Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

“Çin’in Körfez’de artan ağırlığı küresel güvenlik için faydalı olabilir”

Yayınlanma

“Çin, Orta Doğu’da ABD’nin yerini almak için acele ediyor gibi görünmüyor ve muhtemelen bunu yapmayı da amaçlamıyor. Ancak ekonomik ve siyasi gücü ile artan güvenlik ve stratejik çıkarlarının birleşimi, bölgesel güvenliğe daha fazla müdahil olmasına yol açacak. Büyük güçler arasındaki rekabete rağmen, Çin’in Körfez’deki güvenlik faaliyetlerini genişletmesi bölgesel ve küresel güvenlik için faydalı olabilir.”

Tokyo Waseda Üniversitesi’nde görevli Profesör Abdullah Baabood’un Malcolm H. Kerr Carnegie Orta Doğu Merkezi için mayıs sonunda Çin’in Hürmüz Boğazı’nın güvenliğinde kilit aktör haline geldiğini ve bunun nedenlerini anlatan bir analiz kaleme aldı.

Baabood, yazısında Washington’un Orta Doğu’da askeri varlığı ve silah üstünlüğü nedeniyle hâlâ önemli bir nüfuzu olduğunu ancak bölge ülkelerinin tutumunun gerçekten de değiştiğine dikkat çekti: “Suudi Arabistan-İran uzlaşmasının da gösterdiği gibi, bölge ülkeleri tek bir süper güce bel bağlamanın değil, süper güç rekabetinden faydalanmanın avantajlarını görüyorlar. Bu durum, Orta Doğu’daki uluslar on yıllar süren çatışma ve ABD hakimiyetinden sonra kendi aralarında yeni bir denge buldukça devam edecektir.”

Baabood, Çin’in bu yeniden düzenlemenin merkezinde yer almasını kuvvetli bir ihtimal olarak değerlendirdi: “Suudi Arabistan ve İran arasında Çin’in aracılık ettiği anlaşmanın bir sonucu olarak bölgesel gerilimin azalması, Pekin’e bölgenin gelecekteki güvenlik mimarisinde benzersiz bir rol verebilir.”

Ancak Pekin’in şimdilik Washington’un askeri hakimiyetiyle rekabet edemeyeceğinin farkında olduğuna dikkat çeken Baabood, Suudi Arabistan-İran anlaşmasının başarısının sadece bölge için değil, aynı zamanda Çin ve ABD arasındaki büyük güç rekabeti için de geniş kapsamlı etkilere sahip olacağına dikkat çekmişti.

Bu yazıdan kısa bir süre sonra Carnegie Orta Doğu Merkezi’nden Michael Young’ın Çin’in Orta Doğu’da artan nüfuzu ve ABD ile güç rekabetine ilişkin sorularını yanıtladı.

O söyleşinin tamamını yayınlıyoruz:

***

Orta Doğu’da Çin Zamanı

Abdullah Baabood söyleşide Pekin’in önceliğinin istikrar olduğu Körfez bölgesinde değişen rolünü ele alıyor.

Abdullah Baabood, Malcolm H. Kerr Carnegie Orta Doğu Merkezi’nde misafir akademisyen. Katar Devleti’nin İslami alan çalışmaları kürsüsünde görev yapıyor ve Tokyo’daki Waseda Üniversitesi Uluslararası Araştırma ve Eğitim Fakültesi’nde misafir profesör olarak çalışıyor. Kısa bir süre önce Carnegie için “Çin Neden Hürmüz Boğazı’nda İstikrarın Ana Destekçisi Olarak Ortaya Çıkıyor?” başlıklı bir makale kaleme aldı. Diwan, Baabood ile makalesini tartışmak ve daha geniş anlamda Çin’in Orta Doğu’da, özellikle de Körfez ülkeleriyle ilgili olarak değişen rolü hakkındaki görüşlerini almak için mayıs sonunda bir röportaj yaptı.

  • Michael Young: Kısa süre önce Çin’in Hürmüz Boğazı’ndaki rolü üzerine bir makale yazdınız. Argümanınız ve temel çıkarımlarınız nelerdi?

Abdullah Baabood: Çin’in petrol ve doğal gazının önemli bir kısmı için Körfez bölgesine bağımlı olması nedeniyle, bu bölgede istikrar ve güvenliğin korunmasında güçlü bir çıkarı olduğunu savundum, bunun açık bir örneği de son Suudi-İran uzlaşma anlaşmasına aracılık etmesiydi. Körfez, ABD ile küresel jeostratejik rekabetinde Çin için önemli bir fırsat alanı çünkü Washington’un aksine Pekin’in Hürmüz Boğazı’nın her iki yakasındaki ülkelerle yakın ikili ilişkileri var. Bölgedeki çıkarları arttıkça Çin, Boğaz’ın güvenliğinde başlıca paydaşlardan biri haline geldi. Suudi-İran anlaşması bu durumu bir kez daha teyit ederek Hürmüz Boğazı ve daha geniş bölgedeki gerginliklerin yatıştırılmasına katkıda bulundu.

ABD ve müttefiklerinin Boğaz’daki askeri varlığı, özellikle de Pekin petrol arzındaki aksaklıklara karşı son derece savunmasız olduğu için Çin’i ticari çıkarlarını korumak amacıyla bölgedeki güvenlik yükünü paylaşmaya teşvik etti. Çin’in Suudi-İran anlaşmasını kolaylaştırması, Pekin’in genişleyen ekonomik gücünün bölgesel güvenlik dinamiklerini etkilemede daha büyük bir rol oynamasına ve stratejik öneme sahip alanlarda diplomatik köprüler kurmasına ve böylece ticari çıkarlarını korumasına nasıl olanak sağladığını da gösteriyor. Eski ABD Başkanı Barack Obama’nın deyimiyle, artık ABD ve Batı güvenlik şemsiyesi altında hareket eden bir “otlakçı” (değil.)

  • MY: Çin son Suudi-İran uzlaşmasının resmi kefili olsa da bunun pratikte ne anlama geldiğini bize anlatabilir misiniz? Pekin anlaşmanın uygulanmasını ya da uygulanmamasını nasıl etkileyebilir?

AB: Çin’in İran ve Suudi Arabistan arasındaki anlaşmaya aracılık etmesi Körfez bölgesinin güvenlik görünümü açısından önemli bir gelişme. İran ve Suudi Arabistan’ın, Umman ve Irak’ın arabuluculuğunda yapılan birkaç tur görüşmenin ardından gerilimi azaltmaya çalıştıkları zaten belli olsa da özellikle Yemen’deki çatışma çözümsüzken diplomatik ilişkilerin bu kadar çabuk kurulması beklenmiyordu.

Çin uzun zamandır Orta Doğu’da dikkatli bir diplomatik dengeleme stratejisi uyguluyor ve tüm bölge ülkeleriyle iyi ilişkiler sürdürüyor. Ancak Tahran ve Riyad arasındaki uzlaşma anlaşmasına kefil olması Pekin’in bölgesel rakipler arasındaki barış sürecini desteklemede daha aktif bir rol oynamasıyla artık bu normdan bir sapmaya işaret ediyor. Sırasıyla 2021 ve 2022’de İran ve Suudi Arabistan ile kapsamlı stratejik ortaklık anlaşmaları imzalayan ve her iki ülkenin de ana ticaret ortağı olan Çin eşsiz konumuyla uzlaşma anlaşmasının sonucunu etkileyebilir. Dünyanın en büyük petrol ithalatçısı olan Çin, İran ve Suudi petrolünün de ana tüketicisi. Ayrıca Çinliler her iki ülkedeki büyük altyapı projelerine büyük yatırımlar yaptı.

Uzlaşma anlaşmasının başarısı nihai olarak Tahran ve Riyad’ın taviz verme istekliliğine bağlı olsa da Pekin’in ekonomik kaldıracı anlaşmanın uygulanmasını ilerletmede etkili olabilir. Suudi Arabistan, 2030 Vizyonu hedeflerine ulaşmak için hızlı bir ekonomik reform sürecinden geçerken İran, ABD ve müttefiklerinin artan yaptırımları nedeniyle kötüleşen mali koşullarla karşı karşıya. Her iki ülke için de artan ekonomik işbirliği ve Çin’den gelecek yabancı yatırımların artma ihtimali şüphesiz uzlaşmayı daha cazip hale getirecek.

  • MY: Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi, geniş Körfez bölgesine nasıl yerleşiyor ve bu durum ABD’nin bölgedeki rolünü ne şekilde tehdit ediyor?

AB: Çin’in Körfez’deki çıkarları enerji ihtiyacının ötesine geçerek daha geniş ekonomik faaliyetler yelpazesini kapsar hale geldi ve bu da Pekin’in bölgeyi giderek daha fazla stratejik öneme sahip bir alan olarak görmesine yol açtı. Çin’in özellikle telekomünikasyon ve lojistik projeleri gibi büyük altyapı girişimlerinde bölgesel yatırımlarının artması, geniş Körfez bölgesinin Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi için öneminin artığını gösteriyor. Afrika, Asya ve Avrupa’nın kesişme noktasında stratejik konuma sahip bölge, Pekin’in küresel hedeflerinin merkezinde yer almasının yanı sıra Çin ve ABD arasında yoğunlaşan büyük güç rekabetinde de kilit bir mücadele alanı. ABD’nin Orta Doğu’dan askeri olarak çekildiği algısına rağmen Washington, hâlâ kayda değer askeri varlığıyla bölgedeki müttefiklerinin güvenliğine olan bağlılığının devam ettiğini kanıtlamaya kararlı.

Çin’in bölgedeki askeri etkisi sınırlı olsa da Washington, Çinli Huawei’nin de dahil olduğu 5G ağlarının kurulması gibi büyük telekomünikasyon altyapı projeleri gibi Çinli şirketlerin limanlara erişimden ve teknoloji ortaklıklarına katılımının artmasından endişe duyuyor. Washington müttefiklerini bu tür şirketlerle işbirliği yapmanın ABD ile gelecekteki güvenlik işbirliğini riske atabileceği konusunda uyardı. Bununla birlikte, artan rekabetlerine rağmen hem Pekin hem de Washington, iki ülke için potansiyel bir işbirliği alanı sağlayabilecek olan bölgenin güvenliği ve istikrarında çıkarı var.

  • MY: Çin’in Körfez’deki ilerlemesine ABD’nin vereceği yanıtın muhtemelen İbrahim Anlaşmaları’nı ilerletmek ve Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesini sağlamak olacağını belirtiyorsunuz. Bu ne kadar gerçekçi ve Riyad’ın Pekin’den kopma ihtimalinin düşük olduğu göz önüne alındığında bu durum Çin’in stratejisini baltalayabilir mi?

AB: İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu Suudi Arabistan ile ilişkilerin normalleşmesini temel dış politika hedeflerinden biri haline getirdi. ABD için İbraham Anlaşmaları, İsrail ve Körfez-Arap ülkeleri arasında işbirliğini daha geliştirmek için bir fırsat yaratıyor. Bu, İran’ı büyük bölgesel tehdit olarak gören bu ülkeler arasında daha derin güvenlik işbirliğine kapı aralayacak. Böyle bir senaryo, İsrail’in İran’a karşı ulusal güvenliğini daha iyi korurken aynı zamanda bölgedeki ABD müttefiki ekseni güçlendirerek Washington’a fayda sağlayacak.

Bu durumun Suudi Arabistan ve İran arasında Çin’in aracılık ettiği uzlaşma anlaşmasını engellemesi pek olası olmasa da Pekin’in bölgesel çıkarlarına bazı engeller çıkarabilir. İsrail ve Körfez-Arap ülkeleri arasındaki daha yakın ilişkiler, İran’ı bölgesel güvenlik mimarisinden siyasi olarak izole ederek Pekin’in çıkarlarını etkileyebilir. Suudi Arabistan İran ile bölgesel gerilimi azaltmaya kararlı olsa da Riyad Tahran’ı hâlâ birincil düşman olarak görüyor. Suudi Arabistan ve İsrail’in İran’ı bir kenara iterek ve bölgeye ekonomik entegrasyonunu engelleyerek çıkarlarını örtüştürmesi, Çin’in Körfez bölgesinde kendi etki alanını oluşturma hedeflerini sekteye uğratabilir ve Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ni zayıflatabilir.

Ancak Suudi Arabistan’ın İsrail ile ilişkilerini normalleştirmek için ABD ile daha yakın savunma işbirliği, ABD’den güvenlik garantileri, ABD’nin Krallığa silah satışında daha az kısıtlama ve sivil nükleer projesi için ABD yardımı gibi bazı şartları olduğu ve bunların Washington’da Kongre’nin muhalefetiyle karşılaşabileceği bildiriliyor. Dahası, Netanyahu’nun aşırı sağcı hükümetinin geçen aralık ayında göreve gelmesinden bu yana İsrail-Filistin çatışmasında artan şiddet, İsrail ile yapılacak bir anlaşmayı Suudi Arabistan ve daha geniş Müslüman dünyası için daha az kabul edilebilir hale getirdi.

  • MY: Güvenlik alanında Çin’in ABD ile rekabet edemediği görülüyor. Bu neden önemli ve Çinlilerin bunu nasıl ele almasını bekliyorsunuz?

AB: Aktif personel açısından dünyanın en büyük ordusuna sahip olmasına rağmen Çin’in askeri uzmanlığı, deniz ve hava yetenekleri ABD’nin çok gerisinde. Geniş denizaşırı üs ağıyla ABD ordusunun güç projeksiyonu rakipsizken, Çin’in tek denizaşırı üssü Cibuti’de bulunuyor. Ayrıca Çin, Washington’un küresel silah pazarındaki hakimiyetiyle henüz rekabet edemiyor. Ayrıca Çin, 2018 ile 2022 arasındaki küresel silah ticaretinde yüzde 5,2’lik payı karşısında yüzde 40’ını elinde tutan Washington’un küresel silah pazarındaki hakimiyetiyle henüz rekabet edemiyor.

Bununla birlikte Pekin, Mısır ve Suudi Arabistan gibi kilit ABD müttefikleriyle büyük savunma anlaşmaları imzalamak da dâhil son on yılda Orta Doğu silah pazarına kayda değer bir giriş yaptı. Birçok Körfez-Arap ülkesi silah tedarikçilerini çeşitlendirmeye ve ABD silahlarına olan bağımlılıklarını azaltmaya çalışırken Çin de bölgenin kârlı silah pazarındaki payını artırmayı hedefleyecektir. Aynı zamanda Abu Dabi’nin Khalifa Limanı’nda Çin’in askeri üs inşa edeceği iddiasıyla ilgili tartışmaların da gösterdiği gibi Pekin, odak noktası Orta Doğu olan denizaşırı askeri üsler ağı kurmaya çalışacaktır.

Çin, ABD’nin yerini almak için acele ediyor gibi görünmüyor ve muhtemelen bunu yapmayı da amaçlamıyor. Ancak ekonomik ve siyasi gücü ile artan güvenlik ve stratejik çıkarlarının birleşimi, bölgesel güvenliğe daha fazla müdahil olmasına yol açacaktır. Büyük güçler arasındaki rekabete rağmen, Çin’in Körfez’deki güvenlik faaliyetlerini genişletmesi bölgesel ve küresel güvenlik için faydalı olabilir.

 

ORTADOĞU

BM Özel Komitesinden “Gazze” raporu: Soykırım tanımıyla uyuşuyor

Yayınlanma

Birleşmiş Milletler (BM) Özel Komitesi’nin yayımladığı raporda, İsrail’in Gazze’ye saldırılarının “soykırım tanımıyla uyuştuğu” belirtildi. Hamas da İsrail’in Gazze’nin kuzeyinde 41 günde 2 bin Filistinliyi öldürdüğünü duyurdu.

İsrail’in, işgali altındaki topraklarda, Filistinli ve diğer Arap halklarına yönelik insan haklarını etkileyen uygulamaları araştıran BM Özel Komitesi raporu yayımlandı.

Ekim 2023-Temmuz 2024 döneminde yapılan incelemelere dayanan raporda, Gazze’deki kitlesel sivil kayıplar ve Filistinlilere “kasıtlı” olarak dayatılan yaşamı tehdit eden koşullara dikkat çekildi. Raporda, söz konusu koşullar göz önüne alındığında İsrail’in Gazze’ye saldırılarının “soykırım tanımıyla uyuştuğu” kaydedildi.

İsrailli yetkililerin, Filistinlileri, yiyecek ve su gibi yaşamsal ihtiyaçlardan mahrum bırakan politikaları “açıkça” desteklediği belirtilerek şu ifade kullanıldı: “İnsani yardımın sistematik ve hukuksuz şekilde engellenmesi, İsrail’in, yardımları siyasi ve askeri kazanımlar için araçsallaştırma niyetini açıkça ortaya koymaktadır.”

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) bağlayıcı kararlarına rağmen insani yardımların engellendiğinin belirtildiği raporda, “İsrail kasıtlı olarak ölüme ve açlığa neden olmakta, açlığı bir savaş yöntemi olarak kullanmakta ve Filistin halkını toplu olarak cezalandırmaktadır” değerlendirmesi yer aldı.

İsrail’in hedefindeki UCM Başsavcısı’na “cinsel taciz” soruşturması

Raporda ayrıca, İsrail’in “kapsamlı bombalama” saldırılarının, Gazze’deki temel hizmetleri “yok ettiği” ve insan sağlığına kalıcı etkileri olacak “çevre felaketine” neden olduğu kaydedildi.

İsrail’in yapay zekâ destekli hedef sistemlerine ilişkin endişelerin de yer aldığı raporda, “(Bu durum), İsrail’in sivil ayrımı yapma ve sivil ölümlerini önlemek için yeterli önlemleri alma yükümlülüğünü göz ardı ettiğini göstermektedir” denildi.

İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Gazze Şeridi’ne düzenlediği saldırılarda yaklaşık 17 bin 210’u çocuk, 11 bin 742’si kadın olmak üzere 43 bin 736 Filistinli öldü, 103 bin 370 kişi yaralandı.

Enkaz altında hala binlerce ölü olduğu bildirilirken, halkın sığındığı hastane ve eğitim kurumları hedef alınarak sivil altyapı da tahrip ediliyor.

“Generallerin Planı” kapsamında 41 günde 2 bin kişi katledildi

Öte yandan Hamas’tan yapılan açıklamada, İsrail ordusunun 41 gündür Gazze Şeridi’nin kuzey bölgesi olan Cibaliya, Beyt Hanun ve Beyt Lahiya’ya sürdürdüğü kuşatmasına ilişkin bilgi verildi.

İsrail’in 41 gündür kuşatma uygulayıp kara ve hava saldırıları düzenlediği Gazze’nin kuzeyinde, 2 bin Filistinlinin yaşamını yitirdiği, 6 bin kişinin yaralandığı ve yüzlerce kişinin enkaz altında kaldığı bildirildi.

Gazze’nin kuzeyinde yaşayan 80 bin Filistinlinin kuşatma altında mahsur kaldığına dikkat çekilen açıklamada, İsrail’in bölgede soykırım ve etnik temizlik gerçekleştirdiği kaydedildi.

“Generallerin Planı”nın mimarı: Ya teslim olacak ya açlıktan ölecekler

Açıklamada, “İsrail ordusu tüm barınma merkezlerini ve hastaneleri hedef aldı, sağlık personelini alıkoydu, ambulansları imha etti, tıbbi ve insani yardımların girişini engelledi” ifadesi kullanıldı.

Gazze Şeridi’nin kuzey bölgesi olarak bilinen Beyt Lahiya, Beyt Hanun ve Cibaliya’nın nüfusu 200 bin olarak tahmin edilirken, bunların yarısından fazlasının Gazze kentine göçe zorlandığı biliniyor.

Bu adımın, daha önce İsrail basınına yansıyan ve “Generaller Planı” olarak bilinen, İsrailliler için yerleşim yeri hazırlığı yapmak amacıyla Filistinlilerin Gazze’nin kuzeyinden tahliye edilmesi adına atıldığı düşünülüyor.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Trump’a “hediye” mi sahadaki gerçek mi?

Yayınlanma

Netanyahu’nun, Trump’a erken dış politika “hediyesi” olarak Lübnan’da ateşkes önerisi sunmaya hazırladığı iddia edildi. İsrail’in ateşkes arayışının arka planında ise Lübnan’ın güneyinde verdiği ağır kayıplar ve ordunun savaşmak istememesi yer alıyor.

İsrail Stratejik İşler Bakanı Ron Dermer’in, ABD Başkanı seçilen Donald Trump ve damadı Jared Kushner’e Lübnan’da ateşkes anlaşmasını ilerletmek istediklerini ilettiği öne sürüldü.

The Washington Post gazetesinin üç mevcut ve eski İsrailli yetkiliye dayandırılan haberinde İsrail’in, Trump’a “erken bir dış politika zaferi kazandırmak amacıyla” Lübnan’da ateşkes anlaşmasını hızlandırmak istediği iddia edildi.

İsrail’in ateşkes isteğinin arka planında ise karadan işgal etmeye çalıştığı Lübnan’ın güneyinde ağır kayıplar vermesi ve ordunun Lübnan’da savaşmak istememesi yer alıyor. Washington Post haberinde ise İsrail’i ateşkes isteğine iten sahadaki bu gerçeklere değinilmedi.

İsrail ordusu Lübnan’da savaşmak istemiyor

Haberde İsrailli Bakan Dermer’in, ABD’de Trump ve damadı Kushner ile pazar günü Lübnan’da ateşkese ilişkin teklifi görüştüğü, akabinde ise Beyaz Saray’a giderek Biden yönetimi yetkilileriyle Lübnan ile ilgili mevcut görüşmeleri ele aldığı kaydedildi.

İsrailli bir yetkilinin, “İsrail’in Trump’a ocak ayında Lübnan konusunda bir hediye vereceğine ilişkin anlayış olduğu” yorumuna yer verilen haberde, bir başka İsrailli yetkiliye göre “Trump ile görüşmeler, Batı ve Rusya işbirliğini içeren İsrail’in Lübnan’da ateşkes önerisine” odaklandı.

Haberde, İsrailli yetkililere göre ateşkes teklifinin şartlarından birinin, Hizbullah’ın Litani Nehri’nin ötesine çekilmesi olduğu belirtilirken, İsrailli bir askeri yetkili ise ateşkes görüşmelerinin başarısızlığa uğraması halinde Lübnan’da kara saldırılarını artırmak için planların oluşturulduğunu söyledi.

Hizbullah’a yakın bir kaynağa göre “Hizbullah’ın geçici ateşkes kapsamında Litani Nehri’nin kuzeyine çekilmeye hazır olduğu” iddiasına yer verilen haberde, İsrailli bir yetkiliye dayandırılarak “Lübnan ordusunun, ABD ve İngiltere’nin gözetiminde, ilk 60 gün boyunca sınır bölgesinin kontrolünü sağlayacağı” ileri sürüldü.

Yedioth Ahronot gazetesi geçen hafta ismini açıklamayan ABD’li yetkililere dayandırdığı haberinde Trump’ın Biden yönetimine İsrail ile Hizbullah arasında ateşkese varılmasına ilişkin mesaj yolladığı ileri sürülmüştü.

WSJ: Hizbullah’ın direnişi İsrail için eziyete dönüşebilir

Lübnan’a karadan işgal etmeye çalışan İsrail ordusu, ağır kayıplar vermeye devam ediyor. Daha dün tek bir çatışmada 6 İsrail askeri öldürüldü. Üstelik Lübnan’a yönelik saldırılarının gerekçesi olan İsrail’in kuzeyindeki toplulukların evlerine dönmeleri sağlanamadığı gibi durum, İsrail açısından daha da kötüleşti. Lübnan’dan İsrail’e atılan füzeler ve İHA saldırıları İsrail’in iç kesimlerine yayıldı ve bu saldırılar her gün İsrail’in kuzeyi başta olmak üzere onlarca yerleşim yerinde sirenlerin çalması ve insanların sığınakları koşmasına neden oluyor.

Sahadaki bu durum karşısında son haftalarda İsrail ordusu, basına “Lübnan’da hedeflerin çoğuna ulaşıldığına” yönelik haberler servis etmeye başladı. Sızdırılan bu açıklamaların savaşın devamına karar verecek İsrail ordusuna bir mesaj olduğu tahmin ediliyor. İsrail ordusunun, Gazze cephesinde savaş devam ederken Lübnan’a kara operasyonu düzenlemesine itiraz ettiği de biliniyordu. İsrail’in ilan ettiği savaş hedeflerine ulaşılmasının imkansızlığı, ordunun “gönülsüzlüğü” ve verilen ağır kayıplarla birleşince İsrail hükümeti diplomasiyi yeniden öne almak zorunda kaldı.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Katz’ın “Hizbullah” açıklaması Halevi’yi bile şaşırttı

Yayınlanma

Katz-Halevi

Netanyahu tarafından görevden alınan Yoav Gallant’ın yerine atanan İsrail’in yeni Savunma Bakanı Israel Katz’ın İsrail’in hedeflerinden birinin Hizbullah’ın silahsızlandırılması olduğunu açıklarken Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi şaşkınlığını gizleyemedi.

İsrail Lübnan’ın güneyinde karadan ilerlemeye çalışırken Washington ve Beyrut’ta İsrail ve Hizbullah arasındaki çatışmaların müzakere yoluyla sona erdirilmesine yönelik müzakereler sürüyor. Ancak İsrail’in yeni Savunma Bakanı Israel Katz, İsrail’in tüm hedeflerine ulaşana kadar savaşmaya devam edeceğini söyledi.

Genelkurmay Başkanı Korgeneral Herzi Halevi ile birlikte Kuzey Komutanlığı’nı ziyaret eden Katz, “Ateşkes yapmayacağız, ayağımızı gazdan çekmeyeceğiz ve savaşın hedeflerine ulaşılmasını içermeyen hiçbir düzenlemeye izin vermeyeceğiz” dedi.

Katz bu hedefleri “Hizbullah’ı silahsızlandırmak, Litani Nehri’nin ötesine itmek ve kuzey İsrail sakinlerinin güvenli bir şekilde evlerine dönmelerini sağlamak” olarak sıraladı.

Açıklamasının videosunda Halevi’nin Katz’ın Hizbullah’ı silahsızlandırmayı savaşın hedeflerinden biri olarak söylemesine şaşkınlıkla tepki verdiği görüldü, zira İsrail hükümetinin resmi olarak açıkladığı böyle bir hedefi bulunmuyor.

Katz, İsrail’in “[herhangi bir anlaşmayı] kendi başına uygulama ve her türlü terörist faaliyet ve örgüte karşı harekete geçme hakkı” konusunda ısrarcı olmaya devam edeceğini vurguladı ve “Şimdi tüm gücümüzle Hizbullah’ı vurmaya devam etmeliyiz” dedi.

6 İsrail askeri öldürüldü

Öte yandan Lübnan’ın güneyinde karadan işgalini ilerletmeye çalışan İsrail, Hizbullah’la girdiği çatışmada 6 askerini daha kaybetti. Çatışma, İsrail’in güney Lübnan’daki kara operasyonunu daha da genişleteceğini açıkladığı sırada, meydana geldi ve Lübnan’da kara işgalinin başlamasından bu yana İsrail’in tek günde verdiği en ağır kayıplardan biri oldu.

İsrail ordusundan yapılan açıklamada askerlerin Golani Tugayı’nın 51. Taburunda görev yaptıkları belirtildi. Ordunun soruşturmasına göre askerler Lübnan’ın güneyindeki bir köyde bir binanın içinde en az dört Hizbullah militanıyla girdikleri çatışmada öldürüldü.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English