Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

İsrailli gazeteci: İsrail yüzüne tükürüldüğünde yağmur sanıyor

Yayınlanma

İsrail’in Haaretz gazetesi yazarı ve gazetenin editörler kurulu üyesi, deneyimli gazeteci Gideon Levy, bugünkü köşe yazısında ülkesi ve toplumuna çarpıcı eleştiriler yönelten dikkat çekici bir yazı kaleme aldı. Dikkatinize sunuyoruz:

***

İsrail kendi utancından kendi dışında herkesi sorumlu tutuyor

Gideon Levy

Ulusal onur ve gurura İsrail kadar ihtiyaç duyan çok fazla ülke yok. İster Olimpiyatlar, ister Eurovision ya da dünya tavla şampiyonası olsun, badminton şampiyonasının 16. yarı finalindeki her İsrail zaferi “ulusal gurur” uyandırıyor. Arnavutluk’taki Tekvando Şampiyonası’nda alınan her madalya “onur getiriyor”. Ritmik Cimnastik grup çember yarışmasındaki altın madalya onu dünya haritasına konumlandırıyor, Avrupa RSX Sörf Şampiyonası uluslar arasındaki statüsünü yükseltiyor. Bu yılki Eurovision’da Lüksemburg’u temsil eden eski bir İsrailli? “Mavi ve Beyazın gururu.”

Böylesine küçük başarıların bu kadar önemli görüldüğü başka bir ülke olması pek olası değil. Dünyanın bir yerinde bir atletinin bir buz pateni yarışmasını kazandığı için Kazakistan hakkında daha iyi hisseden biri varmış gibi. İsrail’de bu, cumhurbaşkanından bir arama gerektiren milli bir olay olarak kabul ediliyor.

İsrail önemli konularda onurunu kaybetmeseydi bu çocuksu tanınma özlemi genç bir ülkenin kendi yolunu çizmesi açısından çocuksu hatta dokunaklı olabilirdi. Spor ve Eurovision’daki başarılarını saymazsak İsrail onursuz bir ülke. Belki de Eden Golan’ın Malmö’de sahne almasının Han Yunus’ta yaşananları örtbas edeceğini düşünüyor. Ancak elbette bu boş bir umut.

Onuru konusunda bu kadar kaygılı bir ülkenin uluslararası konumunu umursamıyormuş gibi davranmasına inanmak zor. Gazze Şeridi’ndeki savaş İsrail’in statüsünü daha önce görülmemiş bir seviyeye düşürdü ama İsrail yine çocukça bir tavırla gözlerini ve zihnini kapattı, gerçekleri görmezden gelirse bu utancı da görmezden gelebileceğini umuyor. Duruşunu ve saygınlığını iyileştirmek ve biraz olsun gururunu yeniden kazanmak için hiçbir şey yapmıyor.

Soykırım suçlamasıyla ve yasa dışı işgalin açıkça ne olduğu konusunda görüşünün alınması için bir kaç hafta içinde iki kez Lahey’e giden başka bir ülke düşünmek zor. Peki İsrail? Yüzüne tükürüldüğünde yağmur sanıyor. Lanetli hakimi, antisemitizmi, dünyanın ikiyüzlülüğünü ve kötülüğünü suçluyor. Kendisine yöneltilen suçlamalara karşı çıkmaya yanaşmıyor. Bunlar ilgisini çekmiyor bile. Dünyanın tüm önemli televizyon kanalları bu hafta Lahey’deki mahkeme oturumlarını yayınlarken, sadece İsrail bunu görmezden geldi. İlginç değil, önemli değil. Gözlerimizi kapatırsak bizi görmezler. Lahey’i görmezden gelirsek, Lahey de yok olur gider.

Ancak Lahey yaşıyor ve nefes alıyor ve duruşmaları İsrail için büyük bir utanç ve mahcubiyete neden olmalıydı. Dünya Gazze’yi gördükten, gördükten ve ürktükten sonra -böyle tepki vermeyen insan yoktur- Lahey duruşmaları geldi. Soykırım suçlaması ve daha da ötesi işgal konusu keskin, ayakları yere basan ve ciddi suçlamalar. Ancak İsrail bunu görmezden geliyor.

İsrail, dünyanın gözündeki itibarının daha da düşmesi anlamına gelse bile Refah’a saldıracak. Lahey’in işgalle ilgili müzakerelerine katılmayacak. Bu sadece hiçbir savunma hattı olmadığını gösterecektir. İsrail saygınlığının kalıntılarından vazgeçti. Dışlanmış, ötekileştirilmiş bir ülke olmak (tüm dünya bize karşıysa, nasıl davrandığımızın bir önemi yok) kendisine karşı herhangi bir pratik önlem alınmadığı sürece umurunda değil.

Ancak ABD’nin silah ikmalinin, BM Güvenlik Konseyi vetosunun ve şu ana kadar yaptırım uygulanmamasının ötesinde, tıpkı bir insan gibi ülkenin de imajı önemlidir. İsrail bundan vazgeçti. Belki dünyadan umudunu kesti, belki de iyi bir imajı olmadan da idare edebileceğini keşfetti. Her savaştan önce ve sonra göz önünde bulundurduğu faktörler arasında bu kesinlikle yok.

Aynı dünyanın, uluslar ailesinin bir üyesi olarak hareket eden İsrail Devleti’ne aşık olmasının üzerinden çok uzun yıllar geçmedi. İsrail’in kendi kendine söylediği gibi, dünya değerleri küçümseyebilir ve sadece gücü sevebilir, ancak adalet, uluslararası hukuk ve ahlaki düşünceler, sivil toplum ve kamuoyu da var ve bunlar en azından Eurovision 2023’teki “onurlu” üçüncülük kadar önemli.

DÜNYA BASINI

WSJ: Biden yönetimi Gazze’de savaş sürerken kuzeydeki sorunu aşmayı umuyor

Yayınlanma

ABD, Gazze’deki başarısız ateşkes diplomasisinden sonra şimdi de gerilimin iyice tırmandığı Lübnan cephesinde yine başarısız olacağı baştan belli bir diplomasi yürütüyor. İsrail ile Hizbullah’ın topyekûn savaşa girmesini engellemek için İsrail, Lübnan ve bölgedeki diğer ülkelerle temasta. Washington, Hizbullah defalarca ilan etmesine rağmen Gazze’deki kriz devam etse de İsrail-Hizbullah krizini çözebileceğini düşünüyor. Tıpkı Kızıldeniz’de bombalayarak Husileri durdurabileceğini umduğu gibi…

***

Biden yönetimi, İsrail ile Hizbullah arasındaki daha geniş bir savaşı önlemek için çabalıyor

Beyaz Saray’ın diplomatik atağı, Gazze’de ateşkes sağlanması için haftalarca süren başarısız baskıların ardından geldi

Michael R. Gordon

ABD’li yetkililer, Biden yönetiminin İsrail ile Hizbullah arasında Lübnan’ın güneyinde giderek kötüleşen sınır çatışmalarını azaltma çabasının, ABD’nin Gazze’de ateşkes sağlamakta karşılaştığı güçlükler nedeniyle büyük zorluklarla karşılaştığını söylüyor.

İki cephe arasındaki bağlantılar, İran’ı da içine çekebilecek ve çatışmaları Gazze’nin çok ötesine taşıyabilecek geniş çaplı bir savaşı önlemeye çalışan Beyaz Saray’ın karşı karşıya olduğu diplomatik çıkmazın altını çiziyor.

Beyaz Saray, İsrail’in kuzey sınırındaki gerilimin azaltılmasının Gazze’de sağlanması zor bir ateşkese bağlı olamayacağı konusunda ısrar ediyor ve Hamas’a güneydeki çatışmaları durdurmayı kabul etmesi için haftalarca süren başarısız baskının ardından kuzeydeki gerilimi yatıştırmak için büyük bir diplomatik çaba sarf ediyor.

Ancak ABD tarafından “terörist” olarak tanımlanan ve Hamas’ın önemli bir müttefiki olan Hizbullah’ın son haftalarda İsrail’in kuzeyine yönelik roket ve insansız hava aracı saldırılarını yoğunlaştırması, tehdidi sona erdirme ve kuzeye tahliye edilmek zorunda kalan 70.000 kadar vatandaşını geri gönderme sözü veren İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hükümeti üzerindeki baskıyı arttırdı.

Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, bu ayın başlarında Beyrut’tan yaptığı bir televizyon konuşmasında İsrail’i “ülkede hiçbir yer roketlerimizden korunamaz” diye uyardı.

Biden yönetiminden üst düzey bir yetkili çarşamba günü gazetecilere yaptığı açıklamada “Nasrallah’ın mantığı… her şeyin Gazze’ye bağlı olduğu ve Gazze’de ateşkes sağlanana kadar İsrail’e ateşin durmayacağıdır. Açıkçası bu mantığı tamamen reddediyoruz” dedi.

ABD özel temsilcisi Amos Hochstein’ın Hizbullah’ın sınırdan geri çekilmesini de içeren bir anlaşma yapma çabaları şu ana kadar sonuçsuz kaldı.

İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant bu hafta Beyaz Saray, Dışişleri Bakanlığı ve Pentagon yetkilileriyle üst düzey görüşmeler için Washington’da bulunduğu sırada Hochstein ile Lübnan konusunda iki kez görüştü.

Gallant, salı günü gazetecilere yaptığı açıklamada, “İsrail kuzeydeki güvenlik durumunu değiştirecek bir çözüm bulmak istiyor. Savaş istemiyoruz ama her türlü senaryoya da hazırlıklıyız. İsrail sınırında Hizbullah birliklerini ve askeri oluşumlarını kabul etmeyeceğiz. Kuzey toplumlarımıza yönelik tehditleri kabul etmeyeceğiz” dedi.

Hochstein geçen hafta üst düzey yetkililerle görüşmek üzere Lübnan’a yaptığı ziyaret sırasında Netanyahu ile de görüştü.

İsrail ve Hizbullah, İran’a bağlı milislerin Filistinli hareket Hamas’ın Gazze’de savaşa yol açan saldırılarını desteklediği 7 Ekim’den bu yana karşılıklı ateş açıyor. Hem Hizbullah hem de İsrail düşmanlıklarını daha büyük bir çatışmaya dönüştürme konusunda isteksiz davranırken, her ikisi de çatışmayı tırmandırabileceklerinin sinyallerini veriyor.

Bu ayın başlarında Hizbullah, Hayfa’daki İsrail limanı üzerinde uçan bir keşif uçağına ait olduğunu söylediği bir video yayınladı. Bir başka Hizbullah insansız hava aracı da aşağı Celile üzerinde İsrail güçleri tarafından düşürüldü.

İsrail güçleri ise Hizbullah komutanlarına karşı hava saldırıları düzenliyor. Geçen hafta İsrail ordusu Hizbullah’a karşı olası bir askeri operasyon planını onayladı ancak operasyon için hükümetin onayı gerekiyor.

İsrail için Hizbullah’a karşı savaşmak, Gazze’de Hamas’a karşı yürüttüğü savaştan çok daha zorlu bir görev olacak. Uzmanlar Lübnanlı grubun 150.000’den fazla roket ve füzeden oluşan bir cephaneliği olduğunu ve bunların bir kısmının İsrail’in füze savunma sistemlerine rağmen Tel Aviv ve İsrail’in diğer şehirlerine ulaşabileceğini tahmin ediyor.

İsrail ordusuna göre Hizbullah çatışmanın başlamasından bu yana İsrail’e 5.000’den fazla roket, tanksavar füzesi ve patlayıcı insansız hava aracı fırlattı. Grubun açıklamalarına dayanan bir çeteleye göre Ekim ayından bu yana en az 338 Hizbullah savaşçısı öldürüldü. Lübnanlı yetkililere ve Birleşmiş Milletler İnsani İşler Koordinasyon Ofisi’ne göre en az 95 Lübnanlı sivil de öldürüldü.

İsrail’in kuzey sınırına odaklanan ve kâr amacı gütmeyen bir araştırma merkezi olan Alma Araştırma ve Eğitim Merkezi’ne göre, evlerinden olan binlerce kişiye ek, çatışmalar nedeniyle en az 17 İsrail askeri ve dokuz sivil öldürüldü.

Üst düzey ABD’li yetkililer Hizbullah, İsrail ve İran’ın Gazze’deki yıkımı gölgede bırakacak kapsamlı bir savaş istemediklerine inandıklarını söylerken, bazıları da iki taraf arasında tırmanan gerilimin kontrolden çıkmasından korkuyor.

Trump döneminde Dışişleri Bakanlığı’nın Orta Doğu’dan sorumlu üst düzey yöneticisi olarak görev yapan David Schenker, “Yeni bir Hizbullah-İsrail savaşının yıkıcı sonuçlarından ve İran’ın da savaşa katılma ihtimalinden endişe duyan Biden yönetimi, nihayetinde kaçınılmaz olabilecek bir çatışmayı ertelemek için büyük diplomatik çaba sarf ediyor” dedi.

ABD’li yetkililer diplomatik çabalarının durmadığı konusunda ısrarlı.

Üst düzey bir yönetim yetkilisi gazetecilere yaptığı açıklamada “Devam eden bir diplomatik sürecimiz var. İsrailliler, Lübnanlılar ve diğerleriyle oldukça yoğun istişarelerde bulunuyoruz” dedi.

Mevcut ve eski yetkililere göre ABD’nin gerilimi düşürmek için önerdiği fikirler arasında Lübnan Silahlı Kuvvetleri’nden birkaç bin askerin Hizbullah’ın boşalttığı sınır bölgelerine taşınması ve bu askerlerin sınırdan yedi kilometre geri çekilmesi yer alıyor. Schenker buna ek olarak, halihazırda güney Lübnan’da konuşlanmış olan BM barış gücünün de genişletilebileceğini söyledi. Schenker, Hizbullah’ın geri çekilmesi karşılığında İsrail’in de Lübnan üzerinde savaş uçakları ve insansız hava araçları uçurmayı azaltmayı kabul edeceğini söyledi.

Amerikalı yetkililer, gerilimi azaltma anlaşmasına uyması için Hizbullah üzerindeki baskıyı artırmak amacıyla, diplomatik çabaların başarısızlığa uğraması halinde Washington’un İsrail ordusunu geri çekecek konumda olmayacağı uyarısında bulundu.

Üst düzey bir yönetim yetkilisi “İsrail’i ve ulusal güvenlik çıkarlarını… Hizbullah gibi gruplara karşı savunmasını tamamen destekliyoruz” dedi.

Ancak Genelkurmay Başkanı Hava Kuvvetleri Generali CQ Brown pazar günü gazetecilere yaptığı açıklamada ABD ordusunun İsrail’i Hizbullah’ın büyük bir saldırısına karşı, İran’ın balistik füzeler ve insansız hava araçlarıyla saldırdığı Nisan ayında ülkeyi koruduğu kadar başarılı bir şekilde savunamayacağını söyledi.

ABD ve diğer ülkelerin yardımıyla İsrail, İran ve milis müttefikleri tarafından ateşlenen 300’den fazla insansız hava aracı ile balistik ve seyir füzelerinin neredeyse tamamını durdurdu. Ancak Brown, Hizbullah’ın elinde çok sayıda kısa menzilli roket bulunduğunu, bunların ABD tarafından engellenmesinin zor olacağını ve İran’ın tepkisini tetikleyebileceği uyarısında bulundu.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Fyodor Lukyanov ile mülakat: Ermenistan-Türkiye ilişkilerinin normalleşmesi ve hatta belki de daha fazlası mümkün

Yayınlanma

Yazar

Çevirmenin notu: Ermenistan ile Azerbaycan arasında sınır belirleme çalışmaları nisan ayı sonunda başladı. Bu bağlamda geçen hafta Gazah bölgesine bağlı Bağanis Ayrım, Aşağı Eskipara, Heyrimli ve Kızılhacılı Bakü’nün kontrolüne geçti. Geçen haftalarda buna tepki olarak Ermenistan’da “Vatan Adına Tavuş” hareketi Tavuş kasabasından Erivan’a yürüyüş başlattı. Devamında Erivan’da oturma eylemleri düzenlendi ve hadise çok sürmedi.

Karabağ artık Ermenistan’ın hakimiyetinden çıktı ve talep ettiği “güvenlik kuşağı” defteri kapandı. Aşağıda tercümesi verilen mülakatta Valday Uluslararası Tartışma Kulübü Araştırma Direktörü Fyodor Lukyanov, Erivan ile Ankara arasında yakın zaman içinde pirüpak bir sayfa açılmasını göz ardı etmediğini söylüyor.


Lukyanov: Ermenistan için Avrupa’daki tek seçenek Türkiye

Hayk Halatyan

Verelq.am

21 Haziran 2024

Ermenistan-Rusya ilişkilerindeki mevcut kriz ne kadar ileri gidebilir? Moskova, Ermenistan’ın Batı ile yakınlaşmasına nasıl bakıyor? Rusya ile siyasi ilişkileri yeniden düşünmek ve aynı zamanda Ermenistan açısından son derece faydalı olan iktisadi ilişkileri sürdürmek mümkün mü? Ermenistan açısından Avrupa entegrasyonu ne kadar gerçekçi?

Russia in Global Politics dergisinin genel yayın yönetmeni, Rusya Dış ve Savunma Politikası Konseyi Başkanlık Divanı Başkanı ve Valday Uluslararası Tartışma Kulübü Araştırma Direktörü Fyodor Lukyanov, bu ve daha fazlasını yanıtladı.

Ermenistan-Rusya ilişkilerindeki mevcut kriz nereye kadar gidebilir? Ve Moskova, Ermenistan’ın Batı ile yakınlaşmasına nasıl bakıyor?

Kriz vektörel. Ermenistan yönetiminin net bir yol seçtiğini ve bunu tutarlı bir şekilde sürdürdüğünü kabul etmelisiniz. Bu sadece pratik yönlerle ilgili değil, aynı zamanda sembolizmle de ilgili. Buça ziyareti ve benzerleri, sinyaller açık. Bu açıdan süreç geri döndürülemez görünüyor.

Konuyla çok ilgili olmasam da Rusya’nın şu anda son derece temkinli davrandığını söyleyebilirim. Diplomatik adımlar atıldı, büyükelçi istişareler için geri çağrıldı, açıklamalar yapıldı. Fakat genel manada Rusya’nın benzer durumlarda —Gürcistan, Moldova ya da başka yerlerde— nasıl tepki verdiğini biliyoruz. Şimdiye dek böyle bir şey görmedik, bu nedenle “aktif gözlem pozisyonunun” bir süre daha devam edeceğini düşünüyorum.

KGAÖ’ye gelince, mesele açık görünüyor: Ermenistan’ın bu örgüte ihtiyacı yok. Halihazırda bu sadece Rusya’nın alanına ait olmanın sembolik bir işaretiydi. Fakat kilit nokta, Rusya’nın Ermenistan’daki askeri üssü olacaktır. Ermeni tarafı üssün geri çekilmesini talep ederse Rusya buna uymak zorunda. Bu muhtemelen Ermenistan ile ilişkilerin kayda değer ölçüde yeniden düzenlenmesine yol açacaktır.

Rusya’nın bu tutumunun nedeni nedir? Ukrayna’da Batı ile yaşadığı çatışma nedeniyle Ermenistan ve Güney Kafkasya’daki nüfuzu için mücadele edecek kaynaklara sahip değil mi? Ya da sadece bu nüfuzu elinde tutmak için bir irade eksikliği mi var? Ermenistan’daki pek çok uzman, Rusya’nın Ermenistan’dan ve bölgeden çekilmeye hazır olduğuna inanıyor.

Rusya’nın çekilmeye hazır olduğunu söylemek abartı olur. Elbette şu anda başka öncelikler daha öncelikli. Bunlar gerçekleşmediği sürece diğer her şey ikinci planda kalır. Dahası, Rusya’da Ermenistan’daki süreçlerin vektörel bir şekilde ilerlediği, ancak henüz sonuçlanmadığı yönünde bir his var gibi görünüyor. Bundan sonra ne olacağı sadece Ermenistan’daki gelişmelere değil, aynı zamanda bölgedeki duruma da bağlı: Türkiye’nin ve Avrupa’nın tutumu vb.

Bence Rusya, krizden henüz ciddi bir şekilde etkilenmemiş olan Ermenistan ile iktisadi ilişkilerin daha önemli olduğunu varsayıyor. Şu anda Rusya için tüm iktisadi ilişkiler önemli. Eğer ABD Dışişleri Bakan Yardımcısının son ziyareti iktisadi iş birliği fırsatlarının keskin bir şekilde azalmasına yol açarsa ve Ermenistan, ABD’nin baskısı altında yaptırımları daha sıkı bir şekilde uygularsa, o zaman elbette çıkar sorunu da ortaya çıkar.

Ermenistan makamlarının ve onlara bağlı uzman çevrelerin açıklamalarında, Rusya ile siyasi ilişkilerin yeniden gözden geçirilebileceği, ancak Ermenistan’ın lehine olan iktisadi ilişkilerin sürdürülebileceği fikri sıklıkla dile getiriliyor. Bu ne kadar gerçekçi?

Bunu tahayyül etmek zor. Diğer ülkelerle benzer bir şey yapmaya yönelik önceki tüm teşebbüsler genelde kötü neticelendi. Öte yandan, Rusya’da belli bir yaklaşım değişikliği var gibi görünüyor. Daha önce soyut jeopolitik çıkarlar her zaman ağır basarken, şimdi en azından somut iktisadi çıkarlarla birlikte değerlendiriliyor. Yakın insani bağlar göz önünde bulundurulduğunda Ermenistan, açık provokasyonlara girişmediği sürece Rusya’nın Ermeni tarafına yönelik sert adımlar atmayacağını göz ardı etmiyorum.

Asıl mesele, Batılı ortakların Ermenistan’dan ne talep edeceği. Eğer Rusya ile iktisadi ilişkilerin gerekliliğini anlıyorlarsa, bu bir şeydir. Fakat Amerikalılar ve Avrupalılar, “Eğer Avrupa rotasını takip ediyorsanız, o zaman tutarlı bir şekilde takip edin,” derlerse, o zaman…

Ermenistan makamlarının ve onlara bağlı uzman çevrelerin aktif olarak sözünü ettiği Ermenistan’ın Avrupa’ya entegrasyonu ne kadar gerçekçi?

Ermeni diasporasının bir seçim faktörü olarak önemli bir rol oynadığı Fransa dışında, Avrupa’daki her muhafazakârın Ermenistan’ın Avrupa’ya entegrasyonuna yönelik adımlar atılması gerektiğini anlamadığını düşünüyorum. Bence mesele daha ziyade Ermeni toplumunun, siyasi zümresinin ve bir bütün olarak Güney Kafkasya’nın dinamiklerinde yatıyor. Kesin olarak söyleyebileceğim bir şey varsa o da son on yıllardaki deneyimlerin coğrafi olarak entegrasyon alanından kopuk bir ülkenin entegre olamayacağını gösterdiğidir. Bu işe yaramaz.

Ermenistan için teorik olarak erişilebilir tek Avrupa seçeneği Türkiye’dir. Bu komşu ülke de uzun süredir AB üyeliğine aday. Yalnızca birkaç yıl önce, bunun herhangi bir ihtimali ortadan kaldırdığını söylerdim. Bugün artık böyle düşünmüyorum, zira Erivan’ın yaklaşımının nasıl kökten değiştiğini görebiliyoruz. Bir zamanlar tamamen düşünülemez olarak kabul edilen şey gerçek oldu. Dağlık Karabağ’dan vazgeçilmesi herhangi bir şoka neden olmadı.

Bu nedenle, Avrupa ile entegrasyona doğru gidişin, Ermenistan söz konusu olduğunda Türkiye ile ilişkilerin normalleşmesi ve hatta belki de daha fazlası anlamına geleceği ihtimalini göz ardı etmiyorum. Esasında Ermenistan, bu iktisadi etki alanına girebilir. Tarihi göz önüne alarak bu tamamen düşünülemez gibi görünse de yakın geçmişte düşünülemez gibi görünen pek çok şey artık gerçeğe dönüştü. Ancak bu Avrupa entegrasyonu ile aynı şey değil.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

“Komuta ekonomisi”, “kalkınmacı sosyalizm”, “stratejik planlama”

Yayınlanma

Yazar

Rusya Uzakdoğu ve Arktik bakanı Aleksey Çekunkov’un 18 Haziran’da üstelik de RBK’da yayınlanan makalesi, Rusya’da iktisat siyaseti alanında dinamikleri ve ideolojik eğilimleri kavramak için son derece önemli bir malzeme.

Geçen yıl Avrasya Ekonomik Komisyonu Makroekonomi ve Entegrasyon Kurulu Sergey Glazyev, eski Uzakdoğu bakanı Aleksandr Galuşka, Azerbaycan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Sosyal Konsey Başkanı Elşad Mamedov, Güvenlik Konseyi sekreteri müsteşarı Vladimir Nazarov gibi yazarlardan, her birine kendi açıklamalarımı ve yorumlarımı da koyarak bir dizi çeviri yapmıştım. Bunlara ileride Valentin Katasonov’u da ekleyeceğim. Çekunkov’un aşağıdaki makalesini bu serinin halkalarından biri.

Glazyev, Galuşka, Katasonov vb.ni yeni bir kamusalcılık (ve kamusalcılık denen şey aslında küçük burjuva sosyalizmidir) anlayışının teorisyenleri saymak gerek. Bunlar komuta ekonomisi başlığı altında değerlendirirler Stalin dönemini, olumlarlar; buna dayanarak devletin ekonomideki rolünün artırılmasını ve planlamanın güçlendirilmesini isterler.

Komuta ekonomisi kilit bir kavramdır. Bu kavram tanımı gereği devlet kontrolünü ve planlamasını öngörür. Komuta ekonomisi taraftarları Sovyet planlama sistemini indikatif olarak tanımlar ve bunun yerine stratejik planlamayı önerir. Kavram devlet (kamu) mülkiyetini değil devletin neredeyse mutlak düzenleyici rolünü öne çıkarır.

Ama Stalin döneminin köklü bir farkı vardır: Sovyet sosyalizmi üretim araçları üzerinde özel mülkiyeti kaldırmıştı, siyasi iktidar proletarya diktatörlüğüydü ve hedefi de sınıfsız toplumdu. Küçük burjuva sosyalizmi ise marksist değildir, çünkü rekabet ve kârlılık öngörür; yani artı-değer sömürüsüne ve insanın yabancılaşmasına son vermek değildir onun amacı; yani bu sosyalizm hiç de “komünizmin birinci aşaması” değildir; yani “bilimsel” değildir bu sosyalizm; ama gene de sosyalizmdir.

Kargadan başka kuş tanımama basitliğinden kurtulmak gerek. Sosyalizm kendi başına mukaddes bir kelime değildir; sınıfsaldır ve dolayısıyla kimin elinde silahsa o sınıfın menfaatlerini yansıtır. Sosyalizmin bir biçiminin, devlet kapitalizmi biçimi de dahil, ilericiliğinden veya gericiliğinden ancak sosyalizmin bir başka biçimi karşısında söz edilebilir. Bununla birlikte sosyalizmin her türlü biçimi, “vahşi kapitalizmin”, yani bugün neoliberalizmin bütün biçimleri karşısında ilericidir.

Komuta ekonomisi kavramı sosyalist ekonomiyi de kapsar, bu nedenle sadece sosyalist ekonomi anlamında kullanılması adetten olmuştur. Bununla birlikte ille de mülkiyet ilişkilerinin değiştirilmesini öngörmez. Her tür devlet kapitalizmi de (kapitalizm eşittir artı-değer üretimi) komuta ekonomisidir.

Bu anlamda, Çekunkov’un Rusya’da mevcut sistemi “yurtsever sosyalizm” diye tanımlaması boşuna değil. Ancak bu, böyle bir “yurtsever sosyalizmin” (küçük burjuva sosyalizmi) eksiksiz bulunduğu anlamına gelmiyor. Bu ancak, “yurtsever sosyalizmin” nüvelerinin olduğu ve devletin planlayıcı ve düzenleyici rolünü güçlendirerek bu nüvelerin geliştirilmesi anlamına geliyor.

Dikkatli okur, Çekunkov’un görüşleriyle “kalkınmacı sosyalizm” ilişkisini ve bu çerçevede (mesela) Avcıoğlu’nu ister istemez hatırlayacaktır.

Başlıkta sıraladığım üç kavramın arasındaki ideolojik akrabalıklar ve bunların siyasi sonuçları üzerine durmaya devam edeceğim. Ancak Çekunkov’a geçmeden önce bu yazısında aslında faiz siyaseti üzerinden MB ile sert bir tartışma yürüttüğünü de belirtmek gerek.

Belki de Rusya’da neoliberal dogmatizm giderek daha fazla savunma pozisyonuna sıkışıyordur.

* * *

“İşadamlarının ikamesi” ve yurtsever sosyalizm üzerine

Aleksey Çekunkov

Uzakdoğu ve Arktik, Rusya coğrafyasının yarısını kapsıyor. Nüfus yoğunluğunun az olmasına ve sert hayat şartlarına rağmen Rusya ihracatının yüzde 30’unu karşılıyor. Uzakdoğu ve Arktik’in iktisadi gücü son 100 yıldır komuta ekonomisi ve büyük güç kararları sayesinde inşa edildi. İlk gidenlerin önemini ve 16-19’uncu yüzyıllarda kürk ticaretinin değerini küçümsememekle birlikte, taygadaki büyük şehirlerin bugün Rusya ekonomisinin omurgasını teşkil eden güçlü işletmelerin inşasına imkan sağlayan esas unsur bolşeviklerin mecburi çalışmayı da kapsayan şok inşaatları (ударные стройки; hızlı sabit sermaye yatırımı gerçekleştirmeye yönelik, ajitasyon-propaganda faaliyeti ve esas itibariyle gönüllü çalışma temelinde hızlı kalkınma projelerine böyle denirdi — ç.n.) ve SSCB Gosplan’ın büyük ölçekli projeleri olmuştur.

Uzakdoğu ve Arktik birçok açıdan konsantre bir Rusya’yı andırır: devasa topraklar, doğal zenginlikler, düzensiz yerleşim ve zorlu bir iklim. Bunların iktisadi faaliyete katılması bütün ülkelerin gelişmesi için de dersler taşır. Zorlu doğal ve iklimsel şartlarda büyüme nasıl sağlanır? İşgücü kaynaklarındaki yetersizlik nasıl giderilir? Maden zenginlikleri nasıl yönetilir? Asya’daki dinamik ülkelerin komşuluğundan nasıl yararlanılır?

Doğu sınırlarımızda ve kuzey enlemlerimizde yaratılmış şeylerin pek çoğu hayret uyandırıyor, şöyle tepkilere neden oluyor: “Eskiden neler yapmışlar, bugün olsa yapılamaz.” Gerçekten de donmuş topraklar üzerinde şehirler kurmak, binlerce kilometrelik madenler kazmak, mecburi çalışmayla binlerce kilometre yol açmak bugün mümkün değil. İnsanları üç-beş kat yüksek ücretlerle kuzeye çekmenin sonucu da geri kalan 136 milyon Rusyalı için rekabet yeteneği zayıf işletmeler, enflasyon ve kaynakların tükenmesi olacaktır. Az sayıda insanın ama çok miktarda kaynağın bulunduğu stratejik bölgelerin kalkınmasına yönelik her türlü yaklaşım, mesafeye ve iklime bakmaksızın rekabetçi bir ekonomi ve iyi hayat şartları yaratmayı hedeflemelidir.

Kontrastı görmek için çok büyük nüfusu ve pek az doğal zenginliği olan Uzakdoğu komşularımıza bakmak yararlı olur. Asya ülkelerinin onlarca yıl boyunca başarıyla yararlandığı başlıca kaynak ucuz ve disiplinli emekti. Bu emek, refahın birikmesi ölçüsünde ve ileri teknolojinin benimsenmesiyle “ucuz” yerine üretken haline gelmekte. Başarının bir başka faktörü de girişimcilik kültürü. Daha ucuza üret, daha çok sat, geliştir, durmaksızın tekrar et. Asya, başarılı bir girişimciliğin üç bileşenine sahip olması itibariyle talihlidir: 1) rekabete hazır oluş — son derece titiz mandarin geni; 2) ticaret sevgisi — limandaki ipek tüccarının geni; 3) sabır ve emek — pirinç çiftçisi geni. Çin, Japonya ve Kore’de 30 milyondan fazla özel şirket var. Bu girişimci armadası kendi arasında ve bütün dünyayla kıyasıya rekabet ediyor, bu süreçte hep daha iyi ürünler yaratıyor, bütçeleri dolduruyor ve milletlerini zenginleştiriyor.

Bizim için güncel olan ise başka bir yol. Bizim tarihi tecrübemizde insanların pek az bir yüzdesi ticaretle uğraşıyordu ve Rus köylülerinin kütlesel emeği de pirinç çiftçilerinin emeğinden köklü bir şekilde farklıydı. Bu yüzden, pazarlar arasında  manevralar yapan ve işletmesine damla damla verimlilik kazandıran Asyalı girişimci sureti bize uzak. Tek bir nesilde spekülatör — yeni Rus — işadamı — yurtsever girişimci (başkası yok) yolundan geçen Rus girişimcisi ekonomide yaratıcılığın ve ilerlemenin başlıca motoru olma konumunu aslında işgal edemedi. Vakit yetmedi. Rus girişimciliği 1990’larda hızlı bir sermaye birikiminin bütün günahlarını işledi ve toplumun büyük çoğunluğunun algısında ahlaksız ve asalak bir şey olarak kaldı. Magnit ve Wildberries tipi nadir olumlu örnekler bu yaklaşımın değişmesine yetmedi. Devlet organizmasının bağışıklık tepkisi, silovikilerin girişimcilere yönelik “arındırıcı” ilgisi haline geldi, bu da iş alemini BASE jumping benzeri bir uğraş haline getirmekte. Sonuç olarak özel sektörün payı yirmi yıldır istikrarlı şekilde düşüyor; ne yeni pazarların fethedilmesinde ne de inovasyon öncülüğünde girişimcilerin esamesi yok.

Asya’daki anlamıyla olduğu gibi batıdaki anlamıyla da kütlesel girişimciliğin alternatifi, bizim tarihimizde öne çıkan memuriyet ve yaratma kültürüdür. Bizim toplumumuzda memuriyet her zaman en yüksek itibar kaynağıdır: çara, vatana hizmet; kilisede hizmet (batı dillerinde olduğu gibi Rusçada da dini ayin “hizmet” diye anılır — ç.n.). “İş ortamından” devlet hizmetine geçişteki kendi tecrübeme dayanarak şunu ileri sürebilirim: devlet memurlarının ezici çoğunluğu korkudan değil vicdanlarını dinleyerek çaba gösterir ve insanların problemlerini çözmek için içten bir motivasyona sahiptirler. Bize has ikinci özellik, emeğe gurur verici özel bir anlam katan yaratma kültürüdür. Biri “taşı kesen” diğeri de “tapınağı kuran” iki taş ustasıyla ilgili meseli hatırlatmak yerinde olacaktır. İkincisi, Rus’tur. Görünen o ki, ortamın zorluklarının üstesinden gelme tecrübesi bize sadece ekmeğini kazanma değil bir anlam katarak yaratma aşkı da kazandırdı.

Uzakdoğu ve Arktik’e gezilerimde bu iki arketiple, memur ve yaratıcıyla çok karşılaştım. Fabrikaların müdürleri, demiryolu şefleri, uzay üslerindeki komutanlar, politeknik öğretmenleri, inşaat amirleri, doğal koruma alanı müfettişleri, öğretmenler ve devlet memurları. Onların hikayelerini ve ruhlarını dünyanın geri kalanıyla paylaşmak için bu tür insanlarla sohbetlerimizi benim Telegram kanalımdaki “Hizmet ve Yaratıcılık” projesine kattık. Bu örneklerin, gelecekte kalkınmanın katalizatörünün ve toplumun çimentosunun “kim” olacağı sorusuna cevap vermekte olduğuna inanıyorum. Kolluğun ilgisine takılıp kalan ve kök salamayan “iş alemi” / “girişimciler” yerine ön plana daha fedakar ve yurtsever olan, ama kâr avcılarından da daha az rekabetçi olmayan yaratıcılar çıkacak. Ve devlette de Gorçakov, Muravyov-Amurskiy ve Kosıgin’in geleneklerinin mirasçıları onlarla birlikte olacaktır. (Aleksandr Gorçakov — 1798-1883, Rusya’da kapitalist inşanın sembol isimlerinden; Muravyov-Amurskiy — 1809-1881, doğu Sibirya general valisi; Aleksey Kosıgin — 1904-1980, 1964’ten 1980’e kadar SSCB bakanlar konseyi başkanı. — ç.n.)

Şimdi, hızlı büyüme çarkını “nasıl” işleteceğimize gelelim. İnsan güçlü taraflarından, özellikle de tabiatın bahşettiklerinden utanmamalı. “Lanetli kaynaklar”, “hammadde şişkinliği” gibi söylemleri kategorik olarak reddediyorum. Kanada, Avustralya ve Suudi Arabistan da bu düşünceye katılacaklardır. Kötü kaynak olmaz, kaynaklara erişimine izin verilmemesi gereken aptal yahut haysiyetsiz insanlar olur. Yüzde 50 veya daha fazla katma değere sahip bir sanayi yaratmak için nesiller boyu süren sıkı bir çalışma, uygun şartlar ve talih gerekir. Hidrokarbon, maden ve gübre üretiminde bu marj bir normdur. Ücretler ekonomideki ortalamanın çok üzerindedir, vergiler mamul tonajına bağlı olarak kolayca alınır. Toprak altının verimli bir şekilde işletilmesi, az gelişmiş bir ekonominin alameti değil, bugünkü ve gelecek nesillerin refahı için milletin mukaddes bir görevidir. Hangi sınırlara yürüneceği ve bilim ve teknolojinin hangi istikametlerde gelişeceği, “parayla ne yapılacağı” bağlamındaki sorulardır. Önemli sorulardır ama ilkin bu parayı kazanmak gerekir. Rusya’da (özellikle Uzakdoğu ve Arktik’te) keşfedilmiş ancak henüz geliştirilmemiş çok sayıda yeraltı cevheri var — bu, gelecek için iyi bir rezervdir. Doğal kaynakların yağmacı değil yaratıcı bir şekilde işlenmesi için yaratıcılarla memurların ortak çalışması zaruridir. Birincisinin motivasyonu “parayı alıp tüymek” değil efektif işletmeler kurmaktır. İkincisinin motivasyonu ise yaratıcılar tarafından yaratılan kaynakları kullanarak insanların problemlerini çözmektir.

Rusya’nın, işgücü örgütlenmesine farklı bir yaklaşımdan (ruhsuz bir girişimcilik değil uzun vadeli yaratıcılık) başka, işgücü kaynaklarındaki kıtlığın da üstesinden gelmesi şarttır. Nüfusumuz Japonlardan biraz fazla (122 milyona karşılık 146 milyon), ama ülkemizin alanı Japonya’nın 45 katı. 280 milyon nüfuslu SSCB bütün gücünü kâh şu kâh diğer projeye vererek dev Sovyet inşaatlarını büyük zorluklarla gerçekleştirdi; bugünkü Rusya’nın yegane yolu ise teknolojiyi ve robotizasyonu kullanmaktır. Bugün Güney Kore’de 10 bin kişiye 868, Japonya’da 364, Çin’de 187 robot düşüyor. Rusya’da 10 bin kişiye 19 robot düşüyor — ortalama seviyenin beşte biri. Teknolojik egemenliğin hedefleniyor olması itibariyle acil ve derin bir robotizasyon bizim için elzemdir. Açık ki robotlar keyif versin diye sokaklara dizilmeyecek; bunlar çağdaş işletmelerde çalışmalıdır — dolayısıyla burada söz konusu olan ülkenin yeni bir sanayileşmesidir. Bu yeni teknolojik işletmelerin kurulması için çok sayıda akıllı yaratıcı gerek. Bunlar ise bugünkü mühendisler, şu anda özel askeri harekat bölgesinde modern askeri teknolojilerle çalışarak sıkı bir “mühendislik okulundan” geçmekte olanlar olabilir. Bizim çocukların bakanlıktaki koltuklarını askeri üniformalarla değiştirdiğini ve cephede dronlarla çalıştığını, gerekli becerilerin hızla kazanıldığını, yaratıcılıktaki mücadeleci ruhun da işe yaradığını, zira rekabeti ve verimlilik mücadelesinin baki olduğunu gördüm.

Yeni sanayileşmenin kaynakları nereden bulunacak? Rusya 2000’den bu yana borç artışı yaşamadan refahta katlanan bir büyümeye erişmeyi başardı. Rusya’nın kamu borçları GSYH’nın yüzde 18’ini teşkil ediyor — çok rahat bir seviye. Çin dört kat daha fazla yük altında; ABD yedi kat, Japonya 15 kat. Rusya’da kişi başına düşen borç 3 bin dolar; Çin’de 10 bin, ABD’de 104 bin dolar. Dünyadaki gelişmiş ülkelerin büyük çoğunluğu sırtında ağır bir mali kambur taşıyor, yüksek faiz oranlarının olduğu dönemlerde bu kambur daha da ağırlaşıyor, büyüyor.

Biz neredeyse çeyrek asırdır sürekli bütçe fazlası verdik — bu durum, politikacıların durmaksızın vaat yarışına girdiği ve sonuçlarına aldırış etmeksizin her birkaç yılda bir bu vaatlerin bir kısmını yerine getirmek zorunda kaldığı yabancı ülkelerde görülmemiş bir durumdur.

Ve çeyrek asırdır ihracat gelirlerimizi akıllıca yönetiyoruz; altınlarımızı (petrol/gaz/tahıl/balık vb.) yabancı boncuklarla takas etmek yerine altyapıya ve kendi sanayilerimizi geliştirmeye yatırım yapıyoruz. Ancak, borç artımı için biriken bu potansiyelin kalkınmayı hızlandırmak için er ya da geç hayata geçirilmesi gerekecek, aksi takdirde ileri teknolojilerde geri kalmışlık ekspansiyonel artış gösterecek. Borç teşviki, ekonomiyi daha güçlü kılacak yeni sanayiler ve altyapı kurmak için kullanılmalıdır. Piyasa girişimcilerinin ve verimsiz devlet-şirket yöneticilerinin yerine yaratıcıların yumuşak bir şekilde ikame edilmesi, borç sermayesinin devlet tarafından mutabakat gösterilen yaratıcı projelere kanalize edilmesiyle mümkündür. Memurlar ve yaratıcılar arasında, ödemesi cesurca kullanılan kamu borçlanmasıyla yapılan bir ittifak.

Başkanın bu yılın başında Duma ve Senato önündeki konuşmasını dinlerken aklıma bugün içinde yaşadığımız sosyal düzenin tanımı geldi: yurtsever sosyalizm. Ülkemizde nüfusun bütün grupları devletten üst seviyede sosyal yardım alıyor ve toplumun devlet öncelikleri etrafında yüksek seviyede bir konsolidasyonu var. Piyasa girişimciliği gibi katıksız kapitalist mekanizmalar bizim bağlamımızda başarısız oluyor. Bu nedenle, tarihimizin, coğrafyamızın ve mantalitemizin özelliklerini dikkate alarak kalkınmayı hızlandırmak yolunda memurlar ve yaratıcılar için yeni rol modellerine ihtiyaç var. Uluslararası rekabet mücadelesinde pazar girişimciliğini yenmek için hizmet ve yaratıcılık yolundaki gelişme üç ilkeye dayanmalıdır.

Adalet. Herkes için, memurlar ve yaratıcılar tarafından gözetilen şeffaf ve adil kurallar. Bu, toplumun en önemli talebidir ve işe daima kendimizden başlamak gerekir.

Rekabetçilik. Kendimize acımamak. Rekabeti reddetmemek, her şeyi başkalarından daha iyi yapmaya çalışmak. Tarihimiz, bunun başarıldığı sayısız örnek bilir.

Kültür. Kültür her şeyi yener. Bu, geçmişten gelen devleriyle büyük Rus kültürüdür; iletişim kültürüdür; üretim kültürüdür; iç kültürdür. Kimse denetlemezken bile doğru davranma kültürüdür. Bu, günümüzün vahşi dünyasında bizim eşsiz şansımızdır.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English