Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

“Çin’in Körfez’de artan ağırlığı küresel güvenlik için faydalı olabilir”

Yayınlanma

“Çin, Orta Doğu’da ABD’nin yerini almak için acele ediyor gibi görünmüyor ve muhtemelen bunu yapmayı da amaçlamıyor. Ancak ekonomik ve siyasi gücü ile artan güvenlik ve stratejik çıkarlarının birleşimi, bölgesel güvenliğe daha fazla müdahil olmasına yol açacak. Büyük güçler arasındaki rekabete rağmen, Çin’in Körfez’deki güvenlik faaliyetlerini genişletmesi bölgesel ve küresel güvenlik için faydalı olabilir.”

Tokyo Waseda Üniversitesi’nde görevli Profesör Abdullah Baabood’un Malcolm H. Kerr Carnegie Orta Doğu Merkezi için mayıs sonunda Çin’in Hürmüz Boğazı’nın güvenliğinde kilit aktör haline geldiğini ve bunun nedenlerini anlatan bir analiz kaleme aldı.

Baabood, yazısında Washington’un Orta Doğu’da askeri varlığı ve silah üstünlüğü nedeniyle hâlâ önemli bir nüfuzu olduğunu ancak bölge ülkelerinin tutumunun gerçekten de değiştiğine dikkat çekti: “Suudi Arabistan-İran uzlaşmasının da gösterdiği gibi, bölge ülkeleri tek bir süper güce bel bağlamanın değil, süper güç rekabetinden faydalanmanın avantajlarını görüyorlar. Bu durum, Orta Doğu’daki uluslar on yıllar süren çatışma ve ABD hakimiyetinden sonra kendi aralarında yeni bir denge buldukça devam edecektir.”

Baabood, Çin’in bu yeniden düzenlemenin merkezinde yer almasını kuvvetli bir ihtimal olarak değerlendirdi: “Suudi Arabistan ve İran arasında Çin’in aracılık ettiği anlaşmanın bir sonucu olarak bölgesel gerilimin azalması, Pekin’e bölgenin gelecekteki güvenlik mimarisinde benzersiz bir rol verebilir.”

Ancak Pekin’in şimdilik Washington’un askeri hakimiyetiyle rekabet edemeyeceğinin farkında olduğuna dikkat çeken Baabood, Suudi Arabistan-İran anlaşmasının başarısının sadece bölge için değil, aynı zamanda Çin ve ABD arasındaki büyük güç rekabeti için de geniş kapsamlı etkilere sahip olacağına dikkat çekmişti.

Bu yazıdan kısa bir süre sonra Carnegie Orta Doğu Merkezi’nden Michael Young’ın Çin’in Orta Doğu’da artan nüfuzu ve ABD ile güç rekabetine ilişkin sorularını yanıtladı.

O söyleşinin tamamını yayınlıyoruz:

***

Orta Doğu’da Çin Zamanı

Abdullah Baabood söyleşide Pekin’in önceliğinin istikrar olduğu Körfez bölgesinde değişen rolünü ele alıyor.

Abdullah Baabood, Malcolm H. Kerr Carnegie Orta Doğu Merkezi’nde misafir akademisyen. Katar Devleti’nin İslami alan çalışmaları kürsüsünde görev yapıyor ve Tokyo’daki Waseda Üniversitesi Uluslararası Araştırma ve Eğitim Fakültesi’nde misafir profesör olarak çalışıyor. Kısa bir süre önce Carnegie için “Çin Neden Hürmüz Boğazı’nda İstikrarın Ana Destekçisi Olarak Ortaya Çıkıyor?” başlıklı bir makale kaleme aldı. Diwan, Baabood ile makalesini tartışmak ve daha geniş anlamda Çin’in Orta Doğu’da, özellikle de Körfez ülkeleriyle ilgili olarak değişen rolü hakkındaki görüşlerini almak için mayıs sonunda bir röportaj yaptı.

  • Michael Young: Kısa süre önce Çin’in Hürmüz Boğazı’ndaki rolü üzerine bir makale yazdınız. Argümanınız ve temel çıkarımlarınız nelerdi?

Abdullah Baabood: Çin’in petrol ve doğal gazının önemli bir kısmı için Körfez bölgesine bağımlı olması nedeniyle, bu bölgede istikrar ve güvenliğin korunmasında güçlü bir çıkarı olduğunu savundum, bunun açık bir örneği de son Suudi-İran uzlaşma anlaşmasına aracılık etmesiydi. Körfez, ABD ile küresel jeostratejik rekabetinde Çin için önemli bir fırsat alanı çünkü Washington’un aksine Pekin’in Hürmüz Boğazı’nın her iki yakasındaki ülkelerle yakın ikili ilişkileri var. Bölgedeki çıkarları arttıkça Çin, Boğaz’ın güvenliğinde başlıca paydaşlardan biri haline geldi. Suudi-İran anlaşması bu durumu bir kez daha teyit ederek Hürmüz Boğazı ve daha geniş bölgedeki gerginliklerin yatıştırılmasına katkıda bulundu.

ABD ve müttefiklerinin Boğaz’daki askeri varlığı, özellikle de Pekin petrol arzındaki aksaklıklara karşı son derece savunmasız olduğu için Çin’i ticari çıkarlarını korumak amacıyla bölgedeki güvenlik yükünü paylaşmaya teşvik etti. Çin’in Suudi-İran anlaşmasını kolaylaştırması, Pekin’in genişleyen ekonomik gücünün bölgesel güvenlik dinamiklerini etkilemede daha büyük bir rol oynamasına ve stratejik öneme sahip alanlarda diplomatik köprüler kurmasına ve böylece ticari çıkarlarını korumasına nasıl olanak sağladığını da gösteriyor. Eski ABD Başkanı Barack Obama’nın deyimiyle, artık ABD ve Batı güvenlik şemsiyesi altında hareket eden bir “otlakçı” (değil.)

  • MY: Çin son Suudi-İran uzlaşmasının resmi kefili olsa da bunun pratikte ne anlama geldiğini bize anlatabilir misiniz? Pekin anlaşmanın uygulanmasını ya da uygulanmamasını nasıl etkileyebilir?

AB: Çin’in İran ve Suudi Arabistan arasındaki anlaşmaya aracılık etmesi Körfez bölgesinin güvenlik görünümü açısından önemli bir gelişme. İran ve Suudi Arabistan’ın, Umman ve Irak’ın arabuluculuğunda yapılan birkaç tur görüşmenin ardından gerilimi azaltmaya çalıştıkları zaten belli olsa da özellikle Yemen’deki çatışma çözümsüzken diplomatik ilişkilerin bu kadar çabuk kurulması beklenmiyordu.

Çin uzun zamandır Orta Doğu’da dikkatli bir diplomatik dengeleme stratejisi uyguluyor ve tüm bölge ülkeleriyle iyi ilişkiler sürdürüyor. Ancak Tahran ve Riyad arasındaki uzlaşma anlaşmasına kefil olması Pekin’in bölgesel rakipler arasındaki barış sürecini desteklemede daha aktif bir rol oynamasıyla artık bu normdan bir sapmaya işaret ediyor. Sırasıyla 2021 ve 2022’de İran ve Suudi Arabistan ile kapsamlı stratejik ortaklık anlaşmaları imzalayan ve her iki ülkenin de ana ticaret ortağı olan Çin eşsiz konumuyla uzlaşma anlaşmasının sonucunu etkileyebilir. Dünyanın en büyük petrol ithalatçısı olan Çin, İran ve Suudi petrolünün de ana tüketicisi. Ayrıca Çinliler her iki ülkedeki büyük altyapı projelerine büyük yatırımlar yaptı.

Uzlaşma anlaşmasının başarısı nihai olarak Tahran ve Riyad’ın taviz verme istekliliğine bağlı olsa da Pekin’in ekonomik kaldıracı anlaşmanın uygulanmasını ilerletmede etkili olabilir. Suudi Arabistan, 2030 Vizyonu hedeflerine ulaşmak için hızlı bir ekonomik reform sürecinden geçerken İran, ABD ve müttefiklerinin artan yaptırımları nedeniyle kötüleşen mali koşullarla karşı karşıya. Her iki ülke için de artan ekonomik işbirliği ve Çin’den gelecek yabancı yatırımların artma ihtimali şüphesiz uzlaşmayı daha cazip hale getirecek.

  • MY: Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi, geniş Körfez bölgesine nasıl yerleşiyor ve bu durum ABD’nin bölgedeki rolünü ne şekilde tehdit ediyor?

AB: Çin’in Körfez’deki çıkarları enerji ihtiyacının ötesine geçerek daha geniş ekonomik faaliyetler yelpazesini kapsar hale geldi ve bu da Pekin’in bölgeyi giderek daha fazla stratejik öneme sahip bir alan olarak görmesine yol açtı. Çin’in özellikle telekomünikasyon ve lojistik projeleri gibi büyük altyapı girişimlerinde bölgesel yatırımlarının artması, geniş Körfez bölgesinin Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi için öneminin artığını gösteriyor. Afrika, Asya ve Avrupa’nın kesişme noktasında stratejik konuma sahip bölge, Pekin’in küresel hedeflerinin merkezinde yer almasının yanı sıra Çin ve ABD arasında yoğunlaşan büyük güç rekabetinde de kilit bir mücadele alanı. ABD’nin Orta Doğu’dan askeri olarak çekildiği algısına rağmen Washington, hâlâ kayda değer askeri varlığıyla bölgedeki müttefiklerinin güvenliğine olan bağlılığının devam ettiğini kanıtlamaya kararlı.

Çin’in bölgedeki askeri etkisi sınırlı olsa da Washington, Çinli Huawei’nin de dahil olduğu 5G ağlarının kurulması gibi büyük telekomünikasyon altyapı projeleri gibi Çinli şirketlerin limanlara erişimden ve teknoloji ortaklıklarına katılımının artmasından endişe duyuyor. Washington müttefiklerini bu tür şirketlerle işbirliği yapmanın ABD ile gelecekteki güvenlik işbirliğini riske atabileceği konusunda uyardı. Bununla birlikte, artan rekabetlerine rağmen hem Pekin hem de Washington, iki ülke için potansiyel bir işbirliği alanı sağlayabilecek olan bölgenin güvenliği ve istikrarında çıkarı var.

  • MY: Çin’in Körfez’deki ilerlemesine ABD’nin vereceği yanıtın muhtemelen İbrahim Anlaşmaları’nı ilerletmek ve Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesini sağlamak olacağını belirtiyorsunuz. Bu ne kadar gerçekçi ve Riyad’ın Pekin’den kopma ihtimalinin düşük olduğu göz önüne alındığında bu durum Çin’in stratejisini baltalayabilir mi?

AB: İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu Suudi Arabistan ile ilişkilerin normalleşmesini temel dış politika hedeflerinden biri haline getirdi. ABD için İbraham Anlaşmaları, İsrail ve Körfez-Arap ülkeleri arasında işbirliğini daha geliştirmek için bir fırsat yaratıyor. Bu, İran’ı büyük bölgesel tehdit olarak gören bu ülkeler arasında daha derin güvenlik işbirliğine kapı aralayacak. Böyle bir senaryo, İsrail’in İran’a karşı ulusal güvenliğini daha iyi korurken aynı zamanda bölgedeki ABD müttefiki ekseni güçlendirerek Washington’a fayda sağlayacak.

Bu durumun Suudi Arabistan ve İran arasında Çin’in aracılık ettiği uzlaşma anlaşmasını engellemesi pek olası olmasa da Pekin’in bölgesel çıkarlarına bazı engeller çıkarabilir. İsrail ve Körfez-Arap ülkeleri arasındaki daha yakın ilişkiler, İran’ı bölgesel güvenlik mimarisinden siyasi olarak izole ederek Pekin’in çıkarlarını etkileyebilir. Suudi Arabistan İran ile bölgesel gerilimi azaltmaya kararlı olsa da Riyad Tahran’ı hâlâ birincil düşman olarak görüyor. Suudi Arabistan ve İsrail’in İran’ı bir kenara iterek ve bölgeye ekonomik entegrasyonunu engelleyerek çıkarlarını örtüştürmesi, Çin’in Körfez bölgesinde kendi etki alanını oluşturma hedeflerini sekteye uğratabilir ve Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ni zayıflatabilir.

Ancak Suudi Arabistan’ın İsrail ile ilişkilerini normalleştirmek için ABD ile daha yakın savunma işbirliği, ABD’den güvenlik garantileri, ABD’nin Krallığa silah satışında daha az kısıtlama ve sivil nükleer projesi için ABD yardımı gibi bazı şartları olduğu ve bunların Washington’da Kongre’nin muhalefetiyle karşılaşabileceği bildiriliyor. Dahası, Netanyahu’nun aşırı sağcı hükümetinin geçen aralık ayında göreve gelmesinden bu yana İsrail-Filistin çatışmasında artan şiddet, İsrail ile yapılacak bir anlaşmayı Suudi Arabistan ve daha geniş Müslüman dünyası için daha az kabul edilebilir hale getirdi.

  • MY: Güvenlik alanında Çin’in ABD ile rekabet edemediği görülüyor. Bu neden önemli ve Çinlilerin bunu nasıl ele almasını bekliyorsunuz?

AB: Aktif personel açısından dünyanın en büyük ordusuna sahip olmasına rağmen Çin’in askeri uzmanlığı, deniz ve hava yetenekleri ABD’nin çok gerisinde. Geniş denizaşırı üs ağıyla ABD ordusunun güç projeksiyonu rakipsizken, Çin’in tek denizaşırı üssü Cibuti’de bulunuyor. Ayrıca Çin, Washington’un küresel silah pazarındaki hakimiyetiyle henüz rekabet edemiyor. Ayrıca Çin, 2018 ile 2022 arasındaki küresel silah ticaretinde yüzde 5,2’lik payı karşısında yüzde 40’ını elinde tutan Washington’un küresel silah pazarındaki hakimiyetiyle henüz rekabet edemiyor.

Bununla birlikte Pekin, Mısır ve Suudi Arabistan gibi kilit ABD müttefikleriyle büyük savunma anlaşmaları imzalamak da dâhil son on yılda Orta Doğu silah pazarına kayda değer bir giriş yaptı. Birçok Körfez-Arap ülkesi silah tedarikçilerini çeşitlendirmeye ve ABD silahlarına olan bağımlılıklarını azaltmaya çalışırken Çin de bölgenin kârlı silah pazarındaki payını artırmayı hedefleyecektir. Aynı zamanda Abu Dabi’nin Khalifa Limanı’nda Çin’in askeri üs inşa edeceği iddiasıyla ilgili tartışmaların da gösterdiği gibi Pekin, odak noktası Orta Doğu olan denizaşırı askeri üsler ağı kurmaya çalışacaktır.

Çin, ABD’nin yerini almak için acele ediyor gibi görünmüyor ve muhtemelen bunu yapmayı da amaçlamıyor. Ancak ekonomik ve siyasi gücü ile artan güvenlik ve stratejik çıkarlarının birleşimi, bölgesel güvenliğe daha fazla müdahil olmasına yol açacaktır. Büyük güçler arasındaki rekabete rağmen, Çin’in Körfez’deki güvenlik faaliyetlerini genişletmesi bölgesel ve küresel güvenlik için faydalı olabilir.

 

ORTADOĞU

WSJ: ABD’nin İsrail’i dizginleme girişimleri sınırlı sonuç veriyor

Yayınlanma

biden-netanyahu

İran’ın İsrail’e yönelik füze saldırısının ardından İsrail misillemeye hazırlanırken bir yandan da ABD yönetimi ile istişareler sürüyor.

İsrail, İran’a vereceği yanıtın olası sonuçları nedeniyle yapacağını duyurduğu misillemeyi ABD ile koordine etmek istiyor. Savaşın bölgeye yayılmasını istemeyen ABD’nin İsrail’i misillemenin dozajını, bölgesel bir çatışmaya dönüşmeyecek ölçüde ayarlamaya ikna etmeye çalıştığı biliniyor. İsrail ise İran’a nükleer tesisleri hedef almak dahil sert bir yanıt vermek istiyor.

ABD Başkanı Joe Biden, Orta Doğu’da topyekûn bir savaşın önlenip önlenemeyeceğinden emin olup olmadığı sorusu üzerine “Tam kapsamlı bir savaş olacağına inanmıyorum. Bence bundan kaçınabiliriz” dedi. Başkan Biden, olası bir tam kapsamlı savaştan kaçınılabileceğini ancak bunun için “yapılacak çok şey” olduğunu sözlerine ekledi.

Ancak ABD’nin Gazze başta olmak üzere bölgedeki saldırılarında İsrail’i dizginleme girişimlerinin “sınırlı sonuçlar verdiği” iddia ediliyor.

Vali Nasr: ‘İran’ın füze saldırısı riskli ancak hesaplanmış bir hamleydi’

The Wall Street Journal’da yayımlanan haberde uluslararası ilişkiler uzmanları ile bazı eski Beyaz Saray ve Dışişleri Bakanlığı yetkilileri, İsrail’in Gazze’yi işgali ve “soykırımda bulunmasına” karşı ABD Başkanı Joe Biden yönetiminin tutumunu ele aldı.

Uzmanlar, ABD Başkanı Biden ve yönetiminin İsrail’in Gazze’yi işgali ve “soykırımda bulunmasını” önleme girişimlerinin “sınırlı sonuçlar verdiğine” işaret ederken Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezinin Orta Doğu Programları Direktörü Jon Alterman, “Biden ve Binyamin Netanyahu, birbirlerini tarttılar. Netanyahu sürekli, Biden’ın düşündüğünden daha fazla alana sahip olduğuna karar veriyor gibi görünüyor” ifadelerini kullandı.

Alterman, ABD’nin, İsrail liderliği tarafından “ya bir dırdırcı ya da şu anda gereksinimleri anlamayan bir arka koltuk şoförü olarak görüldüğünü” öne sürdü.

Eski Başkan Donald Trump yönetimi sırasında Yakın Doğu İşlerinden Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı olarak görev yapan David Schenker ise 7 Ekim 2023’ün her şeyi değiştirdiğini belirterek, “ABD’nin hassasiyetlerini daha az dikkate alarak kendi güvenlik hedeflerini acımasızca takip edecek yeni bir İsrail’le karşı karşıyayız” değerlendirmesinde bulundu.

Netanyahu’nun misilleme için ABD ile koordinasyon arayışı

“Tahran’a yönelik saldırıyı dizginliyor gibi görünmek istemiyor”

Amerikalı yetkililerin Lübnan’daki İsrail-Hizbullah çatışmasının tırmanmasını engellemeye çalıştığını kaydeden uzmanlar, bunun İran’ı da işin içine çekeceği ve ABD’yi askeri olarak daha derin müdahaleye zorlayacağı endişesinden kaynaklandığını ifade etti.

Uzmanlar, Biden yönetiminin, İsrail’in Hizbullah’a vurduğu darbelerden memnun olmadığı ancak başkanlık seçimlerine bir ay kala Tahran’a yönelik bir saldırıyı dizginliyor görünmeye de hevesli bulunmadığı görüşünü paylaştı.

ABD Dışişleri Bakanlığının eski Orta Doğu yetkililerinden Aaron David Miller da yaklaşan başkanlık seçimleri öncesi İsrail’in özellikle de İran’ın dahil olacağı cephede savaşa girmesi için bastıracak herhangi bir Amerikalı yetkilinin olamayacağını savundu.

Le Figaro: Biden, Orta Doğu’da kontrolü kaybediyor

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

İran lideri Hamaney’den “birlik” çağrısı: İsrail’in akıl almaz suçlarına en hafif yanıtı verdik

Yayınlanma

İran lideri Ayetullah Ali Hamaney, ülkesinin 1 Ekim’de İsrail’e düzenlediği füze saldırısının “meşru müdafaa” kapsamında gerçekleştirildiğini söyledi.

İran lideri Hamaney, 4 yıl aradan sonra ilk kez başkent Tahran’da cuma namazı kıldırdı.

Tahran’ın İmam Humeyni Büyük Musalla Camisi’nde üst düzey siyasi ve askeri yetkililer ile birlikte on binlerce kişinin katılımıyla kılınan namaz öncesi 27 Eylül’de İsrail’in Beyrut’a saldırısında hayatını kaybeden Hasan Nasrallah için de anma töreni düzenlendi.

Namaz öncesi okuduğu hutbede gündemdeki meseleleri değerlendiren Hamaney, İsrail’in suçları karşısında ülkesinin İsrail’e düzenlediği füze saldırılarının “meşru müdafaa” çerçevesinde uygulandığını söyledi, “Silahlı kuvvetlerimizin eylemi işgalci siyonist rejime karşı verebileceğimiz en hafif cezaydı. İşledikleri akıl almaz suçlar karşısında bu kana susamış kuduz köpeğe karşı verebileceğimiz en hafif yanıtı verdik” dedi. İran lideri, ülkesinin muhtemel karşı saldırılara cevap vermekte tereddüt etmeyeceğini ve anında karşılık vereceğini ifade etti.

Hamas’ın İsrail’e 7 Ekim 2023’te düzenlediği “Aksa Tufanı” adı verilen saldırılara işaret eden Hamaney, Filistinlilerin İsrail’e karşı saldırılarının “tamamen meşru” olduğunu belirtti.

İran basınının aktardığına göre Hamaney özetle şu mesajları verdi:

  • Düşmanların siyaseti böl-yönet’tir. Bu politikaları Müslüman ülkelerde çeşitli şekillerde uyguladılar ama bugün milletler uyandı. Bugün İslam ve Müslüman, düşmanların bu oyununa galip geleceği gündür.
  • İran’ın düşmanı Filistin’in, Lübnan’ın, Irak’ın, Mısır’ın, Suriye’nin ve Yemen’in düşmanıdır. Yüzleri farklı ama düşman aynı. Bazılarında psikolojik savaş uyguluyorlar, bazılarında ekonomik savaş, bazılarında bomba yağdırıyorlar, bazen de gülümsemeyle bunu yapıyorlar. Düşman her yerde özel bir yöntemle çalışıyor ama komuta odası bir yerde ve oradan emir alıyorlar. Düşman başarılı olursa başka ülkelere de saldıracak. Bu, bütün İslam dünyası için çok ciddi bir alarm. Birlik olmalıyız. Bugün Filistinli ve Lübnanlı kardeşlerimize dayanışma göstermeliyiz.
  • Filistin milletinin, topraklarını işgal eden, hayatlarını alt üst eden düşmanın karşısında durma hakkı vardır. Filistinlilerin savunması meşrudur ve onlara yardım etmek de meşrudur.
  • Seyyid Hasan Nasrallah’ın cismi aramızdan ayrıldı ama onun gerçek kişiliği, ruhu, yolu ve etkileyici sesi hala aramızda ve öyle de kalacak. O, baskıcı ve yağmacı şeytanlar karşısında direnişin sembolüydü. Onun etkisi Lübnan’ı, İran’ı ve Arap ülkelerini aştı, şimdi onun şehadetiyle bu nüfuz daha da artacaktır.
  • Siyonistler ve Amerikalılar boş hayaller peşindeler. İsrail’in şuursuz rejimi zorla ayakta duruyor. ABD onları savunduğu sürece varlar ama Allah’ın izni ile yok olup gidecekler. Lübnan’ı işgal etmek için milyarlarca dolar harcadılar. Bu desteğe rağmen küçük bir mücahit grup onları engelledi. Asla Hamas ve Hizbullah’a galip gelemediler. Siyonist rejim galip gelemeyeceğini anladı.
  • Bugün bölgedeki direniş, yiğitlerinin şehadetleriyle geriye gitmeyecektir. Gazze’deki direniş bütün dünyayı hayrete düşürdü; İslam’ın onurunu ve haysiyetini gösterdi. Karşımızda ne kadar şer güçleri olsa da aslı Gazzeliler geri adım atmıyor.
  • Lübnan halkı, sizler birer kahramansınız. Bu korkak düşman, Hizbullah’ın ve Hamas’ın varlığını asla bitiremeyecek. Allah yolunda savaşımız sürecek. Bizler zafere yakınız ama onlar suikastlarla yıkarak ve sivilleri öldürerek hedeflerine ulaşacaklarını zannediyor.
  • Alçak ve çaresiz düşman Hizbullah’ın, Hamas’ın, İslami Cihad’ın ve Allah yolunda çalışan diğer mücadeleci örgütlerin sağlam yapısına ciddi zarar veremediği için terörü, yıkımı, sivillerin bombalanmasını ve öldürülmesini, silahsız insanlara acı çektirmeyi zaferinin bir işareti olarak görüyor.
  • Bu suçların sonucu, öfkenin yoğunlaşması ve insanların motivasyonunun artması, canlarını feda eden yiğitlerin, komutanların ve liderlerin daha da öne çıkması ve kan emicilerin rezil varlığının sahneden silinmesi olacaktır.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

İsrail “karada” ilerleyemiyor

Yayınlanma

Lübnan’ın güneyindeki çatışmalarda 17 İsrail askerinin öldürüldüğünü duyuran Hizbullah bu sabah İsrail’in kuzeyinde Hayfa yakınlarında bulunan Krayot bölgesini çok sayıda roketle hedef aldığını açıkladı.

İsrail’in Lübnan’ın güneyini işgal edeceğini duyurmasından sonra sınırda zaman zaman çatışmalar yaşanıyor. İsrail ordusu bugüne kadar Lübnan sınırında henüz kayda değer bir ilerleme sağlayamadı.

Hizbullah, Lübnan’ın güneyindeki çatışmalarda 17 İsrail askerinin öldürüldüğünü duyurdu. İsrail ordusu ise kara saldırılarının başladığı 30 Eylül’den bu yana Lübnan’daki çatışmalarda 9 askerinin öldürüldüğünü açıklamıştı.

Öte yandan Hizbullah’tan yapılan açıklamada, Hayfa kentinin kuzeyindeki Krayot bölgesinin çok sayıda roketle vurulduğu belirtildi. İsrail basını da İsrail’in kuzeyindeki sınır kasabalarında sirenlerin çaldığını duyurdu.

İsrail ordusundan yapılan açıklamada da Lübnan’dan ​​​​​​​20 roketin atıldığının gözlemlendiği, bunların çoğuna müdahale edildiği diğerlerinin de açık araziye düştüğü ifade edildi.

Lübnan sınırına yaklaşık 40 kilometre uzaklıkta kalan Hayfa sahil kenti İsrail’in en önemli sanayi ve ticaret kentlerinden biri olarak öne çıkıyor.

İsrail ise bir yandan Lübnan’a karadan girmeye çalışırken diğer yandan başkent Beyrut yakınlarında Hizbullah’a aile olduğunu iddia ettiği hedeflere yoğun hava saldırısı düzenliyor. Ayrıca Hizbullah’ın ikmal hattını kesmek için Suriye’deki hedefleri de vuruyor. Bu kapsamda İsrail’in Lübnan-Suriye sınırındaki El-Masna Sınır Kapısı’na hava saldırısı düzenlediği belirtildi. Saldırıda, Lübnan’ın başkenti Beyrut ve Suriye’nin başkenti Şam arasındaki yolun da kesintiye uğradığı aktarılırken, ölen ya da yaralanan olup olmadığı konusunda bilgiye yer verilmedi.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English