Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

‘Hizbullah-İsrail çatışması kaçınılmaz’

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız analiz, 7 Ekim’den bu yana İsrail ile Hizbullah arasında devam eden düşük yoğunluklu çatışmanın kaçınılmaz olarak topyekûn bir savaşa dönüşeceğini öngörüyor. Dış İlişkiler Konseyi’nde (CFR) Orta Doğu ve Afrika çalışmalarından sorumlu kıdemli araştırmacı olan Steven A. Cook’un kaleme aldığı analiz, iki güç arasında topyekûn savaşı önleyen engellerin tek tek ortadan kalktığını ve savaşın kaçınılmaz olduğunu ileri sürüyor:

***

İsrail ve Hizbullah Arasında Savaş Kaçınılmaz Hale Geliyor

Artık temennileri bırakıp gerçeklere bakmanın zamanı geldi.

Steven A. Cook

Önümüzdeki altı ila sekiz ay içerisinde Hizbullah ile İsrail arasında bir savaş çıkması muhtemel.
Bu konuda olabildiğince net olmak önemli çünkü bugüne kadar konuyla ilgili yazılan hemen her makale Hizbullah ve İsrail’in savaş istemediğini beyan ediyor. Bu analiz, mevcut koşullara dayanarak geleceğe dair çıkarımlarda bulunuyor ancak Orta Doğu’daki gelişmeler son derece dinamik. Analistlerin ve hükümet yetkililerinin varsayımlarını yeniden gözden geçirmeleri ve beklentilerini güncellemeleri akıllıca olacaktır.

İsrail ve Lübnan merkezli militan grubun bugüne kadar aralarındaki çatışmayı topyekûn savaş eşiğinin altında tuttukları ve çeşitli provokasyonlara kısasa kısas şeklinde karşılık vermeyi tercih ettikleri doğru. Ancak bu görünürdeki itidal, Hizbullah ve İsrail’in savaş istemediği anlamına gelmiyor. Aksine, Hizbullah liderliği ve İsrail Savunma Kuvvetleri’nin (IDF) yüksek komutanlığı şu anda, şimdiye kadar çatışmayı frenleyen bir dizi engelle karşı karşıya. İran liderlerinin stratejik hesapları, Biden yönetiminin bölgesel çatışmadan kaçınma kararlılığı, Gazze’deki savaşın sonucu, özellikle de Hamas’ın eğilimi ve ABD politikaları gibi faktörlerin çatışmayı daha uzun süre sınırlayacağına kimse güvenmemeli. Aslında bu engeller şimdiden ortadan kalkmaya başladı.

Hizbullah’ın savaş istemediği iddiası İran’ın, vekili ile İsrail arasında bir çatışmadan korktuğu iddiasına dayanıyor. Bu iki argümanın altında yatan mantık zorlama: Son yıllarda Hizbullah, Suriye’de Beşar Esad rejimini kendi halkına karşı yürüttüğü kanlı mücadelede desteklemek, İran destekli Iraklı milislerle çalışmak ve Yemen’de Husileri eğitmek gibi önemli roller oynayarak İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun (DMO) keşif gücü haline geldi.

Ancak Hizbullah, Devrim Muhafızları’nın bir kolu olmadan önce de İran’ın caydırıcılığının kritik bir bileşeniydi ve öyle olmaya devam ediyor. Grup ve 100 binden fazla olduğu bildirilen roketleri İran’ın ikinci vuruş kabiliyetini oluşturuyor. İsrail ya da ABD İran’ın nükleer programına saldıracak olursa, Hizbullah’ın cephaneliği İsrail yerleşim merkezlerine yıkıcı bir darbe indirecek. Ayetullah Ali Hamaney ve diğer İranlı liderler İsrail’i yok etmeye ne kadar kararlı olsalar da rejimin hayatta kalmasına daha fazla önem veriyorlar ve yatırım yaptıkları Hizbullah’ın caydırıcılık kabiliyetini yitirmesini istemiyorlar.

Yine de İranlıların ana vekilleri üzerindeki dizginleri gevşeteceklerini düşünmek zor değil. Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın Ocak ayı başında yaptığı ve ABD’nin 2020 başlarında bir insansız hava aracı saldırısında öldürdüğü Devrim Muhafızları Kudüs Gücü komutanı Tümgeneral Kasım Süleymani’nin hayatını ve çalışmalarını andığı konuşmasında açıkça ortaya koyduğu gibi, İranlılar sözde direniş ekseninin geliştirilmesi için önemli bir zaman, enerji ve kaynak harcadılar.

Hizbullah’ın yanı sıra Hamas da bu eksenin önemli bir parçası. Önümüzdeki haftalarda çatışmaların durma ihtimaline rağmen, İsrailliler Hamas liderliğini ele geçirmeye ve/veya öldürmeye ve grubu İsrail devletine karşı organize bir tehdit olmaktan çıkarmaya kararlı. Eğer IDF’nin bu hedefleri gerçeğe dönüşme tehdidi doğarsa İranlılar Hamas’ın yenilgisini kabul etmek yerine Nasrallah’ın güçlerinin faaliyetleri üzerindeki engelleri kaldırabilir. O gün yaklaşıyor gibi görünüyor.

İran Hizbullah’ı dizginlediyse, ABD de İsrail konusunda aynı şeyi yaptı. Biden yönetimi Gazze savaşı sırasında iki konuda tutarlı davrandı: Birincisi, Hamas yenilmeli. İkincisi, İsrail ile Hizbullah arasında bir savaştan kaçınılmalı. ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin’ın geçen Kasım ayında İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant ile yaptığı açık bir görüşmede Biden ekibinin endişelerini aktardığı bildirildi. ABD Başkanı Joe Biden da İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya savaşı Lübnan’ı da kapsayacak şekilde genişletmemesini söyledi. ABD’li yetkililer Hizbullah ile İsrail arasındaki savaşın hızla bölgesel bir çatışmaya dönüşeceğine ve ABD’nin de İran’a karşı savaşan taraflardan biri haline geleceğine inanıyor.

Yönetimin endişeleri makul olmakla birlikte, ABD Başkanı’nın kuzey sınırını nasıl ele alacakları konusunda İsraillileri etkileme kabiliyeti azalıyor. Zira İsrail hükümeti büyük bir tırmanma durumunda önlem olarak kuzeydeki kasabalardan tahmini 80 bin İsrailliyi tahliye etme kararı aldı. İsrail’in bakış açısına göre, ülkelerinin bu kısmı yaşanmaz durumda ve İsrail’in buradaki egemenliği artık belirsiz. Bu durum, hükümet -ya da herhangi bir İsrail hükümeti- için tahammül edilebilir değil ve güçlü bir karşılık verilmesini gerektiriyor.

Ancak İsrailliler, Gazze ile meşgul olduğu için ABD ve Fransa öncülüğündeki diplomatik çabalara isteksizce boyun eğdiler. Yine de ne Washington ne de Paris, İsraillileri ya da Hizbullah’ı tatmin edecek bir plan üretebilmiş değil. İsrailliler, BM Güvenlik Konseyi’nin 1701 (2006) sayılı kararı uyarınca Hizbullah’ın İsrail sınırından 18 mil uzaklıktaki Litani Nehri’ne çekilmesini talep ediyor ki Hizbullah bu talebi reddediyor.

Hizbullah ise İsrail’in sınırdaki güçlerini azaltmasını istiyor ki bu da özellikle 7 Ekim 2023 olaylarından sonra İsraillilerin yapmayacağı bir şey. Zaman geçtikçe diplomasinin sonuçsuz kaldığı kanıtlandı ve İsrailliler Gazze’de zafer ilan ederlerse dikkatlerini kuzeydeki güvenlik sorunlarını çözmeye çevirecekler. Bu İsrailliler için varoluşsal bir mesele olduğu için Beyaz Saray’ın isteklerine rağmen bu bahar ya da yaz Lübnan’a savaş gelmesi muhtemel.

İsrail’in önündeki son engel ise ABD kongresinin işlevsizliği. Genelde böyle olmasa da, İsrail’in şu anda yürüttüğü savaş türü onu ABD’ye ciddi anlamda bağımlı hale getirdi. Şüphesiz İsrail’in gelişmiş bir savunma sanayisi ve gelişmiş bir askeri yapısı var ancak Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırısına yanıt olarak başlattığı savaş, IDF’nin düşman topraklarında kısa ve yıkıcı savaşlar öngören standart doktrininden büyük bir sapma.

Gerçekten de Gazze’deki çatışma beşinci ayını doldururken İsraillilerin bazı silah stoklarını yenilemeleri gerekiyor. Hizbullah’la mücadele söz konusu olduğunda IDF’nin daha fazla hassas güdümlü silaha ihtiyacı var ki bu silahlar Hizbullah’ın roket fırlatma noktalarını ve diğer hassas noktaları etkisiz hale getirmek için kritik önem taşıyor. İsrailliler bu silahları şu anda Capitol Hill’de bekleyen ek yardım paketi olmadan elde edemezler, bu da Gallant’ın, Hizbullah’ı İsrail sınırından uzaklaştırmak için öngördüğü büyük askeri operasyonların henüz gerçekleşemeyeceği anlamına geliyor.

İsrail Stratejik İşler Bakanı Ron Dermer de geçen günlerde bunu itiraf etti. ABD’nin güvenlik yardımına olan ihtiyacı açıklarken şöyle dedi: “Çünkü planlamamızı [da] yaptığımız için bu çok önemli. Unutmayın, sadece tek bir cepheyle uğraşmıyoruz. Sadece güneyde Hamas’la değil, kuzeyde de Hizbullah’la uğraşıyoruz.”

Ancak bir noktada Kongre kendini toparlayacak ve finansman tasarısını geçirecek. İsrail, Capitol Hill’de popülerliğini koruyor ve oy sayaçları, bir aksilik çıkmazsa ülkeye yapılacak güvenlik yardımının yasama sürecinden kolayca geçeceğini gösteriyor. Ancak bugünlerde Capitol Hill’deki her şeyde olduğu gibi, geniş çapta popüler olan girişimler ve yasalar bile kutuplaşma, güç politikaları ve genel Kongre işlevsizliğinin pençesine düşüyor. Nispeten tartışmasız olan İsrail yardımı artık daha tartışmalı Ukrayna yardımıyla birlikte ele alınıyor, bu da Amerika Birleşik Devletleri’ndeki en büyük siyasi tartışma konusu olan sınır güvenliği ile bağlantılı. Bu durum, Washington’daki seçilmiş liderler başkanlık seçimlerinin yapılacağı yılda daha da karmaşık hale gelen diğer iki meseleyi çözerken İsraillilerin bekleyeceği anlamına geliyor. Ancak Kongre eninde sonunda harekete geçecek ve bu gerçekleştiğinde İsrailliler önündeki son engel de kalkmış olacak. Muhtemelen, IDF’nin Gazze Şeridi’ndeki büyük askeri operasyonları o zamana kadar sona erecek ve ordu tüm dikkatini Hizbullah’a çevirebilecek.

Hem Hizbullah hem de İsrail’in önündeki tüm engellerin kalkmasıyla birlikte sahadaki tüm işaretler savaşa işaret ediyor. Hizbullah ve IDF’nin birbirlerine yönelik saldırıları giderek daha cesur bir hal alıyor ve birbirlerinin topraklarının daha derinlerinde gerçekleşiyor. Son olarak Hizbullah’ın bir İsrail insansız hava aracını düşürmesinin ardından İsrailliler Bekaa Vadisi’ni vurdu. Bundan önce de Hizbullah Aşağı Celile’ye insansız hava araçları göndermiş, İsrail Hava Kuvvetleri de Beyrut’a 30 milden daha az mesafedeki Sidon’daki silah depolarını vurmuştu.

Savaştan kaçınmaya çalıştıkları için ABD’li ve Fransız yetkililere tebrikler, ancak keşfettikleri gibi, Hizbullah ve İsrail arasındaki sıfır toplamlı ilişkiye diplomatik bir çözüm yok, özellikle de İsrailli liderler İsrail ve direniş ekseni arasındaki oyunun kurallarını değiştirmeye yemin ederken. Dolayısıyla ya Nasrallah güçlerine kuzeye, Litani Nehri’ne gitmelerini emredecek ya da IDF onları geri püskürtecek. Hizbullah direnecek çünkü bunu yaptığını iddia ediyor ve içeride yıpranmış itibarını kurtarmak için bundan daha iyi bir yol olabilir mi? Şu anda savaşı ertelemenin bir yolu olması pek mümkün değil.

DÜNYA BASINI

Barzani’nin Tahran ziyaretinin perde arkası

Yayınlanma

Yazar

Aşağıda çevirisini okuyacağınız Amwaj.media’da yayınlanan haber-analiz, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) lideri Neçirvan Barzani’nin iki günlük Tahran ziyaretinin arka planına odaklanıyor.  

***

Barzani seçimlerin ertelenmesi için İran’ın desteğini aldı mı?

Haber: Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Neçirvan Barzani üst düzey İranlı yetkililerle görüşmek üzere Tahran’a gitti. Ziyaret, Barzani’nin Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ile rakibi Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) arasında kısmen, yaklaşan IKBY Parlamentosu seçimleri nedeniyle büyüyen çatlağın ortasında gerçekleşti.

Barzani’nin, İran ile yakın ilişkileri olan KYB’nin itirazlarına rağmen, bölgesel seçimlerin ertelenmesi için Tahran’dan destek istediği söyleniyor. Görüşmelerde ayrıca İranlı Kürt muhalif grupların Kuzey Irak’taki varlığının yanı sıra İsrail ve Türkiye’nin bölgedeki çıkarlarının da ele alındığı bildiriliyor.

Barzani ve beraberindeki heyet 5-6 Mayıs tarihlerinde Dini Lider Ayetullah Ali Hamaney, Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, Meclis Başkanı Muhammed Bakır Kalibaf, Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan ve Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreteri Ali Ekber Ahmadian ile bir araya geldi.

  • Barzani’nin sözcüsü ziyaretin amacının “Kürdistan bölgesinin komşularının çıkarları için bir tehdit olmayacağını” teyit etmek olduğunu söyledi. Resmî açıklamada ayrıca görüşmelerin “İran, Irak ve IKBY arasındaki ikili ilişkileri ve işbirliğini güçlendirmeyi” amaçladığı ve bölgesel siyasi gelişmelerle de ilgili olacağı vurgulandı.
  • Gözlemciler bu ziyaretin kısmen, Tahran tarafından önemli bir bölgesel jeo-stratejik rakip olarak görülen Türkiye ile Erbil’in giderek yakınlaşan ilişkisine dair İran’ın endişelerini gidermeyi amaçladığını da öne sürdü.

Görüşmelerle ilgili çok az ayrıntı basına yansımış olsa da İran Cumhurbaşkanlığı tarafından yapılan açıklamada, Kuzey Irak’taki İran muhalifi gruplar ve İsrail’in İran sınırlarına yakın olduğu iddiası da dahil güvenlik konularına odaklanıldığını gösterdi.

  • Reisi’nin Bağdat ve Erbil’i Mart 2023’te İran ve Irak arasında imzalanan güvenlik anlaşmasını tam olarak uygulamaya çağırdığı ve “Irak topraklarında karşı devrimci unsurların tamamen silahsızlandırılması ve yok edilmesi” için çalışmanın “gerekliliğini” vurguladığı belirtildi.
  • İran Cumhurbaşkanı ticaretin geliştirilmesine açık olduklarını ifade ederken, “güvenliğin her türlü işbirliği ve etkileşimin genişletilmesinin temel dayanağı olduğunu” belirtti.
  • Haberde Barzani’nin şu sözlerine yer verildi: “İran bizim için sadece bir komşu değil. Eğer İslam Devrimi ve İslam Cumhuriyeti olmasaydı, bugün Kürt hareketinin akıbetinin ne olacağı bilinemezdi.” Barzani, “İran’dan beklentimiz Irak’taki sorunların çözümünde yanımızda olmaya devam etmesidir” diye ekledi.
  • IKBY Başkanı’nın ayrıca “Hiçbir sağduyu, bugün en çok kınanması gereken pozisyondaki bir rejimle ilişkileri, güçlü ve dost bir ülkeye tercih etmemize izin vermez” dediği belirtildi. Barzani ayrıca ikili güvenlik anlaşmasını tam olarak uygulama taahhüdünü de dile getirdi. Bu sözler bazı gözlemciler tarafından, İran’ın uzun süredir sürgündeki İranlı Kürt muhalif gruplarla işbirliği de dahil IKBY’de faaliyet gösterdiğini iddia ettiği İsrail’e bir gönderme olarak yorumlandı .

Tahran’ın KDP’nin IKBY’de yaklaşan bölgesel parlamento seçimlerini erteleme çabasını desteklemeyi ve KYB’ye böyle bir planı kabul etmesi için baskı yapmayı kabul ettiği bildiriliyor.

Kürt medya kuruluşu Ava, 2 Mayıs’ta KYB’ye İranlı bir heyet tarafından Kürdistan Parlamentosu seçimlerinin KDP’nin katılımı olmadan yapılamayacağının söylendiğini iddia etti. Amwaj.media bu iddiayı bağımsız olarak doğrulayamadı.

Bağlam/analiz: Irak Federal Yüksek Mahkemesi’nin 21 Şubat’ta Kürt özerkliğine zarar verdiği düşünülen bazı kararlar almasına tepki gösteren KDP, yaklaşan bölgesel seçimlere katılmayacağını açıkladı. Seçimlerin 10 Haziran’da yapılması planlanıyordu ancak Erbil merkezli parti geçen haftalarda seçimlerin ertelenmesini talep etti. KYB lideri Bafel Talabani ve diğer Kürt partileri herhangi bir ertelemeye şiddetle karşı çıktı.

  • IKBY Başkanı’nın Tahran ziyareti, iktidardaki Şii Koordinasyon Çerçevesi’nin önde gelen liderleriyle bir araya gelmesinden sadece birkaç gün sonra gerçekleşti. Barzani, Irak’ın eski başbakanları Nuri el-Maliki (2006-14) ve Haydar el-İbadi’nin (2014-18) yanı sıra Hikmet Hareketi lideri Ammar el-Hekim ile de görüştü. Barzani ayrıca görevdeki Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani (2022-) ile de görüştü.
  • Barzani’nin yaklaşan seçimlerin ertelenmesi için Şii partilerden destek aldığı bildiriliyor. Ayrıca Maliki’nin, üst düzey KDP yetkilisinin Tahran ziyaretini kolaylaştırdığı belirtiliyor.

Barzani’nin Şii liderlerle yaptığı görüşmelerde Bağdat’ın, IKBY’de saldırılar düzenlediğinden şüphelenilen silahlı grupları kontrol altına alacağına dair güvence istediği bildirildi.

  • 26 Nisan’da Kor Mor gaz sahasına düzenlenen insansız hava aracı saldırısı, dört Yemenli işçinin ölümüne neden oldu ve üretim bir hafta boyunca durdu. Sahada günde ortalama 452 milyon fit küp gaz üretiliyor ve bu üretim IKBY’nin elektrik ihtiyacının karşılanması için kritik önem taşıyor.
  • 26 Nisan’daki insansız hava aracı saldırısının sorumluluğunu hiçbir grup üstlenmese de saldırının Şii bir silahlı grup tarafından gerçekleştirildiğinden şüpheleniliyor. Geçmişte bu tür olaylar, Bağdat ve Erbil’in bölgedeki hava güvenliğinden kimin sorumlu olduğu noktasında karşılıklı suçlamalarda bulunmasına yol açmıştı.
  • İran tarafından desteklendiğine inanılan silahlı grupların yanı sıra İslam Cumhuriyeti de son yıllarda IKYB topraklarına doğrudan saldırdı. Son olarak Devrim Muhafızları 15 Ocak’ta İsrail’in Mossad ajanları tarafından kullanıldığını iddia ettiği Erbil’deki hedeflere balistik bir füze fırlattı. Füze saldırısında aralarında önde gelen bir Kürt işadamının da bulunduğu çok sayıda kişi öldü. Iraklı Kürt yetkililer Tahran’ın iddialarını reddetti.

Ayrıca Barzani’nin Bağdat ve Tahran ziyaretleri, Türkiye Cumhurbaşkanı’nın kısa süre önce Irak’a yaptığı önemli ziyaretin ardından geldi.

  • Recep Tayyip Erdoğan’ın 22 Nisan’da Bağdat ve Erbil’e yaptığı ziyaret 13 yıl aradan sonra gerçekleşen ilk ziyaretti ve Türkiye’nin Irak’taki çıkarlarını güçlendirmeye odaklanıyordu.
  • Bu nadir ziyaret kapsamında Irak, Katar, Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) arasında Türkiye’yi Körfez Arap ülkelerine bağlamayı amaçlayan büyük bir transit girişim olan ‘Kalkınma Yolu’nun inşası için bir ön anlaşma imzalandı. Dörtlü anlaşmada İran’ın yer almaması dikkat çekti.

Öngörü: Eğer Barzani gerçekten de Bağdat ve Tahran’dan yaklaşan bölgesel seçimlerin ertelenmesi için destek almışsa, KYB muhtemelen bunu kabul etmek zorunda kalacak. KDP’nin manevralarının sonucunu, önümüzdeki günlerde resmen açıklaması bekleniyor.

  • KDP’nin tam bir ilerleme kaydedebilmesi için KYB ile müzakereleri sürdürmesi ve muhtemelen Süleymaniye merkezli partiye bazı tavizler vermesi gerekiyor. Böyle bir sürecin hem Bağdat’ı hem de Tahran’ı kapsayacak olması çok önemli.
  • Bölgesel seçimlerin ertelenmesini desteklemesi halinde İran muhtemelen IKBY’deki İranlı Kürt muhalif gruplara karşı Erbil’in işbirliğini güçlendirmeye çalışacaktır.
  • Tahran’la daha sıcak bağlar kurmak, Erbil’in Bağdat’la arasındaki, IKBY’de federal bütçeden ayrılan pay ve Bağdat’ın IKBY’deki maaşları ödeme taahhüdü gibi bazı anlaşmazlıkları çözmesine de yardımcı olabilir.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

ABD’de üniversite protestoları ve ‘CEO’ olarak rektörler

Yayınlanma

Yazar

Çevirmenin notu: ABD kampüslerinde Filistin yanlısı öğrencilere yönelik polis saldırıları sürerken, Branko Milanovic, bildiğimiz anlamda üniversitelerin artık mevcut olmadığını; insanlık, empati, saygı gibi değerlerin yerini kaba şirket çıkarlarının aldığını; Amerikan üniversitelerinin fabrikaya, yöneticilerinin de CEO veya yönetim kuruluna dönüştüğünü yazıyor. Bu şartlar altında her tür ‘grev’ veya ‘iş yavaşlatma’, tedarik zincirlerine bir darbe sayılıp ezilecektir.


Fabrika olarak üniversiteler

Branko Milanovic
Global Inequality and More 3.0
4 Mayıs 2024

Polisin üniversiteleri gösteri yapan öğrencilerden temizlediği pek çok örnek gördüm ve okudum. Polis, öğrencilerin yarattığı özgürlük vahalarından memnun olmayan yetkililerin emriyle gelirdi. Silahlı olarak gelir, öğrencileri döver ve protestoya son verirdi. Üniversite yönetimi öğrencilerin yanında yer alır, ‘üniversitenin özerkliği’ni (yani polisten muaf olma hakkını) öne sürer, istifa eder ya da görevden alınırdı. Bu olağan bir durumdur.

ABD’deki mevcut ifade özgürlüğü gösterileri dalgasının benim için yeniliği, öğrencilere saldırması için polisi çağıranların üniversite yöneticileri olmasıydı. New York’ta yaşanan en az bir olayda, polis neden çağrıldıklarına şaşırmış ve bunun ters etki yarattığını düşünmüştü. Yöneticilerin bu tutumunun, yöneticilerin kampüslerde düzeni sağlamak üzere iktidarlar tarafından atanabildiği otoriter ülkelerde ortaya çıkabileceği anlaşılabilir. Bu durumda, itaatkâr devlet memurları olarak, polisi çağırma yetkisine nadiren sahip olsalar da, ‘temizlik’ faaliyetlerinde polisi destekleyecekleri açıktır.  

Fakat ABD’de üniversite yöneticileri Biden ya da Kongre tarafından atanmıyor. O zaman neden kendi öğrencilerine saldırsınlar ki? Onlar gençleri dövmeyi seven kötü kişiler mi?

Cevabım, hayır. Öyle değiller. Sadece yanlış bir iş yapıyorlar. Rollerini geleneksel olarak üniversitelerin rolü olan özgürlük, ahlak, merhamet, kendini feda etme, empati ya da arzu edildiği düşünülen diğer değerleri genç nesillere aktarmaya çalışmak olarak görmüyorlar. Bugünkü rolleri, üniversite adı verilen fabrikaların CEO’ları olmaktır. Bu fabrikalar, öğrenci adı verilen ve düzenli yıllık aralıklarla mezunlara dönüştürdükleri bir hammaddeye sahiptir. Dolayısıyla bu üretim sürecindeki herhangi bir aksaklık, tedarik zincirindeki bir aksaklık gibidir. Üretimin devam edebilmesi için mümkün olan en kısa sürede ortadan kaldırılması gerekir. Mezun olan öğrenciler ‘[dışarı] çıkarılmalı’, yeni öğrenciler getirilmeli, onlardan gelen paralar cebe indirilmeli, bağışçılar bulunmalı, daha fazla fon sağlanmalıdır. Öğrenciler sürece müdahale ederlerse, gerekirse güç kullanılarak disipline edilmeleri gerekir. Düzenin yeniden sağlanması için polis devreye sokulmalıdır.

Yöneticiler değerlerle değil, kârlılıkla ilgilenmektedir. Yaptıkları iş Walmart, CVS ya da Burger King’in CEO’su ile eşdeğerdir. The Atlantic’te yakın zamanda yayınlanan bir makalede anlatıldığı gibi, değerlerden ya da ‘entelektüel açıdan zorlayıcı bir ortamdan’ ya da ‘canlı tartışmalardan’ (ya da her neyse!) söz etmeyi, günümüzde şirketlerin üst düzey yöneticilerinin her zamanki promosyon amaçlı, performatif konuşmaları olarak kullanacaklardır. Kimse bu tür konuşmalara inanmıyor değil. Fakat bu tür konuşmalar yapmak son derece olağan. Bu yaygın olarak kabul gören bir ikiyüzlülüktür. Sorun şu ki, üniversitelerde bu düzeyde bir ikiyüzlülük hâlâ çok yaygın değil çünkü tarihsel nedenlerden ötürü üniversiteler tam olarak sosis fabrikaları gibi görülmüyordu. Daha iyi insanlar yetiştirmeleri gerekiyordu. Fakat gelir ve bağışçıların parası için verilen mücadelede bu unutuldu. Bu nedenle sosis fabrikası duramıyor ve polis çağırmak gerekiyor.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

İsrail ile ticareti kesme kararı can yakabilir: “Bölge hükümetleri yardımcı olmalı”

Yayınlanma

İsrail ile ticareti geçen ay sınırlayan Türkiye, iki gün önce ticareti tamamen kesme kararı aldı. Ticaret Bakanlığı 3 Mayıs’ta “İsrail hükümeti, Gazze’ye kesintisiz ve yeterli miktarda insani yardım akışına izin verinceye kadar” İsrail ile ihracat ve ithalatın tamamen durdurulduğunu açıkladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan kararla ilgili açıklamasında, “Tüm batı İsrail’e çalışıyor. Biz daha sabredemezdik ve adımlarımızı attık” dedi.

Aşağıda çevirisini okuyacağınız haber, Türkiye’nin bu adımının İsrail ve Türkiye’ye ne gibi etkileri olabileceğini uzman yorumlarıyla değerlendiriyor:

***

Erdoğan Netanyahu’ya karşı: Bu işin sonu nereye varacak?

Türkiye Gazze nedeniyle İsrail ile ticareti kesti. Bu can yakabilir.

GIORGIO CAFIERO

Türkiye kısa bir süre önce Gazze’de “kötüleşen insani trajedi” nedeniyle İsrail ile ticareti askıya aldı.

Ankara, İsrail’in Gazze’ye “kesintisiz ve yeterli” yardım akışına izin vermesi halinde ticareti yeniden başlatacağını açıkladı. Tahmin edilebileceği gibi İsrail’in baş diplomatı Israel Katz, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı “Türk halkının ve iş adamlarının çıkarlarını hiçe sayarak ve uluslararası ticaret anlaşmalarını göz ardı ederek” bir “diktatör” gibi davranmakla suçladı. Hamas ise şaşırtıcı olmayan bir şekilde Türkiye’yi övdü.

Türkiye ile İsrail arasındaki gerilim, 2009 Davos Zirvesi ve 2010 Gazze filosu baskını gibi son yıllarda yaşanan çeşitli olaylarda arttı. Ancak bugüne kadar Türkiye-İsrail ekonomik ilişkileri bu fırtınaları hep atlattı. Bu nedenle Türkiye’nin bu ay İsrail ile ticareti durdurması büyük bir olay.

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Avrupa ve Avrasya’dan sorumlu eski Müsteşar Yardımcısı Matthew Bryza RS’ye yaptığı açıklamada, “İsrail’in Gazze’de sivillere yönelik saldırılarına, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eleştirilerini sertleştirdiği geçen yılın Ekim ayının ortalarından bu yana iki ülke ilişkilerinde olumlu seyreden tek unsur ticaretti. Türkiye’nin İsrail’le tüm ticareti kesmesiyle birlikte bu olumlu unsur da ortadan kalktı” dedi.

“Erdoğan’ın İsrail’le ilişkilere bütüncül bir yaklaşım getirerek geleneğini bozduğu görülüyor” diyen Sadeq Enstitüsü’nde Türkiye üzerine uzmanlaşan siyasi analist Batu Coşkun şu noktaya dikkat çekti: “Daha önceki krizlerde ticari ilişkiler, gergin siyasi bağlardan ayrı tutulmuştu. Şimdi ise hükümet tüm cephelerde gerilimin tırmanmasından endişe duymuyor gibi görünüyor.”

Hasan Kalyoncu Üniversitesi öğretim üyesi ve SETA Vakfı araştırmacısı Murat Aslan’a göre, İsrail üzerindeki baskıyı artırmak isteyen Türkiye’nin ticareti askıya almanın ötesinde oynayabileceği kartlar var. Bunlar arasında diğer ülkeleri İsrail’e ambargo uygulama konusunda Türkiye’ye katılmaya teşvik etmek ve Türk hava sahasını İsrail uçuşlarına kapatmak yer alıyor. Aslan, “Türkiye’nin bu adımları atıp atmayacağını bekleyip görmemiz gerekiyor, ancak birçok seçenek olduğunu biliyorum” dedi.

İç baskılar ve artan gerilim

Türkiye’nin iç siyaseti de göz önünde bulundurulmalı. Gazze savaşının erken bir aşamasında Türk toplumunun bazı kesimleri Erdoğan hükümetine, Tel Aviv’e karşı sert söylemlerin ötesinde somut adımlar atması için baskı yapmaya başladı. Birkaç hafta önce Türkiye, İsrail ile çelik, gübre ve jet yakıtı dahil 54 alanda ticareti kısıtladı.

Geçen ayki yerel seçimler öncesinde İsrail ile tüm ticaretin kesilmesi yönünde çağrılar yapıldı ve bu çağrılar Erdoğan’ın seçmenlerinin çoğunda yankı buldu. Sonuç olarak, Erdoğan’ın geleneksel destekçilerinin önemli bir kısmı ya oy vermeyi reddetti ya da hükümetin Gazze savaşı sırasında İsrail’le ticaretin devam etmesine izin veren politikasına karşı çıkarak kampanya yürüten İslamcı bir parti olan Yeniden Refah Partisi’ni destekledi.

Coşkun’a göre, Türkiye’nin İsrail’le ticaretini durdurma kararı alan Erdoğan, “popülaritesini korumak için tepki veriyor gibi görünüyor. Bu, Cumhurbaşkanının muhtemelen söylemini sertleştirmeye devam edeceği anlamına geliyor ki bu da İsrail ile ilişkilerde daha fazla gerilim demek.”

Ekonomik etki

İsrail uzun zamandır Türkiye ile güçlü ticari ve yatırım ilişkileri sürdürüyor. 2023 yılında, ikili ticaret yaklaşık olarak 7 milyar ABD doları civarındaydı. Bir Türk holdingi olan Zorlu Holding, İsrail ekonomisinde büyük bir yatırımcı ve Türk inşaat şirketleri yıllar boyunca İsrail’de büyük paralar kazandı. Ankara’nın ticareti durdurma kararı nedeniyle İsrail’de inşaat maliyetlerinin artacağı ve enflasyonist etkilerin ortaya çıkacağı varsayılabilir.

Ancak Türkiye’nin ambargosunun İsrail ekonomisine ne kadar zarar vereceği ve bu zararın ne kadar süreceği şimdilik net değil. Ülkeler ticari ilişkileri kesintiye uğradığında ya da yaptırım uygulandığında uyum sağlayabilirler. Rusya’nın 2022’de Ukrayna’yı geniş çaplı işgaline karşılık Batı’nın Moskova’ya karşı finansal savaş açmasının ardından Rusya’nın ticaret yollarını ve tedarik zincirlerini ayarlaması buna bir örnek. Benzer şekilde, İsrailli politika yapıcılar da şu anda ekonomilerine ne gibi zararlar gelebileceğini ve Türkiye’nin ambargosunun etkilerini nasıl telafi edeceklerini değerlendirmekle meşguller.

Ayrıca Türkiye’nin ekonomisi de darbe alacak. Ankara’nın ambargoyu daha önce uygulamamasının en önemli nedenlerinden biri de buydu. Türkiye’deki siyasi yelpazede Filistinlilere yönelik yaygın bir destek var, ancak Gazze’yi desteklemek için ne kadar bedel ödenmesi gerektiği konusu da tartışmalı.

Katar Üniversitesi İbn Haldun Merkezi’nde yardımcı doçent ve Atlantik Konseyi Scowcroft Orta Doğu Güvenlik Girişimi’nde misafir kıdemli araştırmacı olarak görev yapan Ali Bakır, RS’ye verdiği demeçte, “İsrail’deki iç durum ve Husilerin Kızıldeniz girişindeki önlemleri göz önüne alındığında bu, İsrail ekonomisine kesinlikle benzeri görülmemiş bir şekilde zarar verecek” dedi.

“Ancak diğer yandan, zaten zor durumda olan ve toparlanmaya çalışan Türk ekonomisine de zarar verecek” diyen Bakır, bu tür mali riskleri almaktan korkan bölgedeki diğer hükümetlerin, Türkiye gibi bunu yapmaya istekli olanlara yardım etmek için adım atması gerektiğini belirtti.

Azerbaycan petrolü

Türkiye’nin eylemlerinin Azerbaycan’a ve daha spesifik olarak Azerbaycan’ın İsrail’e yönelik petrol ihracatı üzerindeki etkisi önemli olacak. Azerbaycan petrolü Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattından geçerek tankerlerle İsrail’e ulaşıyor. Ankara, Azerbaycan’ın Ceyhan limanı üzerinden İsrail’e petrol ihraç etmesine izin vermezse İsrail ekonomisi büyük zarar görebilir.

ABD’nin Azerbaycan Büyükelçisi olarak da görev yapmış olan Bryza, “Şu anda Türkiye’nin İsrail’e petrol akışını kesip kesmeyeceği belli değil. Böyle bir durumda, ekonomi yeni tedarik kaynakları bulma zorunluluğuna kalacağı için İsrail ekonomisi üzerinde daha önemli bir etkiye sahip olabilir” dedi.

Bryza, İsrail’in Azerbaycan’la uzun vadeli enerji sözleşmeleri olduğunu ve spot piyasadan satın alması halinde petrol için çok daha fazla ödeme yapmak zorunda kalacağını belirtti.

Aslan da “Eğer Türkiye bu akışı durdurursa… o zaman İsrail enerji için başka bir kaynak bulmak zorunda. Aksi takdirde başları belaya girecek” diye ekledi.

Bununla birlikte, Ankara-Bakü ittifakının doğası göz önüne alındığında, Türkiye bu adımı atmaktan kaçınabilir. Bryza, “Türkiye, Azerbaycan petrolünün Türkiye’nin Ceyhan limanı üzerinden İsrail’e akışını keserse şaşırırım çünkü bu Azerbaycan’ın çıkarlarına da zarar verir. Türkiye ve Azerbaycan çok yakın ikili ilişkilere sahip ve bu ilişkiyi tanımlayan klişeye göre ‘iki millet iki devlettir.”

İsrail ile ticareti durduran Türkiye’yi başkaları da izleyecek mi?

Türkiye’nin ikili ticareti askıya alması kaçınılmaz olarak İsrail ekonomisine en azından kısa vadede zarar verecek. Bu, Başbakan Binyamin Netanyahu hükümetinin ve bir ülke olarak İsrail’in Gazze’deki sivillere karşı işlediği suçlar nedeniyle ödemek zorunda kalacağı ek bir maliyet olacak.

Ancak Türkiye’nin İsrail’e ambargo uygulamada yalnız kalması halinde İsrail’e verilen ekonomik zarar sınırlı kalabilir. Dikkate alınması gereken husus, diğer ülkelerin de Ankara’nın izinden gitme ihtimali ki bu durum İsrail’in ekonomik zorluklarını daha ciddi hale getirebilir.

Türkiye’nin kararı Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki Arap vatandaşları tarafından memnuniyetle karşılanacak. Muhtemelen Ankara’nın İsrail’e uyguladığı ambargoyu, Müslüman ülkelerin İsrail’e nasıl davranması gerektiğine dair bir örnek olarak gösterecekler ve kendi hükümetlerini de aynı yolu izlemeye çağıracaklar. Ancak bu hükümetlerin, bunu yapıp yapmayacağı ayrı bir soru.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English