DÜNYA BASINI
Hangi Ermenistan?
Yayınlanma
Yazar
Emre KöseÇevirmenin notu: Şimdi Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan, “AB ve ABD’nin Ermenistan’a yardım etmeye hazır olduğunu, böylece milyarlar kazanacaklarını ve dışarıdan kimin ne vereceğine bakmayacaklarını” söylüyor. Bugün Ermenistan’ın Batı ile ticaretinin gerçekte nasıl gittiğini gösteren istatistikler var.
ABD ile ticaretten bahsedecek olursak, Ermenistan’ın 2023 yılındaki ihracatı, ABD hükümetinin Ermenistan’dan alüminyum folyo alımına uyguladığı yüksek vergiler nedeniyle yüzde 40 oranında (78 milyon dolardan 48 milyon dolara) azaldı. Aynı zamanda, ABD’den yapılan ithalat yüzde 62 oranında (395 dolardan 638 milyon dolara) arttı.
AB’den yapılan ithalat da yüzde 29,4 oranında (1562 dolardan 2 bin 21 milyar dolara) arttı. Aynı zamanda, Ermenistan’ın AB ülkelerine ihracatı yüzde 8 oranında (772 milyon dolardan 710 milyon dolara) azaldı. Batı ülkelerinden yapılan ithalattaki artış, Rusya’ya (ve daha az oranda Belarus’a) yapılan yeniden ihracattan kaynaklanıyor. İhracattaki düşüş, Ermeni mallarının orada hoş karşılanmadığını gösteriyor.
Ermenistan, “dostlarının” vaatlerine boyun eğerse, karşılığında hiçbir şey almadan Rusya’ya yeniden ihraç ettiği mallardan elde ettiği geliri kaybedebilir.
Paşinyan’ın “gerçek” Ermenistan’ı “tarihsel” Ermenistan’dan ayırma niyetinin nesi yanlış?
Fyodor Lukyanov
11 Nisan 2024
Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan, parlamento hükümetin geçtiğimiz yılki faaliyetlerine ilişkin bir rapor sunarken ilginç açıklamalarda bulundu. Erivan ile Moskova arasında yaşananları “tarihsel Ermenistan-Rusya ilişkilerinden gerçek ilişkilere” geçiş olarak nitelendirdi. Ve bunun daha genel bir sürecin; “sadece uyumsuz değil, aynı zamanda birbirleri için ciddi tehditler oluşturan” “gerçek ve tarihsel Ermenistan arasındaki sınırın kaldırılması sürecinin parçası olduğunu söyledi.
Geçen yıldan bu yana hızla değişen Rus-Ermeni ilişkileri konusuna, Rusya ile Batı arasındaki ihtilafın prizmasından bakılıyor. Bunun nedenleri açık ve Ermeni liderliği de bu yorumu destekleyerek yeni öncelikler ortaya koymaya istekli. Fakat Paşinyan, jeopolitik yönelimler arasında değil, geçmiş ve gelecek arasında bir seçimden bahsederek değişikliklere daha geniş bir ölçek veriyor. Geçmiş derken, sadece son açıklamalarına değil, en azından geçen yılki eylemlerine bakılırsa, Rusya’ya yönelik bir yönelimi değil, milli bilince içkin kültürel ve tarihsel algılar bütününü kastediyor.
Gerçeklik tarihe karşı
Nikol Paşinyan, aynı konuşmasında “tarihsel Ermenistan” imajının muhafaza edilmesini, “Ermenistan üzerinde emelleri olan ülkelerin” saldırgan politikaları için her zaman bir nedene ve açıklamaya sahip olacaklarının teminatı olarak nitelendirdi. Ancak “gerçek Ermenistan’ın uluslararası alanda tanınan sınırı, iştahları için sınırlayıcı bir faktör”. Ve Rusya ile ilişkiler konusunu kapatırken, “Tarihsel Ermenistan vizyonumuz bizi her zaman soykırım tuzağına sürükleyecek, onsuz var olamayacağımız bir kurtarıcıya her zaman ihtiyaç duyacağız ve soykırım korkusu bizi her zaman bir ileri karakol statüsünde tutacak,” dedi.
Bunu zarif bir şekilde ifade etti. Bu formüller mevcut duruma dayandırıldığında, azami pragmatizme —geriye kalanların dokunulmazlığına en büyük güveni duymak için ağırlaştırıcı koşulları (ihtilaflı bölgeler olarak okuyun) bir kenara bırakmak— dönük bir çağrı olarak anlaşılmalı. Ancak Paşinyan’ın kendisi, tavizlerin yeni taleplerin olmamasını garanti etmeyeceğini ama ısrarın muhakkak onları kışkırtacağını açıkça kabul ediyor.
Bu pek de inandırıcı gelmiyor. Paşinyan’ın dört ya da beş yıl önce tam tersi bir pozisyondan konuştuğu ve istediği etkiyi yaratmak için hem tarihe hem de milli travmalara atıfta bulunduğu hatırlanabilir. Fakat burada dışarıdan gelen tavsiye ve değerlendirmelerin bir önemi yok. Karabağ’ın kaybedilmesinden sonra Paşinyan ve ekibi, iktidarı kaybetme riskiyle ve hatta kitlesel bir öfkeyle karşı karşıya kalmadı. Toplumun çoğunluğu Başbakan’ın yeni keşfettiği minimalizmine ya sempati duyuyor ya da kayıtsız kalıyor. Bu da ona seçtiği çizgiyi sürdürmesi için zemin sunuyor. Dolayısıyla dışarıdan gözlemciler hadiseye Ermenistan’ın bu veya diğer aktörlerle ilişkileri açısından değil, modern uluslararası gelişmenin ayrı bir olgusu olarak bakmaya çalışmalı.
Dizlerinin üzerinde bir ulus
Öncelikle Paşinyan, Güney Kafkasya’da gelecek adına müdahale eden, geçmişi radikal bir şekilde kesip atmaya hazır olan ilk devlet adamı değil. Benzer bir görev, 2000’li yılların ortalarında etkili bir reformizm modeli olarak övülen Gürcistan’ın üçüncü cumhurbaşkanı Mihail Saakaşvili tarafından da üstlenilmişti. Kendisi de çeşitli zamanlarda kendisini Lee Kuan Yew ve Atatürk ile kıyaslamış ve onların yeni uluslar yaratmadaki rollerini vurgulamıştı.
Saakaşvili, eşsiz Gürcü sosyo-kültürel lezzetini oluşturan hiçbir şeyden hazzetmediğini gizlememişti, zira bu lezzet neoliberal dönüşümlerle iyi uyum sağlamıyordu. Yaklaşık on yıllık deneyin sonucu çift yönlü oldu. Bir yandan baskı etkisini gösterdi: Saakaşvili’nin düşmanları bile onun Gürcistan devlet aygıtını dönüştürmede kayda değer bir ilerleme kaydettiğini kabul ediyor. Öte yandan, Gürcülerin “hizmet ekonomisine” hizmet etmek için bir “hizmet ulusuna” dönüştürülmesinin, şimdi söyledikleri gibi, “sonu iyi olmadı”. Toplum, ilerici jandarma yöntemleriyle reformcuyu reddetti ve siyasi düşüşü sakin karşılandı. Ülkenin ve aktif sınıfının şerefine, “tarihsel Gürcistan”dan ayrılma teşebbüslerinden doğru dersler çıkarıldı; bu derslerin özü, ister sosyo-ekonomik ister (jeo)politik meseleler olsun, diz çökmenin iyi bir şey getirmeyeceğidir.
Saakaşvili’nin takip ettiği yolun unsurlarından biri, ülkenin etrafındaki gerçeklere bakmadan harekete geçebileceğini iddia etme teşebbüsüydü. O zamanki slogan esasında iktisadi reform sürecine liderlik etmek üzere Tiflis’e taşınan parlak ve yetenekli liberteryen girişimci Kaha Bendukidze’nin bir cümlesiydi. Bendukidze, evletlerarası çalkantılardan mustarip olan Rusya ile ilişkiler hakkında konuşurken, bu ülkeyi, pazarını ve fırsatlarını unutmaya çağırdı: “Orada bir deniz olduğunu hayal edin ve ekonomimizi diğerlerine odaklanarak inşa etmeliyiz, aynı zamanda rekabet gücümüzü de artırmalıyız”. Bu reçete ekonomide iyi sonuçlar vermedi ve siyasette (Saakaşvili bir noktada Rusya ile bu ruhla davranmaya karar verdi) savaşa ve ağır sonuçlara yol açtı.
2000’li yılların Gürcistan’ının deneyimini 2020’lerin Ermenistan’ıyla eş tutmak pek doğru değil, dünyadaki, bölgedeki ve ülkedeki durum oldukça farklı. Ve Ermenistan’da yıkıcı güç açısından Mihail Saakaşvili’ye denk bir figür yok gibi görünüyor. Ancak şu faydalı kanaate varmakta fayda var; sosyo-politik bir geleneği terk etmek sancılı ve riskli bir süreçtir. Bir kenara atılsa bile bumerang gibi geri dönme özelliğine sahiptir. Ve bu silahın beceriksizce kullanılması her şeyden önce sahibi için tehlikelidir.
Risk üstlenmek
Gürcistan deneyimine dönecek olursak, bir başka paralellik daha kurabiliriz. Saakaşvili’nin sosyal deneyleri, ABD ve AB’nin eski Sovyet coğrafyasındaki saldırgan politikalarının arka planında ve onların aktif desteğiyle ortaya çıktı. Fakat Tiflis, bu desteğin Rusya ile çatışma durumunda askeri garantiler anlamına geldiğini düşünerek ölümcül bir yanlış hesap yaptı. Aksi takdirde, Batı başkentleri tüm jeopolitik manzaranın kısa süre içerisinde Avrupa-Atlantik kurumları lehine yeniden tanımlanmasını ciddi bir şekilde bekliyordu. “Renkli devrimler” dönemi ve buna paralel olarak Orta Doğu’da “demokrasinin teşviki”, Batı’nın Atlantik bölgesinin güney ve doğusundaki toprakların doğrudan yeniden düzenlenmesine müdahil olmasının zirvesiydi. Bu anlamda, ülkenin dört bir yanına AB ve NATO bayrakları asan Mihail Saakaşvili’nin, “tarihi olmayan” Gürcistan’ın başka bir jeopolitik camiada hızlandırılmış bir yakınlaşma ve konsolidasyonunu beklemek için bazı nedenleri vardı. Ancak bu bahis iki nedenden ötürü —Tiflis’in patronunun dizginlenemeyen dürtüleri ve Batı politikasının bir bütün olarak karşılaşmaya başladığı sorunların sayısının artması— gerçekleşmedi.
Mevcut durum o zamanki duruma sadece Rusya ile Batı arasında keskinliği katlanarak artan çatışma açısından benziyor. Fakat o zaman Tiflis, sistematik (sınırsız olmasa da) desteğe güvenebiliyordu, şimdi ise kimse Erivan’a önemli bir şey vaat edemiyor. Tüm güçler başka bir yöne savrulmuş durumda. Ermenistan’ı Batı tarafına çekmek Rusya karşıtı koalisyonun göstermelik bir başarısı olsa da kimse sorumluluk üstlenmeyecek.
Yani, Ermenistan’a “kolektif Batı”ya doğru kendi riskini alarak ilerlemesi öneriliyor ve beraberinde sadece bir sorun getirmesine izin veriliyor, o da Rusya sorunu. Asıl sorun olan Azerbaycan ile barış anlaşması ve Türkiye’yle ilişkilerin düzeltilmesi konusunda ise Erivan’ın kendisine güvenmesi gerekecek. Rusya’nın hizmetleri terk edildi, AB ve ABD’ninkiler ise şevk veren çığlıklar eşliğinde boşlukta kayboldu.
Duruma bu açıdan bakarsak, Paşinyan’ın alçakgönüllülüğü ve yumuşak başlılığı anlaşılabilir; Erivan’ın güvenebileceği kimse yok ve çizgilerini savunma konusunda kendi kaynakları sınırlı. Bu noktada ülkenin nasıl bu hale geldiği, savunma kabiliyetindeki düşüşten kimin sorumlu olduğu ve müttefiklerin eksiklikleri ne ölçüde telafi edebileceği (ya da edemeyeceği) konusunda hararetli bir tartışmaya girebiliriz (Ermeni liderliği elbette kritik bir anda yardım eksikliği nedeniyle onları, özellikle de Moskova’yı suçluyor ve buna karşılık olarak çok makul olandan reklam amaçlı olanlara kadar değişen itirazlar var). Her ne olursa olsun, mevcut gerçeklerden hareket etmek zorundayız. Ve bu gerçeklerin geri döndürülemezliğini gerekçelendirmek Nikol Paşinyan tarafından önerilen argümanlar —komşuları yatıştırmak uğruna hırslardan ve tarihsel yorumlardan vazgeçmek— dizisini gerektiriyor. Bu yardımcı olacak mı?
Akıntıya karşı
Ermenistan Başbakanı’nın açıklamalarının en ilginç yönü, dünya siyasetinin şu anda gelişmekte olduğu eğilime karşı cesurca hareket etmiş olması. Paşinyan, modern devletin ayaklarına ağırlık gibi asılı duran tarihi hayaletleri bir kenara atmayı ve modern devletin gelişimine katılmayı öneriyor. Gerçekte olduğu gibi.
Bu fikir yeni ve mantıklı değil. Avrupa’da ve yakın çevresinde, devletlerin büyük bir kısmı kendi tarihsel ya da ahlaki ve etik anlayışlarına uymayan sınırlar içinde yaşıyor. Bu, sayısız savaşın ve sömürgelerin yeniden dağıtımının ürünü. Birey tarihsel adaletin restorasyonunun derinliklerine inebilir ve orada yok olabilir. Ya da kendi halkının yararı için yeni bir yaşam alanı donatmak mümkündür. Aslında, bir ve aynı ulus farklı dönemlerde farklı eylemlerde bulunma eğilimindedir. Önemli olan genel eğilimlerle uyum içinde olmaktır.
Dolayısıyla bu eğilimler şu anda minimalist pragmatizmle pek uyumlu değil. Önceki on yıllarda, yurttaşların refah ve güvenliğine öncelik veren ılımlılık ve ihtiyatlılık, küçük ve orta ölçekli ülkeler nezdinde en yüksek erdem olarak görülüyordu. Büyük güçler, resmi ve gayri resmî kurumlar aracılığıyla statükoyu garanti altına almak için, işlerin bu şekilde yapılmasını teşvik etmek üzere zımni veya örtülü bir taahhütte bulundular. Bu, dekolonizasyon ile küresel liberalizmin krizi arasındaki uzlaşıydı. Neyin doğru olduğuna dair kendi fikirlerine dayanarak bölgesel statükoyu değiştirmek isteyen düpedüz sorun çıkaranlar geri püskürtüldü. Fakat Soğuk Savaş’tan sonra, bir dizi büyük devletin (SSCB, Yugoslavya, Afrika ülkeleri) parçalanmasıyla alakalı olarak aşırılıklar giderek daha sık görülmeye başlandı; burada fikir birliği, ne kadar yapay olurlarsa olsunlar, parçalanmanın idari hatlarını korumaktı.
Şimdi farklı bir aşamaya gelindi. Küresel evrensellik çökerken, milli-tarihsel duygular her yerde uyanıyor. Tarih, ilginç bir şekilde hem muhafazakârlar hem de ilericiler açısından önemli bir siyasi araç haline geliyor. Ve yakın zamana dek tabu olarak görülen şeyler hızla izin verilebilir kategorisine giriyor. Mümkün olan her yerde, toprak ve sınır sorunlarına dönük zorlayıcı çözümler giderek daha az kurumsal ve siyasi engelle karşılaşıyor. Ve ayırt edici milli duygular, iyi ya da kötü, giderek devletin yeniden yapılandırılmasının ayrılmaz bir unsuru haline geliyor.
Bu da Ermenistan’ın makul ılımlılık ilkesi tarafından yönlendirilme arzusunun Azerbaycan gibi diğerlerinin niyetleriyle uyuşmayacağı anlamına geliyor. Aynısı Türkiye ve İran açısından olası olmayan ama imkânsız da olmayan bir şekilde geçerli. Mesele birilerinin doymak bilmez bir şekilde bir başkasının topraklarını ele geçirmesi değil (böyle olması da gerekmiyor), daha ziyade bir ilişkiler hiyerarşisi inşa etmek. Ermenistan’ın, yukarıda da belirtildiği gibi, bu çatışmada güvenebileceği kimse yok ve “kolektif Batı”nın ona en yakın temsilcisi Türkiye. Paşinyan’ın önerdiği gerçek ve tarihsel Ermenistan arasındaki sınırın çizilmesi senaryosunun, Ermeni özbilinci için en mahrem şey olan soykırım anısını gerçeklikten “ayırmaya” zorlayacağı da göz ardı edilemez. Aynı zamanda, böylelikle en önemli komşuyla ilişkiler radikal bir şekilde geliştirilecektir.
Bu düşünceler, konuyu bilen insanlara kesinlikle yüzeysel ve spekülatif gelecektir ve yazar da buna içtenlikle katılıyor. Yalnızca bir çekince ile; yüzeysellik ve spekülasyon düzeyi açısından Ermenistan lideri tarafından öne sürülen argümanları es geçmiyorlar. Küresel değişimler çağında kendinden menkul planlar inşa etme girişimleri başarısızlığa mahkumdur. Nikol Paşinyan’ın da söylediği üzere, “gerçek ve tarihsel Ermenistan arasındaki gerekli sınır çizme süreci çok daha acı vericidir, zira bu sınır çizme her birimizin içinde gerçekleşmektedir”. Bu imge üzerinde düşünürsek, tablo biraz uğursuz bir şekilde fizyolojiktir; herkes, acıya rağmen, tarihsel olanı kendinden atmaya davet edilmektedir. Böyle bir ameliyattan sonra geriye ne kalacağını henüz tahayyül edemiyoruz.
Not: Ermenistan-Rusya ilişkilerinin “tarihselden” “gerçeğe” geçişi, hafızanın parçalara ayrılmasından daha kolaydır. “Tarihsel” ilişkiler olmayacak, büyük ihtimalle “gerçek” ilişkiler çökecek. Aslında kimsenin buna ihtiyacı yok, zira her iki taraf da bundan istifade ediyor. Ama burada Ermenistan’ın sınır koyma baltası tarihsel Rus taşına çarpacaktır; biz hiçbir şeye sınır koymuyoruz…
İlginizi Çekebilir
-
ABD’li senatör: Musk’ın Çin bağlantıları ABD ulusal güvenliği için ‘derin bir tehdit’
-
ABD, Filipinler’e Pekin’e karşı kullanması için insansız deniz aracı veriyor
-
Operationsplan Deutschland: Almanya’da “planlı ekonomi” tartışması
-
Çin bankalarının Rusya’ya yönelik ödeme kontrolleri sertleşiyor
-
UCM’den Netanyahu’ya tutuklama emri
-
ABD’nin nükleer modernizasyon planı: Pentagon’dan kritik açıklama
DÜNYA BASINI
FT: Suudi Arabistan Trump’ın İsrail politikalarını dengeleyebilir
Yayınlanma
5 saat önce21/11/2024
Yazar
Harici.com.trFinancial Times’tan Andrew England’ın kaleme aldığı bu makale, Donald Trump’ın ikinci başkanlık dönemine dair bölgesel beklentileri ve endişeleri ele alıyor. Trump’ın İsrail yanlısı politikalarını dengelemede Suudi Arabistan’ın kilit rol oynayabileceği değerlendiriliyor. Makaleye göre Trump’la yakın ilişkisi ile bilinen Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın diplomatik manevraları, Filistin meselesinin çözümünde merkezi rol oynayabilir. Riyad, Filistin devletine giden bir plan olmadan İsrail ile normalleşmenin mümkün olmayacağını açıkça deklare etmesine rağmen İsrail’in bu çözüme giden yolu kapamış olması ise Trump’ın önündeki en büyük engel…
***
Orta Doğu, Trump’ı dizginlemesi için Suudi Arabistan’a güveniyor
Andrew England
Trump’ın aşırı İsrail yanlısı bir gündem izleyeceğinden korkan Arap ülkeleri, Donald Trump ile ilişkisini ve bölgedeki siyasi ağırlığını kullanarak Suudi Arabistan’ın, Trump’ın Ortadoğu politikalarını dengelemesini umuyor.
Trump’ın kilit pozisyonlara bir dizi ateşli İsrail yanlısı ve İran karşıtı şahin aday atamasının ardından Arap yetkililer yeni yönetimin İsrail’in işgal altındaki Batı Şeria’yı ilhak etme, Gazze’yi işgal etme ya da Tahran’la gerilimi tırmandırma hamlelerini onaylayabileceğinden endişe ediyor.
Ancak yetkililer, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Trump ile olan ilişkisini, başkanın finansal anlaşmalara olan ilgisini ve Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesine yol açacak “büyük pazarlık” yapma arzusunu kullanarak, yeni yönetimin bölgedeki politikalarını yumuşatabileceğini umuyor.
Bir Arap diplomat, “Bölgedeki kilit aktör, Trump’la bilinen ilişkileri nedeniyle Suudi Arabistan, dolayısıyla ABD’nin yapmaya karar verebileceği herhangi bir bölgesel eylemin kilit noktası olacak” dedi.
Bir başka Arap yetkili de Prens Muhammed’in Trump’ın İsrail’in Gazze’de Hamas’a karşı yürüttüğü savaşı sona erdirmeye yönelik politikalarını ve daha geniş anlamda Filistin meselesini etkilemede “kilit” rol oynayacağını ve İsrail’le normalleşme potansiyelini bir koz olarak kullanacağını söyledi.
Yetkili, “Suudi Arabistan, Trump’ın Gazze ve Filistin’le nasıl başa çıkacağını büyük ölçüde etkileyebilir. Bölgedeki pek çok ülke bundan sonra ne olacağı konusunda endişeli” dedi.
Trump’ın ilk başkanlık döneminde, Suudi Arabistan onun “alışveriş odaklı” yönetim tarzını ve bölgesel rakibi İran’a karşı yürüttüğü “maksimum baskı” kampanyasını destekledi. Suudi ajanların 2018’de gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı öldürmesinin ardından diğer Batılı liderler Krallığın fiili liderine soğuk davranırken Trump, Prens Muhammed’in yanında durdu.
Trump, İsrail-Filistin çatışmasını çözmek için “nihai anlaşmayı” yapacağını da iddia etmişti. Ancak damadı Jared Kushner tarafından yürütülen bu planlar başarısız oldu. Filistinliler ve Arap devletleri, önerilerin İsrail lehine fazlasıyla taraflı olduğunu düşündü. Trump ayrıca Filistin’e yardımı kesti, Washington’daki diplomatik misyonlarını kapattı, ABD Büyükelçiliği’ni statüsü tartışmalı olan Kudüs’e taşıdı ve işgal altındaki Golan Tepeleri üzerindeki İsrail egemenliğini tanıdı. Öte yandan, Trump, BAE ve üç Arap ülkesinin İsrail ile ilişkilerini normalleştirdiği “İbrahim Anlaşmaları”na da aracılık etti.
Trump geçen ay bir Suudi televizyon kanalı olan El Arabiya’ya verdiği demeçte başkanlığı döneminde ABD ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin büyük harflerle “MÜKEMMEL” olduğunu söyledi.
“Kral’a büyük saygı duyuyorum, Muhammed’e de büyük saygı duyuyorum; gerçekten harika bir iş çıkarıyor, o tam bir vizyoner” dedi.
ABD Başkanı Joe Biden göreve geldikten sonra Riyad, Trump ile bağlarını sürdürdü. Veliaht Prens Muhammed’in başkanlık ettiği Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonu (PIF), Kushner’in kurduğu özel sermaye fonuna 2 milyar dolar yatırım yaptı.
PIF’in yöneticisi Yasir al-Rumayyan, hafta sonu New York’ta düzenlenen bir UFC dövüşünde Trump ile ön sırada oturdu. Ayrıca, Trump’a ait golf sahaları, PIF’in en dikkat çeken spor girişimlerinden biri olan LIV Golf etkinliklerine ev sahipliği yaptı.
Ancak Prens Muhammed, Biden’ın göreve gelmesinden bu yana Suudi Arabistan’ın bölgesel politikalarını yeniden ayarladı. Riyad, 2023 yılında İran ile diplomatik ilişkileri yeniden kurdu özellikle Hamas’ın 7 Ekim 2023 saldırısının bölgede bir dizi çatışmayı tetiklemesinin ardından sürdürdüğü yumuşama politikası izlemeye devam etti.
Biden yönetiminin, Suudi Arabistan ile ABD arasında bir savunma anlaşmasını içeren üçlü bir anlaşma kapsamında İsrail ile ilişkilerin normalleşmesini hedefleyen planı, savaş nedeniyle sekteye uğrasa da ABD, Suudi Arabistan’ı krize yönelik herhangi bir bölgesel çözümde kritik bir aktör olarak görmeye devam ediyor.
Ancak Riyad, Filistinlilerin ölü sayısı arttıkça İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun aşırı sağcı hükümetine yönelik eleştirilerini sertleştirdi.
Ekim ayında Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, Riyad’da düzenlenen bir basın toplantısında, İsrail ile normalleşmenin, “Filistin devletine dair bir çözüm bulunana kadar gündemde olmadığını” söyledi.
Prens Muhammed de geçen hafta Riyad’da düzenlenen Arap ve İslam zirvesinde İsrail’i Gazze’de “soykırım” yapmakla suçlarken, Lübnan’da Hizbullah’a karşı yürüttüğü savaşı ve İran’a yönelik saldırılarını kınadı.
Diplomatlar ve analistler, Veliaht Prens Muhammed’in konuşmasını, Müslüman dünyasının İsrail’in askeri saldırılarını kınamada ve bir Filistin devleti kurulmasına destek verme konusunda birleştiği mesajı olarak yorumladı. Salı günü Riyad, “İsrail’in Batı Şeria üzerinde egemenlik kurmaya yönelik aşırılık yanlısı açıklamalarını” da kınadı.
Trump seçim kampanyası sırasında Orta Doğu’ya barış getirme ve savaşı sona erdirme sözü vermişti. Ancak İsrail Büyükelçisi olarak seçtiği Mike Huckabee ve Orta Doğu temsilcisi olarak atadığı emlak kralı Steven Witkoff da dahil adaylarının çoğu ateşli birer İsrail yanlısı.
Trump, buna rağmen İbrahim Anlaşmaları’nı genişletmek istediğini belirterek Al-Arabiya’ya şunları söyledi: “Çerçeve zaten hazır, tek yapılması gereken bunu yeniden devreye sokmak ve bu çok hızlı gerçekleşebilir. Eğer kazanırsam bu kesinlikle bir öncelik olacak… sadece Ortadoğu’da barışı sağlamak… Bu olacak” dedi.
İbrahim Anlaşmaları’nın genişletilmesinde Suudi Arabistan kilit bir rol oynayabilir. Ancak Arap yetkililer, Trump’ın bunu ancak Netanyahu’ya, Filistin devleti kurulmasına yönelik tavizler vermesi için baskı yaparak başarabileceğine inanıyor. Bu, İsrail Başbakanı’nın şiddetle karşı çıktığı bir mesele.
Bir diğer Arap diplomat ise, “Trump’ın şu anda Ortadoğu’da Suudi Arabistan’dan daha çok ihtiyaç duyduğu başka bir aktör yok. Trump, kendisine sunulmuş hazır anlaşmalardan kredi almayı seven biri. Eğer Muhammed bin Selman ona bir anlaşma sunarsa, bu bir olasılık olabilir, hatta tek olasılık olabilir” yorumunda bulundu.
Arap yetkililer de Gazze’deki yıkımın neden olduğu öfkenin, Filistin davasını yeniden bölgesel gündemin en üst sırasına taşıması nedeniyle Trump’ın Filistinlileri göz ardı etmesinin daha zor olacağını umuyor. Liderler çatışmanın kendi halklarının bazı kesimlerini, özellikle de Prens Muhammed’in ana seçmen kitlesi olan gençleri radikalleştirmesinden endişe ediyor.
İlk Arap diplomat “Trump’ın Gazze’deki savaşı sona erdirmesi gerekecek ve bunu yapmak için de ertesi günü ele alması gerekiyor” dedi: “Filistin meselesine odaklanmadan bölgesel çözüm işe yaramaz. Suudi Arabistan açıkça belirtti ki, bir Filistin devleti kurulmadıkça normalleşme bir seçenek değil.”
DÜNYA BASINI
İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat: Rusya’dan hangi karşılık beklenebilir?
Yayınlanma
1 gün önce20/11/2024
Yazar
Emre KöseÇevirmenin notu: ABD Başkanı Joe Biden’ın Rusya topraklarına yönelik uzun menzilli füzelerin kullanılmasına izin verme kararı, Rusya’nın olası tepkilerini gündeme taşıdı. İsviçre Genelkurmay Başkanlığı’ndan emekli yarbay ve siyasi ve askeri strateji analisti Ralph Bosshard, Rusya’nın tepkisinin genelde ihtiyatlı ve kademeli olacağını, ancak uluslararası sulardaki veya üçüncü ülkelerdeki İngiliz ve Fransız hedeflerinin vurulabileceğini belirtiyor. Buna karşın, NATO’nun 5. Maddesi’ni devreye sokacak bir saldırının pek olası olmadığı ifade eden Bosshard, Ukrayna’nın Batı’dan aldığı silahlarla elde edebileceği askeri başarıların sınırlı kalacağını, çünkü Rusya’nın buna yönelik hazırlık yaptığını söylüyor. Ayrıca, Rusya’nın komuta merkezlerini sık sık yer değiştirdiğini ve geniş lojistik ağını koruma kapasitesine sahip olduğunu vurgulayan uzman, Batı’nın uzun menzilli silahlarının, savaşın seyrini kökten değiştirme potansiyelinin olmadığını, asıl belirleyicinin Rusya ve Çin liderlerinin kararları olduğunu ifade ediyor. Bosshard’a göre, Biden’ın bu kararını görev süresinin sonunda alması, Trump yönetimini zora sokma ve kendi dönemini daha güçlü bir şekilde kapatma çabası olarak yorumlanabilir. Moskova’nın şu ana kadar temkinli hareket ettiğini belirten Bosshard, Kremlin’in Batı’ya temkinli mesajlar verdiğini ve bu gerilimin medya üzerinden yönetildiğini dile getiriyor.
Rusya’dan nasıl bir askeri karşılık bekleyebiliriz? İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat
Éva Péli, NachDenkSeiten
Görev süresi sona ermekte olan ABD Başkanı Joe Biden, ABD’nin uzun menzilli füzelerinin Rusya topraklarındaki hedeflere karşı kullanılmasına izin verdi. Bu kapsamda, daha önce uygulanan kısıtlamalar kaldırıldı ve Beyaz Saray da bunu resmî olarak teyit etti. İsviçreli askerî uzman Ralph Bosshard, bu kararın muhtemel sonuçlarını NachDenkSeiten’a değerlendirdi.
Éva Péli: Joe Biden’ın bu açıklaması askerî açıdan nasıl değerlendirilmeli? Rusya’dan beklenen askerî tepki nedir ve bu tepki kimlere (ABD, İngiltere, Fransa ya da Ukrayna) yönelebilir?
Ralph Bosshard: Ruslar, Ukrayna topraklarındaki hedeflere dönük saldırıların yanı sıra, uluslararası sularda, denizaşırı varlıklarda ya da üçüncü ülkelerde bulunan İngiliz ve Fransız askerî hedeflerini vurma alternatifine de sahip. Fakat üçüncü ülkelerdeki operasyonlar büyük ihtimalle bazı kısıtlamalarla karşılaşacaktır. Şu ana kadar çatışan taraflar birbirlerinin uydularını hedef almaktan kaçındılar, zira bu durum Pandora’nın kutusunu açabilir. Uydu hedefleme şu an için bir tabu gibi görünüyor. Bu konuda silahlanma kontrolü müzakereleri için fırsatlar bile olduğunu düşünüyorum.
Batı tarafından Ukrayna’ya şu ana kadar sağlanan kısa ve orta menzilli silahlarla Ukrayna, mevcut en acil askerî sorunlarını çözmeyi deneyebilir.
Bu sorunlardan biri, Rusya’nın FAB adı verilen ağır uçak bombalarının, iyi inşa edilmiş saha tahkimatlarını imha etmek için kullanılması. 2014-2022 yılları arasında inşa edilen ve betonla güçlendirilmiş bu tahkimatlar artık Ruslar tarafından her yerde aşılmış durumda. Şimdi ise Ukrayna birlikleri, özellikle yerleşim yerlerinde bu tahkimatları savunarak pozisyonlarını korumaya çalışıyor. FAB bombaları yönlendirme modülleriyle donatılmış olup yaklaşık 70 kilometre uzaklıktan bırakılabiliyor. Ruslar bu bombaları artık oldukça hassas bir şekilde kullanıyor. Bu bombaların taşıyıcıları, taktik bombardıman uçaklarıdır ve bu uçaklar 170-200 kilometre derinlikteki hava üslerinden operasyon düzenler. Eğer bu hava üsleri, Batı menşeli uzun menzilli silahların menziline girerse, Ruslar daha gerideki üslerden operasyon yapmaya başlayacaktır. Moskova’daki Genelkurmay Akademisi’ndeki eğitimim sırasında Su-24 tipi cephe bombardıman uçaklarını hesaba katarak planlama yapıyorduk. Bugün kullanılan Su-34 uçaklarının menzilinin Su-24’lerden çok daha fazla olduğunu söyleyebilirim. Geriye çekilerek operasyon düzenlemek Ruslar açısından sorunsuz olacaktır.
Rusya’nın lojistik destek hatlarını ve cepheye asker taşınmasını kesintiye uğratmak, yalnızca belirli hedef kategorilerine karşı yoğun ve sistematik saldırılarla mümkün. Bunlar, mesela mühimmat veya yakıt depoları gibi tesisler ya da demir yolu ağı olabilir. Ruslar, lojistik tesislerini geniş bir alana yayabilir ve Donbass’taki sıkı demir yolu ağından faydalanabilir. Ayrıca bu ağ, ek demir yolu hatlarıyla daha da güçlendirilebilir. Bu görev, Rusya ordusunda bulunan demir yolu birliklerine ait. Ukraynalıların bu ağı kesintiye uğratması için ciddi bir çaba göstermesi ve çok sayıda füze kullanması gerekecektir. Fakat Ukrayna’nın savaş uçakları ve roketatarlarıyla cepheye ne kadar yaklaşabileceği belli değil.
Bununla beraber yer hedeflerine yönelik saldırılar da karmaşık bir hedefleme süreci gerektirir. Ruslar, geçerli operasyon prosedürlerine göre, komuta merkezlerini günlük olarak değiştirir. Son zamanlarda Rusya’nın komuta merkezlerinin imha edildiğine dair neredeyse hiç haber duymadım.
Temel olarak Rusya ordusunun operasyon prosedürleri, düşman tarafından kısa ve orta menzilli silahların kullanılmasını öngörüyor. Ruslar bu tür bir duruma hazırlanmış durumda ve eğitimlerini buna göre aldılar. Dolayısıyla, Batı tarafından tedarik edilen kısa ve orta menzilli silahlarla Rusya Silahlı Kuvvetlerine baskı uygulanması ancak geçici bir etki yaratacaktır.
İlave olarak, Ukraynalılar, askerlerin moralini artırmak amacıyla sembolik açıdan önemli hedeflere saldırabilirler. Ancak bu tür saldırıların kalıcı bir askerî etkisi olmayacaktır. Bunun aksine, yalnızca askerî hedeflere yönelik saldırıların Ukraynalıların moraline etkisi sınırlı kalacaktır.
Bütün bu süreçte hedeflerin kontrolü Batı’nın –özellikle de ABD’nin– elinde. Ukraynalılar, saldırıların gerçekleşmesi için gerekli olan seyrüsefer, iletişim ve istihbarat araçlarına doğrudan erişime sahip görünmüyor. Özellikle en yeni sistemler için üretici firmalardan teknik destek alınması gerektiği de anlaşılıyor. Bu araçların kullanımıyla Biden, Rusya’nın ilerleyişini yavaşlatabilir ve muhtemel bir çöküşü –en azından Trump’ın göreve başlamasına kadar– erteleyebilir. “Benim gözetimimde olmadı,” anlayışı burada geçerli gibi görünüyor.
Bu kararlar ışığında müzakereli çözüm şansı nasıl değerlendirilebilir?
Bu kararların müzakereli çözüm şansını ciddi ölçüde etkileyeceğini düşünmüyorum. Ukrayna’daki savaşın nasıl ve ne zaman sona ereceğini Batı’nın silah sevkiyatları belirlemeyecek. Batı’nın “mucize silahları” olarak lanse edilen sistemler, Şubat 2022’den bu yana savaşın gidişatında kayda değer bir değişiklik yaratamadı. Daha önce belirttiğim üzere ATACMS, Storm Shadows ve diğer benzeri sistemler de bu savaşın kaderini kökten değiştiremeyecek. Bu savaş, Şi Cinping ve Vladimir Putin’in “tamam yeter” dedikleri zaman sona erecek. Genel manada, Rusya veya Çin ile Batı adına bir savaşa girmeye hazır olan herkesin uyarıyı almış olması gerektiğini düşünüyorum.
Eylül ayında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Batı’nın uzun menzilli silahlarını Rusya’ya karşı kullanmasının, NATO ülkelerinin Ukrayna’daki çatışmaya doğrudan katılımı anlamına geleceğini söylemiş ve şu uyarıda bulunmuştu: “Eğer savaşı Ukrayna topraklarından Doğu’ya taşırlarsa, savaş orada sona ermeyecek; zira savaş Batı’yı da içine alacak.”
NATO’nun, Putin’in öngördüğü bu muhtemel tepkiye nasıl hazırlanacağı büyük bir soru işareti. Şu anda Fransızlar ve İngilizler açısından, Bab el-Mandeb Boğazı ya da İran kıyıları civarındaki sularda savaş gemilerini konuşlandırmaktan bir süreliğine kaçınmak daha uygun olabilir. Hatta diğer deniz bölgelerinden de uzak durmaları gerekebilir. Bunun yanı sıra, Batı Avrupa’daki deniz tabanında bulunan tesislere karşı dikkatli olunması gerektiğini özellikle vurgulamak isterim.
Almanya’nın kendi topraklarına dönük bir saldırı beklentisi içinde olmadığını, sivil savunma alanında neredeyse hiçbir tedbir alınmamış olmasından anlayabiliriz. Halka, evlerinin bodrumlarını temizlemeleri ve kendilerine bol şans dilemeleri yönünde tavsiyeler dışında, Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius’un (SPD) elle tutulur bir hazırlık sunmadığı aşikâr. Oysa, bir ülkeye ve halkına zarar vermek için artık çok daha farklı araçlar mevcut.
Uzun zamandır Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un daha akıllı bir strateji izlediğini düşünüyorum. Kendisi, gereksiz yere ve erken bir dönemde risk alarak öne çıkmaktan kaçınıyor. Ancak ne yazık ki etrafında zayıf bir hükûmet ekibi var. Geçtiğimiz yıl Federal Meclis’te eleştirdiğim Ulusal Güvenlik Stratejisi, son derece zayıf bir metindi. Ama o zaman bile CDU/CSU muhalefetinin sunacak daha fazla aklı yoktu.
ABD Başkanı Joe Biden, daha önce bu tür füzelerin Rusya’daki hedeflere karşı kullanılmasına izin vermeyeceğini belirtmişti, zira bunun üçüncü dünya savaşına yol açabileceğinden endişe duyuyordu. Fakat görev süresinin sonlarına yaklaşırken, Biden’ın artık böyle bir senaryodan korkmadığı anlaşılıyor. Peki, bu süreçte ne değişti?
Biden’ın bu kararı, Trump ekibi ile Putin yönetimi arasında halihazırda yapılmış olması muhtemel anlaşmayı bozmayı amaçlıyor. Bu stratejiyle, Putin’in öyle bir tepki vermesi hedefleniyor ki, bu tepki Trump’a savaşın devam etmesinden başka bir seçenek bırakmasın. Şu anki durumda Ruslar, Amerikan tesislerine veya birliklerine saldırmaktan kaçınıyor; böyle bir adımın Trump yönetimiyle ilişkileri doğrudan etkileyebileceğini biliyorlar.
Fransa ve İngiltere’nin bu denkleme dahil edilmesi, savaşın Trump’ın göreve gelmesinden sonra da devam etmesini garanti altına alma stratejisinin bir parçası. Biden, bu noktada Fransa ve İngiltere’nin büyük güç olma heveslerini ustaca kullanıyor. Ancak hem Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron hem de İngiltere Başbakanı Keir Starmer, Rusya’nın muhtemel misilleme hamlelerinin, Trump’ın göreve başlamasından sonra özellikle onları hedef alacağının farkında. Bu nedenle, durum ciddileştiğinde İngiltere ve Fransa’nın, deyim yerindeyse, “görünmezlik moduna geçeceğini” düşünüyorum.
Rusya’nın mevcut stratejisinde NATO’nun 5. Madde’sini (bir üyeye yapılan saldırının tüm NATO üyelerine yapılmış sayılmasını öngören madde) devreye sokacak bir durumdan kaçınması önemli. Bu nedenle Rusya, NATO topraklarında herhangi bir hedefe saldırmayacaktır. Bunun yerine, İngiltere ve Fransa’nın ana vatanı dışındaki tesislere saldırılar düzenleyerek, bu ülkelerin güçlerini koruyamayacaklarını göstermeye çalışabilir. Nitekim, Rusya’nın birkaç gün önce Ukrayna’daki hedeflere dönük kombine füze ve drone saldırılarını yeniden başlatması, Moskova’nın misilleme yeteneğini açıkça ortaya koyuyor. Üstelik bu saldırılar, iyi korunan hedeflere karşı dahi başarılı bir şekilde yapılabiliyor. Bu da Rusya’nın mevcut gelişmeleri önceden öngördüğünü ve buna hazırlıklı olduğunu gösteriyor.
Açık konuşmak gerekirse, ABD’nin Rusya’ya, belirli saldırılardan önce uygun kanallar aracılığıyla uyarılarda bulunması bile beni şaşırtmaz. Bu tür bir iletişim, savaşı daha büyük bir tırmanıştan koruma amaçlı bir tedbir olabilir.
Genel olarak Kremlin’in her zamanki gibi, temkinli ve ihtiyatlı bir şekilde tepki vereceğini düşünüyorum. Ancak Putin’in basında zaman zaman “nükleer tehdit” kartını oynaması, Biden’ı başarısız bir lider gibi gösterme stratejisinin bir parçası. Bu durum, Biden’ın sırf egosu uğruna, görev süresinin son anlarında bir nükleer savaşı riske atmış bir başkan olarak algılanmasına neden olabilir. Öte yandan Trump, bu retoriği kullanarak kendisini barışın ve gerilimi düşürmenin mimarı olarak sunabilir. Bu da Trump’ın söylemsel bir üstünlük elde etmesine yol açabilir. Lütfen, benden Biden’ın liderlik becerilerine övgüler dizmemi beklemeyin. Bu bağlamda, onun kararlarının stratejik etkisi tartışmaya aşikâr.
Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’in, ABD Başkanı Joe Biden’ın uzun menzilli füzelerle ilgili kararını medyada duyurmasından rahatsız olduğu iddiaları basında geniş yankı buldu. Uzmanlar, bu açıklamayı ABD yönetiminin Rusya’yı saldırılardan önce bilgilendirerek bir tırmanışı önleme çabası olarak yorumluyor. Peki, bu durum nasıl değerlendirilmeli?
Burada Zelenskiy için “isteğe göre bir menü” hazırlanmadığını açıkça görebiliyoruz. Ukrayna’nın lideri, kendisine sunulan yardımı olduğu gibi kabul etmek zorunda. “Büyük aktörler” sahnede kararları alırken, Ukrayna ancak bu oyunun bir parçası olabilir. Biden, bir yandan gerilimi artıracak bir açıklama yaparken, diğer yandan tansiyonu düşürme çabası içinde görünüyor. Kararını kamuoyuna duyurarak, esasen Rusya’ya dolaylı bir uyarı göndermiş ve onları bir nebze rahatlatmış oldu. Biden, bu saldırıların Zelenskiy’in istediği gibi sürpriz bir şekilde gerçekleştirilmesine izin verebilirdi; fakat bu, şu anki stratejiyle uyuşmuyor.
Bu durum, günümüz savaşlarının “medya savaşı” karakterini bir kez daha gözler önüne seriyor. Batı, medya hakimiyetinin her savaşta üstünlük sağlayacağını varsayıyor. Bu anlayış büyük ölçüde, ABD’nin Vietnam Savaşı’ndan kalma travmasına dayanıyor. Ancak bu medya savaşı içinde, Ukrayna lideri Zelenskiy’in stratejik kararlarının Rusya’nın lehine olabilecek etkiler doğurabileceği bir gerçek. Örneğin, Çernigov oblastına (Ukrayna ordusunun Kuzey Harekât Komutanlığı’nın önemli bir merkezi) asker kaydırılması, mevcut durumu Zelenskiy açısından daha da kötüleştirebilir.
Bu aşamada Ukrayna’nın, moral artırıcı bir başarıya ihtiyacı var. Bunun için Rusya’ya birkaç füze saldırısı gerçekleşebilir ve bu saldırılar daha sonra stratejik zaferler olarak lanse edilebilir. Ancak bu hamlelerin kalıcı bir askerî etkisi olup olmayacağı belli değil. Öte yandan, Trump ve Kuzey Kore güçleri hakkındaki spekülasyonlarla bir “ihanet hikayesi” hazırlığının şimdiden yapılmış olması dikkat çekici.
Biden’ın kararını basın yoluyla duyurması, aslında planın en kritik parçalarından biriydi. Bu ilan, Biden’ın başkanlık dönemi boyunca elde ettiği zayıf başarı karnesini toparlama çabasının bir parçası. Kabil’deki kaotik çekilme sonrası yaşanan utanç verici süreç, Biden’ın hanesine yazılmıştı. Buna rağmen, 2021’in aralık ayında Rusya’nın sunduğu güvenlik garantileri teklifini küçümseyip reddetme cesaretini göstermişti. Şubat 2022’den itibaren ise, ABD’nin Kiev’deki müttefikinin darbeler almasına seyirci kalmak zorunda kaldı. Şimdi, kalan iki aylık görev süresinde, bu tabloyu tersine çevirmek ve daha iyi bir izlenim bırakmak için çabalıyor.
Fakat Biden’ın, dünyayı bir nükleer savaşa sürükleme gibi bir niyet taşımadığı bariz. Bu, Biden’ın planlarının bir parçası değil. Bilakis, mevcut hamleleri hem içeride hem de uluslararası arenada itibarını artırmaya yönelik bir girişim olarak okunmalı.
Biden’ın uluslararası sahnedeki zayıflığı, yakın zamanda Peru’daki zirvede daha da belirgin hale geldi. Aile fotoğrafında Biden’ın arka ve dış köşelere yerleştirilmesi, sembolik olarak onun düşen önemini gözler önüne serdi. Üstelik, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in, Trump ile iyi bir şekilde çalışabileceğini söylemesi, Biden’a dolaylı bir mesaj göndererek onunla artık çalışmak istemediğini ima etmişti. Bu durum, Biden’ın uluslararası alandaki pozisyonunu daha da zayıflattı.
Biden, görev süresinin kalan iki ayında daha fazla aşağılanmak istemiyorsa, şimdi hızlı ve etkili hamleler yapmak zorunda. Kendi döneminin, özellikle Jimmy Carter’ın başkanlığının son dönemine benzeyen bir şekilde sona ermesini istemediği belli.
Biden’ın ABD’nin uzun menzilli silahları için genişletilmiş hedeflerine ilişkin kararını hangi biçimde aldığına dair bilginiz var mı? Bu bir başkanlık kararnamesi, resmi bir hükümet kararı ya da yalnızca Kiev’e (ve kiminle) yapılan bir telefon görüşmesi şeklinde mi? Ve bugüne kadar silahların menzil sınırlaması nasıl sağlandı, yalnızca teknik bir yöntemle mi yoksa bir emirle mi?
Bu tür detayları elbette yalnızca doğrudan taraf olanlar bilir. Ancak kararın uygulanmasının üçlü bir işbirliğiyle gerçekleştirilmesi muhtemel. Amerikan, İngiliz ve Fransız askerleri saldırıları muhtemelen birlikte planlayacak. NATO kurumlarının bu süreçte pek bir etkisinin olacağını düşünmüyorum. Zira tecrübelere göre, büyük devletler stratejik varlıklarını paylaşmayı tercih etmez; bu, genelde herkesin kendi önceliğine göre hareket ettiği bir alan. Bu kapsamda özel harekât birlikleri, stratejik silahlar, uydu ve istihbarat bilgileri gibi yalnızca hükümet düzeyinde erişilebilen araçlar yer alır. Dolayısıyla, bu tür bir işbirliğinin halihazırda kurulmuş olması pek muhtemel değil. Belki bu süreç sıfırdan oluşturulmak zorunda kalabilir.
Şimdi bir hedefleme süreci başlatılması gerekiyor. Bu süreç, durum değerlendirmesinden hedef seçimine ve etkinlik analizine kadar uzanıyor. Bunun içinde istihbarat toplama, iletişim ve navigasyon uyduları yer alıyor. Bu uyduların bazıları muhtemelen doğru yörüngeye henüz yerleştirilmiş değil. Hazırlık çalışmalarına elektronik harp alanındaki tedbirler de dâhil. Geçtiğimiz ay Rusya’nın birkaç şehrinde bizzat şahit oldum ki, Ruslar GPS sinyallerini engelliyor ve hatta zaman zaman yanıltıcı sinyaller yayıyor. Yani, GPS cihazları yanlış konumlar tespit ediyor. Bu sapmaların 15 kilometreye kadar ulaştığını gözlemlemiştim.
Tüm bu süreç, devlet başkanlarının ya da başbakanların –Biden, Starmer ve Macron’un– silahlı kuvvetlerin başkomutanı sıfatıyla verdiği bir planlama talimatını gerektiriyor. Ön hazırlıkların, yani muhtemel planların ne kadar ilerlemiş olduğuna bağlı olarak, oldukça uzun sürebilecek bir planlama sürecinin başlatılması gerekebilir. Hangi hedeflere saldırılacağı konusunda Ukraynalılar belki önerilerde bulunabilir ama son söz büyük ihtimalle Amerikalılar, İngilizler ve Fransızlara ait olacaktır.
DÜNYA BASINI
Gideon Levy: Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı
Yayınlanma
3 gün önce18/11/2024
Yazar
Harici.com.trAşağıda çevirisini okuyacağınız İsrail’in en köklü gazetelerinden Haaretz’de yayınlanan köşe yazısında İsrail’in Gazze’deki katliamları karşısında İsrail toplumunun etik ve ahlaki olarak nasıl dönüştüğü/dönüştürüldüğü anlatılıyor:
***
Siyonistlerin yeni ideali: Gazze Savaşı’ndan utanmayan bir İsrailli nesil
Gideon Levy
“Teachers for Change” (Değişim İçin Öğretmenler) adlı bir kuruluşun CEO’su ve eğitimci olan Yair Weigler, yedek kuvvetlerdeki uzun süreli görevinden yeni döndü.
“Gazze Şeridi’ndeki çeşitli mahallelerde ve mülteci kamplarında faaliyet gösterdik, biraz da plajlarında vakit geçirdik, ardından Lübnan’da göreve devam ettik… Aramızda yerleşimciler, Tel Avivliler, 2005’te [Gazze Şeridi’ndeki] Katif Bloğu’ndan tahliye edilenler vardı; silah arkadaşlarıydık, eğitimciler ve yüksek teknoloji çalışanlarıydık… tek bir tank bölüğüydük” dedi şiirsel bir dille, sanki ordudan sonra yurtdışında bir geziye çıkıp dönen genç bir adam gibi, ziyaret ettiği yerleri övüyordu. Ah, Şucaiye, ah, ne birlik ama. Ne ordu ne halk.
Eski Başbakan Naftali Bennett, eğitimcinin sözlerini paylaşmakta gecikmedi: “İsrail’de bir aslanlar kuşağı doğdu. Hiç şüphem yok ki bu çocuklar, savaşçılar ve yedekler, sivil hayata daha idealist, daha merhametli insanlar olarak dönecekler ve önümüzdeki 50 yıl boyunca bu ülkeyi yeniden inşa edecek insanlar onlar olacak. Umut var!”
Eğer Bennett’ın küçük örme kipasıyla sergilediği aşırı duygusallığı bir kenara bırakırsak bile, şaşkın ve çaresiz gözlerimizin önünde cereyan eden kaostan dehşete düşmemek elde değil. Yedi yirmi dört. Etnik temizlik ve toplu katliam artık birer ideal; savaş suçları ise daha değer odaklı ve “iyi” siviller yaratıyor. Bennett’ın anlayışında umudun anlamı işte bu.
İnanmakta güçlük çekiyor insan. İsrail’de bir öğretmenin yedek görevindeki son derece sorunlu deneyimlerini böyle ifade ettiğini, ılımlı sağ kanadın liderlerinden alternatif için umut olan birinin ise bu şekilde tepki verdiğini okuyoruz. 2024 İsrail’inde, ordunun Gazze ve Lübnan’da yaptıklarıyla ilgili bir özeleştiri işareti görmek şöyle dursun artık suçlar ve vahşet birer ideal düzeyine yükseltiliyor. Vatandaşlık derslerinde artık, on binlerce kadın ve çocuğun katledilmesinin nasıl bir “değer” haline geldiği tartışılacak. İşte bir toprak parçasını yok edip İsraillileri daha iyi vatandaşlar haline getirmenin yolu budur. Soykırım, bir eğitim atölyesi olarak sunuluyor.
Suçluluk duygusu, bir hesaplaşma veya etik sorgulamalar bekleyen herkes tam tersini buluyor. Yaptıklarından dolayı travma yaşayan, bitmek bilmeyen kâbuslar gören, işlediği vahşetler yüzünden uykusunda çığlık atan bir nesil bekleyenler, ulusal gururla karşılaşıyor. Siyonist ideal artık Gazze’de süren savaş. Uluslararası mahkemelerde tanımlanmayı bekleyen korkunç bir suç, tüm dünyanın haklı olarak dehşetle izlediği bir savaş, şimdi bir “değer” olarak yüceltiliyor. Burada bir aslanlar kuşağı doğdu.
Bu aslanlar kuşağı, bir an bile yaptıklarıyla yüzleşmeye cesaret edemeyecek kadar korkak. Bastırma ve inkârı anlamak mümkün. Sonuçta bunlar olmadan, böylesine anlamsız ve dizginsiz bir savaş sürdürülemezdi. Ancak İsrail bunu daha akıl almaz bir noktaya taşıdı.
Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı. Subaylar kameraların önünde Gazze’deki yıkıntılar arasında göğsünü kabartarak yürüyor. Etrafında, tüm bu yıkımın anlamını sorarak mesleğinin itibarını kurtaracak tek bir muhabir bile yok. Bunun amacı neydi, yasal dayanağı neydi, ahlaki boyutu neydi? Bize böyle bir yıkımı gerçekleştirme yetkisini veren neydi? Toprak yolda, koltuk değnekleriyle, tekerlekli sandalyelerde, açlıktan bitap düşmüş eşeklerin çektiği arabalarla gidip gelen, TV muhabiri Ohad Hamo’nun soracağı herhangi bir soruya bir damla su karşılığında yanıt vermeye hazır insanların oluşturduğu konvoylar var ve bu, Hamo’nun mesleki gururunu destekleyen bir gazetecilik başarısı olarak adlandırılıyor.
Rus televizyonunun Ukrayna’dan böylesi utanç verici bir görüntüyü yayınlamaya cesaret edebileceği şüpheli. Belki orada utanç buna engel olabiliyor. Burada ise utanma hissi yok. Ne Hamo, ne Kanal 12, ne medya, ne Weigler ne de Bennett’in söylediklerinde…
Mesele sadece İsrail’in utanma duygusunu kaybetmiş olması değil. Yaptıklarıyla gurur duyuyor. İsrailliler savaşı sadece gerekli bir kötülük olarak görmüyor, bizi bununla yaşamaya mahkûm eden bir durum olarak değerlendirmiyor. Şimdi savaş, bir değer modeli – pedagojik bir şiir olarak sunuluyor. Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki sürgün ve güneyindeki katliam birer ulusal miras olarak tanıtılıyor, yakında fotoğraf albümleri ve müzelerle birlikte gelecek. Bunu telafi etmek çok daha zor olacak.
Bennett, vicdanı ve pusulası olmayan bu aslanlar kuşağının önümüzdeki 50 yıl boyunca ülkeyi inşa edeceğini vaat ediyor. Hayal edin. Bekleyip göreceğiz.
ABD’li senatör: Musk’ın Çin bağlantıları ABD ulusal güvenliği için ‘derin bir tehdit’
ABD, Filipinler’e Pekin’e karşı kullanması için insansız deniz aracı veriyor
Operationsplan Deutschland: Almanya’da “planlı ekonomi” tartışması
Çin bankalarının Rusya’ya yönelik ödeme kontrolleri sertleşiyor
Ford Avrupa’da 4.000 kişiyi işten çıkaracak
Çok Okunanlar
-
RUSYA1 hafta önce
Patruşev’in Kommersant röportajı: Montrö ihlaline göz yummayacağız
-
AMERİKA2 hafta önce
Fukuyama: Trump’ın geri dönüşü Amerika ve dünya için ne anlama geliyor?
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Valdai izlenimleri: Trump’lı yıllar başlarken…
-
AVRUPA2 hafta önce
Almanya’da hükümet dağıldı: Buraya nasıl gelindi?
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
Donald J. Trump’ın ideolojisi
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Belarus Halk Meclisi: siyasi sistemin güçlendirilmesi ve demokrasinin geliştirilmesi
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Trump’ın zaferine dünyadan karmaşık tepkiler
-
SÖYLEŞİ1 hafta önce
“Alman sermayesinin mevcut çıkarları CDU-SPD koalisyonu ile örtüşüyor”