Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

Irak’ın yağma düzeni ve mafyanın yükselişi

Yayınlanma

Irak kâğıt üzerinde zengin bir ülke. Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nün (OPEC) en büyük ikinci petrol üreticisi olan Irak geçen yıl petrol ihracatından 115 milyar dolardan fazla kazandı. Ancak ülkenin bu doğal zenginliği, kaynak zengini tüm ülkelerde olduğu gibi eşit derece paylaşılmıyor. Halkın yüzde 30’unun yoksulluk sınırının altında yaşadığı Irak’ta milli servet, bariz bir şekilde yağmalanıyor. Irak’ı diğer kapitalist ülkelerden ayıran ise yağmacıların sınıfsal karakteri.

Iraklı siyaset bilimci İyad el-Anber Irak’taki bu yağma düzenini işgalden sonra palazlanan mafyalarla ilişkilendiriyor ve mafyayı “Yerleşik sosyal sınıf ayrımlarını aşarak siyasi yetkililer, savaş ağaları, silahlı gruplar ve iktidar partilerinin ekonomi kurumlarıyla ilişkili mensuplarından oluşan asalak sınıf” olarak tanımlıyor. Ona göre, devlet gücünü yeniden kazanana kadar bu sınıfların siyasi ve ekonomik nüfuza ve güce sahip olmaya devam edecekler.

El-Anber’in El Majalla için kaleme aldığı ve Irak mafyasının tarihsel kökenini incelediği makaleyi dikkatinize sunuyoruz:

***

Irak mafyasının çarpıcı yükselişi

İyad el-Anber

Politikacılar, savaş ağaları, silahlı gruplar ve iktidar partilerinin ekonomi kuruluşlarıyla bağlı mensuplarından oluşan yeni bir asalak sınıfı doğdu.

Rusafa yönünden Bağdat’ın merkezindeki iki katlı köprüye ulaştığınızda Yeşil Bölge’yi ve yüksek kuleleri görebilirsiniz. Karkh tarafına doğru ilerlediğinizde, Yeşil Bölge’nin karşısında lüks konut kompleksleri ve Bağdat Uluslararası Havalimanı’na giden yolda ise daha fazla gökdelen göreceksiniz.

İlk bakışta bu durum kentin süregelen konut krizine hoş bir çözüm ve daha fazla altyapı gelişimine yönelik olumlu bir gelişme olarak değerlendirilebilir.

Ancak daha yakından incelendiğinde, bu projeler gayrimenkul yatırımı, müteahhitlik, bankacılık ve finans sektörüne giren ve çalışmaları gün geçtikçe daha fazla görünür olmaya başlayan mafyaların sadece birer nişanesidir.

Bağdat’ın önemli kavşaklarında -Cadriye ya da Mansur’da- durup sadece 15 dakika önünüzden geçen lüks arabaları sayarsanız son model Chevrolet, Range Rover, Cadillac, Mercedes (G-Class) ve BMW marka SUV araçların sayısının ne kadar fazla olduğunu görebilirsiniz. Bu arabalardan bazılarının fiyatı bir milyon dolardan fazla.

Popüler Bağdat restoranlarının önüne park edilmiş olarak görülebilen bu arabalar kaynaklarını servet ve prestijin maddi temsillerine harcayan bu restoranların müdavimlerinin sergilediği zenginliğin simgesidir.

Yeni asalak sınıf ortaya çıkıyor

Servet ve sınıf eşitsizliği neredeyse tüm toplumlarda mevcut olsa da Irak toplumunda olup bitenler zengin, fakir ve orta sınıf arasındaki geleneksel bölünmeleri temsil etmiyor.

Irak’ta mafyalar yerleşik sosyal sınıf ayrımlarını aşarak siyasi yetkililer, savaş ağaları, silahlı gruplar ve iktidar partilerinin ekonomi kurumlarıyla ilişkili mensuplarından oluşan yeni bir asalak sınıf olarak ortaya çıkıyor.

Dahası, (bu asalak sınıf) siyasi liderlikle ailevi bağları olan bireylerin yanı sıra hükümet organları veya siyasi hiyerarşilerle karmaşık bir şekilde bağlantılı işadamlarını da kapsıyor. Sonuç olarak, bu asalak sınıf halihazırda mafyalar, milisler, siyasi figürler ve bunların kendi çevrelerinin bir karışımından ibaret.

Irak toplumunda mafyaların ortaya çıkışını öngören öncü isim Iraklı sosyolog Falah Abdülcabbar’dı (ö. 2018). Bu olguyu 2009 yılında Londra merkezli “El-Hayat” gazetesinde yayınlanan “Yükselen Irak Mafyaları (Emerging Iraqi Mafias)” başlıklı makalesinde açıkladı.

Bu makalede Abdülcabbar, Irak mafyasının tarihsel kökeninin izini sürdü, yaptırımlar döneminde ortaya çııktığını ve işgalin ardından zirveye ulaştığını saptadı.

Mafyanın ortaya çıkışıyla ilgili Marksist tarihçi Eric Hobsbawm’ın “İlkel Asiler” adlı eserinde kullandığı “İlkel asiler, kırsal bir toplumdan yoğun bir kentsel topluma geçiş döneminde ya da merkezi bir yönetim biçiminden başka bir post-merkezi yönetim biçimine geçiş döneminde ortaya çıkarlar” yaklaşımından yararlanıyor.

Abdülcabbar’a göre, “Irak her iki durumu da bünyesinde barındırıyor. 1980’ler ve 1990’larda merkezi devletin çöktüğü, yüksek oranda kentleşmiş bir topluma (%72 kentli nüfus) dönüştü.”

Ortaya çıkan mafyaların sosyal konumunu şöyle açıklıyor: “Yeni zenginlerin önemli bir kısmı toplumun alt tabakalarından geliyor. Giderek zenginleşen yeni siyasi-bürokratik elitin parçası değiller, daha ziyade karanlık ticari girişimlerde yer alıyorlar.”

Karanlık yeraltı dünyasından meşru kamusal alana

“Iraklı mafyalar yasadışı yollardan elde ettikleri serveti aklamak için bu karanlık yeraltı dünyasından meşru kamusal alana geçiş yaparak toplumsal refahı zorla yeniden dağıtıyor ve mevcut sınıf sistemlerini altüst ediyor.”

Bu gözlem 14 yıl önce yapılmış olsa da bu asalak sınıf 2017 yılında Musul’da İslam Devleti’ne (IŞİD) karşı başlatılan saldırı sonrasında meşru topluma sızmaya başladı.

Birçok silahlı fraksiyon, bölgeleri IŞİD’in hakimiyetinden kurtarma mücadelesine verdikleri katkıdan yararlandı. Amaçları meşruiyet kazanmak, böylece iktidar yapısıyla birbirine bağlı bileşenlere dönüşerek hem siyaset hem de ekonomi alanlarında nüfuzlarını artırmaktı.

Bu dönüşüm, yasadışı silah kullanan gruplar olmaktan çıkıp bu silahları siyasi ve ekonomik avantajlar elde etmek için kullanmaya başladıklarına işaret ediyordu.

Tekrarlanan bir olgu

Asalak sınıfın yükselişi sadece Irak’ın 2003 sonrası yönetimindeki dönüşümle ilgili değil. Bu, siyasi manzaradaki her değişimde tekrarlanan bir olgu.

Irak Başbakanı Abdülkerim Kasım’ın 1963’te devrilmesinin ardından askeri nüfuzda bir artış yaşanmış ve bu artışa politik karmaşıklıklara daha az bulaşmış bireyler eşlik etti. Benzer şekilde, 1968’de Baas Partisi’nin iktidara gelişi sırasında Talib el-Hasan’ın “Köy Hükümeti” olarak adlandırdığı yapı ortaya çıktı.

Fakat mafyaların 2003 yılından sonraki süreçteki yükselişi, ulusal yönetişim ve otoritenin zayıf olmasının bir sonucu olduğundan farklı bir durum söz konusu.

Bazıları adam kaçırma ve kamu ya da özel mülklere el koyma faaliyetlerinde bulunurken, bazıları da önceki rejimle ya da onun figürleriyle bağlantılı gizli iş adamlarından iktidardaki siyasi elitin liderliğiyle uyumlu müreffeh girişimcilere dönüştü. Yani mesele sadece bağlılıkların yer değiştirmesi, bir iktidar partisinden diğerine geçiş meselesi.

Bu mafya sınıfı için bu değirmenin suyu, iktidar ve nüfuz güçleriyle olan ilişkilerinden geliyor. Bu ilişki mafya sınıfının yatırım alanlarını, bankacılık sektörünü ve enerji ve petrol alanlarındaki hükümet projelerini kontrol etmesini sağlıyor.

Ahbap çavuş kapitalizmi

Devletin petrol kaynaklarını genişletmesi ve hizmet ve yatırım projelerine yaptığı harcamaları artırması, bireylerin politikacılarla olan ilişkilerini kullanarak arazi ve bankalardan kredi kullanabildiği bir ahbap çavuş kapitalizmi sistemi yarattı.

Yıllar boyunca Irak’ı yöneten farklı rejimler arasında iki farklı mafya türü tanımlanabilir. Birinci tür, servetlerini korumak ve genişletmek için yönetici elitle işbirliği yapan finansörlerden oluşuyor.

Tipik mafya tanımına uymasalar da politikacılarla bağlantıları dışında meşru iş alanlarında faaliyet gösterememeleri onları mafyadan farksız kılıyor.

İkinci tip mafya ise toplumun en alt tabakasından çıkıp bir gecede iş adamı olan, banka yöneten ya da yatırım projelerine sahip olan kişilerden meydana geliyor.

Bu iki tür mafyanın ortak noktası, siyasi elitle bağları sayesinde servetine servet katan asalaklara dönüşmeleri.

Irak mafyalar için mükemmel bir üreme alanı.

Toprak ve kaynakların kiralanmasına dayalı rantçı bir ekonomik modeli benimseyen Irak, bu sistemden yararlanarak yandaş biriktiren güç merkezleri ve onları iktidarda tutmakta çıkarı olan bir grup müşteri üretiyor.

Dolayısıyla 2003’ten sonra ortaya çıkan kaos, mafya gruplarının gelişmesine ve kendilerini tüm siyasi, sosyal ve ekonomik alanlarda empoze etmelerine olanak tanıyan güç boşlukları bıraktı.

Eski Saddam Hüseyin rejiminin ekonomik ablukası sırasında bazı nüfuzlu kişiler kendilerine isim yaptı. Bu kişiler 2003’ten sonra faaliyetlerini genişletebildiler.

Ekonomik faaliyetlere doğrudan dahil olmak yerine, bürokratik işlemleri kolaylaştırarak ve bazı iş adamlarının karanlık ekonomik faaliyetlerine ön ayak olarak yasadışı komisyonlar ve fahiş kiralar elde etmek için aracı rolünü oynamayı tercih ediyorlar.

Irak’tan 150 milyar dolardan fazla para zimmete geçirildi

Karşılaştırmak gerekirse, aralarında Elon Musk ve Mark Zuckerberg gibi isimlerin de bulunduğu dünyanın en zenginleri, servetlerini yönetme ve hızlı bir şekilde transfer etme konusunda zorluklarla karşılaşıyorlar. Dahası, bu kişilerin likit varlıkları, Irak’ta ortaya çıkan mafyaların büyük nakit varlıkları karşısında genellikle küçük kalıyor.

Eski Cumhurbaşkanı Berham Salih, “2003 yılından bu yana yolsuzluk işlemleri yoluyla en az 150 milyar dolar gibi şaşırtıcı bir meblağın hortumlandığını gösteren işaret ve verilerin” altını çizdi.

Kuşkusuz bu fonlar siyasi çevreler ve onlara bağlı kişiler arasında dağıtıldı ve nihayetinde Irak dışına çıkarıldı ya da hem yurtiçinde hem de yurtdışında emlak veya diğer işlere yatırıldı.

Mafyaların ön plana çıkması toplumsal değerler üzerinde derin bir etki yarattı ve siyasi normları değiştirdi.

Mafyanın toplumda önemli bir rol oynaması ya da yeni bir siyasi cepheye dönüşmesi şu anda toplumsal değerlerde ve hatta siyasi normlarda meydana gelen değişimlerde kendini gösteriyor.

Bu yeni asalak sınıf, toplumsal değerlerin ya da yurttaşlık ilkeleriyle uyumlu kültürel davranışların gelişimini teşvik etme becerisinden yoksun. Bunun yerine, toplumdaki sıradan bireyleri destekleyerek onları sosyal olarak kabul edilebilir figürlere dönüştürüyor.

Yükselen mafyaların küresel alanı kontrol etme ve değerlerini, davranışlarını dayatma çabası, Quebec Üniversitesi’nde felsefe ve siyaset bilimi profesörü olan Alain Deneault’un “Vasatlığın İktidarı” adlı kitabında en iyi şekilde tarif ediliyor.

Deneault, “Kendimizi, modern devlet modelinin tüm yönlerinde cahillerin hegemonyasına yol açan bir rejimin yükselişinin damgasını vurduğu eşi benzeri görülmemiş bir tarihsel evrede buluyoruz” diye yazıyor:

“Önemsiz insanlar birbirini destekler ve her biri diğerini yüceltir. Böylece iktidar sürekli büyüyen bir grubun eline geçer. Çünkü aynı türden kuşlar bir araya gelir. Burada önemli olan cahillikten kaçınmak değil, cahilliği güç imgeleriyle kuşattığınızdan emin olmaktır.”

Yağma düzeni

Siyaset ve ekonomiyi kontrol eden mafyaların silah kaçakçılarının mafyasıyla birleşerek totaliter bir rejimi yönetmesi durumunda, böyle bir ittifakın sonucu bir kleptokrasi yani “yağma düzeni” olur.

Bu düzen, devlet olanaklarından sorumlu olanların idari ve siyasi pozisyonları istismar etmesini kolaylaştırarak yolsuzluğa ve kamu ve özel paranın çalınmasına yol açar. Irak’taki rejimin en doğru tanımı budur.

Mafyaların ve asalak sınıfların yükselişi, devletin kırılganlığı ve yolsuzluğun yaygınlığı ile doğrudan bağlantılı. Bu sınıflar, hukukun yokluğunda ve yolsuzluk ile hükümet sistemi arasındaki ilişkinin devamında büyür ve gelişir.

Bu asalak sınıflar ve mafya grupları, nüfuzlarını sürdürmenin ve servetlerini korumanın tek yolunun siyaset sahnesini kontrol etmek ve iktidarda kalmak olduğuna inandıkları sürece tüm bunları yapmalarına uygun zemin oluşturan kaosu sürdürmeye çalışacaklarına şüphe yok.

Devlet gücünü yeniden kazanana kadar bu sınıflar siyasi ve ekonomik nüfuza ve güce sahip olmaya devam edecekler.

ORTADOĞU

ABD’nin ateşkes önerisinden sonra Hamaney’in danışmanı Lübnan’da

Yayınlanma

ABD’nin Hizbullah ile İsrail arasında ateşkes sağlanması için Lübnan’a anlaşma önerisini sunmasından saatler sonra İran lideri Ali Hamaney’in Başdanışmanı ve Lübnan Özel Temsilcisi Ali Laricani, Lübnan’da Başbakan Necib Mikati ve Meclis Başkanı Nebih Berri ile ayrı ayrı görüştü.

Lübnan medyası, ABD’nin Beyrut Büyükelçisi Lisa Johnson’ın, Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri’ye, İsrail ordusu ile Hizbullah arasında ateşkes sağlanması amacıyla bir anlaşma taslağı teslim ettiğini yazdı.

Trump’a “hediye” mi sahadaki gerçek mi?

El Cedid televizyonunun isimsiz kaynaklardan aktardığına göre Johnson, ABD elçisi Amos Hochstein adına Meclis Başkanı Berri’ye BM Güvenlik Konseyi’nin 1701 sayılı kararına dayanan bir anlaşma taslağı veya çözüm önerisi sundu. Anlaşmanın ayrıntılarına değinmeyen El Cedid kanalı, “Berri’nin Hizbullah ile istişare ettikten sonra öneri hakkında yanıt vereceğini” aktardı.

Anlaşma önerisinin Lübnan’a sunulmasından saatler sonra Hamaney’in danışmanı Beyrut’a geldi.

Lübnan Başbakanı Mikati’nin ofisinden yapılan yazılı açıklamaya göre Laricani ve beraberindeki heyet, Mikati tarafından kabul edildi. Toplantıda Mikati, “1701 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararının uygulanması, ulusal birliğin desteklenmesi ve Lübnanlılar arasında hassasiyet oluşturacak ve bir tarafı diğerinin aleyhine olacak şekilde kayıracak pozisyonlar alınmaması bakımından Lübnan devletinin duruşunun desteklenmesi gerektiğini” vurguladı.

Katz’ın “Hizbullah” açıklaması Halevi’yi bile şaşırttı

Laricani ise ülkeye yönelik saldırıların durdurulması, ateşkes sağlanması ve 1701 sayılı BMGK kararının uygulanmasının Lübnan hükümetinin önceliği olduğunu bildiklerini, İran’ın Lübnan hükümeti tarafından alınan her türlü kararı ve Lübnanlıların üzerinde mutabık kaldığı bir cumhurbaşkanının seçilmesini desteklediğini ifade etti.

Lübnan Meclis Başkanı Berri’nin ofisinden yapılan açıklamada ise görüşmede bölgedeki genel durum, İsrail’in Lübnan’a yönelik devam eden saldırganlığı ve mülteciler meselelerinin ele alındığı aktarıldı.

“Hiçbir şeyi bozmak istemiyoruz”

Laricani, görüşme sonrasında basına yaptığı açıklamada, İsrail’in saldırganlığından kaynaklanan sorunların ortadan kaldırılması için Lübnanlı yetkililerle istişarelerde bulunduğunu belirtti.

İsrail ordusu Lübnan’da savaşmak istemiyor

ABD’nin, İsrail ile Hizbullah arasında ateşkes sağlanması amacıyla BMGK’nın 1701 sayılı kararına dayanan anlaşmanın taslağını Lübnan Meclis Başkanı Berri’ye sunmasının ardından İran’ın bu anlaşmayı bozmak isteyip istemediğinin sorulması üzerine Laricani, “Hiçbir şeyi bozmak istemiyoruz. Çözümler arıyoruz. Lübnan’ı her koşulda destekliyoruz. Durumu bozanlar Netanyahu ve çetesi. Dostlarınızı ve düşmanlarınızı tanıyın” dedi.

Laricani, Lübnanlı yetkililerin ve Hizbullah’ın kabul ettiği her anlaşmayı desteklediklerini belirterek İran lideri Hamaney’in mesajını Lübnan Meclis Başkanı Berri’ye ilettiğini söyledi.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

7 bin Haredi’nin askere çağrılmasına onay: “Likud, ultra-Ortodokslara savaş ilan etti”

Yayınlanma

İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, ordunun 7 bin ultra-Ortodoks Yahudi’yi (Haredi) askere çağırma kararını onayladı. Netanyahu’nun Haredi partilerinden koalisyon ortakları öfkeli.

Savunma Bakanlığından yapılan açıklamada, Bakan Katz’ın, 7 bin Haredi’nin askere çağrılması kararını onayladığı belirtildi. Haredileri askerlik görevine çağıran emirlerin İsrail ordusunca 17 Kasım Pazar gününden itibaren kademeli olarak gönderileceği kaydedildi.

Gallant’ın kovulmasının perde arkası: Orduya “haddini bildirme” hamlesi

Eski Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın, görevden alınmadan bir gün önce imzaladığı bu kararın Başbakan Binyamin Netanyahu tarafından göreve getirilen Katz tarafından uygulamaya konulup konulmayacağı tartışılıyordu.

Yedioth Ahronoth gazetesinin 4 Kasım’da yayımlanan haberinde, Gazze Şeridi ve Lübnan’a saldırılarına devam eden İsrail ordusunun, 7 bin askeri göreve çağırmaya ihtiyacı olduğu aktarılmıştı.

İsrail’de Harediler, zorunlu askere alınmalarına karşı askerlik şubelerinin önünde sık sık protestolar düzenliyor.

Netanyahu’nun ultra-Ortodoks koalisyon ortakları, haziran ayında Yüksek Mahkeme’nin on yıllardır yürürlükte olan muafiyetleri kaldırmasının ardından, Yeşiva öğrencileri ve Haredi topluluğunun diğer üyeleri için askerlik muafiyetlerini düzenleyen bir yasanın çıkarılması için baskı yaptı.

Netanyahu hükümetinde “Haredi” krizinde yeni perde

Haredi partileri Birleşik Tevrat Yahudiliği ve Şas, bu uzun süredir devam eden askerlik muafiyetini yasalaştıracak bir tasarının önündeki en büyük engelin Savunma Bakanı Gallant ve Başsavcı Gali Baharav-Miara olduğunu iddia etti.

Katz’ın, Haredilere askerlik kararını uygulamaya koymasının ardından, Birleşik Tevrat Yahudiliği partisinden üst düzey bir yetkili, “Ortaya çıktı ki mesele başsavcı ya da Gallant değil, Likud, ultra-Ortodokslara savaş ilan etmeye karar verdi” dedi.

Harediler İsrail nüfusunun yaklaşık yüzde 12’sini oluşturuyor

Çoğu dini gerekçelerle askere gitmeyi reddeden Harediler, 9 milyonluk ülkede nüfusun yaklaşık yüzde 12’sini oluşturuyor. Ülkedeki Haredi Yahudilerinin büyük çoğunluğu Batı Kudüs’teki Meaşerim Mahallesi’nde ve başkent Tel Aviv yakınlarındaki Bney Brak kentinde yaşıyor. Haredi Yahudilerin çoğu, orduda dinlerinin gerektirdiği şekilde yaşayamayacakları gerekçesiyle askerlik yapmayı reddediyor. Kadın ve erkekler için İsrail’de 3 yıl zorunlu askerlik hizmeti bulunuyor.

“Düşman ordusunda askerlik yapmayız” diyen Harediler polisle çatıştı

Ultra-Ortodoks Yahudilik inancına sahip Harediler ise 26 yaşına kadar Tevrat Kurslarında (Yeşiva) eğitim almaları halinde askerlikten muaf tutuluyor. İsrail’de koalisyon ortağı Haredi partiler, “Tevrat eğitiminin temel hak olduğu” yönünde bir kanunu geçirerek temsil ettikleri kesimin askerlikten muaf tutulmasını yasal güvence altına almak istiyor.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

BM Özel Komitesinden “Gazze” raporu: Soykırım tanımıyla uyuşuyor

Yayınlanma

Birleşmiş Milletler (BM) Özel Komitesi’nin yayımladığı raporda, İsrail’in Gazze’ye saldırılarının “soykırım tanımıyla uyuştuğu” belirtildi. Hamas da İsrail’in Gazze’nin kuzeyinde 41 günde 2 bin Filistinliyi öldürdüğünü duyurdu.

İsrail’in, işgali altındaki topraklarda, Filistinli ve diğer Arap halklarına yönelik insan haklarını etkileyen uygulamaları araştıran BM Özel Komitesi raporu yayımlandı.

Ekim 2023-Temmuz 2024 döneminde yapılan incelemelere dayanan raporda, Gazze’deki kitlesel sivil kayıplar ve Filistinlilere “kasıtlı” olarak dayatılan yaşamı tehdit eden koşullara dikkat çekildi. Raporda, söz konusu koşullar göz önüne alındığında İsrail’in Gazze’ye saldırılarının “soykırım tanımıyla uyuştuğu” kaydedildi.

İsrailli yetkililerin, Filistinlileri, yiyecek ve su gibi yaşamsal ihtiyaçlardan mahrum bırakan politikaları “açıkça” desteklediği belirtilerek şu ifade kullanıldı: “İnsani yardımın sistematik ve hukuksuz şekilde engellenmesi, İsrail’in, yardımları siyasi ve askeri kazanımlar için araçsallaştırma niyetini açıkça ortaya koymaktadır.”

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) bağlayıcı kararlarına rağmen insani yardımların engellendiğinin belirtildiği raporda, “İsrail kasıtlı olarak ölüme ve açlığa neden olmakta, açlığı bir savaş yöntemi olarak kullanmakta ve Filistin halkını toplu olarak cezalandırmaktadır” değerlendirmesi yer aldı.

İsrail’in hedefindeki UCM Başsavcısı’na “cinsel taciz” soruşturması

Raporda ayrıca, İsrail’in “kapsamlı bombalama” saldırılarının, Gazze’deki temel hizmetleri “yok ettiği” ve insan sağlığına kalıcı etkileri olacak “çevre felaketine” neden olduğu kaydedildi.

İsrail’in yapay zekâ destekli hedef sistemlerine ilişkin endişelerin de yer aldığı raporda, “(Bu durum), İsrail’in sivil ayrımı yapma ve sivil ölümlerini önlemek için yeterli önlemleri alma yükümlülüğünü göz ardı ettiğini göstermektedir” denildi.

İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Gazze Şeridi’ne düzenlediği saldırılarda yaklaşık 17 bin 210’u çocuk, 11 bin 742’si kadın olmak üzere 43 bin 736 Filistinli öldü, 103 bin 370 kişi yaralandı.

Enkaz altında hala binlerce ölü olduğu bildirilirken, halkın sığındığı hastane ve eğitim kurumları hedef alınarak sivil altyapı da tahrip ediliyor.

“Generallerin Planı” kapsamında 41 günde 2 bin kişi katledildi

Öte yandan Hamas’tan yapılan açıklamada, İsrail ordusunun 41 gündür Gazze Şeridi’nin kuzey bölgesi olan Cibaliya, Beyt Hanun ve Beyt Lahiya’ya sürdürdüğü kuşatmasına ilişkin bilgi verildi.

İsrail’in 41 gündür kuşatma uygulayıp kara ve hava saldırıları düzenlediği Gazze’nin kuzeyinde, 2 bin Filistinlinin yaşamını yitirdiği, 6 bin kişinin yaralandığı ve yüzlerce kişinin enkaz altında kaldığı bildirildi.

Gazze’nin kuzeyinde yaşayan 80 bin Filistinlinin kuşatma altında mahsur kaldığına dikkat çekilen açıklamada, İsrail’in bölgede soykırım ve etnik temizlik gerçekleştirdiği kaydedildi.

“Generallerin Planı”nın mimarı: Ya teslim olacak ya açlıktan ölecekler

Açıklamada, “İsrail ordusu tüm barınma merkezlerini ve hastaneleri hedef aldı, sağlık personelini alıkoydu, ambulansları imha etti, tıbbi ve insani yardımların girişini engelledi” ifadesi kullanıldı.

Gazze Şeridi’nin kuzey bölgesi olarak bilinen Beyt Lahiya, Beyt Hanun ve Cibaliya’nın nüfusu 200 bin olarak tahmin edilirken, bunların yarısından fazlasının Gazze kentine göçe zorlandığı biliniyor.

Bu adımın, daha önce İsrail basınına yansıyan ve “Generaller Planı” olarak bilinen, İsrailliler için yerleşim yeri hazırlığı yapmak amacıyla Filistinlilerin Gazze’nin kuzeyinden tahliye edilmesi adına atıldığı düşünülüyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English