiğinde gereğini yaparız. Hani diyoruz ya, bir gece ansızın gelebiliriz. (…) Mücadelemiz zor olacak, çok fedakarlıklar gerektirecek ve bir bedeli olacak.”
‘İşgal edilen’ adalar hangileri
Erdoğan’ın açıklamasındaki “Bir gece ansızın gelebiliriz” cümlesi Yunanistan ve Batı’da çokça gürültü kopardı. Ancak daha dikkat çekici olan “işgal” açıklamasının üzerinde yeterince durulmadı. Önemli, çünkü bugüne kadar, Ege adalarının Yunanistan tarafından işgal edildiğine yönelik Türkiye’nin resmi bir söylemi olmadı. Türkiye hep, silahsızlandırılması koşuluyla Yunanistan’a bırakılan adaların, anlaşmalara aykırı bir biçimde silahlandırılmasına itiraz ede geldi. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da en son 7 Haziran’da konuya değindiği açıklamasında “işgal”den bahsetmedi, “İhlalden vazgeçmezlerse adaların egemenliği tartışmaya açacaklarını” söyledi.
Erdoğan’ın, statüsü anlaşmalarla belirlenmemiş Eşek ve Bulamaç adaları ile 152 adacık ve kayalığı kastetmiş olması ihtimal dahilinde. Önemli anlaşmazlık konularından biri olan bu mesele geçmişte iki ülkeyi 1996’da Kardak’ta savaşın eşiğine getirmişti. Yunanistan’ın bu ada ve adacıklardan bazılarına bayrak çektiği, deniz feneri diktiği yani “işgal ettiği” bilinen bir durum. Türkiye de bu statüsü belirsiz ada-adacıklar sorununun müzakerelerle çözülmesi gerektiğini savundu. Eğer Erdoğan’ın “işgal” altında olduğunu söylediği adalar, bu statüsü belirsiz adalarsa, yeni bir durum yok demektir. Ancak öyle olmadığını düşündürten bazı sebepler var.
Birincisi Erdoğan’ın üslubundaki sertlik, ikincisi Çavuşoğlu’nun “egemenliğini tartışmaya açma” açıklaması, ki işgal edildiğini savunduğunuz bir adanın egemenliğini otomatik olarak tartışmaya açmış sayılırsınız, üçüncüsü ve en barizi Ülkü Ocakları başkanının MHP lideri Devlet Bahçeli’ye hediye ettiği, Bahçeli’nin de birlikte poz verdiği harita. Haritada, Girit, Rodos, Midilli, Sakız, Samos gibi silahsızlandırılması koşuluyla Yunanistan’a bırakılan adalar, Türkiye’nin egemenliğinde görünüyor. O harita Yunanistan’da tepki çekmiş ve Yunanistan Başbakanı Miçatokis, “(Harita) bir aşırıcının ateşli rüyası mı yoksa Türkiye’nin resmi politikası mı” diye sormuştu. Dördüncüsü, Yunan tarafının da açıklamaları aynı perspektiften görmesi ve Miçatokis’in “Yunan egemenlik haklarına kuşku ile bakılmasının asla kabul edilebilecek bir davranış olmadığını” savunması. Beşincisi ve sonuncusu, kanaatimce en kritik olanı ise bölgedeki yeni saflaşma. Yani ABD’nin Yunanistan’a yaptığı yığınaklarla ülkeyi koskoca bir askeri üs haline getirmesi. Türkiye, yeni duruma göre pozisyonunu yeniden gözden geçiriyor olabilir.
Açıklama Batı’da nasıl göründü
Bu yeni durum ve Türkiye’nin pozisyonuna geçmeden önce Erdoğan’ın açıklamalarının muhatabı Yunanistan ve Batı kamuoyunda nasıl yankılandığına bakalım.
Rum basınında “Erdoğan bize de geliyormuş” gibi alaycı yorumlara rastlanmakla beraber hem Yunan hem de Avrupa basını, Erdoğan’ın sert çıkışını seçim gündemine bağlayarak yorumladı. Analizlerde “Erdoğan’ın gerek iç politika ve ekonomi konularında gerekse Suriye gibi dış politikada çektiği sıkıntılara karşı Yunanistan cephesini sıcak tutmaya özen gösterdiği” öne sürüldü. Ekathimerini, diplomatik kaynaklara dayandırarak Yunan hükümet yetkililerinin de Türkiye ile en azından Haziran 2023 seçimlerine kadar sürebilecek “yüksek gerilimli bir döneme hazırlandığı”nı yazdı ve ekledi: “En azından Yunanistan, Türk kuvvetlerinin yüksek alarm durumuna geçtiğine dair hiçbir işaret görmedi.”
İngiliz Daily Mail, konuyla ilgili haberinde, “Türkiye’nin otoriter hükümdarı Akdeniz’de Yunanistan ile bir savaş mı planlıyor” başlığını kullanırken, “Erdoğan, 20 yıllık iktidarının en büyük seçim sınavına hazırlanırken son zamanlarda dış politika konusundaki söyleminin dozunu yükseltti” yorumunda bulundu.
Washington Post ise, ilgili haberine şu yorumu iliştirdi: “Yunanistan Başbakanı Miçatokis’in yaptığı gibi Erdoğan da gelecek yıl seçimlerle karşı karşıya ve Yunanistan’a karşı söylemin dozunu artırması Türkiye’nin ekonomik sıkıntıları arasında milliyetçi tabanını seferber edecek.”
Alman Tagesspiegel de “Erdoğan, seçim öncesinde artırdığı Batı karşıtı söylemi dikkatleri sadece Türkiye’deki ekonomik krizden ve danışmanlarına yönelik yolsuzluk suçlamalarından uzaklaştırmak için kullanmıyor. Erdoğan’ın Yunanistan’a ve ABD’ye yönelttiği, tonunu kendi belirlediği sert sözler, gündemi muhalefetin değil de kendisinin belirlemesine hizmet ediyor” yorumunda bulundu.
Yunanistan’a destek yağdı
Erdoğan’ın sert açıklamaları, her ne kadar iç gündeme bağlandıysa da en önemli taktiği Batı ülkelerini yanına çekmek olan Yunanistan’a fayda sağladığı çok açık. Nitekim Yunanistan Avrupa Birliği (AB), NATO ve Birleşmiş Milletler’e (BM) birer mektup göndererek Türkiye’nin tutumunu kınamalarını istedi. Yunan basınına göre mektupta Erdoğan’ın açıklamalarının “açıkça tehdit edici”, “tahrik edici” ve “kabul edilemez” olduğu ifade edildi.
Avrupa Birliği Komisyonu Sözcüsü Peter Stano, konuyla ilgili, “Türkiye’nin siyasi liderliğinin Yunanistan’a ve Yunan halkına karşı bu düşmanca açıklamalarından haberdarız. Bunlar ciddi endişe kaynağıdır” derken, ABD Dışişleri Bakanlığı da “Yunanistan’ın bu adalar üzerindeki egemenliğinin tartışılması söz konusu değildir” açıklaması yaptı. Fransa Dışişleri Bakanı Cathrine Colonna’nın Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile ortak basın toplantısında “gerginliği tırmandıran söylemlerden uzak durulmasını” söylemesi ve daha sonra yaptığı açıklamada “Yunanistan’ın egemenliğine yönelik Türkiye’den bir saldırı gelmesi halinde Fransa Atina’yı destekleyici bir tutum içinde olacaktır” demesi, AB Dönem Başkanı Çek Cumhuriyeti’nin dışişleri bakanlığının “Türkiye’nin tehditkar söylemlerini” eleştiren açıklaması Atina’da memnuniyet yarattı.
Bu bir haklıyken nasıl haksız pozisyona düşülür hikayesi… Özetle; “Rus silahını” bir NATO üyesine karşı kullanan ve Ege’deki hava mücadelesini Doğu Akdeniz’e taşıyarak yeni bir kriz başlatan Yunanistan, sınırları tehdit edilen mağdur pozisyonuna yerleşmiş oldu.
Mevcut kapasitesiyle Türkiye gibi bir “düşmanla” yüzleşemeyeceğini bilen Yunanistan’ın bütün yatırımı, kendisini stratejik ve askeri açıdan “vazgeçilmez ülke” olarak konumlandırma üzerine. Bu çerçevede, Türkiye’nin sorun yaşadığı tüm ülkelerle ilişkisini sıcak tutuyor, maliyesinin çok üzerinde olsa da Fransa’dan Rafale savaş uçağı alıyor yetmiyor, Türkiye’nin dışlandığı F-35 uçaklarını almak için sıraya giriyor. Yunan topraklarının yeni Amerikan üslerine açılması ve mevcut üslerin de genişletilmesine izin verilmesi hepsi bu politikanın bir parçası. Atina, Amerikan üsleri ve Batı silahlarıyla Ege ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’den daha güçlü bir konuma yükseleceğini düşünüyor. Atina’nın politikasının diğer yönü de “Türk saldırganlığının kurbanı” olduğu savıyla her konuda, ABD ve AB’nin Türkiye’ye tepki vermesini talep etmek. Bu konuda epey başarılı olduğunu da kabul etmek lazım. Konumuz, Yunanistan’ın önünde sonunda en çok zararı Yunan halkının göreceği üçüncü ülkelerden “himaye” talebi olmadığı için tekrar başa Erdoğan’ın açıklamalarına dönelim.
‘Esas düşman’ saptaması
Erdoğan’ın açıklaması, eğer ki iddia edildiği gibi seçim yatırımı değilse, bölgedeki yeni duruma göre konumlanmanın ilk işareti olabilir. Her ne kadar söz konusu açıklamada “Yunanistan” öne çıksa da daha kritik olanı ABD ile ilgili söyledikleri: “(FETÖ) Şimdi nerede? Pensilvanya’da. Kimin beslemesi? Amerika’nın. Kimin dost, kimin de karşımızda olduğunu iyi bilmemiz lazım. Şu anda bu Amerika, Dedeağaç’a, Yunanistan’a silahları gönderiyor mu? Uçakları gönderiyor mu? Oradan S-300’lerle bizi tehdide kalkışıyor mu?” Yani, FETÖ ve Yunanistan sadece ABD’nin piyonu, Türkiye’nin karşısındaki esas “düşman” ise ABD. Bu özet, niyet okuma değil. Zaten Erdoğan Haziran ayında, ABD’nin Yunanistan’daki üslerinin Türkiye’ye karşı kurulduğunu söylemişti: “Şu anda 9 tane Amerikan üssü Yunanistan’da kuruldu. Peki bu üsler kime karşı kuruluyor? Verdikleri cevap; Rusya’ya karşı. Bunu yemezler, kusura bakmasınlar.”
Ak Parti hükümeti, bölgedeki yeni durumu Erdoğan’ın ifade ettiği gibi okuyorsa Yunan adalarının egemenliğini tartışmaya açmak, uçuk bir strateji sayılmaz. Yani “düşman” gelmiş kapına yığınak yapıyorsa savunma hattını çekebileceğin en ileri noktaya çekersin. Böylece ülke toprakları en azından ilk aşamada, “çatışma alanı” olmaktan kurtulur. Durum buysa, yani Ak Parti hükümeti ABD’yi sınıra yığınak yapan “düşman” olarak görüyor ve ona göre pozisyon belirliyorsa, artık dalga konusu haline gelen hamasetle soruna çözüm bulması imkansız. Adalar meselesi stratejik olarak ölüm kalım meselesi ise ve tüm seçenekler tükenmiş, tek çözümü de sonu sıcak çatışmaya varabilecek bir yola girmekse, “ha geldim, ha gelicem” diye tehdit etmek yerine “bir gece ansızın gidersin.”
Hayır, “En iyi zafer savaşmadan kazanılandır” deniliyorsa da “bir gece ansızın gelebiliriz” demenin yine bir anlamı yok. O zaman da buna uygun davranmak yani soğuk kanlı kalmak, çıkar birliğine dayalı bölgesel ittifaklar inşa etmek, diplomasi savaşını yürütecek kadroları örgütlemek gerekiyor. Örneğin, Türkiye-Libya deniz sınırı anlaşmasını doğru bulmadığını ima eden “Benim düşünceme göre, Türkiye ile İsrail arasında bir deniz sınırı yoktur” diyen Denizcilik, Havacılık ve Hudut İşlerinden Sorumlu Genel Müdür Çağatay Erciyes, kime karşı, hangi diplomatik mücadeleyi verecek? Bu tespit, Erciyes’in şahsına yönelik değil, nitekim kendisinin daha faydalı olacağı bir alan mutlaka vardır, ancak bulunduğu pozisyon ile savunduğu şey arasında uçurum var. Bu kamuoyuna yansıyan, sadece bir örnek.
Pozisyondaki çelişkiler
Öte yandan Türkiye, Erdoğan’ın “FETÖ, Yunanistan ve ABD” ile ilgili tespitine uygun pozisyon alıyor mu? ABD’nin liderliğindeki NATO’yu ve politikalarını savunurken ABD ile mücadele edildiği/edileceği iddiası koca bir çelişki değil mi? Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’la ışık hızında ilerleyen “normalleşme” süreci, sıra Doğu Akdeniz’deki en olası iki müttefikimiz Mısır ve Suriye’ye gelince neden kağnı hızında ilerliyor? 100 yıl önce başarısızlığı bir kez kanıtlanan “denge politikası”nın bugün zafer getirme ihtimali var mı? Bu soruların yanıtları herkesin malumu ve aynı zamanda Ege ve Doğu Akdeniz’de hakkaniyete dayalı paylaşımı savunan taraf olmasına rağmen Türkiye’nin neden yalnız kaldığını da açıklıyor.
Amaç, bağcıyı dövmek değil de üzüm yemekse, çelişkinin en aza indiği bir politika belirlemek, o politikada ısrar etmek, kararlı bir tutum geliştirmek, gidilebilecek tüm yolları denemek gerekiyor. Tabi bir de “rakibin” hanesine yazılan golleri atmayı artık bırakmak lazım.
Diplomasi
AB, İran’ın ABD saldırılarından önce Fordo’dan uranyum stoklarını çıkardığına inanıyor

Avrupa başkentleri, ABD’nin İran’ın ana nükleer tesislerine düzenlediği saldırıların ardından İran’ın yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyum stoklarının büyük ölçüde sağlam kaldığına inanıyor ve Donald Trump’ın bombardımanın İslam cumhuriyetinin nükleer programını “yok ettiği” yönündeki iddiasını sorguluyor.
Ön istihbarat değerlendirmeleri hakkında bilgi sahibi iki kişi, Financial Times’a (FT), Avrupa başkentlerinin İran’ın 408 kg’lık silah sınıfı zenginleştirilmiş uranyum stokunun, geçen hafta sonu düzenlenen saldırı sırasında iki ana zenginleştirme tesisinden biri olan Fordo’da yoğunlaşmamış olduğuna inandığını söyledi.
Başkentler, stokun çeşitli diğer yerlere dağıtılmış olduğunu düşünüyor.
FT’ye göre, bu kişiler, AB başkentlerinin, kutsal şehir Kum yakınlarındaki bir dağın derinliklerinde inşa edilen Fordo’da meydana gelen hasarın boyutu hakkında tam bir istihbarat raporu beklediğini ve ilk raporda “hasar kapsamlı, ancak tam yapısal yıkım yok” ifadesinin yer aldığını söyledi.
İranlı yetkililer, zenginleştirilmiş uranyum stokunun, İsrail’in İran’a yönelik günlerce süren saldırılarının ardından ABD’nin tesise düzenlediği bombardıman öncesinde taşındığını söylemişti.
ABD, pazar günü İran’ın diğer ana uranyum zenginleştirme tesisi olan Fordo ve Natanz’ı bombalamak için devasa sığınak delici bombalar kullandı. Yakıt dönüşüm döngüsünde ve depolamada kullanılan üçüncü bir tesis olan İsfahan’a da seyir füzeleri ateşledi.
Trump, bu hafta NATO liderleri zirvesinde gazetecilere, “Bence tüm nükleer malzemeler orada, çünkü oradan çıkarılması çok zor” dedi.
ABD medyasına sızan, İran’ın nükleer programının sadece birkaç ay geciktiğini belirten geçici Amerikan istihbarat değerlendirmesini reddetti.
İsrail Atom Enerjisi Komisyonu bu hafta, ABD ve İsrail’in saldırılarının “İran’ın nükleer silah geliştirme kabiliyetini yıllarca gerilettiği” değerlendirmesinde bulundu.
Ancak uzmanlar, Tahran’ın zenginleştirilmiş uranyum stokunu elinde tuttuğu ve gizli tesislerde gelişmiş santrifüjler kurduğu takdirde, silah yapımında gerekli olan fisil maddeyi üretme kapasitesine hala sahip olabileceği uyarısında bulundu.
İran, programının barışçıl sivil amaçlara yönelik olduğunu savunuyor.
Fordo, uranyumu silah yapımına uygun saflıkta olan yüzde 60’a kadar zenginleştiren ana tesisti. Uzmanlar, İsrail’in 13 Haziran’da İran’a karşı savaş başlatmadan önce yüzde 60 oranında zenginleştirilmiş 408 kg uranyum stokunun Fordo, Natanz ve İsfahan’da depolandığını söyledi.
İran’ın toplam zenginleştirilmiş uranyum stoğu 8.400 kg’dan fazlaydı, ancak bunun çoğu düşük seviyede zenginleştirilmişti.
Pazar günkü bombardımanın ardından Fordo’nun uydu görüntüleri, tünel girişlerinin toprakla kapatıldığını ve ABD’nin 30.000 lb’lik hassas güdümlü “bunker buster” bombalarının giriş noktaları olabilecek delikler olduğunu gösteriyor. Erişim yolları da hasar görmüş görünüyor.
Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Başkanı Rafael Grossi, bu hafta İran Dışişleri Bakanı Abbas Araghchi’nin 13 Haziran’da UAEA’ya bir mektup göndererek İran’ın “nükleer ekipman ve malzemelerini korumak için özel önlemler alacağı” uyarısında bulunduğunu söyledi.
Grossi, İsrail’in İran’a saldırı başlatmasından bu yana tesislere giremeyen BM nükleer denetim müfettişlerinin, “en önemlisi yüzde 60 oranında zenginleştirilmiş 408 kg uranyum dahil olmak üzere uranyum stoklarını hesaplamak” için tesislere geri dönmelerine izin verilmesi gerektiğini söyledi.
Görüşmeler hakkında bilgi sahibi üç yetkili, ABD’nin saldırıların ardından İran’ın kalan nükleer kapasitesi hakkında AB müttefiklerine kesin istihbarat sağlamadığını ve Tahran ile gelecekteki ilişkilerini nasıl planladığına dair net bir yol haritası sunmadığını söyledi.
Yetkililer, Washington’un nükleer krize diplomatik bir çözüm bulmak için yeni bir girişimde bulunana kadar AB’nin Tahran’a yönelik politikasının “askıya alındığını” belirterek, Trump ile AB liderleri arasında bu hafta yapılan görüşmelerin net bir mesaj vermediğini ekledi.
Trump yönetimi, nükleer faaliyetlerini kısıtlamak için bir anlaşma yapmak üzere savaş öncesinde Tahran ile dolaylı müzakereler yürütüyordu.
Trump çarşamba günü Washington’un önümüzdeki hafta Tahran ile görüşeceğini söyledi, ancak İran’ın nükleer tesislerine yönelik saldırıların ardından bir anlaşmaya gerek olmayabileceğini de ima etti.
“Bu tamamen tutarsız” diyen bir yetkili, “Şu anda hiçbir şey yapmıyoruz” diye konuştu.
İngiliz, Fransız ve Alman dışişleri bakanları, diplomatik bir çözüm bulmak umuduyla, ABD saldırılarından birkaç gün önce Araghchi ile nükleer kriz hakkında görüşmelerde bulunmuştu.
İkinci bir kaynak, “E3’ün ABD’yi beklediği, ABD’nin ise İsrail’i beklediği gibi görünen istikrarsız bir durumdayız” dedi. E3, AB ile birlikte İran’ın nükleer programı konusunda uzun süredir devam eden müzakerelere katılan Fransa, Almanya ve İngiltere’yi ifade ediyor.
Bu arada İran dini lideri Ayetullah Ali Hamaney de perşembe günü yayınladığı video mesajında, ABD’nin İran’a yönelik bombardımanının “hiçbir sonuç vermediğini” söyledi ve Trump’ın hasarın boyutunu “abarttığını” belirtti.
İsrail-İran savaşını kim kazandı? E. Tuğamiral Alaettin Sevim Harici’ye anlattı
Diplomasi
Mitsotakis: Göçü durdurmak için Libya ile işbirliği yapmak istiyoruz

Yunanistan Başbakanı Kyriakos Mitsotakis, Kuzey Afrika’dan gelen göç akınını durdurmak için Libya ile işbirliği çağrısı yaptı.
Son aylarda, savaşın yıkıma uğradığı Sudan ve Orta Doğu dahil olmak üzere Kuzey Afrika’dan Avrupa’ya deniz yoluyla gelen göçmenlerin sayısı arttı.
Yunan hükümeti pazartesi günü, göçmenlerin güneyindeki Girit ve Gavdos adalarına ulaşmasını engellemek için Libya karasularına iki fırkateyn ve bir gemi daha göndereceğini açıklamıştı.
Mitsotakis, bugün (26 Haziran) Brüksel’de başlayan Avrupa Birliği zirvesi öncesinde yaptığı açıklamada, “Doğu Libya’dan gelen insan sayısındaki önemli artış hakkında meslektaşlarımı bilgilendireceğim ve sorunun derhal çözülmesi için Avrupa Komisyonu’ndan destek isteyeceğim,” dedi.
Mitsotakis, Libya’aki yetkililerin, buradan denize açılan göçmenleri durdurmak veya Libya karasularından çıkmadan geri çevirmek için Yunanistan ile işbirliği yapması gerektiğini söyledi.
AB’nin göç komiseri ile İtalya, Yunanistan ve Malta’nın bakanlarının bu konuyu görüşmek üzere temmuz ayı başında Libya’ya gideceğini de sözlerine ekledi.
2011 yılında Muammer Kaddafi’yi deviren NATO müdahalesinin ardından Libya’da kanun ve düzen zayıflamış ve ülke on yılı aşkın bir süredir iç çatışmalarla doğu ve batı olmak üzere ikiye bölünmüş durumda.
Diplomasi
Britanya ‘Çin tehdidi’ konusunda uyardı

Britanya parlamento komitesi, Mauritius ile Chagos adaları grubu hakkında yaptığı Hint Okyanusu anlaşmasının süresi dolduğunda olası bir “Çin tehdidinin” gündeme geleceğini ileri sürdü.
Lordlar Kamarası Uluslararası İlişkiler ve Savunma Komitesi Başkanı Rupert de Mauley, komite adına Lammy’ye gönderdiği mektupta, Chagos Takımadalarının egemenliğini Mauritius’a devreden 3,4 milyar sterlinlik anlaşmadaki “yenileme hükümlerinin, bölgedeki Çin’in artan askeri emelleri karşısında gelecekte potansiyel bir zayıflık kaynağı” olduğunu belirtti.
Mayıs ayında imzalanan tartışmalı Chagos anlaşması uyarınca Birleşik Krallık, Chagos adalarının en büyüğü olan Diego Garcia’daki İngiliz-ABD askeri üssünün kontrolünü 99 yıllık kira sözleşmesi ile elinde tutacak.
Chagos Adalarının devredilme kararı, Uluslararası Adalet Divanının bağlayıcı olmayan bir kararıyla, 1968 ile 1973 yılları arasında Diego Garcia üssüne yer açmak için adalardan çıkarılan Chagosluların geri dönmesine izin verilmesi ve yıllardır süren hukuki belirsizliğin sona ermesi için İngiltere’ye baskı yapılmasının ardından alındı.
Ne var ki, Birleşik Krallık’ta Chagos anlaşmasını eleştiren muhafazakârlar, anlaşmanın stratejik öneme sahip bu bölgenin kontrolünü Çin ile bağlantıları olan bir ülkeye devrettiğini ve İngiliz vergi mükelleflerinin parası için kötü bir yatırım olduğunu savunuyor.
De Mauley’in komitesi, anlaşmanın imzalanmasından kısa bir süre sonra transferin etkilerine ilişkin kısa bir soruşturma başlattı.
De Mauley’in Lammy’ye gönderdiği mektubun perşembe günü yayınlanan ekinde, “99 yıl içinde işler önemli ölçüde değişebilir, hatta öngörülemeyen şekillerde de değişebilir. Anlaşma, ilk 99 yıllık sürenin ardından 40 yıl daha uzatılabilir ve daha sonra da uzatılabilir, fakat ‘yenilenme garantisi olmadığı’ ve bunun gelecekteki Mauritius hükümetlerinin iyi niyetine (ve Birleşik Krallık’ın niyetine) bağlı olacağı söylendi,” deniyor.
Komite, anlaşmanın mevcut operasyonel özgürlükleri koruduğuna dair güvence alınmış olduğunu kabul etse de, POLITICO’ya yaptığı açıklamada de Mauley, , “Çin’in Hint Okyanusundaki artan askeri hırsları göz önüne alındığında, hükümetin potansiyel gelecekteki zayıflıkları ele almada uyanık ve proaktif olmasının zorunlu olduğunu” ekledi.
De Mauley ayrıca, “üssün stratejik faydalarına ilişkin kamuoyuna yönelik mesajların” çok önemli olacağı konusunda uyarıda bulundu.
Üssün kiralanmasının maliyetini göz önünde bulundurarak, hükümetin “İngiltere’nin Diego Garcia’daki varlığına yönelik kamuoyunun desteğini zayıflatmak için bunu kullanmak isteyebilecek düşman güçlerin girişimlerine karşı uyanık olması” gerektiğini ekledi.
-
Görüş1 hafta önce
Çin, İsrail’i Kınamaktan Daha Fazlasını Yapabilir mi?
-
Ortadoğu1 hafta önce
İsrail’de hangi ‘halk’ yaşıyor?
-
Diplomasi2 hafta önce
Çinli akademisyen İsrail-İran savaşını Harici’ye değerlendirdi: İran, Çin için stratejik öneme sahip
-
Dünya Basını2 hafta önce
İran’la savaş kapıda mı?
-
Avrupa1 hafta önce
Merz: İsrail hepimizin kirli işlerini yapıyor
-
Dünya Basını4 gün önce
Sınıfsız modern para teorisi muhasebedir
-
Dünya Basını2 hafta önce
Savunma sanayiinde ‘Amerikan malı’ baskısı geri tepiyor
-
Görüş1 hafta önce
İsrail’in ‘Bildiği Şeytan” ile İşi Bitti mi?