Dünya Basını
Fransa, Afrika’ya veda ediyor

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini sunduğumuz güncel inceleme yazısı, Fransa’nın sömürge sonrası dönemde ekonomik ve siyasi nüfuzunu sürdürme çabalarını ve bölgedeki aktörlerin artan özerklik taleplerini ele alırken, emperyalizmin dönüşen biçimlerini sorgulamaya dönük de önemli bir pencere açıyor. Sahel’de yaşanan dönüşüm, yalnızca Fransa’nın gerileyen gücünü değil, aynı zamanda küresel kapitalist dinamiklerin yeniden yapılandırdığı jeopolitik dengeleri de gözler önüne seriyor. Bu çerçevede, Afrika ülkelerinin eski sömürgeci metropolden koparak alternatif güç merkezleriyle ilişkilerini derinleştirmesi, basit bir jeopolitik kayma olarak değil, küresel güç hiyerarşilerinin kırılganlaştığı bir dönemde bağımsız ekonomik ve siyasi inisiyatiflerin inşasına yönelik kritik hamleler olarak okunmalı.
Zayıflamış bir Fransa Afrika’ya veda ediyor
Sarah N’tsia
Euractiv
5 Şubat 2025
Çev. Leman Meral Ünal
Son birkaç yıl içinde Fransız ordusu Afrika’daki askeri üslerinin büyük çoğunluğunu kaybetti, eski sömürgelerle ilişkiler sallantıda olsa da çoğu ülke Fransa ile askeri varlıktan bağımsız, yeni bir ilişki kurmayı umut ediyor.
Paris’teki artan bütçe baskıları ve siyasi çalkantılarla eşzamanlı olarak gerçekleşen bu kademeli geri çekilme, ilk kez 17. yüzyılda kıtada sömürgeci varlığını tesis eden Fransa için Afrika’daki nüfuzunun neredeyse tamamen kaybolduğunun bir göstergesi.
Bu süreç, Fransız askeri varlığına ve Sahel bölgesindeki¹ İslamcı isyanlara karşı yürütülen savaşa yönelik artan muhalefet nedeniyle, bölgede 40 yılı aşkın süredir devam eden askeri mevcudiyetin kademeli olarak sonunu getirmiştir. Uzmanlar ve medya tarafından “Françafrique’in düşüşü” olarak adlandırılan bu çekilme, Batı ile güvenlik ve kalkınma alanındaki iş birliklerinden uzaklaşarak Çin ve Rusya gibi aktörlere yönelme eğilimini de beraberinde getiriyor.
Daha geçtiğimiz hafta Fransa, N’Djamena üssünü resmen Çad makamlarına teslim etti; Çad’ın Fransa ile olan güvenlik ve savunma anlaşmalarını sonlandırmasının ardından ise kalan son askerlerini ülkeden çekti.
Bu gelişmenin, Fransız birliklerinin 2022’de Mali’den, 2023’te ise Burkina Faso’dan çıkarılmasının ardından geldiğini hatırlatalım. Eylül 2023’te gerçekleşen askeri darbenin ardından Fransa, Mali’deki terörle mücadele operasyonlarında uzun süre üs olarak kullandığı Nijer ile askeri iş birliğini de sona erdirmişti.
Üstelik Fransız birliklerinin eski kolonilerden çekilme sürecinin devam edeceği öngörülüyor.
Sahel’e komşu olan Fildişi Sahili ve Senegal, 2025 yılı itibariyle ülkelerindeki Fransız askeri varlığının sona ereceğini açıklarken, hemen hemen aynı zamanlarda Nijer’deki askeri rejim de “tam egemenlik yolunda ilerlediklerini” ilan etti.
Afrika ile ilişkilerin yeniden tanımlanması
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, ocak ayı başında düzenlenen yıllık büyükelçiler konferansında yaptığı konuşmada, “Hayır, Fransa Afrika’dan geri çekilmiyor; yalnızca gerçekçi bir perspektifle kendisini yeniden yapılandırıyor” ifadelerini kullanmıştı.
Macron ayrıca Paris’in Afrika bölgesine yaptığı son askeri müdahaleleri de savunmuş, hatta “Fransız desteği olmadan hiçbir Afrika devletinin egemen bir ülke olarak varlığını sürdüremeyeceği” gibi provokatif ifadeler kullanarak gerilimi daha da tırmandırmıştı.
Fransız Uluslararası İlişkiler Enstitüsü (Ifri) Sahra Altı Afrika Merkezi araştırmacılarından Thierry Vircoulon, “Afrika’da Fransızca konuşulan ülkelerin tamamı Fransa ile aynı düzeyde ekonomik ilişkilere sahip değil” diyor.
“Daha genel bir ifadeyle, Fransa ve [Batı] Afrika arasındaki ilişkiler 20. yüzyılın sonundan bu yana giderek zayıfladı. Şimdilerde bu süreç hızlanıyor ve zamanla tamamen ihmal edilebilir bir hale gelecektir” değerlendirmesini yapıyor.
Fransa Maliye Bakanlığı’nın 2024 rakamlarına göre, Fransa ile Sahra Altı Afrika’daki 48 ülkeyle kaydedilen toplam ticaret hacmi 2023 yılında 24,5 milyar avro, Fransa’nın ihracatının yüzde 1,8’i; ithalatının ise yüzde 1,9’una tekabül ediyor. Bu veriler, son on yıl içinde ticari ilişkilerde gözlemlenen aşağı yönlü eğilimle birleştiğinde daha anlamlı bir hale geliyor.
Nijer’den gelen uranyum risk altında
Fransa ile Çad arasındaki ticaret neredeyse yok denecek kadar az olsa da aynı durum Nijer için geçerli değil. Fransız devletinin çoğunluk hissesine sahip olduğu nükleer yakıt şirketi Orano, Nijer’de üç yan kuruluşu aracılığıyla uranyum madenciliği yapmaya devam ediyor.
AFP’nin haberine göre Nijer’in uranyumu Fransa ve hatta Avrupa için stratejik önem taşıyor; nitekim 2022 yılı itibariyle Avrupa’daki nükleer santrallere sağlanan uranyumun dörtte biri Nijer’den temin ediliyor.
Ancak mevcut durum giderek belirsizleşmektedir, zira Nijer, başta uranyum madenciliği olmak üzere doğal kaynaklarının yönetimi üzerindeki kontrolünü geri kazanma niyetini artık açıkça ortaya koyuyor.
Orano, yüzde 36,6’sı Nijer devletine ait olan Nijer’deki madencilik iştirakindeki üretimini Ekim 2024 sonunda “operasyonel kontrol” kaybını gerekçe göstererek askıya almış, ardından ocak ayı sonunda Nijer aleyhine yeni bir tahkim davası açarak ülkeyi, “[uranyum] üretiminin ticarileştirilmesini engellemekle” suçlamıştı.
Bunun da ötesinde, Sahel’e komşu olan Mali, Burkina Faso ve Orta Afrika Cumhuriyeti’ne benzer şekilde Nijer de artık Rusya ve İran’a yönelmeyi tercih ediyor. Çin ise 2024 yılının ilk yarısında Afrika’nın en büyük ticaret ortağı konumuna yükselmiş ve kıta ile toplam ticaret hacmi 152 milyar avroyu aşmıştır.
“İlişkileri tümüyle koparma” arzusu yok
Ne var ki, diğer Sahel ülkelerinde durum biraz daha iyimser görünüyor.
Burkina Faso’daki yetkililer için Fransız askeri varlığının sona ermesi, diplomatik ilişkilerin tamamen kesileceği anlamına gelmiyor. Başka bir deyişle, Fransız hazine verileri, 2023 yılında 2022’ye nazaran daha düşük ticaret hacmine ve hatta geleceğe ilişkin “belirsiz” öngörülere dikkat çekse de, işlerin halen olumlu yönde seyretme potansiyeli mevcut.
Fildişi Sahili’ne gelince, oradaki ticari ilişkiler tablosu Fransa için daha da umut verici. Nitekim Vircoulon’un dikkat çektiği üzere, ülkede faaliyet gösteren çok sayıda Fransız şirketi var.
Ülkede yaklaşık 300 Fransız iştiraki bulunuyor ve 700’den fazla Fildişili işletme Fransız sermayesi tarafından yönetiliyor. Burası, Fransa’nın Sahra Altı Afrika’daki ikinci en büyük müşterisi ve dördüncü en büyük tedarikçisi konumunda, özellikle de kakao ticaretinde. Fransa Avrupa ve Dışişleri Bakanlığı’nın rakamlarına göre, 2023 yılı itibariyle iki ülke arasındaki ticaret hacmi 2,4 milyar avro olarak gerçekleşti.
Senegal açısından da mesaj gayet net: Senegal Cumhurbaşkanı Bassirou Diomaye Faye, Kasım ayında yaptığı açıklamada, “Sadece Fransa’nın değil, genel olarak askeri varlığın sona erdirilmesine yönelik bir eğilim, Fransa ile tüm ilişkileri koparma arzusu olarak yorumlanmamalıdır” demişti.
Ancak Vircoulon, Diomaye Faye’nin Afrika merkezli dış politikasına dikkat çekerek, bunun her halükârda “Fransa ile Senegal arasındaki ekonomik ilişkileri yavaşlatabileceği” uyarısında bulunuyor.
Senegal’in Saint-Louis kentinde serbest çalışan Babacar Ndiaye, Fransız ve Avrupalı şirketler ile yerel ekonomik aktörler arasındaki iş birliğini kolaylaştırmak için her gün çalışıyor. Ve ülkesi ile Fransa arasındaki gergin diplomatik ilişkilerin işlerini etkileyebileceğinden endişe duyuyor:
“Mesleki nedenlerle üç aylık vize almak zaten başlı başına karmaşık bir süreçti, ancak ilerleyen günlerde durumun daha da kötüleşmesinden ve ekonomik projelerimizi sekteye uğratmasından korkuyorum.”
Elbette, her durumda, “tango için iki kişi gerekir”. Vircoulon, Afrika’nın Fransız ekonomisi üzerindeki yadsınamaz etkisini göz ardı etmemenin önemli olduğunu söylüyor – özellikle de 2023 yılında Fransız şirketlerinin Afrika kıtasında 230,000 kişiyi istihdam ettiği düşünüldüğünde…
¹ Britannica’ye göre Sahra Çölü ile Afrika’nın tropikal kuşağı arasında uzanan yarı kurak bir geçiş bölgesi. Atlas Okyanusu’ndan doğuya doğru kuzey Senegal, güney Moritanya, Mali’deki Nijer Nehri’nin büyük kıvrımı, Burkina Faso, güney Nijer, kuzeydoğu Nijerya, güney-orta Çad ve Sudan’ı içine alır. (ç.n)
Dünya Basını
The Ekonomist: Afrika’dan Göç Dünyayı Değiştirecek

The Economist dergisinde, gelişmiş ülkelerin içine girdiği demografi krizini ve olası sonuçlarını ele alan “Afrika’dan Göç Dünyayı Değiştirecek“* başlıklı bir makale yayımlandı. Sizler için çevirdik.
John Uwagboe 2008’de İskoçya’ya taşındığında birkaç hafta boyunca başka bir siyahi erkek görmedi. Nihayet Edinburgh sokaklarından birinde karşıdan gelen bir siyahi adam gördüğünde tanışmak için hemen onun yanına gitti. Tanışmalarıyla birlikte uzun zamandır kayıp arkadaşlar gibi kucaklaştılar, birlikte yemeğe gittiler. “Adam aslında Nijeryalı bile değildi,” diye hatırlıyor Uwagboe, “Ganalıydı!”
2001 yılında İskoçya’da yaşayan Afrikalı sayısı sadece 5.000 idi; yani büyük oranda beyaz olan nüfusun %0.1’ini oluşturuyorlardı. 2022 nüfus sayımına göre bu sayı 11 kattan fazla artmış durumda ve muhtemelen o zamandan beri daha da büyüdü. Uwagboe, eğitim için geldiği İskoçya’da önce bir bankada çalıştı, sonra kendi restoranını açtı. Şimdi sadece Edinburgh’daki Nijeryalılar için kurulmuş bir WhatsApp grubunda 3.000’den fazla üye olduğunu söylüyor. Katıldığı Pentekostal kilisesinin 10 şubesi var. “Kesin olan bir şey varsa, o da Afrikalıların gelmeye devam edeceğidir,” diyor.
Bu kulağa tuhaf gelebilir; Donald Trump göçmenleri sınır dışı ediyor, Avrupa’daki siyasetçiler yerelciliğe yöneliyor, medyada ise Afrika’dan gelen göçmenler çoğunlukla kaçak yollarla sızan teknelerde anlatılıyor. Oysa Afrikalıların büyük çoğunluğu yasal ve normalyollarla kıtayı terk ediyor. Bu tür göç, göçmen karşıtı söylemlerin yükselmesine rağmen artmaya devam etti ve muhtemelen önümüzdeki on yıllarda daha da artacak. Bu eğilim, hem göç alan ülkelerde hem de Afrika’da derin etkiler yaratacak.
Bu artış, Afrika’nın –dünyanın en genç ve en hızlı büyüyen kıtası– ile diğer tüm bölgeler arasındaki olağanüstü demografik ayrışmadan kaynaklanıyor. Afrika’da işgücü artarken, diğer birçok bölgede azalıyor. Bu nedenle, Cornell Üniversitesi’nden demograflar Kathryn Foster ve Matthew Hall “Göçün geleceği Afrika menşeli olacak” diyor.
Danışmanlık firması McKinsey’in bu yıl yayınladığı “yeni demografik gerçeklik” raporuna göre Amerika, Çin, Japonya, Güney Kore ve Avrupa ülkeleri dahil olmak üzere ilk dalga ülkelerin 2050’ye kadar çalışma çağındaki nüfusu (15-64 yaş) 340 milyon azalacak. Ortalama yaşam süresinin uzaması ve doğurganlık oranlarındaki büyük düşüş nedeniyle bu ülkelerde çalışma çağındaki kişi sayısının 65 yaş üstüne oranı 1997’de 7:1 iken, bugün 4:1’e geriledi. 2050’de bu oran 2:1’e düşecek.
İş Var, İşçi Yok
Benzer bir düşüş gelişmekte olan ülkelerde de yaşanıyor. BM’ye göre, 2060 yılına kadar Brezilya’da destek oranı 6.2:1’den 2.3:1’e, Vietnam’da ise 7.5:1’den 2.4:1’e düşecek. George Mason Üniversitesi’nden Michael Clemens, “Tarih boyunca bu kadar hızlı işgücü kaybı görülmedi” diyor.
Bunun istisnası Sahra Altı Afrika. Doğurganlık oranları burada da düşüyor ama yavaş ve yüksek bir seviyeden başlıyor. Bu bölge demografik geçişin daha başında. 2050’ye kadar çalışma çağındaki nüfusu yaklaşık 700 milyon artarak iki katına çıkacak. 2030 yılına kadar küresel işgücü piyasasına katılan her iki kişiden biri Sahra Altı Afrika’dan olacak.
Ancak bu insanlar kendi ülkelerinde iş bulmakta zorlanacak. Her yıl yaklaşık 15 milyon kişi işgücü piyasasına girerken, yalnızca 3 milyon formel iş yaratılıyor. Afrobarometer’ın yaptığı bir ankete göre, 24 Afrika ülkesinde halkın %47’si göç etmeyi düşündüğünü, %27’si ise bunu “ciddi şekilde düşündüğünü” belirtti. “Daha iyi iş fırsatları” en çok belirtilen neden oldu.
Göç eğilimleri, ülkelerin kişi başına düşen geliriyle karşılaştırıldığında çan eğrisi benzeri bir grafik oluşturur. Kişi başına düşen gelir yaklaşık 5.000 dolara ulaşınca göç artar, 10.000 dolarda zirveye ulaşır, sonra düşer. Yani çok fakir ülkelerde insanların gitmeye gücü yetmez, zengin ülkelerde ise ihtiyaç duymazlar. Orta gelirli ülkelerde ise hem istek hem imkan vardır.
Göçle özdeşleşen Meksika ve Filipinler gibi ülkeler artık bu zirveyi geçmiş durumda. Oysa Sahra Altı Afrika nüfusunun %94’ü (yaklaşık 1.1 milyar kişi), kişi başına gelirin 10.000 doların altında olduğu ülkelerde yaşıyor. “Afrika’dan göç durdurulamaz bir güç,” diyor Clemens.
Gerek Var Ama İstek Yok
Göçmen kabul eden ülkelerdeki siyaset ise bu güce karşı hareketsiz bir nesne gibi duruyor. Trump, Afrikalı göçmenler arasında popüler olan “çeşitlilik vizesini” askıya aldı. AB, Afrika’dan gelen yasa dışı göçü azaltmak için milyarlarca euro harcıyor. Eski İngiliz hükümeti, Ruanda’dan gelen göçmenleri kabul etmektense İngiltere’deki göçmenleri Ruanda’ya göndermeye daha hevesliydi.
Yerlilik savunusu, Afrika’dan göçü kısıtlayabilir. Ancak bu tür kısıtlamaların siyasi bedelleri olur. Örneğin İngiltere’de Ulusal Sağlık Sistemi için hemşire ve doktor bulmak zorlaşır. Emek açığı ve sosyal güvenlik açıkları karşısında daha az tercih edilen önlemler (emeklilik yaşını yükseltmek gibi) gündeme gelir. İtalya Başbakanı Giorgia Meloni seçim kampanyasında göçü azaltacağını vadetti, fakat iktidara geldikten sonra AB dışı ülkelere verilen çalışma vizesi sayısını artırdı. Brexit sonrası İngiltere’de net göç oranı yükseldi. Zengin ülkeler işgücü açığını kapatmak istiyorsa, bunu en çok Afrikalılarla yapacak.
Zaten Yapıyorlar
2024’te, BM verilerine göre 45 milyon Afrikalı ülkesi dışında yaşıyor. Bu, küresel göçmen nüfusunun %15’i. 1990’da bu oran %13’tü. O dönem Afrikalı göçmenlerin yalnızca %35’i Afrika dışındaydı; bugün bu oran %45. Yani Afrika dışındaki Afrikalı göçmen sayısı 1990’dan bu yana üç katına çıkarak 20.7 milyona ulaştı. Bu, Hindistan dışındaki Hintlilerden (18.5 milyon) ve Çin dışındaki Çinlilerden (11.7 milyon) fazla.
Avrupa’daki Afrikalı göçmen sayısı 1990’da 4 milyonken, 2024’te 10.6 milyona çıktı. Fransa’da 4 milyon, İngiltere’de 1 milyon Afrikalı göçmen var. Yeni gelenler, sömürge dönemine dayanan eski diasporalara katılıyor. Daha önce gelenlerin çocukları İngiltere’de sınavlarda ortalamanın üstünde başarı gösteriyor. Özellikle Britanyalı Nijeryalılar spor (rugby kaptanı Maro Itoje), iş dünyası ve siyasette (Muhafazakar Parti lideri Kemi Badenoch) öne çıkıyor.
Afrikalılar artık sadece doktor ya da mühendis olarak değil; bakım evlerinde çalışmak gibi daha mütevazı işler için de geliyor. 2023’te İngiltere’deki bakım evlerinde çalışan yabancı uyruklular arasında Nijeryalılar ilk sıradaydı. Zimbabwe ve Gana’dan da on binlerce kişi bu tür işlerde çalışıyor.
Yeni Azınlık
Son on yılda Amerika, Sahra Altı Afrika’dan en çok göç alan ülke olarak Fransa’nın önüne geçti. 1960’ta Afrika kökenliler toplam göçmenlerin %1’inden azını oluştururken, 2020’de bu oran %11 oldu. 1990-2020 arasında Amerika’ya gelen Afrikalı sayısı, köle ticareti dönemindekinden dört kat fazla.
Columbia Üniversitesi’nden Neeraj Kaushal’ın yakında çıkacak kitabı, “Amerika’nın geleceği Kara Afrika’da” tezini işliyor. Nijerya, Etiyopya, Gana ve Kenya diasporaları, 1980’deki Hint diasporasıyla aynı büyüklükte. Hintli göçmen nüfusu o zamandan beri 13 kat arttı. Benzer bir artış, 2060’a kadar bu dört Afrika diasporasından 10 milyon yeni göçmen anlamına gelir.
Kaushal, Trump döneminde bazı kısıtlamalar getirilse de uzun vadede Amerika göçmen ülkesi olarak kalmak istiyorsa, Afrika’nın en büyük kaynak olacağını savunuyor. Zira Afrika’dan gelen göçmenler hem eğitimli hem çalışkan: Nijeryalı Amerikalıların %64’ü üniversite mezunu. Amerika genelinde bu oran %33. Ayrıca iş gücüne katılım oranları da ortalamanın üstünde.
Göçmenler o kadar başarılı ki bazı Afro-Amerikalı akademisyenler, çocuklarının pozitif ayrımcılık uygulamalarından faydalanmaması gerektiğini savunuyor. Yeni gelenler “Afrikalı-Amerikalı” kavramını da dönüştürüyor. Atlanta’daki Kongo Koalisyonu’ndan Carl Kananda, “Ben Afrikalıyım. Amerika’ya gelene kadar siyah olduğumu öğrenmemiştim” diyor.
Batı Dışında da Varlar
2024 itibariyle, Körfez İşbirliği Konseyi ülkelerinde 4.7 milyon Afrikalı göçmen var; bu rakam 1990’dan beri üç katına çıktı. Suudi Arabistan, Kenya’ya en fazla döviz gönderen ikinci ülke. Ancak Körfez’deki Afrikalı işçiler çoğu zaman kötü muamele görüyor. Kenya’dan gidenlerin %99’u patronlarından kötü muamele gördüğünü söylüyor. Uganda’da aktivist Marie Mwiza, kadın hizmetçilerin “domates çuvalı gibi” görüldüğünü söylüyor.
Yine de pek çok kişi gitmeye devam ediyor. Uganda’da çalışan Steven Nuwuguba Katar’da zorlu koşullarda çalıştı ama ülkesiyle kıyasla yüksek kazanç elde etti. Birçok kişi bu gelirle iş kurabiliyor.
Afrikalılar Çin’de de var. Nijeryalılar, Endonezyalılardan fazla; Güney Afrikalılar neredeyse Taylandlılar kadar. Yiwu ve Guangzhou gibi şehirlerde binlerce Afrikalı ticaret yapıyor. 2018’de Çin’deki Afrikalı öğrenci sayısı 80.000’di; bu sayı Amerika’daki Afrikalı öğrenci sayısından daha fazlaydı.
Afrika İçin Etkileri
Göç, “beyin göçü” korkularını da beraberinde getiriyor. Ancak Kamerunlu ekonomist Narcisse Cha’Ngom’a göre bu daha karmaşık. Evet, nitelikli iş gücü, tüketim ve vergi tabanı kaybediliyor. Ama göçmenlerin gönderdiği döviz, doğrudan yatırımlardan ve yardımlardan fazla. Göç ihtimali, ülkede eğitime olan talebi bile artırıyor.
Cha’Ngom’un 2023 tarihli çalışmasına göre, göç veren ülkelerin çoğu, kişi başına düşen GSYİH açısından göçten net fayda sağlıyor. Ancak bu faydayı artırmak için doğru politikalar gerekiyor. Filipinler hemşire ihracını sağlık eğitimiyle eşleştirdi. Hindistan, göçmenlerini ülkeye beceri ve sermaye getirmeye teşvik ediyor.
Afrika ülkeleri de benzer politikalar geliştiriyor. Kenya, Almanya ile mesleki eğitim ve dil kurslarını içeren bir göç anlaşması yaptı. Hedefleri, yılda 1 milyon Kenyalıyı yurt dışına göndermek. Etiyopya ve Tanzanya da benzer girişimlerde bulunuyor.
Yine de pek çok Afrikalı hükümetlerinin bu fırsatı doğru kullanabileceğine inanmıyor. İşçi ihracatı yapan şirketlerin siyasi elitlere ait olması kuşkuları artırıyor. Ancak yurt dışında şansını denemek isteyen genç Afrikalılar için bu durum pek caydırıcı değil.
Afrikalıların işe ihtiyacı var; dünyanın da işçiye. Bu çıkar birliği büyük bir fırsat. Yeter ki her iki taraf da bu fırsatı değerlendirmeyi bilsin.
Dünya Basını
ABD’nin eski Asya çarı Kurt Campbell: Çin’le hesapsız bir çatışmaya girmekten kaçınılmalı

Eski ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı ve uzun süredir Asya uzmanı olan Kurt Campbell, ABD’nin Çin’le tehlikeli bir sarmalın içine girmekten kaçınması gerektiğini söyledi. ‘Önce Amerika’ politikası ‘Yalnız Amerika’ politikasına dönüşmemeli dedi.
Campbell, bu hafta Tokyo ve bölgede yaptığı ziyaret sırasında Nikkei Asia‘ya verdiği özel röportajda, “Muhtemelen Çin ve ABD kadar birbirine bağımlı iki ülke yoktur” dedi. Ancak “bu karşılıklı bağımlılıktan daha rahatsız olan iki ülke de yok” diye ekledi.
Joe Biden yönetiminin ikinci diplomatı olarak görevinden ayrıldıktan sonra ilk kez Asya’yı ziyaret eden Kurt Campbell, mevcut Başkan Donald Trump’ın Çin ile ticaret savaşı küresel ekonomiyi ve Asya’yı sarsarken konuştu. ABD, rakibine %145’e varan yeni gümrük vergileri uygulayarak bazı ürünlerin efektif vergisini %245’e kadar yükseltti. Pekin ise Amerikan mallarına %125 gümrük vergisi uygulayarak misilleme yaptı. Campbell, şu anda “Pekin ile Washington arasında neredeyse hiçbir iletişim kanalı bulunmaması”nın riski artırdığını söyledi.
Trump bu hafta iki tarafın müzakere halinde olduğunu ısrarla belirtirken, Çin görüşmelerin yapıldığını yalanladı.
Kurt Campbell, “ABD ile Çin arasında kasıtsız bir yanlış hesaplamadan endişe duyuyorum” diyerek, öncelikli hedefin “kasıtsız bir askeri çatışmaya girilmemesini sağlamak” olduğunu vurguladı.
ABD-Çin ilişkilerinin “derin rekabet” ile tanımlanmaya devam edeceğini belirten Campbell, Washington’daki herhangi bir yönetimin hedefinin “bu rekabeti mümkün olduğunca istikrarlı ve sağlıklı hale getirmek” olması gerektiğini söyledi.
2013 yılında kurucularından olduğu Washington merkezli danışmanlık şirketi The Asia Group’un başkanlığını yürüten Campbell, her iki tarafın da sessiz, kapalı kapılar ardında görüşmelerin yolunu aradığını düşündüğünü söyledi. Ancak “hiçbiri yüzünü kaybetmek istemediği” için diyalog yolunu bulmak “zor olacak” dedi.
Trump, anlaşma halinde gümrük vergilerinin “önemli ölçüde” indirilebileceğini belirtirken, Çin bazı ABD ürünlerine uyguladığı vergileri muafiyet kapsamına almayı düşünüyor.
Geri adım atma görevi, daha geniş uluslararası ilişkilerdeki değişiklikler nedeniyle karmaşık hale geliyor.
Rusya ve Kuzey Kore vurgusu
Kurt Campbell ayrıca, “Şu anda en çok endişe duyulan ilişki, açıkçası Rusya ile Çin arasındaki ilişkidir” dedi. Pekin’nin, Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline devam etmesini sağlayarak, ekonomik destek ve çeşitli çift kullanımlı teknolojiler sağladığını savunan Campbell, bunun karşılığında Çin’in, ABD ve müttefiklerinin çıkarlarına “derinden aykırı” denizaltılar ve diğer yeteneklerle ilgili teknolojiler aldığını düşünüyor.
Aynı şekilde Campbell, Kuzey Kore’yi “tehlikeli bir joker kart” olarak nitelendirdi. Trump’ın Pyongyang ile “bir tür diplomasi kurmanın yollarını bulmakla ilgilendiğini” düşünse de, başarısız adımların tekrarlanmasından endişe duyuyor.
1994 tarihli ikili anlaşma çerçevesi, 2000’li yıllarda yapılan altı taraflı görüşmeler ve Trump’ın Kuzey Kore lideri Kim Jong Un ile yaptığı çok sayıda toplantıya atıfta bulunarak, “Önceki çabaların başarılı olmadığını unutmamalıyız” dedi. Bu arada Kuzey Kore’nin, “nükleer silahlar ve bunları uzun menzilli füzelerle fırlatma kapasitesi” konusunda ilerleme kaydettiğini kaydetti.
Bunun da ötesinde Campbell, Trump’ın ilk dönemine kıyasla “dünyanın, Kuzey Kore’nin Rusya ve Çin ile güçlenen ilişkileri göz önüne alındığında, ABD ile diplomasiye daha da dirençli hale gelebileceği şekilde değiştiğini” söyledi.
Güney Kore ve Japonya ile üçlü işbirliği ve gemi inşası
Campbell’a göre ABD’nin izlemesi gereken yol, Trump yönetiminin dost ve düşmanlara gümrük vergileri uygulayıp baskı yapmasına rağmen ittifakları güçlendirmektir.
“Atabileceğimiz en önemli adımlar, caydırıcılık ve benzer düşünen ülkelerle ortak çabalardır” dedi, bu ülkeler arasında, bölgedeki iki uzun soluklu müttefik olan Japonya ve Güney Kore ile üçlü işbirliğinin de yer aldığını belirtti.
Campbell, ticari ve askeri önemi ve Çin’in hakim konumu nedeniyle bu alanı ‘en büyük zorluklarımızdan biri’ olarak nitelendirerek, üçlü işbirliği için doğal bir alan olarak özellikle gemi inşasını gündeme getirdi. Güney Kore ve Japonya bu alanda en büyük ikinci aktörlerdir.
Campbell, “Bu tür bir işbirliğini zorlaştıran birçok kısıtlama var, ancak Başkan Trump’ın belirttiği şeylerden biri, iş yapmaya açık olduğu” dedi. “O, belirli alanlarda, askeri teknolojide ve özellikle gemi inşasında daha güçlü ilişkiler kurmak için uzun süredir var olan engelleri aşmaya hazır” ifadelerini kullandı.
Japonya bölgede ABD için en önemli ilişki
Trump’ın gümrük vergilerini bir baskı aracı olarak kullanmasına ve Tokyo’nun Washington ile bir anlaşma arayışına girmesine rağmen, Campbell “ABD’de bunun sadece önemli bir ilişki değil, ABD için en önemli ilişki olduğu ve bu ilişki üzerine bir dizi başka şey inşa ettiğimizin farkında olunduğunu” söyledi.
Campbell, Japonya’nın her zamanki gibi “geride kalma” zamanının değil, katılım ve fırsatları değerlendirme zamanı olduğunu söyledi.
Tokyo’ya “iki farklı yolda, tam hızla ilerlemesi” tavsiyesinde bulundu. Bunlardan biri, “Washington ile derin bir işbirliği içinde stratejik bir şekilde çalışmak için mümkün olan her şeyi yapmak.” Diğeri ise, çok taraflı ticaret çerçevelerini güçlendirmek, iklim değişikliği ve temiz enerji konusunda öncülük etmek ve Trump yönetiminin ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı’nı (USAID) kapatarak yarattığı boşluğu doldurmak için Afrika, Pasifik ada ülkeleri ve Güneydoğu Asya’ya yardım sunmaya devam etmek gibi “Japonya’nın dünyadaki rolünü güçlendirmek için giderek daha bağımsız adımlar atmak.”
ABD-Japonya ittifakının güvenlik yönüne gelince, eski müsteşar, bunun “paternalist olamayacağını” ve “tamamen eşit bir ortaklık olması gerektiğini” söyledi.
“Genişletilmiş caydırıcılıkta Japonya’nın [daha büyük] bir rol oynamasını dışlamıyorum” dedi.
İmparatorluk ve işgalin hatıralarının hala taze olduğu bir bölgede, daha aktif Japon kuvvetleri muhtemelen şüpheyle karşılanacaktır. Ancak Kurt Campbell, “Mesajım şudur: Şimdi cesur olmak, kendinden emin olmak, dış politikada bazı riskler almak ve Japonya’nın küresel sahnedeki rolünü ilerletmek için doğru zaman” dedi.
“Zorluklar ve riskler olduğu kesinlikle doğru, ancak fırsatlar da var. Bu fırsatları şekillendirme zamanı” diye ekledi.
Campbell ayrıca, ABD’nin askeri varlığının ve nükleer caydırıcılığının önemini vurgulayarak, “Dikkatli olmalıyız ve Amerikan dış politikasının en büyük başarılarından birinin, çoğu ülkenin Avrupa ve Asya üzerinde ABD’nin genişletilmiş caydırıcılığını açık ve net bir şekilde kabul etmesi olduğunu kabul etmeliyiz” dedi ve ekledi: “Barış ve istikrarın korunması için çok önemli olan bu sağlam taahhüdü ülkelerin sorgulamasına neden olmayacak adımlar atmaya devam etmeliyiz.”
Tayvan vurgusu
Ona göre bu, Tayvan için de geçerli.
Campbell, Washington’un Pekin’i tanıyan ve Taipei ile gayri resmi ilişkiler için bir çerçeve belirleyen 1979 tarihli Tayvan İlişkileri Yasası’nı “dış politikadaki en önemli yasama liderliği örneği” olarak nitelendirdi. Tayvan’da barışı korumak ABD’nin çıkarlarına uygun olduğunu savundu.
“Sadece şunu söylemek isterim: [Tayvan ile] gayri resmi ilişkilerimizi derinleştirmek ve güçlendirmek ABD için hayati önem taşıyor ve Tayvan’ın Pasifik’te, güvenlik ve teknoloji alanlarında yaptığımız pek çok şeyde demokratik bir aktör ve gayri resmi ortak olarak gücünü kutlamalıyız” dedi.
Pekin, Tayvan yakınlarında askeri tatbikatlar düzenlerken, “saldırganlığı caydırmak, özellikle Tayvan Boğazı’nda hiç bu kadar önemli olmamıştı” dedi.
Campbell, Çin’in 1,4 milyarlık nüfusu ve ekonomik gücüyle Soğuk Savaş dönemindeki Sovyetler Birliği’nden daha zorlu bir rakip haline geldiğini belirterek, bunun yine ittifakların güçlendirilmesine bağlı olduğunu savundu.
“Nihayetinde Çin’i caydırmanın en iyi yolu, ortaklarla birlikte hareket etmektir” dedi. Ancak ABD’nin gümrük vergileri ve diğer adımlarıyla kendini izole ettiğini belirtti.
Campbell, ‘Amerika Önce’ politikasının ‘Amerika Yalnız’ politikasına dönüşmemesi gerektiğini vurguladı. ‘Yalnız Amerika’, ABD’yi zayıflatacak, bizi daha fakir, daha güvensiz ve açıkçası hala bir dereceye kadar Amerikan liderliğine ihtiyaç duyan bir dünyada çok daha endişeli hale getirecektir.”
Dünya Basını
Bender Abbas patlaması: Sabotaj mı kaza mı?

Tahran ile Washington nükleer anlaşma için kritik aşamaya yaklaşırken, İran’ın Bender Abbas kentindeki en önemli limanında yaşanan ve en az 46 kişinin öldüğü patlamanın sabotaj mı yoksa kaza mı olduğu tartışılıyor.
Aşağıda çevirisini okuyacağınız analiz haber, bu soruyu patlamayla ilgili İran basınında yapılan tartışmaları ve yetkililerin açıklamalarına yer vererek yanıtlamaya çalışıyor:
***
İran-ABD diplomasisi ilerlerken İran’ın önemli limanında büyük yangın
Amwaj.media / 28 Nisan 2025
Olay: İran ve ABD, Tahran’ın nükleer programı konusunda üçüncü tur dolaylı müzakereleri tamamladı. Müzakereler, ayrıntıların olası anlaşmanın geleceğini belirleyeceği kritik bir aşamaya girerken, iki taraf Avrupa’da bir araya gelecek. Bu gelişmeler yaşanırken, İran’ın güneyindeki liman kenti Bender Abbas’ta meydana gelen ölümcül patlama, bunun bir kaza mı yoksa müzakereleri sabote etmeye yönelik gizli bir İsrail operasyonu mu olduğu sorularını gündeme getirdi.
Nükleer müzakereler: 26 Nisan’da Umman’da yapılan görüşmelerin ardından taraflar, 3 Mayıs’ta yeniden toplanmak üzere ön anlaşmaya vardı. Üst düzey İranlı bir siyasi kaynak Amwaj.media’ya yaptığı açıklamada, bir sonraki turun Avrupa’da olacağını ancak yine Umman’ın arabuluculuk yapacağını belirtti.
-Muskat’ta yaklaşık altı saat süren görüşmelere İran Dışişleri Bakanı Abbas Irakçi ve ABD’nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff katıldı. İlk kez teknik uzmanlar düzeyinde de paralel görüşmeler yapıldı ve bu, nükleer silahların yayılmasını önleme ve yaptırımların kaldırılması gibi teknik konuların detaylıca tartışılmasına zemin hazırladı.
-Irakçi görüşmeleri, “çok ciddi” olarak tanımladı. Baş müzakereci Irakçi, ilerleme kaydedildiğini kabul etti ancak “hem önemli konularda hem de detaylarda hâlâ farklılıklar” bulunduğunu söyledi.
-Irakçi, “Müzakere sürecinden ve hızından memnunum. Ciddiyet ve kararlılık var. Ancak anlaşmaya varılabilir mi? Umutluyum ama çok temkinliyim” dedi.
-İsmi açıklanmayan bir ABD’li yetkili de Axios’a “ilerleme kaydedildiğini” doğrularken, “hala yapılacak çok iş olduğunu” belirtti.
İran basını 27 Nisan’da müzakereler konusunda iyimser bir ton sergilemeye devam etti ancak müzakerecilerin anlaşma detaylarına odaklandıkça ilerlemenin yavaşlayabileceğini de kabul etti.
-Reformist günlük Hammihan gazetesi, müzakerelerdeki “hızlı ilerlemeyi” överken, ekonomi odaklı Donya-e Eqtesad gazetesi ise “anlaşmaya yönelik ortak bir istek” olduğunu savundu.
-Siyasi yorumcu Abdülreza Feracirad, reformist Arman-e Melli gazetesinde yazdığı makalede, “teknik müzakerelerin daha zor ve zaman alıcı olacağını” belirtti. Bu nedenle, başarılı bir sonuca ulaşmanın “her iki tarafın da daha fazla sabır, hassasiyet ve esneklik göstermesini gerektireceğini” ifade etti.
NYT: İsrail’in İran saldırısı ABD’deki çatlak nedeniyle rafa kalktı
-Muhafazakâr Horasan gazetesinde yazan yorumcu Muhammed Mehdi Rahimi ise, 2015 İran nükleer anlaşmasında yer alan ve İran’a yönelik BM yaptırımlarının otomatik olarak geri getirilmesine yol açan “snapback” mekanizmasının, planlandığı gibi Ekim 2025’te sona ermesi gerektiğini savundu. Bu değerlendirme, Batı’nın 2015 anlaşmasının süresi dolan hükümlerini yeni bir anlaşmayla uzatma çabalarına ilişkin haberlerin gündeme geldiği bir dönemde yapıldı.
Patlama: Umman’daki görüşmeler sürerken, Bender Abbas’taki Şehid Recai Limanı’nda bir konteyner terminalinde büyük bir patlama meydana geldi. En az 40 kişi hayatını kaybetti, binden fazla kişi yaralandı.
-İran Parlamentosu Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu üyesi Ali Hezriyan, patlamanın güçlü devlet kuruluşu Müstezafin Vakfı’na bağlı bir holding ve yatırım şirketi olan Sina Liman ve Denizcilik Hizmetleri şirketinin kullandığı bir terminalde meydana geldiğini açıkladı.
-Şirketin CEO’su Said Caferi, aynı gün yaptığı açıklamada, “son derece tehlikeli malların” normal ürünler gibi etiketlenerek terminale yerleştirildiğini iddia etti.
-İçişleri Bakanı İskender Mumini, patlamanın yaşandığı terminalin, limanın toplam 30 bin konteynerlik kapasitesinin onda biri kadar bir alanı kapladığını ancak olayın yine de büyük bir felaket olduğunu söyledi.
Bazı gözlemciler, çıkan turuncu dumanın, füze yakıtı üretiminde kullanılan kimyasalların yanarken çıkardığı dumana benzediğini iddia etti.
-Ancak Savunma Bakanlığı Sözcüsü Rıza Taleenik, 27 Nisan’da yaptığı açıklamada, olayın yaşandığı bölgede askeri amaçlı veya başka türde herhangi bir yakıtın depolandığı iddiasını kesin bir dille reddetti. Sözcü, yabancı medyayı “hedefli sahte haberler” yoluyla “psikolojik operasyonlar” yürütmekle suçladı.
-Olayla ilgili soruşturma devam ederken, yetkililer şu ana kadar patlamanın resmi nedenine ilişkin herhangi bir açıklama yapmadı.
Özellikle patlamanın zamanlaması, İran’da birçok kişinin olayın kasıtlı bir sabotaj olup olmadığı konusunda şüphe duymasına yol açtı.
– İran dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’in kıdemli danışmanı Ali Şamhani’ye bağlı Nour News, Umman’daki nükleer görüşmelerle aynı zamana denk gelen patlamanın “bir kaza mı yoksa kasıtlı bir plan mı” olduğunu sorguladı. Ajans, erken sonuçlara varmaktan kaçınılması gerektiğini söyledi ve ABD ile nükleer müzakereler boyunca “sabırlı olunması” çağrısında bulundu.
– Muhafazakar Kayhan gazetesi, yetkililere soruşturmayı hızlandırmaları ve olayın “ihmal ve hata” sonucu mu yoksa “başka faktörlerden” mi kaynaklandığını bir an önce açıklamaları çağrısında bulundu.
-Reformist gazeteci Armin Montazeri ise Şehid Recai Limanı’nın ticari önemine ve olayın zamanlamasına dikkat çekerek, “yabancı müdahale olasılığının yüksek” olduğunu belirtti.
Patlamanın nedeni üzerindeki tartışmalar sürerken, bu trajedi İran genelinde büyük bir dayanışma dalgası yarattı.
-Vatandaşlar, yaralılara yardım etmek için hızla bölgedeki kan bankalarına akın etti. Öte yandan, Bender Abbas’ta faaliyet göstermeyen yolculuk paylaşım uygulaması Tapsi, rakibi Snapp üzerinden şehir sakinlerine ücretsiz yolculuk kodu sağlayarak kan bağışı merkezlerine ulaşmalarına yardımcı oldu.
-İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan, 27 Nisan’da Bandar Abbas’a giderek patlamada yaralananları ziyaret etti ve patlama alanında incelemelerde bulundu.
Aynı gün, İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney de hayatını kaybedenlerin ailelerine başsağlığı dileklerini iletti.
-Yayımladığı açıklamada Hamaney, yetkililere olayın arkasında herhangi bir ihmal veya kasıtlı eylem olup olmadığının “titizlikle araştırılması” ve “uygun yasal adımların atılması” talimatını verdi.
-Ayrıca, hükümet 28 Nisan’ı ulusal yas günü ilan etti.
Bağlam / Analiz: Şehid Recai Limanı, İran’ın en büyük ve en modern konteyner limanı. Ülkenin toplam ticaretinin %55’i ve tüm konteyner faaliyetlerinin yaklaşık %85’inden fazlası bu liman üzerinden gerçekleşiyor.
-Yılda 100 milyon ton mal işleme kapasitesine sahip liman, ülkenin ana ticari limanı olarak hizmet veriyor.
-Hürmüz Boğazı’na yakın stratejik konumuyla bu tesis, İran’ı dünyanın dört bir köşesinden 80 farklı limana bağlıyor ve hem ithalat, hem ihracat hem de bölgesel transit için hayati öneme sahip. Büyüklüğü ve bağlantı ağı nedeniyle Şehid Recai Limanı, İran ekonomisinin ve uluslararası ticaret akışının merkezinde yer alıyor.
Konteyner terminalinde füze yakıtı üretiminde kullanılabilecek tehlikeli maddelerin depolandığı iddiasını yetkililer resmen yalanlasa da yılın başlarında böyle maddeleri taşıyan gemilerin limana yanaştığına dair haberler bulunuyor.
-Batılı medya kuruluşları, açık kaynak verilerine dayanarak, 2025 yılı Şubat ve Mart aylarında, her biri yaklaşık bin tonluk iki büyük sodyum perklorat sevkiyatının Şehid Recai Limanı’na ulaştığını bildirdi. Sodyum perkloratın katı füze yakıtı üretimi için kritik bir kimyasal madde olduğu biliniyor.
Öte yandan, İran’ın nükleer programının ister diplomasi ister askeri müdahale yoluyla olsun tamamen sökülmesini talep eden İsrail’in, İran’a yönelik uzun bir gizli operasyon geçmişi bulunuyor. Bu operasyonlar özellikle İran’ın nükleer ve füze programlarını hedef alıyor.
-İsrail’e atfedilen önceki gizli operasyonlar arasında, 2010 yılında ABD ile ortak yürütüldüğüne inanılan Stuxnet siber saldırısı yer alıyor. Bu saldırı, İran’ın uranyum zenginleştirme santrifüjlerine ciddi zarar vermişti.
-Ayrıca Tel Aviv, İranlı nükleer bilim insanlarına yönelik bir dizi suikastın, İran’daki askeri ve nükleer tesislerde meydana gelen patlamaların ve 2018 yılında İran nükleer arşivlerinin çalındığı iddia edilen olayın da arkasında olmakla suçlanıyor.
Gelecek: Bender Abbas’taki patlamaya ilişkin İran’ın yürüteceği soruşturma, yalnızca İran içinde değil, aynı zamanda yabancı hükümetler ve istihbarat servisleri tarafından da yakından izlenecek.
-Eğer olayın bir sabotaj olduğu doğrulanırsa, bu durum nükleer müzakerelerde yeni bir güven bunalımı yaratabilir ve İran’ı müzakere masasında daha sert bir tutum almaya itebilir. Bununla birlikte, Tahran’daki karar alıcılar, üçüncü tarafların sabotaj girişimlerinin amacının diplomasi sürecini sekteye uğratmak olduğunu bilerek, pozisyonlarını buna göre dikkatle ayarlayacaklardır.
-Öte yandan, eğer olayın resmi olarak bir kaza olduğu açıklanırsa, yetkililer diplomatik sürecin zarar görmemesi için patlamanın etkisini hafifletmeye çalışabilir.
Bu arada, bir sonraki müzakere turunda, özellikle ABD Başkanı Donald Trump’ın 2017-21 dönemindeki ilk görev süresi sırasında 2015 nükleer anlaşmasından tek taraflı olarak çekilmesi nedeniyle, uranyum zenginleştirme, yaptırımların kaldırılmasına ilişkin takvim ve gelecekteki ihlallere karşı garantiler gibi teknik konulara daha derinlemesine girilmesi bekleniyor.
-Hem İranlı hem de Amerikalı yetkililer, süreci ilerletme konusunda kararlı görünse de, müzakereciler için anlaşmayı sonuçlandırmak adına zaman daralıyor.
-Müzakereler uzadıkça hem iç hem de uluslararası siyasi baskıların artması ve İran-ABD diplomasisine karşı olan üçüncü taraflara fırsat doğması riski büyüyor.
-
Avrupa1 hafta önce
Almanya’da tren fabrikası tank üretimine başlıyor
-
Dünya Basını1 hafta önce
Şin-Bet Direktörü’nün yeminli beyanı ne anlama geliyor?
-
Dünya Basını2 hafta önce
Chatham House: Dolar küresel istikrarsızlık kaynağı haline gelebilir
-
Görüş2 hafta önce
Antalya’dan notlar: En azından diyalog var!
-
Amerika1 hafta önce
ABD’de çöküş sürüyor: Dow, 1932’den bu yana en kötü nisan ayını yaşıyor
-
Diplomasi1 hafta önce
Çin’in ABD’den enerji ithalatındaki düşüş Rusya’ya kapı açtı
-
Avrupa1 hafta önce
Alman eyaletleri silahlanma yarışına son sürat dahil oluyor
-
Ortadoğu1 hafta önce
ABD’den Suriye’ye “İran” baskısı: DMO terör örgütü ilan edilsin