Bizi Takip Edin

DİPLOMASİ

Bu bir ‘haklıyken nasıl haksız çıkılır’ hikâyesi…

Yayınlanma

NATO tarihindeki en büyük skandallardan biri olan, Yunanistan’ın Türk jetlerine S-300 kilidi atması olayı sonrası Erdoğan’ın yaptığı “İzmir’i unutma…” ve “Adaları işgal etmeniz falan bizi bağlamaz… bir gece ansızın gelebiliriz…” açıklaması yeni bir tartışma açtı.

Ankara ile Atina arasındaki gerginliğin rutin sayılmasına ve yıllardır Ege hava sahasında süren “it dalaşı”na rağmen geçen hafta Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’de görev yapan Türk jetlerine S-300 radarlarını kilitlemesi alışıldık bir durum değil. Yunanistan bu adımıyla S-300’leri aktif hale getirdiğini açığa çıkarmış ve konuşlandırdığı yer açısından Ege’deki hava sahası sorununu Doğu Akdeniz’e taşımış oldu. Öte yandan bu cüretkâr ve provokatif adımıyla ne kadar ileri gidebileceğinin de ip ucunu verdi.

Gelişme üzerine, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 3 Eylül cumartesi günü Samsun’da katıldığı etkinlikte, Yunanistan’ı sert bir dille eleştirdi: “(FETÖ) Şimdi nerede? Pensilvanya’da. Kimin beslemesi? Amerika’nın. Kimin dost, kimin de karşımızda olduğunu iyi bilmemiz lazım. Şu anda bu Amerika, Dedeağaç’a, Yunanistan’a silahları gönderiyor mu? Uçakları gönderiyor mu? Oradan S-300’lerle bizi tehdide kalkışıyor mu? Ey Yunan, bak tarihe bak, tarihe dön, çok daha fazla ileri gidersen bunun bedeli ağır olur, ağır. Yunanistan’a bizim tek cümlemiz var, İzmir’i unutma. (…) Adaları işgal etmeniz falan bizi bağlamaz, vakti saati geldiğinde gereğini yaparız. Hani diyoruz ya, bir gece ansızın gelebiliriz. (…) Mücadelemiz zor olacak, çok fedakarlıklar gerektirecek ve bir bedeli olacak.

‘İşgal edilen’ adalar hangileri

Erdoğan’ın açıklamasındaki “Bir gece ansızın gelebiliriz” cümlesi Yunanistan ve Batı’da çokça gürültü kopardı. Ancak daha dikkat çekici olan “işgal” açıklamasının üzerinde yeterince durulmadı. Önemli, çünkü bugüne kadar, Ege adalarının Yunanistan tarafından işgal edildiğine yönelik Türkiye’nin resmi bir söylemi olmadı. Türkiye hep, silahsızlandırılması koşuluyla Yunanistan’a bırakılan adaların, anlaşmalara aykırı bir biçimde silahlandırılmasına itiraz ede geldi. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da en son 7 Haziran’da konuya değindiği açıklamasında “işgal”den bahsetmedi, “İhlalden vazgeçmezlerse adaların egemenliği tartışmaya açacaklarını” söyledi.

Erdoğan’ın, statüsü anlaşmalarla belirlenmemiş Eşek ve Bulamaç adaları ile 152 adacık ve kayalığı kastetmiş olması ihtimal dahilinde. Önemli anlaşmazlık konularından biri olan bu mesele geçmişte iki ülkeyi 1996’da Kardak’ta savaşın eşiğine getirmişti. Yunanistan’ın bu ada ve adacıklardan bazılarına bayrak çektiği, deniz feneri diktiği yani “işgal ettiği” bilinen bir durum. Türkiye de bu statüsü belirsiz ada-adacıklar sorununun müzakerelerle çözülmesi gerektiğini savundu. Eğer Erdoğan’ın “işgal” altında olduğunu söylediği adalar, bu statüsü belirsiz adalarsa, yeni bir durum yok demektir. Ancak öyle olmadığını düşündürten bazı sebepler var.

Birincisi Erdoğan’ın üslubundaki sertlik, ikincisi Çavuşoğlu’nun “egemenliğini tartışmaya açma” açıklaması, ki işgal edildiğini savunduğunuz bir adanın egemenliğini otomatik olarak tartışmaya açmış sayılırsınız, üçüncüsü ve en barizi Ülkü Ocakları başkanının MHP lideri Devlet Bahçeli’ye hediye ettiği, Bahçeli’nin de birlikte poz verdiği harita. Haritada, Girit, Rodos, Midilli, Sakız, Samos gibi silahsızlandırılması koşuluyla Yunanistan’a bırakılan adalar, Türkiye’nin egemenliğinde görünüyor. O harita Yunanistan’da tepki çekmiş ve Yunanistan Başbakanı Miçatokis, “(Harita) bir aşırıcının ateşli rüyası mı yoksa Türkiye’nin resmi politikası mı” diye sormuştu. Dördüncüsü, Yunan tarafının da açıklamaları aynı perspektiften görmesi ve Miçatokis’in “Yunan egemenlik haklarına kuşku ile bakılmasının asla kabul edilebilecek bir davranış olmadığını” savunması. Beşincisi ve sonuncusu, kanaatimce en kritik olanı ise bölgedeki yeni saflaşma. Yani ABD’nin Yunanistan’a yaptığı yığınaklarla ülkeyi koskoca bir askeri üs haline getirmesi. Türkiye, yeni duruma göre pozisyonunu yeniden gözden geçiriyor olabilir.

Açıklama Batı’da nasıl göründü

Bu yeni durum ve Türkiye’nin pozisyonuna geçmeden önce Erdoğan’ın açıklamalarının muhatabı Yunanistan ve Batı kamuoyunda nasıl yankılandığına bakalım.

Rum basınında “Erdoğan bize de geliyormuş” gibi alaycı yorumlara rastlanmakla beraber hem Yunan hem de Avrupa basını, Erdoğan’ın sert çıkışını seçim gündemine bağlayarak yorumladı. Analizlerde “Erdoğan’ın gerek iç politika ve ekonomi konularında gerekse Suriye gibi dış politikada çektiği sıkıntılara karşı Yunanistan cephesini sıcak tutmaya özen gösterdiği” öne sürüldü. Ekathimerini, diplomatik kaynaklara dayandırarak Yunan hükümet yetkililerinin de Türkiye ile en azından Haziran 2023 seçimlerine kadar sürebilecek “yüksek gerilimli bir döneme hazırlandığı”nı yazdı ve ekledi: “En azından Yunanistan, Türk kuvvetlerinin yüksek alarm durumuna geçtiğine dair hiçbir işaret görmedi.”

İngiliz Daily Mail, konuyla ilgili haberinde, “Türkiye’nin otoriter hükümdarı Akdeniz’de Yunanistan ile bir savaş mı planlıyor” başlığını kullanırken, “Erdoğan, 20 yıllık iktidarının en büyük seçim sınavına hazırlanırken son zamanlarda dış politika konusundaki söyleminin dozunu yükseltti” yorumunda bulundu.

Washington Post ise, ilgili haberine şu yorumu iliştirdi: “Yunanistan Başbakanı Miçatokis’in yaptığı gibi Erdoğan da gelecek yıl seçimlerle karşı karşıya ve Yunanistan’a karşı söylemin dozunu artırması Türkiye’nin ekonomik sıkıntıları arasında milliyetçi tabanını seferber edecek.”

Alman Tagesspiegel de “Erdoğan, seçim öncesinde artırdığı Batı karşıtı söylemi dikkatleri sadece Türkiye’deki ekonomik krizden ve danışmanlarına yönelik yolsuzluk suçlamalarından uzaklaştırmak için kullanmıyor. Erdoğan’ın Yunanistan’a ve ABD’ye yönelttiği, tonunu kendi belirlediği sert sözler, gündemi muhalefetin değil de kendisinin belirlemesine hizmet ediyor” yorumunda bulundu.

Yunanistan’a destek yağdı

Erdoğan’ın sert açıklamaları, her ne kadar iç gündeme bağlandıysa da en önemli taktiği Batı ülkelerini yanına çekmek olan Yunanistan’a fayda sağladığı çok açık. Nitekim Yunanistan Avrupa Birliği (AB), NATO ve Birleşmiş Milletler’e (BM) birer mektup göndererek Türkiye’nin tutumunu kınamalarını istedi. Yunan basınına göre mektupta Erdoğan’ın açıklamalarının “açıkça tehdit edici”, “tahrik edici” ve “kabul edilemez” olduğu ifade edildi.

Avrupa Birliği Komisyonu Sözcüsü Peter Stano, konuyla ilgili, “Türkiye’nin siyasi liderliğinin Yunanistan’a ve Yunan halkına karşı bu düşmanca açıklamalarından haberdarız. Bunlar ciddi endişe kaynağıdır” derken, ABD Dışişleri Bakanlığı da “Yunanistan’ın bu adalar üzerindeki egemenliğinin tartışılması söz konusu değildir” açıklaması yaptı. Fransa Dışişleri Bakanı Cathrine Colonna’nın Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile ortak basın toplantısında “gerginliği tırmandıran söylemlerden uzak durulmasını” söylemesi ve daha sonra yaptığı açıklamada “Yunanistan’ın egemenliğine yönelik Türkiye’den bir saldırı gelmesi halinde Fransa Atina’yı destekleyici bir tutum içinde olacaktır” demesi, AB Dönem Başkanı Çek Cumhuriyeti’nin dışişleri bakanlığının “Türkiye’nin tehditkar söylemlerini” eleştiren açıklaması Atina’da memnuniyet yarattı.

Bu bir haklıyken nasıl haksız pozisyona düşülür hikayesi… Özetle; “Rus silahını” bir NATO üyesine karşı kullanan ve Ege’deki hava mücadelesini Doğu Akdeniz’e taşıyarak yeni bir kriz başlatan Yunanistan, sınırları tehdit edilen mağdur pozisyonuna yerleşmiş oldu.

Mevcut kapasitesiyle Türkiye gibi bir “düşmanla” yüzleşemeyeceğini bilen Yunanistan’ın bütün yatırımı, kendisini stratejik ve askeri açıdan “vazgeçilmez ülke” olarak konumlandırma üzerine. Bu çerçevede, Türkiye’nin sorun yaşadığı tüm ülkelerle ilişkisini sıcak tutuyor, maliyesinin çok üzerinde olsa da Fransa’dan Rafale savaş uçağı alıyor yetmiyor, Türkiye’nin dışlandığı F-35 uçaklarını almak için sıraya giriyor. Yunan topraklarının yeni Amerikan üslerine açılması ve mevcut üslerin de genişletilmesine izin verilmesi hepsi bu politikanın bir parçası. Atina, Amerikan üsleri ve Batı silahlarıyla Ege ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’den daha güçlü bir konuma yükseleceğini düşünüyor. Atina’nın politikasının diğer yönü de “Türk saldırganlığının kurbanı” olduğu savıyla her konuda, ABD ve AB’nin Türkiye’ye tepki vermesini talep etmek. Bu konuda epey başarılı olduğunu da kabul etmek lazım. Konumuz, Yunanistan’ın önünde sonunda en çok zararı Yunan halkının göreceği üçüncü ülkelerden “himaye” talebi olmadığı için tekrar başa Erdoğan’ın açıklamalarına dönelim.

‘Esas düşman’ saptaması

Erdoğan’ın açıklaması, eğer ki iddia edildiği gibi seçim yatırımı değilse, bölgedeki yeni duruma göre konumlanmanın ilk işareti olabilir. Her ne kadar söz konusu açıklamada “Yunanistan” öne çıksa da daha kritik olanı ABD ile ilgili söyledikleri: “(FETÖ) Şimdi nerede? Pensilvanya’da. Kimin beslemesi? Amerika’nın. Kimin dost, kimin de karşımızda olduğunu iyi bilmemiz lazım. Şu anda bu Amerika, Dedeağaç’a, Yunanistan’a silahları gönderiyor mu? Uçakları gönderiyor mu? Oradan S-300’lerle bizi tehdide kalkışıyor mu?” Yani, FETÖ ve Yunanistan sadece ABD’nin piyonu, Türkiye’nin karşısındaki esas “düşman” ise ABD. Bu özet, niyet okuma değil. Zaten Erdoğan Haziran ayında, ABD’nin Yunanistan’daki üslerinin Türkiye’ye karşı kurulduğunu söylemişti: “Şu anda 9 tane Amerikan üssü Yunanistan’da kuruldu. Peki bu üsler kime karşı kuruluyor? Verdikleri cevap; Rusya’ya karşı. Bunu yemezler, kusura bakmasınlar.

Ak Parti hükümeti, bölgedeki yeni durumu Erdoğan’ın ifade ettiği gibi okuyorsa Yunan adalarının egemenliğini tartışmaya açmak, uçuk bir strateji sayılmaz. Yani “düşman” gelmiş kapına yığınak yapıyorsa savunma hattını çekebileceğin en ileri noktaya çekersin. Böylece ülke toprakları en azından ilk aşamada, “çatışma alanı” olmaktan kurtulur. Durum buysa, yani Ak Parti hükümeti ABD’yi sınıra yığınak yapan “düşman” olarak görüyor ve ona göre pozisyon belirliyorsa, artık dalga konusu haline gelen hamasetle soruna çözüm bulması imkansız. Adalar meselesi stratejik olarak ölüm kalım meselesi ise ve tüm seçenekler tükenmiş, tek çözümü de sonu sıcak çatışmaya varabilecek bir yola girmekse, “ha geldim, ha gelicem” diye tehdit etmek yerine “bir gece ansızın gidersin.”

Hayır, “En iyi zafer savaşmadan kazanılandır” deniliyorsa da “bir gece ansızın gelebiliriz” demenin yine bir anlamı yok. O zaman da buna uygun davranmak yani soğuk kanlı kalmak, çıkar birliğine dayalı bölgesel ittifaklar inşa etmek, diplomasi savaşını yürütecek kadroları örgütlemek gerekiyor. Örneğin, Türkiye-Libya deniz sınırı anlaşmasını doğru bulmadığını ima eden “Benim düşünceme göre, Türkiye ile İsrail arasında bir deniz sınırı yoktur” diyen Denizcilik, Havacılık ve Hudut İşlerinden Sorumlu Genel Müdür Çağatay Erciyes, kime karşı, hangi diplomatik mücadeleyi verecek? Bu tespit, Erciyes’in şahsına yönelik değil, nitekim kendisinin daha faydalı olacağı bir alan mutlaka vardır, ancak bulunduğu pozisyon ile savunduğu şey arasında uçurum var. Bu kamuoyuna yansıyan, sadece bir örnek.

Pozisyondaki çelişkiler

Öte yandan Türkiye, Erdoğan’ın “FETÖ, Yunanistan ve ABD” ile ilgili tespitine uygun pozisyon alıyor mu? ABD’nin liderliğindeki NATO’yu ve politikalarını savunurken ABD ile mücadele edildiği/edileceği iddiası koca bir çelişki değil mi? Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’la ışık hızında ilerleyen “normalleşme” süreci, sıra Doğu Akdeniz’deki en olası iki müttefikimiz Mısır ve Suriye’ye gelince neden kağnı hızında ilerliyor? 100 yıl önce başarısızlığı bir kez kanıtlanan “denge politikası”nın bugün zafer getirme ihtimali var mı? Bu soruların yanıtları herkesin malumu ve aynı zamanda Ege ve Doğu Akdeniz’de hakkaniyete dayalı paylaşımı savunan taraf olmasına rağmen Türkiye’nin neden yalnız kaldığını da açıklıyor.

Amaç, bağcıyı dövmek değil de üzüm yemekse, çelişkinin en aza indiği bir politika belirlemek, o politikada ısrar etmek, kararlı bir tutum geliştirmek, gidilebilecek tüm yolları denemek gerekiyor. Tabi bir de “rakibin” hanesine yazılan golleri atmayı artık bırakmak lazım.

DİPLOMASİ

Çin bankalarının Rusya’ya yönelik ödeme kontrolleri sertleşiyor

Yayınlanma

Çin bankaları, Rusya ile ticarette yeni kontroller uygulayarak Hindistan, BAE ve Hong Kong üzerinden yapılan ödemelerde ‘Rusya bağlantısı’ tespit etmeye odaklanıyor.

İzvestiya gazetesine konuşan iş dünyası temsilcileri, Çin bankalarının Hindistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Hong Kong’dan gelen ödemelerdeki “Rusya bağlantısını” tespit etmeye yönelik kontrolleri sıkılaştırdığını ifade etti.

Impaya Rus şirketinin ticari direktörü Aleksey Razumovskiy, ödeme işlemlerinin giderek zorlaştığını belirtti.

Razumovskiy’e göre, Çin bankaları artık nakliye belgelerini analiz ederek malların kimlere, nerelere ve hangi amaçla gönderildiğini detaylı bir şekilde inceliyor.

Daha önce Türkiye ve Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ülkeleri üzerinden yapılan transferlerde uygulanan bu tür gelişmiş kontroller, artık diğer ülkelere de genişletilmiş durumda.

Opora Rusya’nın Çin Temsilcisi İlona Gorşeneva-Dolunts, Çin bankalarının, ödeme yapılan ülkeden gelen malların yine o ülkeye gönderilmesi şartını koştuğunu doğruladı.

Dış ticaret uzmanı ve Atvira Genel Müdürü Yekaterina Kiseviç de bu kontrollerin sıkılaştırılmasının amacının, Çin bankalarının ikincil yaptırımlara maruz kalmaktan kaçınması olduğunu dile getirdi.

First Group CEO’su Aleksey Poroşin, Çin bankalarının ödeme süreçlerini sıkılaştırmasının geçmişe dayandığını hatırlattı.

Poroşin, Donald Trump’ın başkanlığı döneminde başlatılan ticaret savaşı politikalarının hala etkili olduğunu ve Çin bankalarının yeni yaptırım riskleriyle karşılaşmamak için ihtiyatlı davrandığını belirtti. Ayrıca, mevcut durumun 2025 yılına kadar düzelmeyeceğini öngördü.

Alternatif ödeme yöntemleri var mı?

Poroşin’e göre, Çin’e ödeme göndermek için hâlâ bazı alternatifler mevcut. Bölgesel Rus bankalarından Çin bankalarına doğrudan transferler yapılabiliyor.

Bunun yanında, Malezya ve Endonezya üzerinden gerçekleştirilen ödemeler de seçenekler arasında yer alıyor.

Kiseviç, en güvenli ve hızlı yöntemin, Rus bankalarının Çin’deki şubeleri aracılığıyla doğrudan ödeme yapmak olduğunu ifade etti.

Ancak Kiseviç bunun için, Çin’deki karşı tarafların bu bankalarda hesap açması gerektiğini belirtti. Böyle bir durumda, ödemelerin genellikle 2 ila 3 gün içinde tedarikçilere ulaştığını ve bankanın transfer için yüzde 4 oranında sabit komisyon aldığını ekledi.

Çin bankalarının Rus şirketlerine yönelik bu tür sıkı kontroller uygulamaya başlaması, 2022’de Ukrayna’daki savaş nedeniyle devreye alınan yaptırımlarla alakalı.

2023’ün sonlarından itibaren, “dost ülkelerin” bankaları da ABD Başkanı Joe Biden’ın nedeniyle Rusya ile olan işbirliklerine yeni tedbirler getirdi.

Bu yıl ise, ABD’nin yaptırımları daha da genişletilerek, bankalar dahil olmak üzere tüm Rusya bağlantılı kuruluşları savunma sanayii kapsamında değerlendirilmeye başlandı.

Çin-Rusya ödemeler sorunu

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

Britanya Başbakanı Starmer yatırım çekmek için Körfez’i ziyaret edecek

Yayınlanma

Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer’ın önümüzdeki ay Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne seyahat edeceği bilgisini veren bir kaynak çarşamba günü Reuters’a yaptığı açıklamada, Britanya’nın zengin Körfez ülkeleriyle bağlarını derinleştirmeye çalıştığını söyledi.

Starmer’ın BAE seyahat planları hakkında bilgi veren bir başka kaynak da BAE ziyaretini doğruladı.

Kaynak, Londra’nın BAE’nin enerji projeleri de dahil olmak üzere Körfez ülkelerinden yatırım çekmeyi umduğunu söyledi. Starmer’ın Gazze, İsrail ve Lübnan’daki çatışmalar da dahil olmak üzere bölgesel konuları da ele alması bekleniyor.

Gezi, İşçi Partisi’nin temmuz ayında iktidara gelmesinden bu yana Starmer’ın Körfez’e yaptığı ilk ziyaret olacak.

Starmer hükümeti, BAE ile önceki Muhafazakâr hükümet döneminde, kısmen bazı Muhafazakâr parlamenterlerin BAE bağlantılı Telegraph gazetesini satın alma teklifi gibi İngiltere’deki BAE yatırımlarına karşı çıkması nedeniyle gerilen ilişkileri onarmaya çalışıyor.

Starmer’ın ziyareti ilk olarak çarşamba günü Financial Times tarafından, planları hakkında bilgi sahibi olan kişilere dayandırılarak duyuruldu.

Gazete Suudi Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın önümüzdeki yıl Londra’yı ziyaret edebileceğini fakat seyahat planlarının henüz kesinleşmediğini belirtti.

Katar Emiri Şeyh Tamim bin Hamad Es-Sani 3-4 Aralık tarihleri arasında Britanya’yı ziyaret edecek ve Buckingham Sarayında Kral Charles ve Kraliçe Camilla tarafından ağırlanacak.

Birleşik Krallık’ın bakanları ayrıca Bahreyn, Kuveyt, Umman, Katar, Suudi Arabistan ve BAE’den oluşan Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ile serbest ticaret anlaşmasına yönelik müzakereleri ilerletmek amacıyla eylül ayında Körfez’i ziyaret etmişti.

Birleşik Krallık İş ve Ticaret Bakanlığı, KİK ile yapılacak bir serbest ticaret anlaşmasının Britanya ekonomisine uzun vadede 1,6 milyar pound (2,10 milyar dolar) katkı sağlayacağını tahmin ediyor.

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

UCM’den Netanyahu’ya tutuklama emri

Yayınlanma

Uluslararası Ceza Mahkemesi, Gazze’de savaş suçu ı̇şledikleri gerekçesiyle İsrail Başbakanı Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Gallant hakkında tutuklama emri çıkardı.

İsrail ve ABD’nin yaptırım ve tehditlerine rağmen Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında tutuklama emri çıkardı.  Mahkeme, İsrail’in Filistinlilere karşı işlediği savaş suçları ve insanlığa karşı suçlarla ilgili ezici deliller doğrultusunda harekete geçerek bu kararı aldı. Netanyahu ve Gallant’a yöneltilen suçların arasında açlığı silah olarak kullanmaktan suçlu bulunduklarını da belirtildi. Mahkeme bu suçlamaların, “makul temellere” dayandığını söyledi.

“İsrailli yetkililer hakkında yakalama kararı almaması UCM’nin sonunu getirebilir”

İsrail, mahkemenin kendisiyle ilgili soruşturmaları engellemek amacıyla istihbarat teşkikatı Mossad’ı gözetlemek, hacklemek, baskı yapmak, karalamak ve iddiaya göre üst düzey UCM personelini tehdit etmek için devreye sokmuştu. Uluslararası basına da yansıyan UCM yetkililerinin de bir kısmını kamuoyuna duyurduğu bu baskılar sonuç vermedi.

UCM, İsrail’in kararı ya da mahkemeyi tanımasının bir önemi olmadığını belirtti.

Mahkeme, bunun yanında Hamas lideri Muhammed Diab İbrahim Al-Masr için de bir tutuklama emri çıkardı.

İsrail, UCM savcısı Khan’ı da tehdit etmiş

Bu kararın İsrail’in Filistinlilere yönelik saldırılarını engellemesi veya ABD’nin bu saldırılara verdiği desteği azaltması beklenmiyor. Ancak karar sonrası Avrupa ülkelerinin İsrail’e verdikleri destek konusunda daha fazla iç bölünme yaşamaları muhtemel.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English