DÜNYA BASINI
İsrail’e Gazze’de neden hayırlı seçenekler yok?
Yayınlanma
Yazar
Emre Köse
Çevirmenin notu: Filistinli grupların 7 Ekim’deki Aksa Tufanı saldırısından sonra yıllardır abluka altında olan Gazze Şeridi yoğun bombardıman altında. Önceki günlerde İsrail’in kara harekâtı —hava 20 derece olmasına rağmen— “hava muhalefeti nedeniyle” ertelendi. Saldırının başlayıp başlamayacağına dair net bir bilgi olmasa da Gazze ahalisi tehcire zorlanıyor.
Öte yandan kara harekâtı, İsrail açısından büyük risklere gebe. Almanya merkezli düşünce kuruluşu Le Beck’in istihbarat araştırmacısı Michael Horowitz’in yorumu.
İsrail’e Gazze’de neden hayırlı seçenekler yok?
Michael A. Horowitz
26 Ekim 2023
Netanyahu ilk konuşmalarından birinde İsrail’in vereceği karşılığın “Orta Doğu’yu değiştireceğini” söylemişti. Bu kesinlikle doğru: İsrail ve diğer herkes için çok ama çok daha kötü hale getirebilir.
Hamas’ın 1400 İsraillinin ölümüne yol açan eşi benzeri görülmemiş saldırısının ardından İsrail makamları, Gazze’de ne tür bir karşılık vermeyi ve ne tür hedeflere ulaşmayı planladıkları konusunda çeşitli beyanlarda bulundu.
Tüm bunlar, İsrail’in Gazze’ye karşı başlattığı ve halihazırda Filistinlilerin devasa çaptaki kayıplarına, yerlerinden edilmelerine ve yıkıma yol açan hava harekatının sadece bir başlangıç olduğunu gösteriyor. Fakat İsrail makamları, Hamas’ın saldırılarına duygusal tepkiler verirken bazı kesimler de Gazze’ye ciddi bir plan olmadan girmenin felakete yol açabileceği uyarısında bulundu.
ABD’nin 11 Eylül’e verdiği karşılık ile İsrail’in 7 Ekim saldırılarına vereceği karşılık arasında paralellikler kuruldu, pek çok yorumcu ve yetkili (başta Başkan Biden olmak üzere) kolaylıkla hata yapılabileceği ve bu hataların bedelini büyük olasılıkla sivillerin ödeyeceği uyarısını yaptı.
Bu da İsrail’in beyanların ve bunların esasında ne anlama geldiğinin incelenmesini mecburi kılıyor. İsrail’deki çatışma genelde her iki tarafın da birbirini suçladığı bir anlatı düzeyinde tartışılıyor. Ancak her iki tarafın da salahiyeti açısından bu en karanlık zamanda bile geleceğin ne getireceğine dair vizyonun tartışılması gerek.
Netanyahu artan kamuoyu baskısıyla karşı karşıya
Anlaşılması gereken hususlardan biri, İsrail’de kamuoyu baskısının en üst düzeyde olduğu. Televizyon kanalları hala 7 Ekim’de yaşananlara dair tanık ifadeleri gösteriyor ve görüntüler servis edilmeye devam ediyor.
Çocuklar televizyonda ebeveynlerinin yasını tutuyor; bazıları tüm ailelerini kaybetti, yanmış kurbanların vücut parçaları hala analiz ediliyor ve insanlar hala kayıp. Yaşanan şok ne sindirilebildi ne de çoğu insan tarafından tam olarak anlaşılabildi. İsraillilerin çoğunun hükümetlerine karşı duydukları aşırı güvensizlik de bu durumu daha da derinleştiriyor.
Netanyahu, 7 Ekim’den önce hiçbir ölçüye göre destek görmüyordu. Fakat anketler popülaritesinin iyice çöktüğünü gösteriyor: İsrailli haber kuruluşu Ma’ariv tarafından yapılan kamuoyu yoklaması, Netanyahu’nun partisinin daha önce görülmemiş seviyelere gerileyeceğini ve bugün seçimler yapılsa koalisyonunun kesin olarak mağlup olacağını gösterdi.
Netanyahu’nun uzun süredir rakibi olan Benny Gantz (kamuoyu yoklamalarına göre krizden en kârlı çıkan şahsiyet) hükümete katılmış olsa da İtamar Ben Gvir ya da Bezalel Smotriç gibi aşırılıkçı isimlerin yer aldığı bir hükümette olmayı reddeden diğer bazı isimler nedeniyle bu hiçbir şekilde gerçek bir “birlik” hükümeti değil.
Başka bir deyişle, bu hükümet krize ispatlaması gereken her şeyle ve son derece düşük bir kamuoyu güveniyle giriyor. Yine de bu hükümet hem İsrail ve Filistin’de hem de ötesinde bölgenin akıbetini etkileyecek kararlar alabilecek bir hükümet.
Kara harekâtı: Gerçek bir plan var mı?
İsrailli yetkililer, 7 Ekim’den bu yana Gazze’ye yönelik olası kara harekâtının hedefi hakkında çeşitli beyanlarda bulundu. İlk günlerde Savunma Bakanı Gallant, ülkenin “Hamas denen bu şeyi yok edeceğini” söyledi, örgütü IŞİD’e benzetti ve tekrar “yeryüzünden silineceğini” dile getirdi.
Bu türden Hamas’ı Gazze’den “temizlemeye” dönük bir harekatın spesifik parametrelerini ya da böyle bir planın yol açacağı muazzam can kaybı sayısını dikkate almadan, Irak ve Suriye’deki IŞİD karşıtı harekâtı ya da Afganistan’daki Taliban karşıtı harekât gibi dünyanın başka yerlerinde yürütülen tüm silahlı kalkışma karşıtı harekâtlarda “zaferin” zor olduğunu kanıtladığını belirtmek isterim.
Militan örgütler güvenlik kampanyaları yoluyla zayıflatılabilir ama Gallant’ın öne sürdüğü gibi “mutlak” bir şekilde yenilgiye uğratılmaları nadiren mümkündür.
Siyasi ve devlet inşası bileşeni olmayan herhangi bir ciddi güvenlik kampanyası, radikal örgütlerin yenilgiye uğratılmasına yönelik önceki harekâtlardan çıkarılan derslere de aykırı olacaktır. Bu tür silahlı kalkışmayla mücadele harekâtlarının yıllar almasından bahsetmiyorum bile.
İsrail daha önce hiç böyle bir harekât düzenlememişti ve ciddi hazırlıklar yapmadan, sürpriz bir saldırıyla bu tür bir harekata girişmek en hafif tabirle akılsızlık olur.
Hamas’ın alaşağı edilmesi
İsrailli yetkililerin sözünü ettiği ikinci hedef ise Gazze’deki Hamas rejiminin “alaşağı edilmesi”. Hamas bir diktatörlük gibi davrandı, Gazze’deki her türlü huzursuzluğu bastırdı ve uluslararası yardımı başka yöne çekti. Bu durum bölgeyi bölgesel bir savaşın eşiğine hiç olmadığı kadar yaklaştırdı.
Gazze’yi ortadan kaldırmak İsrailliler açısından mantıklı bir hedef gibi görünse de bunun nasıl yapılacağına dair gerçekler çok daha az önemsiz sayılıyor. Özellikle Gazze’deki olası savaşın ardında bırakacağı (ve halihazırda bırakmakta olduğu) muazzam yıkım göz önüne alındığında, bunun için gerçekçi bir alternatif ve gerçekçi bir devlet inşası yolu gerekiyor.
Hamas’ı destekleyerek ve Filistin Yönetimi’ni marjinalleştirerek uzun süredir “böl ve yönet” arayışında olan Netanyahu liderliğindeki hükümet, şimdi aniden Mahmud Abbas’ın Gazze’nin kontrolünü geri almasına yardım etmeye hazır mı?
Durum böyle olsa bile —ki Netanyahu’nun sicili göz önüne alındığında buna pek ihtimal vermiyorum— İsrail, Gazze’yi “ele geçirdiğinde” Filistin Yönetimi ölmüş olabilir. Otorite, 7 Ekim’den önce bile uzun ve köklü bir kriz yaşıyordu; Filistinlilerin gözünde meşruiyetini kaybetmiş ve hatta Batı Şeria’nın bir kısmının kontrolünü de fiziksel olarak kaybetmişti.
Abbas hiç sevilmiyor ve Gazze adına bir şeyler yapabilecek gücü yok. Ramallah’taki hükümet Mukata’dan güçlükle çıkabiliyor. Ama esasında onun kaderi Gazze’nin kaderine bağlı. Gazze’deki El Ehli Hastanesine yapılan saldırının ardından Ramallah da dahil pek çok Filistin kentinde spontane protestolar patlak verdi.
Sloganlar yalnızca İsrail’e değil Abbas’a da yönelikti. Hamas bayrakları ve sloganları işitildi. Bu yeni bir olgu değil: Aynı eğilime 2021’deki Gazze savaşı esnasında da şahit olmuştuk. Eğer Gazze’de bir ay, hatta yıllar sürecek bir harekata tanık olacaksak, bu sloganlar daha da artacaktır.
İsrail’in Gazze’de “ortadan kaldırmaya” çalıştığı şey, yakında Batı Şeria’da da karşısına çıkabilir. Bölgesel kırılganlıklar çatırdayabilir ve Ürdün ve Mısır da dahil ılımlı Arap devletleri de İsrail’in Gazze’yi ele geçirme teşebbüsünün artçı şoklarını hissedecektir.
Filistin Yönetimi’nin geleceği
Filistin Yönetimi sağ kalırsa, Gazze ve Batı Şeria’yı yönetmekten aciz bir kabuk haline gelecektir. Bu “en iyi senaryoda” İsrail, Gazze’de (ve muhtemelen Batı Şeria’da da) şu anda Lübnan’da Hizbullah ile karşı karşıya olduğu durumla —kendisini durdurmaya gücü yetmeyen bir hükümetin arkasına saklanan militan bir örgütle— karşı karşıya kalacaktır.
Hamas isyancı bir örgüt olarak kökenine geri dönecektir. Başlangıçta bazıları tarafından örgütün değiştiği, 1967 sınırı boyunca bir İsrail devletini (ihmal ederek) kabul ettiği düşünülüyordu. Fakat 2023 saldırıları bu sözüm ona değişimin bir yanılsama olduğunu ve Gazze’deki örgütün daha da radikalleştiğini gösteriyor.
Daha da önemlisi, Hamas hedeflerinden birini gerçekleştirmiş olacak: Gazze’den İsrail’e ateş açabilecek ve 2007’de ele geçirdiğinden beri İsrail ablukası altında olan Gazze’nin 2 milyondan fazla sakinine bakabilecek sorumlu bir hükümet gibi davranmak gibi ağır bir sorumlulukla uğraşmak zorunda kalmayacaktır.
Aslında örgüt geçtiğimiz yıllarda, Gazze’deki Filistinlilerle ilgilenmek zorunda kalmadan İsrail’in işgaline karşı “direnişin” yüzü olma kabiliyetini sürdürme niyetinde olduğu için Filistin Yönetimi’nin Gazze’nin kontrolünü geri almasını istediğinin sinyallerini vermişti.
Örgüt sivil işlerle ilgilenmek istemiyor ve militan kimliğini her zaman ön planda tutacaktır. İsrail saldırısından sonra da varlığını sürdürürse, Filistin bölgesini istikrara kavuşturmaya yönelik her türlü çabayı engellemeye çalışacaktır.
Filistin Yönetimi’nin yeniden iktidara gelmesi için Mısır’ın yönetimi devralması ya da Abbas’ın uzun zamandır ezeli rakibi olan Muhammed Dahlan’ın hükümeti gibi başka alternatifler de araştırılıyor. Ancak bunların hiçbiri gerçekçi değil: Mısır, kendi içinde devasa sorunlarla karşı karşıyayken Gazze’nin sorumluluğunu yeniden üstlenmeye hiç de hevesli değil.
Birleşik Arap Emirlikleri’nde (BAE) sürgünde olan Dahlan, yıllardır Gazze’de değil ve 2007’de Gazze’yi Hamas’a kaptıran şahsiyet. En iyi ihtimalle Hamas ile ilişkileri net olmayan, karanlık ve fırsatçı bir figür. Gazze’nin başına yeniden getirilirse ya güçsüz bir figüran olacak ya da kendi bekası için anlaşmalar yapmaya —gerekirse Hamas ile de— devam edecek.
İsrail tarafından yönetime getirilen herhangi birinin Filistinlilerin gözünde gayri meşru bir figür olarak kariyerine başlayacağından bahsetmiyorum bile.
Nekbe 2.0
Filistinlilerin kesinlikle korktuğu diğer alternatif ise yeni bir “Nekbe”, yani Filistinlilerin Gazze’den sürülmesi. Eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Meyr Ben Şabat’ın başında bulunduğu marjinal bir düşünce kuruluşu da dahil İsrail’deki bazı isimler bu ihtimalden bahsetmiş olsa da İsrail’in planının bu olması pek mümkün değil.
İsrail bunu yaparak Arap dünyasında —özellikle de Mısır’da— büyük bir şok dalgası yaratacak ve birlikte çalışabildiği bir devleti ölümcül bir düşmana dönüştürecektir. Bu da sadece yılların değil, on yılların ilerlemesini geriye götürecektir.
Gazze’deki Filistinlilerin böyle bir senaryodan neden korktuklarını ve İsrail’in bunu düşünebileceğine neden inandıklarını anlasam da İsrail’de bunu savunan herkes, diğer İsrailli figürler ve ABD de dahil ülkenin müttefikleri tarafından tehlikeli bir aptal olarak görülecektir.
Bibi liderliğindeki hükümet aptallığın fıtratında olduğunu göstermiş olsa da şimdi bu tür eylemleri onaylamayacak “odadaki diğer yetişkinlerin” vesayeti altında.
Hamas’ın askeri kabiliyetlerini yok etmek
Son olarak İsrailli makamları, “Hamas’ın askeri kapasitesini yok edeceklerini” de iddia ettiler. Görünürde bu kesinlikle daha gerçekçi bir plan gibi duruyor. Fakat bu hedef bile zorlayıcı olacaktır.
Kapsam hakkında bir fikir vermesi açısından Rakka’yı IŞİD’den geri almaya yönelik harekât beş ay sürmüştü. Musul’u IŞİD’den geri alma harekâtı ise dokuz ay almıştı. Gazze çok daha büyük ve yoğun bir bölge.
Hamas’ın 30 binden fazla adamı olduğu düşünülüyor ki bu sayı IŞİD’den birkaç kat daha fazla; ancak İsrail de daha geniş bir gücü seferber etmiş durumda ve çok daha sağlam bir güç. Hamas, başta Gazze kenti olmak üzere Gazze Şeridi’nin orta kesimlerinde ve Han Yunus’un doğusunda bir yeraltı kenti inşa etmek üzere yıllardır beton harcıyor.
İsrail uçaklarının bazı tünelleri yok etmek için sığınak avcı uçaklarını kullanması gerekecek ve bu da muhtemelen içeride saklanan rehinelerin ölmesi riskini doğuracaktır. Gazze korkunç bir insani krizle karşı karşıyayken Hamas muhtemelen aylarca yetecek yakıt, gıda ve su depolamış durumda.
İsrail, savaş mühendisleri ve özel kuvvetler de dahil belirli birlikleri tünellerde savaşmak üzere eğitiyor ama bu, çok sayıda sivilin öldürüleceği ve Gazze’nin büyük oranda yıkılacağı zalim bir savaş olacak.
Şimdiye dek İsrailli liderlerin ve ortaklarının bu senaryoları akıllarında ve umarım yüksek sesle değerlendirmiş olmalarını bekliyorum. Odadaki daha soğukkanlı kişiler bu değerlendirmeleri yapmış olsa gerek; ki bunları önceden tahmin etmek hiç de kolay değil.
Umarım bazıları, İsrail’in Hamas’ın barbarlığına karşılık vermesi gerekirken, aynı zamanda destansı boyutlarda hatalar da yapabileceğini anlar. Bu hatalar, Filistinlilerin sefaletinden istifade etmekten ve bölgesel emellerini beslemek için daha fazla asker toplamaktan her zaman mutluluk duymuş bir ülke olan İran da dahil bölgedeki radikallerin işine gelecektir.
Netanyahu ilk konuşmalarından birinde İsrail’in vereceği karşılığın “Orta Doğu’yu değiştireceğini” söylemişti. Bu kesinlikle doğru: İsrail ve diğer herkes için çok ama çok daha kötü hale getirebilir.
İhtiyatlı olmak en önemli kelime olmalı. İsrail bir yandan Hamas’ı geriletecek gerçekçi ve kademeli hedefler belirlerken diğer yandan da çatışmanın gerçek anlamda çözüleceğine dair umut beslemeli.
Netanyahu’ya güveniyor olsaydım, harekâtın ilk parametreleri belirlendikten sonra, halkın öfkesinin bir kısmını absorbe etmek, halkın güveninin yeniden tesis edilmesine ve kararın daha meşru figürler tarafından verilmesine olanak sağlamak için istifa etmesini önerirdim.
Bunu yapacağından şüpheliyim. Fakat bir sürprizle karşılaşıldığında dikkatli davranmak gerekir. Ve bazen aptal olarak anılmak, aptal olmaktan daha iyidir.
İlginizi Çekebilir
-
Şin-Bet Direktörü, “Qatargate” skandalı yüzünden mi kovuldu?
-
Suriye federasyona mı gidiyor?
-
Hamas, Edan Alexander’ı serbest bırakacak
-
İsrail, Suriye’den sonra Lübnan’da da kalıcı işgale hazırlanıyor
-
Witkoff’un yeni ateşkes önerisine Hamas’tan itiraz
-
ABD ve İsrail Filistinlileri Gazze’den sürmek için Afrika’dan yer bakıyor
DÜNYA BASINI
Şin-Bet Direktörü, “Qatargate” skandalı yüzünden mi kovuldu?
Yayınlanma
13 saat önce17/03/2025

Aşağıda çevirisini okuyacağız makale, İsrail’in en çok okunan sol eğilimli gazetelerinden Haaretz’de yayınlandı. Makale Netanyahu’nun Şin-Bet Direktörü Ronen Bar’ı neden görevden almak istediğine dair yetkililerden gelen açıklamaların dışında başka bir kritik noktaya dikkat çekiyor.
***
Netanyahu’nun Şin-Bet direktörünü çirkin ve sarsıcı şekilde görevden almasının perde arkası
Netanyahu, İsrail’in kırılgan demokrasisinin az sayıdaki kalan bekçilerinden birini Trump tarzı bir yaklaşımla sadakati her şeyin üstüne koyarak saf dışı bırakmaya çalışıyor. Ancak, şu anda bu kararı almasının başka bir sebebi daha var.
Yossi Melman
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, iç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in Direktörü Ronen Bar’ı görevden alma kararı eşi benzeri görülmemiş bir gelişme. İsrail’in 77 yıllık tarihinde, ülkenin iç istihbarat teşkilatının hiçbir başkanı daha önce görevden alınmadı.
Bugüne kadar yalnızca iki Şin-Bet direktörü, güvenlik krizleri nedeniyle başbakan ile yaşadıkları gerginlikler sonucu istifa etti: İlki 1963 yılında, İsser Harel’in Başbakan David Ben-Gurion’a istifasını sunmasıyla, ikincisi ise 1986 yılında, Avraham Shalom’un Başbakan Şimon Peres döneminde istifasıyla gerçekleşti.
Netanyahu, pazar akşamı yaptığı açıklamada Bar’ı görevden alma kararını güvenini kaybettiği için aldığını söyledi. Bu karar bekleniyordu; Netanyahu bunu aylar önce yapmak istiyordu, ancak yine de haber muhalefette ve politikalarına karşı çıkan halk arasında büyük bir şok ve öfke ile karşılandı.
Netanyahu, Bar’a karşı her zamanki yöntemlerini kullanarak harekete geçti: sızıntılar, çirkin imalar ve ona bağlı medya organları aracılığıyla karalama kampanyaları. Netanyahu ve ekibi, üç buçuk yıldır görevde olan Bar’ı, “zayıf bir yetkili” olmakla suçladı ve İsrail’in Hamas ile müzakere ekibinin bir parçası olmasına rağmen “gerçek anlamda müzakere yapmayı bilmemekle” itham etti. Son olarak, Bar’ın Netanyahu’ya “şantaj yaparak tam kapsamlı bir tehdit ve baskı kampanyası yürüttüğü” yönünde asılsız bir iddia ortaya atıldı.
Ancak, Başbakan’ın ani kararının ardında daha derin bir sebep yatıyor gibi. Bu sebep, Netanyahu’nun üzerindeki ağır baskıyı ve bunun karar alma sürecini nasıl etkilediğini gözler önüne seriyor.
Birkaç hafta önce Bar, İsrail polisi ile birlikte Netanyahu’nun iki sözcüsü ve eski bir stratejik danışmanı hakkında soruşturma başlatma kararı aldı. Bu isimlerin, Hamas gibi “terör örgütlerini” destekleyen Katar ile savaş sırasında dahi şüpheli mali işlemler gerçekleştirdiği iddia ediliyordu. “Qatargate” adı verilen bu skandalın, vatana ihanet sınırına varan suçlamalarla sonuçlanabilecek bir potansiyeli var.
Netanyahu’nun, iç istihbarat teşkilatının kendisine yakın isimleri soruşturduğu bir dönemde Bar’ı görevden almaya kalkması, açıkça bir çıkar çatışması yaratıyor. Bu durum, görevden almanın asıl amacının soruşturmayı engellemek olabileceği yönünde şüpheleri artırıyor.
Şin-Bet, Mossad ve Askeri İstihbarat ile birlikte İsrail’in üç istihbarat teşkilatından biri ve öncelikli görevi terörle mücadele etmek, casusluk ve ihanet eylemlerini ortaya çıkarmak. Ancak Şin-Bet’in Batı demokrasileri içinde benzersiz bir misyonu daha var: Yasalar gereği, ülkenin demokratik kurumlarını korumaktan da sorumlu.
Netanyahu ve hükümetinin şimdi “yargı darbesi” adı verilen rejim değişikliği planlarını yeniden devreye soktuğu bir dönemde İsrail demokrasisini korumakla da sorumlu olan Şin-Bet başkanının görevden alınması otoriter bir yönetimin ya da denge ve denetleme mekanizmalarından yoksun zayıflamış bir demokrasinin önünü açabilir.
Netanyahu görevden alma işlemini gerçekleştirme konusunda parlamento, kamuoyu ve yasal engellerle karşı karşıya. Ancak Bar’ın yakın zamanda görevden ayrılması halinde asıl kritik soru, onun yerine kimin atanacağı.
Eğer Netanyahu itidalli davranır ve Bar’ın iki yardımcısından birini seçerse ki Şin-Bet yetkililerinin tam isimleri kamuya açıklanamadığı için sadece “M” olarak bilinen yardımcısı önde gelen adaylardan biri, bu durumda Netanyahu bu atamayı en az zararla atlatabilir.
Şin-Bet’te istihbarat subayı olarak başlayan kariyerinde, Şin-Bet’in başkan yardımcılığına terfi etmeden önce Kudüs ve Batı Şeria bölümünün başına kadar yükselmiş, Arapça bilen deneyimli bir operasyon görevlisi. Profesyonelliğiyle tanınıyor ve Netanyahu’ya değil, devlete ve yasaya sadık biri olarak görülüyor.
Ancak, Netanyahu dışarıdan, kendisine sadakatiyle bilinen eski bir Şin-Bet yetkilisini atarsa, bu, Netanyahu’nun İsrail’in kırılgan demokrasisinin bir bekçisini daha ortadan kaldırmayı başardığını ve aynı şekilde kişisel sadakati her şeyin üstünde tutan ABD Başkanı Donald Trump’ın izinden gittiğini gösterecektir.
7 Ekim’de Hamas’ın düzenlediği saldırıdan bu yana, Netanyahu Savunma Bakanı’nı görevden aldı, İsrail Genelkurmay Başkanı, Askeri İstihbarat Şefi ve kıdemli IDF komutanları istifa etti. Ancak hâlâ sorumluluğu kabul etmeyen ve hesap vermeyi reddeden tek kişi Başbakan Netanyahu.
DÜNYA BASINI
Suriye’nin sahil bölgesinde katliam nasıl başladı?
Yayınlanma
1 hafta önce10/03/2025
Yazar
Harici.com.tr
Lyon Üniversitesinde öğretim üyesi ve Washington Institute for Near East Policy’de uzman olarak çalışan coğrafyacı Fabrice Balanche, aşağıda yayınladığımız makalesinde Suriye’de HTŞ bağlantılı grupların Lazkiye, Tartus ve Humus’ta çoğunlukla Alevi sivillere yönelik gerçekleştirdiği katliamların izini sürüyor ve HTŞ’ye karşı silahlı isyanın, Alevi kasabalarına yönelik rastgele ve ölümle sonuçlanan mezhepçi müdahalelerin hemen ardından başladığına işaret ediyor. Balanche, yaşananların sorumlusunun Ebu Muhammed el-Colani lakaplı Ahmed eş-Şara olduğunu yazıyor. Fransız uzman, 7 Mart’ta yazdığı bir başka yazıda, katliamlar doruk noktasındayken, şöyle diyordu: “[Aleviler] Geçtiğimiz üç ay boyunca aşağılanma ve kötü muameleye maruz kaldılar. Cinayetler hâlâ çözülemedi ve devlet memurları ve askerler işlerini kaybetti. Kıyı kentlerinde, Humus’ta ve Şam’da bu topluluğa yönelik hakaret ve provokasyonlar olağan hale geldi.”
Şam’daki İslamcı rejimin resmi açıklamalarını tekrarlayan France Inter de dahil olmak üzere birçok medya kuruluşuna göre şiddet olaylarından “eski rejim destekçileri” sorumludur:
Askerlerin eski Esad rejiminin destekçileri tarafından saldırıya uğramasının ardından, Esad’ın kalesi olan Alevi bölgesinde 1.300’den fazla kişinin ölümüne yol açan bir şiddet dalgası yaşandı (Les massacres en région alaouite menacent la transition syrienne | France Inter), France Inter – 10 Mart 2025 Pazartesi, saat 8.17.
Gerçekte her şey 4 Mart’ta Lazkiye’de başladı. Önceki gece Lazkiye’nin işçi sınıfından bir Alevi bölgesi olan Datur yakınlarında Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) üyeleri öldürüldü. Bunun üzerine HTŞ bölgeyi kuşattı ve sabahın erken saatlerinde ağır silahlarla saldırdı. Lazkiye’de ve bu bölgede yaşayan tanıdıklarım haberi duyar duymaz beni aradı. Alevilere yönelik şiddetin çoktan başladığını kanıtlayan görüntüler ve videolar gördüm. Tepeden tırnağa silahlı İslamcılarla dolu kamyonetler bölgeyi boydan boya kat ediyor, binalara rastgele ateş açıyor ve bölge sakinlerine domuz diyorlardı. Birkaç minibüs cesetlerle dolu olarak bölgeden ayrıldı. 5 Mart Çarşamba günü helikopterler Banyas’ın doğusundaki Alevi köyü Daliye’ye bomba yağdırdı. Burası yüz kadar türbeye ev sahipliği yapan ve saygın şeyhlerin dini eğitim verdiği ünlü bir Alevi hac yeridir; Esad rejimine askeri kadro sağlayan bir köy değil. HTŞ’nin saldırısı Alevi toplumunu hedef aldı.
6 Mart Perşembe günü HTŞ ve müttefiklerine ait pikap kortejleri sahil bölgesine akın etti ve dağı ele geçirmeye çalıştı. İşte o zaman bazıları pusuya düşürüldü. Önceki rejimin eski askerleri ve istihbarat ajanları bu tehdit karşısında pasif kalmaya hazır değildi. Mahir Esad’ın dördüncü tümenindeki üst düzey subaylardan biri olan Tuğgeneral Giyas el-Dali liderliğinde Suriye sahilinde “Askeri Konsey” kurulduğunun açıklanması, bu geniş çaplı askeri operasyon için bir bahane oldu. Çünkü bu “Alevi ayaklanması” sahil bölgesini kontrol altına almaktan acizdir.
Sonuç olarak, dağlarda sivillerin öldürülmesi arttı, aynı zamanda Alevi mahallesi El-Kussur’un gerçek bir katliama sahne olduğu Banyas kasabasında da. Yüzlerce kişi öldürüldü. Bugün, 10 Mart’ta, geçici başkanın yatıştırıcı güvencelerine rağmen, önceki günlerde olduğu gibi aynı yöntem kullanılarak Kadmus çevresinde şiddet devam ediyor. 200 araçlık bir kortej belirli bir bölgeye doğru ilerliyor ve 20 ila 30 araçlık gruplara ayrılarak bir köyü işgal ediyor. Bütün aileler katlediliyor ve önlerine çıkan herkes öldürülüyor. Evler elbette tamamen soyuluyor. Bu gerçekten de HTŞ ve müttefikleri tarafından gerçekleştirilen bir dizi baskındı. Yeni rejimin güvenlik güçleri doğrudan sorumlu tutulmamak için doğrudan müdahil olmaktan kaçınıyor. Diğer cihatçı ve İslamcı grupların harekete geçmesine izin veriyorlar.
Eş-Şara ve HTŞ’nin suçluluğunu küçümsemeyi bırakmanın zamanı geldi. Bu operasyon dikkatlice Şam’dan planlanmıştır. Geçtiğimiz üç ay boyunca Aleviler faili meçhul cinayetlerin hedefi oldular ve ülkenin tüm kötülüklerinden sorumlu tutuldular. Suriye’de Sünni bir İslam Cumhuriyeti kurulmuştur; bu da halk için Esad rejimi kadar korkunç olacaktır. Fransa ve Avrupa, eski bir El Kaide yöneticisi olan Ebu Muhammed el-Colani olarak da bilinen eş-Şara’yı mutlak güç arayışında desteklememelidir.

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini sunduğumuz değerlendirme yazısı, Birleşik Krallık’ın küresel güvenlik stratejileri üzerine çalışan ve Batı sermayesini merkeze alan analizler üreten düşünce kuruluşu RUSI’den. Yazı, ABD’nin Ukrayna’nın maden kaynaklarını Batı tedarik zincirine entegre etme girişiminde karşılaştığı düşük emtia fiyatları, yatırım riskleri ve Çin’in piyasa hâkimiyeti gibi stratejik engellere odaklanıyor. Ancak ABD’nin Ukrayna’da madencilik sektörünü yönlendirme ve buradan jeopolitik kazanç sağlama hamlesi, yalnızca Çin’in bölgedeki etkisini kırmaya yönelik değil; aynı zamanda Amerikan sermayesinin jeopolitik çıkarlarını pekiştirmek ve krizleri fırsata çevirerek bölge ekonomisini küresel tekellerin denetimine açmak gibi daha derin bir dönüşümün parçası. Bu da Ukrayna’yı bir kez daha küresel güç mücadelesinde kendi kaderini tayin etme yetisini yitirerek, emperyal hesapların taşeron aktörlerinden biri olma rolüne mahkûm ediyor.
Ukrayna’nın maden zenginliğini ortaya çıkarmak, bir Trump anlaşmasından daha fazlasını gerektiriyor
Henry Sanderson
RUSI
28 Şubat 2025
Çev. Leman Meral Ünal
ABD, Çin etkisini sınırlandırmak amacıyla Ukrayna’nın maden gelirlerinden pay almaya hazırlanıyor; ancak piyasa koşulları, yatırım ve uygulama süreçlerini zora sokacağa benziyor.
İki ülke arasında yakın zamanda imzalanması beklenen anlaşma ile ABD, Ukrayna’nın maden kaynaklarından elde edilecek gelirlerden pay almayı garantilemiş görünüyor.
Bu hafta yayımlanan anlaşma metnine göre, nihai detaylar kesinleştikten sonra Ukrayna, doğal kaynaklarından elde edilecek olası gelirlerin yüzde 50’sini ABD-Ukrayna ortak yönetimli bir fona aktarabilecek.
Muhtemel ki her iki taraf da bu anlaşmadan stratejik faydalar sağlayacaktır. Ukrayna, madencilik endüstrisini geliştirme şansı elde ederken ABD, Çin’in, olası bir Rusya-Ukrayna barış anlaşması sonrası cevher kazancı elde etmesini engelleyecektir. Öte yandan, Çin yerine Batı tedarik zincirlerine entegre edilmiş bir Ukrayna’nın, Batılı karar alıcılar için önemli stratejik hedeflerden biri olduğunu söylemeye gerek yok herhalde.
Nitekim, Trump’ın ilk döneminde görev yapmış olan Cumhuriyetçi bir isim, ABD yönetiminin, kaynakları geliştirme amacından bağımsız olarak, yalnızca Çin’in bunları ele geçirmesini önlemek için bile böyle bir strateji izleyebileceğini belirtiyor. Anlaşmaya dair müzakereler ise, belirsiz yetkilerle donatılmış birden fazla ekibin kimi zaman aşırı taleplerde bulundukları, kimi zamansa agresif taktikler uyguladıkları haberlerinin gölgesinde geçiyor.
Çin’in pazar hakimiyetine karşı koymak
Ukrayna için bu sürecin başarılı olabilmesi, özel sektör yatırımlarını ülkeye ne denli çekebileceğine bağlı. Bu da Ukrayna’nın güvenliğinin ve diğer finansal desteklerin sağlanmasını gerektiriyor. Ancak maden projeleri her durumda, halihazırda fiyatların çok düşük olduğu Çin pazarlarıyla rekabet etmek durumunda kalacaktır. Tam da bu nedenle, Trump’ın öne sürdüğü gibi milyarlarca dolarlık gelir elde edilmesi pek de olası görünmüyor.
Ukrayna Jeoloji Araştırmaları Kurumu (USGS) eski başkanı Roman Opimakh’a göre Ukrayna, titanyum, grafit, lityum ve bazı başka nadir toprak cevherlerinin yanı sıra potansiyel olarak germanyumda da dünya pazarıyla rekabet edebilir bir pozisyonda.
Ancak bu cevherler, mevcut piyasa zorlukları düşünüldüğünde, önemli yatırımları gerektiriyor.
Elektrikli araba akülerinde kullanılan lityumu ele alalım. Ukrayna, ikisi cephe hattından uzakta olmak üzere üç potansiyel sert kaya lityum yatağına sahip: Dobra ve Polohivske yatakları.
Polohivske, Ukrayna’nın orta kesiminde, Kiev’in 200 mil [320 km] güneydoğusunda yer alıyor. Ruhsat sahibi ULM şirketi, 2028 yılında petalit cevherinden lityum konsantresi üretmeyi planlıyor. Ancak bataryada kullanılabilmesi için bu cevherin önce lityum karbonata, ardından ise batarya kalitesinde bir malzemeye dönüştürülmesi gerekecek.
Ukrayna aynı zamanda lityum-iyon bataryalar için gerekli olan grafit yataklarına da sahip. Avustralyalı Volt Resources şirketi, ülkede 1934’ten bu yana işletildiği belirtilen Zavalievsky madeninden grafit üretiyor. Ancak bu materyalin bataryalarda kullanılabilmesi için daha fazla işlenmesi gerekiyor. Şirket, bunu yapmak için ABD’de bir tesis kurmayı düşündüğünü, ancak bunun için ek sermaye gerektiğini kaydediyor.
Opimakh’ın tahminlerine göre sadece halihazırda keşfedilmiş lityum ve grafit yataklarını geliştirmek için dahi yaklaşık 1 milyar dolarlık yatırım gerekiyor.
Ancak lityum fiyatları 2022’den bu yana yüzde 80 oranında düştü; yatırımcılar bugün Avustralya gibi güvenli bölgelerde dahi yeni lityum arzına duyulan ihtiyacı sorguluyorlar. Bu durumda Ukrayna’ya yatırım yapmayı cazip kılacak ne gibi teşvikler sunulacak?
Trump’ın elektrikli araçlara karşı sabırsız tutumu
Politika yapıcıların, tasarılarını hayata geçirmeden önce önemli bir hazırlık süreci geçirmek zorunda oldukları görülüyor. ABD ve Avrupa, bu cevherlerin herhangi bir jeopolitik fayda sağlamasından önce, onları satın alacak sanayileri inşa etmeli; aksi takdirde bu kaynakların Çin’e yönelmesi riski ortaya çıkacak.
Fakat ABD’nin yenilenebilir enerji konusundaki mevcut yönelimi bu durumu biraz sekteye uğratıyor. Trump, Biden’ın elektrikli araçlara ve temiz enerjiye yönelik sübvansiyonlarını kaldırma taahhüdünde bulunmuştu; oysa bu sübvansiyonlar, Batı’da batarya fabrikaları ve temiz enerji tedarik zincirlerini oluşturmak için gerekli olan talep desteğini sağlıyordu.
Sonuç olarak Çin, arz ve talep üzerindeki hakimiyeti sayesinde bu madenlerin birçoğunun fiyatlarını hala etkin bir şekilde kontrol edebiliyor. En büyük maden tüketicisi olarak, Çin’in iç politikaları fiyatları doğrudan etkileyebilir. Ayrıca işlenmiş cevherlerin büyük bir tedarikçisi olarak piyasaları arz fazlası ile doldurma kapasitesine de sahip.
Elbette Pekin’in arkasına yaslanıp Batı dünyasını sessizce izlemesi beklenemez; zira yüksek teknoloji ürünleri üretiminde dünyaya liderlik etmek, Çin’in temel küresel stratejilerinden biri.
Trump’ın madenlere yönelik yaklaşımı, Çin’in uzun süredir dünyayı nasıl gördüğünü de yansıtıyor: Pekin, 2000’lerin başından ortalarına kadar, kaynak karşılığında kredi anlaşmaları yapma stratejisini öncülüğünü yaparak dirençli tedarik zincirleri oluşturmayı hedeflemişti.
Ancak ortada duran en büyük soru, ABD’nin jeopolitik hedeflerine ulaşmada özel sermayeyi nasıl dahil edeceğidir: Ukrayna’ya yatırım yapmaları için özel şirketlerin çok daha fazla desteklenmesi gerekecek.
Mevcut anlaşmada yer alan ve ABD’nin “istikrarlı ve ekonomik olarak müreffeh bir Ukrayna’nın geliştirilmesine yönelik uzun vadeli mali taahhüdü”nü sürdürdüğüne dair ifadeler yeterli olmayacaktır.
Örneğin, ABD Uluslararası Kalkınma Finans Kurumu’nun bahsi geçen projelere yatırım desteği sağlaması gerekecektir.
Avrupa da madencilik projelerinin finansmanına katkıda bulunmalıdır. Temmuz 2021’de Ukrayna ve AB, Hammaddelerde Stratejik Ortaklık Memorandumu’nu imzaladı. Fakat Avrupa, ABD’nin bu hafta imzaladığı anlaşmaya dahil edilmedi.
Ancak, Ukrayna’nın gelecekteki cevher gelirlerinden pay almak için bir anlaşma imzalamak, ABD’yi veya şirketlerini bu cevherlerin küresel piyasalardaki dalgalanmalarından korumaz ve yine Çin ile rekabet konusunda zafer garantisi vermez.
Trump’ın şekillendirdiği bu yeni dönemde, ABD’nin, bu hafta imzalanacak anlaşmanın mürekkebi kurumadan, stratejisini kararlılıkla hayata geçirebilecek direnç ve sürekliliği sağlaması gerekiyor.

Çin Panama limanlarının satışını incelerken CK Hutchison hisseleri dalgalı seyrediyor

ABD, 200’ün üzerinde Venezuelalıyı para karşılığı El Salvador’da hapse gönderdi

Seul’den Güney Kore’nin ABD’nin ‘hassas ülkeler’ listesine eklenmesiyle ilgili açıklama

Almanya’nın savunma harcamaları Avrupa’yı nasıl etkileyecek?

Saakaşvili’nin hapis cezası 12,5 yıla çıkarıldı
Çok Okunanlar
-
AVRUPA6 gün önce
Volkswagen’e ‘sosisli’ müjdesi: Şirketin en popüler ürünü oldu
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
Suriye’nin sahil bölgesinde katliam nasıl başladı?
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
ABD-Rusya ilişkilerindeki büyük tersine dönüş ve Çin’in diplomatik seçimi
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
AB’de silahlanma çılgınlığı
-
GÖRÜŞ2 gün önce
Sosyalizmin yeni dünya-sistemindeki yeri – 1
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Trump yoktan para yaratabilir mi?
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
Trump gümrük vergilerini uygulayamıyor
-
ASYA1 hafta önce
Çinli yatırımcılar Elon Musk’ın şirketlerinden özel olarak hisse alıyor