Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Harald Kujat: Almanya ve Avrupa, Rusya ile on yıl sürecek bir çatışmayla karşı karşıya

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Aşağıda tercümesi verilen mülakatta eski NATO-Rusya Konseyi Başkanı Harald Kujat, Rusya’nın ele geçirdiği topraklar konusunda ileriye dönük tek çözümün, savaşın yeniden başlamasını önlemek için mümkün olan azami güvenlik tedbirlerinin alınması olduğunu belirtiyor. Bu doğrultuda muhtemel her anlaşma hem Kiev hem de Biden yönetimi açısından son derece acı verici olacak.

Moskova’nın, bir çözüm bulunmadığı takdirde Batı ile daimî bir çatışma ve Çin’e bağımlılık tehlikelerine doğru gittiğinin farkında olması da mümkün. Rusların bu sorunlarla ilgili kaygıları, Ukrayna’daki savaşı kaybedebileceklerine dair korkuları azaldıkça artacak gibi görünüyor.


“Batı artık Ukrayna halkının trajik kaderinin sorumluluğunu üstlenmemeli”

Thomas Kaiser

Zeitgeschehen im Fokus

14 Şubat 2024

Emekli General Harald Kujat* ile mülakat

Zeitgeschehen im Fokus: ABD’de Ukrayna’ya yönelik mali destek paketi hala nihayete erdirilemedi. Şimdi ise Avrupa Birliği, 50 milyar avro ile devreye girdi. Özellikle Trump’ın başkan seçilmesi halinde ABD’nin Ukrayna’ya uzun vadede yardım sunmaya devam edip etmeyeceği konusunda şüpheler artıyor. Avrupalılar, söylendiği gibi sonuna kadar ABD’nin yerini ikame edebilir mi?

Emekli General Harald Kujat: Savaşın üçüncü yılının başında, Ukrayna’nın kaderinin muhtemelen bu yıl belirleneceği aşikâr. Ülkenin geleceği Batı’nın elinde. Ancak bu, aynı zamanda Rusya’nın hangi savaş hedeflerini güttüğüne de bağlı. Rusya, Ukrayna’nın NATO’nun bir ileri karakolu haline gelmesini önlemek ve ağırlıklı olarak Rusça konuşan nüfusun yaşadığı bölgedeki önceki fetihlerini pekiştirmek mi istiyor, yoksa şu anda iddia edildiği gibi, bu üsten —NATO ülkeleri de dahil olmak üzere— diğer ülkelere saldırılar düzenlemek için Ukrayna’nın tamamını ele geçirmeye niyetlenmesi mi söz konusu?

Ukrayna’nın paraya, askeri teçhizata, silah ve mühimmata ihtiyacı var ama her şeyden önce asker sıkıntısı var. Zelenskiy, “Mali desteğe bağımlıyız, aksi takdirde kaybederiz,” demişti. Ukrayna devlet bütçesinin neredeyse yarısı Batı tarafından finanse ediliyor. Para akışındaki herhangi bir gecikme ya da azalma devletin iflasını tetikleyebilir ama Ukrayna’nın bizzat kendisi de yaygın yolsuzluk nedeniyle mali sorunlarını kayda değer ölçüde ağırlaştırıyor. Savaş devam ettiği sürece Ukrayna, Batı’dan gelecek kapsamlı askeri desteğe bağımlı olacaktır. Önümüzdeki uzun yıllar boyunca ülkenin yeniden inşası ve ekonomik toparlanması, özellikle Avrupalıların büyük ve uzun vadeli taahhütlerini gerektirecektir.

Bir süre önce Şansölye Scholz, Ukrayna’nın gerekli gördüğü sürece savaşı sürdürmesini sağlayacak ülkeler arasında başı çekmiş ve Avrupa ülkelerini yardım konusunda daha fazla isteklilik göstermeye çağırmıştı. Federal Şansölyenin, Macaristan da dahil olmak üzere tüm AB ülkelerinin finansman paketini kabul etmesinde de önemli bir rol oynadığı anlaşılıyor. Fakat 50 milyar avroluk nihai paket 2024 ile 2027 yılları arasında paylaştırılacak. Bu miktar, ABD’nin 60 milyar dolarlık destek paketine kıyasla çok az ve Ukrayna’nın devlet olarak işlevlerini sürdürmeye dönük mali gereksinimlerini ya da askeri destek ihtiyaçlarını karşılamıyor. Bununla birlikte, ABD’nin ana destekçi olarak başarısız olması halinde Avrupalıların tamamen ABD’nin yerini ikame etmesi gerekebileceği yönünde artan bir izlenim var. Bunun nedeni Kongre’nin daha fazla bütçe sunmayı reddetmesi ya da hükümet değişikliğinin ardından yardımın yalnızca mali olarak değil, tamamen de kesilmesi olabilir. Mevcut yardım paketinin uygulanmasında süregelen güçlükler nedeniyle alternatif çözümler şimdiden tartışılmaya başladı. Örneğin, savaş bölgelerine silah sevkiyatı yapmayan Japonya ve Güney Kore, Ukrayna’ya sevk edilmek üzere ABD’ye silah teslim edebilir. Bir başka seçenek de Avrupalıların Ukrayna’ya gönderilen Amerikan silahlarının parasını ödemesi olabilir. Ayrıca askeri yardım artık Ramstein formatında ABD tarafından değil NATO tarafından koordine edilmeli. Bunlar savaşın Avrupalılaştırılması yönünde atılacak önemli adımlar.

Yardımlar silah ve parayla mı sınırlı?

ABD yalnızca para ve silah sağlamakla kalmıyor. Ukraynalı askerlerin eğitimine kayda değer katkılarda bulunuyor, isabetli keşif ve hedefleme verileri sağlıyor ve operasyonel planlamada belirleyici bir rol oynuyor. Trump’ın başkan seçilmesinin ardından radikal bir rota değişikliğine gitmesi halinde Avrupa ülkeleri bu hizmetleri sağlayamayacaktır. Bu nedenle, sadece savaş senaryoları üzerinden düşünen Avrupalı siyasetçilerin Trump’ın seçim öncesi kampanyasındaki ilk başarılarını büyük bir dehşetle izlemeleri anlaşılabilir bir durum.

Gazze savaşının başlamasından bu yana Ukrayna’daki savaşla ilgili bilgi kıtlığı yaşanıyor. Ukrayna, Batı’nın silah yardımıyla Kırım da dahil Rusya tarafından işgal edilen toprakları geri almaya çalışmaya devam edecek mi, yoksa silahlı kuvvetlerinin taarruz sırasında ortaya çıkan zayıflığı nedeniyle ateşkes mi arayacak?

Başarısızlıkla sonuçlanan taarruzun ardından Ukrayna Silahlı Kuvvetleri, taarruzi kara muharebesi yürütme kabiliyetini büyük ölçüde kaybetti. Bu nedenle Rusya topraklarına saldırarak hala askerî harekât kabiliyetine sahip olduklarını göstermeye çalışıyorlar. Buna Belgorod ya da Donetsk’te olduğu gibi sivil halka dönük saldırılar da dahil. İleride özel kuvvetlerin Rusya’nın kritik altyapısına yönelik saldırıları mutlaka artacaktır.

Askeri cephede ise Rusya Silahı Kuvvetleri inisiyatifi ele almış durumda. Ancak Ukrayna kuvvetlerinin aksine geniş çaplı bir taarruz başlatmadılar, bunun yerine önceki fetihlerini pekiştirmek ve büyük kayıplardan kaçınmak amacıyla saldırılarını yerel düzeyde yoğunlaştırıyorlar. Rusların şu anki odak noktası, tamamen ele geçirilmesi halinde doğu Donbass bölgesinin konsolidasyonunun önünü açacak olan Avdeyevka. Ruslar Kupyansk bölgesine çok sayıda asker yığdı ve görünüşe göre bu birlikler Harkov oblastını ele geçirmeyi amaçlıyor. Ruslar muhtemelen Odessa’yı da almak istiyorlar.

ABD bu gelişmeye nasıl tepki veriyor?

Ukrayna’daki kritik durum ABD’yi yeni bir strateji geliştirmeye sevk etti. Şu an için Ukrayna Silahlı Kuvvetleri, hala kontrolleri altında olan toprakları sağlam savunma mevzilerinden tutmak ve yüksek asker kayıplarını azaltmak için stratejik savunmaya geçecektir. Bu, ordunun ve ekonominin uzun vadede güçlenmesi ve daha dirençli olması için gerekli koşulları yaratacaktır. Dört aşamalı strateji (savaş, inşa, toparlanma ve reform) Ukraynalıları, büyük bir savaş gücüne ve dolayısıyla yüksek bir caydırıcılık faktörüne sahip bir Ukrayna Silahlı Kuvvetlerinin on yıl içinde inşa edileceğine ikna etmeyi amaçlıyor. Bununla birlikte, 2024 yılı sonunda Ukrayna Silahlı Kuvvetlerinin savaş gücü bugünkünden kayda değer ölçüde daha fazla olmalı.

Fakat bu, Ukrayna Devlet Başkanı’nın Kırım da dahil olmak üzere Rusya tarafından işgal edilen tüm toprakları geri alma hedefinden vazgeçmesi gerektiği anlamına geliyor. Bu stratejiyi uygulamak için Avrupalı müttefikler, bağlayıcı anlaşmalarda belirtilecek ve Ukrayna ile ikili anlaşmalarda kabul edilecek on yıl boyunca askeri ve iktisadi destek sağlamak için özel taahhütlerde bulunacaklardır. On yıllık taahhüt, Trump tarafından açıklanan Ukrayna’ya yönelik desteğin sona erdirilmesine karşı bir teminat olarak tasarlandı. Bununla birlikte bu, bir Avrupa ülkesindeki hükümet değişikliğinin rota değişikliğine yol açmasını engellemeyi de amaçlıyor. Birleşik Krallık halihazırda Ukrayna hükümetiyle buna uygun bir anlaşma imzalamış durumda. Görünüşe göre Alman hükümeti de bu on yıllık destek ve yardım taahhüdüne girmeye hazır. Tüm NATO ülkelerinin bu örneği benimsemesi, en azından NATO Antlaşmasının 5. Maddesi uyarınca kolektif savunma söz konusu olduğunda, arka kapıdan NATO üyeliğine eşdeğer olacaktır. Bu nedenle ABD, Ukrayna ile 4. Maddeye benzer bir mekanizma üzerinde anlaşmayı da düşünüyor; buna göre üye ülkeler “herhangi birinin görüşüne göre, taraflardan herhangi birinin toprak bütünlüğü, siyasi bağımsızlığı ya da güvenliğinin tehdit altında olması halinde birbirlerine danışacaklardır”.

Ukrayna bu uzun vadeli plana uyacak mı?

Şimdilik durum böyle görünmüyor. Ukrayna Devlet Başkanı, Davos da dahil pek çok yerde savunma stratejisi hakkında olumsuz konuştu. Hala Ukrayna Silahlı Kuvvetlerinin öngörülebilir gelecekte gerçekleştiremeyeceği taarruz harekatlarına odaklanıyor.

Bu bağlamda Zelenskiy ile Genelkurmay Başkanı Zalujnıy arasında yaşanan ve görevden alınmasına neden olan anlaşmazlık özel bir önem taşıyor. Son mesele, yüksek asker kayıplarını telafi etmek amacıyla 500 bin askerin seferber edilmesi sorumluluğunu kimin üstleneceğiydi. Fakat operasyonların yürütülmesi, bu savaştaki siyasi hedeflerin ulaşılabilirliği ve askeri başarı ve başarısızlıkların kamuoyuna sunulması konusundaki temel görüş ayrılıkları belirleyici oldu.

Batı’dan büyük beklentilerin ve gerçekçi olmayan başarı umutlarının eşlik ettiği Ukrayna taarruzundan önce Zalujnıy, başarı koşullarını kesin olarak tanımlamış ve bunların karşılanmaması halinde şüpheci olacağını ifade etmişti. Öncelikle Amerikalı ve İngiliz subaylar tarafından hazırlanan harekât planının aksine, savaş alanındaki mevcut koşulları daha fazla dikkate alan farklı bir kuvvet yaklaşımı da seçti. Nihayetinde Kasım 2023’ün başında, taarruzun başarısız olduğunu kamuoyu önünde kabul etti. Zalujnıy bunu yaparken, durumu sürekli olarak aşırı olumlu bir şekilde tasvir eden ve Batılı politikacılar ve medyadan en büyük ilgi ve onayı alan Devlet Başkanı’na açıktan muhalefet etti. Öte yandan Zalujnıy —bana göre— haklı olarak silahlı kuvvetlerde ve halk arasında en yüksek itibara sahip.

Geçtiğimiz günlerde Zalujnıy, kişisel yazısında Ukrayna’nın askeri zaferi için gerekli önkoşulları bir kez daha özetledi. Batı’dan Ukrayna Silahlı Kuvvetlerini saldırgana karşı teknolojik üstünlük sağlayacak sistemlerle donatmasını talep etti. Talep ettiği gibi bunun beş ay içinde mümkün olmadığını ve ABD’nin bunu yapmaya hazır olmadığını da bildiğinden eminim. Zelenskiy, kısa süre önce Zalujnıy’dan istifa etmesini istedi ama Zalujnıy bunu reddetti. Görevden alınması son derece kritik bir zamana denk geliyor. Zelenskiy’in kararının büyük bir hata olduğu yakında ortaya çıkacaktır.

Ukrayna taarruzunun başarısızlığa uğramasının ardından Avrupa’da Rusya’nın stratejik hedefinin Ukrayna’nın tamamını ele geçirerek Baltık ülkelerine ya da Polonya’ya saldırmak ve NATO ile bir savaş başlatmak olduğuna dair korkular artıyor. NATO bu tehdide karşı hazırlanıyor; örneğin kısa süre önce başlatılan büyük manevra da buna dahil.

Alman basını bir süredir Ukrayna’ya dönük saldırının, Sovyetler Birliği’nin etki alanını yeniden ele geçirme amaçlı uzun vadeli bir emperyal stratejinin parçası olduğu teorisini yayıyor. Askeri durum açıkça Rusya’nın lehine döndüğünden beri, “askeri uzmanlar” neredeyse histerik bir şekilde savaş korkusu yayıyorlar. Bunun cehaletten mi, ideolojik dar görüşlülükten mi, kendini beğenmişlikten mi yoksa savunma kapasitelerini geliştirme çabalarını haklı çıkarmak için mi olduğu her zaman net değil. NATO’nun yıllar sonra yeniden, nispeten mütevazı da olsa, büyük bir manevra yaptığını söylemeye gerek yok sanırım. Sonuçta, 1988’deki son büyük manevradan bu yana stratejik çerçeve koşulları ciddi ölçüde değişti. Fakat kamuoyuna Rusya’nın saldırması durumunda ortaya çıkacak ilk durumu açıklamanın NATO’nun savaş histerisini körüklemeye kasten yardımcı olduğu bariz.

Alman halkı buna nasıl tepki veriyor?

Propagandanın halkın geniş kesimlerinde savaş korkusuna yol açtığı izlenimine kapılmış değilim. Belli ki, bir süre önce hala askeri zafer ya da Ukrayna’nın savaşı kazanacağı tahmininde bulunanlar, Ukrayna’nın yenilgisinin Rusya’nın güç açlığını tatmin etmeyeceğini ve bu nedenle NATO ülkelerine saldırmaktan çekinmeyeceğini iddia ederek Ukrayna’ya daha fazla yardımı tereddütsüz seferber etmek istiyorlar. Almanya ve Avrupa, Rusya ile on yıl sürecek bir çatışmayla karşı karşıya.

Politikacıların ülkelerinin askeri kapasitelerini güçlendirmek için savunma harcamalarında ciddi artışlara gidilmesi talebini, Rusya’nın güya yakın saldırı savaşı varsayımıyla gerekçelendirmeleri dikkat çekici. On yılı aşkın bir süredir, 2011 yılında Bundeswehr’in sözüm ona “yeniden yapılanması” sonucunda ortaya çıkan anayasa ihlalini kabul ettiler. Açıkça ifade etmek gerekirse, Bundeswehr’in ulusal ve ittifak savunması yapabilecek kapasitede olması gerektiği hakikatini haklı çıkarmak için savaş histerisine —ki bu da tehlikelidir— ihtiyacımız yok. Nihayetinde anayasal yetkinin yerine getirilmesi yeterlidir.

Dolayısıyla, Rusya’nın birkaç yıl içinde NATO’ya saldırabilecek durumda olmakla kalmayıp, aynı zamanda bunu yapmaya niyetli olduğu için buna hazırlandığına dair ikna edici kanıtlar olup olmadığı sorusu ortada duruyor. NATO ülkelerine dönük bir saldırının ön koşullarından biri, saldırı için uygun bir üs oluşturmak amacıyla Ukrayna’nın tamamının ele geçirilmesi olacaktır. Şubat 2022’de Ukrayna’ya saldıran Rusya, bunun iki katından daha güçlü olan ve Batı tarafından mükemmel bir şekilde eğitilip donatılan Ukrayna Silahlı Kuvvetlerine karşı yaklaşık 190 bin asker konuşlandırdı. Rusya liderliği bu durumun Ukrayna’nın tamamını ele geçirmeyi imkânsız hale getirdiğini anlamış olsa gerek. Mart 2022 sonunda İstanbul’da yapılan barış müzakereleri esnasında Rusya, her iki taraf için de olumlu sonuçlar doğurması nedeniyle ve iyi niyet göstergesi olarak Kiev civarında ele geçirdiği bölgelerden askerlerini geri çekmiş ve saldırının başlamasından önceki seviyeye tamamen geri çekilmeyi sözleşmeyle teminat altına almıştı.

Bu bağlamda, Ukrayna’ya yönelik saldırının eski Sovyet etki alanını ya da bunun da ötesinde tüm Avrupa’yı yeniden ele geçirme maksatlı emperyal bir planın parçası olmadığını varsayıyorum. Elbette savaş hedefleri savaş sırasında değişebilir. Bu arada, ateşkes ve ardından yapılacak barış müzakereleri, Rusya’nın saldırı niyetine ilişkin şüphelerin doğru olup olmadığını açığa çıkarabilir. Buna ek olarak müzakerelerin sonucu, Ukrayna topraklarının Rusya tarafından Orta Avrupa’ya dönük bir saldırı için konuşlanma bölgesi olarak kullanılması ihtimalini de ortadan kaldıran hükümler içerebilir. Ayrıca Rusya ile öncelikle Baltık ülkelerinin güvenliğini artıracak ama aynı zamanda NATO ile Rusya arasında daha fazla genel istikrara katkıda bulunacak anlaşmalar imzalanabilir. Örneğin, konvansiyonel silahlı kuvvetlerin sınırlandırılmasına ilişkin güncellenmiş bir AKKA Anlaşması ile yeni kanat düzenlemeleri ve siyasi-askeri eylemlerde daha fazla şeffaflık ve öngörülebilirliğe katkıda bulunacak güven artırıcı askeri tedbirleri düşünüyorum.

Fakat Moskova’nın asıl kaygısı, Ukrayna’nın üyeliği yoluyla NATO’nun Rusya sınırına kadar genişlemesini önlemek gibi görünüyor. Rusya 1990’ların ortalarında NATO’ya karşı stratejik bir tampon bölge — “cordon sanitaire” — hedeflemişti ve son zamanlarda bu fikri Ukrayna topraklarında askerden arındırılmış bir bölge şeklinde yeniden gündeme getirdi. Ancak son zamanlarda Rusya’nın operasyonları, Ukrayna’nın topyekûn bir yenilgiye uğramasını önlemek için Batılı birliklerin savaşa müdahale etme riskine karşı tedbirler aldığını da gösterdi.

Bundeswehr’in yetersiz kapasitesinden bahsettiniz. Temelde Bundeswehr’in NATO çerçevesinde kendini savunma imkanına sahip olmasından yana mısınız?

Sürekli değişen güvenlik politikası ve jeostratejik çerçeve koşulları ne olursa olsun, tüm NATO üyesi ülkeler özgürlüklerini, bağımsızlıklarını ve toprak bütünlüklerini müştereken teminat altına almak için kolektif savunmaya uygun bir katkıda bulunmalı. Son zamanlarda kendime sık sık Helmut Schmidt’in, yaşasaydı Avrupa’daki mevcut güvenlik durumuna nasıl tepki vereceğini soruyorum. Muhtemelen askeri dengenin barışı sağlamak için gerekli ama yeterli olmayan bir unsur olduğunu söylerdi. Ayrıca askeri dengenin siyasi olarak istikrara kavuşturulması için de çaba sarf edilmeli. Ayrıca karşı tarafla görüşme ve onların çıkarlarını dikkate alma konusunda da istekli olunmalı. Silahsızlanma ve silahların kontrolü müzakerelerinin yanı sıra daha fazla şeffaflık ve askeri güven artırıcı önlemlere ilişkin anlaşmalar da bunlara eklenmeli.

Bu yüzyılın başından beri hem askeri hem de siyasi açıdan pek çok yanlış yapıldı. Bu nedenle çabaların, federal ordunun anayasal görevi olan ulusal ve ittifak savunmasını yeniden yerine getirebilecek bir konuma getirilmesine odaklanmasını savunuyorum. Bu amaçla, yedeklerin sorunsuz bir şekilde entegrasyonu yoluyla görevleriyle orantılı bir savunma seviyesine hızlı bir şekilde ulaşmak için, gerekli kabiliyet yelpazesini kapsayan bir personel seviyesi ve tehdide uygun ve teknolojik olarak geleceğe uygun tüm kabiliyet kategorilerinde teçhizat ve silahlarla büyüme kapasitesine sahip yapıları olmalı. Müttefiklerimiz güçlü bir Almanya’dan değil, zayıf bir Almanya’dan korkuyor. Bundeswehr’i yeniden kapasiteli ve modern bir ordu haline getirmek için işe buradan başlamalıyız. Bu arada bu, askeri dengenin aleyhimize değişmesine izin vermeme kararlılığımızın da ikna edici bir işareti olacaktır. Ancak sonuçta bu tek başına barış ve güvenlik için yeterli bir koşul değildir. Bu nedenle, siyasi anlaşmalar yoluyla askeri dengeyi istikrara kavuşturmak için gerekli irade mevcut olmalı.

Artık üçüncü bir dünya savaşı tehlikesinden bile söz ediliyor olması nasıl anlaşılmalı? Eski Alman Dışişleri Bakanı Joschka Fischer bile AB’nin kendi nükleer caydırıcılığına ihtiyacı olduğu görüşünde.

Peşinen söylemek isterim ki, meslekten olmayan şahsiyetlerin bu tür ifadelerine tepki vermenin aslında mantıklı olduğunu düşünmüyorum. Fakat bu tartışma artık daha fazla yer kaplıyor. Konvansiyonel askeri dengenin öneminden halihazırda söz etmiştik. Bu bağlamda, güçlü bir konvansiyonel savunmanın nükleer eşiği ciddi ölçüde, hatta belki de kesin olarak yükselttiğini vurgulamak isterim. Bunun nedeni nükleer tırmanma riskini azaltması. Bir yandan, başarılı bir konvansiyonel savunma yapabilme kabiliyeti bizi nükleer bir ilk saldırıya zorlamayacaktır. Öte yandan, potansiyel bir saldırganın caydırıcılığı temelden artar, zira saldırısını gerçekleştirmek için nükleer bir ilk kullanımı riske atmak zorunda kalabileceğini baştan hesaba katmak zorunda kalacaktır.

Şu anda iki seçenek tartışılıyor: Avrupa nükleer güç olmalı ve Almanya nükleer silahlara sahip olmalı. Nükleer güçler ve BM Güvenlik Konseyi’nin daimî üyeleri olarak Fransa ve İngiltere, Avrupa’da özel bir konuma sahip. Nükleer silahlarının kullanımına ilişkin karar ulusal hükümetlere aittir. Bu karar verme yetkisini diğer Avrupa hükümetleriyle paylaşmayacaklar ve kesinlikle Avrupa Birliği’ne devretmeyeceklerdir. İngiliz ve Fransız nükleer kapasiteleri NATO’nun nükleer caydırıcılık unsurunun bir parçasıdır ve bu nedenle ABD nükleer silahlarının tamamlayıcısı olarak görülmelidir.

Almanya’nın nükleer silah sahibi olmaktan bağlayıcı bir şekilde vazgeçtiği hakikatini göz ardı edersek, nükleer silahlar üzerindeki tasarruf yetkisinin bizim için bir güvenlik kazanımı olup olmayacağı ve bunun Almanya’nın NATO’daki konumu için ne anlama geleceği sorusu ortaya çıkıyor. İttifaka entegre edilmeden ve müttefiklerimizle koordinasyon sağlanmadan nükleer silahların münhasıran ulusal kontrolü, potansiyel bir düşmanın risk hesaplamasını daha zor hale getirecektir ama Almanya ve müttefiklerimiz açısından son derece yüksek bir risk olacaktır. Zira Alman hükümeti, herhangi bir nükleer silah kullanımının dünyamızı sonsuza dek değiştirecek vahim sonuçlar doğuracak öngörülemez tepkiler zincirini tetikleyebileceğini bilerek, acil bir durumda bu silahları kullanmaya hazır olduğunu inandırıcı bir şekilde ifade edebilmeli. Dolayısıyla ne iki Avrupalı nükleer devlet ne de ABD, Almanya’nın nükleer silahlara sahip olmasını ya da bunları kontrol etmesini desteklemeyecektir. Ancak, Almanya’nın nükleer silah potansiyelini sadece NATO çerçevesinde ve ittifak prosedürlerini uygulayarak kullanma niyetinde olmamız halinde, nükleer silahlara sahip olmak ne Almanya ne de müttefiklerimiz için bir güvenlik kazanımı olmayacaktır. Ve bu koşullar altında bile müttefiklerimizden herhangi bir destek alamayız.

Zelenskiy, Davos’ta bir kez daha “barış planını” sundu. Neredeyse iki yıl önce, bugüne dek devam eden çatışmaları önleyebilecek bir barış planı masadaydı. Çatışmanın her iki tarafı da “ad referandum” anlaşmasını kabul etmiş ve başlatmış olmasına rağmen, Batı’nın baskısıyla Ukrayna tarafından sonuçlandırılmamıştı. Batı o dönemde barış anlaşmasını neden dinamitledi? Zelenskiy’in şu anda Batı tarafından kutsanan “barış planının” Rusya ile müzakere edilmesi konusunda gerçek bir şansı var mı?

Zelenskiy şu ana dek Rusya ile planı müzakere etme niyeti bile göstermedi. Zelenskiy’in Ekim 2022 başında Rusya ile müzakereleri yasaklayan kararnamesi de henüz iptal edilmedi. Dahası, teslim olmaya zorlanmadıkça hiçbir egemen devlet böyle bir barış anlaşmasını imzalamaz. Belli ki Zelenskiy ve savaşı destekleyen Batılı ülkeler hala Ukrayna’nın savaşı kazanabileceğini varsayıyor. Ya da —sık sık söylendiği gibi— Ukrayna kazanacak çünkü kazanmak zorunda.

Almanya’da, Mart 2022 sonunda İstanbul’da her iki tarafın da imzaladığı bir anlaşmaya varıldığı hakikati, Ukrayna hükümeti bile bunu inkâr etmese ve Ukraynalı müzakereciler bunu doğrulasa da gizleniyor ya da inkâr ediliyor. Bunun nedenleri son derece bariz. Anlaşmanın muhtevasına daha yakından bakıldığında, Ukrayna’nın altı hafta sonra savaşı oldukça kabul edilebilir şartlarda sona erdirecek çok iyi bir sonuç elde ettiği görülecektir. Ancak aklı başında herhangi bir kişi, Zelenskiy’in Rusya basınında müzakereler hakkında olumlu konuştuktan sonra neden anlaşmayı imzalayarak yüz binlerce Ukraynalının ölümünü ve ülkenin yıkımını önlemeye hazır olmadığını soracaktır. Ve aklı başında her insan, onun ve onu destekleyen Batılı ülkelerin neden hala barışa bir şans vermeye hazır olmadıklarını sormaya devam edecektir. Nisan 2022 başında Rusya ile Ukrayna arasında barışı engelleyen siyasetçiler, belli ki Ukrayna’nın kendi destekleriyle Rusya’yı yenebileceğine inanmışlardı. Şimdiye dek herkes bunun bir hayal ürünü olduğunu anlamış olmalıydı. Ukraynalılar, Batı’nın desteğiyle silahlı kuvvetlerinin yapabileceklerini gösterdiler. Batı artık Ukrayna halkının trajik kaderinin sorumluluğunu üstlenmemeli.

General Kujat, mülakat için teşekkür ederim.


(*) 1 Mart 1942 doğumlu emekli General Harald Kujat, Alman Silahlı Kuvvetleri Genel Müfettişi ve NATO Askeri Komitesi Başkanı olarak NATO’daki en yüksek rütbeli subay. Aynı zamanda NATO-Rusya Konseyi ve Avrupa-Atlantik Ortaklık Konseyi başkanlığı görevlerinde bulundu. Harald Kujat, hizmetlerinden dolayı Fransa Cumhuriyeti Onur Lejyonu Komutan Haçı, Letonya, Estonya ve Polonya’dan Komutan Haçı Liyakat Nişanı, Liyakat Lejyonu dahil olmak üzere çok sayıda ödülle onurlandırıldı. ABD ve Belçika Krallığından Büyük Leopold Nişanı Kurdelesi, Federal Almanya Cumhuriyeti Büyük Liyakat Madalyası ve Malta, Macaristan ve NATO’dan da dahil olmak üzere diğer yüksek ödüller aldı.

DÜNYA BASINI

Şin-Bet Direktörü, “Qatargate” skandalı yüzünden mi kovuldu?

Yayınlanma

Yazar

Aşağıda çevirisini okuyacağız makale, İsrail’in en çok okunan sol eğilimli gazetelerinden Haaretz’de yayınlandı. Makale Netanyahu’nun Şin-Bet Direktörü Ronen Bar’ı neden görevden almak istediğine dair yetkililerden gelen açıklamaların dışında başka bir kritik noktaya dikkat çekiyor.

***

Netanyahu’nun Şin-Bet direktörünü çirkin ve sarsıcı şekilde görevden almasının perde arkası

Netanyahu, İsrail’in kırılgan demokrasisinin az sayıdaki kalan bekçilerinden birini Trump tarzı bir yaklaşımla sadakati her şeyin üstüne koyarak saf dışı bırakmaya çalışıyor. Ancak, şu anda bu kararı almasının başka bir sebebi daha var.

Yossi Melman

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, iç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in Direktörü Ronen Bar’ı görevden alma kararı eşi benzeri görülmemiş bir gelişme. İsrail’in 77 yıllık tarihinde, ülkenin iç istihbarat teşkilatının hiçbir başkanı daha önce görevden alınmadı.

Bugüne kadar yalnızca iki Şin-Bet direktörü, güvenlik krizleri nedeniyle başbakan ile yaşadıkları gerginlikler sonucu istifa etti: İlki 1963 yılında, İsser Harel’in Başbakan David Ben-Gurion’a istifasını sunmasıyla, ikincisi ise 1986 yılında, Avraham Shalom’un Başbakan Şimon Peres döneminde istifasıyla gerçekleşti.

Netanyahu, pazar akşamı yaptığı açıklamada Bar’ı görevden alma kararını güvenini kaybettiği için aldığını söyledi. Bu karar bekleniyordu; Netanyahu bunu aylar önce yapmak istiyordu, ancak yine de haber muhalefette ve politikalarına karşı çıkan halk arasında büyük bir şok ve öfke ile karşılandı.

Netanyahu, Bar’a karşı her zamanki yöntemlerini kullanarak harekete geçti: sızıntılar, çirkin imalar ve ona bağlı medya organları aracılığıyla karalama kampanyaları. Netanyahu ve ekibi, üç buçuk yıldır görevde olan Bar’ı, “zayıf bir yetkili” olmakla suçladı ve İsrail’in Hamas ile müzakere ekibinin bir parçası olmasına rağmen “gerçek anlamda müzakere yapmayı bilmemekle” itham etti. Son olarak, Bar’ın Netanyahu’ya “şantaj yaparak tam kapsamlı bir tehdit ve baskı kampanyası yürüttüğü” yönünde asılsız bir iddia ortaya atıldı.

Ancak, Başbakan’ın ani kararının ardında daha derin bir sebep yatıyor gibi. Bu sebep, Netanyahu’nun üzerindeki ağır baskıyı ve bunun karar alma sürecini nasıl etkilediğini gözler önüne seriyor.

Birkaç hafta önce Bar, İsrail polisi ile birlikte Netanyahu’nun iki sözcüsü ve eski bir stratejik danışmanı hakkında soruşturma başlatma kararı aldı. Bu isimlerin, Hamas gibi “terör örgütlerini” destekleyen Katar ile savaş sırasında dahi şüpheli mali işlemler gerçekleştirdiği iddia ediliyordu. “Qatargate” adı verilen bu skandalın, vatana ihanet sınırına varan suçlamalarla sonuçlanabilecek bir potansiyeli var.

Netanyahu’nun, iç istihbarat teşkilatının kendisine yakın isimleri soruşturduğu bir dönemde Bar’ı görevden almaya kalkması, açıkça bir çıkar çatışması yaratıyor. Bu durum, görevden almanın asıl amacının soruşturmayı engellemek olabileceği yönünde şüpheleri artırıyor.

Şin-Bet, Mossad ve Askeri İstihbarat ile birlikte İsrail’in üç istihbarat teşkilatından biri ve öncelikli görevi terörle mücadele etmek, casusluk ve ihanet eylemlerini ortaya çıkarmak. Ancak Şin-Bet’in Batı demokrasileri içinde benzersiz bir misyonu daha var: Yasalar gereği, ülkenin demokratik kurumlarını korumaktan da sorumlu.

Netanyahu ve hükümetinin şimdi “yargı darbesi” adı verilen rejim değişikliği planlarını yeniden devreye soktuğu bir dönemde İsrail demokrasisini korumakla da sorumlu olan Şin-Bet başkanının görevden alınması otoriter bir yönetimin ya da denge ve denetleme mekanizmalarından yoksun zayıflamış bir demokrasinin önünü açabilir.

Netanyahu görevden alma işlemini gerçekleştirme konusunda parlamento, kamuoyu ve yasal engellerle karşı karşıya. Ancak Bar’ın yakın zamanda görevden ayrılması halinde asıl kritik soru, onun yerine kimin atanacağı.

Eğer Netanyahu itidalli davranır ve Bar’ın iki yardımcısından birini seçerse ki Şin-Bet yetkililerinin tam isimleri kamuya açıklanamadığı için sadece “M” olarak bilinen yardımcısı önde gelen adaylardan biri, bu durumda Netanyahu bu atamayı en az zararla atlatabilir.

Şin-Bet’te istihbarat subayı olarak başlayan kariyerinde, Şin-Bet’in başkan yardımcılığına terfi etmeden önce Kudüs ve Batı Şeria bölümünün başına kadar yükselmiş, Arapça bilen deneyimli bir operasyon görevlisi. Profesyonelliğiyle tanınıyor ve Netanyahu’ya değil, devlete ve yasaya sadık biri olarak görülüyor.

Ancak, Netanyahu dışarıdan, kendisine sadakatiyle bilinen eski bir Şin-Bet yetkilisini atarsa, bu, Netanyahu’nun İsrail’in kırılgan demokrasisinin bir bekçisini daha ortadan kaldırmayı başardığını ve aynı şekilde kişisel sadakati her şeyin üstünde tutan ABD Başkanı Donald Trump’ın izinden gittiğini gösterecektir.

7 Ekim’de Hamas’ın düzenlediği saldırıdan bu yana, Netanyahu Savunma Bakanı’nı görevden aldı, İsrail Genelkurmay Başkanı, Askeri İstihbarat Şefi ve kıdemli IDF komutanları istifa etti. Ancak hâlâ sorumluluğu kabul etmeyen ve hesap vermeyi reddeden tek kişi Başbakan Netanyahu.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Suriye’nin sahil bölgesinde katliam nasıl başladı?

Yayınlanma

Lyon Üniversitesinde öğretim üyesi ve Washington Institute for Near East Policy’de uzman olarak çalışan coğrafyacı Fabrice Balanche, aşağıda yayınladığımız makalesinde Suriye’de HTŞ bağlantılı grupların Lazkiye, Tartus ve Humus’ta çoğunlukla Alevi sivillere yönelik gerçekleştirdiği katliamların izini sürüyor ve HTŞ’ye karşı silahlı isyanın, Alevi kasabalarına yönelik rastgele ve ölümle sonuçlanan mezhepçi müdahalelerin hemen ardından başladığına işaret ediyor. Balanche, yaşananların sorumlusunun Ebu Muhammed el-Colani lakaplı Ahmed eş-Şara olduğunu yazıyor. Fransız uzman, 7 Mart’ta yazdığı bir başka yazıda, katliamlar doruk noktasındayken, şöyle diyordu: “[Aleviler] Geçtiğimiz üç ay boyunca aşağılanma ve kötü muameleye maruz kaldılar. Cinayetler hâlâ çözülemedi ve devlet memurları ve askerler işlerini kaybetti. Kıyı kentlerinde, Humus’ta ve Şam’da bu topluluğa yönelik hakaret ve provokasyonlar olağan hale geldi.”


Şam’daki İslamcı rejimin resmi açıklamalarını tekrarlayan France Inter de dahil olmak üzere birçok medya kuruluşuna göre şiddet olaylarından “eski rejim destekçileri” sorumludur:

Askerlerin eski Esad rejiminin destekçileri tarafından saldırıya uğramasının ardından, Esad’ın kalesi olan Alevi bölgesinde 1.300’den fazla kişinin ölümüne yol açan bir şiddet dalgası yaşandı (Les massacres en région alaouite menacent la transition syrienne | France Inter), France Inter – 10 Mart 2025 Pazartesi, saat 8.17.

Gerçekte her şey 4 Mart’ta Lazkiye’de başladı. Önceki gece Lazkiye’nin işçi sınıfından bir Alevi bölgesi olan Datur yakınlarında Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) üyeleri öldürüldü. Bunun üzerine HTŞ bölgeyi kuşattı ve sabahın erken saatlerinde ağır silahlarla saldırdı. Lazkiye’de ve bu bölgede yaşayan tanıdıklarım haberi duyar duymaz beni aradı. Alevilere yönelik şiddetin çoktan başladığını kanıtlayan görüntüler ve videolar gördüm. Tepeden tırnağa silahlı İslamcılarla dolu kamyonetler bölgeyi boydan boya kat ediyor, binalara rastgele ateş açıyor ve bölge sakinlerine domuz diyorlardı. Birkaç minibüs cesetlerle dolu olarak bölgeden ayrıldı. 5 Mart Çarşamba günü helikopterler Banyas’ın doğusundaki Alevi köyü Daliye’ye bomba yağdırdı. Burası yüz kadar türbeye ev sahipliği yapan ve saygın şeyhlerin dini eğitim verdiği ünlü bir Alevi hac yeridir; Esad rejimine askeri kadro sağlayan bir köy değil. HTŞ’nin saldırısı Alevi toplumunu hedef aldı.

6 Mart Perşembe günü HTŞ ve müttefiklerine ait pikap kortejleri sahil bölgesine akın etti ve dağı ele geçirmeye çalıştı. İşte o zaman bazıları pusuya düşürüldü. Önceki rejimin eski askerleri ve istihbarat ajanları bu tehdit karşısında pasif kalmaya hazır değildi. Mahir Esad’ın dördüncü tümenindeki üst düzey subaylardan biri olan Tuğgeneral Giyas el-Dali liderliğinde Suriye sahilinde “Askeri Konsey” kurulduğunun açıklanması, bu geniş çaplı askeri operasyon için bir bahane oldu. Çünkü bu “Alevi ayaklanması” sahil bölgesini kontrol altına almaktan acizdir.

Sonuç olarak, dağlarda sivillerin öldürülmesi arttı, aynı zamanda Alevi mahallesi El-Kussur’un gerçek bir katliama sahne olduğu Banyas kasabasında da. Yüzlerce kişi öldürüldü. Bugün, 10 Mart’ta, geçici başkanın yatıştırıcı güvencelerine rağmen, önceki günlerde olduğu gibi aynı yöntem kullanılarak Kadmus çevresinde şiddet devam ediyor. 200 araçlık bir kortej belirli bir bölgeye doğru ilerliyor ve 20 ila 30 araçlık gruplara ayrılarak bir köyü işgal ediyor. Bütün aileler katlediliyor ve önlerine çıkan herkes öldürülüyor. Evler elbette tamamen soyuluyor. Bu gerçekten de HTŞ ve müttefikleri tarafından gerçekleştirilen bir dizi baskındı. Yeni rejimin güvenlik güçleri doğrudan sorumlu tutulmamak için doğrudan müdahil olmaktan kaçınıyor. Diğer cihatçı ve İslamcı grupların harekete geçmesine izin veriyorlar.

Eş-Şara ve HTŞ’nin suçluluğunu küçümsemeyi bırakmanın zamanı geldi. Bu operasyon dikkatlice Şam’dan planlanmıştır. Geçtiğimiz üç ay boyunca Aleviler faili meçhul cinayetlerin hedefi oldular ve ülkenin tüm kötülüklerinden sorumlu tutuldular. Suriye’de Sünni bir İslam Cumhuriyeti kurulmuştur; bu da halk için Esad rejimi kadar korkunç olacaktır. Fransa ve Avrupa, eski bir El Kaide yöneticisi olan Ebu Muhammed el-Colani olarak da bilinen eş-Şara’yı mutlak güç arayışında desteklememelidir.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Ukrayna’da madene hücum

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini sunduğumuz değerlendirme yazısı, Birleşik Krallık’ın küresel güvenlik stratejileri üzerine çalışan ve Batı sermayesini merkeze alan analizler üreten düşünce kuruluşu RUSI’den. Yazı, ABD’nin Ukrayna’nın maden kaynaklarını Batı tedarik zincirine entegre etme girişiminde karşılaştığı düşük emtia fiyatları, yatırım riskleri ve Çin’in piyasa hâkimiyeti gibi stratejik engellere odaklanıyor. Ancak ABD’nin Ukrayna’da madencilik sektörünü yönlendirme ve buradan jeopolitik kazanç sağlama hamlesi, yalnızca Çin’in bölgedeki etkisini kırmaya yönelik değil; aynı zamanda Amerikan sermayesinin jeopolitik çıkarlarını pekiştirmek ve krizleri fırsata çevirerek bölge ekonomisini küresel tekellerin denetimine açmak gibi daha derin bir dönüşümün parçası. Bu da Ukrayna’yı bir kez daha küresel güç mücadelesinde kendi kaderini tayin etme yetisini yitirerek, emperyal hesapların taşeron aktörlerinden biri olma rolüne mahkûm ediyor.


Ukrayna’nın maden zenginliğini ortaya çıkarmak, bir Trump anlaşmasından daha fazlasını gerektiriyor

Henry Sanderson
RUSI
28 Şubat 2025
Çev. Leman Meral Ünal

ABD, Çin etkisini sınırlandırmak amacıyla Ukrayna’nın maden gelirlerinden pay almaya hazırlanıyor; ancak piyasa koşulları, yatırım ve uygulama süreçlerini zora sokacağa benziyor.

İki ülke arasında yakın zamanda imzalanması beklenen anlaşma ile ABD, Ukrayna’nın maden kaynaklarından elde edilecek gelirlerden pay almayı garantilemiş görünüyor.

Bu hafta yayımlanan anlaşma metnine göre, nihai detaylar kesinleştikten sonra Ukrayna, doğal kaynaklarından elde edilecek olası gelirlerin yüzde 50’sini ABD-Ukrayna ortak yönetimli bir fona aktarabilecek.

Muhtemel ki her iki taraf da bu anlaşmadan stratejik faydalar sağlayacaktır. Ukrayna, madencilik endüstrisini geliştirme şansı elde ederken ABD, Çin’in, olası bir Rusya-Ukrayna barış anlaşması sonrası cevher kazancı elde etmesini engelleyecektir. Öte yandan, Çin yerine Batı tedarik zincirlerine entegre edilmiş bir Ukrayna’nın, Batılı karar alıcılar için önemli stratejik hedeflerden biri olduğunu söylemeye gerek yok herhalde.

Nitekim, Trump’ın ilk döneminde görev yapmış olan Cumhuriyetçi bir isim, ABD yönetiminin, kaynakları geliştirme amacından bağımsız olarak, yalnızca Çin’in bunları ele geçirmesini önlemek için bile böyle bir strateji izleyebileceğini belirtiyor. Anlaşmaya dair müzakereler ise, belirsiz yetkilerle donatılmış birden fazla ekibin kimi zaman aşırı taleplerde bulundukları, kimi zamansa agresif taktikler uyguladıkları haberlerinin gölgesinde geçiyor.

Çin’in pazar hakimiyetine karşı koymak

Ukrayna için bu sürecin başarılı olabilmesi, özel sektör yatırımlarını ülkeye ne denli çekebileceğine bağlı. Bu da Ukrayna’nın güvenliğinin ve diğer finansal desteklerin sağlanmasını gerektiriyor. Ancak maden projeleri her durumda, halihazırda fiyatların çok düşük olduğu Çin pazarlarıyla rekabet etmek durumunda kalacaktır. Tam da bu nedenle, Trump’ın öne sürdüğü gibi milyarlarca dolarlık gelir elde edilmesi pek de olası görünmüyor.

Ukrayna Jeoloji Araştırmaları Kurumu (USGS) eski başkanı Roman Opimakh’a göre Ukrayna, titanyum, grafit, lityum ve bazı başka nadir toprak cevherlerinin yanı sıra potansiyel olarak germanyumda da dünya pazarıyla rekabet edebilir bir pozisyonda.

Ancak bu cevherler, mevcut piyasa zorlukları düşünüldüğünde, önemli yatırımları gerektiriyor.

Elektrikli araba akülerinde kullanılan lityumu ele alalım. Ukrayna, ikisi cephe hattından uzakta olmak üzere üç potansiyel sert kaya lityum yatağına sahip: Dobra ve Polohivske yatakları.

Polohivske, Ukrayna’nın orta kesiminde, Kiev’in 200 mil [320 km] güneydoğusunda yer alıyor. Ruhsat sahibi ULM şirketi, 2028 yılında petalit cevherinden lityum konsantresi üretmeyi planlıyor. Ancak bataryada kullanılabilmesi için bu cevherin önce lityum karbonata, ardından ise batarya kalitesinde bir malzemeye dönüştürülmesi gerekecek.

Ukrayna aynı zamanda lityum-iyon bataryalar için gerekli olan grafit yataklarına da sahip. Avustralyalı Volt Resources şirketi, ülkede 1934’ten bu yana işletildiği belirtilen Zavalievsky madeninden grafit üretiyor. Ancak bu materyalin bataryalarda kullanılabilmesi için daha fazla işlenmesi gerekiyor. Şirket, bunu yapmak için ABD’de bir tesis kurmayı düşündüğünü, ancak bunun için ek sermaye gerektiğini kaydediyor.

Opimakh’ın tahminlerine göre sadece halihazırda keşfedilmiş lityum ve grafit yataklarını geliştirmek için dahi yaklaşık 1 milyar dolarlık yatırım gerekiyor.

Ancak lityum fiyatları 2022’den bu yana yüzde 80 oranında düştü; yatırımcılar bugün Avustralya gibi güvenli bölgelerde dahi yeni lityum arzına duyulan ihtiyacı sorguluyorlar. Bu durumda Ukrayna’ya yatırım yapmayı cazip kılacak ne gibi teşvikler sunulacak?

Trump’ın elektrikli araçlara karşı sabırsız tutumu

Politika yapıcıların, tasarılarını hayata geçirmeden önce önemli bir hazırlık süreci geçirmek zorunda oldukları görülüyor. ABD ve Avrupa, bu cevherlerin herhangi bir jeopolitik fayda sağlamasından önce, onları satın alacak sanayileri inşa etmeli; aksi takdirde bu kaynakların Çin’e yönelmesi riski ortaya çıkacak.

Fakat ABD’nin yenilenebilir enerji konusundaki mevcut yönelimi bu durumu biraz sekteye uğratıyor. Trump, Biden’ın elektrikli araçlara ve temiz enerjiye yönelik sübvansiyonlarını kaldırma taahhüdünde bulunmuştu; oysa bu sübvansiyonlar, Batı’da batarya fabrikaları ve temiz enerji tedarik zincirlerini oluşturmak için gerekli olan talep desteğini sağlıyordu.

Sonuç olarak Çin, arz ve talep üzerindeki hakimiyeti sayesinde bu madenlerin birçoğunun fiyatlarını hala etkin bir şekilde kontrol edebiliyor. En büyük maden tüketicisi olarak, Çin’in iç politikaları fiyatları doğrudan etkileyebilir. Ayrıca işlenmiş cevherlerin büyük bir tedarikçisi olarak piyasaları arz fazlası ile doldurma kapasitesine de sahip.

Elbette Pekin’in arkasına yaslanıp Batı dünyasını sessizce izlemesi beklenemez; zira yüksek teknoloji ürünleri üretiminde dünyaya liderlik etmek, Çin’in temel küresel stratejilerinden biri.

Trump’ın madenlere yönelik yaklaşımı, Çin’in uzun süredir dünyayı nasıl gördüğünü de yansıtıyor: Pekin, 2000’lerin başından ortalarına kadar, kaynak karşılığında kredi anlaşmaları yapma stratejisini öncülüğünü yaparak dirençli tedarik zincirleri oluşturmayı hedeflemişti.

Ancak ortada duran en büyük soru, ABD’nin jeopolitik hedeflerine ulaşmada özel sermayeyi nasıl dahil edeceğidir: Ukrayna’ya yatırım yapmaları için özel şirketlerin çok daha fazla desteklenmesi gerekecek.

Mevcut anlaşmada yer alan ve ABD’nin “istikrarlı ve ekonomik olarak müreffeh bir Ukrayna’nın geliştirilmesine yönelik uzun vadeli mali taahhüdü”nü sürdürdüğüne dair ifadeler yeterli olmayacaktır.

Örneğin, ABD Uluslararası Kalkınma Finans Kurumu’nun bahsi geçen projelere yatırım desteği sağlaması gerekecektir.

Avrupa da madencilik projelerinin finansmanına katkıda bulunmalıdır. Temmuz 2021’de Ukrayna ve AB, Hammaddelerde Stratejik Ortaklık Memorandumu’nu imzaladı. Fakat Avrupa, ABD’nin bu hafta imzaladığı anlaşmaya dahil edilmedi.

Ancak, Ukrayna’nın gelecekteki cevher gelirlerinden pay almak için bir anlaşma imzalamak, ABD’yi veya şirketlerini bu cevherlerin küresel piyasalardaki dalgalanmalarından korumaz ve yine Çin ile rekabet konusunda zafer garantisi vermez.

Trump’ın şekillendirdiği bu yeni dönemde, ABD’nin, bu hafta imzalanacak anlaşmanın mürekkebi kurumadan, stratejisini kararlılıkla hayata geçirebilecek direnç ve sürekliliği sağlaması gerekiyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English