Bizi Takip Edin

Ortadoğu

İsrail, güvenli dediği güney Gazze’yi bombalıyor

Yayınlanma

İsrail ordusu, abluka altındaki Gazze Şeridi’ni 45 gündür havadan bombalamaya devam ederken, karada Filistinli gruplarla girilen çatışmalar sonucu daha önce ilerleme sağladığı Gazze Şeridi’nin kuzeyi ile şehirdeki bazı noktalardan ayrıldı. İsrail, “güvenli” dediği Gazze’nin güneyinde 17 sivili daha öldürdü.

AA’nın görgü tanıklarından aldığı bilgiye göre İsrail güçleri, Gazze şehrinin güneyindeki El-Hadra ve Ez-Zeytun mahallesinden 3 kilometre batıya yönünde konum değiştirdi. İsrail güçleri ayrıca, Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki Cibaliya bölgesindeki Ebu Şerh Kavşağından, Gazze şehrinin merkezindeki Es-Saraya ile El-Cela Caddesi’ndeki Dubayt kavşaklarından geri çekildi.

İsrail askeri araçları da Tel el-Heva Mahallesinden ayrılarak Gazze şehrinin batısındaki Er-Reşid Caddesi’nde konuşlandı. Saftavi, Ebu Şerh Kavşağı ve El-Kerame bölgeleri İsrail güçleri tarafından büyük oranda tahrip edildi. Söz konusu geri çekilmeler, En-Nasr Mahallesi, Şifa Hastanesi çevresi, Es-Seraya bölgesi ile Gazze şehrinin güneyindeki Es-Sabra Mahallesi’nde Filistinli gruplarla yaşanan şiddetli çatışmaların ardından gerçekleşti.

İsrail ordusuna göre, 7 Ekim’den bu yana 65’i Gazze içerisindeki çatışmalarda 6’sı da Lübnan sınırında olmak üzere 386 İsrail askeri öldürüldü.

Endonezya hastanesi vuruldu

Öte yandan Filistin resmi haber ajansı WAFA’ya göre, İsrail ordusunun roketlerle vurduğu Endonezya Hastanesinde en az 8 kişi öldü, onlarca kişi yaralandı. Hastanenin ikinci katı bombardıman sebebiyle büyük hasar gördü. Saldırıda 2 doktor yaralandı.

Saldırı, hastanede elektriklerin kesilmesine neden olurken, 140 yataklı olduğu belirtilen sağlık kurumunda 650 hastanın tedavi gördüğü, yaklaşık 150 yaralı olduğu kaydedildi.

Hastaneyi abluka altına alan İsrail güçlerinden çevredeki yüksek binaların çatılarına yerleştirilen keskin nişancıların, hastane kapısı önünde her türlü harekete kurşunla karşılık verdiği aktarılıyor.

Güneyi hedef almaya devam ediyor

Öte yandan abluka altındaki Gazze’ye yönelik saldırılarını 45 gündür sürdüren İsrail ordusu, “güvenli” olduğunu iddia ederek Filistinlileri zorla göç ettirdiği Gazze’nin güneyini de vurmaya devam ediyor. Gazze’nin güneyinde yer alan Refah kentindeki Ebu Yusuf en-Neccar Hastanesi çevresindeki iki evi hedef alan İsrail ordusunun saldırısında en az 17 Filistinli yaşamını yitirdi, onlarcası yaralandı. Onlarca Filistinlinin ise hala enkaz altında olduğu belirtildi.

Bölgedeki bir görgü tanığı “Bombardıman birçok evin yıkılmasına, bazılarının hasar görmesine neden oldu. Burası yerleşim bölgesi, siviller ve çiftçiler yaşıyor, aramızda savaşçı yok” ifadelerini kullandı. Görgü tanıkları, evlerini terk eden sivillerin özellikle bölgede etkili olan şiddetli yağış ve soğuk hava nedeniyle giderek daha da zorlaşan şartlar altında olduğuna dikkati çekti.

Birleşmiş Milletler’in Gazze’deki ekipleri çadırlardaki durumun “yaşanılmaz” hale geldiğini aktarıyor. BM’nin Filistinli mültecilere yardım kuruluşu UNRWA, sosyal medyadan durumu paylaştığı güncellemesinde “İnsanların seçeceği kalmadı. İnsanlık kazanmalı” mesajını da verdi.

Gazze Şeridi’nde 7 Ekim’den bu yana büyük bir insan hareketi yaşandı. Kuzeyden güneye göçte on binlerce kişi evlerini terk etti ve çoğu çadırlarda yaşıyor. İsrail ordusu haftalardır, Gazze Şeridi’nin kuzey ve orta kesimlerindeki Filistinli sivilleri güneye gitmeleri için zorlarken, “güvenli bölgeler” olduğunu iddia ettiği güney bölgelerine de sık sık hava saldırılarında bulunmaya devam ediyor.

İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Gazze Şeridi’nde düzenlediği saldırılarda en az 5 bin 500’ü çocuk ve 3 bin 500’ü kadın olmak üzere 13 bin kişi öldürüldü.

“Rehine anlaşması yakın”

ABD ve Katar Hamas tarafından esir tutulan İsrailli rehinelerin serbest bırakılması konusunda anlaşmaya yaklaştıklarının sinyalini verdi. Olası bir  anlaşmanın yürürlüğe girmesiyle İsrail’in Gazze’deki saldırılarına birkaç gün ara vermesi bekleniyor.

Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman Al Sani, Hamas ile İsrail arasındaki esir takasına ilişkin müzakerelerde çözülebilecek lojistik küçük zorluklar kaldığını söyledi.

ABD ulusal güvenlik danışman yardımcısı Jonathan Finer ise Washington’un “nihai bir anlaşmaya varmaya daha önce hiç olmadığı kadar yakın” olduğuna inandığını söyledi. Biden yönetimi ve İsrail, Hamas’la savaşta ateşkes çağrılarına direnerek, İsrail’in Gazze’ye yönelik hava ve kara saldırılarında herhangi bir ateşkesin ancak Hamas’ın 7 Ekim’de ele geçirdiği çok sayıda rehineyi serbest bırakmasından sonra gerçekleşeceği konusunda ısrarcı.

Yine de olası bir anlaşma, İsrail’in saldırılarına birkaç gün ara vermesine ve şeride daha fazla yardım ulaştırılmasına olanak tanıyacak.

Dünya Basını

FP: ABD anlaşma değil teslimiyet istiyor

Yayınlanma

Foreign Policy’ye göre, Washington’un İran’dan talepleri gerçekçi bir anlaşmadan çok, koşulsuz teslimiyet anlamına geliyor. İran ise nükleer programını ulusal bir hak olarak görüyor ve bu ilkesinden vazgeçmeye yanaşmıyor. Geçmişte Şah döneminde başlayan bu kararlılık, bugün de İslam Cumhuriyeti yönetiminde devam ediyor. FP’nin analizine göre, diplomasi ancak karşılıklı taviz ve doğrulanabilir denetim mekanizmalarıyla mümkün olabilir:

***

FP: İran’la müzakerelerde maksimalist bir yaklaşım neden işe yaramaz?

İslam Cumhuriyeti, tıpkı kendisinden önceki monarşi gibi, nükleer yakıt üretimini bir hak olarak görüyor.

Sina Azodi

İran Dışişleri Bakanı Abbas Irakçi ile ABD özel temsilcisi Steve Witkoff arasında yürütülen beşinci tur nükleer görüşmeler geçen hafta Roma’da “bir miktar ama kesin olmayan” ilerlemeyle sona erdi, görüşmelere aracılık eden Ummanlı diplomat böyle açıkladı.

Görüşmelerdeki temel anlaşmazlık noktası İran’ın zenginleştirme kapasitesi oldu. İran, Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması (NPT) çerçevesinde uranyum zenginleştirme hakkına sahip olduğunu uzun süredir savunurken, ABD bu iddiayı tutarlı şekilde reddediyor. Washington’a göre NPT açıkça böyle bir hak tanımıyor. ABD şu anda İran’dan uranyum zenginleştirme programından tamamen vazgeçmesini talep ediyor, ancak bu maksimalist bir talep ve İran tarafından kabul edilmeyecek.

Irakçi, ABD ile yürütülen görüşmelere liderlik eden isim olarak, İran’ın bu konudaki tavrını yeniden teyit etti. Nükleer silahlara sahip olmamasını garanti altına alacak bir anlaşmanın “mümkün” olduğunu söyleyen Irakçi, uranyum zenginleştirmenin ise “anlaşma olsun ya da olmasın devam edeceğini” belirtti. Ayetullah Ali Hamaney, 20 Mayıs’ta ABD’nin talepleri hakkında yaptığı konuşmada, “İran’da kimse onların iznini beklemiyor. İslam Cumhuriyeti’nin kendi politikaları ve yönü belli ve buna sadık kalacakt” dedi.

ABD-İran nükleer müzakerelerinde 5. tur Roma’da yapıldı

ABD tarafındaysa iki farklı görüş var ama her ikisi de İran’ın uranyumu kendisinin zenginleştirmesine karşı çıkıyor. Daha önce sınırlı bir zenginleştirme kapasitesine yeşil ışık yakabileceğini ima eden Witkoff, 18 Mayıs’ta bu tutumunu değiştirerek, ABD’nin “Yüze bir oranında dahi zenginleştirmeye” izin veremeyeceğini söyledi.

Trump yönetimi yetkilileri, İran’ın uranyumu zenginleştirmediği sürece sivil bir nükleer programa sahip olabileceği görüşünde. Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Nisan ayında, “İran sivil bir nükleer program istiyorsa, dünyadaki diğer birçok ülke gibi zenginleştirilmiş uranyumu ithal edebilir” demişti.

Ancak bu tutum 1990’larda ABD’nin İran’daki sivil amaçlı da olsa her türlü nükleer programa tamamen karşı olduğu yaklaşımdan açık bir sapma olarak görülse de iki tarafın istediği türden bir anlaşmaya götürmeyecek. Çünkü İran’ın nükleer faaliyetlerin tüm aşamalarına erişimi hak gören tutumu İslam Cumhuriyeti’nden önceye dayanıyor. Aslında, bu konu İran ile ABD arasındaki uzun süredir devam eden çıkmazın göbeğinde.

1970’lerde, o dönemde ABD’nin yakın müttefiki olan İran Şahı, Tahran’ın devasa petrol gelirlerini iddialı bir nükleer programa yatırdı. Haziran 1974’te, İran Fransa ile beş adet 1.000 megavatlık nükleer reaktör inşa edilmesi için 4 milyar dolarlık anlaşma imzaladı; reaktörlerin 1985’e kadar tamamlanması planlanıyordu. Aynı yılın Kasım ayında İran, Batı Alman şirketi Kraftwerk Union ile Buşehr’de iki adet 1.200 megavatlık hafif su reaktörü (İran I ve İran II) inşası için anlaşma yaptı. Anlaşma, reaktörler tamamlandıktan sonra İran’ın, Batı Almanya ile istişare ederek kullanılmış nükleer yakıtı yeniden işlemek üzere tesisler kurmasını öngörüyordu.

İranlılar ABD’den reaktör satın almakla da ilgilenmişti, ancak Washington ile yürütülen müzakereler çok daha zordu. Hindistan’ın 1974 Mayıs’ında gerçekleştirdiği “Barışçıl Nükleer Patlama” sonrasında ABD, İran gibi gelişmekte olan ülkelere hassas teknoloji ihracatı konusundaki kısıtlamaları sıkılaştırmıştı. İronik olarak, Hindistan bu testi ABD Atom Enerjisi Komisyonu Başkanı Dixy Lee Ray Tahran’ı ziyaret ederken gerçekleştirmişti.

ABD’li yetkililer, Şah’tan sonra düşmanca bir rejimin iktidara gelmesi durumunda neler olabileceği konusunda giderek daha fazla endişe duymaya başladı. Haziran 1974 tarihli bir notta Savunma Bakanı James Schlesinger’a, “İran nükleer silah kapasitesi geliştirmeye çalışırsa… planlanan 20.000 MW’lık İran nükleer enerji programından elde edilecek yıllık plütonyum, 600-700 nükleer başlığa denk olacaktır” uyarısı yapıldı.

ABD ayrıca Şah’ın gerçek niyetlerinden de endişeliydi. Ekim 1977’de, CIA psikiyatristi Jerrold Post, gizli bir notta ajansın Şah’ın nükleer silah konusundaki taahhütlerine güven duymadığını belirtti. 1978’e gelindiğinde, İran ordusu bir generalin gözetiminde nükleer silahla ilgili araştırmalar yürütüyordu.

ABD ve İsrail arasında İran gerginliği: Telefonda hararetli tartışma

Tahran ile Washington arasındaki temel anlaşmazlık, kullanılmış uranyumunun yeniden işlenmesiyle elde edilen ve silah yapımı için kritik önemdeki plütonyum konusundaydı. ABD, yakın müttefiki Şah’a, yeniden işleme planlarını terk ederek ABD’nin denetiminde bir çözümle ilerlemesini ve nükleer sahnede “devlet adamlığı” göstermesini istedi.

Bu talep, Tahran için ciddi bir ikilem oluşturuyordu. Yıllar sonra bir röportajda, Şah’ın nükleer programının mimarı Ekber İtimad, bunu şöyle açıklamıştı: “Amerikalılarla çalışamazdık çünkü bize dediler ki eğer yakıtı bizden alırsanız, kullanılmış yakıtla ne yapacağınıza biz karar veririz”

“Ön onay hakkı” olarak bilinen bu koşul, ABD’den ithal etse dahi İran’ın kullandığı yakıtı kendisinin işlemesini engelleyecekti. İranlılara göre bu tür kısıtlamalar ülkenin egemenliğini ihlal ediyordu ve karşı çıkılması gerekiyordu.

İranlı yetkililer, İtimad ve Şah dahil, yeniden işlemeyi hem yasal bir hak hem de ulusal egemenlik meselesi olarak değerlendirdiler. ABD ile yürütülen müzakerelerde, İran tarafı NPT’nin yeniden işleme dahil barışçıl nükleer teknolojilere tam erişim garantisi verdiğini savundu. ABD ise bu yorumu reddetti.

Tahran’ın bu konudaki inatçılığında nükleer milliyetçilik de rol oynadı. İtimad, “Hiçbir ülke başka bir ülkeye nükleer politikayı dikte etme hakkına sahip değil” diyerek bu duruşu özetledi. Şah da ABD’li yetkililere “Bizden, egemenliğimizle bağdaşmayan güvenceler istiyorsunuz” diyerek açıkça itiraz etti.

Reaktör satışlarındaki anlaşmazlıklar, ABD yetkililerinin ifadesiyle ikili ilişkilerde “ciddi bir rahatsızlık” haline gelmişti. Ancak Washington, Şah’ın hassasiyetlerini göz önünde bulundurarak bu algıyı yumuşatmaya çalıştı. Kasım 1975’te Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, dönemin İran Büyükelçisi Richard Helms’e, ABD’nin “İran’a özel ve olumsuz bir muamele uygulamadığını” iletmesini istedi. Ford yönetimi, “veto hakkı” talebini “sıkı güvenlikli program” ifadesiyle değiştirmeyi teklif ettiğinde bile İran yine reddetti.

Tahran ayrıca ABD’nin İran’da çok uluslu bir yeniden işleme tesisi kurulması önerisini de komşu ülkelerle zayıf ilişkileri gerekçe göstererek reddetti. Kissinger daha sonra çok uluslu yeniden işleme fikrini “aldatmaca” olarak nitelendirdi. Sonuçta, Ford yönetimi İran’ın güçlü karşı çıkışları nedeniyle anlaşmaya varamadı.

Yine de İran, Şubat 1977’de kullanılmış yakıtı yeniden işleme konusundaki ısrarından kısmen vazgeçmeyi kabul etti. Bu taviz karşılığında ABD, İran’a “En çok gözetilen ulus” statüsündeki diğer müttefiklerine sağladığı ayrıcalıklı muameleyi tanıdı. Temmuz 1978’de nükleer reaktör satışı konusunda bir anlaşma imzalandı, ancak bu anlaşma Şah’ın Şubat 1979’da devrilmesi nedeniyle hayata geçirilemedi.

Ancak bu gelişme İran’ın nükleer hedeflerinin sonu olmadı aksine yeni bir yönetim altında aynı hedeflerle, anti-emperyalist bir söylemle dönüştü.

İslam Cumhuriyeti, Şah’ın nükleer programını devraldığında, önce faaliyetleri durdurdu ve azalttı. Fakat 1982’den itibaren yeniden başladı ve kısa sürede öncülünün hedeflerine benzer bir yola girdi. 1999 yazında uranyum zenginleştirme kapasitesine ulaşan İran, o tarihten bu yana programını istikrarlı şekilde genişletti. Nükleer programını, Batı’dan ekonomik ve ticari tavizler almak için pazarlık aracı olarak kullanmaya çalıştı.

ABD’nin İran’dan istediklerinin gerçekçi olmadığını anlaması zaman aldı. Clinton yönetimi, İran’da herhangi bir nükleer programa kesinlikle karşıydı. Dışişleri Bakanı Warren Christopher, Mayıs 1995’te “İran’ın tüm nükleer programının sona erdirilmesi gerektiğini düşünüyoruz” demişti.

Daha sonra Başkan George W. Bush’un ulusal güvenlik danışmanı Condoleezza Rice, ABD’nin İran’da sınırlı ama sıfır zenginleştirmeye dayalı bir programa razı olması gerektiğini kabul etti. Gerçek bir diplomatik çözüm ancak Başkan Barack Obama, ABD’nin “sıfır zenginleştirme” talebinden vazgeçmesi gerektiğini fark ettiğinde mümkün olabildi.

ABD istihbaratı: İsrail İran’a saldırı hazırlığında olabilir

Ancak Washington’daki görevden alınan Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Waltz ve Senatör Lindsey Graham dahil bazı şahin isimler hâlâ İran’ın nükleer programının tamamen sonlandırılmasını savunuyor; bu da İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun talepleriyle örtüşüyor. Tahran’a göre böyle bir anlaşma, koşulsuz teslimiyet anlamına gelir ve kesinlikle reddedilecektir.

İran’ın dini lideri Hamaney, uzun süredir eski Libya lideri Muammer Kaddafi örneğini bir uyarı olarak gösteriyor. Hamaney 2011’deki bir vaazında, “Kaddafi, nükleer ekipmanlarını batıya teslim etti. Sonra onlar Libya’ya saldırdı ve petrolünü aldı” demişti.

İran liderliğine göre bu tür taleplerin esas hedefi rejim değişikliği. Ülkede, halk arasında bir anlaşma isteği bulunsa da böyle bir teslimiyetin kabul edilmesi İran yönetimi için telefisi zor siyasi bedeller doğurur. İran yönetimi, nükleer programını 1951’deki petrolün millileştirilmesinden bile daha büyük bir ulusal hak olarak görüyor.

Kendinden önceki monarşi gibi, İslam Cumhuriyeti de nükleer yakıt üretiminden vazgeçmeye istekli görünmüyor. İran’ın nükleer programı ve teknolojik kapasitesi artık sahadaki bir gerçek. Eğer Trump yönetiminin amacı Tahran’ın nükleer silah eşiğini aşmasını önlemekse, akıllıca strateji teslimiyet dayatmaları değil, denetime ve karşılıklı tavizlere dayanan diplomasi olmalı.

İran, yaptırımların ciddi olarak hafifletilmesi karşılığında zenginleştirme kapasitesine sınır getirilmesini kabul etmeye hazır olduğuna dair sinyaller veriyor. Kalıcı bir anlaşmanın temeli de budur; tek taraflı, koşulsuz teslimiyet değil.

Okumaya Devam Et

Ortadoğu

İsrail Refah’taki yardım dağıtım merkezini bombaladı

Yayınlanma

ABD’li özel güvenlik görevlileri, yardım dağıtım merkezinde izdiham oluşturan Filistinlileri dağıtmak için havaya ateş açtı. İsrail’in yardım dağıtım merkezine düzenlediği saldırıda 3 Filistinli hayatını kaybetti.

İsrail ve ABD destekli “Gazze İnsani Yardım Vakfı” (GHF) tarafından başlatılan yeni insani yardım dağıtım sistemi ikinci gününde kaosla sonuçlandı. Yardım almak için kilometrelerce yol yürüyen binlerce Filistinlinin Refah’taki dağıtım noktasına akın ettiği sırada yaşanan izdihamda ABD’li özel güvenlik görevlileri havaya ateş açtı.

İsrail ordusunun da Refah’taki yardım dağıtım merkezine gerçekleştirdiği saldırıda 3 Filistinlinin öldüğü, 46 kişinin yaralandığı, 7 kişinin ise kaybolduğu bildirildi. İsrail ordusu ise yaşananları “dağıtım sürecinin bir parçası” olarak niteleyip güvenlik gerekçesiyle yapılan bir müdahale olduğunu savundu.

Yaşananlar, açlıktan ölme riskiyle karşı karşıya kalan sivillerin yardım erişimi için hayatlarını tehlikeye attığını ve dağıtımın planlanmasında ciddi ihmaller olduğunu ortaya koydu.

“Toplama kampı” görüntüleri

Yardım kuyruğunda bekleyenlerin fotoğrafları sosyal medyada hızla yayıldı. Tel örgülerle çevrili bölmede saatlerce bekleyen sivillerin görüntüleri, Nazi toplama kampından alınmış tarihi karelere benzetildi.

The Times of Israel’e konuşan ABD’li bir yetkili, yaşanan kaotik sahneleri “20 dakikalık kısa bir kontrol kaybı” olarak nitelendirerek hafife aldı. Yetkili, “GHF’nin iki günlük faaliyetiyle 462 bin öğün yemek dağıtıldı. Sistem sonuç vermeye başladığında diğer ülkeler de destek verecek” ifadelerini kullandı. Ancak olayın yaşandığı anlara ait görüntülerde İsrail askerlerinin uyarı ateşi açtığı ve halkın panikle kaçtığı anlar net biçimde görülüyor.

Hamas: Şüpheli yardım mekanizmasının başarısızlığı…

Hamas tarafından yapılan açıklamada ise olay, “şüpheli bir yardım mekanizmasının başarısızlığı” olarak nitelendirildi. Açıklamada, dağıtım sisteminin yardım kisvesi altında sivil halkı kontrol altına alma ve onları aşağılama amacı taşıdığı belirtilerek, GHF’nin Birleşmiş Milletler (BM) ve uluslararası yardım kuruluşlarının rolünü marjinalleştirdiği ifade edildi:

“Binlerce insanımızın açlık baskısı altında, yardım dağıtım mekanizmasının uygulanması için belirlenen merkeze akın etmesi ve ardından kendilerine ateş açılması görüntüleri, sivillerin hayatlarını tehlikeye atan ve Gazze Şeridi’ne yardım kisvesi altında güvenlik kontrolü sağlamak için kullanılan bu şüpheli mekanizmanın başarısızlığını şüpheye yer bırakmayacak şekilde teyit etmektedir.”

BM yetkilileri de GHF dağıtım sistemine ilişkin sert eleştirilerde bulundu. BM Konut Hakkı Özel Raportörü Balakrishnan Rajagopal, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, yardımın dağıtılış şeklini “sadistçe” olarak nitelendirdi. “Bu, ABD ve İsrail’in işlediği bir suçtur” diyen Rajagopal, dağıtımın sivilleri aşağılamak ve işkence etmek için kullanıldığını söyledi.

Gazze aşiretlerinden “açlık mühendisliği” tespiti 

Gazze’deki Aşiret İşleri Yüksek Komitesi Başkanı Husni el-Muğni, ABD ve İsrail’in desteklediği yardım sistemini “açlık mühendisliği” olarak tanımlayarak, “Gazze halkı bu insanlık dışı plan karşısında kaya gibi durmaktadır” dedi. Muğni, uluslararası yardım kuruluşlarının dışlanarak yerlerine güvenlik şirketlerinin getirilmesinin bu kaotik sürecin temel nedeni olduğunu savundu.

Netanyahu: Kıtlık iddiaları uydurma

İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ise Refah’taki görüntüleri “geçici kontrol kaybı” olduğunu iddia etti. Netanyahu, “Gazze’de kıtlık yoktu, hepsi basının uydurması. Çünkü binlerce sivili gözaltına aldık, onları çıplak halde fotoğrafladık ve hiçbir açlık belirtisi göstermediler, beden egzersizi bile yapmamışlardı”” iddiasında bulundu.

İsrail’in işgal planı: Filistinliler Gazze’nin yüzde 25’ine hapsedilecek

Ancak Batı Şeria’daki Filistin Sağlık Bakanlığı’na göre sadece son günlerde 29 çocuk ve yaşlı açlık kaynaklı sebeplerle yaşamını yitirdi.

FOX News’te yayımlanan bir haberde de iki yaşındaki Filistinli bir çocuğun yetersiz beslenme nedeniyle hastaneye kaldırıldığı belirtildi. CNN ise, yeterli mama ve ilaç bulamayan bir annenin bebeğini kaybettiği trajik vakayı ekrana taşıdı.

GHF tartışmaların odağında 

Gazze İnsani Yardım Vakfı, şubat ayında İsviçre’nin Cenevre kentinde kurulmuş olsa da ABD ve İsrail tarafından doğrudan yönlendirildiği pek çok kaynak tarafından doğrulandı. Vakfın amacı, BM ve UNRWA gibi kuruluşları devre dışı bırakarak yardımların dağıtımını doğrudan kontrol etmek olarak değerlendiriliyor.

Eski GHF İcra Direktörü Jake Wood da yardım sisteminin insani yardım ilkeleriyle bağdaşmadığını belirterek görevinden istifa etmişti. Wood, GHF’nin tarafsızlık, insanlık ve bağımsızlık ilkelerinden uzaklaştığını ifade etmişti.

BM’yi devre dışı bırakan Gazze Yardım Vakfı’nda istifa

Gelişmeler, İsrail’in yardım dağıtım sisteminin insani amaçlar dışında siyasi ve güvenlik hedeflerine hizmet ettiği yönündeki eleştirileri güçlendirdi. Uluslararası kuruluşlar, yardım akışının tarafsız, güvenli ve insani ilkeler doğrultusunda yeniden şekillendirilmesi çağrısında bulundu.

Okumaya Devam Et

Ortadoğu

ABD ve İsrail arasında İran gerginliği: Telefonda hararetli tartışma

Yayınlanma

ABD ve İsrail liderlerinin geçen hafta İran konusunda yaptığı telefon görüşmesinde görüş ayrılığı yaşandığı öne sürüldü. Tartışmanın ardından Trump’ın İsrail’e gönderdiği ABD’li bakan, “Başbakandan Trump ile birlikte çalışmasını ve akılcı kararlar alınmasına katkıda bulunmasını istedim” dedi.

Netanyahu ile Trump telefonda karşı karşıya geldi

İsrail basınına göre Başbakan Binyamin Netanyahu ile ABD Başkanı Donald Trump, İran’a karşı nasıl bir yol izleneceği konusunda geçen hafta gerçekleştirdikleri telefon görüşmesinde sert bir tartışma yaşadı.

Kanal 12’nin haberine göre, Trump görüşmede Netanyahu’ya “İranlılarla diplomatik bir çözüm istiyorum. İyi bir anlaşma yapma yeteneğime inanıyorum” dedi. Ayrıca her iki tarafın çıkarına olacak bir uzlaşmadan yana olduğunu vurguladı.

Bu haber, daha önce tarafların İran’ın nükleer silah edinmesini önlemek konusunda hemfikir oldukları yönündeki resmi açıklamalarla çelişiyor.

Başbakanlık Ofisi ise Perşembe günkü telefon görüşmesinin ardından yaptığı yazılı açıklamada, iki liderin İran’a nükleer silah kapısını kapatmak gerektiği konusunda mutabık kaldığını bildirmişti.

Trump’ın İsrail’e gönderdiği bakan: Zamanımız kısıtlı

Kanal 12’nin haberinin ardından ABD İç Güvenlik Bakanı Kristi Noem’in İsrail ziyareti sırasında Fox News’e verdiği bir röportaj dikkat çekti.

Noem, “Başkan Trump beni, müzakerelerin nasıl ilerlediğini konuşmak ve birlikte hareket etmenin önemini vurgulamak üzere gönderdi” dedi.

Trump’a yakınlığıyla bilinen Noem, Netanyahu ile yaptığı görüşmeyi “çok açık ve doğrudan” olarak tanımladı. Röportajda, “Başkan’ın başbakana ilettiği özel mesajı paylaşmam doğru olmaz” diyen Noem, Netanyahu’nun danışmanlarının da görüşme sonrası bu kadar açık bir toplantıyı daha önce yaşamadıklarını söylediğini aktardı. “İsrail’e olan desteğimizi yineledik ancak bu müzakereler de hayati öneme sahip” dedi ve ekledi: “Başkan Trump’ın karar vermesi için çok kısa bir süremiz var; haftalar ya da aylar değil, sadece birkaç gün. Bu süreçte Netanyahu’nun da işbirliği yapması gerektiğini ilettim.”

“Netanyahu’nun ABD’ye ihtiyacı var”

İsrail’in İran’a olası bir saldırı planını askıya alıp almadığı sorulduğunda Noem, “Başkan Trump, İran’ın nükleer silah sahibi olmasını asla kabul etmeyecek” dedi.

Noem şunları kaydetti: “İsrail’in ABD ile paylaştığı istihbarat çok önemli. Başkanımız barış istiyor ama gelecekte nükleer kapasiteye sahip bir İran’ı da kabul etmeyecek. Sadece barış yetmez Başkan, Netanyahu’nun da onunla aynı çizgide olmasını istiyor. İran’ın ve vekil gruplarının İsrail’e yönelik saldırıları göz önüne alındığında, İsraillilerin yaşadığı acıyı anlıyoruz. Ama Netanyahu da biliyor ki Amerika’ya ve Başkan Trump’a ihtiyaç duyuyor. Birlikte daha güçlüyüz ve bu süreç dürüst ve samimi yürütülmeli. İran’ın nükleer silah kapasitesine asla ulaşamayacağı bir gelecek için birlikte çalışmalıyız.”

Netanyahu’nun ofisi, Noem’le yapılan görüşmeye ilişkin yayımladığı açıklamada, bakanın “Başbakana ve İsrail devletine sarsılmaz desteğini” ifade ettiği bildirildi. Ancak İran konusuna yer verilmedi.

Trump: İran’la müzakerelerde ilerleme var

Öte yandan ABD ile İran arasında hafta sonu Roma’da yapılan beşinci tur nükleer müzakerelerde, uranyum zenginleştirme konusu temel kriz başlığı olmaya devam ediyor.

Tahran, barışçıl nükleer program kapsamında düşük seviyeli uranyum zenginleştirmeyi savunurken; Washington, bu faaliyetlerin tamamen durdurulmasını talep ediyor.

Müzakerelerden sonra taraflar temkinli açıklamalar yaparken, Başkan Trump, Morristown Havaalanı’nda gazetecilere iyimser mesajlar verdi. “İran cephesinden iyi haberler alabiliriz. Görüşmeler oldukça iyi gidiyor. Bunun olmasını gerçekten istiyorum. Çünkü bombaların atılmadığı ve insanların ölmediği bir çözüm arzuluyorum” dedi.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English