Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

“Çin’in Körfez’de artan ağırlığı küresel güvenlik için faydalı olabilir”

Yayınlanma

“Çin, Orta Doğu’da ABD’nin yerini almak için acele ediyor gibi görünmüyor ve muhtemelen bunu yapmayı da amaçlamıyor. Ancak ekonomik ve siyasi gücü ile artan güvenlik ve stratejik çıkarlarının birleşimi, bölgesel güvenliğe daha fazla müdahil olmasına yol açacak. Büyük güçler arasındaki rekabete rağmen, Çin’in Körfez’deki güvenlik faaliyetlerini genişletmesi bölgesel ve küresel güvenlik için faydalı olabilir.”

Tokyo Waseda Üniversitesi’nde görevli Profesör Abdullah Baabood’un Malcolm H. Kerr Carnegie Orta Doğu Merkezi için mayıs sonunda Çin’in Hürmüz Boğazı’nın güvenliğinde kilit aktör haline geldiğini ve bunun nedenlerini anlatan bir analiz kaleme aldı.

Baabood, yazısında Washington’un Orta Doğu’da askeri varlığı ve silah üstünlüğü nedeniyle hâlâ önemli bir nüfuzu olduğunu ancak bölge ülkelerinin tutumunun gerçekten de değiştiğine dikkat çekti: “Suudi Arabistan-İran uzlaşmasının da gösterdiği gibi, bölge ülkeleri tek bir süper güce bel bağlamanın değil, süper güç rekabetinden faydalanmanın avantajlarını görüyorlar. Bu durum, Orta Doğu’daki uluslar on yıllar süren çatışma ve ABD hakimiyetinden sonra kendi aralarında yeni bir denge buldukça devam edecektir.”

Baabood, Çin’in bu yeniden düzenlemenin merkezinde yer almasını kuvvetli bir ihtimal olarak değerlendirdi: “Suudi Arabistan ve İran arasında Çin’in aracılık ettiği anlaşmanın bir sonucu olarak bölgesel gerilimin azalması, Pekin’e bölgenin gelecekteki güvenlik mimarisinde benzersiz bir rol verebilir.”

Ancak Pekin’in şimdilik Washington’un askeri hakimiyetiyle rekabet edemeyeceğinin farkında olduğuna dikkat çeken Baabood, Suudi Arabistan-İran anlaşmasının başarısının sadece bölge için değil, aynı zamanda Çin ve ABD arasındaki büyük güç rekabeti için de geniş kapsamlı etkilere sahip olacağına dikkat çekmişti.

Bu yazıdan kısa bir süre sonra Carnegie Orta Doğu Merkezi’nden Michael Young’ın Çin’in Orta Doğu’da artan nüfuzu ve ABD ile güç rekabetine ilişkin sorularını yanıtladı.

O söyleşinin tamamını yayınlıyoruz:

***

Orta Doğu’da Çin Zamanı

Abdullah Baabood söyleşide Pekin’in önceliğinin istikrar olduğu Körfez bölgesinde değişen rolünü ele alıyor.

Abdullah Baabood, Malcolm H. Kerr Carnegie Orta Doğu Merkezi’nde misafir akademisyen. Katar Devleti’nin İslami alan çalışmaları kürsüsünde görev yapıyor ve Tokyo’daki Waseda Üniversitesi Uluslararası Araştırma ve Eğitim Fakültesi’nde misafir profesör olarak çalışıyor. Kısa bir süre önce Carnegie için “Çin Neden Hürmüz Boğazı’nda İstikrarın Ana Destekçisi Olarak Ortaya Çıkıyor?” başlıklı bir makale kaleme aldı. Diwan, Baabood ile makalesini tartışmak ve daha geniş anlamda Çin’in Orta Doğu’da, özellikle de Körfez ülkeleriyle ilgili olarak değişen rolü hakkındaki görüşlerini almak için mayıs sonunda bir röportaj yaptı.

  • Michael Young: Kısa süre önce Çin’in Hürmüz Boğazı’ndaki rolü üzerine bir makale yazdınız. Argümanınız ve temel çıkarımlarınız nelerdi?

Abdullah Baabood: Çin’in petrol ve doğal gazının önemli bir kısmı için Körfez bölgesine bağımlı olması nedeniyle, bu bölgede istikrar ve güvenliğin korunmasında güçlü bir çıkarı olduğunu savundum, bunun açık bir örneği de son Suudi-İran uzlaşma anlaşmasına aracılık etmesiydi. Körfez, ABD ile küresel jeostratejik rekabetinde Çin için önemli bir fırsat alanı çünkü Washington’un aksine Pekin’in Hürmüz Boğazı’nın her iki yakasındaki ülkelerle yakın ikili ilişkileri var. Bölgedeki çıkarları arttıkça Çin, Boğaz’ın güvenliğinde başlıca paydaşlardan biri haline geldi. Suudi-İran anlaşması bu durumu bir kez daha teyit ederek Hürmüz Boğazı ve daha geniş bölgedeki gerginliklerin yatıştırılmasına katkıda bulundu.

ABD ve müttefiklerinin Boğaz’daki askeri varlığı, özellikle de Pekin petrol arzındaki aksaklıklara karşı son derece savunmasız olduğu için Çin’i ticari çıkarlarını korumak amacıyla bölgedeki güvenlik yükünü paylaşmaya teşvik etti. Çin’in Suudi-İran anlaşmasını kolaylaştırması, Pekin’in genişleyen ekonomik gücünün bölgesel güvenlik dinamiklerini etkilemede daha büyük bir rol oynamasına ve stratejik öneme sahip alanlarda diplomatik köprüler kurmasına ve böylece ticari çıkarlarını korumasına nasıl olanak sağladığını da gösteriyor. Eski ABD Başkanı Barack Obama’nın deyimiyle, artık ABD ve Batı güvenlik şemsiyesi altında hareket eden bir “otlakçı” (değil.)

  • MY: Çin son Suudi-İran uzlaşmasının resmi kefili olsa da bunun pratikte ne anlama geldiğini bize anlatabilir misiniz? Pekin anlaşmanın uygulanmasını ya da uygulanmamasını nasıl etkileyebilir?

AB: Çin’in İran ve Suudi Arabistan arasındaki anlaşmaya aracılık etmesi Körfez bölgesinin güvenlik görünümü açısından önemli bir gelişme. İran ve Suudi Arabistan’ın, Umman ve Irak’ın arabuluculuğunda yapılan birkaç tur görüşmenin ardından gerilimi azaltmaya çalıştıkları zaten belli olsa da özellikle Yemen’deki çatışma çözümsüzken diplomatik ilişkilerin bu kadar çabuk kurulması beklenmiyordu.

Çin uzun zamandır Orta Doğu’da dikkatli bir diplomatik dengeleme stratejisi uyguluyor ve tüm bölge ülkeleriyle iyi ilişkiler sürdürüyor. Ancak Tahran ve Riyad arasındaki uzlaşma anlaşmasına kefil olması Pekin’in bölgesel rakipler arasındaki barış sürecini desteklemede daha aktif bir rol oynamasıyla artık bu normdan bir sapmaya işaret ediyor. Sırasıyla 2021 ve 2022’de İran ve Suudi Arabistan ile kapsamlı stratejik ortaklık anlaşmaları imzalayan ve her iki ülkenin de ana ticaret ortağı olan Çin eşsiz konumuyla uzlaşma anlaşmasının sonucunu etkileyebilir. Dünyanın en büyük petrol ithalatçısı olan Çin, İran ve Suudi petrolünün de ana tüketicisi. Ayrıca Çinliler her iki ülkedeki büyük altyapı projelerine büyük yatırımlar yaptı.

Uzlaşma anlaşmasının başarısı nihai olarak Tahran ve Riyad’ın taviz verme istekliliğine bağlı olsa da Pekin’in ekonomik kaldıracı anlaşmanın uygulanmasını ilerletmede etkili olabilir. Suudi Arabistan, 2030 Vizyonu hedeflerine ulaşmak için hızlı bir ekonomik reform sürecinden geçerken İran, ABD ve müttefiklerinin artan yaptırımları nedeniyle kötüleşen mali koşullarla karşı karşıya. Her iki ülke için de artan ekonomik işbirliği ve Çin’den gelecek yabancı yatırımların artma ihtimali şüphesiz uzlaşmayı daha cazip hale getirecek.

  • MY: Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi, geniş Körfez bölgesine nasıl yerleşiyor ve bu durum ABD’nin bölgedeki rolünü ne şekilde tehdit ediyor?

AB: Çin’in Körfez’deki çıkarları enerji ihtiyacının ötesine geçerek daha geniş ekonomik faaliyetler yelpazesini kapsar hale geldi ve bu da Pekin’in bölgeyi giderek daha fazla stratejik öneme sahip bir alan olarak görmesine yol açtı. Çin’in özellikle telekomünikasyon ve lojistik projeleri gibi büyük altyapı girişimlerinde bölgesel yatırımlarının artması, geniş Körfez bölgesinin Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi için öneminin artığını gösteriyor. Afrika, Asya ve Avrupa’nın kesişme noktasında stratejik konuma sahip bölge, Pekin’in küresel hedeflerinin merkezinde yer almasının yanı sıra Çin ve ABD arasında yoğunlaşan büyük güç rekabetinde de kilit bir mücadele alanı. ABD’nin Orta Doğu’dan askeri olarak çekildiği algısına rağmen Washington, hâlâ kayda değer askeri varlığıyla bölgedeki müttefiklerinin güvenliğine olan bağlılığının devam ettiğini kanıtlamaya kararlı.

Çin’in bölgedeki askeri etkisi sınırlı olsa da Washington, Çinli Huawei’nin de dahil olduğu 5G ağlarının kurulması gibi büyük telekomünikasyon altyapı projeleri gibi Çinli şirketlerin limanlara erişimden ve teknoloji ortaklıklarına katılımının artmasından endişe duyuyor. Washington müttefiklerini bu tür şirketlerle işbirliği yapmanın ABD ile gelecekteki güvenlik işbirliğini riske atabileceği konusunda uyardı. Bununla birlikte, artan rekabetlerine rağmen hem Pekin hem de Washington, iki ülke için potansiyel bir işbirliği alanı sağlayabilecek olan bölgenin güvenliği ve istikrarında çıkarı var.

  • MY: Çin’in Körfez’deki ilerlemesine ABD’nin vereceği yanıtın muhtemelen İbrahim Anlaşmaları’nı ilerletmek ve Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesini sağlamak olacağını belirtiyorsunuz. Bu ne kadar gerçekçi ve Riyad’ın Pekin’den kopma ihtimalinin düşük olduğu göz önüne alındığında bu durum Çin’in stratejisini baltalayabilir mi?

AB: İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu Suudi Arabistan ile ilişkilerin normalleşmesini temel dış politika hedeflerinden biri haline getirdi. ABD için İbraham Anlaşmaları, İsrail ve Körfez-Arap ülkeleri arasında işbirliğini daha geliştirmek için bir fırsat yaratıyor. Bu, İran’ı büyük bölgesel tehdit olarak gören bu ülkeler arasında daha derin güvenlik işbirliğine kapı aralayacak. Böyle bir senaryo, İsrail’in İran’a karşı ulusal güvenliğini daha iyi korurken aynı zamanda bölgedeki ABD müttefiki ekseni güçlendirerek Washington’a fayda sağlayacak.

Bu durumun Suudi Arabistan ve İran arasında Çin’in aracılık ettiği uzlaşma anlaşmasını engellemesi pek olası olmasa da Pekin’in bölgesel çıkarlarına bazı engeller çıkarabilir. İsrail ve Körfez-Arap ülkeleri arasındaki daha yakın ilişkiler, İran’ı bölgesel güvenlik mimarisinden siyasi olarak izole ederek Pekin’in çıkarlarını etkileyebilir. Suudi Arabistan İran ile bölgesel gerilimi azaltmaya kararlı olsa da Riyad Tahran’ı hâlâ birincil düşman olarak görüyor. Suudi Arabistan ve İsrail’in İran’ı bir kenara iterek ve bölgeye ekonomik entegrasyonunu engelleyerek çıkarlarını örtüştürmesi, Çin’in Körfez bölgesinde kendi etki alanını oluşturma hedeflerini sekteye uğratabilir ve Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ni zayıflatabilir.

Ancak Suudi Arabistan’ın İsrail ile ilişkilerini normalleştirmek için ABD ile daha yakın savunma işbirliği, ABD’den güvenlik garantileri, ABD’nin Krallığa silah satışında daha az kısıtlama ve sivil nükleer projesi için ABD yardımı gibi bazı şartları olduğu ve bunların Washington’da Kongre’nin muhalefetiyle karşılaşabileceği bildiriliyor. Dahası, Netanyahu’nun aşırı sağcı hükümetinin geçen aralık ayında göreve gelmesinden bu yana İsrail-Filistin çatışmasında artan şiddet, İsrail ile yapılacak bir anlaşmayı Suudi Arabistan ve daha geniş Müslüman dünyası için daha az kabul edilebilir hale getirdi.

  • MY: Güvenlik alanında Çin’in ABD ile rekabet edemediği görülüyor. Bu neden önemli ve Çinlilerin bunu nasıl ele almasını bekliyorsunuz?

AB: Aktif personel açısından dünyanın en büyük ordusuna sahip olmasına rağmen Çin’in askeri uzmanlığı, deniz ve hava yetenekleri ABD’nin çok gerisinde. Geniş denizaşırı üs ağıyla ABD ordusunun güç projeksiyonu rakipsizken, Çin’in tek denizaşırı üssü Cibuti’de bulunuyor. Ayrıca Çin, Washington’un küresel silah pazarındaki hakimiyetiyle henüz rekabet edemiyor. Ayrıca Çin, 2018 ile 2022 arasındaki küresel silah ticaretinde yüzde 5,2’lik payı karşısında yüzde 40’ını elinde tutan Washington’un küresel silah pazarındaki hakimiyetiyle henüz rekabet edemiyor.

Bununla birlikte Pekin, Mısır ve Suudi Arabistan gibi kilit ABD müttefikleriyle büyük savunma anlaşmaları imzalamak da dâhil son on yılda Orta Doğu silah pazarına kayda değer bir giriş yaptı. Birçok Körfez-Arap ülkesi silah tedarikçilerini çeşitlendirmeye ve ABD silahlarına olan bağımlılıklarını azaltmaya çalışırken Çin de bölgenin kârlı silah pazarındaki payını artırmayı hedefleyecektir. Aynı zamanda Abu Dabi’nin Khalifa Limanı’nda Çin’in askeri üs inşa edeceği iddiasıyla ilgili tartışmaların da gösterdiği gibi Pekin, odak noktası Orta Doğu olan denizaşırı askeri üsler ağı kurmaya çalışacaktır.

Çin, ABD’nin yerini almak için acele ediyor gibi görünmüyor ve muhtemelen bunu yapmayı da amaçlamıyor. Ancak ekonomik ve siyasi gücü ile artan güvenlik ve stratejik çıkarlarının birleşimi, bölgesel güvenliğe daha fazla müdahil olmasına yol açacaktır. Büyük güçler arasındaki rekabete rağmen, Çin’in Körfez’deki güvenlik faaliyetlerini genişletmesi bölgesel ve küresel güvenlik için faydalı olabilir.

 

ORTADOĞU

Tahran, nükleer denetçinin kınamasına yanıt olarak ‘yeni ve gelişmiş’ santrifüjleri devreye soktu

Yayınlanma

İran’ın uranyum stoklarını sınırlama anlaşmasını övdükten bir gün sonra, Birleşmiş Milletler’in nükleer gözlemcisi İran’ın nükleer faaliyetleri konusunda “şeffaf olmamasını” kınayan gensoru önergesini kabul etti. Önerge ABD ve İngiltere tarafından dayatıldı.  Cuma günü erken saatlerde Tahran bu karara “yeni ve gelişmiş” santrifüjleri devreye soktuğunu açıklayarak yanıt verdi.

Perşembe günü geç saatlerde AFP’ye konuşan diplomatlar, Birleşmiş Milletler Nükleer Denetleme Kurulu’nun İran’ın kurumla olan zayıf işbirliğini kınayan bir kararı saatler süren hararetli tartışmaların ardından kabul ettiğini ve Tahran’ın bu kararı “siyasi amaçlı” olarak nitelendirdiğini söyledi.

İngiltere, Fransa, Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın 35 ülkeden oluşan yönetim kuruluna sunulan gensoru önergesi, haziran ayındaki benzer bir önergenin ardından geldi.

AFP’ye konuşan iki diplomat, Çin, Rusya ve Burkina Faso’nun aleyhte oy kullandığı karar tasarısının 19 lehte oyla kabul edildiğini, 12 çekimser oy kullanıldığını ve Venezuela’nın oylamaya katılmadığını söyledi.

Perşembe gecesi yapılan oylama öncesinde ABD ve Avrupalı müttefikleri İran’ı kınayarak kararlarına destek toplamaya çalıştı.

Washington, kurula gönderdiği ulusal bildiride Tahran’ın nükleer faaliyetlerinin “derinden rahatsız edici” olduğunu söyledi.

Londra, Paris ve Berlin ortak bir bildiriyle İran’ın nükleer programının “uluslararası güvenliğe” oluşturduğu tehdide dikkat çekerek, İran’ın şu anda dört nükleer silah için yeterli miktarda yüksek düzeyde zenginleştirilmiş uranyuma sahip olduğunu iddia etti.

İran’ın UAEA nezdindeki büyükelçisi Muhsin Naziri Asl, kararı “siyasi amaçlı” olarak nitelendirdi ve önceki kınamalara kıyasla “düşük destek” aldığını söyledi.

Cuma günü erken saatlerde Tahran, karara yanıt olarak “yeni ve gelişmiş” santrifüjleri devreye sokacağını duyurdu.

Örgüt ve İran Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan ortak açıklamada, “İran Atom Enerjisi Örgütü Başkanı, çeşitli tiplerde yeni ve gelişmiş santrifüjlerin önemli bir serisinin fırlatılması da dahil olmak üzere etkili önlemlerin alınması talimatını verdi” denildi.

UAEA Başkanının ziyareti üstüne geldi

Karar, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Başkanı Rafael Grossi’nin geçen hafta Tahran’a yaptığı ve ilerleme kaydettiği anlaşılan ziyaretten döndüğü sırada alındı.

Ziyaret sırasında İran, UAEA’nın yüzde 60 saflığa kadar zenginleştirilmiş, silah sınıfına yakın hassas uranyum stokunu sınırlama talebini kabul etti.

Grossi çarşamba günü gazetecilere yaptığı açıklamada “Bu doğru yönde atılmış somut bir adımdır” dedi ve İran’ın nükleer anlaşma kapsamındaki yükümlülüklerinden ayrılmaya başlamasından bu yana “ilk kez” böyle bir taahhütte bulunduğunu söyledi.

Yaptırımların hafifletilmesi karşılığında İran’ın nükleer programını kısıtlayan 2015 tarihli dönüm noktası niteliğindeki anlaşma, üç yıl sonra dönemin başkanı Donald Trump yönetimindeki ABD’nin tek taraflı çekilmesinin ardından dağıldı.

Buna misilleme olarak Tahran, uranyum stoklarını artırarak ve anlaşma kapsamında izin verilen yüzde 3,67 saflık oranının (nükleer enerji santralleri için yeterli) ötesinde zenginleştirme yaparak taahhütlerinden bazılarını kademeli olarak geri almaya başladı.

Bu aşamada sembolik nitelikte de olsa da, gensoru önergesinin İran üzerindeki diplomatik baskıyı artırmak için tasarlandığı düşünülüyor.

İran Dışişleri Bakanı Abbas Araghchi perşembe günü yaptığı açıklamada gensorunun ajansla olan ilişkileri “sekteye uğratacağını” ancak Tahran’ın işbirliği yapmaya istekli olduğunu vurguladı.

Daha önce Araghchi, kurulun kararı kabul etmesi halinde İran’ın “orantılı” bir karşılık vereceği uyarısında bulunmuştu.

‘Karar, ajansın çabalarına zarar veriyor’

Fransız Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde araştırmacı olan Heloise Fayet’e göre karar tasarısı “Rafael Grossi’nin çabalarına zarar verme” potansiyeline sahip dedi.

AFP’ye konuşan Fayet, “Ancak Batılı güçler Grossi’nin diplomatik manevralarının etkili olmamasından dolayı hayal kırıklığına uğramış durumda ve daha sağlam çözümler arıyorlar” değerlendirmesini yaptı.

Grossi .arşamba günü yaptığı açıklamada İran’ın zenginleştirme faaliyetlerini durdurma taahhüdünün “yeni gelişmeler sonucunda” sekteye uğrayabileceğini “göz ardı edemeyeceğini” söylemişti.

Dış politika uzmanı Rahman Ghahremanpour Tahran’ın yeni kınamaya “zenginleştirme seviyelerini artırarak” misilleme yapabileceğini belirtti.

Ancak İran’ın Trump Beyaz Saray’a dönmeden önce “gerilimi tırmandırmak” istememesi nedeniyle sert “stratejik önlemler” beklemediğini ekledi.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

UCM Hakiminden İsrail’in “tarafsızlık” sorgusuna yanıt

Yayınlanma

Beti Hohler

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), İsrail’in kendisi hakkındaki tarafsızlık sorgulamasına ilişkin İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkındaki tutuklama kararını verecek dairenin yeni atanan üyesi Hâkim Beti Hohler’in yanıtını yayınladı.

İsrail Başbakanı Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Gallant hakkındaki tutuklama talebi kararını verecek hâkim heyetine yeni atanan Hohler, savcılıktaki geçmiş görevine ilişkin İsrail’in sorularını yanıtladı.

UCM Hakimi Hohler’in sunduğu detaylı yanıtla, İsrail’in yargı sürecini geciktirmeye ve hakimin tarafsızlığını sorgulama yönelik girişimi temelsiz kaldı.

Tarafsızlık tartışması

Hohler’in UCM hakimliğine seçilmeden önce UCM Savcılık Ofisinde çalışmış olmasının, tarafsızlığına gölge düşürebileceğini öne süren İsrail Başsavcılığının UCM’ye yönelttiği sorulara verilen yanıtta, Filistin soruşturmasında görev almadığını belirtti. Hohler, savcılık bürosunda çalıştığı dönemde Filistin soruşturmasına doğrudan ya da dolaylı olarak katılmadığını ve soruşturmada görev alan personelle çalışmadığını kaydetti.

Eski Mossad şefi savaş suçları soruşturması nedeniyle eski UCM savcısını tehdit etmiş

İsrailli yetkililer hakkında yürütülen soruşturmanın belgelerine, soruşturma planlarına, evraklarına, delillerine veya gizli belgelere hiçbir şekilde erişmediğini aktaran Hohler, bu bilgi ve belgelerin kendisine başka şekilde de getirilmediğini ifade etti.

Yanıtında UCM’deki tüm soruşturmalara erişim sağlayan bir konumda çalışmadığını anlatan Hohler, Savcılıktaki görevinde kendisine danışılan ve görüş bildirdiği konular içinde Filistin soruşturmasının yer almadığını vurguladı.

Hohler, ağırlıklı olarak Filipinler’deki olayların soruşturulmasında görev aldığını ve etkileşime girdiği soruşturmalar içinde Filistin’in yer almadığını belirtti.

ABD Temsilciler Meclisi, UCM’ye yaptırım yasasını geçirdi

Tarafsızlığından makul gerekçelerle şüphelenilen bir hâkimin görevinden çekilmesi gerektiğine inandığını aktaran Hohler, görevinin gerektirdiği özelliklerin farkında olduğunu kaydetti. Hohler, Savcılık Ofisini de konuya ilişkin elindeki bilgileri mahkemeye sunmaya davet etti.

UCM’deki süreci geciktirme çabaları

Önceki UCM Başsavcısı Fatou Bensouda 16 Ocak 2015’te, Filistin’deki duruma ilişkin ön inceleme başlattığını duyurmasının ardından, Aralık 2019’da soruşturma için gerekli kriterlerin karşılandığını açıklamasına rağmen, Filistin topraklarının nereyi kapsadığı ve mahkemenin hangi topraklarda işlenen suçlara bakabileceğinin tespit edilmesi için ön yargılama dairesinden görüş istemişti.

Söz konusu görüşün verilmesi sırasında birçok UCM ülkesi ve sivil toplum kuruluşunun (STK) sürece dahil olmasıyla yaklaşık 2 yıl sonunda, ön inceleme tamamlanmış ve soruşturma ancak 3 Mart 2021’de başlatılmıştı.

“İsrailli yetkililer hakkında yakalama kararı almaması UCM’nin sonunu getirebilir”

UCM Başsavcılığının 20 Mayıs’ta Binyamin Netanyahu, Yoav Gallant ve üç Hamas lideri hakkında istediği tutuklama kararı talebi, İsrail ve müttefiklerinin sistematik engelleme çabalarıyla karşılaşmaya devam etti.

İngiltere’nin temmuzda başlattığı yetki itirazıyla yeni bir gecikme süreci başlamıştı. İngiltere’nin Filistin’in devlet statüsünü sorgulayarak UCM’nin yargı yetkisine itiraz etmesi ve daha sonra 64 ülke, kuruluş ve kişinin beyanlarının da sürece dahil edilmesiyle birlikte, tutuklama kararından önce yargılama yetkisi tartışmalarına girilmişti.

Bunun yanında Netanyahu hakkındaki tutuklama kararı talebini incelemekle görevli bir numaralı Ön Yargılama Dairesinin başkanı Hâkim Julia Motoc’un “sağlık nedenleri ve adaletin düzgün işleyişini koruma ihtiyacı” gerekçesiyle görevinden çekildiği açıklanmıştı.

UCM, Motoc’un yerine Sloven Hâkim Beti Hohler’in atandığını bildirmişti.

İsrail’in hedefindeki UCM Başsavcısı’na “cinsel taciz” soruşturması

UCM’deki Filistin süreci devam ederken, Mahkeme Taraf Devletler Meclisi Başkanlığından yapılan açıklamada, Başsavcı Kerim Han hakkında Savcılık Ofisi çalışanlarından birine yönelik “uygunsuz davranış” iddialarının bağımsız bir komisyon tarafından incelendiği duyurulmuştu.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Hamas’tan Gazze’nin yönetimi için “komite” önerisine şartlı onay

Yayınlanma

Hamas’ın siyasi büro üyesi Halil el-Hayye, El-Aksa televizyonuna yaptığı açıklamada Gazze’nin yönetimi için bir komite kurulması teklifini, bu komitenin tamamen yerel olması şartıyla kabul ettiklerini söyledi.

Hayye, Gazze’de ateşkes görüşmeleriyle ilgili açıklamasında “Masaya Gazze’nin yönetimi için bir komite kurulması yönünde bir fikir konuldu. Bu, Mısırlı kardeşlerimizin sunduğu bir öneri. Biz buna sorumlu bir yaklaşımla ve olumlu bir şekilde yanıt verdik. Komitenin Gazze’yi tamamen yerel bir şekilde yönetmesi ve oradaki günlük hayata dair her şeyi denetlemesi şartıyla bu öneriyi kabul ediyoruz” dedi.

Çin’de bir araya gelen Hamas ve El Fetih birleşme için diyaloğu sürdürme sözü verdi

Hamas ve Fetih hareketleri, bu ayın başında Gazze’nin yönetimi için bir komite kurulması ve ateşkes görüşmeleri çerçevesinde Mısır’ın başkenti Kahire’de bir araya gelmişti.

Hayye, Hamas ve İsrail arasında dolaylı olarak yürütülen ateşkes ve esir takası müzakerelerine ilişkin de “İsrail soykırımı durmadan esir takası olmayacak. Nitekim bu birbirine bağlı bir denklem. Biz tüm açıklıkla şunu söylüyoruz. Bu saldırganlığın durmasını istiyoruz. Herhangi bir esir takası olması için önce bu saldırılar durmalı” ifadelerini kullandı.

“Netanyahu, siyasi nedenlerle ateşkesi engelliyor”

Ateşkes anlaşmasına hazır olduklarını ancak İsrail’in de bu konuda gerçekten istekli olması gerektiğini belirten Hayye, “Ateşkes müzakerelerini harekete geçirmek için arabulucu ülkelerle temaslarımız sürüyor. Ancak Netanyahu, siyasi nedenlerle ateşkes müzakerelerinde ilerlemeyi engelliyor” diye konuştu.

İsrail’in 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze Şeridi’nde süren saldırılarının durdurulması için taraflar arasında uzun süredir dolaylı müzakereler yürütülüyor. Katar, ABD ve Mısır’la İsrail ve Hamas arasındaki ateşkes ve esir takası anlaşmalarına arabuluculuk ediyor.

“Ya Philadelphia ya anlaşma”

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İsrail ve uluslararası kamuoyunda, siyasi nedenlerle Hamas ile esir takası anlaşması yapmamakla suçlanıyor. İsrail’in anlaşma taslağına eklediği maddelerin özellikle Mısır-Gazze sınır hattı Philadelphia Koridoru’nda kontrolünü sürdürme ısrarının müzakereleri zora soktuğu vurgulanıyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English