Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

Irak’ın yağma düzeni ve mafyanın yükselişi

Yayınlanma

Irak kâğıt üzerinde zengin bir ülke. Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nün (OPEC) en büyük ikinci petrol üreticisi olan Irak geçen yıl petrol ihracatından 115 milyar dolardan fazla kazandı. Ancak ülkenin bu doğal zenginliği, kaynak zengini tüm ülkelerde olduğu gibi eşit derece paylaşılmıyor. Halkın yüzde 30’unun yoksulluk sınırının altında yaşadığı Irak’ta milli servet, bariz bir şekilde yağmalanıyor. Irak’ı diğer kapitalist ülkelerden ayıran ise yağmacıların sınıfsal karakteri.

Iraklı siyaset bilimci İyad el-Anber Irak’taki bu yağma düzenini işgalden sonra palazlanan mafyalarla ilişkilendiriyor ve mafyayı “Yerleşik sosyal sınıf ayrımlarını aşarak siyasi yetkililer, savaş ağaları, silahlı gruplar ve iktidar partilerinin ekonomi kurumlarıyla ilişkili mensuplarından oluşan asalak sınıf” olarak tanımlıyor. Ona göre, devlet gücünü yeniden kazanana kadar bu sınıfların siyasi ve ekonomik nüfuza ve güce sahip olmaya devam edecekler.

El-Anber’in El Majalla için kaleme aldığı ve Irak mafyasının tarihsel kökenini incelediği makaleyi dikkatinize sunuyoruz:

***

Irak mafyasının çarpıcı yükselişi

İyad el-Anber

Politikacılar, savaş ağaları, silahlı gruplar ve iktidar partilerinin ekonomi kuruluşlarıyla bağlı mensuplarından oluşan yeni bir asalak sınıfı doğdu.

Rusafa yönünden Bağdat’ın merkezindeki iki katlı köprüye ulaştığınızda Yeşil Bölge’yi ve yüksek kuleleri görebilirsiniz. Karkh tarafına doğru ilerlediğinizde, Yeşil Bölge’nin karşısında lüks konut kompleksleri ve Bağdat Uluslararası Havalimanı’na giden yolda ise daha fazla gökdelen göreceksiniz.

İlk bakışta bu durum kentin süregelen konut krizine hoş bir çözüm ve daha fazla altyapı gelişimine yönelik olumlu bir gelişme olarak değerlendirilebilir.

Ancak daha yakından incelendiğinde, bu projeler gayrimenkul yatırımı, müteahhitlik, bankacılık ve finans sektörüne giren ve çalışmaları gün geçtikçe daha fazla görünür olmaya başlayan mafyaların sadece birer nişanesidir.

Bağdat’ın önemli kavşaklarında -Cadriye ya da Mansur’da- durup sadece 15 dakika önünüzden geçen lüks arabaları sayarsanız son model Chevrolet, Range Rover, Cadillac, Mercedes (G-Class) ve BMW marka SUV araçların sayısının ne kadar fazla olduğunu görebilirsiniz. Bu arabalardan bazılarının fiyatı bir milyon dolardan fazla.

Popüler Bağdat restoranlarının önüne park edilmiş olarak görülebilen bu arabalar kaynaklarını servet ve prestijin maddi temsillerine harcayan bu restoranların müdavimlerinin sergilediği zenginliğin simgesidir.

Yeni asalak sınıf ortaya çıkıyor

Servet ve sınıf eşitsizliği neredeyse tüm toplumlarda mevcut olsa da Irak toplumunda olup bitenler zengin, fakir ve orta sınıf arasındaki geleneksel bölünmeleri temsil etmiyor.

Irak’ta mafyalar yerleşik sosyal sınıf ayrımlarını aşarak siyasi yetkililer, savaş ağaları, silahlı gruplar ve iktidar partilerinin ekonomi kurumlarıyla ilişkili mensuplarından oluşan yeni bir asalak sınıf olarak ortaya çıkıyor.

Dahası, (bu asalak sınıf) siyasi liderlikle ailevi bağları olan bireylerin yanı sıra hükümet organları veya siyasi hiyerarşilerle karmaşık bir şekilde bağlantılı işadamlarını da kapsıyor. Sonuç olarak, bu asalak sınıf halihazırda mafyalar, milisler, siyasi figürler ve bunların kendi çevrelerinin bir karışımından ibaret.

Irak toplumunda mafyaların ortaya çıkışını öngören öncü isim Iraklı sosyolog Falah Abdülcabbar’dı (ö. 2018). Bu olguyu 2009 yılında Londra merkezli “El-Hayat” gazetesinde yayınlanan “Yükselen Irak Mafyaları (Emerging Iraqi Mafias)” başlıklı makalesinde açıkladı.

Bu makalede Abdülcabbar, Irak mafyasının tarihsel kökeninin izini sürdü, yaptırımlar döneminde ortaya çııktığını ve işgalin ardından zirveye ulaştığını saptadı.

Mafyanın ortaya çıkışıyla ilgili Marksist tarihçi Eric Hobsbawm’ın “İlkel Asiler” adlı eserinde kullandığı “İlkel asiler, kırsal bir toplumdan yoğun bir kentsel topluma geçiş döneminde ya da merkezi bir yönetim biçiminden başka bir post-merkezi yönetim biçimine geçiş döneminde ortaya çıkarlar” yaklaşımından yararlanıyor.

Abdülcabbar’a göre, “Irak her iki durumu da bünyesinde barındırıyor. 1980’ler ve 1990’larda merkezi devletin çöktüğü, yüksek oranda kentleşmiş bir topluma (%72 kentli nüfus) dönüştü.”

Ortaya çıkan mafyaların sosyal konumunu şöyle açıklıyor: “Yeni zenginlerin önemli bir kısmı toplumun alt tabakalarından geliyor. Giderek zenginleşen yeni siyasi-bürokratik elitin parçası değiller, daha ziyade karanlık ticari girişimlerde yer alıyorlar.”

Karanlık yeraltı dünyasından meşru kamusal alana

“Iraklı mafyalar yasadışı yollardan elde ettikleri serveti aklamak için bu karanlık yeraltı dünyasından meşru kamusal alana geçiş yaparak toplumsal refahı zorla yeniden dağıtıyor ve mevcut sınıf sistemlerini altüst ediyor.”

Bu gözlem 14 yıl önce yapılmış olsa da bu asalak sınıf 2017 yılında Musul’da İslam Devleti’ne (IŞİD) karşı başlatılan saldırı sonrasında meşru topluma sızmaya başladı.

Birçok silahlı fraksiyon, bölgeleri IŞİD’in hakimiyetinden kurtarma mücadelesine verdikleri katkıdan yararlandı. Amaçları meşruiyet kazanmak, böylece iktidar yapısıyla birbirine bağlı bileşenlere dönüşerek hem siyaset hem de ekonomi alanlarında nüfuzlarını artırmaktı.

Bu dönüşüm, yasadışı silah kullanan gruplar olmaktan çıkıp bu silahları siyasi ve ekonomik avantajlar elde etmek için kullanmaya başladıklarına işaret ediyordu.

Tekrarlanan bir olgu

Asalak sınıfın yükselişi sadece Irak’ın 2003 sonrası yönetimindeki dönüşümle ilgili değil. Bu, siyasi manzaradaki her değişimde tekrarlanan bir olgu.

Irak Başbakanı Abdülkerim Kasım’ın 1963’te devrilmesinin ardından askeri nüfuzda bir artış yaşanmış ve bu artışa politik karmaşıklıklara daha az bulaşmış bireyler eşlik etti. Benzer şekilde, 1968’de Baas Partisi’nin iktidara gelişi sırasında Talib el-Hasan’ın “Köy Hükümeti” olarak adlandırdığı yapı ortaya çıktı.

Fakat mafyaların 2003 yılından sonraki süreçteki yükselişi, ulusal yönetişim ve otoritenin zayıf olmasının bir sonucu olduğundan farklı bir durum söz konusu.

Bazıları adam kaçırma ve kamu ya da özel mülklere el koyma faaliyetlerinde bulunurken, bazıları da önceki rejimle ya da onun figürleriyle bağlantılı gizli iş adamlarından iktidardaki siyasi elitin liderliğiyle uyumlu müreffeh girişimcilere dönüştü. Yani mesele sadece bağlılıkların yer değiştirmesi, bir iktidar partisinden diğerine geçiş meselesi.

Bu mafya sınıfı için bu değirmenin suyu, iktidar ve nüfuz güçleriyle olan ilişkilerinden geliyor. Bu ilişki mafya sınıfının yatırım alanlarını, bankacılık sektörünü ve enerji ve petrol alanlarındaki hükümet projelerini kontrol etmesini sağlıyor.

Ahbap çavuş kapitalizmi

Devletin petrol kaynaklarını genişletmesi ve hizmet ve yatırım projelerine yaptığı harcamaları artırması, bireylerin politikacılarla olan ilişkilerini kullanarak arazi ve bankalardan kredi kullanabildiği bir ahbap çavuş kapitalizmi sistemi yarattı.

Yıllar boyunca Irak’ı yöneten farklı rejimler arasında iki farklı mafya türü tanımlanabilir. Birinci tür, servetlerini korumak ve genişletmek için yönetici elitle işbirliği yapan finansörlerden oluşuyor.

Tipik mafya tanımına uymasalar da politikacılarla bağlantıları dışında meşru iş alanlarında faaliyet gösterememeleri onları mafyadan farksız kılıyor.

İkinci tip mafya ise toplumun en alt tabakasından çıkıp bir gecede iş adamı olan, banka yöneten ya da yatırım projelerine sahip olan kişilerden meydana geliyor.

Bu iki tür mafyanın ortak noktası, siyasi elitle bağları sayesinde servetine servet katan asalaklara dönüşmeleri.

Irak mafyalar için mükemmel bir üreme alanı.

Toprak ve kaynakların kiralanmasına dayalı rantçı bir ekonomik modeli benimseyen Irak, bu sistemden yararlanarak yandaş biriktiren güç merkezleri ve onları iktidarda tutmakta çıkarı olan bir grup müşteri üretiyor.

Dolayısıyla 2003’ten sonra ortaya çıkan kaos, mafya gruplarının gelişmesine ve kendilerini tüm siyasi, sosyal ve ekonomik alanlarda empoze etmelerine olanak tanıyan güç boşlukları bıraktı.

Eski Saddam Hüseyin rejiminin ekonomik ablukası sırasında bazı nüfuzlu kişiler kendilerine isim yaptı. Bu kişiler 2003’ten sonra faaliyetlerini genişletebildiler.

Ekonomik faaliyetlere doğrudan dahil olmak yerine, bürokratik işlemleri kolaylaştırarak ve bazı iş adamlarının karanlık ekonomik faaliyetlerine ön ayak olarak yasadışı komisyonlar ve fahiş kiralar elde etmek için aracı rolünü oynamayı tercih ediyorlar.

Irak’tan 150 milyar dolardan fazla para zimmete geçirildi

Karşılaştırmak gerekirse, aralarında Elon Musk ve Mark Zuckerberg gibi isimlerin de bulunduğu dünyanın en zenginleri, servetlerini yönetme ve hızlı bir şekilde transfer etme konusunda zorluklarla karşılaşıyorlar. Dahası, bu kişilerin likit varlıkları, Irak’ta ortaya çıkan mafyaların büyük nakit varlıkları karşısında genellikle küçük kalıyor.

Eski Cumhurbaşkanı Berham Salih, “2003 yılından bu yana yolsuzluk işlemleri yoluyla en az 150 milyar dolar gibi şaşırtıcı bir meblağın hortumlandığını gösteren işaret ve verilerin” altını çizdi.

Kuşkusuz bu fonlar siyasi çevreler ve onlara bağlı kişiler arasında dağıtıldı ve nihayetinde Irak dışına çıkarıldı ya da hem yurtiçinde hem de yurtdışında emlak veya diğer işlere yatırıldı.

Mafyaların ön plana çıkması toplumsal değerler üzerinde derin bir etki yarattı ve siyasi normları değiştirdi.

Mafyanın toplumda önemli bir rol oynaması ya da yeni bir siyasi cepheye dönüşmesi şu anda toplumsal değerlerde ve hatta siyasi normlarda meydana gelen değişimlerde kendini gösteriyor.

Bu yeni asalak sınıf, toplumsal değerlerin ya da yurttaşlık ilkeleriyle uyumlu kültürel davranışların gelişimini teşvik etme becerisinden yoksun. Bunun yerine, toplumdaki sıradan bireyleri destekleyerek onları sosyal olarak kabul edilebilir figürlere dönüştürüyor.

Yükselen mafyaların küresel alanı kontrol etme ve değerlerini, davranışlarını dayatma çabası, Quebec Üniversitesi’nde felsefe ve siyaset bilimi profesörü olan Alain Deneault’un “Vasatlığın İktidarı” adlı kitabında en iyi şekilde tarif ediliyor.

Deneault, “Kendimizi, modern devlet modelinin tüm yönlerinde cahillerin hegemonyasına yol açan bir rejimin yükselişinin damgasını vurduğu eşi benzeri görülmemiş bir tarihsel evrede buluyoruz” diye yazıyor:

“Önemsiz insanlar birbirini destekler ve her biri diğerini yüceltir. Böylece iktidar sürekli büyüyen bir grubun eline geçer. Çünkü aynı türden kuşlar bir araya gelir. Burada önemli olan cahillikten kaçınmak değil, cahilliği güç imgeleriyle kuşattığınızdan emin olmaktır.”

Yağma düzeni

Siyaset ve ekonomiyi kontrol eden mafyaların silah kaçakçılarının mafyasıyla birleşerek totaliter bir rejimi yönetmesi durumunda, böyle bir ittifakın sonucu bir kleptokrasi yani “yağma düzeni” olur.

Bu düzen, devlet olanaklarından sorumlu olanların idari ve siyasi pozisyonları istismar etmesini kolaylaştırarak yolsuzluğa ve kamu ve özel paranın çalınmasına yol açar. Irak’taki rejimin en doğru tanımı budur.

Mafyaların ve asalak sınıfların yükselişi, devletin kırılganlığı ve yolsuzluğun yaygınlığı ile doğrudan bağlantılı. Bu sınıflar, hukukun yokluğunda ve yolsuzluk ile hükümet sistemi arasındaki ilişkinin devamında büyür ve gelişir.

Bu asalak sınıflar ve mafya grupları, nüfuzlarını sürdürmenin ve servetlerini korumanın tek yolunun siyaset sahnesini kontrol etmek ve iktidarda kalmak olduğuna inandıkları sürece tüm bunları yapmalarına uygun zemin oluşturan kaosu sürdürmeye çalışacaklarına şüphe yok.

Devlet gücünü yeniden kazanana kadar bu sınıflar siyasi ve ekonomik nüfuza ve güce sahip olmaya devam edecekler.

GÖRÜŞ

Savaş Lübnan’a yayılır mı? Olası senaryolar ve en muhtemel senaryo

Yayınlanma

Khaled Al-Yamani
Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Lübnan yöneticisi

İsrail genelkurmay başkanına yakın askeri kaynaklar, işgal ordusunun kuzey cephesinde tırmanan meydan okumayla yüzleşmek için çok sayıda planı olduğunu doğruluyor. Kuzey cephesinde güvenlik durumunun tırmanmasına dair beklenen bir dizi senaryo şu şekilde:

Askeri tesisler ve silah depoları da dahil olmak üzere güney Lübnan ve banliyölerindeki Hizbullah hedeflerine ve belki de kadrolarına yönelik hedefli hava saldırılarını içeren sınırlı bir askeri operasyon seçeneği. En sonuncusu, partinin en önde gelen askeri lideri Talib Abdullah’a yönelik suikast idi.

Böyle bir seçenek İsrailli karar vericinin gözünde “mümkün” görünüyor, böylece Hizbullah’ın tepkileri tolere edilebilir ve işgalin ateş çemberini küresel bir savaşı içerecek şekilde genişletemeyeceğini biliyorlar. Aynı zamanda, işgal böyle bir seçeneği bölgedeki savaş cephelerini artırmak istemeyen Amerikalılara satabilir, son haftalarda İsrail hükümetine güven duymasalar bile, yalanlarından, gerçekleri çarpıtmasından ve ana müttefiklerini manipüle etme yeteneğinden oldukça eminler, bu da Washington’u böyle bir İsrail seçeneğine yeşil ışık yakma konusunda temkinli olmaya teşvik edecektir.

İsrail askeri terminolojisinde “Üçüncü Lübnan Savaşı” ya da “Birinci Kuzey Savaşı” olarak bilinen topyekün savaş, partinin kuzey cephesini ele geçirmesi, tarım alanlarında ateş yakmaya devam etmesi ve şiddetin tırmanması ışığında, muhalefetten ve kamuoyundan hükümete ve orduya yöneltilen başarısızlık suçlamaları, onları her iki taraf için ve belki de tüm bölge için maliyetli ve tehlikeli olan bu seçeneği tercih etmeye zorluyor.

Gerçek şu ki, işgalin “Neron ve Roma’nın yanması” senaryosuna yol açmasını engelleyebilecek birçok kısıtlama var: iç ve dış, öznel ve nesnel, siyasi, güvenlik, askeri ve ekonomik, bu da onun çok fazla bir tercihi olmamasını sağlıyor. Diğeri birçok İsraillinin gözünde intihar gibi görünen bir seçim ve işgal yönetiminin bunu seçmesini engelleyen çok sayıda husus ve faktör var.

Bununla birlikte, bu “intihar” seçeneğinin gerçekleşme şansı çok yüksek olmasa bile, birincil misyonunun tüm cephelerde ateş yakmak olduğunu düşünen, İsrail’in aşınan caydırıcılığını yeniden tesis etme ve işgal varlığını son yıllarda tüm alanlardaki rolü azaldıktan sonra “bölgenin polisi” olarak yeniden kurma iddiasında olan sağcı faşist bir hükümetin varlığı göz önüne alındığında tamamen dışlanmamalıdır.

Kuzey Cephesinde, Hizbullah ile İsrail arasındaki karşılıklı çatışma sürerken, arabulucular hala onlarla istişareler yürütüyorlar, ancak bu tartışmalar kamuoyuna açıklanmıyor. Büyük güçler Lübnan arenasında işlerin kontrolden çıkmasını engellemek istiyor ve her bir tarafın kendi hesapları ve çıkarları var. Ancak Gazze’ye yönelik saldırılar devam ettiği sürece bu arabulucuların başarıya ulaşması zor.

Gazze’deki savaşı durdurmak; İşte kuzey cephesinde devam eden tırmanışı durdurabilecek “sihirli” kelime, işgalin saldırganlığını sona erdirme konusundaki isteksizliği nedeniyle bu seçeneğin başarısız olmasına rağmen, şimdi bahsedilemeyen birçok nedenden dolayı, bu hedefe ulaşılırsa, Irak ile doğu tarafı ve Yemen ile güney tarafı da dahil olmak üzere tüm cepheler sakinleşecek, ancak bu, İsrail’in Gazze cephesinde sükuneti sağladıktan sonra Lübnan’a karşı bir savaş başlatma isteğini filizlendirebilir.

Hizbullah’ın böyle bir senaryonun işgal içinde var olduğunu ve güçlü bir şekilde var olduğunu bildiğine ve buna dikkat ettiğine şüphe yok, ancak gerçekleşme hipotezi en azından yakın gelecekte mümkün değil. Çünkü askeri, ekonomik ve toplumsal kurumlarıyla işgalci varlık, Gazze’deki savaş sona ererse şüphesiz nefes almaya ihtiyaç duyacak ve belki de Hizbullah ile bir tür çatışmanın patlak vereceği bir gün gelecek, ancak yakın gelecekte olması şart değil.

Lübnan, Suriye ve İran’da suikastların hızlandırılması, komuta ve kontrol merkezlerinin yanı sıra silah ve füze depolarının hedef alınması ise işgalci için bir diğer seçenek. Bu halen yürürlükte olan bir politikadır ve önümüzdeki dönemde artması beklenmektedir. Aynı zamanda, direniş tarafının işgale karşı kapsamlı bir savaş başlatmasını gerektirmediği için, her iki taraf da kontrollü bir tempo sürdürebilecektir.

Beklenen sonuçlar

İşgalin kuzey cephesinde yaşananlara tek ve hızlı bir çözüm bulma kararını henüz vermediği göz önüne alındığında, önümüzdeki birkaç gün yukarıdaki senaryolardan herhangi birinin gerçekleşmesine tanık olmayacağız. Ancak bu durumdan yola çıkarak karşılaşılabilecek bir dizi sonuç şu şekilde:

– Mevcut tırmanma hızı, Gazze’deki duruma bağlı olarak artarak ve azalarak devam edecektir.

– Kuzey cephesinin yarattığı tehdidin ortadan kaldırılması için İsrail’den gelen taleplerin artması beklenmektedir.

– Bu cephedeki gelişmelerin İsrail siyasetinde ve medyasında giderek daha fazla yer alması öngörülmektedir.

– Herhangi bir askeri tırmanışı engellemek için Lübnan ile işgal arasında Amerikan ve Avrupa arabuluculuğunun yoğunlaştırılması öngörülmektedir.

Sonuç 

Lübnan ve işgal altındaki Filistin arasındaki kuzey cephesinde meydana gelen olaylar, gerginliğin her iki tarafı da durumun nelere yol açabileceğini doğru bir şekilde değerlendiremeden devam ediyor. Bunun birden fazla nedeni var, belki de en önemlisi yerel, bölgesel ve belki de uluslararası tarafların çokluğu

İşgal ise, maliyetler ve riskler açısından çoğu zaman birbirine yaklaşsalar bile, bir “sigorta poliçesi” elde etmeksizin, iç ve dış çeşitli siyasi ve askeri faktörleri göz önünde bulundurarak, yukarıda belirtilen seçenekler arasındaki tahminlerini değerlendirmeye devam etmektedir. Lübnan’a karşı olası bir saldırı, şu anda Gazze’de sıkışmış göründüğü zor duruma benzer bir sonuç doğurabilir ve İsrail bunun farkında.

Genel olarak konuşmak gerekirse, denge hala savaş çemberini küresel bir boyut kazanabilecek bölgesel bir savaşa doğru genişletme eğilimine karşı ve Lübnan cephesi, İsrail ordusunun tükenme durumunun, Hizbullah ve müttefiklerinin gücünün ve hazırlığının boyutunun ve isteksizliğinin anlaşıldığı bir atmosferde, hesaplanmış tırmanma dereceleri yaşayabilir… Amerikalılar ve Batılı güçler çatışma çemberini genişleterek taahhüt tavanlarını kontrol etmeye çalışıyorlar. Buna İsrail’in sahada uygulanamayan güçlü tehditleri de eşlik ediyor. Ancak dengeler bu tehditlerin uygulanması için uygun görünmüyor.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

İran’da halk sandık başında

Yayınlanma

İran’da 14. Dönem Cumhurbaşkanlığı Seçimleri için oy verme işlemi yerel saatle 08.00’de başladı.

İran lideri Ayetullah Ali Hamaney, oyunu Tahran’da kabullerini gerçekleştirdiği İmam Humeyni Hüseyniyesi’ndeki salonda kurulan sandıkta kullandı.

İçişleri Bakanlığı Seçim Merkezinin verilerine göre, 88 milyon nüfusa sahip ülkede, yaklaşık 62 milyon seçmen, 59 binden fazla merkezde kurulan sandıklarda oy kullanabilecek. Ayrıca, 95 ülkede kurulan seçim merkezlerinde ülke dışındaki İran vatandaşları da sandığa gidebilecek.

Yerel saatle 08.00’de başlayan oy verme işlemi 18.00’de sona erecek ancak bu süre ihtiyaç halinde İçişleri Bakanlığına bağlı Seçim Merkezinin kararıyla uzatılabilir.

Seçimlerde reformist aday Mesud Pezeşkiyan, muhafazakâr adaylar Meclis Başkanı Muhammed Bakır Kalibaf, eski Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Said Celili ve eski İçişleri Bakanı Mustafa Purmuhammedi yarışıyor.

Muhafazakâr adaylar Tahran Belediye Başkanı Ali Rıza Zakani ve Emir Hüseyin Kadızadehaşimi, “muhafazakâr kanatta birliği sağlamak için” seçime saatler kala adaylıktan çekildi.

Adayların ilk turda seçilebilmesi için yüzde 50+1 oy alması gerekiyor.

İlk turda yüzde 50+1’in üzerine çıkan aday olmaması halinde en fazla oyu alan 2 aday ikinci tura kalacak ve 5 Temmuz’da yapılacak ikinci turda kazanan isim ülkenin 9. Cumhurbaşkanı olacak.

Seçim sonuçlarına dair ilk verilerin gece yarısı yayınlanması ve kesin sonuçların ise yarın açıklanması bekleniyor.

İran’da cumhurbaşkanı 4 yıl süreyle görev yapıyor ve üst üste en fazla 2 defa seçilebiliyor.

İran’daki seçim yarışında Pezeşkiyan önde

Pezeşkiyan anketlerde önde

İranlı Öğrenciler Anket Ajansı (ISPA) tarafından 26 Haziran’da ülke genelinde 3 bin 589 kişiyle yüz yüze gerçekleştirilen kamuoyu yoklamasında, yarışın ilk sırasında yüzde 33,1 ile Pezeşkiyan, ikinci sırasında yüzde 28,8 ile Celili yer alırken diğer muhafazakar aday Muhammed Bakır Kalibaf ise yüzde 19,1 ile üçüncü sırayı aldı.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

İsrail’e “ağır bomba sevkiyatı beklemede kalacak”

Yayınlanma

İsrail medyasına konuşan ABD’li bir yetkilinin, Tel Aviv’e ağır bomba sevkiyatının “şimdilik beklemede kalacağını” söylediği belirtildi.

The Times of Israel gazetesinin ismi paylaşılmayan ABD’li bir yetkiliye dayandırdığı haberine göre, ABD’nin İsrail’e “göndermediği ağır bombaları içeren bir sevkiyatın şimdilik beklemede kalmaya devam edeceği” kaydedildi.

Öte yandan Washington’da temaslarda bulunan İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant ise yaptığı görüntülü açıklamada, ABD’den ülkesine silah sevkiyatı konusu da dahil olmak üzere ABD’li yetkililerle görüşmelerinde “önemli ilerlemeler kaydettiklerini” öne sürdü.

Gallant ayrıca, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan ile görüşmesinde, Gazze’deki saldırılar ve esirlerin geri getirilmesi gibi konuların da ele alındığını belirtti.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Gallant, ABD ile silah sevkiyatına dair yaşanan anlaşmazlık konusunda karşı karşıya gelmişti.

Gallant, ABD ile anlaşmazlıkları “kapalı odalarda çözdüklerini” öne sürerken, Netanyahu ise ABD ile silah sevkiyatı konusunda yaşanan “anlaşmazlıkların haftalardır kapalı odalarda çözülmediğini” savunmuştu.

Netanyahu, 18 Haziran’da ABD’yi ülkesine silah sevkiyatı yapmayı reddetmekle suçladığı bir video paylaşmış, ertesi günkü hükümet toplantısında ise ABD’nin silah yardımlarında “çarpıcı bir düşüş” olduğunu savunmuştu.

Netanyahu ayrıca, ABD’li yetkililerle yaptıkları görüşmelerde sevkiyatın hızlandırılması için defalarca çağrıda bulunduklarını ancak “temel durumun değişmediğini” iddia etmişti.

ABD Dışişleri Bakanlığı ise Netanyahu’nun “ABD’nin silah yardımlarında çarpıcı bir azalma olduğu” yönündeki açıklamasını reddederek, “bunun ne anlama geldiğini anlamadıklarını” belirtmişti.

ABD, İsrail’e 7 Ekim 2023’te Gazze’ye yönelik saldırılarının başlamasından bu yana milyarlarca dolar yardımda bulunurken, ABD Temsiciler Meclisi ise 8 Mayıs’ta, İsrail’e yaklaşık 250 ila 1000 kilogram ağırlığındaki bombaların tedarikinin durdurulduğunu bildirmişti.

İsrail’in 7 Ekim 2023’ten bu yana karadan, havadan ve denizden on binlerce ton bomba yağdırdığı Gazze Şeridi’ndeki saldırılarında en az 15 bin 694’ü çocuk, 10 bin 279’u kadın olmak üzere 37 bin 718 Filistinli öldü, 86 bin 377 kişi yaralandı.

Enkaz altında halen binlerce ölü olduğu bildirilirken, halkın sığındığı hastane ve eğitim kurumları hedef alınarak sivil altyapı da tahrip ediliyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English