Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

“Hamas da Netanyahu da anlaşma için acele etmiyor”

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, İsrail’in en köklü gazetelerinden Haaretz’de yayınlandı. Amos Harel imzasıyla yayınlanan analizde, olası ateşkes anlaşması ve Gazze sahasındaki durum değerlendiriliyor.

***

Hamas Rehine Anlaşması İçin Acele Etmiyor. Netanyahu Hükümeti de Öyle

Geçen haftaki iyimserlik erkendi. Hamas liderliği İsrail’in Gazze’den tamamen çekilmesi talebinden geri adım atmıyor ve Netanyahu’nun sert yorumları bunu kabul etmeye niyeti olmadığını gösteriyor. Hamas’ın yenilgisi hala çok uzakta, bu da Biden ve ertesi gün planları için bir sorun olabilir

Amos Harel

İyimserlik erken ve aşırıydı. Hamas’ın rehinelerin serbest bırakılmasına yönelik Katar-Mısır önerisine verdiği ilk tepkiler pek iç açıcı değil. Son haftalardaki çelişkili mesajların ardından örgüt liderliğinin yeni bir anlaşmanın koşulu olarak İsrail’in Gazze Şeridi’nden tamamen çekilmesini talep ettiği görülüyor. Bunun rehinelerin serbest bırakılması için bir önkoşul mu olduğu yoksa anlaşma süresince aşamalı olarak mı uygulanacağı tam olarak belli değil. Eğer ikincisi söz konusuysa, arabulucuların hâlâ üzerinde çalışabilecekleri bir şeyler olabilir.

İsrail liderlerinin de acelesi yok gibi görünüyor. Teklifin ayrıntıları bir hafta önce ortaya çıkmaya başladığından beri Binyamin Netanyahu sert konuşuyor. Başbakan sadece Hamas’a karşı nihai zafere kadar devam etme sözü vermekle kalmadı aynı zamanda çatışmalara ara vermeyi kabul etmeyeceğini ve binlerce teröristi serbest bırakmayı reddedeceğini de söyledi (Hamas’ın ilk aşamada talep ettiği bedelin gerçekten bu olup olmadığı belli olmasa da bu bedelin yaklaşık 35 kadın, yaşlı, hasta ve yaralının serbest bırakılmasından ibaret olduğu bildiriliyor). Pazartesi günü İsrail, Hamas liderlerini öldürmeden savaşın sona ermeyeceğini açıklayarak kendini aştı ki bunun grubun anlaşmayı imzalaması için tam olarak bir teşvik olduğu söylenemez.

Likud kabinesi bakanları ve iktidardaki koalisyonda yer alan aşırı sağcı partiler de Hamas’a taviz verilmeyeceğini söyledi. Pazar günkü kabine toplantısına katılan birkaç kişi, bakanların Hamas’a taviz verilmesini kınayan açıklamalarının Netanyahu tarafından önceden planlandığından şüphelendiklerini söyledi. Kanal 14 Haber’in daha hayalperest kanadı şimdiden rehinelerin feda edilmesi gerektiğini ima ediyor. Ordu Gazze’de tutulan 136 rehineden 30’unun öldüğünü açıkladı. Gerçek sayı muhtemelen daha yüksek.

Müzakereler Gazze’deki çatışmaların gölgesinde yürütülüyor. Haftalardır süren yavaş ve dikkatli ilerlemenin ardından ordunun Han Yunus’taki operasyonlarında gözle görülür bir hareketlilik var. Kentin batı kesimindeki mülteci kampı kuşatılmış durumda ve buradaki askerler her gün düzinelerce teröristi öldürüyor. Askeri yetkililer, ordunun Hamas’ın bölgede konuşlu tugayındaki son dört taburu da haftalar içinde yenebileceğini düşündüklerini söylüyor. Bu durumda geriye somut hasar almayan sadece Refah tugayı kalacak.

Kabine ve savunma teşkilatı Refah konusunda ne yapacaklarına hâlâ karar vermiş değil. İkilem çok iyi biliniyor: Hamas’ın Refah’taki güçleriyle uğraşmadan Mısır’dan gelen ikmal hatlarını-tünelleri- devre dışı bırakmak mümkün değil. Ancak buraya yapılacak bir kara harekâtı, çoğu İsrail saldırısı nedeniyle Gazze’nin kuzeyinden kaçan yaklaşık 1 milyon 300 bin Filistinli sivillerin yerinden edilmesini gerektirecek.

Bu arada İsrail’in Gazze’nin kuzeyindeki saldırıları da devam ediyor ve Hamas’a çok sayıda kayıp verdiriyor. Bu bölgeler Hamas’ın askeri ve sivil yapılarını yeniden inşa etmeye çalıştığı bölgeler. İsrail Savunma Kuvvetleri hamlelerini yoğunlaştırıyor, elindeki daha küçük kuvvetleri daha etkin kullanıyor ve daha önceki muharebelerden dersler çıkarıyor. Devam eden askeri baskıya rağmen, ordu üst kademesinin tutumunda bir yanlışlık yok; ordu, bir anlaşma durumunda nispeten uzun bir süre için bile olsa güçlerini durdurmakta sorun yaşamayacak. Bu süre olası yeni çatışmalar öncesinde ordunun dinlenme, eğitim ve yeniden toparlanma için kullanabileceği bir süre.

Yine de hem İsrail’in değerlendirmelerinde hem de ABD’nin umutlarındaki düşünme şeklinde belli bir başarısızlık var gibi görünüyor. Benzeri görülmemiş tünel savaşında ordunun elde ettiği başarıların önemini küçümsememekle birlikte Hamas Gazze’de yenilmiş değil. Tam tersine. Gazze’nin kuzeyinde şimdilik büyük ölçüde sivillerle, kontrolü yeniden tesis etme çabaları da bunu gösteriyor.

Bu aynı zamanda Biden yönetimi için de bir sorun. Washington’daki yetkililer Gazze için savaş sonrası bir vizyon çizerken Hamas’ın olmadığı bir gelecek varsayıyorlar. Ancak Hamas’ın liderleri ve binlerce üyesi hâlâ ortadayken Filistinli ya da daha geniş Arap dünyasından hangi oluşum Gazze’de polislik ya da güvenlik rolü üstlenmeyi kabul eder? Hamas’ın 2007’de Gazze Şeridi’nin kontrolünü ele geçirmek için şiddet kullanırken öldürdüğü El Fetih üyeleri gibi onlar için de kötü bir son olması muhtemel.

Kuzeye bakış

Bu hafta Orta Doğu’ya dönen ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, bölgedeki durumu 1973 Yom Kippur Savaşı’ndan bu yana yaşanan en karmaşık ve tehlikeli durum olarak tanımladı. Amerikalılar durumu yatıştırmak için her şeyi bir araya getirmeye çalışıyor: rehine anlaşması, Gazze Şeridi’nde Filistin Yönetimi’ne dayanak sağlayacak yeni bir hükümet, Filistin devletine duyulan ihtiyacın yeniden tanınması ve İsrail-Suudi normalleşmesi. (“Biden Doktrini” teriminin The New York Times köşe yazarı Thomas Friedman tarafından ortaya atıldığını ve yönetim brifinginden bir yankı olmadığını belirtmek gerekir).

İsrail’in Amerikan planına tepkisi, Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir’in Wall Street Journal’a verdiği röportajda Başkan Joe Biden’a saldırması, selefi Donald Trump’a duyduğu özlemi dile getirmesi ve Gazzelileri Şerit’ten “gönüllü olarak göç etmeye teşvik etme” çağrısında bulunmasından anlaşılabilir. Netanyahu ise koalisyon ortağının sözlerine sadece üstünkörü atıfta bulunan yarım yamalak çekinceler mırıldanmakla yetindi. Biden yönetimi, ABD’nin Batı Şeria’da Filistinlilere karşı şiddet uygulamakla suçladığı dört Batı Şeria yerleşimcisine yaptırım uygulayacağını açıklayarak yaklaşımını biraz daha sertleştirdi. Ancak Beyaz Saray İsrail için devasa bir savunma yardımı paketi hazırlarken Biden, Netanyahu’nun Washington’u dinlemeye başlamasını istiyorsa muhtemelen bundan daha fazlasına ihtiyaç duyacak.

ABD planının bir de Lübnan ayağı var. Biden’ın temsilcisi olan Amos Hochstein, güneydeki rehine anlaşmasını kuzeyde ateşkes ve uzun vadeli bir çözüme bağlamak umuduyla bu hafta Kudüs ve Beyrut’u ziyaret ediyor. Amerikalılar, İsrail’in daha sonra Har Dov bölgesindeki sınırın çizilmesi konusundaki görüşmeleri yenilemeyi kabul etmesi karşılığında Hizbullah’ın önce güçlerini sınır bölgesinden çekeceği bir planı destekliyor.

Ordu son dört ayda Hizbullah’a karşı önemli başarılar elde etti. Ancak yaklaşık 70 bin İsrailliyi Lübnan sınırına yakın yerleşim yerlerini terk etmek zorunda bırakan sürekli roket ve tanksavar füze ateşi gibi temel bir sorunun üstesinden gelemedi.

Çöküşü memnuniyetle karşılamak

Başbakan ve kabinesindeki sağcı bakanlar Batı Şeria’da yaşananlara neredeyse hiç değinmiyorlar ama hükümet yetkilileri bu durumdan çok endişeli. IDF ve Şin Bet güvenlik servisi, on binlerce Batı Şeria Filistinlisinin İsrail’de çalışmasını engellemeye devam etmenin Filistin Yönetimi tarafından kontrol edilen bölgelerdeki ekonomik krizi daha da kötüleştireceği ve yıllardır görülmemiş ölçekte bir şiddet saldırısı dalgasını tetikleyeceği konusunda politikacıları uyardı.

Hamas’ın güneyde gerçekleştirdiği katliamdan bir gün sonra, 8 Ekim’de Filistinli işçilerin Yeşil Hat’tı geçmesi yasaklandı. Bu vahşetin uyandırdığı korku tamamen anlaşılabilirdi. Bunu takip eden haftalarda Batı Şeria’da tansiyon yükseldi ve beklenen büyük bir terör dalgasını önleme ihtiyacı açıkça ortaya çıktı. Şu anda bile Batı Şeria çalkantılı olmaya devam ediyor; gün geçmiyor ki bir terör saldırısı meydana gelmesin ve bu saldırılar genellikle güvenlik güçleri tarafından engellenerek teröristler öldürülmesin. Yine de güvenlik yetkilileri hesaplanmış olarak nitelendirdikleri bir riski üstlenmeye hazır. Bunun nedeni, tüm çekincelere rağmen koordinasyon konusunda İsrail’in ortağı olmaya devam eden Filistin Yönetimi’nin varlığını sürdürmesinin yarattığı tehlike.

Koalisyondaki aşırı sağcı partiler, tehlikenin devam ettiği gerekçesiyle işçilerin İsrail’e girişine izin verilmesine karşı çıkıyor. Bununla birlikte, genellikle kamuoyunda dile getirilmeyen başka düşünceleri de var gibi görünüyor; yani Filistin Yönetimi’ni bir ortak olarak değil, çöküşü aslında memnuniyetle karşılanacak bir düşman olarak görüyorlar.

Ekonomik kriz nedeniyle Filistin Yönetimi’nin çökeceği ve bunun sonucunda güvenlik güçlerinin çoğunun aktif olarak terörizme girişeceği bir senaryo, mutlaka olumsuz bir gelişme olarak görülmüyor. Buna karşılık savunma teşkilatı, işçilerin İsrail’e girişini güvenli bir şekilde yönetebileceğine inanıyor. Şin Bet, Yeşil Hat üzerindeki kontrol noktalarında daha sıkı denetimlerle, daha yakın gözetim altında, izinleri yaşlı Filistinlilerle sınırlandıracak bir plan üzerinde çalışıyor. Uyarılara rağmen Netanyahu konuyu görüşmek için acele etmiyor.

DÜNYA BASINI

Mahmud Abbas birliği korumak için olası baskılara direnecek mi?

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız uzman görüşlerine yer verilen haber Filistinli grupların Pekin’de imzaladığı uzlaşı anlaşmasının sürdürülebilir olup olmadığına yanıt bulmaya çalışıyor. İsrail ve muhtemelen ABD tarafından baltalanacağı düşünülen uzlaşının yumuşak karnı ise Filistin Yönetimi:

****

‘Başarılı olması için baskı var’: Fetih-Hamas birlik anlaşması sürdürülebilir mi?

Analistlere göre Fetih Hareketi’nin siyasi iradesinin olup olmadığı görülecek, İsrail ise anlaşmayı bozmaya çalışabilir.

Mat Nashed

Analistler, Filistinli grupların salı günü bir “ulusal birlik” anlaşması imzalayarak, ideolojik farklılıklarını ve acı dolu geçmişlerini bir kenara bırakıp İsrail’in işgaline son vermek için lobi yapabileceklerine dair hem umut yarattığını ancak bazı şüpheler olduğunu söylüyor.

Çin’in başkenti Pekin’de üç gün süren yoğun görüşmelerin ardından imzalanan anlaşma, geçici bir “ulusal uzlaşı” hükümetinin savaş sonrası Gazze’nin kontrolünü üstlenmesi ve ortak kendi kaderini tayin etme arayışını ilerletmesi için zemin hazırladı. Ancak Fetih Hareketi ve Hamas arasında daha önce yapılan birçok uzlaşma girişiminin başarısız olması nedeniyle bu atılım kuşkuyla karşılandı.

Katar’ın başkenti Doha’daki Middle East Council on Global Affairs adlı düşünce kuruluşunda İsrail-Filistin uzmanı olarak çalışan Ömer Rahman, “Biraz şüphe olması doğal, ancak bu anlaşmanın kalıcı olacağından umutluyum” dedi.

“Gazze ve Batı Şeria’daki durum göz önüne alındığında bunun başarılı olması için baskı var. Bence tüm taraflar bunun gerçekleşmesi gerektiğini biliyor” diyen Rahman, Gazze’deki savaşın ve işgal altındaki Batı Şeria’da artan yerleşimci şiddeti ve toprak gaspının getirdiği aciliyete atıfta bulundu.

BM uzmanlarına göre, 7 Ekim’de Hamas öncülüğünde İsrail topluluklarına ve askeri karakollarına düzenlenen ve bin 139 kişinin öldürüldüğü ve 251 kişinin esir alındığı saldırıdan bu yana İsrail, Gazze’de soykırıma varabilecek yıkıcı bir saldırıyla karşılık verdi.

İsrail son dokuz ayda 39 binden fazla Filistinliyi öldürdü ve iki milyon 300 binlik Gazze nüfusunun neredeyse tamamını yerinden etti. Gazze’deki savaş uluslararası manşetleri belirlerken, İsrail’in 2024 yılında işgal altındaki Batı Şeria’da son 30 yılda herhangi bir yılda olduğundan daha fazla Filistin toprağını sessizce ele geçirmesine yol açtı.

İsrail işgalini derinleştirirken, Filistinli iki büyük grup Fetih Hareketi ve Hamas bölünmüş durumda kaldı. Fetih Hareketi, Batı Şeria’nın büyük bir bölümünü 1993 Oslo Anlaşmalarından doğan ve Fetih’e şiddetten vazgeçmesi ve İsrail’i tanıması karşılığında Filistin devletinin kurulacağının vaat edildiği Filistin Yönetimi aracılığıyla kontrol ediyor.

Buna karşılık Hamas silahlı mücadeleye bağlı kaldı ve 2007’de iki taraf arasında yaşanan kısa bir iç savaşta Fetih Hareketi’ni kovduğundan beri Gazze’yi kontrol ediyor.

Kanlı geçmişe rağmen, her iki taraf da 12 daha küçük grupla beraber Pekin anlaşmasını imzaladı. El Cezire’nin elde ettiği bir anlaşma kopyasına göre bu anlaşma, nihai olarak İsrail işgali altındaki Doğu Kudüs, geniş Batı Şeria ve Gazze’de (İsrail’in 1967 Arap-İsrail savaşında ele geçirdiği topraklar) bir Filistin devleti kurmayı hedefliyor.

Anlaşma kalıcı olacak mı?

Uluslararası Kriz Grubu (ICG) Filistin uzmanı Tahani Mustafa, Fetih Hareketi ve Ebu Mazen olarak da bilinen Filistin Yönetimi lideri Mahmud Abbas’ın Hamas’la daha önce yapılan uzlaşma anlaşmalarını baltaladığını söyledi.

El Cezire’ye konuşan Mustafa, Abbas’ın ve yakın sırdaşlarının İsrail işgaline karşı Filistin yönetimini birleştirmek için gerçek bir siyasi irade göstermediğini söyledi.

Mustafa’ya göre Fetih Hareketi, teoride Filistinlileri uluslararası alanda temsil eden Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) üzerinde tek kontrol sahibi olduğunu ve Hamas ve diğer fraksiyonlar bu yapıda temsil edilirse çoğunluğunu kaybetmekten korkuyor.

Mustafa, “Hamas’ı ve İslami Cihad’ı da eklerseniz, Fetih Hareketi’nin tekeli sona erer” dedi.

İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri de uzlaşma anlaşmasını baltalamaya çalışabilirler.

İsrail, savaş sonrası senaryoda Filistin Yönetimi’nin ya da Hamas’ın Gazze’nin kontrolünü ele geçirmesine izin vermeyi reddederken, ABD de uzun süredir Hamas’ın İsrail’i tanımasını ve Filistin hükümetinin bir parçası olmadan önce şiddetten vazgeçmesini istiyor.

2017’de Hamas, 1967 sınırlarına göre bir Filistin devleti kurulmasını kabul eden yeni bir tüzük sundu. Hamas tarafından daha önce yapılan açıklamalar ve hareketlerle uyumlu olan bu hamle, İsrail’in fiilen tanınması anlamına geliyordu.

Mustafa, “Hamas, İsrail’in var olma hakkını hiçbir zaman [açıkça] tanımadı çünkü İsrail’e aynı şeyi Filistinliler için de yapması yönünde hiçbir zaman baskı yapılmadı” dedi.

Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nin İsrail-Filistin uzmanı Hugh Lovatt, İsrail’in bu anlaşmayı rayından çıkarmak için Batılı müttefiklerine Filistin Yönetimi’ne verdikleri fonları kesmeleri için baskı yapmasının oldukça olası olduğunu söyledi.

El Cezire’ye konuşan uzman, “Filistin Yönetimi mevcut haliyle ancak ABD ve Avrupa’nın yakın işbirliği ve finansman desteğiyle ayakta kalabilir” dedi.

Lovatt, “Ancak bu sadece Filistin Yönetimi’nin hayatta kalmasıyla ilgili bir mesele değil, aynı zamanda Filistin Yönetimi’nin kilit isimlerinin kişisel hayatta kalma meselesi… kendi kişisel konumlarını zayıflatabilecek herhangi bir anlaşmaya çok ilgi duymuyorlar” diye ekledi.

El Cezire yorum için Filistin Yönetimi Başkanlığı sözcüsü Nebil Ebu Rudeyne ve Filistin Yönetimi’nin Birleşik Krallık misyonunun başındaki Husam Zomlot’a ulaştı. Her iki isim de haber yayınlanmadan önce yorum taleplerine yanıt vermedi.

Ancak Lovatt, Filistin Yönetimi’nin, İsrail’i resmen tanımak ve şiddetten vazgeçmek gibi Oslo Anlaşmaları’nın şartlarına uymayı reddetmesi nedeniyle önceki birlik anlaşmalarının çökmesinden Hamas’ı sorumlu tuttuğunu söyledi.

“Abbas’ın söylediğini gördüğümüz şey… bir anlaşma istiyoruz ama uluslararası meşruiyete dayanan bir anlaşma” diye ekledi.

Bu anlaşma neden önemli?

Daha önceki uzlaşma anlaşmaları başarısızlıkla sonuçlanmış olsa da Rahman bu anlaşmanın başarıya ulaşmasının hayati olduğunu söyledi.

Rahman’a göre İsrail-Filistin konusunda uluslararası kamuoyunda rüzgarlar değişiyor ve bu da birleşik bir Filistin liderliğinin Gazze’deki “soykırıma” ve İsrail’in Batı Şeria’daki “ilhakçı baskısına” son vermesi için bir fırsat yaratıyor.

Dünya Mahkemesi olarak da bilinen Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD) “tavsiye niteliğindeki görüşü”, İsrail’in Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze’deki 57 yıllık işgalini kısa bir süre önce “yasadışı” olarak sınıflandırdı. Mahkeme, yerleşim yerlerinin inşası ve genişletilmesi de dâhil İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarında varlığını sürdürmesinin “uluslararası hukuku ihlal ettiğini” söyledi.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu kararı “saçma” olarak nitelendirdi ve İsraillilerin “atalarının yurdundaki kendi topluluklarında yaşamalarının” yasadışı olamayacağını söyledi.

Rahman, “Durum açıkça vahim ve Filistinlilerin uluslararası toplumu Filistinlileri savunmak için bir araya getirecek bir tür birleşik liderliğe ihtiyacı var” dedi.

Ancak bu birlik -en azından şimdilik- savaşın gidişatını şekillendirmede en etkili küresel aktör olan ABD tarafından desteklenmiyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller salı günü düzenlediği basın brifinginde anlaşmayı yorumlarken “Bir terör örgütünün rolü olamaz” dedi.

Hamas ABD, İsrail ve Avrupa Birliği tarafından “terörist” olarak tanımlanan bir grup ancak pek çok Filistinli, Hamas’ı meşru bir direniş grubu olarak görüyor.

Lovatt, Filistin Yönetimi karar alma sürecinde Hamas ve diğer gruplara danışarak anlaşmayı uygulamaya kararlı olsa bile ABD baskısının Filistin birliğini sabote edebileceğini söyledi.

Lovatt şunu ekledi: “Bu gerçekten de belirleyici faktör olabilir. Asıl soru şu: [Abbas] kararlılığını sürdürecek mi, yoksa uluslararası baskı karşısında geri adım mı atacak?”

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Batı artık küresel ilişkilerin merkezi değil

Yayınlanma

Samir Puri, Nikkei Asia
25.07.2024

Dünya meselelerinde bir geçiş dönemi yaşıyoruz. Batılı ülkelerin küresel meselelerin nihai hakemleri olarak hareket etme gücü ve birliği çökmüyor, ancak açık bir düşüş içinde.

Çoğumuz bu noktada hemfikiriz, ancak bu geçiş dönemini Batı’nın içinden mi yoksa dışından mı izlemek daha doğru olur? Perspektif her şeydir. Atlantik’in her iki yakasındaki Batılı ülkelerde yaşayan bizler için popülizm siyaseti, değişen dünyayı izlerken kaçınılmaz olarak önemli bir tartışma konusu haline geliyor.

Daha “ulus öncelikli” liderler ve partiler güç kazandıkça, Batı’nın siyasi karakterinin hızla değişmekte olduğu açıktır. Kasım ayındaki ABD başkanlık seçimlerinde Donald Trump’ın olası zaferi ya da Macaristan Cumhurbaşkanı Viktor Orban’ın ülkesinin Avrupa Birliği dönem başkanlığını kullanarak geleneksel Batılı dış politika elitlerine çelişkili mesajlar vermesi buna örnek olarak gösterilebilir.

Bu durum zamanla Batı’nın küresel kişiliğini değiştirecektir.

2020’den bu yana Batı’daki evimden ziyade, Asya’da gelişen bu olayları Singapur’daki görüş noktamdan izliyorum. “Batısızlık: Büyük Küresel Yeniden Dengelenme” adlı yeni kitabımda yazdığım gibi, Batı’nın küresel varlığının yeniden şekillenmesini uzaktan izlemek kendi perspektiflerini sunuyor.

Asya’da, dünyanın değişen ekonomik dengesi Çin ve Hindistan’ın yükselişinde açıkça görülüyor ve Endonezya gibi ülkeler de gelecekte önemli bir büyüme göstermeye hazırlanıyor.

Dünyanın yeniden dengelenmesi sadece “Asya’nın yükselişi” ile sınırlı değildir. Suudi Arabistan, Türkiye ve hatta Güney Afrika gibi ülkelerin küresel meselelerde kendi yollarını çizmek için gösterdikleri stratejik özerklik her geçen ay artıyor.

Batılı olmayan ülkeler için stratejik özerklik ekonomik büyümeden kaynaklansa da bundan çok daha fazlasıyla ilgilidir. BRICS gibi Batılı olmayan kulüplerin genişlemesini de içeriyor. Güney Afrika’nın Batı destekli İsrail’e karşı Hamas’a karşı yürüttüğü savaş nedeniyle Uluslararası Adalet Divanı’nda açtığı dava gibi gelişmeler de bunu kanıtlamaktadır. Batılı olmayan ülkeler küresel görüşün değişmesine yardımcı oldukça, Batılı ülkeler tarafından 7 Ekim’den sonra İsrail’i desteklemek için alınan ilk tutumlar artık “kurallara dayalı uluslararası düzen” kullanılarak inandırıcı bir şekilde sorgulanabilir.

Batılı olmayan dünyanın yükselen başlıca güç merkezleri hızla kendi momentumlarını geliştiriyor. Yüzyıllardır ilk kez Batı her zaman öncü bir rol oynamıyor. Avrupa liderliğindeki deniz sömürge imparatorluğunun önceki dönemleri ve ardından ABD liderliğindeki küreselleşme dönemi düşünüldüğünde, dünya meselelerinde ortaya çıkan dönemin gerçekten de çok farklı olacağı görülecektir.

Batı çökmeyeceği ve ABD ekonomisi canlılığını koruduğu için yanlış sonuçlara varmak kolaydır. Tüm bunları gayri safi yurtiçi hasıla büyüklüğüne göre bir analize indirgemek ve yalnızca ABD ile Çin arasında iki atlı bir yarış olarak görmek çok basite indirgemek olacaktır.

Kişi başına düşen GSYH’ye bakıp, önde gelen Batılı ülkelerin modernleşmenin standart taşıyıcıları olarak diğerlerinin fersah fersah önünde olduğu sonucuna varılabilir. Ya da güçlü ABD dolarının kalıcı gücüne odaklanılabilir.

Bunlar indirgemeci sonuçlara varmaktır. Evet, ekonomik performans, yaşam standartları ve para biriminin gücü büyük önem taşımaktadır. Ancak diğer gelişmelerle birlikte ele alındığında Batı’nın düşüşte olduğu görülmektedir.

Demografi gibi bazı eğilimler ölçülebilir niteliktedir. Diğer eğilimler ise küresel anlaşmazlıkları çözme gücü ve ahlaki güçle ilgilidir. Küresel yeniden dengelenme yalnızca sert güç ve ekonomiyi değil, aynı zamanda standartları belirleme, dikkati yönetme ve krizleri çözme becerisini de içermektedir.

Manşetlerimize hakim olan ve küresel görüşleri derinden ikiye bölen diğer savaştan işlerin ne kadar hızlı değiştiğine dair net bir örnek alalım.

G7 aracılığıyla çalışan Batı, Rusya’nın Şubat 2022’de başlayan barbarca tam ölçekli işgaline karşı Ukrayna’yı övgüye değer bir şekilde destekledi. Ancak milyarlarca dolar harcayarak silahlandırdığı Ukrayna, hala Rus işgalcileri kovacak kadar güçlü değil. Şimdi, küresel yeniden dengelenmeyle ilgili iki gelişme Ukrayna’daki durumu daha net bir şekilde etkiliyor.

Birincisi, Rus ekonomisi Batı ve G7 liderliğindeki yaptırımlardan ve enerji ihracatına getirilen fiyat sınırlamalarından zarar gördü. Ancak ekonomik ceza tehdidi Putin’i 2022 başlarında Ukrayna’yı işgal etmekten caydırmaya yetmedi. Yaptırımların gerçekliği de Putin’i işgalden vazgeçmeye zorlamak için yeterli değil. Dünya ekonomisindeki yapısal değişiklikler, Rusya’nın Çin, Hindistan ve diğer BRICS ülkelerinin yanı sıra Türkiye, Körfez ülkeleri, Endonezya ve diğerleriyle ticaret yapmaya devam ettiği ve savaş ekonomisini sürdürdüğü anlamına geliyor.

İkinci olarak, Batılı olmayan bu ülkeler bir şekilde Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaşın müzakere yoluyla sona erdirilmesini savunmuşlardır. Batı ve G7 ise tam tersini savunmuştur. Mükemmel bir ahlaki netlikle, Rusya’nın Ukrayna’da yenilmesi ve saldırganlığı için asla ödüllendirilmemesi gerektiğini savundular. Ancak Trump Beyaz Saray’a dönerse, ABD politikasının bir barış anlaşması lehine Ukrayna’yı terk etmeye kayması bekleniyor.

İronik bir şekilde, Trump’ın dayatacağı böyle bir anlaşma ABD’yi dünyanın geri kalanında genel olarak aynı şeyi savunan kesimlerle daha uyumlu hale getirecektir. Eğer bu gerçekleşirse, Batı’nın küresel haçlı enkarnasyonu bir darbe alacaktır. Onun yerine, otokratik liderlerle anlaşma yapmaktan kaçınmayan, işlevsel yaklaşımları tercih eden popülist bir Batı enkarnasyonu ufukta görünmektedir. Böyle bir dünyadan korkmak başka bir şey, bunun pek çok etmenini anlamak başka bir şeydir.

Sadece Soğuk Savaş sonrası zafer kazanmış Batı’nın sonunu gözlemlemiyoruz, aynı zamanda daha az Batı egemenliğinde bir dünyanın başlangıcını da gözlemliyoruz.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

“Okulu kıran” çocukların ailelerini hapse atmayı öneren başkan adayı: Kamala Harris

Yayınlanma

Editörün notu: Joe Biden’ın çekilmesi ile birlikte Demokratların kasım ayındaki başkan adayı olarak öne çıkan Başkan Yardımcısı Kamala Harris, siyaseten “silik” bir profil olsa da daha önce San Fransisco ve California’daki savcılık deneyimleri karanlık bir geçmişe işaret ediyor. “Beyaz olmayan” ve “ilerici” sayılan bir siyasetçi olmasına rağmen savcılığı döneminde siyahlara yönelik polis şiddeti konusunda tavır almayı reddetmişti. Harris’in en tartışmalı hamlesi ise, “okul asma programı” olarak bilinen 2011 tarihli yasaydı. Bu yasa bölge savcılarının, çocuklarının geçerli bir neden olmaksızın okul yılının yüzde 10’unu kaçırmaları halinde ebeveynleri kabahat işlemekle suçlamalarına ve hapsetmelerine izin veriyordu. Daha sonra sonlandırılan programın, yine en fazla beyaz olmayan toplulukların ebeveynlerine yönelik işlediği yönünde yoğun eleştiriler gelmişti.


“Kamala the Cop”: Biden’ın Olası Halefi Harris’in Karanlık Yüzü

Raphael Schmeller
Berliner Zeitung
23 Temmuz 2024
Çev. Gülçin Akkoç

Sevilmiyor, hata yapmaya meyilli ve kendi partisi içinde tartışmalı durumda. Demokratların başkan adayı olarak yarışa girmesi beklenen Kamala Harris kimdir?

Joe Biden’ın başkanlık yarışından çekilmesinin ardından birçok demokrat coşkuyla Kamala Harris’i desteklemeye başladı. Partinin seçim kampanyası bağışları platformu ActBlue, Biden’ın yerine Demokratların favorisi olan başkan yardımcısı için şimdiden “bağış seli” yaşandığını bildirdi.

Liberal Amerikan medyası Pazar akşamından beri Harris’in seçimi kazanması durumunda ABD’nin en yüksek siyasi makamına gelen ilk kadın, ilk Asya kökenli ve Barack Obama’dan sonra ilk siyahi olacağını tekrarlayıp duruyor. Ancak Harris’in ülkedeki çok sayıda kişi tarafından sevilmediği ve kendi partisinin içinde de tartışmalı olduğu gerçeği söylenmiyor.

2011 ve 2013 yıllarında bağışlarla Harris’i destekleyen Cumhuriyetçi başkan adayı Donald Trump, çoğu ankette Demokratlardan oldukça önde yer alıyor. Bakıldığında Harris ve Biden arasında rağbet görme açısından önemli farklar yok ve hatta Harris’in durumu kısa bir yükselişten sonra daha kötüye bile gidebilir. Harris son anketlerde Demokratlar için çok önemli olan Michigan, Arizona ve Nevada gibi salıncak eyaletlerde Biden’dan daha kötü performans gösteriyor.

Harris, okulu çok sık kıran çocukların ebeveynleri için hapis cezası istemişti

Harris, örnek vermek gerekirse iç politikadaki sert tutumu sebebiyle eleştiriliyor. 2011 yılından itibaren Kaliforniya Başsavcısı olarak kendisini Günışığı Eyaleti’nin(*) ‘’ilk polisi’’ olarak sundu ve sıkı baskısıyla adından söz ettirdi. Aynı zamanda kolluk kuvvetlerindeki yolsuzluklara karşı yeterince kararlı adımlar atmaması konusunda da eleştirildi. Ve hepsinden önce okulu çok sık kıran çocukların ebeveynleri için uygulanmasını savunduğu yüksek para cezaları ve olası hapis cezaları sistemiyle hatırlanıyor.

Bu dönemde Harris, siyahlara yönelik polis şiddeti gibi birçok konuda tavır almayı reddetti ve bu durum birçok Demokrat tarafından yadırgandı. 2014 yılında marihuanayı yasallaştırma girişimine gülmüş, ancak beş yıl sonra başkanlığa adaylığını koyduğunda “kesinlikle desteklediğini” vurgulamıştır. Başsavcılık yaptığı dönem ona ‘’Kamala the Cop’’ (Polis Kamala) lakabını kazandırmıştır.

Harris 2017 yılında Senato’ya seçildi ve 2019 yılında Demokratların başkan adayı olarak yarışa girdi. Başta Biden’ı ırkçılıkla suçlasa da sonrasında korkunç anket oranları sebebiyle yarıştan çekildi ve sonrasında kendisini başkan yardımcısı adayı yapan Biden’ı destekledi.

Başkan Yardımcısı olarak görev yaptığı son 4 yılda pek çok kez kendi siyasi profilini geliştirmemekle suçlandı. Biden, göçü sınırlandırmak için menşe ülkelerdeki göçün nedenleriyle mücadele etme görevini 2021 yılında Harris’e verdi. Ancak Harris’in çabalarına ve Latin Amerika hükümet başkanlarıyla yaptığı görüşmelere rağmen düzensiz sınır geçişlerinin sayısı arttı. ABD Yüksek Mahkemesi 2022 yılında dönüm noktası niteliğindeki Roe v. Wade kararını bozarak ülkenin çoğu yerinde kürtajı fiilen imkansız hale getirdiğinde ise Harris, kürtaj haklarını şiddetle savundu.

Harris pek çok kişi tarafından politik anlamda sönük olarak görülüyor

Harris, Beyaz Saray’da geçirdiği süre boyunca çoğunlukla kendi yolundan gitti. Röportajlarında ve kamuoyu önünde yaptığı diğer konuşmalarında çeşitli hatalar yaptı ve her zaman kendine güvenen biri olarak görünmedi. Pek çok kişi tarafından politik anlamda sönük ve bazı demokratlar tarafından da bir yük olarak görülüyordu. Hatta 2022 yılının başında yapılan anketlerin sonucuna göre Harris, bugüne kadarki en sevilmeyen Başkan Yardımcısı. Yakın çalışma arkadaşları birçok kez istifa etti ve kaotik çalışma koşulları olduğuna dair söylentiler hep devam etti.

Harris de Biden gibi hatalar yapmaya ve anlaşılması zor konuşmalar yapmaya meyilli. Şu anda sosyal medyada Mayıs 2023’te yaptığı bir konuşma dolaşıyor, Harris dinleyicilere şu açıklamaları yapıyor: “Siz, içinde yaşadıklarınızın ve sizden önce gelenlerin bağlamından oluşuyorsunuz.’’ Sonrasında bu anlattıklarını annesinden bir alıntı yaparak destekledi, ‘’Hindistan cevizi ağacından düştüğünüzü mü sanıyorsunuz?’’ Harris sonrasında saniyelerce kendi şakasına güldü.

Eğer beklendiği gibi Kamala Harris Demokratların adayı olarak gösterilirse yalnızca bu imajını düzeltme zorluğuyla karşılaşmayacak, aynı zamanda seçmenleri Biden-Harris hükümetinin sevilmeyen sonuçlarından kendisini sorumlu tutmamaları için ikna etmeye çalışmak zorunda kalacak. Bu sebeplerle Trump, Harris’i yenmenin Biden’ın kendisini yenmekten daha kolay olacağını iddia ediyor. Bu konuda haklı olabilir.


(*) Yazar Florida ile Kalifornia’yı karıştırıyor olmalı çünkü “Günışığı Eyaleti” (Sunshine State) takma adı Florida’ya ait. Kaliforniya’nınki ise “Altın Eyalet” (Golden State). (editörün notu)

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English