Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

“Hamas da Netanyahu da anlaşma için acele etmiyor”

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, İsrail’in en köklü gazetelerinden Haaretz’de yayınlandı. Amos Harel imzasıyla yayınlanan analizde, olası ateşkes anlaşması ve Gazze sahasındaki durum değerlendiriliyor.

***

Hamas Rehine Anlaşması İçin Acele Etmiyor. Netanyahu Hükümeti de Öyle

Geçen haftaki iyimserlik erkendi. Hamas liderliği İsrail’in Gazze’den tamamen çekilmesi talebinden geri adım atmıyor ve Netanyahu’nun sert yorumları bunu kabul etmeye niyeti olmadığını gösteriyor. Hamas’ın yenilgisi hala çok uzakta, bu da Biden ve ertesi gün planları için bir sorun olabilir

Amos Harel

İyimserlik erken ve aşırıydı. Hamas’ın rehinelerin serbest bırakılmasına yönelik Katar-Mısır önerisine verdiği ilk tepkiler pek iç açıcı değil. Son haftalardaki çelişkili mesajların ardından örgüt liderliğinin yeni bir anlaşmanın koşulu olarak İsrail’in Gazze Şeridi’nden tamamen çekilmesini talep ettiği görülüyor. Bunun rehinelerin serbest bırakılması için bir önkoşul mu olduğu yoksa anlaşma süresince aşamalı olarak mı uygulanacağı tam olarak belli değil. Eğer ikincisi söz konusuysa, arabulucuların hâlâ üzerinde çalışabilecekleri bir şeyler olabilir.

İsrail liderlerinin de acelesi yok gibi görünüyor. Teklifin ayrıntıları bir hafta önce ortaya çıkmaya başladığından beri Binyamin Netanyahu sert konuşuyor. Başbakan sadece Hamas’a karşı nihai zafere kadar devam etme sözü vermekle kalmadı aynı zamanda çatışmalara ara vermeyi kabul etmeyeceğini ve binlerce teröristi serbest bırakmayı reddedeceğini de söyledi (Hamas’ın ilk aşamada talep ettiği bedelin gerçekten bu olup olmadığı belli olmasa da bu bedelin yaklaşık 35 kadın, yaşlı, hasta ve yaralının serbest bırakılmasından ibaret olduğu bildiriliyor). Pazartesi günü İsrail, Hamas liderlerini öldürmeden savaşın sona ermeyeceğini açıklayarak kendini aştı ki bunun grubun anlaşmayı imzalaması için tam olarak bir teşvik olduğu söylenemez.

Likud kabinesi bakanları ve iktidardaki koalisyonda yer alan aşırı sağcı partiler de Hamas’a taviz verilmeyeceğini söyledi. Pazar günkü kabine toplantısına katılan birkaç kişi, bakanların Hamas’a taviz verilmesini kınayan açıklamalarının Netanyahu tarafından önceden planlandığından şüphelendiklerini söyledi. Kanal 14 Haber’in daha hayalperest kanadı şimdiden rehinelerin feda edilmesi gerektiğini ima ediyor. Ordu Gazze’de tutulan 136 rehineden 30’unun öldüğünü açıkladı. Gerçek sayı muhtemelen daha yüksek.

Müzakereler Gazze’deki çatışmaların gölgesinde yürütülüyor. Haftalardır süren yavaş ve dikkatli ilerlemenin ardından ordunun Han Yunus’taki operasyonlarında gözle görülür bir hareketlilik var. Kentin batı kesimindeki mülteci kampı kuşatılmış durumda ve buradaki askerler her gün düzinelerce teröristi öldürüyor. Askeri yetkililer, ordunun Hamas’ın bölgede konuşlu tugayındaki son dört taburu da haftalar içinde yenebileceğini düşündüklerini söylüyor. Bu durumda geriye somut hasar almayan sadece Refah tugayı kalacak.

Kabine ve savunma teşkilatı Refah konusunda ne yapacaklarına hâlâ karar vermiş değil. İkilem çok iyi biliniyor: Hamas’ın Refah’taki güçleriyle uğraşmadan Mısır’dan gelen ikmal hatlarını-tünelleri- devre dışı bırakmak mümkün değil. Ancak buraya yapılacak bir kara harekâtı, çoğu İsrail saldırısı nedeniyle Gazze’nin kuzeyinden kaçan yaklaşık 1 milyon 300 bin Filistinli sivillerin yerinden edilmesini gerektirecek.

Bu arada İsrail’in Gazze’nin kuzeyindeki saldırıları da devam ediyor ve Hamas’a çok sayıda kayıp verdiriyor. Bu bölgeler Hamas’ın askeri ve sivil yapılarını yeniden inşa etmeye çalıştığı bölgeler. İsrail Savunma Kuvvetleri hamlelerini yoğunlaştırıyor, elindeki daha küçük kuvvetleri daha etkin kullanıyor ve daha önceki muharebelerden dersler çıkarıyor. Devam eden askeri baskıya rağmen, ordu üst kademesinin tutumunda bir yanlışlık yok; ordu, bir anlaşma durumunda nispeten uzun bir süre için bile olsa güçlerini durdurmakta sorun yaşamayacak. Bu süre olası yeni çatışmalar öncesinde ordunun dinlenme, eğitim ve yeniden toparlanma için kullanabileceği bir süre.

Yine de hem İsrail’in değerlendirmelerinde hem de ABD’nin umutlarındaki düşünme şeklinde belli bir başarısızlık var gibi görünüyor. Benzeri görülmemiş tünel savaşında ordunun elde ettiği başarıların önemini küçümsememekle birlikte Hamas Gazze’de yenilmiş değil. Tam tersine. Gazze’nin kuzeyinde şimdilik büyük ölçüde sivillerle, kontrolü yeniden tesis etme çabaları da bunu gösteriyor.

Bu aynı zamanda Biden yönetimi için de bir sorun. Washington’daki yetkililer Gazze için savaş sonrası bir vizyon çizerken Hamas’ın olmadığı bir gelecek varsayıyorlar. Ancak Hamas’ın liderleri ve binlerce üyesi hâlâ ortadayken Filistinli ya da daha geniş Arap dünyasından hangi oluşum Gazze’de polislik ya da güvenlik rolü üstlenmeyi kabul eder? Hamas’ın 2007’de Gazze Şeridi’nin kontrolünü ele geçirmek için şiddet kullanırken öldürdüğü El Fetih üyeleri gibi onlar için de kötü bir son olması muhtemel.

Kuzeye bakış

Bu hafta Orta Doğu’ya dönen ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, bölgedeki durumu 1973 Yom Kippur Savaşı’ndan bu yana yaşanan en karmaşık ve tehlikeli durum olarak tanımladı. Amerikalılar durumu yatıştırmak için her şeyi bir araya getirmeye çalışıyor: rehine anlaşması, Gazze Şeridi’nde Filistin Yönetimi’ne dayanak sağlayacak yeni bir hükümet, Filistin devletine duyulan ihtiyacın yeniden tanınması ve İsrail-Suudi normalleşmesi. (“Biden Doktrini” teriminin The New York Times köşe yazarı Thomas Friedman tarafından ortaya atıldığını ve yönetim brifinginden bir yankı olmadığını belirtmek gerekir).

İsrail’in Amerikan planına tepkisi, Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir’in Wall Street Journal’a verdiği röportajda Başkan Joe Biden’a saldırması, selefi Donald Trump’a duyduğu özlemi dile getirmesi ve Gazzelileri Şerit’ten “gönüllü olarak göç etmeye teşvik etme” çağrısında bulunmasından anlaşılabilir. Netanyahu ise koalisyon ortağının sözlerine sadece üstünkörü atıfta bulunan yarım yamalak çekinceler mırıldanmakla yetindi. Biden yönetimi, ABD’nin Batı Şeria’da Filistinlilere karşı şiddet uygulamakla suçladığı dört Batı Şeria yerleşimcisine yaptırım uygulayacağını açıklayarak yaklaşımını biraz daha sertleştirdi. Ancak Beyaz Saray İsrail için devasa bir savunma yardımı paketi hazırlarken Biden, Netanyahu’nun Washington’u dinlemeye başlamasını istiyorsa muhtemelen bundan daha fazlasına ihtiyaç duyacak.

ABD planının bir de Lübnan ayağı var. Biden’ın temsilcisi olan Amos Hochstein, güneydeki rehine anlaşmasını kuzeyde ateşkes ve uzun vadeli bir çözüme bağlamak umuduyla bu hafta Kudüs ve Beyrut’u ziyaret ediyor. Amerikalılar, İsrail’in daha sonra Har Dov bölgesindeki sınırın çizilmesi konusundaki görüşmeleri yenilemeyi kabul etmesi karşılığında Hizbullah’ın önce güçlerini sınır bölgesinden çekeceği bir planı destekliyor.

Ordu son dört ayda Hizbullah’a karşı önemli başarılar elde etti. Ancak yaklaşık 70 bin İsrailliyi Lübnan sınırına yakın yerleşim yerlerini terk etmek zorunda bırakan sürekli roket ve tanksavar füze ateşi gibi temel bir sorunun üstesinden gelemedi.

Çöküşü memnuniyetle karşılamak

Başbakan ve kabinesindeki sağcı bakanlar Batı Şeria’da yaşananlara neredeyse hiç değinmiyorlar ama hükümet yetkilileri bu durumdan çok endişeli. IDF ve Şin Bet güvenlik servisi, on binlerce Batı Şeria Filistinlisinin İsrail’de çalışmasını engellemeye devam etmenin Filistin Yönetimi tarafından kontrol edilen bölgelerdeki ekonomik krizi daha da kötüleştireceği ve yıllardır görülmemiş ölçekte bir şiddet saldırısı dalgasını tetikleyeceği konusunda politikacıları uyardı.

Hamas’ın güneyde gerçekleştirdiği katliamdan bir gün sonra, 8 Ekim’de Filistinli işçilerin Yeşil Hat’tı geçmesi yasaklandı. Bu vahşetin uyandırdığı korku tamamen anlaşılabilirdi. Bunu takip eden haftalarda Batı Şeria’da tansiyon yükseldi ve beklenen büyük bir terör dalgasını önleme ihtiyacı açıkça ortaya çıktı. Şu anda bile Batı Şeria çalkantılı olmaya devam ediyor; gün geçmiyor ki bir terör saldırısı meydana gelmesin ve bu saldırılar genellikle güvenlik güçleri tarafından engellenerek teröristler öldürülmesin. Yine de güvenlik yetkilileri hesaplanmış olarak nitelendirdikleri bir riski üstlenmeye hazır. Bunun nedeni, tüm çekincelere rağmen koordinasyon konusunda İsrail’in ortağı olmaya devam eden Filistin Yönetimi’nin varlığını sürdürmesinin yarattığı tehlike.

Koalisyondaki aşırı sağcı partiler, tehlikenin devam ettiği gerekçesiyle işçilerin İsrail’e girişine izin verilmesine karşı çıkıyor. Bununla birlikte, genellikle kamuoyunda dile getirilmeyen başka düşünceleri de var gibi görünüyor; yani Filistin Yönetimi’ni bir ortak olarak değil, çöküşü aslında memnuniyetle karşılanacak bir düşman olarak görüyorlar.

Ekonomik kriz nedeniyle Filistin Yönetimi’nin çökeceği ve bunun sonucunda güvenlik güçlerinin çoğunun aktif olarak terörizme girişeceği bir senaryo, mutlaka olumsuz bir gelişme olarak görülmüyor. Buna karşılık savunma teşkilatı, işçilerin İsrail’e girişini güvenli bir şekilde yönetebileceğine inanıyor. Şin Bet, Yeşil Hat üzerindeki kontrol noktalarında daha sıkı denetimlerle, daha yakın gözetim altında, izinleri yaşlı Filistinlilerle sınırlandıracak bir plan üzerinde çalışıyor. Uyarılara rağmen Netanyahu konuyu görüşmek için acele etmiyor.

DÜNYA BASINI

FP: Büyük hesaplaşma kapıda

Yayınlanma

Yazar

İsrail’in en yüksek mahkemesi Netanyahu’yu durdurabilir mi?

Bibi’nin iki üst düzey yetkiliyi görevden alma hamlesinin ardından büyük hesaplaşma kapıda.

David E. Rosenberg / FP

Önümüzdeki haftalarda, İsrail demokrasisinin geleceğiyle ilgili büyük bir mücadele yaşanacak. Demokratik normları ve hukukun üstünlüğünü temsil eden tarafın bu mücadeleyi kazanacağının hiçbir garantisi yok.

Bir tarafta, devletin diğer organları zayıflatma ve sadık isimleri öne çıkarma hedefiyle geçen hafta iki kilit İsrailli yetkiliyi görevden almaya çalışan Başbakan Binyamin Netanyahu var. Diğer tarafta ise Yüksek Mahkeme yer alıyor. Teorik olarak Netanyahu’nun gündeminin bazı bölümlerini engelleme gücüne sahip olan mahkeme, pratikte ise kararlarını tanımamaya kararlı ve yetkilerini aşındırmaya çalışan bir hükümetle karşı karşıya.

İsrail’de hükümet-yargı kavgası yeniden alevlendi

Bu anayasal bir çıkmaza dönüşürse, Netanyahu’nun iktidara dönüşünden bu yana İsrail’i sarsan sokak protestoları yeniden alevlenebilir. Ülkeye dair genellikle temkinli açıklamalarda bulunan bazı etkili İsrailliler bile olası bir iç savaş konusunda uyarıyor.

Bu krizi tetikleyen olaylar, hükümetin son günlerde peş peşe aldığı iki karar oldu: İç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in Direktörü Ronen Bar’ın görevden alınması ve Başsavcı Gali Baharav-Miara’nın görevden alınma sürecinin başlatılması. Netanyahu, Bar’a olan güvenini kaybettiğini ve onu görev için “fazla yumuşak” bulduğunu belirterek kararı savundu. Adalet Bakanı Yariv Levin ise uzun süredir görevden almak istediği Baharav-Miara’yı “uygunsuz davranış” ve hükümetle “önemli ve uzun süredir devam eden görüş ayrılıkları” nedeniyle hedef aldı.

Hem Şin-Bet Direktörü hem de Başsavcı, hükümet tarafından atanan isimler olsa da onları görevden almak basit ve kolay bir prosedür değil.

Normal koşullarda, Şin-Bet Direktörü’nün görevden alınması idari hukuk çerçevesinde ele alınır; kararın gerekçelendirilmesi ve “makul” bulunması gerekir. Başsavcı ise ancak bir danışma komitesi kararıyla görevden alınabilir.

Netanyahu hükümeti, Başsavcı’nın azil sürecini başlattı

Ancak şu anda koşullar normal değil. Yasal düzenlemeler, hükümetin hem hukuki hem de ahlaki kurallara bağlı kalacağı varsayımıyla hazırlanmıştı. Netanyahu’nun geçmişteki hükümetleri de dahil önceki hükümetler de bu yetkililerle anlaşmazlıklar yaşanmıştı, fakat hiçbir zaman görevden alma yoluna gidilmemişti.

Ancak Netanyahu, tıpkı ABD Başkanı Donald Trump gibi, gücüne sınır koyan bu mekanizmalardan rahatsızlık duyuyor ve siyasi rakiplerini hedef almaktan geri durmuyor. Ve yine Trump gibi Netanyahu da liderlerinin iktidar hırsını kendi toplumlarını yeniden şekillendirmek için kullanan ideologların yardım ve desteğini alıyor.

Baharav-Miara, Yüksek Mahkeme’yi ve yargı organının diğer kurumlarını zayıflatacak “yargı reformu” projesi dahil hükümetin anayasaya aykırı olduğunu düşündüğü eylemlerini ısrarla reddettiği için bir engel olarak görülüyor.

Bar ise normalde hükümetin hedefi olmayacak bir güvenlik bürokratıydı. Ancak Şin-Bet’in görevleri arasında İsrail demokrasisini korumak ve ulusal güvenliğe yönelik tehditleri araştırmak da bulunuyor. Bu görevler onu hükümetle karşı karşıya getirdi.

İsrail’de “devlete sızma” tartışması: “Dün vatan haini ilan ettiniz yarın idam edersiniz”

Netanyahu hükümetinin demokratik normlara karşı açtığı savaş, Baharav-Miara ve Bar’ı görevden alma girişiminden çok önce başlamıştı. İlk adım, 2022 sonunda hükümetin kurulmasının hemen ardından Levin’in yargıyı siyasetin kontrolüne almayı hedefleyen kapsamlı “yargı reformu” planını açıklamasıyla atıldı. Bu reform girişimi, geniş çaplı sokak protestoları, Yüksek Mahkeme’nin iptal kararları ve 2023 Ekim’inde yaşanan Hamas saldırısıyla birlikte rafa kalktı.

Ancak hükümetin yargı reformunu yeniden gündeme getirmeyi beklediği açıktı. Levin uzun süredir yargıyı “yozlaşmış ve solcu” olmakla suçluyor. Hükümetin aşırı sağcı ve dindar ortakları ise Yüksek Mahkeme’yi, İsrail’i daha dindar ve muhafazakâr bir topluma dönüştürme çabalarının önündeki en büyük engel olarak görüyor.

Netanyahu bu görüşleri paylaşmasa da yargı reformu sayesinde hakkında devam eden yolsuzluk davalarından sıyrılma ihtimali vardı. Protestolar, davalar ve savaşın baskısıyla, zamanla o da aşırı sağın bürokratları düşman olarak gören önermesini yavaş yavaş kabul etmeye başladı. Netanyahu eskiden “derin devletin” kendisini yıkmaya çalıştığına dair iddiaları sosyal medyadaki destekçilerine bırakırdı şimdi artık bu ifadeleri bizzat kendisi de kullanıyor.

Netanyahu, Trump’ın izinde: Yargıya ‘derin devlet’ suçlaması

Yargı reformunu yeniden başlatmak için uygun zaman geçen sonbaharda geldi. Hamas, Hizbullah ve İran’a karşı savaşlarda İsrail üstün görünse de savaş atmosferi sokak protestolarını bastırmak için yeterince yoğun bir ortam sağladı. Ayrıca Trump’ın yeniden iktidara gelişiyle birlikte, Beyaz Saray artık demokratik olmayan adımlara ses çıkarmayacaktı.

Ancak bu kez hükümet, yeni protestolara yol açma olasılığı daha düşük olan kademeli bir yaklaşımı tercih etti. Bu ay başında, Meclis yargıçları disiplin altına alan kurulun kontrolünü koalisyon milletvekillerine devreden bir yasayı onayladı. Yargıç atamalarını siyasallaştıracak bir başka yasa tasarısı da şu an Meclis’te. Son adımlar ise Şin-Bet Direktörü ve Başsavcının görevden alınması oldu.

Bu siyasi mücadele, Yüksek Mahkeme’de görülecek görevden alma davalarının arka planını oluşturacak. Ancak davaların içeriği, teknik olarak “çıkar çatışması” olup olmadığı sorusu etrafında şekillenecek.

Bar yönetimindeki Şin-Bet, Netanyahu’nun ofisinden sızdırıldığı iddia edilen gizli belgeler ile Katar’dan Netanyahu’ya yakın kişilere yapılan ödemeleri araştırıyordu. Ayrıca polis teşkilatına aşırı sağcı örgütlerin sızmasını da araştırdığı ortaya çıktı. Muhalifler, Netanyahu’nun Bar’ı görevden almasının yasal açıdan gerekçelendirilebilir görünse de asıl amacının bu soruşturmaları durduracak bir ismi atamak olduğunu savunuyor. Bu nedenle yargı müdahale etmeli.

Netanyahu’nun sözcüsünün maaşını Katar ödemiş

Aynı durum başsavcı Baharav-Miara için de geçerli. Kendisi, Netanyahu’nun yolsuzluk, rüşvet ve güveni kötüye kullanma suçlamalarıyla yargılandığı davanın başsavcısı. Şu sıralar Netanyahu haftada iki kez Tel Aviv’deki mahkemede ifade veriyor. En azından teoride, sadık bir kişinin bu pozisyonda olması İsrail liderinin mahkumiyetten kaçmasını kolaylaştırabilir.

Yüksek Mahkeme, şimdiden Bar’ın görevden alınmasını durduran geçici bir tedbir kararı aldı ve konuyla ilgili temyiz başvurularını 8 Nisan’da dinleyecek. Mahkeme dört farklı karar verebilir: Temyiz başvurularını tamamen reddedebilir, hükümete kararını yasal çerçeveye uygun şekilde yeniden düzenlemesini emredebilir, Bar’ın birkaç ay içinde istifa etmesini öngören bir uzlaşma önerebilir ya da görevden alma kararını tamamen iptal edebilir. Sonuncusu olursa, büyük bir çatışma başlayacak demektir.

Yüksek Mahkeme Baharav-Miara’nın görevden alınmasına müdahale etmese bile süreç normalde aylar sürecek. Önce hükümetin oluşturduğu bir komitenin karar vermesi gerekiyor. Ancak hükümet, bu süreci hızlandırmak istiyor. Levin, Baharav-Miara’ya istifa etmesi yönünde baskı yapıyor ve son iki yıldır ona yönelik yıpratma kampanyasını sürdürüyor.

Yüksek Mahkeme harekete geçecek mi? Mahkeme Başkanı Isaac Amit kararlı bir isim ve Bar davasına bakan üç kişilik heyet hükümet aleyhine karar verme ihtimali yüksek olan daha liberal yargıçlardan oluşuyor. Öte yandan, Netanyahu, Levin ve hükümet üyeleri uzun süredir mahkemeyi itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Onlara göre mahkeme tarafsız olmadığı gibi hükümeti yargılama hakkına da sahip değil. Levin, Amit’in ocak ayında mahkeme başkanı olarak atanmasına karşı çıktı ve o zamandan beri onu boykot ediyor.

Normal şartlarda, Yüksek Mahkeme’nin kararı, ne kadar tatsız olsa da hükümet için bağlayıcı. Ancak bu kez hükümet kararları tanımama sinyalleri veriyor. Geçici tedbir kararının ardından bazı bakanlar, nihai kararın da tanınmayabileceğini açıkladı. Mahkemeyi ya geri adım atmaya zorlayacaklar ya da müdahil olmaktan caydıracaklar.

On binlerce İsrailli Netanyahu hükümetine karşı yürüyor

Bu durumda, hükümet ile yargı arasındaki güç dengesi İsrail halkı tarafından belirlenecek. Eğer anketler doğruysa, halk “derin devlet” argümanına inanmıyor. Yüksek Mahkeme’ye hükümetten daha fazla güveniyor. Geçen hafta sonu ülke genelinde 100 binden fazla kişi Bar’ın görevden alınmasına karşı protesto gösterileri düzenledi.

Ancak bu protestoların etkili olması için çok daha büyük ve uzun süreli olması gerekiyor. Bu da garanti değil. Gazze’deki savaşın yeniden alevlenmesi, aşırı sağcı Itamar Ben-Gvir’in hükümete dönüşü ve protestolara karşı sert polis müdahaleleri, 2023’teki gibi kitlesel protestoların tekrarını zorlaştırabilir. Aylar süren savaşlar ve krizlerin ardından, halk artık yorgun olabilir. Netanyahu’nun umudu da tam olarak bu.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Batı medyası ve siyasetinden temkinli İmamoğlu değerlendirmeleri

Yayınlanma

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından Batı medyası ve siyasetinden ardı ardına değerlendirmeler geliyor.

Medyadaki değerlendirmeler, büyük oranda “jeopolitik dönüşümlerin” Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a açtığı fırsat pencereleri ile ilgili.

Örneğin Politico’da ‘Erdoğan demokratik muhalefeti bastırmak için jeopolitik bir fırsat yakaladı’ başlıklı haberde, “Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yıllarını demokrasiyi aşındırmak, muhalefeti bastırmak ve ülkenin ordu ve kamu hizmetlerini tasfiye etmekle geçirdi. Şimdi de Türkiye Cumhuriyeti’nin laik kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün mirasını gömmek için bu jeopolitik anı seçmiş gibi görünüyor,” deniyor.

Analizde, Donald Trump’ın özel temsilcisi Steve Witkoff’un Tucker Carlson’a verdiği mülakatta söylediklerine referans veriliyor. Witkoff, geçen hafta Carlson’a verdiği beyanda, iki lider arasında kısa süre önce gerçekleşen telefon görüşmesini “harika” ve “dönüm noktası niteliğinde” olarak nitelendirmişti.

Bloomberg: Erdoğan, NATO’nun Türkiye’ye olan ihtiyacı nedeniyle tutuklamaya ses çıkmayacağına güveniyor

Bloomberg’de yer alan ‘Erdoğan dünyanın Türkiye’deki kargaşayı görmezden geleceğine güveniyor’ başlıklı değerlendirmede ise, İmamoğlu’nun hapse atılmasının ardından Erdoğan’ın, “NATO müttefiklerinin Türkiye’ye, demokrasi kavgasından daha fazla ihtiyaç duyduklarına güvendiğini” öne sürüyor.

Analizde, “Türkiye Cumhurbaşkanı ve NATO’nun en büyük ikinci ordusunun komutanı, dünyanın kendisine, ülkenin demokrasisi için verilen mücadeleye katılma ihtiyacından daha fazla ihtiyaç duyduğuna güveniyor. ABD ve Avrupa güvenlik sorunlarıyla meşgulken, Erdoğan kendisini Ukrayna’dan Orta Doğu ve Afrika’daki çatışma bölgelerine kadar kilit bir güç simsarı olarak konumlandırdı,” deniyor.

Bloomberg, Avrupa başkentlerinden gelen birkaç itiraz dışında, İmamoğlu’nun tutuklamasının ardından uluslararası tepkinin yokluğunun dikkat çekici olduğuna işaret ediyor.

Yazıda, “Erdoğan muhtemelen Türkiye’nin artan stratejik öneminin demokratik eksikliklerinden daha ağır bastığını hesapladı. Yatırımcılar Türk varlıklarını terk ederken ve yabancı parayı ülkeye geri getirme yolunda son dönemde kaydedilen ilerlemeyi geri alma riskini taşırken bile, bu şimdiye kadar siyasi olarak karşılığını veren bir bahis,” ifadeleri kullanıldı.

Ekonomi yayını, özellikle Ukrayna’daki savaşın Avrupa’yı, Türkiye’ye giderek daha fazla bağımlı hale getirdiğini ileri sürüyor.

Economist: Geriye otokrasiye yakın bir yönetim kaldı

Ünlü ekonomi dergisi Economist ise İmamoğlu’nun tutuklanmasını ‘Cumhurbaşkanı Erdoğan rakibini hapse attı ve Türkiye’nin demokrasisini tehlikeye attı’ başlığıyla verdi.

“Türkiye geri dönüşü olmayan bir noktaya yaklaşıyor,” iddiasında bulunan dergi, her şeye rağmen Türkiye’deki seçimlerin ‘çoğunlukla serbest’ kaldığını, ama İmamoğlu’nun tutuklanması ile birlikte “geriye çıplak otokrasiye yakın bir yönetim kaldığını” öne sürdü.

Tutuklamaların Türkiye’nin on yılı aşkın bir süredir gördüğü en büyük protestolara yol açtığına işaret eden Economist, protestolardaki gözaltıları ve polis şiddetini de sayfalarına taşıdı.

Euractiv: Erdoğan jeopolitik değişimi değerlendirerek zamanını iyi seçti

Euractiv’de yer alan değerlendirmede de, “İç siyasi çalkantılara rağmen, Ankara’nın AB ile daha yakın ilişkiler kurması ve bloğun savunma fonlarına erişim kazanması için daha iyi bir zamanlama olamazdı,” deniyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘zamanını iyi seçtiğini’ savunan Euractiv, ‘içeride demokratik muhalefeti bastırmak ve dışarıda jeopolitik puan toplamak için jeopolitik değişimi değerlendirdiğini’ yazıyor.

Bir süredir AB-Türkiye ilişkilerinin gergin seyrettiğini hatırlatan Euractiv, ABD’nin Kıta’dan çekilme işaretleri vermesi ve Rusya ile ilişkileri düzeltmek istemesi birlikte büyük bir silahlanma hamlesi başlatan Avrupa’da Türkiye’ye bakışın değişmeye başladığına işaret ediyor.

Bazı AB diplomatlarına göre ABD Başkanı Donald Trump’ın dönüşü ve jeopolitik değişimler Kıta’da Ankara ile daha yakın ilişkilere bakış açısını değiştirdi.

‘Brüksel’de Türkiye’nin benzer düşünen bir ortak ve müttefik olduğu söyleniyor’

Geçtiğimiz haftalarda Türkiye’nin, Avrupa’daki güvenlik zirvelerine giderek daha fazla katılmaya başladığını ve üst düzey yetkililerin de bu konuya ilgi duyduklarını açıkça ifade ettiğini vurgulayan Euractiv, “Brüksel’deki iktidar koridorlarında tekrarlanan bir söylem, Türkiye’nin benzer düşünen bir ortak ve müttefik olduğu ve uzun vadeli güvenlik çıkarlarının birkaç kişinin kısa vadeli çıkarlarının önüne geçmesi gerektiği yönünde,” diye yazıyor.

Ankara’nın, Avrupa’nın savunma planları için kendisine ihtiyaç olduğunu çok iyi anladığını savunan yayın, NATO Genel Sekreteri Mark Rutte’nin de Erdoğan ile daha yakın işbirliği için AB nezdinde lobi yaptığını aktarıyor.

Yazıda şunlar söyleniyor:

“Türkiye’nin stratejik coğrafi konumu, Karadeniz’den Akdeniz’e ulaşımı sağlayan önemli bir nakliye ve ticaret yolu olan ve savaşın ilk günlerinde Rus savaş gemilerine kapatmakta tereddüt etmediği İstanbul Boğazı’nın kontrolünde kilit rol oynuyor. Gelecekte Avrupa savaş gemilerinin Karadeniz’e erişimine ihtiyaç duyulması halinde, anahtar Ankara’nın elinde olacak. Yerli Kırım Tatarlarının Osmanlı İmparatorluğu ile bir dizi tarihi bağı olan Kırım Yarımadası’nda kalıcı bir Rus varlığı Ankara’nın çıkarına olmayabilir.”

Euractiv’e konuşan AB yetkililerine göre Türk askeri teçhizatı, blok dışından temin edilebilecek en ucuz seçenekler arasında yer alıyor ve Ukrayna ve Azerbaycan da dahil olmak üzere savaş bölgelerinde sahada test edildi.

‘AB, Türk askerine Ukrayna’da güveniyor’

Yine habere göre, Gelecekte Ukrayna’da yapılacak bir barış anlaşmasında Avrupalı barış gücü askerlerinin ateşkesi sağlaması halinde Türkiye’nin askeri gücü de işe yarayabilir.

AB savunma fonlarına erişim konusunda, giderek artan sayıda AB diplomatı, Avrupa’nın ‘gerçekleri görmesi’ ve ABD’ye bağımlılığının yerini alacak ortak tabanını genişletmesinin sadece bir zaman meselesi olduğuna inanıyor.

Bir AB diplomatı, AB’nin “bir noktada, hızlı bir şekilde yeniden silahlanma konusunda ciddiysek bu ülkelere ve endüstrilerine ihtiyacımız olduğu konusunda pragmatik bir durum değerlendirmesine varması gerektiğini” söyledi. Euractiv’e göre bu görüşler Brüksel’de giderek daha fazla yankı buluyor.

Bir AB yetkilisi, Fransa’nın savunma konusundaki ‘Avrupalı Satın Al’ rağmen, savunma konusunda Türkiye gibi tüm bu ülkelere yaklaştıklarını söyledi.

Avrupa’nın yeni silahlanma fonuna AB dışından katılım için, üçüncü ülkelerin AB ile savunma anlaşması imzalaması gerekiyor. Öte yandan böyle bir savunma anlaşması için ‘nitelikli çoğunluk’ yeterli olduğundan, Kıbrıs ve Yunanistan’ın itirazlarına rağmen Brüksel ile Ankara arasında böyle bir anlaşmanın imzalanmasının önünde engel yok.

Bu hafta başında masaya yatırılan ve üye devletler tarafından şartları daha da sıkılaştırmak ya da gevşetmek üzere değiştirilebilecek olan taslak metne göre, ikinci anlaşma doğrudan üçüncü ülke ile Avrupa Komisyonu arasında imzalanacak.

Bazı AB diplomatlarına göre, Türkiye’de dengeler değişirse, Polonya’nın AB dönem başkanlığı daha hızlı bir anlaşma için oybirliği arayışından vazgeçebilir.

Yine Euractiv’e göre, Türkiye’nin Rusya’ya karşı Batı’yla aynı safta yer almak arasında ince bir ipte yürümesi ikinci derecede önemli bir mesele gibi görünüyor.

Scholz’un İmamoğlu tepkisine rağmen Berlin, Ankara ile yakın savunma işbirliği istiyor

Dolayısıyla, özellikle Almanya’dan gelen bazı tepkilere rağmen, İmamoğlu’nun tutuklanmasına yönelik Kıta’dan gelecek tepkilerin genellikle “görmezden gelmek” olacağına vurgu yapılıyor.

Dahası, Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un sert eleştirilerine rağmen, Alman yetkililer Berlin’in daha yakın bir savunma işbirliğinin önünde durmayacağını vurgulamakta gecikmedi. Fransız Elysee yetkilileri ise kamuoyu önünde yorum yapmaktan kaçındı.

Üst düzey AB yetkilileri Türk yetkilileri demokratik standartlara uymaya çağırırken, “temel haklara saygı ve hukukun üstünlüğünün AB’ye katılım süreci için elzem” olduğunu belirttiler fakat AB liderlerinin çoğunluğu sessiz kaldı.

Bazı AB diplomatları, stratejik gereklilikler lehine konuyu görmezden gelebileceğine inanıyor. Fakat diğer alanlarda AB-Türkiye ilişkilerinin yakınlaşması konusunda yaşanan siyasi tıkanıklık farklı görünüyor.

Görüşmeler hakkında bilgi sahibi olan kişiler, Ankara’nın yıllardır iki temel talebi olan AB-Türkiye Gümrük Birliği’nin modernizasyonu ve vize serbestisinin, ‘reform eksikliği’ nedeniyle ilerleme ihtimalinin çok düşük olduğunu söylüyor. 

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

İmamoğlu’nun tutuklanması Batı basınında yankı buldu

Yayınlanma

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması Batı basınında geniş yankı buldu. Pek çok Batılı yayın kuruluşu, tutuklamanın Türkiye’deki ‘demokrasi ilkeleri üzerindeki endişeleri artırdığını’ ve siyasi motivasyon taşıdığını ileri sürdü. Batı basını, Türkiye genelinde İmamoğlu’na destek gösterilerini ve uluslararası kuruluşların tepkisini de haberleştirdi.

Batı basını, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasına geniş yer ayırarak, Türkiye’nin “demokratik ilkelerine dair endişeleri ve tutuklamanın potansiyel siyasi nedenlerini” ele aldı

The Times (Birleşik Krallık): Gazetenin bir köşe yazısında, İmamoğlu’nun tutuklanması ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 1999’daki hapis cezası alması arasında paralellikler kuruldu. Yazıda, Erdoğan’ın önde gelen siyasi rakibi İmamoğlu’na karşı mevcut eylemlerinin, Erdoğan’ın daha önceki demokratik vaatlerinden uzaklaşmayı yansıttığı öne sürüldü.

The Guardian (Birleşik Krallık): The Guardian, İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından Türkiye genelinde yayılan geniş çaplı protestoları haberleştirdi. Gösterilerin “demokrasi, hukuk devleti ve eşit haklar için daha geniş bir harekete dönüştüğünü” yazdı. Makale, Birleşmiş Milletler (BM) ve ABD gibi kuruluşlardan gelen cılız tepkilerle uluslararası yanıtın sınırlı kaldığına da dikkat çekti.

Associated Press (ABD): Associated Press, İmamoğlu’nun yolsuzluk suçlamalarıyla tutuklanmasına yol açan hukuki süreci ele aldı. Tutuklamanın yaklaşan seçimler öncesinde gerçekleştiği zamanlamasına ve Türkiye’nin siyasi ortamı üzerindeki potansiyel etkisine dikkat çekti. Haber, muhalefet figürlerinden ve uluslararası kuruluşlardan gelen tutuklamanın siyasi çıkarımlarını eleştiren yorumlara da yer verdi.

Euronews (Avrupa): Euronews, İstanbul ve diğer şehirlerdeki kitlesel protestoları detaylı bir şekilde aktardı. Protestocuların gösteri yasaklarına ve yol kapatmalara karşı gelmesini vurguladı. Haber, “protestocular arasında tutuklamanın Erdoğan’ın ana rakibini saf dışı bırakmak için siyasi amaçlı olduğu” algısının yaygın olduğunu belirtti.

El País (İspanya): El País, İmamoğlu’nun geçici tutukluluğuna yol açan yargı sürecini haberleştirdi. Muhalefetin tutuklamayı 2028 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde bir rakibi ortadan kaldırma amaçlı siyasi bir girişim olarak gördüğünü kaydetti.

Die Welt (Almanya): Die Welt, mahkemenin İmamoğlu’nu tutuklama kararını ve ardından başlayan kitlesel protestoları haberleştirdi. İmamoğlu’nun asılsız ve iftira niteliğinde olduğunu ifade ederek reddettiği teröre destek iddialarına da değindi.

Diğer yandan Avrupa Komisyonu: Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, İmamoğlu’nun tutuklanmasından derin endişe duyduğunu ifade etti.

Von der Leyen, Ankara’ya özellikle seçilmiş yetkililerin hakları olmak üzere “demokratik değerleri koruma yükümlülüğünü” hatırlattı.

İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) ise kararı “adaletin trajedisi” ve demokratik sürece yönelik bir saldırı olarak kınadı.

Kuruluş, tutuklamanın “İstanbul seçmenlerinin seçtikleri temsilciden mahrum bırakılarak haklarının ihlal edildiğini” savundu.

Ekrem İmamoğlu’na gözaltı dünya medyasının gündeminde

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English