Bizi Takip Edin

DİPLOMASİ

‘Çin’le ilişkilerin Batı’dan bağımsız değerlendirildiğini gösteren Batı dışı jargon dikkat çekti’

Yayınlanma

Dün Ankara’da Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bir araya gelen Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin Türkiye ziyareti, seçim dönemi iç politika gündemi bağlamında gerilen ilişkilerin yeniden rayına oturtulması için bir fırsat olarak değerlendirilebilir. Özellikle de Wang’ın, daha fazla Çinli şirketin Türkiye’de yatırım ve iş yapmasını teşvik etmek istediklerini vurgulaması ekonomik sıkışıklığın ortasında yabancı yatırım arayışında olan Ankara’yı memnun etmiş gibi görünüyor.

Nitekim görüşmenin ağırlık merkezini Pekin’den Londra’ya uzanan ve Türkiye’nin merkezinde olduğu Orta Koridor oluşturdu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kuşak Yol İnisiyatifi ve Orta Koridor’un uyumlulaştırılması bağlamında işbirliğinin hızlandırılması arzusunu dile getirirken, aynı zamanda Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi Politbüro Üyesi ve Dışişleri Merkez Komisyonu Direktörü olan Wang Yi de, “Türkiye ile karşılıklı stratejik güveni artırmaya ve işbirliğini derinleştirmeye hazır olduklarını” bildirdi.

Çin Dışişleri Bakanının, Türkiye’nin bölgesel ve uluslararası arenada önemli bir rol oynamasını desteklediklerini ve Türkiye’nin içişlerine yönelik herhangi bir dış müdahaleye karşı çıktıklarını vurgulaması ise iki ülke arasındaki ilişkilerinin yeniden istikrara kavuşturulmasını arzu eden Ankara nezdinde önemli vurgular olarak öne çıktı.

Çin medyasında da, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Wang’a, ‘NATO’nun Asya Pasifik’te artan faaliyetlerini desteklemediklerini’ söylemesi ve ‘tek Çin’ ilkesine bağlılık vurgusu öne çıkarıldı.

İki ülke ilişkilerinde en kritik sorunlardan biri olarak görülen Uygur meselesinin ise, “Ziyaret vesilesiyle Uygur Türklerinin durumu da görüşüldü” şeklinde bir cümleyle geçiştirilmesi, seçim döneminde ‘Uygur sorunu’ üzerine yapılan vurgu ve açıklamaların iç politika bağlamında ele alındığını bir kez daha gösterdi.

‘Türkiye-Çin ilişkilerinde ekonomi ve ticaret dinamikleri katalizör’

Ziyareti Harici’ye değerlendiren İstanbul Gedik Üniversitesi ASEAN Merkezi Müdürü Öğr. Gör. Sibel Karabel, zamanlamanın konjonktürel olarak da önemine dikkat çekerek şunları söyledi:

“Öncelikle son dönemde Türkiye-Çin ilişkileri mevcut konjonktürde ne durumda, ekonomik ve ticari ilişkiler ne boyutta onu biraz kısaca değerlendirmek gerekiyor. İki ülkenin stratejik ortaklığına da bu bağlamda vurgu yapmak gerekiyor. 1971 yılında diplomatik ilişkiler tesis edildi ve görüşmede Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın da belirttiği gibi Türkiye bu tarihten itibaren ‘tek Çin’ politikasına uymakta. 2010 yılında stratejik ortaklık tesis edildi. 2015’de Türkiye Kuşak ve Yol İnisiyatifine mutabakat zaptı ile resmi olarak dahil oldu. Ve sürekli olarak karşılıklı ticaret hacminin artması ve bölgesel ve küresel bağlamda iki ülke arasındaki ilişkilerin angajmanının artması yönünde karşılıklı olarak taahhütler verildi.”

Türkiye-Çin ilişkilerinde esas olarak ekonomik ve ticari dinamiklerin “katalizör olduğunu” belirten Karabel, şu verileri sıraladı: “Kuşak ve Yol İnisiyatifi’nin arka planını değerlendirdiğimizde iki ülke arasında karşılıklı ticaret hacminin 2015 yılından itibaren 50 milyar dolar olması gibi bir hedef konuldu. En son 33 milyar dolarlık bir ticaret hacminden söz ediyoruz. Diğer yandan Türkiye’nin her sene maalesef özellikle 2019-2022 arasında da hızla artan Çin’e karşı verdiği dış ticaret açığı önemli bir mevzu. Aslında tam da bu bağlamda Kuşak ve Yol inisiyatifi hem Türkiye’nin transit ticarette merkez olma potansiyelini öne çıkaracak bir inisiyatif  hem de tam da bu soruna merhem olabilecek kalibreye sahip bir girişim. Yani Kuşak ve Yol inisiyatifinde yapılan yatırımların ve yapılması planlanan yatırımların Türkiye-Çin arasındaki bu ticari dinamikleri biraz daha Türkiye’nin lehine çevirme potansiyeli var.”

Şu anda bu potansiyelin gerisinde kalındığına işaret eden Karabel, mevcut ticari ilişkinin dinamiğini ise şöyle özetliyor: “Özellikle 2013-2022 arası Çinli şirketlerin Kuşak ve Yol İnisiyatifinde toplam yatırımlarının yaklaşık 1.4 trilyon dolar olduğunu biliyoruz. Ve aynı dönemde Türkiye’ye ayrılan yatırımların 5.11 milyar dolar olduğunu görüyoruz. Yani toplam yatırımlardaki payımız yaklaşık yüzde 1.3 civarında. Ve özellikle 2019-2022 arası Türkiye-Çin arasındaki ticaret dengesine baktığımız vakit ithalatın iki katına çıktığını görüyoruz. Yani doğası gereği yarı bitmiş mal ithal ediliyor Çin’den ve işlenip Avrupa Birliği ülkelerine tekrar ihracatı yapılıyor. Ticari ilişkinin dinamiği bu şekilde.”

Orta Koridor vurgusu öne çıktı

Görüşmelerde özellikle Kuşak Yol ve Orta Koridor vurgusunun öne çıktığını kaydeden Sibel Karabel, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın farklı enerji alanlarına, havacılık alanlarına, farklı sektörlere dikkat çektiğini ve “Kuşak Yol İnisiyatifinin küresel tehditlere ve küresel meydan okumalara yanıt verme gücünün geliştirilmesinden” bahsettiğini belirtti.

Wang Yi’nin de “stratejik karşılıklı güvenin geliştirilmesi ve işbirliği mekanizmalarının derinleştirilmesi” vurgusunun önemli olduğunun altını çizen Karabel, “Hatta Wang Yi Cumhurbaşkanı Erdoğan’la olan görüşmesinde gelecek odaklı ve geniş hedefli bir ilişki dinamiğinden bahsetti” dedi.

‘Batı’dan ayrı kendi dinamikleri içerisinde bir ilişki’

Öte yandan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘Tek Çin politikası’ ve Çin’in kalkınmasının Türkiye tarafından tehdit olarak algılanmadığı yönündeki vurgusuna dikkat çeken Karabel, “Çin’in kalkınmasının tehdit olarak algılanması” ifadesinin Batılı bir jargon olduğunu, Batı’nın Çin’i nasıl gördüğü ile ilgili bir mesele olduğunu belirtti: “Batı’nın küresel düzlemde göreli güçler dengesi bağlamında realist paradigmadan değerlendirildiğinde Çin’in kalkınmasını tehdit olarak algılaması…”

Bu bağlamda Erdoğan’ın “Çin’in kalkınmasını tehdit olarak görmediklerini” ifade etmesinin NATO dokümanlarına da “zımni bir atıf” olarak değerlendirilebileceğini söyleyen Karabel şu yorumu yaptı: “Aslında burada Türkiye’nin Çin’le ilişkilerinin Batı’dan münezzeh, kendi dinamikleri içerisinde bir ağı olduğuna zımni bir vurgu var. Bu önemli bir vurgu.”

Ukrayna krizi sonrası Orta Koridor’un ve Türkiye’nin önemi arttı

İki ilişkilerde Ukrayna meselesinin önemine de değinen Karabel, bunu Kuşak Yol ve Orta Koridor’da Türkiye’nin artan önemi bağlamında ele aldı:

“Kuşak Yol İnisiyatifi aslında çok dinamik bir inisiyatif ve Çin’de Ulusal Planlama Komisyonunun direktörlüğünde takip ediliyor. Bu sadece 2013’te deklare edilen ve rijit ve katı bir şekilde o tarihten sonraki plan, proje, alt yapı hatlarının birleştirilmesi mevzusu değil, önceki var olan mekanizmaların ve projelerin de Kuşak ve Yol İnisiyatifine eklemlenmesi söz konusu. Dolayısıyla Türkiye’nin bulunduğu Orta Koridor aslında Ukrayna bağlamında daha da öne çıkmakta. Nitekim Orta Koridor’un en büyük alameti farikalarından bir tanesi kuzey koridoruna ve güney koridoruna nazaran daha avantajlı olması. Çin’den Avrupa’ya uzanan ticaret rotasında daha az ülkeye uğradığı için maliyet avantajı var. Ayrıca zamandan da çok ciddi bir tasarruf var. Ulaşımın gün sayısını ciddi bir şekilde azaltıyor. Aslında Ukrayna’dan önce Çin’in daha çok kullanmaya meyil ettiği rota Kuzey rotası idi. Güney rotasında da şimdi daha fazla ülke var. Yaptırımlara maruz kalan ülkeler vs. var. Dolayısıyla şimdi Ukrayna hadisesinden sonra Orta Koridor’un önemi Çin içinde biraz daha artmış oluyor.

ABD, AB ve Çin’le ilişkilerin seyri yeni dönem Türk dış politikasını yansıtıyor

Öte yandan ziyareti NATO zirvesiyle birlikte değerlendiren Karabel, olaylar ve sektörlerin birbiriyle iç içe geçtiğine ve bu durumun yeni dönem Türk dış politikasını yansıttığına dikkat çekiyor:

“NATO zirvesinde özellikle İsveç meselesinde F-16’lar öne çıktı diğer yandan da Türkiye tarafından Avrupa Birliği ile entegrasyonun, Avrupa Birliği üyelik müzakere sürecinin tekrar gündeme getirilmesi söz konusu oldu. Türkiye’nin AB ile tam üyelik müzakerelerinin tekrar gündeme gelmesi neredeyse donmuş durumda olan ilişki sürecinin tekrar hayata geçirilmesi için bir adımdır. Türkiye’nin, Avrupa Birliği’yle ilişkileri sadece üyelik müzakerelerinden oluşmuyor. Önemli bir parçası o, ama akut meseleler de var. Örneğin Gümrük Birliği, Gümrük Birliği müzakerelerinin de modernizasyonu, vize serbestisi konusu gibi. Aslında akut bir takım mini sektörel mevzular söz konusu. Dolayısıyla bir yandan bunların canlandırılması, diğer yandan Amerika Birleşik Devletleri ile olan ilişkilerin F-16 mevzuu gibi daha ortak paydada ilişki geliştirecek şekilde yürütülme çabası mevcut.

Diğer yandan ise Çin ile olan, Asya ile olan ilişkilerde konjonktürel gelişmelerin de neticesiyle Türkiye’nin; aslında gerçekten özellikle ulaşımın bir merkez üssü olması; Çin ile olan ilişkilerindeki bu yapısal ticaret dengesinin daha çok kendi lehine döndürülmesi gibi mevzularda kaldıraç kuvvetinin yükseldiğini gözlemliyoruz. Bunlar gerçekten konjonktürel ve tarihi fırsatlar, önemli fırsatlar.”

DİPLOMASİ

Reuters: Ukrayna’ya askeri yardım koordinasyonunu ABD yerine NATO üstlendi

Yayınlanma

Reuters ajansına konuşan bir kaynağa göre, ABD, Ukrayna’ya yönelik Batı ülkelerinin askeri yardımlarının koordinasyon görevini Kuzey Atlantik İttifakı’na (NATO) devretti.

Bu adım, önceden planlanmış olmasına rağmen birkaç ay ertelenmişti.

Ajans, bu kararın NATO’nun Ukrayna’ya asker göndermeden “savaşta daha aktif bir rol üstlenmesini” sağlayacağını belirtti.

Fakat diplomatlar, ABD’nin Kiev’e en büyük askeri desteği sağlamaya devam etmesi nedeniyle bu değişikliğin etkisinin sınırlı kalabileceğini ifade etti.

Ajans ayrıca, ABD Başkanı seçilen Donald Trump’ın Rusya-Ukrayna savaşını hızla sona erdirmek istediğini, ancak bunu başarmak için nasıl bir yol izleyeceğini henüz açıklamadığını anımsattı.

NATO ülkeleri, temmuz ayında Washington’da düzenlenen bir zirvede, Ukrayna’ya askeri yardım sevkiyatının koordinasyonunun NATO’ya devredilmesine karar verdi.

Bu yeni yapı, NATO Güvenlik Yardım ve Eğitim Misyonu (NSATU) olarak adlandırılıyor ve yaklaşık 700 kişilik bir personel kadrosuna sahip.

Misyonun merkezi, Almanya’nın Wiesbaden kentindeki bir ABD üssünde bulunuyor.

McFaul: Ukrayna, topraklardan feragat karşılığında NATO üyeliğine ikna edilmeli

Okumaya Devam Et

AVRUPA

İsveç’ten “enerji kablosu” projesine Alman elektrik reformu şartı

Yayınlanma

İsveç, Berlin’in elektrik piyasasını yeniden düzenleyerek denizaşırı ülkelerden daha düşük maliyetli elektrik çekmeyi durdurması halinde Almanya’yı güney İsveç’e bağlayacak bir elektrik kablosu projesini onaylamaya hazır olduğunu açıkladı.

İsveç Enerji Bakanı Ebba Busch Financial Times’a (FT) yaptığı açıklamada, Almanya ve İsveç elektrik piyasalarını birbirine bağlaması planlanan 700 megavatlık Hansa PowerBridge projesinin “Almanya kendi sistemini düzene sokana kadar” erteleneceğini söyledi. 

Busch, Almanya’nın iç elektrik piyasasını, şebekelerinin verimliliğini artıracak ve fiyatları düşürecek ihale bölgelerine ayırması halinde İsveç hükümetinin proje üzerinde “harekete geçmeye hazır olacağını” da sözlerine ekledi.

Bu tür reformların, Almanya’nın İsveç’in büyük ölçüde hidroelektrikle üretilen daha ucuz elektriğini çekmesini ve İsveçli tüketiciler için maliyetlerin artmasını önleyeceği düşünülüyor.

Elektrik, şebekeler üzerinde en yüksek fiyat talebinin olduğu yere doğru akıyor. İsveç’in şebekesi halihazırda Baltık Denizinin altından geçen bir enterkonnektör aracılığıyla Almanya’ya bağlı.

Avrupa’daki elektrik fiyatlarına ilişkin tartışmalar, AB üyesi ülkelerin Rus gazı ve fosil yakıtlardan uzaklaşmak için sisteme hava koşullarına bağlı yenilenebilir enerji eklemek için acele etmeleri nedeniyle bu yıl giderek hararetlendi.

Bu durum, güneşin parladığı ve rüzgârın estiği dönemlerde önemli ölçüde fazla üretime yol açarken, güneş ya da rüzgârın olmadığı zamanlarda da üretimin çok düşük olduğu dönemleri beraberinde getirdi. Sonuç olarak birçok ülkede fiyatlar son derece dalgalı bir seyir izledi.

Busch, geçtiğimiz çarşamba ve perşembe günleri İsveç’in güneyinde fiyatların “eksi fiyatlardan” kilovat saat başına yaklaşık 1 avroya sıçradığını söyledi. Busch, bunun yatırım için “çok zor bir durum yarattığını” da sözlerine ekledi.

Yaz aylarında Yunanistan Başbakanı Kyriakos Mitsotakis de Yunanistan’daki açıklanamaz yüksek faturalarla ilgili endişelerini dile getirmiş ve bloğun enerji sistemini daha iyi incelenmesi gereken bir “kara kutu” olarak tanımlamıştı.

Mitsotakis, “İyi işleyen ve yenilenebilir enerji kaynaklarından gerçekten yararlanan bir enerji piyasasına sahip olmak istiyorsak, bu konulara bakan ve müdahale etme kapasitesine sahip bir tür Avrupa düzenleyicisi düşünmeliyiz,” dedi.

AB’nin enerji düzenleyicisi Acer pazartesi günü, elektrik şebekesi maliyetlerinin 2050 yılına kadar iki katına çıkabileceği ve mevcut şebekelere daha fazla yük bindikçe “elektrik faturalarının genel karşılanabilirliğini tehlikeye atacağı” uyarısında bulundu.

Norveçli politikacılar geçen hafta, ülkedeki elektrik fiyatlarının 2009’dan bu yana en yüksek seviyeye ulaşması üzerine, Norveç ile Danimarka, Almanya ve Britanya arasındaki enterkonektörleri gözden geçirmek istediklerini söyledi. O zamandan bu yana fiyatlar aralık ayı için rekor düşük seviyelere geriledi.

Oslo’nun endişelerine atıfta bulunan Busch, “dünyanın geri kalanının bir parçası olmayı seven açık, ilerici bir ülkenin bu birbirine bağlı enerji sisteminin bir parçası olmak istemeyebileceğimizin sinyalini vermesinin Avrupa için üzücü bir an olduğunu” söyledi.

Busch, Almanya’nın yüksek fiyatlarının sorumlusu olarak nükleer santrallerini kapatma ve 2011 yılında Japonya’da meydana gelen Fukushima kazasının ardından AB düzeyinde nükleere verilen desteğe karşı çıkma kararını gösterdi.

İsveç de bir önceki hükümet döneminde benzer bir karar almış aöa politikasını değiştirerek Avrupa düzeyinde nükleer enerjinin en güçlü savunucularından biri haline gelmişti.

İsveç’in kendi enerji sistemi, ülkenin hidroelektrik santrallerinin çoğunun bulunduğu kuzeyden zayıf iletim bağlantıları olduğu için genellikle büyük bölgesel fiyat farklılıklarından muzdarip.

Geçtiğimiz hafta Volvo Cars, Volvo Trucks ve SKF’ye ev sahipliği yapan Göteborg’daki tüketiciler elektrik için kuzeydeki Luleå kentindekilerden 190 kat daha fazla ödedi.

FT’ye konuşan İsveç’in önde gelen bir şirket yöneticisi, “Enerji politikamız umutsuz. Eğer işleri kısa sürede yoluna koymazsak, sanayinin büyük bir kısmı sıkıntıya girebilir,” dedi.

Busch, Avrupa’nın nükleer enerji konusunda “siyasi mücadelelere” girmeyi bırakması ve sistemi istikrara kavuşturmak için teknolojiye daha fazla yatırım yapılmasını teşvik etmesi gerektiğini söyledi.

Busch, nükleer karşıtı Yeşiller partisinin üyesi Alman Enerji Bakanı Robert Habeck’i kastederek, “Hiçbir siyasi irade fiziğin temel kurallarını geçersiz kılamaz, Dr. Robert Habeck bile,” dedi.

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

İsviçreli Büyükelçi Buch: Rusya’yı zayıflatmış olabilirler, ama aynı zamanda tüm Batı’yı da zayıflatmış oldular

Yayınlanma

İsviçre’nin Türkiye Büyükelçisi Jean-Daniel Ruch, Rusya-Ukrayna barış görüşmelerinin erken sonlandırılmasının savaşın uzamasına ve ölümlerin artmasına yol açtığını belirtti. Batı’nın bu stratejisinin sadece Rusya’yı değil, tüm Batı’yı da zayıflattığını vurguladı.

İsviçre’nin Türkiye Büyükelçisi Jean-Daniel Ruch, Türkiye’nin savaşın altıncı haftasında gerçekleştirdiği ve giderek olumsuz bir şöhrete bürünen Rusya-Ukrayna barış görüşmelerine dair değerlendirmede bulundu.

Antithèse adlı YouTube kanalına mülakat veren Ruch, müzakerelerin nasıl sonlandırıldığı ve Batı’nın bu süreçteki rolü üzerine çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.

Ruch, Batı’nın –özellikle İngiliz müttefikler ve Amerikalıların– müzakerelerin başarıya ulaşmasının eşiğinde olduğu bir dönemde bu süreci sonlandırdığını belirtti.

Bu kararın, Batı’nın Rusya’yı zayıflatma stratejisi kapsamında alındığını ifade eden Ruch, bu yaklaşımın hem Rusya’yı hem de Batı’yı zayıflattığını ileri sürdü.

“Bu kararı son derece ahlaksızca buluyorum, zira savaşın devam etmesi halinde ölümlerin on binlerce, hatta yüz binlerle ifade edilebileceği aşikardı,” diyen Ruch, bu kararın insani boyutunu vurguladı.

Ruch, Batı’nın müzakereleri sonlandırma kararını, Rusya’yı zayıflatma amacıyla erken alındığını ve bunun da savaşın uzamasına yol açtığını savundu.

Ruch, “Neden bu kadar çok insan öldü?” sorusunu sorarak, Batı’nın stratejisinin sadece Rusya’yı değil, aynı zamanda tüm Batı’yı da zayıflattığını dile getirdi.

Avrupa’nın bu süreçte önemli ölçüde etkilendiğini belirten Ruch, “Rusya’yı zayıflatmış olabilirler, ama aynı zamanda tüm Batı’yı da zayıflatmış oldular,” dedi.

Savaşın devam etmesi durumunda ölümlerin artacağı ve çatışmaların daha da tırmanacağı konusunda uyarılarda bulunan Ruch, “Bu, insanlık adına büyük bir trajediydi,” ifadelerini kullandı.

Ayrıca, bugün yapılacak bir barış anlaşmasının bile Rusya’nın uzlaşmaya hazır olup olmadığına bağlı olduğunu belirten Ruch, sürecin son derece zorlu olduğunu vurguladı.

Öte yandan Ruch, kitabının yazılmasına neden olan süreç hakkında da bilgiler verdi. “Rusya’nın işgalinden sonra başladım, zira bu durumu önleyememiş olmamız mümkün değildi,” diyen Ruch, Batı’nın masada iki taslak anlaşma olmasına rağmen bunlara uymamasının savaşın uzamasına neden olduğunu söyledi.

Tarihçilerin bu dönemi bir gün yeniden ele almasının gerektiğini belirten Ruch, “Bu, belki de tarihçiler tarafından bir gün yeniden ele alınması gereken bir tartışma,” değerlendirmesini yaptı.

Türkiye’nin bu süreçteki rolüne de değinen Ruch, Türkiye’nin tarafsızlık konusunda Ukrayna ile çalışmak istediğini ve bu konuda görüşmeler yaptığını anlattı. “Türkler, Ukrayna için tarafsızlık kavramı üzerinde bizimle çalışmak istiyorlardı,” diyen Ruch, Türkiye’nin tarafsızlık modeli üzerine çalışmalar yaptığını ve bu sürecin önemli olduğunu belirtti.

Ruch, Batı’nın küresel bir gündemi olduğunu ve bu savaşla yüzleşmek için acelelerinin olmadığını ifade etti. Rusya’nın nükleer tehditlerini artırması ve Batı’nın buna karşı ne tür tedbirler alacağı konusundaki endişelerini dile getiren Ruch, kara birliklerinin NATO ile Rusya arasında bir savaşa yol açabileceğini ve bunun Türkiye’nin güvenliği açısından ciddi riskler taşıdığını vurguladı.

Ayrıca Ruch, savaşın yarın sona ereceğini düşünmediğini ve çözüm modelinin hala İstanbul’da müzakere edilenlere dayandığını belirtti. Tarafsızlık ve güvenlik garantileri konusundaki belirsizlikler nedeniyle bu sürecin ne kadar zor olacağını vurgulayan Ruch, “Bu savaşın yarın sona erdiğini göremeyeceğiz,” diye ekledi.

Ukrayna’da müzakere gündemi: Toprak mı güvenlik garantisi mi?

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English