Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Henri Barkey yazdı: Gazze’deki çatışma Erdoğan’ı Washington’dan daha da uzaklaştırdı

Yayınlanma

Eski CIA danışmanı Henri Barkey, ABD’nin “Gölge Dışişleri” olarak bilinen CFR’de İsrail ile Hamas arasındaki savaşta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın aldığı tavrın ABD ile Türkiye arasındaki anlaşmazlığı derinleştirdiğini yazdı.

Henri Barkey, Erdoğan’ın Hamas’ın operasyonuna ilk tepki olarak İsrailli mevkidaşı Isaac Herzog ile temasa geçtiğini, ancak ülkede Hamas’a verilen kamuoyu desteğinin gücünün, İsrail ordusunun harekete geçmesinin ve İsrail’in Gazze Şeridi’ne hava saldırısı başlatmasının Erdoğan’ın pozisyonunu hemen değiştirmesine neden olduğunu söyledi.

Gazze Şeridi’ndeki harekatı nedeniyle İsrail’e yönelttiği eleştirilerin tonunun giderek daha sertleştiğini kaydeden Barkey, yine de bu durumun Erdoğan’ın arabuluculuk rolü oynamaya çalışmasını engellemediğini belirtti. Öte yandan ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın kriz patlak verir vermez bölgesel başkentleri kapsayan bir tura çıktığını ancak Ankara’yı ziyaret etmekten bilinçli olarak kaçındığını vurgulayan Barkey, “Biden-Erdoğan ilişkisi bir süredir gergin; Biden da Erdoğan’la temaslarını sınırladı ve örneğin onu Washington’a bir devlet ziyareti için davet etmekte isteksiz davrandı” diye yazdı.

Genişleyen ABD-Türkiye Çatlağı 

İsrail ve Hamas arasındaki mevcut savaşın, Türkiye ve ABD’nin halihazırda birçok konuda anlaşmazlığa düştüğü bir döneme denk geldiğini vurgulayan Barkey, bunlardan en kritik olanının “Washington’un başlıca müttefiki olan ve çoğunluğu Kürt savaşçılardan oluşan Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) verdiği destek” olduğunu ve bu anlaşmazlığın ABD’nin 5 Ekim’de Suriye’nin kuzeyinde bir Türk insansız hava aracını düşürmesiyle doruk noktasına ulaştığını söylüyor.

“Türk ordusu Suriyeli Kürtlere karşı karada ve havada çok sayıda askeri operasyon yürütüyor ve Washington bu operasyonların IŞİD’e karşı mücadeleyi baltaladığını düşünüyor” diye devam eden Barkey, bu konudaki ABD-Türkiye anlaşmazlığının, IŞİD’in ortaya çıkışına ve 2014 yılında Suriye ve Irak’ın kuzeyine doğru ilerlemesine kadar uzandığını belirtiyor.

NATO, Savaş Uçakları, Uçak Gemisi Konuşlandırmaları

İki ülkenin İsveç’in NATO’ya katılımı konusunda da anlaşmazlık yaşadığını ifade eden Barkey, şöyle devam ediyor: “Erdoğan onay sürecinden faydalanarak İsveç’ten bir dizi talepte bulundu ve 23 Ekim’de katılım kararını Türk parlamentosuna göndermeyi kabul ederek bunu resmen yaptı. İsveç bazı tavizler vermiş olsa da Türkiye’nin onay süreci, Ankara’nın Washington’dan yeni F-16’lar ve envanterindeki mevcut F-16’lar için modernizasyon kitleri satın almasına izin vermesi talebinin gölgesinde kaldı.”

Biden yönetiminin Türkiye’nin talebine verdiği desteğin ise ABD Kongresi’nde sert bir dirençle karşılaştığını söyleyen Barkey, İsrail-Hamas savaşı nedeniyle artan gerilim sonrasında, “Erdoğan’ın perde arkasından yönlendirdiği Türk parlamentosunun İsveç’in üyeliğini onaylamayı geciktirmesi mümkündür” yorumunu yapıyor.

Gazze’deki çatışmanın Erdoğan’ı Washington’dan daha da uzaklaştırdığını yazan Barkey, “Erdoğan’ın dış politika söylemi Batı’ya ve ABD’ye karşı giderek artan güvensizliği yansıtıyor” ifadelerini kullanıyor.

Barkey, Erdoğan’ın şu sözlerini örnek gösteriyor: “ABD’nin Doğu Akdeniz’e iki uçak gemisi saldırı grubu konuşlandırmasına öfkeyle tepki gösterdi ve ABD’nin bu gemileri göndermeye ya da bu çatışmada rol oynamaya hakkı olmadığını öne sürdü. Ayrıca uçak gemilerinin varlığının Türkiye’nin krizi çözme çabalarına engel olduğunu iddia etti.”

Ayrıca Erdoğan’ın Washington’u suçladığı 2016 darbe girişiminden başlayarak, Türkiye’nin kötü ekonomik performansının Batılı (yani Amerikan) müdahale ve sabotajlardan kaynaklandığından da şikayet ettiğini kaydediyor.

Barkey şöyle devam ediyor: “Oysa Türkiye’nin ticaret istatistikleri incelendiğinde en önemli ticaret ortaklarının Batılı ülkeler olduğu görülecektir. 2022 yılında Amerika Birleşik Devletleri, Almanya, Birleşik Krallık (İngiltere) ve on Avrupa Birliği ülkesi Türkiye’nin ihracatının yaklaşık yüzde 43’ünü oluşturdu. 2021 yılında beş ülke (ABD, Almanya, Hollanda, İsviçre ve İngiltere) Türkiye’ye gelen doğrudan yabancı yatırımların neredeyse üçte ikisini oluşturmuştur.”

Hamas’a Destek 

Erdoğan’ın uzun zamandır Hamas’ı desteklediğini, liderlerinin Türkiye’de ikamet etmesine ve liderleriyle görüşmesine izin verdiğini ve örgütün eylemlerini terörizm olarak nitelendirmeyi reddettiğini kaydeden Barkey, Türk halkının Gazze’deki mevcut çatışmaya olan tepkisinin ise bu ilişkiyi daha da güçlendireceği yorumunu yapıyor. Barkey, buna rağmen Erdoğan’ın bölgede yaşanacak büyük bir yangının Türkiye dahil herkese zarar vereceğinin farkında olduğunu ve bu yüzden de İranlı mevkidaşı İbrahim Reisi’yi gerilimi artıracak adımlar atmaması konusunda uyardığını yazıyor.

Çatışmanın sona ermesi ihtimalinin mümkün görünmediğini belirten Barkey, Erdoğan’ın İsrail ve ABD ile ilişkilerinin daha da kötüleşmesi ihtimaliyle karşı karşıya olduğunu vurguluyor: “Türkiye’deki gösteriler ABD tesislerini, en önemlisi de Türkiye’nin güneydoğusundaki Malatya’da bulunan Kürecik radar üssünü hedef aldı. Türkiye’nin güneyindeki Adana’da bulunan Amerikan konsolosluğu da kapatılmak zorunda kaldı. Erdoğan’ın ABD’ye yönelik söylemi bu olaylardan kısmen sorumludur. Bazı yorumcular Erdoğan’ın Hamas’la arasına mesafe koymaya çalıştığını öne sürse de, 25 Ekim’de yaptığı bir konuşmada Hamas’ın bir terör örgütü değil, özgürlük savaşçıları ve ‘mücahitler’ ya da inançları için savaşan insanlardan oluşan bir grup olduğunu belirtti. Ayrıca tüm Türk vatandaşlarını 28 Ekim’de İstanbul’da düzenleyeceği ‘Büyük Filistin’ mitingine davet etti.

Erdoğan’ın başlangıçtaki uzlaşma arayışından uzaklaştığını belirten Barkey, yazısını şu ifadelerle bitiriyor: “Amerikan karşıtı dilinin sertliğiyle Washington’un kendisine duymuş olabileceği az miktardaki güveni de boşa çıkardı. Kendisini ABD öncülüğündeki müzakerelerin dışında bırakmış gibi görünüyor.”

DÜNYA BASINI

Ekrem İmamoğlu’na gözaltı dünya medyasının gündeminde

Yayınlanma

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun sabah saatlerinde “kent uzlaşısı ile teröre destek” ve “yolsuzluk” iddiaları ile gözaltına alınmasının yankıları sürüyor.

Batı medyasında İmamoğlu’nun gözaltısı, genel olarak olası Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın en önemli rakibine yönelik bir hamle olarak görülüyor.

Örneğin Financial Times, “Türk polisi Erdoğan’ın başlıca siyasi rakibini gözaltına aldı” başlıklı haberinde, “Devlet medyası İmamoğlu’nun çarşamba günü gözaltına alınmasının terörle bağlantılı olduğu iddiasıyla yürütülen bir soruşturmanın parçası olduğunu belirtirken, muhalefet bu hamleyi bir ‘darbe girişimi’ olarak nitelendirdi ve tutuklama Türk para biriminin ve piyasalarının düşmesine neden oldu,” dedi.

Yatırım yönetimi zinciri T Rowe Price analisti Tomasz Wieladek FT’ye verdiği demeçte, gözaltıyı “herkes için bir uyandırma çağrısı” olarak nitelendirdi.

Wieladek, Türkiye Merkez Bankası’nın TL’yi savunmak için ‘sınırlı bir ateş gücüne sahip olduğunu’ öne sürerek, “Varlıklar muhtemelen daha fazla satılmaya devam edecek,” dedi.

Bloomberg, sabahtan öğle saatlerine kadar Türk bankalarının TL’ye destek için 8 milyar dolar sattığını yazmıştı.

Piyasalarda sabah saatlerinden itibaren yaşanan çalkantılara dikkat çeken Bloomberg, bir başka haberinde ise, “Türkiye piyasaları çarşamba günü, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın en önemli rakibinin gözaltına alınmasının ardından, siyasi kargaşanın son dönemdeki yatırımcı dostu ekonomi politikalarını baltalama riski taşıdığı endişesiyle sarsıldı,” dedi.

Haberde görüşlerine yer verilen Londra’daki Monex Europe’un makro araştırma müdürü Nick Rees, “Bu sistem için biraz şok oldu. Piyasalar giderek daha kayıtsız hale gelmişti ve şimdi bu büyü bozuldu, tüccarlar Türkiye’nin siyasi risk primlerini yeniden fiyatlandırırken dramatik sonuçlar ortaya çıktı,” diye konuştu.

Coex Partners’tan Henrik Gullberg, hamlenin büyüklüğünün “şaşırtıcı” olduğunu, fakat siyasi baskı haberlerinin daha az şaşırtıcı olduğunu söyledi ve “Pratikte, bunun piyasaya duyarlı ekonomik politikalar açısından pek bir şey değiştireceğinden emin değilim,” dedi.

Haberde, Borsa İstanbul 100 Endeksi’nin de açılışta yaklaşık %7 düştüğü, 10 yıllık devlet tahvillerinin getirisinin ise 139 baz puan artarak %29,58’e yükseldiği belirtildi.

Alman Der Spiegel, “Türk yetkililer en önemli Erdoğan muhalifini gözaltına aldı” başlıklı haberinde, “Türk makamları İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik baskıcı önlemlerini genişletiyor,” denildi.

Haberde İmamoğlu’nun, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ile birlikte Erdoğan’ın en güçlü rakibi olarak görüldüğüne dikkat çekiyor.

DW Türkçe’nin aktardığına göreİmamoğlu’nun gözaltına alınması Alman siyasetinde de geniş yankı buldu. Gelişme, “Erdoğan’ın baş rakibini devre dışı bırakma girişimi” diye değerlendirildi, ciddi sonuçlar doğurabileceği uyarısı yapıldı.

SPD Eş Genel Başkanı Lars Klingbeil da İmamoğlu’nun gözaltına alınmasını ‘Türkiye’deki demokrasiye ağır saldırı” sözleriyle sert bir şekilde eleştirdi.

Klingbeil, “Türk hükümeti böylece artık adil seçimler ve bağımsız bir hukuk devleti istemediğini göstermiş oluyor. Atılan adımlar orantısızdır, güven ve inandırıcılığı yok etmektedir. Bunun tüm ülke açısından dramatik sonuçları olacaktır,” ifadelerini kullandı.

Alman Federal Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu üyesi ve Alman-Türk Parlamenterler Grubu Başkanı Max Lucks da İmamoğlu’nun gözaltına alınmasını Cumhurbaşkanlığı seçimleri ışığında adil seçim ve adil rekabete yönelik bir saldırı diye nitelendirdi.

İngiliz The Times ise, “Erdoğan seçim rakiplerine baskı yaparken İstanbul Belediye Başkanı gözaltına alındı” başlıklı haberinde, “Türk liderin başkanlık için en büyük tehdidi olarak görülen Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasının ardından şehir genelinde protestolar yasaklandı,” ifadeleri kullanıldı.

Tokyo merkezli Nikkei Asia’daki haberde de Türk yetkililerin “Erdoğan’ın ana rakibini” gözaltına aldığı ileri sürülürken, muhalefetin bu hamleyi “darbe” olarak nitelendirdiğine dikkat çekildi.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Netanyahu’nun asıl hedefi

Yayınlanma

İsrail’in Gazze savaşına yeniden başlaması, Netanyahu’nun asıl amacını ortaya çıkarıyor: Sonsuz savaş yoluyla siyasi hayatta kalma

Amos Harel / Haaretz

İsrail’in Gazze operasyonuna yeniden başlaması, rehine görüşmelerindeki çıkmazı aşma ve Hamas’ı yenilgiye uğratma çabası olarak sunuluyor. Ancak Netanyahu’nun asıl amacı, acil siyasi hedeflere ulaşmak: Ben-Gvir’i hükümete geri getirmek, bütçeyi geçirmek ve koalisyonunu sağlamlaştırmak.

Bunu başka türlü açıklamak mümkün değil: İsrail, iki ay önce imzaladığı ateşkes anlaşmasının tüm şartlarını yerine getirmek istemediği için, ABD onayıyla, kasıtlı olarak ateşkesi ihlal etti.

Hamas, bir terör örgütü ve savaş, 7 Ekim’de İsrail’in güneyine düzenlediği sürpriz saldırıyla tamamen onun inisiyatifi ve sorumluluğunda başladı. Ancak son rehinelerin serbest bırakılma süreçlerinde Hamas’ın rehinelere ve ailelerine yönelik psikolojik istismarı, örgütün anlaşmayı büyük ölçüde ihlal ettiği şeklinde yorumlanamaz.

İsrail hükümeti, son haftalarda orduyu Gazze Şeridi’nden özellikle Gazze-Mısır sınırındaki Philadelphia Koridoru’ndan çekmeyerek anlaşmayı ihlal etti.

İsrail, ABD oluruyla Gazze’de katliama yeniden başladı

Hamas, Amerikalılar rehinelerin serbest bırakılması konusunda yeni bir müzakere süreci yürütüyor diye İsrail’in bu ihlaline göz yummadı. Bu da müzakerelerin tıkanmasına yol açtı. Buna karşılık İsrail, salı sabahı erken saatlerde yeniden saldırıya geçti.

Hamas’ın açıklamalarına göre, Gazze’de düzenlenen bir dizi hava saldırısında 320’den fazla Filistinli öldürüldü; bunlar arasında Hamas’ın üst düzey yetkilileri ve örgütün hükümet birimlerinde çalışan isimler de vardı.

Son iki ayda serbest bırakılan bazı rehinelerin ifadelerinden açıkça ortaya çıkan bir gerçek var: Hamas, rehineleri sürekli olarak farklı yerlere taşıdı.

İsrail güvenlik birimlerinin, rehinelerin nerede olduğu konusunda gerçek zamanlı ve kesin istihbarata sahip olmadığı anlaşılıyor. Bu da hava saldırıları ve kara operasyonları sırasında rehinelerin zarar görmeyeceğinden emin olmayı imkânsız hale getiriyor.

İsrail’in Gazze saldırısından bir gün önce, ABD ve Birleşik Krallık, Yemen’deki Husilere karşı yeni ve büyük çaplı bir saldırı başlattı.

ABD Başkanı Donald Trump, Husilere şimdiye kadar görülmemiş bir sertlikle saldırı düzenleyeceği tehdidinde bulundu. Ancak özellikle dikkat çeken, İran’a yönelik doğrudan tehdidiydi. Trump, Husiler tarafından Amerikalılara yönelik herhangi bir saldırıyı, Tahran’daki rejimin gerçekleştirdiği bir eylem olarak değerlendireceğini söyledi.

Bu tehdit, ABD’nin İran’ı nükleer programını durdurmaya yönelik müzakerelere geri döndürme çabasının bir parçası olsa da aynı zamanda iki ülke arasındaki askeri gerilimi artırıyor.

Gazze’deki ateşkesten bu yana Husiler, İsrail’e roket ve insansız hava aracı saldırılarını durdurmuştu. Ancak şimdi, Hamas’la dayanışma adına İsrail’in merkezi bölgelerini yeniden vurma girişimlerinde bulunmaları muhtemel görünüyor.

Netanyahu’nun dikkat dağıtma hamlesi

Bu arada Netanyahu, İsrail iç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in başkanı Ronen Bar’ı görevden alma çabalarına devam ediyor. Netanyahu, pazar akşamı Bar ile kısa bir görevden alma konuşması yaptığında, her ikisi de İsrail’in Hamas’a karşı savaşı yeniden başlatma kararının an meselesi olduğunu biliyordu. Bar, Netanyahu’nun pazartesi akşamı Gazze’ye hava saldırıları öncesinde düzenlediği dar kapsamlı istişarelere de katıldı.

Bu ancak Netanyahu’nun yönetiminde yaşanabilecek bir durum: Eğer Şin-Bet başkanına güvenmiyorsa, neden onu en gizli toplantılara dâhil etmeye devam ediyor?

Netanyahu’nun kovacağını açıkladığı Şin-Bet Direktörü’ne Başsavcı kalkanı

Netanyahu’nun üç danışmanı hakkında Katar’dan fon aldıkları iddiasıyla süren soruşturma göz önünde bulundurulduğunda, Bar hakkında herhangi bir adım atmaktan kaçınması gerekirdi. Özellikle de Şin-Bet’in 7 Ekim’deki güvenlik zaaflarına ilişkin iç soruşturmasının, Netanyahu’ya yönelik ağır suçlamalar içerdiği düşünüldüğünde…

Raporda, Şin-Bet’in Netanyahu’yu, Katar’dan gelen paraların bir kısmının doğrudan terör faaliyetlerinde kullanıldığı konusunda uyardığı belirtiliyor. Şu noktada, hükümetin Bar’ı görevden alma sürecini savaş devam ederken bile hızlandırmaya çalışması tamamen ihtimal dışı değil.

İsrail’in Gazze’de başlattığı operasyon, müzakerelerdeki çıkmazı aşmak için gerekli bir adım olarak ve aynı zamanda Netanyahu’nun Hamas’ı yok etme sözünü yerine getirdiği iddiasıyla meşrulaştırılacaktır. Ancak bu iki hedefin zaman çizelgeleri örtüşmüyor: Hamas yok edilmeden önce rehineler ölebilir tabi eğer Hamas yenilgiye uğratılabilirse…

Şin-Bet Direktörü, “Qatargate” skandalı yüzünden mi kovuldu?

Ancak her şeyden önce bu operasyon, Başbakan’ın kamuoyuna açıkça dile getirmeyeceği bir dizi acil siyasi hedefe hizmet ediyor: Itamar Ben-Gvir ve aşırı sağcı Otzma Yehudit partisini hükümete geri getirmek, bütçeyi geçirmek ve koalisyonu sağlamlaştırmak.

Bu kez, Netanyahu’nun siyasi hayatta kalması gerçekten Gazze’deki baskıyı sürdürmesine bağlı ve aynı zamanda Bar’ın görevden alınması planına karşı düzenlenen protestolara medyanın ilgisini azaltma girişimine de…

Netanyahu’nun asıl hedefi giderek netleşiyor: Otoriter bir rejime doğru kademeli bir kayış ve bu rejimin devamını çok cepheli bir savaşı sürekli kılarak sağlama çabası.

Netanyahu, Bar’ı görevden alma girişimiyle ilgili yayımladığı videoda bile “yedi cephede savaş”tan bahsetti. Peki ya rehineler? Netanyahu’nun perspektifinden bakıldığında, iktidarı elinde tutmasına katkıda bulunduklarını bilerek tünellerde ölebilirler.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Şin-Bet Direktörü, “Qatargate” skandalı yüzünden mi kovuldu?

Yayınlanma

Yazar

Aşağıda çevirisini okuyacağız makale, İsrail’in en çok okunan sol eğilimli gazetelerinden Haaretz’de yayınlandı. Makale Netanyahu’nun Şin-Bet Direktörü Ronen Bar’ı neden görevden almak istediğine dair yetkililerden gelen açıklamaların dışında başka bir kritik noktaya dikkat çekiyor.

***

Netanyahu’nun Şin-Bet direktörünü çirkin ve sarsıcı şekilde görevden almasının perde arkası

Netanyahu, İsrail’in kırılgan demokrasisinin az sayıdaki kalan bekçilerinden birini Trump tarzı bir yaklaşımla sadakati her şeyin üstüne koyarak saf dışı bırakmaya çalışıyor. Ancak, şu anda bu kararı almasının başka bir sebebi daha var.

Yossi Melman

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, iç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in Direktörü Ronen Bar’ı görevden alma kararı eşi benzeri görülmemiş bir gelişme. İsrail’in 77 yıllık tarihinde, ülkenin iç istihbarat teşkilatının hiçbir başkanı daha önce görevden alınmadı.

Bugüne kadar yalnızca iki Şin-Bet direktörü, güvenlik krizleri nedeniyle başbakan ile yaşadıkları gerginlikler sonucu istifa etti: İlki 1963 yılında, İsser Harel’in Başbakan David Ben-Gurion’a istifasını sunmasıyla, ikincisi ise 1986 yılında, Avraham Shalom’un Başbakan Şimon Peres döneminde istifasıyla gerçekleşti.

Netanyahu, pazar akşamı yaptığı açıklamada Bar’ı görevden alma kararını güvenini kaybettiği için aldığını söyledi. Bu karar bekleniyordu; Netanyahu bunu aylar önce yapmak istiyordu, ancak yine de haber muhalefette ve politikalarına karşı çıkan halk arasında büyük bir şok ve öfke ile karşılandı.

Netanyahu, Bar’a karşı her zamanki yöntemlerini kullanarak harekete geçti: sızıntılar, çirkin imalar ve ona bağlı medya organları aracılığıyla karalama kampanyaları. Netanyahu ve ekibi, üç buçuk yıldır görevde olan Bar’ı, “zayıf bir yetkili” olmakla suçladı ve İsrail’in Hamas ile müzakere ekibinin bir parçası olmasına rağmen “gerçek anlamda müzakere yapmayı bilmemekle” itham etti. Son olarak, Bar’ın Netanyahu’ya “şantaj yaparak tam kapsamlı bir tehdit ve baskı kampanyası yürüttüğü” yönünde asılsız bir iddia ortaya atıldı.

Ancak, Başbakan’ın ani kararının ardında daha derin bir sebep yatıyor gibi. Bu sebep, Netanyahu’nun üzerindeki ağır baskıyı ve bunun karar alma sürecini nasıl etkilediğini gözler önüne seriyor.

Birkaç hafta önce Bar, İsrail polisi ile birlikte Netanyahu’nun iki sözcüsü ve eski bir stratejik danışmanı hakkında soruşturma başlatma kararı aldı. Bu isimlerin, Hamas gibi “terör örgütlerini” destekleyen Katar ile savaş sırasında dahi şüpheli mali işlemler gerçekleştirdiği iddia ediliyordu. “Qatargate” adı verilen bu skandalın, vatana ihanet sınırına varan suçlamalarla sonuçlanabilecek bir potansiyeli var.

Netanyahu’nun, iç istihbarat teşkilatının kendisine yakın isimleri soruşturduğu bir dönemde Bar’ı görevden almaya kalkması, açıkça bir çıkar çatışması yaratıyor. Bu durum, görevden almanın asıl amacının soruşturmayı engellemek olabileceği yönünde şüpheleri artırıyor.

Şin-Bet, Mossad ve Askeri İstihbarat ile birlikte İsrail’in üç istihbarat teşkilatından biri ve öncelikli görevi terörle mücadele etmek, casusluk ve ihanet eylemlerini ortaya çıkarmak. Ancak Şin-Bet’in Batı demokrasileri içinde benzersiz bir misyonu daha var: Yasalar gereği, ülkenin demokratik kurumlarını korumaktan da sorumlu.

Netanyahu ve hükümetinin şimdi “yargı darbesi” adı verilen rejim değişikliği planlarını yeniden devreye soktuğu bir dönemde İsrail demokrasisini korumakla da sorumlu olan Şin-Bet başkanının görevden alınması otoriter bir yönetimin ya da denge ve denetleme mekanizmalarından yoksun zayıflamış bir demokrasinin önünü açabilir.

Netanyahu görevden alma işlemini gerçekleştirme konusunda parlamento, kamuoyu ve yasal engellerle karşı karşıya. Ancak Bar’ın yakın zamanda görevden ayrılması halinde asıl kritik soru, onun yerine kimin atanacağı.

Eğer Netanyahu itidalli davranır ve Bar’ın iki yardımcısından birini seçerse ki Şin-Bet yetkililerinin tam isimleri kamuya açıklanamadığı için sadece “M” olarak bilinen yardımcısı önde gelen adaylardan biri, bu durumda Netanyahu bu atamayı en az zararla atlatabilir.

Şin-Bet’te istihbarat subayı olarak başlayan kariyerinde, Şin-Bet’in başkan yardımcılığına terfi etmeden önce Kudüs ve Batı Şeria bölümünün başına kadar yükselmiş, Arapça bilen deneyimli bir operasyon görevlisi. Profesyonelliğiyle tanınıyor ve Netanyahu’ya değil, devlete ve yasaya sadık biri olarak görülüyor.

Ancak, Netanyahu dışarıdan, kendisine sadakatiyle bilinen eski bir Şin-Bet yetkilisini atarsa, bu, Netanyahu’nun İsrail’in kırılgan demokrasisinin bir bekçisini daha ortadan kaldırmayı başardığını ve aynı şekilde kişisel sadakati her şeyin üstünde tutan ABD Başkanı Donald Trump’ın izinden gittiğini gösterecektir.

7 Ekim’de Hamas’ın düzenlediği saldırıdan bu yana, Netanyahu Savunma Bakanı’nı görevden aldı, İsrail Genelkurmay Başkanı, Askeri İstihbarat Şefi ve kıdemli IDF komutanları istifa etti. Ancak hâlâ sorumluluğu kabul etmeyen ve hesap vermeyi reddeden tek kişi Başbakan Netanyahu.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English