Bizi Takip Edin

DİPLOMASİ

Gazze sonrası İsrail-Çin ilişkileri nasıl şekillenecek?

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız çalışma, Çin’in Gazze savaşı nedeniyle İsrail’e karşı sert tutumunun altında yatan sebeplere ve İsrail-Çin ilişkilerinin geçmişten günümüze nasıl şekillendiği ile Gazze savaşı sonrası ne yöne doğru evirilebileceğine odaklanıyor:

***

Pekin’in Gazze Savaşı Konusundaki Tutumu Çin-İsrail İlişkilerinin Geleceğini Nasıl Etkileyecek

Çin Araştırma Birimi

Çin, Gazze’deki savaşın başlangıcından bu yana İsrail’i daha önce görülmemiş bir şekilde eleştirdi. Özellikle Amerika’nın Tel Aviv’e Çin yatırımları üzerindeki kontrolünü artırması ve Pekin’le askeri teknoloji ve diğer ileri teknoloji alanlarındaki işbirliğini azaltması yönünde baskı yaptığı düşünüldüğünde bu tırmanışın iki ülke arasındaki ilişkilere uzun vadeli yansımaları olacak.

İdeolojiden pragmatizme

Gazze Savaşı’nın ardından Çin’in İsrail’e yönelik tutumunu ele almadan önce, Çin’in Filistin-İsrail çatışmasıyla olan ilişkisini tarihsel bağlamına oturtmamız gerekiyor. Bu ilişki üç ana aşamadan geçti: Bunlardan ilki Mao Zedong’un 1950’ler ve 1960’lardan 1970’lerin ortalarına kadar Komünist Parti liderliği yaptığı dönem. Bu aşama, bölgedeki Batı emperyalizmine düşman hareketleri ve rejimleri desteklemek ve kurulduğu 1964 yılından bu yana Filistin Kurtuluş Örgütü’ne (FKÖ) askeri ve mali yardım sağlamak üzerine kurulu ideolojik bir dış politikaya tanıklık etti. Bu dönemde Pekin ayrıca İsrail ile resmi diplomatik ilişki kurmayı reddetti ve pan-Arap hareketinin liderleriyle aynı çizgide olmayı tercih etti.

1980’lerde Deng Xiaoping, ekonomik kalkınmayı geliştirmeye ve bu hedefe ulaşmak için dış politikayı kullanmaya odaklanan bir politika benimsedi. Bu değişim Çin’in İsrail ile olan ilişkilerine de yansıdı, teknolojik ve tarımsal ürün ticareti arttı. Buna karşılık Çin’in Filistinlilerle ilişkileri, Çin liderliğinin Filistinlilerin silahlı direnişini desteklemekten uzaklaşarak siyasi çözümü tercih etmesi ve Sovyetler Birliği’nin etkisini zayıflatmak için 1979’da Mısır-İsrail barış anlaşmasını desteklemesi nedeniyle geriledi. Dahası Pekin, Filistinlilerin Sovyetler Birliği’ne yakın olmasından da hoşnut değildi.

Bununla birlikte 1992’de Çin ve İsrail arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasından bu yana Pekin siyasi çözümü teşvik eden, Oslo Anlaşması’nı ve iki devletli çözümü destekleyen ve dengeli ilişkiler sürdüren bir politika benimsedi. Bu aşama, Çin’in 1993’te petrol ihracatçısından ithalatçısına geçmesiyle Orta Doğu’nun kritik bir enerji kaynağı olarak öneminin arttığı bir döneme denk geldi. Çin’in bölgesel politikası da ekonomik ve ticari ilişkileri güçlendirmeye ve siyasi boyutları nötrlemeye odaklandı.

Başkan Xi Jinping müzakereleri ve iki devletli çözümü desteklemeye devam etti. Filistinlilerin silahlı direnişi pahasına bölgesel istikrarı tercih etti ve Filistinlileri davalarını “uluslararasılaştırmaktan” vazgeçmeye iknaya çalıştı. Çin-İsrail işbirliğinin zirvesi, iki devletin 2017’de “Yenilikçi Kapsamlı Ortaklık” imzalamasıyla doruğa ulaştı ve Çin, İsrail’in en büyük ticaret ortağı haline geldi.

Bölgesel ve ekonomik mülahazaların yanı sıra iç mülahazalar da bu politikanın benimsenmesine zemin hazırladı: Sincan ve Tibet’teki Uygur Müslümanları arasındaki aktivist gruplar için silahlı eylem veya “uluslararasılaşma” seçeneğinin meşruiyetini zayıflatmak. Pekin, Tayvan’ı Çin’in “bir parçası ve ayrılmaz bir parçası” olarak görüyor. Bu nedenle Çin, Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin edebilmeleri için silahlı direnişe meşruiyet kazandırmaktan kaçınıyor. Böylece Çin’in Tayvan’ı zorla ilhak etmeye çalışması halinde Washington’un Tayvan’ın silahlı savunma hakkına verdiği desteğin meşruiyetini otomatik olarak zayıflatmış oluyor. Ancak Gazze’de devam eden savaş sırasında Pekin, İsrail’e karşı önceki savaşlara kıyasla daha sert bir tutum benimsedi.

Çin-İsrail ilişkilerindeki gerilemenin tezahürleri

Son yirmi yılda Çin-İsrail arasındaki karşılıklı anlayış, ekonomik ve ticari ilişkiler ile Pekin’in Filistin-İsrail çatışmasına ilişkin tutumu arasındaki ayrıma dayanıyordu. Çin, İsrail’in 2014 yılında Gazze’ye yönelik savaşını kınadı ve Birleşmiş Milletler’in bu savaşta “insanlığa karşı suç işlendiği” iddialarını soruşturmasını destekledi. Ancak aynı yıl Pekin, İsrail’e 4 milyar dolar yatırım yaptı ve iki ülke arasındaki ticaret 11 milyar dolardan 24 milyar doların üzerine çıkarak ikiye katlandı. Ancak Çin’in Gazze’de devam eden savaşa ilişkin tutumu farklı ve İsrail’e karşı daha sert görünüyor. Pekin, 7 Ekim 2023’te Hamas tarafından İsrail’e karşı düzenlenen saldırıyı kınamayı reddetti.

Çin ve Rusya 25 Ekim 2023’te Güvenlik Konseyi’nde Hamas’ı kınayan kararı veto etti ve 27 Ekim 2023’te BM Genel Kurulu’nda İsrailli rehinelerin kaçırılmasını kınayan kararı engelledi. 14 Ekim 2023’te Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, İsrail’in eylemlerinin “meşru müdafaa kapsamının ötesine geçtiğini” ve Filistinlilere yönelik “toplu cezalandırmaya” dönüştüğünü söyledi. 23 Kasım 2023’te BM’nin Cenevre’deki Çinli temsilcileri İsrail’i Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi (NPT) Anlaşmasına katılmaya ve nükleer silahlardan vazgeçmeye çağırdı. 7 Mart 2024’te Wang Yi, Gazze’deki savaşı “medeniyet adına utanç” olarak nitelendirdi.

22 Şubat 2023’te Çin Dışişleri Bakanlığı Antlaşma ve Hukuk Dairesi Genel Müdürü Ma Xinmin, Uluslararası Adalet Divanı’na Filistinlilerin İsrail işgaline direnmek için silahlı mücadele verme hakkına sahip olduğunu söyledi ve bunu terör eylemlerinin bir parçası olarak görmeyi reddetti. Xinmin, “Filistin halkının İsrail zulmüne karşı mücadelesi ve işgal altındaki topraklarda bağımsız bir devletin kurulmasını sağlamak için verdikleri mücadele, esasen meşru haklarını geri kazanmak için yapılan haklı eylemlerdir” dedi. Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin etme hakkını destekleyen BM Şartı ve önceki BM kararlarına atıfta bulundu.

Xinmin, “BM Genel Kurulu’nun çeşitli kararları, mevcut tüm araçlarla silahlı mücadelenin meşruiyetini tanımaktadır” dedi. İşgalin gayrimeşru olduğunu çünkü silahlı mücadele hakkının temel ve yasal motivasyonunu oluşturduğunu yineledi. Xinmin ayrıca sivillerin öldürülmesi ile arasına mesafe koymaya ve meşru silahlı direniş ile terör eylemleri arasında ayrım yapmaya çalıştı. “Meşru silahlı mücadele sırasında tüm taraflar uluslararası insancıl hukuka uymak ve özellikle de terör eylemlerinden kaçınmakla yükümlüdür” dedi.

Bu açıklamaların hukuki bağlamı; Pekin’in siyasi duruşunda radikal bir değişikliği, Çin’in çözüme yönelik önceki girişimlerinden ya da iki devletli çözümü desteklemekten vazgeçtiği anlamına gelmiyor. Ancak bu açıklamalar, Pekin’in müzakereleri destekleyen ve Filistinlilerin işgali sona erdirmeye yönelik silahlı mücadelesini reddeden tarihsel duruşuyla ilgili bir anlam taşıyor.

Hamas Çin’in tutumunu hızlı bir şekilde “övdü”. Buna karşılık İsrail Dışişleri Bakanlığı Çin’in tutumunu kınayan bir açıklama yayınladı. “Savaş kanunları, Hamas’ın silahlı mücadele adına işlediği iki savaş suçu olan sivillere sistematik ve kasıtlı olarak saldırmasına ya da sivilleri canlı kalkan olarak kullanılmasına izin vermiyor. Çin’in açıklaması Hamas’ın 7 Ekim’de gerçekleştirdiği cani terör saldırısına destek olarak yorumlanabilir.”

Çin’in bu tutumu, Pekin’in İsrail ile olan ilişkilerinden kaynaklanan “ikincil zarara” katlanabileceğini düşündüğünü açıkça gösteriyor. Buna karşılık Çin, Pekin’in genel dış politikasını karakterize eden stratejik belirsizliğin ötesine geçecek şekilde Filistinlilere desteğini artırdı. Ancak bu destek diplomatik ve retorik çerçevede kaldı.

Çin-İsrail ilişkilerinin gerilemesi devam eden savaşın bir sonucu değil. Bu ilişkiler Başkan Xi döneminde iki temel aşamadan geçti. Birincisi, Binyamin Netanyahu’nun hükümeti sırasında, özellikle de dördüncü dönemde (2015-2021) Çin ile ilişkilerden mümkün olduğunca faydalanmaktı. İkincisi ise 2021’den sonra Lapid-Bennett koalisyon hükümeti döneminde ilişkilerin yavaşlatılması ve kısıtlamaların artırılmasıydı.

Netanyahu’nun dördüncü döneminde iki taraf ticaret, Kuşak ve Yol Girişimi (KYG) kapsamındaki yatırımlar ve teknolojik alışveriş alanlarında işbirliğini geliştirmeye çalıştı. Bu doğrultuda 2013 ve 2014 yıllarında İsrail Başbakanlığı tarafından alınan bir dizi hükümet kararıyla (155, 251 ve 1687 sayılı kararlar) bu yol pekiştirildi. İki taraf, 2017 yılında “Yenilikçi Kapsamlı Ortaklık”ı imzalamadan önce 2014 yılında yenilikçilik konusunda ortak bir komite kurdu. Buna paralel olarak, 2012’de iki ülke arasında 9 milyar dolar olan ticaret, 2022’de 21 milyar dolara yükseldi. Çin’in ulaşım, telekomünikasyon, altyapı, su, enerji ve limanlara yaptığı yatırımlar da arttı.

Ancak Trump yönetimi 2017-2018 yıllarında Çin’e karşı ticaret ve teknoloji savaşı başlatınca Washington, Netanyahu hükümeti üzerindeki baskısını artırdı ve İsrail Washington’un çıkar ve isteklerini dengelemeye ve Çin yatırımları ile teknolojik işbirliğinden azami fayda sağlamaya dayalı bir politika benimsedi. Bu baskı nedeniyle İsrail, 2019 yılında Çin yatırımlarını incelemek üzere “Yabancı Yatırımlarda Ulusal Güvenlik Unsurlarını İnceleme Danışma Komitesi”ni kurdu.

Bu komiteyi kurduktan sonra bile, ulusal güvenliği geleneksel güvenlik ve askeri kavramların ötesine genişletme ilkesini benimsemesine rağmen, yetki ve soruşturma alanlarını kasıtlı olarak kısıtlayarak dengelemeye çalıştığı açıktı. Bu yaklaşım, Amerika’nın korkularını anladığını gösteren Bennett-Lapid koalisyon hükümeti döneminde değişti. Başkan Biden’ın 2022’de İsrail’e yaptığı ziyaret sırasında Tel Aviv ve Washington arasında Stratejik Diyalog imzalanması bunun bir yansımasıydı. Buna dayanarak yapay zeka, kuantum hesaplama, salgın hastalıklarla mücadele, çevre koruma ve güvenilir teknolojiler konularını incelemek üzere dört eylem grubu oluşturuldu.

Ekim 2022’de İsrail hükümeti, Danışma Komitesi’nin yetki alanlarını genişletti. Bennett-Lapid koalisyon hükümetinin göreve gelmesinden sonra İsrail’in ABD ile stratejik ortaklık ve teknolojik işbirliğini geliştirirken Çin ile yatırımlar ve teknolojik işbirliği üzerindeki kontrolünü artırma ve daha fazla engel çıkarma yönünde bir yol benimsediği açıktı.

Netanyahu Aralık 2022’de iktidara döndükten sonra da bu çizgide radikal bir değişiklik olduğuna dair hiçbir kanıt yok. Netanyahu, Eylül 2023’te Yeni Delhi’deki G20 zirvesi sırasında Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi ile rekabet eden Amerikan Küresel Altyapı ve Yatırım Ortaklığı (PGII) projelerinden biri olarak ilan edilen Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoru (IMEC) için en hevesli liderdi. Kısa vadede Gazze Savaşı bu projenin önünde engeller yarattı. Ancak İsrail, Çin projelerine yönelik alternatif girişimlerde merkezi bir rol oynama yönünde istek gösterdi.

Bu gidişat Çin’in İsrail’in stratejik tercihlerine yönelik şüphelerini derinleştirdi ve Tel Aviv’in ABD ile kızışan rekabet ışığında artık güvenilir bir ortak olmadığı inancını pekiştirdi. Bu şüphe, İran’ın 2023’te petrolünün yüzde 90’ını Çin’e ihraç etmesiyle veya Çin’in toplam petrol ithalatının yüzde 10’unu karşılamasıyla daha da arttı. İsrailliler bunun İran’ın ekonomisini güçlendirmeye yardımcı olduğunu ve İran’ın bölgesel vekillerini finanse ederek Tahran’ın “İleri Savunma” stratejisini desteklediğini düşünüyor. Dolayısıyla İsrail, Çin’in bu politikasını kendi güvenliğine ve çıkarlarına doğrudan bir tehdit olarak görüyor.

Bu şüpheler, 7 Ekim 2023’ten sonra, Hamas’ın Gazze’deki tünellerinde büyük bir Çin silah stoku bulunduğuna dair haberlerin ardından daha da derinleşti. Teyit edilmemiş başka haberlere göre de İsrailli yüksek teknoloji fabrikaları Çin’den parça ithal etmekte zorlanıyor ve Çin devletine ait denizcilik devi Cosco, Kızıldeniz’de Çinli firmaların sahip olduğu dokunulmazlığa rağmen İsrail limanlarına sevkiyatı askıya aldı.

İkili İlişkilerin Geleceğine İlişkin Sonuçlar

Çin’in İsrail’e yönelik sert söyleminin en önemli hedeflerinden biri, İsrail üzerindeki uluslararası baskının zirve yapması, Tel Aviv’in savaşta ilerleme kaydedememesi, Netanyahu’nun aşırı muhafazakar hükümetinin ateşkesi reddetmesi ve Washington’un İsrail’e sürekli diplomatik ve askeri destek vermesi nedeniyle Arap/Müslüman ulusların ve Küresel Güney’in söylemiyle uyum sağlamak.

Dahası, Çin’in tutumları, bölgedeki Amerikan liderliğine meydan okumanın Çinli liderler için en önemli öncelik haline geldiğini gösteriyor ki bu da Pekin’in küresel vizyonu ve büyük güç olarak yükselişiyle uyumlu. Başkan Xi’nin dört maddelik barış önerisi sunduğu 2017 yılı, Pekin’in küresel vizyonunun hedeflerine ulaşmak için Filistin meselesini kullanmasının başlangıcı olarak kabul edilebilir. Önceki önerilerden farklı olarak bu öneride ilk kez Filistin meselesinin çözümü için “kapsamlı, işbirliğine dayalı ve sürdürülebilir güvenlik ve kalkınma yoluyla barış” ifadeleri yer alıyordu.

Amerikan yönetiminin etik ve siyasi konumunu zayıflatmaya yardımcı olduğu sürece bu tür tutumların Çin için herhangi bir siyasi veya diplomatik maliyeti yok. Örneğin Pekin, 2022’de savaşın başlamasından bu yana Ukrayna’da sivilleri hedef alan Rusya’ya karşı tamamen farklı bir tutum benimsedi. Bu da İsrail’i eleştirerek hedef alınan tarafların başında ABD’nin geldiğini gösteriyor. Bununla birlikte, Çin’in İsrail’e yönelik tavrı, Tel Aviv’i bölgedeki Amerikan rejiminin somut hali olarak görmesinden kaynaklanıyor. Ancak Netanyahu hükümetinin Çin’in sert eleştirilerine karşı temkinli karşılık verdiği ve Pekin ile doğrudan ve sürekli bir çatışmaya girmemeye çalıştığı dikkat çekiyor. Buna rağmen, Çin-İsrail ikili ilişkilerindeki gerilemesinin özellikle önümüzdeki dönemde sonuçları olacaktır:

Birincisi, siyasi boyut: İki taraf arasındaki ilişkilerin, 1992’de diplomatik ilişkilerin kurulmasından bu yana görülmemiş seviyelere gerilemesi muhtemel. Bu durum yakın ve orta vadede gerçekleşecek olsa da, Çin-Amerikan ilişkilerindeki gerileme ve Pekin ile Washington arasında tırmanan rekabet göz önüne alındığında, uzun vadede koşulların siyasi derinliğin yeniden kazanılmasına izin verip vermeyeceği açık değil.

Gelecekte Çin’in barış sürecinde arabulucu rolü oynamasının hiçbir şansı olmadığı söylenebilir (ilk baştan beri Pekin’in ciddi olmadığı görünüyor).  İsrail, Çin’in Filistinlilerden yana bir arabulucu olduğuna ve ABD’nin alternatifi olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığına giderek daha fazla inanıyor. Bu durum, İsrail’in savaştan sonra Gazze Şeridi’nin yeniden inşasında önemli bir rol oynayan Çin’i engelleme çabalarına da yansıyabilir.

Pekin’in önümüzdeki yıllarda Washington’un İsrailliler ve Filistinliler arasındaki tek arabulucu rolünü destekleme aşamasından barış sürecini denetleyecek çok taraflı bir sistem oluşturulması için baskı yapma aşamasına geçmesi bekleniyor. Pekin’in geçen aylarda arabuluculuk arzusundan (Pekin’in 30 Kasım 2023’te önerdiği beş maddelik barış planının bir parçası olarak ve Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin 15 Ocak 2024’te Kahire’ye yaptığı ziyaret sırasında) Gazze Savaşı’nın sona ermesinin ardından müzakereleri denetlemek için BM şemsiyesi altında geniş çaplı bir uluslararası konferans çağrısına geçmesinin ardında yatan neden bu belirleyici unsur olabilir.

İkincisi, teknolojik ve askeri işbirliği: Bu alanda 2019’da başlayan düşüşün devam etmesi bekleniyor. Bu düşüş, büyük olasılıkla askeri teknoloji, yapay zeka, kuantum hesaplama, temiz enerji teknolojisi ve telekomünikasyon teknolojisinde hızlanacak. Netanyahu’nun olası ayrılığı bu gidişatı değiştirmeyecek.

Üçüncüsü, ticari ilişkiler: İki taraf arasındaki ticaretin 2021’de başlayan durgunluk aşamasından (Çin’in İsrail’e yaptığı ihracatın aralarındaki toplam ticaret hacminin yüzde 70’ine ulaşması ve İsrail’in Çin’e yaptığı ihracatın 2018’den bu yana düşmesi); yani savaştan önce Washington’un özellikle İsrail’in teknolojik bileşenler ve elektrikli araç ithalatı üzerindeki baskısıyla desteklenen hızlı düşüş aşamasına geçmesi muhtemel (Çinli firmalar 2023’te elektrikli araç satışlarında lider konumdaydı).

Sonuçlar

Ukrayna ve Gazze’deki savaşların dinamikleri, Çin’in küresel yönetişim için alternatif bir model sunma bağlamında, ABD ve müttefiklerinin duruşlarına meydan okuyan cesur ve kararlı bir dış politika benimsemesinin önünü açmış gibi görünüyor. Çin’in bu duruşu, özellikle İsrail’in Gazze’ye yönelik savaşının neden olduğu insani trajedinin devam etmesi ve bu savaşın sona erdirilmesi için artan uluslararası baskıya paralel olarak Pekin’in İsrail’e yönelik tutumuna da yansıdı.

Çin’in İsrail’in Gazze Savaşı’na yönelik sert tutumu, özellikle Tel Aviv’in ABD’ye yakınlaşması (Netanyahu hükümeti yakında düşerse) ve Washington’un Pekin ile ilişkileri konusundaki baskılarına daha geniş bir ölçekte yanıt vermesi ile Çin-İsrail ikili ilişkilerindeki düşüşün hızlanmasına yansıyacak gibi görünüyor.

DİPLOMASİ

Almanya ve Finlandiya, denizaltı iletişim kablolarına sabotaj düzenlendiğini ileri sürdü

Yayınlanma

Almanya ve Finlandiya, iki ülke arasındaki denizaltı iletişim kablosunun kopmasından “derin endişe” duyduğunu ve bunun olası bir Rus sabotajı şüphesi yarattığını açıkladı.

Finlandiya’nın Helsinki kenti ile Almanya’nın Rostock kenti arasındaki 1.200 km’lik C-Lion1 fiber optik kablonun Fin devlet operatörü Cinia, kablonun pazartesi sabahı erken saatlerde Baltık Denizinde İsveç yakınlarında kesildiğini ve bunun neredeyse kesinlikle bir “dış güç” sonucu meydana geldiğini söyledi.

İki ülkenin dışişleri bakanları yaptıkları ortak açıklamada, “Baltık Denizinde Finlandiya ve Almanya’yı birbirine bağlayan denizaltı kablosunun kopmasından derin endişe duyuyoruz. Böyle bir olayın hemen kasıtlı bir hasar şüphesi uyandırması, çağımızın istikrarsızlığı hakkında çok şey anlatıyor,” dediler.

Finlandiya Dışişleri Bakanı Elina Valtonen ve Alman mevkidaşı Annalena Baerbock, Avrupa’nın güvenliğinin sadece “Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü saldırı savaşının” değil, aynı zamanda “kötü niyetli aktörlerin hibrid savaşının” da tehdidi altında olduğunu öne sürdü.

İkili, “Ortak kritik altyapımızın korunması güvenliğimiz ve toplumlarımızın dayanıklılığı açısından hayati önem taşımaktadır,” dedi.

Valtonen, Finlandiya’nın arkasında Rusya ya da başka bir ülkenin olduğunu tespit etmesi halinde “hibrid eylemi” yapanları suçlamaktan çekinmeyeceğini söyledi.

Cinia, veri merkezlerini birbirine bağlayan kablonun onarılmasının yaklaşık beş ila 15 gün süreceğini söyledi. Ayrıca, bağlantıyı koparmış olabilecek sismik aktivitenin arttığına dair bir işaret görülmediğini de sözlerine ekledi.

Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius ise, Almanya ile Finlandiya arasındaki denizaltı iletişim kablosunun kesilmesinin bir sabotaj eylemi olabileceğini söyledi.

Boris Pistorius “hibrid” bir savaş taktiği olarak tanımladığı bu olaydan kimin sorumlu olduğunun belirsiz olduğunu söyledi fakat “Hiç kimse bu kabloların kazara kesildiğine inanmıyor. Bu nedenle, kimden geldiğini tam olarak bilmeden, bunun ‘hibrid’ bir eylem olduğunu belirtmek zorundayız. Ayrıca, henüz bilmesek de, bunun bir sabotaj olduğunu varsaymak zorundayız,” iddiasında bulundu.

Ayrı olarak, İsveçli telekom operatörü Telia, İsveç ile Litvanya arasındaki bir iletişim kablosunun pazar sabahı, Finlandiya-Almanya kesintisinden neredeyse 24 saat önce hasar gördüğünü söyledi.

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

Avustralya, Japonya ve ABD, Trump gelmeden işbirliğini kurumsallaştırmaya çalışıyor

Yayınlanma

Donald Trump’ın Beyaz Saray’a dönüşü öncesinde Asya potansiyel istikrarsızlığa hazırlanırken Avustralya, Japonya ve ABD stratejik ortaklıklarını güçlendirmek için harekete geçiyor.

Trump ocak ayında göreve başlamadan önce ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin, Başkan Joe Biden yönetiminin Çin’in Hint-Pasifik’te artan gücüne karşı koymak için geliştirdiği Washington’un benzer düşünen ortaklar ağını güçlendirmeye çalışıyor. Biden döneminde ABD, Çin’e karşı, Japonya, Güney Kore ve Filipinler gibi diğer bölgesel aktörlerle savunma bağlarını güçlendirmeye çalıştı.

Austin’in ilk durağı Avustralya oldu ve burada Avustralyalı ve Japon mevkidaşlarıyla birlikte Japon askerlerinin Darwin’deki yıllık rotasyonlarda ABD deniz piyadelerine katılacağını açıkladı.

Üç ülkenin savunma bakanları pazar günü, Çin’in bölgede artan etkisiyle ilgili duydukları endişeyi dile getirirken, ortak açıklamada, “Üçlü ortaklığın bölgesel istikrarın korunmasında oynadığı kritik rolün bilincinde olarak, üçlü politika koordinasyonuna ve bölgesel güvenlik sorunları ve beklenmedik durumlar konusunda birbirimize danışmaya kararlıyız” denildi.

Üç savunma bakanı yaptıkları açıklamada, Çin ordusunun Filipin ve bölgedeki diğer gemilere yönelik “tehlikeli davranışları” da dâhil olmak üzere Doğu ve Güney Çin denizlerindeki “istikrarı bozucu eylemlerden” duydukları “ciddi endişeyi” yineledi. Bakanlar ayrıca Tayvan Boğazı’nda “barış ve istikrarın” önemini vurguladılar.

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

Pentagon, Kursk’ta Kuzey Kore askerlerinin olduğunu teyit edemedi

Yayınlanma

ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon), Kuzey Kore ordusunun Kursk oblastındaki muharebe operasyonlarına katıldığına dair iddiaları bağımsız olarak doğrulayamadı.

Reuters‘ın aktardığına göre Pentagon Sözcü Yardımcısı Sabrina Singh, dün basın toplantısında bu konuda açıklamalarda bulundu:

“Bu bilgiyi bağımsız olarak teyit edemiyoruz. Ancak, Kursk’a gitmiş olmalarının bir nedeni olmalı. Muharebe operasyonlarına katılmalarını bekliyoruz; yine de şu anda bunu kesin olarak söyleyemem.”

Pentagon, 11 bin Kuzey Kore askerinin Kursk oblastına giriş yaptığı yönünde tahmin öne sürmüştü.

Geçen günlerde ise The New York Times, Joe Biden’ın Ukrayna’ya, Rusya topraklarının derinliklerine saldırı düzenlemek için Amerikan yapımı uzun menzilli ATACMS füzelerinin kullanımına izin verdiğini bildirdi.

Gazeteye göre, uzun menzilli füzelerin kullanımına ilişkin bu karar, Moskova’nın Kuzey Kore askerlerini Kursk oblastına konuşlandırma hamlesine bir yanıt niteliği taşıyor.

Rusya, Biden’ın ATACMS kararına nasıl tepki verecek?

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English