Ortadoğu
Irak’ın yağma düzeni ve mafyanın yükselişi

Irak kâğıt üzerinde zengin bir ülke. Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nün (OPEC) en büyük ikinci petrol üreticisi olan Irak geçen yıl petrol ihracatından 115 milyar dolardan fazla kazandı. Ancak ülkenin bu doğal zenginliği, kaynak zengini tüm ülkelerde olduğu gibi eşit derece paylaşılmıyor. Halkın yüzde 30’unun yoksulluk sınırının altında yaşadığı Irak’ta milli servet, bariz bir şekilde yağmalanıyor. Irak’ı diğer kapitalist ülkelerden ayıran ise yağmacıların sınıfsal karakteri.
Iraklı siyaset bilimci İyad el-Anber Irak’taki bu yağma düzenini işgalden sonra palazlanan mafyalarla ilişkilendiriyor ve mafyayı “Yerleşik sosyal sınıf ayrımlarını aşarak siyasi yetkililer, savaş ağaları, silahlı gruplar ve iktidar partilerinin ekonomi kurumlarıyla ilişkili mensuplarından oluşan asalak sınıf” olarak tanımlıyor. Ona göre, devlet gücünü yeniden kazanana kadar bu sınıfların siyasi ve ekonomik nüfuza ve güce sahip olmaya devam edecekler.
El-Anber’in El Majalla için kaleme aldığı ve Irak mafyasının tarihsel kökenini incelediği makaleyi dikkatinize sunuyoruz:
***
Irak mafyasının çarpıcı yükselişi
İyad el-Anber
Politikacılar, savaş ağaları, silahlı gruplar ve iktidar partilerinin ekonomi kuruluşlarıyla bağlı mensuplarından oluşan yeni bir asalak sınıfı doğdu.
Rusafa yönünden Bağdat’ın merkezindeki iki katlı köprüye ulaştığınızda Yeşil Bölge’yi ve yüksek kuleleri görebilirsiniz. Karkh tarafına doğru ilerlediğinizde, Yeşil Bölge’nin karşısında lüks konut kompleksleri ve Bağdat Uluslararası Havalimanı’na giden yolda ise daha fazla gökdelen göreceksiniz.
İlk bakışta bu durum kentin süregelen konut krizine hoş bir çözüm ve daha fazla altyapı gelişimine yönelik olumlu bir gelişme olarak değerlendirilebilir.
Ancak daha yakından incelendiğinde, bu projeler gayrimenkul yatırımı, müteahhitlik, bankacılık ve finans sektörüne giren ve çalışmaları gün geçtikçe daha fazla görünür olmaya başlayan mafyaların sadece birer nişanesidir.
Bağdat’ın önemli kavşaklarında -Cadriye ya da Mansur’da- durup sadece 15 dakika önünüzden geçen lüks arabaları sayarsanız son model Chevrolet, Range Rover, Cadillac, Mercedes (G-Class) ve BMW marka SUV araçların sayısının ne kadar fazla olduğunu görebilirsiniz. Bu arabalardan bazılarının fiyatı bir milyon dolardan fazla.
Popüler Bağdat restoranlarının önüne park edilmiş olarak görülebilen bu arabalar kaynaklarını servet ve prestijin maddi temsillerine harcayan bu restoranların müdavimlerinin sergilediği zenginliğin simgesidir.
Yeni asalak sınıf ortaya çıkıyor
Servet ve sınıf eşitsizliği neredeyse tüm toplumlarda mevcut olsa da Irak toplumunda olup bitenler zengin, fakir ve orta sınıf arasındaki geleneksel bölünmeleri temsil etmiyor.
Irak’ta mafyalar yerleşik sosyal sınıf ayrımlarını aşarak siyasi yetkililer, savaş ağaları, silahlı gruplar ve iktidar partilerinin ekonomi kurumlarıyla ilişkili mensuplarından oluşan yeni bir asalak sınıf olarak ortaya çıkıyor.
Dahası, (bu asalak sınıf) siyasi liderlikle ailevi bağları olan bireylerin yanı sıra hükümet organları veya siyasi hiyerarşilerle karmaşık bir şekilde bağlantılı işadamlarını da kapsıyor. Sonuç olarak, bu asalak sınıf halihazırda mafyalar, milisler, siyasi figürler ve bunların kendi çevrelerinin bir karışımından ibaret.
Irak toplumunda mafyaların ortaya çıkışını öngören öncü isim Iraklı sosyolog Falah Abdülcabbar’dı (ö. 2018). Bu olguyu 2009 yılında Londra merkezli “El-Hayat” gazetesinde yayınlanan “Yükselen Irak Mafyaları (Emerging Iraqi Mafias)” başlıklı makalesinde açıkladı.
Bu makalede Abdülcabbar, Irak mafyasının tarihsel kökeninin izini sürdü, yaptırımlar döneminde ortaya çııktığını ve işgalin ardından zirveye ulaştığını saptadı.
Mafyanın ortaya çıkışıyla ilgili Marksist tarihçi Eric Hobsbawm’ın “İlkel Asiler” adlı eserinde kullandığı “İlkel asiler, kırsal bir toplumdan yoğun bir kentsel topluma geçiş döneminde ya da merkezi bir yönetim biçiminden başka bir post-merkezi yönetim biçimine geçiş döneminde ortaya çıkarlar” yaklaşımından yararlanıyor.
Abdülcabbar’a göre, “Irak her iki durumu da bünyesinde barındırıyor. 1980’ler ve 1990’larda merkezi devletin çöktüğü, yüksek oranda kentleşmiş bir topluma (%72 kentli nüfus) dönüştü.”
Ortaya çıkan mafyaların sosyal konumunu şöyle açıklıyor: “Yeni zenginlerin önemli bir kısmı toplumun alt tabakalarından geliyor. Giderek zenginleşen yeni siyasi-bürokratik elitin parçası değiller, daha ziyade karanlık ticari girişimlerde yer alıyorlar.”
Karanlık yeraltı dünyasından meşru kamusal alana
“Iraklı mafyalar yasadışı yollardan elde ettikleri serveti aklamak için bu karanlık yeraltı dünyasından meşru kamusal alana geçiş yaparak toplumsal refahı zorla yeniden dağıtıyor ve mevcut sınıf sistemlerini altüst ediyor.”
Bu gözlem 14 yıl önce yapılmış olsa da bu asalak sınıf 2017 yılında Musul’da İslam Devleti’ne (IŞİD) karşı başlatılan saldırı sonrasında meşru topluma sızmaya başladı.
Birçok silahlı fraksiyon, bölgeleri IŞİD’in hakimiyetinden kurtarma mücadelesine verdikleri katkıdan yararlandı. Amaçları meşruiyet kazanmak, böylece iktidar yapısıyla birbirine bağlı bileşenlere dönüşerek hem siyaset hem de ekonomi alanlarında nüfuzlarını artırmaktı.
Bu dönüşüm, yasadışı silah kullanan gruplar olmaktan çıkıp bu silahları siyasi ve ekonomik avantajlar elde etmek için kullanmaya başladıklarına işaret ediyordu.
Tekrarlanan bir olgu
Asalak sınıfın yükselişi sadece Irak’ın 2003 sonrası yönetimindeki dönüşümle ilgili değil. Bu, siyasi manzaradaki her değişimde tekrarlanan bir olgu.
Irak Başbakanı Abdülkerim Kasım’ın 1963’te devrilmesinin ardından askeri nüfuzda bir artış yaşanmış ve bu artışa politik karmaşıklıklara daha az bulaşmış bireyler eşlik etti. Benzer şekilde, 1968’de Baas Partisi’nin iktidara gelişi sırasında Talib el-Hasan’ın “Köy Hükümeti” olarak adlandırdığı yapı ortaya çıktı.
Fakat mafyaların 2003 yılından sonraki süreçteki yükselişi, ulusal yönetişim ve otoritenin zayıf olmasının bir sonucu olduğundan farklı bir durum söz konusu.
Bazıları adam kaçırma ve kamu ya da özel mülklere el koyma faaliyetlerinde bulunurken, bazıları da önceki rejimle ya da onun figürleriyle bağlantılı gizli iş adamlarından iktidardaki siyasi elitin liderliğiyle uyumlu müreffeh girişimcilere dönüştü. Yani mesele sadece bağlılıkların yer değiştirmesi, bir iktidar partisinden diğerine geçiş meselesi.
Bu mafya sınıfı için bu değirmenin suyu, iktidar ve nüfuz güçleriyle olan ilişkilerinden geliyor. Bu ilişki mafya sınıfının yatırım alanlarını, bankacılık sektörünü ve enerji ve petrol alanlarındaki hükümet projelerini kontrol etmesini sağlıyor.
Ahbap çavuş kapitalizmi
Devletin petrol kaynaklarını genişletmesi ve hizmet ve yatırım projelerine yaptığı harcamaları artırması, bireylerin politikacılarla olan ilişkilerini kullanarak arazi ve bankalardan kredi kullanabildiği bir ahbap çavuş kapitalizmi sistemi yarattı.
Yıllar boyunca Irak’ı yöneten farklı rejimler arasında iki farklı mafya türü tanımlanabilir. Birinci tür, servetlerini korumak ve genişletmek için yönetici elitle işbirliği yapan finansörlerden oluşuyor.
Tipik mafya tanımına uymasalar da politikacılarla bağlantıları dışında meşru iş alanlarında faaliyet gösterememeleri onları mafyadan farksız kılıyor.
İkinci tip mafya ise toplumun en alt tabakasından çıkıp bir gecede iş adamı olan, banka yöneten ya da yatırım projelerine sahip olan kişilerden meydana geliyor.
Bu iki tür mafyanın ortak noktası, siyasi elitle bağları sayesinde servetine servet katan asalaklara dönüşmeleri.
Irak mafyalar için mükemmel bir üreme alanı.
Toprak ve kaynakların kiralanmasına dayalı rantçı bir ekonomik modeli benimseyen Irak, bu sistemden yararlanarak yandaş biriktiren güç merkezleri ve onları iktidarda tutmakta çıkarı olan bir grup müşteri üretiyor.
Dolayısıyla 2003’ten sonra ortaya çıkan kaos, mafya gruplarının gelişmesine ve kendilerini tüm siyasi, sosyal ve ekonomik alanlarda empoze etmelerine olanak tanıyan güç boşlukları bıraktı.
Eski Saddam Hüseyin rejiminin ekonomik ablukası sırasında bazı nüfuzlu kişiler kendilerine isim yaptı. Bu kişiler 2003’ten sonra faaliyetlerini genişletebildiler.
Ekonomik faaliyetlere doğrudan dahil olmak yerine, bürokratik işlemleri kolaylaştırarak ve bazı iş adamlarının karanlık ekonomik faaliyetlerine ön ayak olarak yasadışı komisyonlar ve fahiş kiralar elde etmek için aracı rolünü oynamayı tercih ediyorlar.
Irak’tan 150 milyar dolardan fazla para zimmete geçirildi
Karşılaştırmak gerekirse, aralarında Elon Musk ve Mark Zuckerberg gibi isimlerin de bulunduğu dünyanın en zenginleri, servetlerini yönetme ve hızlı bir şekilde transfer etme konusunda zorluklarla karşılaşıyorlar. Dahası, bu kişilerin likit varlıkları, Irak’ta ortaya çıkan mafyaların büyük nakit varlıkları karşısında genellikle küçük kalıyor.
Eski Cumhurbaşkanı Berham Salih, “2003 yılından bu yana yolsuzluk işlemleri yoluyla en az 150 milyar dolar gibi şaşırtıcı bir meblağın hortumlandığını gösteren işaret ve verilerin” altını çizdi.
Kuşkusuz bu fonlar siyasi çevreler ve onlara bağlı kişiler arasında dağıtıldı ve nihayetinde Irak dışına çıkarıldı ya da hem yurtiçinde hem de yurtdışında emlak veya diğer işlere yatırıldı.
Mafyaların ön plana çıkması toplumsal değerler üzerinde derin bir etki yarattı ve siyasi normları değiştirdi.
Mafyanın toplumda önemli bir rol oynaması ya da yeni bir siyasi cepheye dönüşmesi şu anda toplumsal değerlerde ve hatta siyasi normlarda meydana gelen değişimlerde kendini gösteriyor.
Bu yeni asalak sınıf, toplumsal değerlerin ya da yurttaşlık ilkeleriyle uyumlu kültürel davranışların gelişimini teşvik etme becerisinden yoksun. Bunun yerine, toplumdaki sıradan bireyleri destekleyerek onları sosyal olarak kabul edilebilir figürlere dönüştürüyor.
Yükselen mafyaların küresel alanı kontrol etme ve değerlerini, davranışlarını dayatma çabası, Quebec Üniversitesi’nde felsefe ve siyaset bilimi profesörü olan Alain Deneault’un “Vasatlığın İktidarı” adlı kitabında en iyi şekilde tarif ediliyor.
Deneault, “Kendimizi, modern devlet modelinin tüm yönlerinde cahillerin hegemonyasına yol açan bir rejimin yükselişinin damgasını vurduğu eşi benzeri görülmemiş bir tarihsel evrede buluyoruz” diye yazıyor:
“Önemsiz insanlar birbirini destekler ve her biri diğerini yüceltir. Böylece iktidar sürekli büyüyen bir grubun eline geçer. Çünkü aynı türden kuşlar bir araya gelir. Burada önemli olan cahillikten kaçınmak değil, cahilliği güç imgeleriyle kuşattığınızdan emin olmaktır.”
Yağma düzeni
Siyaset ve ekonomiyi kontrol eden mafyaların silah kaçakçılarının mafyasıyla birleşerek totaliter bir rejimi yönetmesi durumunda, böyle bir ittifakın sonucu bir kleptokrasi yani “yağma düzeni” olur.
Bu düzen, devlet olanaklarından sorumlu olanların idari ve siyasi pozisyonları istismar etmesini kolaylaştırarak yolsuzluğa ve kamu ve özel paranın çalınmasına yol açar. Irak’taki rejimin en doğru tanımı budur.
Mafyaların ve asalak sınıfların yükselişi, devletin kırılganlığı ve yolsuzluğun yaygınlığı ile doğrudan bağlantılı. Bu sınıflar, hukukun yokluğunda ve yolsuzluk ile hükümet sistemi arasındaki ilişkinin devamında büyür ve gelişir.
Bu asalak sınıflar ve mafya grupları, nüfuzlarını sürdürmenin ve servetlerini korumanın tek yolunun siyaset sahnesini kontrol etmek ve iktidarda kalmak olduğuna inandıkları sürece tüm bunları yapmalarına uygun zemin oluşturan kaosu sürdürmeye çalışacaklarına şüphe yok.
Devlet gücünü yeniden kazanana kadar bu sınıflar siyasi ve ekonomik nüfuza ve güce sahip olmaya devam edecekler.
Ortadoğu
BMGK’nin Gazze kararı 5. kez ABD tarafından veto edildi

BMGK’nin Gazze kararı ABD tarafından beşinci kez veto edildi. Hamas, ABD’nin veto yetkisini kullanmasının, İsrail’in Filistinli sivillere karşı işlediği soykırıma doğrudan destek anlamına geldiğini söyledi.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine (BMGK) Gazze’de ateşkes sağlanması için sunulan karar tasarısı ABD tarafından Hamas’ı kınamadığı gerekçesiyle veto edildi.
Bu veto, ABD’nin Donald Trump döneminde BMGK’da kullandığı ilk veto olurken, Ekim 2023’te başlayan Gazze savaşına ilişkin ABD’nin veto ettiği beşinci tasarı oldu.
BMGK, daha önceki ateşkes girişimlerinde de benzer şekilde karar alamamıştı.
BMGK, kurulun geçici 10 üyesi (E10) tarafından imzalanan ve grup koordinatörü Slovenya tarafından dün sunulan Gazze tasarısını görüşmek üzere toplandı.
İnsani durum gerekçe gösterilerek sunulan ateşkesle ilgili karar tasarısına, söz konusu toplantıda yapılan oylamada ABD veto hakkını kullandı.
İsrail’in saldırılarının devam ettiği Gazze’deki sivillere acil müdahaleyi öneren tasarı, az önce sona eren oylamada 14 evet oyuna karşın veto hakkı bulunan daimi üye ABD tarafından reddedildi.
ABD Temsilcisi Dorothy Shea, veto kararına gerekçe olarak, “Bu karara karşı çıkmamız sürpriz olmamalı. İçerdiği, içermediği ve ileri sürülme biçimi için kabul edilemez” ifadelerini kullandı. Shea, “ABD, Hamas’ı kınamayan hiçbir önlemi desteklemeyeceğini açıkça belirtti” diye ekledi.
“14 evet oyu güçlü bir mesaj taşıyor”
E10 grubu adına ABD’nin veto kararını değerlendiren Slovenya’nın BM Daimi Temsilcisi Samuel Zbogar, “Karar kabul edilmedi. Ancak 14 evet oyu güçlü bir mesaj taşıyor.” dedi.
ABD’nin bir veto oyuyla, Konsey’in harekete geçmesinin engellendiğini vurgulayan Zbogar, “Uluslararası toplumu 80 yıldır yönlendiren kurallardan vazgeçmek ile veto hakkı arasında bir tercih yapmak durumunda kaldığımızda insanlığı seçtik.” şeklinde konuştu.
Zbogar, BMGK içindeki farklı duruşların farkında olduklarını, bu nedenle taslak kararda sadece insani duruma odaklandıklarını belirterek,”Konsey’in engelsiz insani erişim ve açlıktan ölen sivillere yiyecek ulaştırılması için bu acil talep etrafında birleşmesi gerektiğini düşündük.” diye ekledi.
Slovenya Temsilcisi, sivilleri aç bırakmanın, onlara “muazzam” acılar çektirmenin “insanlık dışı ve uluslararası hukuka aykırı” olduğunu vurguladığı konuşmasında, “Hiçbir savaş hedefi böyle bir eylemi haklı çıkaramaz. Bunun ortak anlayışımız olduğunu umduk ve bekledik” sözlerini kaydetti.
Hamas: ABD insanlığa karşı suçları destekliyor
Hamas, BMGK’nin Gazze kararına ABD vetosunun, İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki Filistinli sivillere karşı işlediği soykırıma doğrudan destek anlamına geldiğini söyledi.
Hamas’tan yapılan yazılı açıklamada, Gazze’de ateşkes için BMGK’ya sunulan karar tasarısının, ABD’nin tek oyuyla veto edilmesinin kınandığı belirtildi.
Açıklamada, “ABD’nin vetosu, Washington’un faşist işgal hükümetine karşı körü körüne taraflılığını temsil ediyor ve Gazze Şeridi’nde insanlığa karşı işlediği suçları desteklediğini teyit ediyor” denildi.
Washington’ın uluslararası hukuku hiçe saydığına değinilen açıklamada, bunun Filistin kanının dökülmesini durdurmaya yönelik her türlü uluslararası çabayı tamamen reddettiğini yansıtan küstah bir tutum olduğu vurgulandı.
Açıklamada, “ABD’nin tutumu, Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) tarafından aranan savaş suçlusu İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, Gazze Şeridi’nde çocuklar, kadınlar ve yaşlılar dahil olmak üzere masum sivillere karşı vahşi soykırım savaşını sürdürmesi için yeşil ışık anlamına geliyor ve İsrail’in işlemeyi sürdürdüğü suça tam ortak olduğunu ortaya koyuyor” değerlendirilmesinde bulunuldu.
Hamas, açıklamasında şunları kaydetti: “BMGK’nin 20 aydır devam eden savaşı durdurmadaki başarısızlığı, kuşatmayı kıramaması veya gıda yardımı girdirememesi, uluslararası toplum kurumlarının rolü ve İsrail’in hiçbir hesap vermeden veya ona yönelik fiili bir eylemde bulunulmadan her gün ihlal etmeyi sürdürdüğü uluslararası yasa ve sözleşmelerin etkinliği konusunda temel soruları gündeme getirdi.”
Açıklamada, uluslararası topluma bu ahlaki ve siyasi çöküşe karşı acilen harekete geçilmesi, soykırım savaşının derhal durdurulması ve İsrail liderlerinin Filistin halkına karşı işledikleri suçlar nedeniyle hesap vermeleri için baskı yapılması çağrısında bulunuldu.
Tasarı BMGK’nın geçici 10 üyesi tarafından sunulmuştu
Gazze’ye acil müdahaleyi öneren tasarı dün BMGK’nın geçici 10 üye ülkesi (E10) tarafından BMGK başkanlığına sunulmuş ve bugün için oylama talep edilmişti.
Tasarıda, mart ayında İsrail’in saldırılarını tekrar başlatmasıyla Gazze’deki sivil halkın durumunun daha da kötüleştiğine dikkat çekilmişti.
E10 grubu, kıtlık riski de dahil, Gazze’deki durumla ilgili “ciddi endişelerini” dile getiren ve tüm tarafların uluslararası hukuk kapsamındaki yükümlülüklerine uymaları gerektiğini yeniden teyit eden özlü bir taslak karar hazırladıklarını belirtmişti.
Tasarıya imza atan ülkeler arasında, E10 koordinatörü olan Slovenya başta olmak üzere Cezayir, Danimarka, Yunanistan, Guyana, Panama, Pakistan, Güney Kore, Sierra Leone ve Somali bulunuyor.
Ortadoğu
İsrail hükümetinde Haredi krizi: Meclisin feshi için harekete geçildi

Tartışmalı askerlik muafliyeti yasası nedeniyle İsrail hükümetinde Haredi krizi derinleşiyor. Haredilerin dini liderleri, Tevrat eğitimi alan yeshiva öğrencilerini askerlikten muaf tutacak yasanın Meclis’ten hâlâ geçirilmemesi üzerine, Birleşik Tevrat Yahudiliği yetkililerine hükümetten çekilmeleri yönünde talimat verdi. Bu gelişme üzerine muhalefet partileri, İsrail Meclisi’nin feshi için yasa tasarısı sunacaklarını duyurdu.
Times of Israel’in İbranice yayın yapan medya organlarına dayandırdığı habere göre, Birleşik Tevrat Yahudiliği -UTJ içindeki üst düzey yetkililer, Meclis Dışişleri ve Savunma Komitesi Başkanı Yuli Edelstein ile yapılan son geceki toplantının başarısızlıkla sonuçlandığını söyledi. Degel HaTorah Partisi lideri Milletvekili Moshe Gafni’nin, partisinin ruhani liderlerinden hükümetten çekilmesi ve meclisin feshi için çalışması yönünde talimat aldığı duyurdu.
“Düşman ordusunda askerlik yapmayız” diyen Harediler polisle çatıştı
Degel HaTorah, UTJ’yi oluşturan iki ana partiden biri. Diğer parti ise UTJ’nin de liderliğini üstlenen Yitzchak Goldknopf’un temsil ettiği Agudat Yisrael Partisi. Agudat Yisrael’in halihazırda Meclis’in feshi ve erken seçim sürecini başlatacak yasa teklifini ilerletmek için çalıştığı iddia ediliyor.
Degel HaTorah’ın dini liderlerinden ve Bnei Brak’taki Slabodka Yeshiva’nın başkanı Haham Moshe Hirsch adına yapılan açıklamada şöyle denildi: “Dün gece milletvekilleri, Edelstein ile yapılan görüşmenin detaylarını Haham Hirsch’e aktardıktan sonra, askerlik meselesinde hiçbir ilerleme sağlanamadığı netleşti. Bu nedenle, yeshiva başkanı yakın zamanda koalisyondan çekilme talimatı verecek.”
Haredi krizi muhalefeti harekete geçirdi
Bu gelişmelere karşılık olarak, muhalefetteki Gelecek Var (Yesh Atid), İsrail Evimiz (Yisrael Beytenu) ve Demokratlar partileri, gelecek çarşamba günü Meclis’in feshine yönelik bir yasa tasarısı sunacaklarını açıkladı. Bu adım, Başbakan Binyamin Netanyahu’ya sorunu çözmesi için bir hafta süre tanınması anlamına geliyor. Ayrıca, teklifin Meclis’te oylamaya sunulması için geçecek süreç de dikkate alınacak.
Askerlik muafiyeti krizi Netanyahu hükümetini düşürebilir mi?
Şas ve UTJ, Meclis’teki iki Haredi partisi olarak, tartışmalı askerlik muafiyeti yasa tasarısının bu yıl 2 Haziran’da sona eren Şavuot Bayramı’na kadar geçirilmesini talep etmişti. Aksi takdirde hükümetin geleceğinin riske gireceği uyarısında bulunmuşlardı.
Ancak yedi milletvekilliği bulunan UTJ, tek başına hükümeti düşürebilecek güce sahip değil. Bu yönde atılacak herhangi bir adımın, koalisyon ortağı Şas’ın da desteğini alması gerekiyor. Netanyahu’nun mevcut koalisyonu, 120 sandalyeli Meclis’te 68 koltukla çoğunluğu elinde bulunduruyor.
Şas Partisi, gelişmelere ilişkin şu ana kadar kamuoyuna herhangi bir açıklama yapmadı.
Aşırı Ortodoks olarak bilinen Harediler daha önce verdikleri birçok ültimatomdan geri adım atmıştı. Ancak son gelişmeler, özellikle İsrail ordusunun genç ultra-Ortodoks erkeklere yönelik celp sayısını artırma planları, Netanyahu ile Haredi partiler arasındaki ilişkinin kopma noktasına geldiğini gösteriyor.
Diplomasi
Hamaney’den Trump’a nükleer anlaşma resti

Tahran’ın kendi topraklarında uranyum zenginleştirmekten vazgeçmeyeceğini vurgulayan Hamaney’den Trump’a nükleer anlaşma resti geldi: “ABD’nin son teklifi doktrinimize ve pozisyonlarımıza yüzde 100 aykırı.”
İran’ın dini lideri Ali Hamaney İran devriminin kurucusu Ruhullah Humeyni’nin ölümünün 36. yıl dönümü dolayısıyla düzenlenen törende, ABD ile nükleer müzakere süreci, bölgesel ve uluslararası konular hakkında değerlendirmelerde bulundu.
ABD’nin, İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerinin tamamen durdurulmasını içeren nükleer anlaşma teklifini, “ulusal bağımsızlığa” yönelik bir tehdit olarak nitelendiren Hamaney, “Nükleer meselede ABD’nin sunduğu plan, ‘biz yapabiliriz’ anlayışına yüzde yüz karşıdır. Ulusal bağımsızlık demek, bir ülkenin ABD ve benzeri ülkelerden gelecek yeşil ya da kırmızı ışığı beklememesi demektir” ifadesini kullandı.
Reuters: İran ABD’nin nükleer teklifini reddetmeye hazırlanıyor
Ülkesi için “nükleer endüstrinin” önemine değinen Hamaney, konuşmasına şöyle devam etti: “İran, büyük çabalar sonucunda nükleer yakıt çevrimini tamamlamayı başardı. Nükleer endüstri sadece enerji amaçlı değildir. Nükleer endüstri bir ana endüstridir. Nükleer endüstriden çok sayıda bilimsel alan etkilenmektedir. Uranyum zenginleştirme nükleer meselenin anahtarıdır. Amerikalıların temel söylemi, nükleer teknolojiye sahip olmamamızdır. Radyofarmasötiklerde (nükleer teknolojiyle üretilen ilaç) ve diğer nükleer tabanlı bilimlerde ‘bize ihtiyaç duyun’ diyorlar. ABD’nin kaba ve kibirli liderleri bunu istiyor. ABD’nin saçmalıklarına cevabımız açıktır. Bu konuda hiçbir halt yapamazlar.”
Hamaney’in gözetimindeki “nükleer müzakere komitesi”nin ABD’nin teklifi ile ilgili “tamamen tek taraflı” ve “Tahran’ın çıkarlarına aykırı” değerlendirmesinde bulunduğu iddia edilmişti.
İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü soykırıma dair de konuşan Hamaney, “Bugünkü İslam ülkelerinin Filistin meselesiyle ilgili yapabileceği çok şey var. Bugün tarafsızlık zamanı veya sessiz kalma günü değil. Siyonist rejime herhangi bir şekilde destek veren alnında ebedi bir utanç kalacağından emin olabilir” dedi.
Hamaney, ABD’nin de İsrail’e verdiği destek nedeniyle Gazze’de işlenen suçların ortağı olduğunu ve Amerikan güçlerinin bölgeden çıkarılması gerektiğini söyledi.
Irakçi: Zenginleştirme kırmızı çizgimiz
İran Dışişleri Bakanı Abbas Irakçi da dün Beyrut’u ziyaretinde, ABD’nin Umman üzerinden ilettiği taslakta “çok sayıda belirsizlik ve soru işareti” olduğunu belirterek “İran topraklarında uranyum zenginleştirmeye devam etmek bizim kırmızı çizgimiz” çıkışı yapmıştı. İran Dışişleri Bakanı’nın, “Ancak bu zenginleştirmenin nükleer silah üretimine yol açmamasını sağlamak için adımlar atmaya hazırız” demesi dikkat çekmişti. Irakçi Amerikan teklifine önümüzdeki günlerde yanıt vereceklerini de eklemişti.
Konsorsiyum yeniden mi gündemde?
ABD merkezli haber sitesi Axios’a konuşan İranlı bir yetkili ise Tahran’ın, kendi topraklarında olduğu sürece uranyum zenginleştirmenin bölge ülkelerinden oluşacak bir konsorsiyum ile uranyum zenginleştirmeyi kabul edebileceğini söyledi. Haberde, konsorsiyum önerisinin Amerikan teklifinde de yer aldığı iddia edildi. İranlı üst düzey yetkili ise Axios’a demecinde “İran toprakları” şartını yineledi: “Konsorsiyum İran sınırları içinde faaliyet gösterecekse bu, dikkate alınmayı hak edebilir. Ancak ülke sınırları dışında konuşlandırılırsa, kesinlikle başarısızlığa mahkum olacak.”
İlk başkanlık döneminde İran’la 2015 tarihli nükleer anlaşmadan tek taraflı olarak çekilen, Beyaz Saray’a döndükten sonra Tahran’a yaptırım öngören “azami baskı” politikasını yeniden yürürlüğe koymuştu. Trump, bu baskı ve askeri tehditler eşliğinde İran liderliğine bir mektup göndererek müzakere teklifinde bulunmuştu.
-
Dünya Basını2 hafta önce
Çin’de üretilen güneş panelleri ve bataryalar neden bu kadar ucuz?
-
Diplomasi2 hafta önce
Lavrov’un ziyareti ve Ermenistan’da son durum: Denge mi, savrulma mı?
-
Görüş2 hafta önce
Rusya ile müzakerelerde aklıselimin galip gelme ihtimali
-
Söyleşi2 hafta önce
Eski AP Türkiye Raportörü Kati Piri Harici’ye konuştu: AB’nin tutarlı bir Türkiye stratejisi yok
-
Görüş2 hafta önce
Trump’ın Rusya-Ukrayna barışını teşvik girişimi stratejik açmaza dönüştü
-
Dünya Basını2 hafta önce
Tantura katliamı: İsrail’in örtbas ettiği savaş suçu
-
Avrupa6 gün önce
Max Otte: Alman ekonomisinde bir gerileme değil, çöküş yaşanıyor
-
Görüş2 hafta önce
Silahlar sustu, şimdi artılar eksiler hanesine bakma zamanı – 1