Bizi Takip Edin

Diplomasi

İngiltere’nin Ukrayna’daki hayati rolünün bilinmeyen hikâyesi

Yayınlanma

2014’te bu yana Londra yönetimi, Ukrayna ordusuna tanksavar füzeleri, hava savunma sistemleri, zırhlı araçlar ve ağır silahlar gibi çeşitli askeri teçhizat sağlayarak Kiev’in en önde gelen destekçileri arasında yer aldı. Ayrıca İngiltere, Ukraynalı askerlerin eğitilmesine yönelik programlar düzenleyerek sahadaki kabiliyetlerini artırmayı da hedefliyor. Bu yardımlar, hem NATO ile koordineli şekilde yürütülüyor. Fakat bir NATO müttefiki olarak Londra’nın Ukrayna’daki savaşına olan doğrudan müdahalesi, daha önce Batı basınında ihtiyatla ele alınmıştı. İngiliz Times gazetesi, geçen günlerde Britanya’nın Rusya’ya karşı savaşa katılımının boyutunu ele alan uzun bir makaleye yer verdi.


Britanya ordusunun Ukrayna’daki hayati rolünün bilinmeyen hikâyesi

The Times

11 Nisan 2025

Britanya’nın Rusya’ya karşı 2023 bahar taarruzuna katılımının boyutu —Ukrayna’ya son dakika yardımları, savaş planları ve istihbarat bilgileriyle— büyük ölçüde karanlıkta kalmıştı. Ta ki şimdiye kadar.

2023 yazının başlarında, Ukrayna ordusu uzun zamandır beklenen bahar taarruzunu başlattığında, bu kritik hamlenin kod adı ünlü Ukraynalı bir şahsiyet veya yerden değil, Britanyalı bir siyasetçiden alınmıştı.

Söz konusu “Wallace” ekseni, savaşın ilk günlerinde Ukrayna’ya ihtiyaç duyulan silahların sağlanmasında kilit rol oynayan dönemin Savunma Bakanı Ben Wallace’a atıfta bulunuyordu. Ukraynalı bir askeri kaynağa göre, Wallace bu desteği sayesinde saygıyla “Kiev’i kurtaran adam” lakabını kazanmıştı.

Britanya’nın Doğu Avrupalı müttefikine olan sarsılmaz desteği açık sır olsa da, Wallace’ın angajmanının ve etkisinin boyutu —Kiev’e yapılan kısa vadeli yardımlar, savaş planlarının hazırlanmasına yardım ve Ruslar hakkında kritik istihbarat toplanması— büyük ölçüde gizli kalmıştı.

Kapalı kapılar ardında Ukraynalılar, Britanyalı askerleri ABD, Britanya ve onlarca diğer benzer görüşlü ülkeden oluşan “Putin karşıtı” koalisyonun “beyinleri” olarak tanımlıyor. Britanya, başka hiçbir ülkenin yapmadığı ölçüde kendi birliklerini Ukrayna’ya gönderme cesaretini göstermesiyle ün kazandı. Ancak Britanya’nın Ukrayna savaşındaki rolü, pek çok gözlemcinin tahmin ettiğinden daha derindi.

Fakat hepsinden önemlisi The Times, ABD’nin Ukrayna’ya en iyi silahları ve bunların etkili kullanımı için en hassas hedef koordinatlarını sağlarken, aynı zamanda Scorpius Operasyonu çerçevesinde Washington ile Kiev arasındaki zorlu ilişkide dengeyi sağlayanların Britanyalı askerler olduğunu ortaya çıkarıyor.

Cephe gerisi

Savaşın başlamasından bir yıldan biraz fazla süre sonra, Başkan Biden yönetimi ve Ukraynalı müttefikleri hâlâ kusursuz, birleşik cephe sergiliyorlardı. Ancak perde arkasında gerilim aylardır giderek artmış ve 2023 yazının başlarında kontrolden çıkma noktasına gelmişti.

Bu arada Ukrayna, taarruzunu bir miktar gecikmeyle başlatmıştı; bu savaşta kilit andı. Savaşın ilk günlerinde Kiev kapılarında Rusya’yı geri püskürterek dünyayı şaşırttıktan sonra, Ukrayna şimdi Donbass’ta toprak geri kazanma ve yıpratıcı savaşın dinamiklerini değiştirme fırsatı görüyordu. Ancak işler iyi gitmiyordu.

İşte bu noktada, Oldhamlı devlet bursuyla okumuş Amiral Sir Tony Radakin ve onun iki “teğmeni”, Korgeneral Sir Roly Walker ve Korgeneral Sir Charlie Stickland, hem Ukraynalıların hem de Amerikalıların saygısını kazanmaya başladı.

Fakat bu kritik anın ve Britanya’nın rolünün hikâyesi yaklaşık altı ay önce başlamıştı.

Aralık 2022

23 Aralık’ta Radakin, ABD’li mevkidaşı Genelkurmay Başkanı General Mark Milley’den telefon aldı. Savaşın başlamasının üzerinden neredeyse yıl geçmişti ve çekici iyimser Radakin ile etkili ve cesur Milley bu noktada birbirlerini çok iyi tanıyorlardı.

Ukraynalılar, 2023 baharında Rusya’ya karşı taarruza geçmek istediklerini açıkça belirtmişlerdi; bu, kamuoyu tarafından bahar taarruzu olarak heyecanla bekleniyordu. Ancak hem Amerikalılar hem de Britanyalılar, Ukrayna’nın operasyonel hazırlığı konusunda şüpheliydi.

O dönemdeki görüşmelere aşina olan aktif görevdeki Britanyalı bir subay, “Cesaret edecekleri belliydi,” dedi. Mantık şuydu: “Eğer cesaret edeceklerse, o zaman bunu mümkün olduğunca güçlü yapalım.”

Aralık ayındaki bu telefon görüşmesi sırasında General Milley, Amiral Radakin’e ABD’nin taarruzu desteklemeye ve tüm ağırlığını koymaya karar verdiğini bildirdi.

Ocak 2023

Ertesi ocak ayında, yaklaşık 50 ülke Ukrayna’nın askeri ihtiyaçlarını görüşmek üzere Ramstein’da toplandığında, ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin, ABD ve diğer NATO ülkelerinin Ukrayna’ya kapsamlı ağır silah paketi teslim edeceğini duyurdu.

Austin basın toplantısında, “Bu, Ukrayna’yı Rusya’nın sebepsiz saldırganlığına karşı destekleme yönündeki uzun vadeli taahhüdümüzü gösteriyor,” dedi. Bu, Rusya ile savaşın tırmanacağına dair net sinyal olarak yorumlandı. Bunun üzerine Beyaz Saray, ABD’nin Rus güçlerini geri püskürtmek amacıyla Ukrayna’ya 31 adet M1 Abrams tankı göndereceğini açıkladı. Böylece ABD’nin Kiev’e saldırı tipi tank araçları tedarik etme konusundaki uzun süredir devam eden çekingenliği aşılmış oldu.

Wallace’a göre Britanya ise, savaş alanındaki başarı şansını artırmak amacıyla Ukrayna’ya Batılı ülkeler arasında ilk olarak Storm Shadow tipi uzun menzilli seyir füzeleri tedarik etme sözü verdi. Gizlice, Ukrayna uçaklarını bu füzelerle donatmak ve birlikleri kullanımı konusunda eğitmek üzere Britanya birlikleri gönderildi. Bu, Britanya birliklerinin sahada ilk kez konuşlandırılması değildi: Daha önce de birkaç düzine düzenli Britanya askeri, yeni ve geri dönen acemi askerlere NLAW kullanımı konusunda eğitim vermek üzere Kiev’e gönderilmişti. Bunlar, Şubat 2022’de savaşın başlangıcında Kiev’e teslim edilen Britanya yapımı tanksavar füzeleriydi. Britanyalı eğitim birlikleri 2015’ten beri Ukrayna’da konuşlanmış olsalar da, Şubat 2022’de olası Rus saldırısı endişesiyle geri çekilmek zorunda kalmışlardı.

Karşı taarruz

Yaklaşan karşı taarruz, savaşta belirleyici an olacaktı. Koalisyon içinde, bunun Ukrayna için son savaş olacağı ve Devlet Başkanı Putin’in bu sayede barışa zorlanabileceği konusunda iyimserlik hâkimdi.

Mayıs

Taarruzun planlanan başlangıcından önceki haftalarda, Stratejik Kuvvetler Komutanı ve Birleşik Krallık eski Askeri İstihbarat Başkanı General Sir Jim Hockenhull, Ukrayna Askeri İstihbarat Başkanı Korgeneral Kirilo Budanov ile bir araya geldi. Karşı taarruzun hedeflerine ulaşmak için nasıl işbirliği yapabileceklerini görüştüler ve Hockenhull’un elinde çok hassas askeri imkanlar vardı.

İkili yaklaşık 2019’da tanışmıştı. 1986’da istihbarat teşkilatına katılan ve genç subay olarak ilk görev yıllarında Rusya’ya odaklanan Hockenhull, kapsamlı savaşın başlamasından yıllar önce Ukraynalılarla ilişki kurma gerekliliğini fark etmişti. 1989’da Berlin Duvarı yıkıldığında Berlin’de bulunan Hockenhull, mevcut çatışmayı —Savunma Bakanlığı’ndaki diğerleri ona inanmazken— 2021 yazında öngörmüştü.

Askeri bir kaynak, “Ukraynalıları gelecek olana hazırlamak için her şeyi yapma gerekliliğini gördü,” ifadesini kullandı ve Hockenhull’un Ben Wallace ile birlikte Ukraynalıların NLAW’ları savaştan önce hizmete almasında önemli rol oynadığını da sözlerine ekledi.

Walker ve Stickland planlamaya yardımcı olabilirken, Hockenhull gizlilik içinde çalışarak Ruslar hakkında kritik bilgiler topladı. Bir kaynak, “Ukraynalıların planlarını etkili şekilde uygulayabilmeleri için yeterli bilgiye ihtiyaçları vardı. Sayıca üstün düşmana karşı avantaja ihtiyaçları vardı,” diye konuştu.

Fakat Ukraynalıların sorunları vardı: ABD, Britanya ve diğer ortak ülkelerden gelecek tüm teçhizatın mart sonuna kadar ulaşması planlanmıştı. Ancak mart sonu, nisan sonuna ve nihayetinde mayıs sonuna sarktı.

Britanyalı askeri bir kaynak, “Ukrayna sürekli tüm teçhizatı eline alana kadar bekledi. Onlara sürekli şunu söyledik: Başlamalısınız! Rusya güçlü değil. Onu zorlamalısınız – yeterli teçhizatınız var,” diye aktardı. Bu noktada, Ukrayna’nın karşı taarruz için aldığı silah miktarı, tüm Britanya ordusunun emrindeki miktara eşitti.

Zaman işlerken, Ruslar ortaya çıkan fırsatı değerlendirip mevzilendi.

Haziran

Ukraynalılar nihayet haziran başında ilerlemeye başladığında, başka sorun ortaya çıktı. Radakin ve ABD’li meslektaşları “aç bırak, yay ve saldır” stratejisini önermişti. İlk unsur —”aç bırakmak”— ikmali zayıflatmak için Rus lojistik merkezlerine yönelik hedefli saldırıları ifade ediyordu. “Yaymak”, düşmanı farklı cephe hatları boyunca şaşırtma manevraları ve test saldırılarıyla bunaltmak anlamına geliyordu. Bu eksenlerden biri “Wallace” kod adını taşıyordu. Bir yetkili, “NLAW’ların, tankların ve Storm Shadow’ların teslimatı; tüm bunlar Wallace sayesinde bu kadar erken gerçekleşti,” dedi.

Ancak Wallace aynı zamanda hem Savunma Bakanlığı’nda hem de Dışişleri Bakanlığı’nda direnişle karşılaştı. Buralarda, Ukrayna’ya giderek daha ağır silahların teslim edilmesinin Rusya ile gerilimi daha da artırabileceğinden endişe ediliyordu. Kremlin halihazırda nükleer sopa göstermiş ve mart ayında Belarus’ta —Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bu yana ilk kez kendi toprakları dışında— taktik nükleer silahlar konuşlandıracağını duyurmuştu.

Stratejinin son ve belirleyici adımı —”saldırmak”— yoğun ana çaba gerektiriyordu. Bu nedenle Britanyalı ve Amerikalı planlamacılar, Ukrayna’ya belirleyici cephe yarma için en iyi şansı elde etmek üzere güçlerini ve ateş gücünü temas hattı boyunca tek noktada toplamalarını tavsiye etti.

Ancak Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’nin başka planları vardı. Ukrayna Kara Kuvvetleri Komutanı General Oleksandr Sırskiy, onu bunun yerine kuzeyde kaos yaratmayı ve aynı anda güneydoğuda mümkün olduğunca derine inmeyi hedefleyen strateji izlemeye ikna etti. Güneyde cepheyi yarmak —ve Rusya ile Kırım arasındaki kara köprüsünü kesmek— yerine, Ukraynalılar savaş güçlerini böldüler. Ukraynalılar hiçbir zaman Rus hatlarını yarmayı başaramadı.

Operasyon öncesi sabırsızlık

Bu durum, Ukrayna kara birliklerinin ABD’nin talep ettiğinden daha yavaş ilerlemesi gerçeği kadar Amerikalıları da hayal kırıklığına uğrattı.

Savunma Bakanlığı’ndan eski üst düzey bir kaynak, “Amerikalılar sabırsızdı. Savaş simülasyonlarını yapmışlardı ve onlara göre harekete geçme zamanı gelmişti,” dedi. Ukraynalılar, Amerikalılar ve Britanyalılar da dahil olmak üzere herkesin Rusya’nın savunmasını ve modern savaş alanının koşullarını hafife aldığını kaydetti. Savaşa giden yol Rus kara mayınlarıyla doluydu ve bunları temizlemeye çalışanlar ayrıca dron saldırısı tehlikesiyle karşı karşıyaydı.

Sırskiy’nin amiri olan ve ofisinin duvarında Amiral Radakin’in fotoğrafı asılı bulunan Ukrayna Genelkurmay Başkanı General Valeriy Zalujniy, umutsuzca moral krizini yönetmeye çalışıyordu. Britanyalı askerlere açıkladığına göre, bu amaçla Ukraynalı askerler —çoğu yirmili yaşlarında değil, otuzlu ve kırklı yaşlarındaki zorunlu askerler— cephede sadece üç gün geçirecekti. İlk gün alışmaya ayrılıyordu. İkinci gün 200 ila 300 metre ilerliyorlar, üçüncü gün pozisyonlarını sağlamlaştırıyorlar ve yerlerini arkadan gelen taze birliklere devretmeye hazır oluyorlardı.

En yakın müttefikler bunun yavaş ve zahmetli ilerleme olduğunu düşündü. Görünüşe göre Amerikalılar, “Burada neler oluyor Tanrı aşkına?” diye soruyor ve Ukraynalıları “çok daha sert tempo tutturmaya” zorluyorlardı. Bu noktada Ukraynalılar ile Amerikalılar arasındaki ilişkiler en düşük seviyeye ulaştı. Milley ve ABD Avrupa ve Afrika Ordusu Komutanı General Christopher Cavoli, Zalujniy nedeniyle son derece hüsrana uğramıştı. Zalujniy ise Amerikalıların uyguladığı baskıdan dolayı hüsran içindeydi.

Amiral Radakin uzun süredir planladığı tatilini yarıda kesti ve yakın çalıştığı Wallace’a, iki tarafı bir araya getirmek için Ukrayna’ya gitmesi gerektiğini bildirdi. Radakin’in ona durumun “giderek kavgacı hâle geldiğini” söylediği belirtildi.

Plan, Radakin’in Zalujniy ile oturması, Ukraynalıları dinlemesi ve Kiev’den video konferans yoluyla Amerikalılara onların bakış açısını açıklamaya çalışmasıydı. Daha sonra Ukrayna’nın Britanya’daki baş diplomatı ve Zelenskiy’nin yerine geçecek favori isimlerden biri olacak olan Zalujniy ile bizzat konuşmak için Polonya’dan Sovyet döneminden kalma gece trenine binerek Kiev’e gitti.

Bu, ABD’nin güçlü liderlikle ancak uzaktan hareket ettiği ve aynı zamanda müttefiklerininkini çok aşan olağanüstü destek sağladığı alışılmadık savaştı. Neredeyse başından beri Başkan Biden, ABD’nin Ukrayna’da hükümetin kabul etmek istediğinden daha fazla müdahil olduğu ve nükleer sonuçları olabilecek bir vekalet savaşı tehlikesinin bulunduğu endişesiyle karşı karşıya kaldı. Başkan Nisan 2022’de medyaya, “Bu endişeler yersiz. Bunlar, Rusya’nın acınası başarısızlığı karşısındaki çaresizliğini yansıtıyor,” ifadesini kullandı.

Ertesi şubat ayında Savunma Bakanı Lloyd Austin, NATO basın toplantısında bu argümana katılarak, “Kendimizi Putin’in kendi seçtiği savaşa sürükletmeyeceğiz,” dedi.

Takip eden aylarda ABD’li planlamacılar bahar taarruzunu simüle ettiler. Amerikalılar, savaşa çok fazla dahil olmuş gibi algılanmaktan korktukları için —ihtiyaç duyulduğunda seyahat etme özgürlüğü tanınan Britanyalı askerlerin aksine— Ukrayna’ya nadiren seyahat ettiler. Bazen ziyaretleri o kadar hassastı ki sivil kıyafetle seyahat ediyorlardı.

Cazibe taarruzu

Radakin’in Kiev’e yaptığı gizli ziyaretle aynı zamanda, bir zamanlar Taliban bombasıyla ağır yaralanan eski özel kuvvetler komutanı Walker, Amerikalı ve Ukraynalı dostlarıyla telefon görüşmeleri yapıyordu.

O sırada Genelkurmay Başkan Yardımcısıydı ve askeri strateji ve operasyonlardan sorumluydu. Walker, çağdaşları arasında “çok zeki” olarak kabul ediliyor ve Ukraynalılar arasında son derece popülerdi. Ukraynalı askeri bir kaynak, onun Britanya’nın savaş planlarının arkasındaki “süper beyin” olduğunu ve karşılaştığı herkes için “ilham kaynağı” olduğunu söyledi. Üst düzey Ukraynalı bir yetkili, eski muhafızı Kiev’deki toplantıya tam da öyle pantolonla geldiği için —Ukraynalıları çok eğlendirerek— “pembe pantolonlu general” olarak adlandırdı.

Eski üst düzey bir kaynak, Walker’ın “inananlardan” olduğunu söyledi: “Kesinlikle en iyilerden biriydi. Wallace gibi o da Rusya’nın geri püskürtülebileceğine inanıyordu, savaşın başında Ukrayna’nın savaşacağına ve üç haftadan fazla dayanacağına inanıyordu. Radakin de bu inancı paylaşıyordu.”

Ağustos

Britanya diplomasisi sonunda iki tarafı tekrar bir araya getirdi. Ağustos ortasında Radakin, Zalujniy ve Cavoli Polonya-Ukrayna sınırında bizzat buluştu. Beş saatlik görüşmede karşı taarruz planları üzerinde çalıştılar ve kış ile sonraki yıl için başka planlar yaptılar. Bu, ABD’nin o kadar çabuk geri çekilmeyeceğinin işaretiydi. Noel’den kısa süre önce, yaz taarruzunun başlamasından yaklaşık altı ay sonra, Kiev güçleri şiddetli Rus direnişi karşısında pek ilerleme kaydedememişti. Ve savaş devam ediyordu.

Zamanla Britanya ve ABD, Storm Shadow gibi uzun menzilli silahların Rusya içindeki hedeflere karşı kullanımına ilişkin kısıtlamalarını gevşetti. Ukrayna’ya Batı silah sevkiyatlarının komuta merkezi, Stuttgart’taki İkinci Dünya Savaşı’ndan kalma binanın tozlu tavan arasından Wiesbaden’deki Amerikan üssüne taşındı.

Şu anda Londra’ya atanmış olan Zalujniy, Wiesbaden’in ortaklarla operasyonel planlamayı koordine etmek ve cephe için gerekli kaynakları belirlemek üzere “gizli silahları” hâline geldiğini hatırladı.

Britanyalıların ve Amerikalıların dahil olduğu savaş simülasyonları devam etti. Bu sırada ikmal ihtiyacı belirlenip Londra, Washington ve diğer Avrupa başkentlerine iletilirken, Britanya Genelkurmay Başkanları belirli saldırı planının işe yarayıp yaramayacağı veya belirli operasyonlar için ihtiyaç rakamlarının yeterli olup olmadığı gibi sorular soruyordu. Amiral Radakin bu süreçte geleneksel Genelkurmay Başkanı rolünden daha kapsamlı rol üstlenerek hükümet içinde Britanya’nın Ukrayna’daki çabalarını yönetti.

Bir meslektaşı, “ABD’yi işin içinde tutmaya ve Joe Biden yönetimini Ukrayna konusunda kendi tarafına çekmeye çalışan kişi oydu,” hatırlatmasını yaptı.

Bu çalışma devam etti. Ağustos 2024’te Ukraynalılar, ABD’yi veya diğer müttefikleri bilgilendirmeden güneybatı Rusya sınırından Kursk oblastına asker gönderdi. Ukraynalı askeri bir kaynağa göre, Nisan 2023’te ABD’de yaz taarruzunun ayrıntılarının sızdırılmasının ardından, planlanan Kursk taarruzunun ayrıntılarının Moskova’ya ulaşabileceği endişesi vardı. Ukrayna silahlı kuvvetlerindeki ciddi mühimmat eksikliğini ortaya çıkaran gizli Pentagon belgeleri sosyal medyada yayımlandı, bunun üzerine her iki tarafta da karşılıklı güvenin azaldığı hissi oluştu.

Daha derin analizler

Britanya Savunma Bakanlığı’nda, General Hockenhull liderliğinde Stratejik Kuvvet Komutanlığı ekipleri, kendi stratejik savunma incelemesi için Ukrayna’dan elde edilen dersleri toplamak üzere görevlendirildi. Britanyalı askeri bir kaynak bu konuda, “Ukrayna savunması için ağır bedel ödedi, ancak bize modern savaş hakkında da fikir verdi,” dedi.

Bu arada Genelkurmay Başkanı olarak terfi eden Korgeneral Roly Walker, 2023 ilkbahar ve yazında elde edilen dersleri, daha ölümcül ve çevik güce dönüştürmek istediği Britanya ordusuna taşıdı.

Sonbaharda dört yıllık görev süresinin ardından görevinden ayrılması beklenen Amiral Sir Tony Radakin, Zelenskiy ile yaklaşık on kez görüştü. Zelenskiy, ona hürmetle “Amiral” diyor ve genellikle görüştüğü çoğu yabancı askerin aksine general olmadığına dikkat çekiyordu.

Şimdilik son görüşmeleri geçen Cuma günü Ukrayna Devlet Başkanı’nın Kiev’deki ofisinde gerçekleşti. Bu görüşmede Amiral Radakin, Birleşik Harekat Başkanı Korgeneral Nick Perry ve Fransız mevkidaşları, Rusya ile barış anlaşması yapılması durumunda “Ukrayna’da cephe gerisi destek gücü” planı sundular.

Britanya ve Fransa, bundan önceki perşembe günü Brüksel’de “gönüllüler koalisyonu” savunma bakanları toplantısı düzenleyerek bu planları 50 ülkeyle koordine etti. Mevcut Britanya Savunma Bakanı John Healey, “Bugünkü görüşmeler gizli olsa da, planlamalarımız gerçekçi ve somuttur. Planlarımız iyi hazırlanmıştır,” diye konuştu.

Britanya’nın Ukrayna’nın savunmasına yönelik taahhütleri artarken, bazıları bu yolun nereye varacağı konusunda endişeli. Moskova ve Kiev’deki eski Savunma Ataşesi John Foreman, Ukrayna’da on yıldan fazla sürebilecek “belirsiz görevde” süresiz askeri taahhüt olasılığı ve bunun NATO üzerindeki olası etkileri konusundaki endişelerini dile getirdi.

Foreman, “Burada net bakış açısına sahip olmalı ve duygularımızın bizi yönlendirmesine izin vermemeliyiz. Şimdi gerçek siyasi sağduyu zamanı,” dedi: “Görev nedir? Nihayetinde güvenlik veya caydırıcılık sağlamak için sahada askerlerimiz olacaksa, ateşkes başarısız olursa ne olur? Askerlerimiz için risk nedir ve angajman kuralları nelerdir? Askerler öldüğünde sonra ne olur? Çatışmanın içine çekilme riskimiz var ve Britanya kamuoyunun bu riskin gerçekten farkına vardırıldığına inanmıyorum. Savaşa dahil olmak kolaydır ama çıkmak daha zordur.”

Önümüzdeki cuma günü Britanya Savunma Bakanı John Healey ve Alman mevkidaşı Boris Pistorius, Brüksel’deki Ukrayna Temas Grubu toplantısında —Austin’in kapsamlı ABD desteği sözü verdiği Ramstein toplantısından iki yıldan fazla süre sonra— liderliği üstlenecekler. Mevcut ABD Savunma Bakanı Pete Hegseth, Ukrayna’nın bundan sonra nasıl silahlandırılacağını görüşmek üzere Avrupa’ya seyahat etmek yerine ABD’den video konferansla katılacak.

Britanyalı bir yetkili, durumu “program çakışmalarına” bağladı, ancak Hegseth’in yokluğu, Avrupa giderek daha derin müdahaleye hazırlanırken ABD’nin geri adım attığının başka işareti olarak değerlendiriliyor.

Diplomasi

Eski CIA analisti Johnson: İsrail, ateşkes görüşmesini pusu kurmak için kullandı

Yayınlanma

Eski CIA yetkilisi Larry Johnson, ABD’nin İsrail’in İran’a yönelik saldırısından tamamen haberdar olduğunu ve bu konuda “hiçbir şey bilmiyorduk” şeklindeki açıklamaların “saçmalık” olduğunu belirtti. Johnson, İsrail’in ateşkes teklifi görüşmelerini üst düzey yetkililere pusu kurmak için kullandığını iddia ederek, ne İsrail’e ne de ABD’ye müzakerelerde güvenilemeyeceğini vurguladı.

Eski CIA yetkilisi Larry Johnson, İsrail’in İran’a yönelik saldırısının ABD’nin tam bilgisi ve iştirakiyle gerçekleştirildiğini belirterek, Washington’un saldırıdan haberi olmadığı yönündeki iddiaları “saçmalık” olarak nitelendirdi. Johnson, İsrail’in büyük bir başarıya ulaştığına dair çıkan haberlerin de gerçeği yansıtmadığını ifade etti.

Schiller Enstitüsü tarafından düzenlenen “Nükleer Savaşa Giden Yolu Reddetmeliyiz” başlıklı çevrim içi panelde değerlendirmelerde bulunan Johnson, İran’ın hava savunma sistemlerinin başarısız olduğu ve İsrail’in büyük bir zafer kazandığı yönündeki haberlerin doğru olmadığını kaydetti.

Bu durumu, Ukrayna’nın Rusya’ya yönelik saldırılarında ilk başta büyük hasar verildiği yönünde çıkan ancak daha sonra hasarın sınırlı olduğunun anlaşıldığı olaylara benzeten Johnson, “Bu yüzden başlangıçta görünen kadar kötü değildi,” değerlendirmesinde bulundu.

‘Trump, İranlı yetkililerin ölümünü kutluyor’

Saldırının ABD’nin tam bilgisi ve katılımıyla yapıldığını vurgulayan Johnson, Donald Trump’ın New York Post‘a verdiği demeçlere dikkat çekti. Johnson, Trump’ın, “İsrail’in saldıracağını biliyordum. Her şeyi biliyordum,” dediğini aktardı. Johnson ayrıca Trump’ın, “Son zamanlarda muhatap olduğumuz İran hükümet yetkililerinin çoğu artık öldü,” diyerek bu durumu kutladığını belirtti.

Johnson, ABD’nin saldırıdan haberi olmadığı yönündeki açıklamaları eleştirerek, “Amerika şu an bu oyunu oynuyor: ‘Bu konuda hiçbir şey bilmiyorduk.’ Trump aynı şeyi Putin’e de yaptı. Bu saçmalık,” ifadelerini kullandı.

‘İsrail, ateşkes görüşmesini pusu için kullandı’

Johnson, İsrail’in güvenilmez bir aktör olduğunu ve müzakereleri kötüye kullandığını iddia ederek şok edici bir suçlamada bulundu. Johnson, “Hassan Nasrallah öldü. Diğer üst düzey Hizbullahçılarla bir ateşkes teklifini görüşmek üzere bir aradaydı. Ve bu ateşkes teklifini, onları pusuya düşürmek için kullandılar. Burada ortaya çıkan bir davranış kalıbı var. İsrail’e hiçbir tür müzakerede güvenilemez. Ayrıca, ABD’ye de,” dedi.

ABD, ‘herkesi her yerde vurabiliriz’ mesajı verdi’

Çatışmanın hâlen devam ettiğini, füzelerin uçuştuğunu ve en az 10 farklı şehir ile nükleer tesislerin hedef alındığını belirten Johnson, medyanın yer altındaki nükleer ve füze tesislerinden bahsetmediğini söyledi.

Johnson, bu saldırıyla ABD’nin dünyaya bir mesaj verdiğini ifade ederek, “Amerika şimdi başarılı bir ilke oluşturdu: ‘Herkesi, her yerde, sahip olduğumuz her şeyle vurabiliriz.’ Bu ilke ve mesaj gönderilmiştir,” diye konuştu. Johnson, sözlerini şöyle tamamladı:

“Özellikle Arap ve Müslüman dünyası bir araya gelip bununla yüzleşmez ve bir strateji çizmeye başlamazsa, bu durum devam edecektir.”

Okumaya Devam Et

Diplomasi

Bhadrakumar: Asıl sorun İran’ın nükleer programı değil, İsrail’in bölgedeki hakimiyeti

Yayınlanma

Eski Hint diplomat M.K. Bhadrakumar, İran ile yaşanan krizin nükleer silahlanma meselesi olmadığını, asıl sorunun İsrail’in ABD ve Avrupa destekli bölgesel hakimiyetini sürdürme çabası olduğunu belirtti. Bhadrakumar, İran’ın Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’ndan (NPT) ayrılmaya zorlanmasının en büyük tehlike olacağını vurgulayarak, diplomasi için hâlâ bir yol olduğuna inandığını söyledi.

Hindistan’ın eski diplomatlarından M.K. Bhadrakumar, İran ile İsrail arasında yaşanan gerilimin temelinde, Tahran’ın nükleer silah geliştirme ihtimalinin değil, İsrail’in bölgesel hakimiyetini sürdürme arzusunun yattığını ifade etti.

30 yıllık diplomatik kariyeri boyunca İran ile yakın temaslarda bulunduğunu belirten Bhadrakumar, en büyük korkusunun, İran’ın Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’nı (NPT) terk etmeye zorlanması olduğunu dile getirdi.

‘Asıl sorun İsrail’in bölgedeki hakimiyeti’

Schiller Enstitüsü tarafından düzenlenen “Nükleer Savaşa Giden Yolu Reddetmeliyiz” başlıklı çevrim içi panelde konuşan Bhadrakumar, mevcut durumun İran’ın nükleer programından kaynaklandığına inanmadığını belirterek, “Bu bütün sorun burada. Aslında bu, İran’ın nükleer silahlar yarattığına inanmadım. Sonuç olarak, bugün biz neredeyiz? İsrail’in güvenliği hakkında. İsrail dünyanın büyük bir silah kuvvetidir. Dünyanın en büyük silah devletidir ve bu pozisyon, ABD ve Avrupa hükümetlerinin birleşikliğiyle sağlanmıştır,” değerlendirmesinde bulundu.

İran’ın NPT’ye taraf olduğunu ve uluslararası denetimlere açık olduğunu hatırlatan Bhadrakumar, sorunun jeopolitik olduğunu vurguladı. Bhadrakumar, “Sorun, jeopolitik olarak İsrail’in Orta Doğu bölgesinin sürekli domine edilmesi yolunu açmasıdır. Bence bu kriz için ayrıca şiddetli bir sorumluluk var,” dedi.

‘İran’ı NPT’den çıkmaya zorlamak en büyük tehlike’

2015 yılında imzalanan ve Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) olarak bilinen nükleer anlaşmaya dikkat çeken Bhadrakumar, İran’ın bu anlaşma kapsamında nükleer programını ciddi şekilde sınırlandırdığını ve kapsamlı denetimlere izin verdiğini söyledi.

Bhadrakumar, “Benim büyük korkum, İran’ın NPT’yi bırakmak için bir adım atabileceğidir. Bu benim en büyük sorunumdur,” ifadelerini kullandı.

30 yıl boyunca İranlı siyasi elitlerle iletişimde olduğunu aktaran Bhadrakumar, “İran’ın nükleer yetenekleri hakkında haklarından vazgeçeceğine dair çok az olasılık görüyorum. Bu şanssızlık bugünlerde bile tekrar edilmiştir,” diye konuştu.

‘Bölgedeki hareketler İran’ın icadı değil’

Bhadrakumar, Hamas ve Hizbullah gibi hareketlerin İran tarafından yaratılmadığını, bu yapıların bölgedeki çözülmemiş sorunların, özellikle de Filistin meselesinin doğal bir tezahürü olduğunu savundu. Bhadrakumar, konuyla ilgili şunları söyledi:

“Hamas, Hizbullah, bunların hepsi, bölgedeki doğal haklardan ve bölgenin sahip olduğu bir durumdan oluşan manifestasyonlardır. İran, paradoksal olarak bu grupların kendilerini ılımlılaştırması için etki edebilecek bir konumdadır ve eğer bir çözüm mümkün olacaksa tüm sorunlar için bir taraf olmalıdır.”

‘Diplomasi için hâlâ umut var’

Tüm olumsuzluklara rağmen diploması için hâlâ bir yol olduğuna inandığını belirten Bhadrakumar, Rusya’nın bölgedeki etkisine dikkat çekti. Rusya, Çin ve İran arasında Batı’ya karşı katı bir blok olduğu fikrini reddeden eski diplomat, bu ülkelerin kendi stratejik özerkliklerini koruduğunu belirtti.

Bhadrakumar, “Rusya’nın İran’da büyük bir nüfuzu var. Bu ülkeler kendi yollarındalar, stratejik otoritelerini kutladılar. Bu yüzden buna inanmıyorum. Ama aynı zamanda Rusya ve İran arasında bir birleşiklik var,” değerlendirmesini yaptı.

Son olarak Bhadrakumar, Rusya’nın geçmişte İran’ın uranyum zenginleştirme fazlasının kendi topraklarında depolanmasını içeren bir konsorsiyum önerdiğini hatırlatarak, bu tür çözümlerin hâlâ mümkün olabileceğini sözlerine ekledi.

İran’la savaş kapıda mı?

Okumaya Devam Et

Diplomasi

Çin arabuluculuk çabalarına devam ediyor: İsrail-İran krizinde “yapıcı rol” oynama talebi

Yayınlanma

Pekin, İsrail’in İran’a yönelik saldırılarının olası sonuçları konusunda “ciddi endişelerini” dile getirdi ve tüm tarafları daha fazla tırmanmayı önlemeye çağırdı. Çinli analistler de Pekin’in taraflar arasında koordinasyon ve ateşkes arabuluculuğu konusunda potansiyelini vurguladı. Krizin çözümünde “yapıcı rol” oynayabileceğini söyleyen Çin arabuluculuk çabalarına devam ediyor.

Cuma günü düzenli basın brifinginde, Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Lin Jian, Çin’in İran’ın egemenliği, güvenliği ve toprak bütünlüğüne yönelik her türlü ihlale ve “gerginliği tırmandıran” eylemlere kararlılıkla karşı olduğunu söyledi.

Lin, “Bölgedeki ani gerginlik artışı kimseye fayda sağlamaz” dedi. “Çin, tüm tarafları, durumun daha da kötüleşmesini önlerken, bölgesel barış ve istikrarı teşvik edecek önlemler almaya çağırıyor” diye ekledi.

Lin, Çin’in krizi yatıştırmada “yapıcı bir rol” oynamaya hazır olduğunu da vurguladı.

İsrail, İran’ın nükleer programına ve ülke genelindeki diğer askeri hedeflere önleyici bir saldırı düzenlediğini ve saldırıların birkaç gün süreceğini açıkladı.

Saldırılar, iki ülke arasındaki uzun süredir devam eden gerginliğin, Orta Doğu’nun diğer güçlerinin de dahil olduğu bölgesel bir savaşa dönüşebileceği yönündeki endişeleri artırdı.

Çinli analistler, gelişmelerin gidişatının kısmen Washington’un atacağı adımlara bağlı olacağını, Pekin’in ise arabulucu rolünü üstlenme potansiyeli olduğunu belirtti. Çin arabuluculuk çabalarını daha önceki bölgesel krizlerde de dile getirmişti.

Lanzhou Üniversitesi Siyaset ve Uluslararası İlişkiler Fakültesi profesörü Zhu Yongbiao, olayların nasıl gelişeceğini İran’ın itidalinin derecesine ve ABD’nin süreçteki rolüne bağlı olacağını söyledi.

South China Morning Post’a konuşan Zhu, “Özellikle, ABD’nin İsrail’e baskı yapmak için önlemler alıp almayacağı önemli. Şu anda ABD’nin durumun daha da tırmanmasını istemediği görülüyor” dedi.

Zhu, Pekin’in Washington ve Orta Doğu ülkeleriyle koordinasyon içinde veya Birleşmiş Milletler çatısı altında yapıcı bir rol oynayabileceğine inandığını söyledi.

Saldırı, Washington ve Tahran’ın pazar günü Umman’da İran’ın nükleer faaliyetleri konusunda altıncı tur müzakerelere başlaması planlanırken gerçekleşti.

Bir anlaşmaya varılması halinde, Washington’un İran’a uyguladığı bazı ağır ekonomik yaptırımları hafifletmesi ve Tahran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerini önemli ölçüde azaltması söz konusuydu.

Geçen aydan bu yana Washington, İran ile nükleer müzakerelerde sıfırın üzerindeki her türlü zenginleştirmenin kabul edilemez olduğu yönünde daha sert bir tutum sergiledi, ancak Tahran sivil nükleer enerji programını sürdürme hakkını ısrarla savundu.

Şanghay Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü’nün Batı Asya ve Afrika Çalışmaları Merkezi’nde kıdemli araştırma görevlisi olan Li Weijian, mart ayında Pekin’de düzenlenen üçlü toplantıda vurgulanan Çin ve Rusya’nın İran’ın barışçıl nükleer enerji kullanımına verdiği desteğin, Tahran’ın ABD’nin taleplerini reddetme konusunda güvenini artırdığını kaydetti.

“Bu noktada, Çin’in bu sorunun çözümünde oynayacağı rol gelecekte daha da önemli hale gelecektir” diye ekledi.

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, ABD’nin İsrail’in İran’a yönelik saldırılarına karışmadığını savundu. Cuma günü yayınlanan bir açıklamada, “İsrail, bu eylemin kendini savunmak için gerekli olduğuna inandığını bize bildirdi” dedi.

Ancak İran Dışişleri Bakanlığı, İsrail saldırılarının “ABD ile koordinasyon ve onay olmadan gerçekleştirilemeyeceğini” belirterek Washington’u suçladı.

Quincy Institute for Responsible Statecraft’ın başkan yardımcısı Trita Parsi, İsrail saldırılarının Washington-Tahran görüşmelerini rayından çıkarabileceğini söyledi.

“Bu saldırıların etkisi şu ki, müzakereleri rayından çıkaracak, çok önemli zaman kaybedilecek ve İran’ın pozisyonu sertleşecek – tabii bu noktada diplomasi yeniden canlanabilirse. Bu muhtemelen İsrail’in istediği sonuçtur” dedi.

Parsi, “Trump’ın İran ile diplomasisi de en az İran’ın nükleer programı kadar hedefteydi” diye ekledi.

Şanghay’daki Li, bölgedeki mevcut gelişmelerin İsrail için “kriz hissini artırdığını” da sözlerine ekledi.

“Washington’un İsrail’e geçmişte güvendiği koşulsuz desteği artık sağlamaması ve hatta başlıca rakibi İran ile müzakereler yoluyla gerilimi azaltmaya çalışması, İsrail için olumsuz bir gelişme olacaktır” dedi.

Saldırıdan bir gün önce, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın yönetim kurulu, İran’ın nükleer güvenlik önlemlerine uymadığını ilan eden bir kararı kabul etti. Bu karar, yaklaşık 20 yıldır ilk kez alındı. Çin, Rusya ve Burkina Faso karar aleyhinde oy kullandı.

Çin’in Kuzeybatı Üniversitesi Ülke ve Bölge Çalışmaları Fakültesi Dekan Yardımcısı Yan Wei, bunun doğrudan bir çatışmaya dönüşme olasılığı olduğunu, ancak sonucun uluslararası toplumun, özellikle ABD ve Çin gibi ülkelerin arabuluculuğu ve müdahalesine bağlı olacağını söyledi.

Yan, “ABD, İran ile İsrail arasında daha büyük çaplı bir çatışma istemiyorsa, mevcut gelişmeler Trump’ın Orta Doğu’dan stratejik çekilme politikasıyla tam olarak uyumlu olmayabilir” dedi.

“Bu koşullar altında, iki ülke arasında yakın vadede büyük çaplı bir savaşın çıkması olasılığını düşük görüyorum, ancak belirli bir kapsamda İsrail ile İran arasında karşılıklı saldırılar olasılığı var” diye ekledi. Çinli akademisyene göre, Çin arabuluculuk çabaları ile krizin çözümünde rol üstlenebilir.

Saldırının ardından, Çin’in İsrail ve İran büyükelçilikleri vatandaşlarına gelişmeleri yakından takip etmeleri ve olası saldırılara karşı güvenlik önlemleri almaları çağrısında bulundu.

Exeter Üniversitesi öğretim üyesi ve Torino Üniversitesi’nde Çin-Akdeniz (ChinaMed) projesinin araştırma başkanı Andrea Ghiselli, mevcut gelişmelerin, özellikle Suriye iç savaşı ve eski Suriye lideri Beşar Esad’ın hükümetinin zayıflamasının ardından, Çin siyasi çevrelerinde İran hükümetinin istikrarına ilişkin endişeleri yoğunlaştırabileceğini söyledi.

“İran rejimi düşmeye çok yaklaşırsa, [Çinli yetkililer] zor seçimlerle karşı karşıya kalabilir: kaybı kabul etmek veya örneğin askeri yardım şeklinde önemli destek sağlamaya başlamak,” dedi.

“Şu an için Çin’in bekleyip durumu izleyeceği ve durumun daha da kötüye gitmemesini umacağı çok muhtemel” diye ekledi.

İsrail İran’ın nükleer ve balistik programına saldırdı: İran’dan misilleme

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English